VESVESE VE ZANN

İslamiyet'de İ'tikad, İbâdet, Ahlâk, İtâat Hükümleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

VESVESE VE ZANN

Mesaj gönderen Hakan »

HADÎS-İ ŞERÎF:

Ebû Hüreyre (radiyallahu anhu)'dan ; (Ashab) dediler ki:
“— Ya Resûlallah! Biz nefislerimizde bir şey hissediyoruz ki, onu konuşmayı istemiyoruz ve bizde üzerine güneş doğmamış (kimsenin bilmediği) şeyler var!” Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu :
«Sahiden siz bunu hissediyor musunuz?» Onlar:
“Evet”, dediler. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) :
« Bu, imanın en açığıdır.» buyurdu.
Müslim: Kitabu'l-İman, Hadis: 209.
Ebû Davuâ : Kitabu'l-Edeb, Hadîs; 5111.
Fadlullah; C. II, s. 671-673.


HADÎS-İ ŞERÎF:

Ümmii Seleme (radiyallahu anhu) rivayet ediyor:
Bir adamın Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e gelerek: "Ya Resûlullah, içimde öyle düşünceler geçiyor ki, eğer onları söylesem amelim boşa gider" dediğini duydum.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "Bu vesvese ancak mü'mine gelir" buyurdu.
(Müslim, îman: 209;
Ebû Dâvud, Edeb: 118;
Mu'cemü'l-Evsat,4:258 (3454.)


Bir İnsanın içine doğup da işleyip işlememekte karar veremediği ve mütemadiyen tereddüt ettiği hâle vesvese denilir. Bu gibi kararsız kuruntular ve hatırdan geçen kötü şeylerden dolayı insana günah yazılmaz. Ancak böyle kuruntular söz veya iş hâline geçirilmek kasıt ve azim derecesine yükselirse, o zaman günah olur. Çünkü insan söz ve fiil durumuna geçmekle kötülük doğuracak işleri örtmeğe memurdur. Bunları, söylemek ve yapmak açıktan onları işlemektir. Nefis kuruntularıyle uğraşmak insanı hataya ve unutkanlığa sevk eder. Bundan kurtulmak için kuruntu yapılan işi terk edip, başka şeye geçmelidir.
İnsanın içinde taşıdığı kasıt ve niyeti, âlimlerimiz 5 mertebeye ayırırlar :
1— Hatır : Kalbden geçip de içerde kararlaşmayan şeye denir.
2— Hâcis : Kalbden geçen ve içerde kararlaşan şeye denir.
3— Hadîsü'n-Nefs : İçte kararlaşıp da dışarı çıkmayan ve İşlenip işlenmemesi hususunda bir tercih edilmeyen şeye denir.
4— Eğer tercih yapılıyor, fakat nefis onda tereddüt ediyorsa, buna Kemm denir.
5— Eğer tercih edilen kalb kuruntusunu işlemeye nefis de karar vermişse, buna Azim denir. Baştan itibaren üç hâlde meydana gelen iç duygularından dolayı, kuruntular ister iyi ve İster kötü olsun, bir şey gerekmez. Bunlardan ne. sevab yazılır, ne de günah... Hemm mertebesine çıkan bir kuruntudan dolayı günah yine yazılmaz, fakat iyi kuruntu ise, ondan dolayı bir iyilik sevabı yazılır. Azim hâline gelince, bu iki yönden de geçerlidir. Kuruntusunu azim mertebesine çıkaran kimse, azmettiği kötülüğe karşı ceza ve azmettiği iyiliğe karşı sevab kazanır. Fakat bunlar işi başarmak derecesi altında olurlar. Eğer işe azmediş ve teşebbüs işi başarma durumuna geçerse, yapılan iş ibâdetse on sevab ve günahsa bir ceza elde edilmiş olur. Eğer teşebbüs ve azim hâliyle kuruntu neticelenir de iş başarılmazsa, iyilikten dolayı bir mükâfat, kötülükten dolayı da azim günahı kazanılır. Eğer başarısızlık Allah korkusundan ve insanın kendi ihtiyarından ileri gelmiş, dış tesir buİunmamışsa, böyle kimseden azim günahı da kalkar ve yerine bir iyilik sevabı yazılır. Çünkü; azmedilen bir kötülük insanın kendi ihtiyar ve iradesiyle kaldırılmıştır.
Biride kalbde yaşayan fenalıklar vardır ki, bunlara azmetmekten insana günah yazılır. Bir kimseye kin besleme ve kıskançlık duygularını kalbte benimseyip onları kabullenmek azim olduğundan, bu ve buna benzer kötü ahlâkların hepsi azim mertebesinde olunca bunların günahı vardır. Fenalıklara çıkaracak olan iç ve dışa ait azimlerden sakınanlar, tertemiz İslâm ahlâkını yaşayanlardır. Manevî olan iç ve dış temizliği budur. Buna maddî pisliklerden arınış da katıldığı zaman kemâl mertebesi yaşanmış olur. Cenab-ı Hak bu yaşayışa erme imkânlarını bütün müminlere ilham edip, kemâle ulaştırsın, insanın İçindeki kötü vesveseleri bilmesi ve onlardan sakınması, onlardan nefret duyması açık ve sağlam bir imanın varlığına delildir.


HADÎS-İ ŞERÎF:

Şehr ibni Havşeb (radiyallahu anhu)'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, ben ve dayım Hz. Âişe (radiyallahu anha)'nın yanına vardık da, dayım sordu :
“— Bizden birimizin içine öyle bir şey doğuyor ki, eğer onu söylerse âhireti gider ve eğer iş meydana çıkarsa, ondan dolayı öldürülür (bu hâlimize ne dersin)? Râvi dedi ki, Hz. Âişe üç defa tekbir getirdi, sonra dedi ki, Resûrüllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e bundan soruldu da, şu cevabı verdi :
«Sizden birinizde bu hâl olduğu zaman üç defa tekbîr getirsin, (Allahu Ekber desin). Zira bu hassasiyeti ancak mü'min duyar.»
Edebü’l- Müfred; Bab:621 Hds. No: 1285
Bu Hadîs-i Şerif için başka bir kaynak bulunamadı

Gerçek mümin her an kendini ve iç duygularını murakabe ettiği için daima Allah korkusunu taşır ve sorumluluktan kurtulma çarelerini arar. Manevî sorumluluğu mü'minden başkası anlayamaz.


HADÎS-İ ŞERÎF:

Enes ibni Malik (radiyallahu anhu)'in şöyle dediği işitilmiştir.;
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu:
«Muhakkak surette insanlar olmayan şeylerden soracaklardır. Nihayet diyecekler ki, Allah her şeyin yaratıcısıdır; o hâlde Allah'ı kim yarattı?»
Buhârî; Kitabu'l-İ'tisam, (3.) Bab.
Müslim : Kitabu'İ-îman, Hadîs ; 217.
Faûlu'llah : C. ir, s. 674.

HADÎS-İ ŞERÎF:

Ebû Hüreyre (radiyallahu anhu)'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
«(Kötü) zandan sakınınız; çünkü zanla hüküm vermek sözün en yalanıdır. Tecessüs etmeyiniz, (insanların ayıplarını ve hâllerini araştırmayınız). Birbirinizi çekememezlik etmeyiniz, birbirinize arka çevirmeyiniz, birbirinize hased etmeyiniz, birbirinize kin beslemeyiniz; ey Allah'ın kulları kardeşler olunuz!» .


HADÎS-İ ŞERÎF:

Ebû Hüreyre (radiyallahu anhu)'dan, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
«— Zandan sakınınız; çünkü zan sözün en yalanıdır. Alış-verişleri-nizle birbirinizi aldatıcı hareketlerde bulunmayınız, birbirinizi çekeme-mezlik etmeyiniz. Birtirinize karşı kin doyuracak işleri yapmayınız. 0ün-ya menfaatine rağbet edip de aranızda fesad çıkarmayın. Birbirinize (dâ-rılıp) arkanızı çevirmeyiniz. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz!»
Buhârî: (78) Kitabü'l-Edeb, (57.) Bab.
Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 28.
Fadlullah: Cild : 1, Sayfa : 501-504.


Bir gerçeğe ve delile dayanmaksızın kalbe geien kuruntu ve ihtimallere zan denir. Meselâ; bir kimse hakkında elde mevcut kesin bir delil olmaksızın onun hırsız olduğuna hüküm vermek veya onu böyle bir hareketle itham etmek. İnsanın hatırına çok şeyler gelebilir. Bu hatıra gelenlerden hiç kimse sorumlu olmaz. Ancak hatıra gelen ve bir delile dayanmayan hükümler üzerinde durarak onları açığa vurmak ve uygulamaya çalışmak, işte bu büyük günahtır. Çünkü bu gîbi hâlleri terk etmek kulun ihtiyarı dahilindedir; fakat kalbe gelen hatıratı yok etmek insanın elinde değildir. Bunun için böyle hatırdan gelip geçen şeyler kötü dahi olsa insan onlardan sorumlu tutulmaz. Başkasına eziyet ve zarar verecek kötü zanlardan kaçınmak lâzımdır.
Herkese iyi zan besliyerek teslimiyet göstermek de iyi bir tutum değiidir. Başkasının fenalığından ve sataşmasındandan korunmak için ihtiyat olarak kötü zan beslenebilir ve beslenmelidir. Aksı hâlde çok zarar ve hüsran çekmek mukadder olur. .
Bir kimse hakkında zanna dayanarak amel etmenin zararını beyan eden Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), zan için «Sözün en yalanı» dîye buyurmuştur; çünkü yalancı söylediği sözün derecesini bildiğinden onunla uğraşmaz ve kuruntular yapmaz ve boşuna vehimler arkasına takılıp, aldnnmaz. fakat zan sahibi, vehim ve kuruntularını kuvvetlendirmek için delil uydurmaya çalışır; böylece vakitlerini ve zekasını harcayarak zannıni ispata çalışır. Şeytan da, onun tehlikeli vehimlerini süsleyerek kuvvetli deliller hâlinde ona gösterir. Netice olarak evham hastalısına düşmeğe kadar'götürür. İşte bu kötü akıbetten tiksindirmek ve kaçındırmak içindir ki, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) zan hakkında : «Sözlerin en yalanı.» diye buyurmuştur.
Neceş'den de Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) menetmişlerdir. Mala rağbet kazandırmak ve onu geçerli kılmak için övgüde bulunmak ve övmek kötüdür. Böyle bir hareket ticarette mubah değildir. Malın vasıflarını, iyi ve kötü taraflarını olduğu gibi söylemek icab eder. Bunun dışında sırf övgüde budunmak ve mübalâğalı hareket etmek yasaklanmıştır. Çünkü bunda bir nevi aldatma vardır:
Hasedleşmek ve birbirini kıskanmak yine haram olan hallerdendir. Başkasının elindeki nimetin yak olmasını isteme hastalığıdır. Hakiki Müslüman kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi kardeşi için de istemez. Yalnız zalim bir kimsenin zulmünden ve eziyetinden kurtulmak için böyle bir zalimdeki imkânların yok olması istenebilir.
Başkası elinde bulunan güzel Kur’ân-ı Kerîm okumak ve hayra harcanan mal gibi, kendisi için de istemek gıbta olup hased değildir.
Tenafüs ise, dünya menfaatlerine dalarak birbirine düşmek ve çekişmeye düşmektir. Böyle; menfaat uğruna birbirine girenlerin kuyyetlileri daima zayıflara zulmeder ve onların hakkını çiğneyerek yer. Adalet kaybolur ve sevgilerine düşmanlık hüküm sürer. Amma başkasına zarar vermeyecek şekilde; manevî değerler arkasında kosmak ve yarışmak yasak değil, bir fazilettir…


Zamanla insanların hâdiseleri irdeleyip lüzumsuz, enine boyuna çeşitli sorular sorup duracaklarını Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) çok önceden bildirmiştir. Filozofların birbirine benzemeyen ve birbirine aykırı düşen ve hiç bir zaman bir gerçek üzerinde kararlaşmayan soru ve teorileri umumiyetle bu kabil çalışmalardır. Ufak tefek çeşitli soruları soracakları şöyle dursun, en büyük mesele olan ve inkârın en büyüğünü teşkil eden “Allah’ı kim yarattı?” sorusunu da soracaklardır. İslâm inancında Allah Tealâ'nın varlığı kendiliğindendir. O, ne doğmuştur, ne de doğurulmuştur. Ezelî ve ebedî olup, her şey ona muhtaçtır. Eşi ve benzeri olmayan tektir. Bu inancın dışına çıkıp ona bir yaratıcı aramak, onun ulûhiyyetini inkârdır, ve küfrün en, büyüğüdür. Bu sual ve böyle vesvese karşısında Allah Tealâ'ya sığınmak ve İhlâs Sûresini okumak gerekir.


HADÎS-İ ŞERÎF:

Enes (radiyallahu anhu)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır :
— Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hanımlarından biri ile beraber bulunduğu sırada, bir adam Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e tesadüf etti.
Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) o adamı çağırıp:
«Ey falanca, bu (gördüğün hanım) benim falanca zevcemdir!» dedi.
Adam dedi ki:
“— Ben kimseye kötü zan etmedim ki, size kötü zan beslemiş olayım.”
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
«Gerçekten Şeytan insanoğlunun kan dolaşımı yerinde dolaşır!»
Ebû Davud: Kitabu's-Sünnet, Hadîs: 4719.
Fadlullah: C. II, s. 676.

Şeytan her vesile ile insanların kalbine vesvese vermeye ve kötü zanna sürüklemeye imkân araştırır. Ona bu imkânı vermemek için kötü zannı doğuracak vaziyetlerden korunmak gerekir. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hanımı ile konuşmakta iken tesadüf eden adama, yabancı kadınla tek başına konuşuluyor diye kötü zan gelmemesi için, konuştuğu kimsenin zevcesi bulunduğunu bildirmiştir. Bu vesile ile Şeytanın en hassas olan insanın kalbine vesvese bırakıp, kan damarları arasında dolaşacak kadar sirayeti bulunduğunu da açıklamıştır.
Resim
Cevapla

“►Fıkıh ~ İlmihal ~ Hukuk ~ Akaid◄” sayfasına dön