*HAZZI TERK*

Abdulkadir Geylani (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

*HAZZI TERK*

Mesaj gönderen aNKa »

Resim


ResimHAZZI TERKResim


Hazzı terk üç devrede mümkün olur.

Bunun birinci devresi avama mahsustur.

Bir insan tahayyül edin, şahsi iradesinde devam eder, yer, içer; tabiatına göre hareket eder. Hiçbir dava peşinde koşmaz. Sadece bir insiyakla yola devam eder. Hakk’a (C.C.) ibadet etmez, dine uymaz. Hiçbir had hudud tanımaz; daha kısa bir tabirle iddiasızdır, davasızdır.
Bu arada ilahi bir nazara uğrar; rahmet kapıları açık olur. Böylece ilahi bir tevafuk olarak bir gün karşısına bir nasihatçı çıkar. Bu nasihatçı salih kimse olduğundan tesirli olur; bu hal karşısında o iddiasız adam, kendiliğin, hakkı kabullenir.

Bu durum böylece devam eder gider. Çünkü o nasihatçının sözleri, o adamı yola getirdi. Her gün kendine has usulle dinlediklerini tatbike koyulur. Bu halin tabiî bir neticesi olarak ayıplarını görmeye başlar. Tabiat ve nefsin peşinde koştuğunu sezer. Ani olarak iman yoluna girmiş olur. Allah (C.C.) yolunu kendine seçer; şeriatın emirlerine göre hareket eden halis bir insan haline gelir. İlk defa gitmekte olduğu tabii hava söner, yavaş yavaş kötülükleri bırakır. Haram şeylere yaklaşmaz. Şüphelilerden çekinmeye koyulur. Halkın minnetini, dünyanın uygunsuz işlerini bir yana atar, Allah’ın (C.C.) verdiğine ve O’nun (C.C.) emirleri ile gelene bakar. İslam dininin:
- “Helaldir.”
Dediği şeyleri alır. Yemesinde, içmesinde, giyiminde, kuşamında, ahlak ve fazilet yolunu arar. İster ki hep taata, ibadete sevk edecek şeyleri yapsın; Ötesini yapmasın.

Bundan sonra onda Hakk (C.C.) vergisi bir anlayış hâsıl olur; bilir ki dünyadaki kısmetini yiyip bitirmeden ölmez. Sakin olarak düşünür, helal yer; mubah yoldan kazanır, günlerini böylece geçirir gider.

İkinci devre başladığı zaman o, bir velidir. Hakikata erenlere dâhil olmuştur. Haslara katılmıştır, azimet sahibi olmuştur. Bu kere yaptığı işleri daha ince bir süzgece tabi tutmaya başlar. Emirle yer, ilahi duygu ile hareket eder.

Üçüncü devre başladığı zaman ona bir ses gelir. Bu seste:
- “Ayaklarına takılanları bırak… Dünyayı ve ahireti terket. Bunları isteme…”
Emri verilir. Daha sonra:
- “Bir baştan öbür başa bilcümle izafi mevhum varlıklardan uzaklaş, hepsini bırak. Yersiz varlıkları yok bil; tevhid nuruna dal ve onda güzelleş.”
Daha bunlar gibi birçok emirler.

Artık şirk terkedilmiş irade, Hakk’a (C.C.) bağlanmış ve o, tam bir edep ve terbiye içinde ilahi huzura kavuşmuştur. Gönlü boş… Başı öne eğik; ne sağında olan ahirete ne de sola geçen dünyaya bakar. Halk sağlığı, bir sürü garip istek ve bunlara benzeyen şeyler kalbinden silinmiştir.

Bu makam son duraktır. İzzet tacı ve ilahi saltanat bu makamda verilir. Sonsuz bilgiler bu devrede gelir. Fazilet ve ihsanların çeşitleri bu makamdan daha çok verilir. Bunlar verilirken ona:
- “Bunları al, giyin, kuşan; nimetlerden faydalanmayı bil… Yalnız sakın edep dışı iş yapma, bunları kabul etmemek gibi şeyler aklına gelmesin. Çünkü iyiliği kabul etmemek sahibine hakarettir. Nimeti az görmektir.”
Denir. Alır, giyer; yer, içer. Her türlü ilahi nimetlerden faydalanmaya başlar. Bir zamanlar nefsinin emriyle aldığı şeyleri şimdi kudret eli ona verir.

Sözü buraya kadar vardırmışken nimetlerin alınması ve yenmesi için bazı haller olduğunu söylemek isterim. Bunları dört kısma bölmek yerinde olur:

Birincisi: Tabiidir; nefse, şeytana uyarak yemektir. Bunu hemen söylemek lazım gelirse “Haram” olduğunu söyleriz.

İkincisi: Kur’an ve hadiste belirtileni yiyip içmektir. Yani Kitap ve sünnete göre… Bu şekilde bir yiyip içmek şer’îdir. Adı ise “Helal ve Mubah.”

Üçüncüsü: Emirle almak. Herhangi bir işi yapmak için ruhi bir emir beklemek. Bu iyidir; fakat herkeste olmaz; yalnız velilerde olur.

Dördüncüsü: Bu en üstün derecedir. Burada emir, istek ve arzu herhangi bir işaret beklemek yoktur. Bu makamda olanlar iradeden soyunmuşlardır. Burada bulunanlar, kadere tabi olan zatlardır. Bunlar, her şeyi Allah’ın (C.C.) fazl ve ihsanı ile görür. Bunlar salihlerdir. Bunlara salih demekle de hudud çizmiş oluruz. Yalnız bir ayet-i kerimede:
- “Allah (C.C.), sevgili kullarının hamisidir. Salihlere O (C.C.) sahip olur.”
Belirtilen salih vasfına nispeten biz de salih diyoruz.

Bu son makamın sahiplerini birkaç defa anlattık. Burada bir daha anlatmadan geçemeyeceğiz. Bunlar tamamen maddi varlıklarından âri, beri insanlardır. Kendi şahısları için ne bir iyilik düşünebilirler ne de kötülük. Bunları kader eli çevirir. Kader eli yardımlarına koşar. Bu hal çok büyük bir iştir. Sözle anlatılmasına da imkân yoktur. Ancak zevkle bilinmesi gerektir…

Bunların zamanları da hayli gariptir. Bazı zamanlar öyle bir ağırlık duyarlar ki ihtiyarsız bağırmaya başlarlar. Fakirlik veya zenginlik bunlar için bir mesele olmamasına rağmen dilenmeleri de mümkündür.

İşte bunların ömrü çok garip hadiseler içinde geçip gider. Olacakları kadar olmuşlardır. Allah (C.C.) kudsiyetlerini artırsın. (ÂMİN)



Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (K.S.) - Fütûh-ul Gayb (Gizliden Sesler)
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: *HAZZI TERK*

Mesaj gönderen MINA »

Resim


Korkmuyordu; bilakis…

Herkes inandığı ölçüde Allah yolunda ―nefsiyle, malıyla― hizmet etmekle mükelleftir. Bunun ölçüsü de bir mânâda yoktur veya bunun ölçüsü izafîdir.

Yani kim ne kadar Allah’a ve O’nun yüce adının ufkumuzda şehbal açmasının lüzumuna, Resûlullah nâm-ı cemilinin sinelerimizin dermanı olduğuna inanıyorsa, değil sadece malını, o, canını dahi verecektir.. verecek ve “Ah keşke, kırk canım olsaydı onu da verseydim!” diyecektir. Tıpkı Abdullah İbn Hüzafetü’s-Sehmî gibi.

Hani, Bizanslılar onu esir edip işkencenin akla-hayale gelmeyenini tatbik ettikten sonra idamına karar kıldıklarında o ağlamaya başlar.

Ona: “Niçin ağlıyorsun?” diye sorarlar. O dakikaya kadar defalarca kafasını kaynar suya sokmuşlar, atların arkasına bağlayıp sürüklemişler ve Abdullah’ın dayanıklılığı karşısında hayran olup “Keşke Hıristiyan olsa!” düşüncesine kapılmışlar.. onu çok iyi tanıyorlar, tanıyorlar ve bütün bunlara katlanan birinin ağlamasını görünce de hayrete düşüyorlar.. düşüyor da “Korkuyor musun?” diye soruyorlar. Abdullah ise:

“Hayır! Böyle bir tek canla gideceğim için üzülüyorum. Arzu ederdim ki, başımdaki saçlarım adedince canlarım olsun da, onları sevdiğim Allah ve Resûlü’nün uğrunda feda edeyim. Ama şu anda buna sahip değilim ve ben burada çok basitçe, sadece bir insan olarak ölüyorum…” mealinde sözler sarf ediyor.

Bizler de, o şanlı sahabi gibi varımızı yoğumuzu Allah yolunda infak etsek, ikame etmeyi düşündüğümüz hakikatin ikame edilmesi karşısında yine de onu az görmemiz, “Keşke başımızdaki saçlarımız adedince başlarımız olsaydı da, hepsini feda etseydik!” düşüncesine iştirak etmemiz gerekir.

M. Fethullah Gülen
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Cevapla

“►Abdulkadir Geylani◄” sayfasına dön