Gavs-ül Azam ABDÜLKADİR GEYLANİ Hz. - İLAHİ ARMAĞAN

Abdulkadir Geylani (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Gavs-ül Azam ABDÜLKADİR GEYLANİ Hz. - İLAHİ ARMAĞAN

Mesaj gönderen Ahmed »


1. MECLİS



Bu konuşma, pazar sabahı Ribât'ta (*) yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 3 Şevval 545, Milâdî 1150.



Kader başa geldiği zaman gönderene kafa tutmak, inancı öldü­rür, tevhid -Allah'ı birleme- nurunu söndürür, tevekkül ve ihlâsı yok eder.

Îman sahibinin kalbi, “niçin ve neden oldu” gibi sözleri bilmez. Belki “şundan veya bundan oldu” gibi yersiz lafları da dile getir­mez. Bildiği tek şey vardır, o da;

“Baş üstüne, hoş geldi, sefalar getirdi!” diye karşılamaktır.



* * *



Nefis, tümüyle muhalefet safında durur. Durmadan niza çıka­rır, daima karışıklık ister. Onun ıslahını dileyen, cihad ehli olsun. Ta şerrinden emin oluncaya kadar. O nefis, şer içinde şerdir. Onun­la cihad edersen emin olabilirsin. Neticede göreceksin ki, hayır için­de hayır oluyor. Cihad devam ettiği müddetçe, onu her iyiliğe uyar bulursun. İbadetleri hoşlukla yapmaya koyulur. Ve bu uyarlık mü­kâfatı olarak şu ilâhî hitap ona gelir:

“Ey mutmainne -sakin, Hakk’a uyar- nefis, Rabb’ine dön! O, senden razı; sen de O’ndan hoşnut olarak!” (el-Fecr, 89/27-29)

Bu cihad sonunda, nefse itimat caiz olur. Çünkü şerli yönü ıs­lah olmuştur. Nefsi halkın eline bırakma! Ta ki, manevî pederi İb­rahim'e (a.s) nispeti yerinde olsun.

O ki, nefsi bir yana atmıştı. Ve herkesten ayrı tutmuştu. Şahsî hevesini söndürmüştü. Boşlukta uçuyordu. Bütün varlığı ile sakin­di. Her şey onu ateşten korumaya geliyordu. Ama onun bunlara al­dırış ettiği yoktu. Allah'tan başka kimseden talebi yoktu.

“O’nun hâlimi bilmesi, bana yeter!” diyordu.

Çünkü tam teslim olmuştu. Hakkiyle tevekkül etmiş, Rabb’ın za­tına sığınmıştı. İşte bu sığınmadır ki;

“Biz ateşe, ‘İbrahim'e yakıcı olma, serin ve selâmet üzere ol!' dedik.” (el-Enbiyâ, 21/69) mealinde gelen ilâhî fermanın inzaline sebep oldu.

Sabırlı kullara, Allah'ın bu dünyada hesapsız yardımı olur. Âhirette ise sayısız nimetleri… Şu âyet-i kerime sözümüze şahittir:

“Sabırlı kulların mükâfatı bol ve hesapsız verilir.” (ez-Zümer, 39/10)

Sabırlı kulların bu âlemde çektiği cefa, O’nun gözünden kaçmaz.

Siz, bir an olsun O’nun uğruna sabır yolunu tutun; yıllarca ecrini alırsınız. Zaten ömür boyunca “Kahraman” lakabıyla gezen, onu, bir anlık cesaret sonunda almıştır.

“Allah sabırlı kişilerle olur.” (el-Bakara, 2/153) Bu oluş, maddî bir terim değildir, manevîdir. Sabırlıyı Allah zafere ulaştırır, yardımını bol eder. Siz sabra devam ettikçe her an yardımcınız O olur. Yeter ki, O'na bağlanmayı ve O'nun varlığına sığınmayı bilesiniz. O'nunla sabredin, O'nunla ayık olun; gaflet uykusundan uyanın.

Uyanmayı, ölüm anına bırakmayın; önceden uyanın. Biliniz ki, o anda uyanmanız sizi felâketin kucağından çeviremez. O'nun huzu­runa varmadan uyanın. O'nun şedit emirlerini duymadan gözleri­nizi açın. Sonra pişman olursunuz; ama ne çare ki, faydasız olur.



* * *



Kalplerinizi ıslâh etmeye çalışın. Çünkü onun salâh bulması, bütün varlığın salâha ermesi sayılır. Bu mevzuda, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu hadîs-i şerifini anlatmak yerinde olur:

“Ayık olun, insanda bir et parçası vardır. O iyi olunca, bü­tün duygular güzelleşir. O fesada uğrarsa bütün duygular iyiliğini kaybeder. İşte o et parçası ‘kalp’tir.”

Kalbin salâhı; takva, tevekkül ve bütün işlerde ihlâs sahibi ol­makla mümkündür. Fesadı ise; bunların yokluğu ile olur.

Kalp, şu bünye kafesinde bir kuş gibidir. Ve bir şişe içinde sak­lı inciye benzer; hazinede gizli, muteber bir meta gibidir. Bakıla­cak şey, kafes değil, içindeki kuştur. İçindeki inciye bakılmalıdır, şi­şeye değil. Hazinedeki muteber nesne dururken, duvarına, kerpicine bakmak neye yarar.

Allah’ım, duygularımızı itaatinde kullan. Kalplerimizi marifet nurunla doldur. Hayatımız boyunca yolunda kalmak için bizlere ba­şarı ihsan eyle! Bizleri geçmişteki iyilere kat. Onlara verdiğini bi­ze de nasip et. Onlara zatını vermiştin; bize de ver! Âmin!



* * *



Ey cemaat! Allah yolunda olun. Sâlihler böyle yaptı da erdi. Siz Allah yolunda olursanız, O da size yardımcı olur. Sâlih kişiler, hak yolda böylece erdiler; bir an bile ilâhi yardım onlardan kesilmedi.

Hak katından çıkacak kararların lehinize olmasını arzu ediyor­sanız, O'nun itaatine koşun. O'nun yolunda sabırla devam edin. Yap­tığı işlere boyun eğin. Hakk'ın hükmü ne olursa olsun, razı olun. Gerek size, gerekse başkasına bu yolda her ne ki geldi, uhdenize dü­şen razı olmaktır, teslim olmaktır.

Allah yolcuları dünyayı bir yana attılar. Kısmetlerini alırken takva eli ile aldılar. Bu arada verâ -şüphelileri bırakma- hâlini de bir yana atmadılar. Bu hâli benliklerine sindirdikten sonra öbür âlemi istediler. Bu işleri bitince, âhiret yolculuğuna hazırlık yapmaya koyuldular. Nefislerine karşı isyan bayrağını çektiler. Yaratanları önünde boynu bükük ve itaat ehli oldular. Onların vazifesi, önce ne­fislerini yola getirmek, sonra başkalarını. Önce özlerine öğüt verdi­ler; sonra da başkalarına.

Ey evlat! Önce nefsine öğüt ver. Onu yola getir; sonra da başka­larını. Sana nefsin özelliklerini bulmak başlıca vazifedir. Bunu yap­madan başkasına gitme. Senin, henüz ıslaha muhtaç hâllerin vardır. Bunu sen de biliyorsun. Yazıktır; bunu bildiğin hâlde, gayrın ıslahı sana nice nasip olur? Gözlerin bir adım öteyi görmüyor. Körleri ne­yinle yola getirmek sevdasındasın? İnsanları, ancak ileri görüşlü ve basiret sahibi olanlar yola getirebilir. Daimî dalgalarla kabaran de­nizden ancak Mahmûd (s.a.v) -Peygamberimiz- kurtarabilir. Ve onun hakiki vârisleri... İnsanları Allah'a, Allah'ın irfan ve tam îman nasip ettiği kimseler götürebilir. Ama onun hakikî ilminden ve irfanından nasibi olmayanlar, öncü olamazlar.

Hak tasarrufundan sana laf açmak düşmez. Sana gereken; O'nu sevmek ve O'ndan gayrı kimseden korkmamak. Ve bütün işleri O'nun uğruna görmek… Bunlar kalple olur. Dil gürültüsüne getirip söze boğ­makla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Herkesin için­de iddia etmek yakışmaz. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasın­da söylediğin sözleri, yalnız kaldığın zaman da söylüyor musun? Ay­nı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman kabil oluyor mu? İşte, en önemli iş, bu oluyorsa mesele yok! Kapı önünde tevhid, içeri girince de şirk! Yakışır mı? Bu, nifak alametidir. İçi bozuk olma­nın ta kendisidir.

Acırım sana. Sözün ittikâ -kötülükten sakınma- dan açılıyor, kalbin ise fitne çıkarmaya meyyal. Şükrü dilinden bıraktığın yok; ama kalbin daima itiraz hâlinde. Allah Teâlâ bir kudsî hadiste şöyle bu­yurur:

“Ey insanoğlu, iyiliğim sana daima inmekte; ama senin de kö­tülüklerin bana gelmekte... Bu nasıl oluyor?”



* * *



Tehlikede olduğunu görüyorum; acıyorum. Allah'a kul olduğunu iddia ediyorsun, ibadet ederken de kalbinde başkasını saklıyorsun. Hakiki mânada O'na kulluk etseydin, O'nda yok olurdun. O'nun var­lığında erir, kaybolurdun.

Tam îmana sahip olan, nefis şeytanına boyun eğmez. Şahsî arzu­larına uymaz. Aslında îman sahibi, nefis denen bir şeye hak tanımaz. Hakkı tanınmayan ve bilinmeyen bir varlığa nasıl boyun eğilir ki? Hele kötülüğü herkesçe müsellem olunca... Îman sahibi, Rabb’inden başkasına inanmaz ve varlık tanımaz, O’nun gayrını bir yana atmış­tır. Hele dünyalık şeylerden hiç hoşlanmaz, öbür âlemi arzular. Bu hâle eren, elbette ki Mevlâsı ile olur. Bütün kulluğunu O'nun uğruna yapar. Cümle vaktini O'nun yolunda geçirir.

Îman sahibi, can kulağı ile şu ilâhî hitabı işitmiştir:

“Onlar yalnız Allah'a kullukla emrolunmuşlardır. Din yolun­da pak ve ihlâs sahibi olarak.” (el-Beyyine, 98/5)

Varlığında beslenen halkı, Hakk’a eş etmekten sakın. Allah'ı tevhid et. Çünkü bütün eşyanın yaratıcısı O'dur. Her ne varsa hepsi O'nun elindedir. Ey O'nsuz şey arayan adam, başta aklını ara! Sen aklını yitirmişsin. O'nun hazinesi dışında bir şey var mı? Şu âyet-i kerimeyi iyi dinle:

“Bize göre, saklı hiçbir şey yoktur. Her şey bize malûmdur.” (el-Hicr, 15/21)



* * *



Ey evlat! Kader oluğu altında uyu. Uyurken sabra yaslan, önce uyur görün, sonra tam uykuya dalar, hakikate erersin. Kurtuluş yo­lunu gözeterek kulluğa devam et. Böyle devam ettikçe, iyilikler akar, gelir. Yazılandan gayri gelmez. Bu arada iyi olmayacağını sandığın şeyler de gelebilir. Tam arzu ettiğin de gelir; hepsini hoş gör.



* * *



Ey cemaat! Kadere uyun. Bu yolda hayli emek sarf eden Abdulkâdir'e dönün. Onun tuttuğu yolu siz de benimseyin. Kader, yolun­da boynu eğiklerden olduğum için beni Kâdir'e -Allah'a- ulaştırdı.

Geliniz, varlığımızı bir yana atarak O'na koşalım. Bu yolda biraz da perişanlık çekelim. Halk bizi rezil (!) görsün. Ne çıkar! Biraz zah­met çeksen, O'na vardıktan sonra hepsi geçip gider. İçimize ve dışı­mıza sultan kesilen nefsimizi Hak yoluna çevirelim. Cihan Şahı'nın elçisine başvuralım. Onu gönderenin hatırı için elini eteğini bırakma­yalım. (Peygamber’i kastediyor. Peygamber'e ulaştırıcı ve kavuşturu­cu olması sıfatıyla kendini kastetmesi de muhtemel) Tazim bizi kü­çültmez. Bilakis yükseltir. Size bir elçi gelse sözlerini dinlemeden ka­pıya mı koyarsınız? Tecrübe etmeden itimatsızlık mı beyan edersi­niz? Onu sevin ve ona bağlanın. Bunu yaparsanız, Hakk'ın sohbeti­ne erer, iyilik kaynağını bulursunuz.

İşte, dediklerimi dinle, göreceksin ki velayet derecesi kapıda se­ni bekliyor. Sen onu aramasan dahi o seni bulur. İlâhî ilim denizin­den doya doya içmen böylece kabil olur.

O’nun fazilet kapısına anlattığımız yoldan gidilir. Başka yol yok­tur. Fazilet sofrasına böyle oturmak kabil olur. O’nun rahmeti, kade­re uyana gelir. Bu hâlin sahipleri teklerdir. Milyonda bir çıkar. Her soyda ve her kabilede bir tane ancak çıkar. Belki de çıkmaz.

Takva hâli sana gerekli iştir. Allah yolunun gerçek erlerine uy. Nefsine uyar olma. Şeytan ve kötü arkadaşlarından kaç! Îman sahibi, bunların cihadından fariğ olmaz. Bunların elinden kurtulup başını dışa çeviremez. Nefisle cihad etmekten alnının teri kurumaz. Onun üzerinden ne zırhı çıkar, ne de atının eğeri sökülür.

O büyükler, uykuyu yenmek için uyurlar. Nefse karşı çarpış­mak için yerler. Zaruret olmadan konuşmazlar. Onlara âdet, sus­maktır. Ancak Rabb’lerinin kaderi onları konuşturur. İlâhî fiiller onları konuşturur; onlar bunun farkına varmazlar. Benlikleri ölmüş­tür. Yarın kıyamet olduğunda duyular nasıl konuşursa, burada on­lar öyle konuşur. Onları Allah konuşturur, Allah herkesi konuştur­maya güçlüdür. Sebepler yaratılır; onlar da konuşurlar. Herhangi bir iş için onların kullanılması gerekince, sebepler hazır olur.

Allah'ın dileği üstündür. Arzu ettiği şeyi yapar. O büyüklerin bu şekilde konuşmaları bir hikmete dayanır. Peygamberlerin vefatı sonunda, yerlerini bu büyükler aldı. Bir hüccet olarak konuşurlar. Her konuşmaları bir hükme dayanır. Yarın kıyamet günü olunca, halkın özrü kalmaz. Çünkü müjde ve çekinme mevzuunda, her sö­zü bu büyükler beyan etmiştir.

Peygamberlerden sonra halk, yararını onlardan öğrenecektir. Peygamberimiz:

“Bilginler, Peygamberlere vâristir.” buyuruyor.

Asıl veraset, yukarıda anlattığımız ve daha anlatacağımız huy­ları benimsedikten sonra başlar.



* * *



Ey cemaat! Allah'ın nimetlerine şükredin. Sizde bulunan nimet­leri O'ndan görün. Çünkü yaratanımız buyurdu:

“Sizde bir nimet varsa, o Allah'tandır.” (en-Nahl, 16/53)

Hani O'nun nimetlerine şükrünüz? Hâlbuki O'nun iyilikleri si­zi sarmıştır. Nimetleri içinde dönüp duruyorsunuz.

Hâlin nicedir, iyiliği başkasından gören çaresiz! Bir taraftan iyiliği Allah'tan başkasına mal edersin, beri yana döner, nimeti az bulursun! Size gerekmeyeni, yaramazı neden beklersiniz? Allah'ın verdiği kuvvet ve kudreti O'na isyanda harcamanıza sebep ne?



* * *



Ey evlat! Yalnız kaldığın zaman, seni kötü işten koruyacak duyguya muhtaçsın. Ayak kaymasını önleyecek tedbirin olmalı. Hak­k’ın her an seni kontrol ettiğini içinden sezmelisin. Bu düşünceler varlığını sarmalı. Anlattıklarımıza şiddetle ihtiyacın vardır. Benliği­ni bu öğütlerle donattıktan sonra nefisle cenge çıkman kabil olur.

Halk arasında büyük olarak tanınan kimseleri ufak bir hata yıkabilir; zahidleri şehvetler perişan eder. Ebdâlleri, maddî varlı­ğını manevî varlığa katmak isteyenleri, yersiz düşünce süründürür. Bilhassa yalnızlık hâllerinde, kötü fikirlerden kendilerini korumala­rı gerektir.

Doğruların yıkılışı bir an işidir. Çünkü bunlar şahın kapısın­da beklerler. Tek tek halkı Hakk'a çağırmaya memur edilmişlerdir. Onlar, mahlûkata şöyle hitap ederler:

“Ey kalpler! Ey Ruhlar! Ey insanlar ve cinler! Hak yolunu isti­yorsanız bana gelin! Gelişiniz kalp adımı ile olsun. Takva ve vera' caddesinden aşın, gelin. Dünyayı bırakın. Âhireti bir yana atın. Mevlâ’nızdan başkasını düşünmeyin. Bana bu duygularla dolarak gelin!

İşte, bize uyanlar böyle olur. Gayretleri sayesinde yerle gök arasındaki boşluk dolar.



* * *



Ey evlat! Nefsi bir yana at. Şahsî arzularından geç. Yukarı­da, azıcık vasıflarını anlattığımız er kişilerin ayakları altında toz ol, toprak ol! Onlar ellerini birbirine vurduğu zaman gözden kaybolacak kadar küçül!

Hak, hem Aziz, hem de Yüce’dir, ölüyü diriltir. Dilediği an di­rileri de öldürür.

İbrahim (a.s) Peygamber’in ana, babası küfürle gitmişti. O, iki ölüden diri çıkardı. Onlardan koca bir İbrahim Peygamber doğ­du. Îman sahibi diridir. Küfür ehli ölü sayılır. Allah'ı tevhid nuru ile bilen diri; müşrik ise ölüdür. Allah Teâlâ, geçmişteki peygam­berlerine indirdiği bazı kitaplarda şöyle buyurdu:

“İlk defa şeytan öldü; çünkü bana karşı geldi. Bu yanlış iş, onun sonsuz yıkılışına sebep oldu.”



* * *



Artık yaşadığımız zaman, son demlerini geçirmektedir. Ortalığı yalan, nifak tohumlan kapladı. İçi dışına uymayan kimselere ya­naşmayın. Yalancı ve insanları doğru yoldan saptıran kişilerden uzak durun. Onların kılığı deccal kılığıdır. Tipleri şeytana benzer. Bu vasfı onların, yalnız dış cephelerinde aramayın. İçlerini biraz se­zecek olursanız, onların fenalığını hemen anlarsınız. Kendi iç bün­yende de bulabilirsin. Nefsin de şeytan kılığına girip seni azdırabilir. Onun da bir vasfı, deccal'dır. Onları da ıslaha çalış. Kötü arzu­larını da yenmeye gayret et. Nefsin fenalığını düşünmeden başka­sını kötülersen, “sana yazıklar olsun!”, derim. Varlığında her cins kö­tülük saklı; münafıklık, aldatıcılık, daha birçok fenalık onda var­ken başkasına sataşman ne gerek? O ayrıca Allah'a şirk de koşu­yor; bunu bildiğin hâlde neden göz yumuyorsun?

Nefsine muhalif ol. Ona uyma. Onu kuvvetle bağla, çözme. Onu hapset. Yalnız hakkı kadar ver. Fazla verme, sonra azar, baş ede­mezsin. Her zaman onunla mücadele et ve onu yenmeye çabala.

Şahsî arzularına bin. Onlar sana yük olmasınlar; işte buna meydan verme. Tabiî hevâyı yık, yeniden yap. Onun aklı yoktur. Küçücük çocuğa benzer. Gözleri de kördür. Gideceği yolu sen göster. Ondan bir şey de öğrenmen mümkün değildir; kendi bildikle­rinden ona belki öğretebilirsin. Öğrenmek istemez, ama hissen iyiye yanaşabilir. Aksi hâlde ondan kabul edeceğin her hareket, senin ebedî yıkılıp gitmene sebep olur.

Şeytana nasıl yakın oluyorsun? O, senin düşmanındır. Aranı­za bir kan davası girmiştir. Babanı öldürdü. Anneni kandırdı. Âdem Baba ile Havva Ana'ya neler etti. Bilirsin, ama yine ondan ayrı ol­muyorsun. Kork, sonra onlara yaptığını, sana da yapar.

Elindeki silah takva ve tevhid olsun. Yalnız hâlinde şüpheli iş tutma. Allah'tan yardım dile. Doğru olmak ve yardım dilemek, se­nin askerlerindir, işte silâh, işte asker, kumanda edebilirsen ne âlâ; yoksa yanarsın. Bunlar sana yeter. Gayret et, şeytanı da, nef­si de, kötü duyguları da yenebilirsin. Hak’tan yardım diledikçe, O seninledir. Bu olduktan sonra nasıl başarı elde edemezsin ki?



* * *



Ey evlat! Bir eline dünyayı, öbür eline de âhireti al. İkisini yan yana getir. Bir yere yerleştir. Aralarından çık. Mevlâ’na yönel. Tek olarak Hakk’a yönel. Kalbin çıplak olsun; onda ne dünya; ne de âhiret bulunsun. Hiç biri olmamalı.

Mevlâ’ya yöneldiğinde, sivâdan -Hak’tan gayrı işlerden- so­yun. Yaratan ile yaratılmışları karıştırma. Hâlık'ı bırakıp halk ile olma. Bütün sebeplerden kesil. Yaratıcılık iddia edenleri yere vur. Bunları yap, sonra dünya ile âhireti bıraktığın yere git; dün­yayı nefsine ver. Âhireti kalbine koy, Mevlâ’yı da sırrında sakla.



* * *



Ey evlat! Nefisle olma. Kötü arzuyla olma. Dünya ile olma. Âhireti de bırak. Hakk'ın gayrı bildiğin her şeyden silkin. Bunları yapabildiğin an, tükenmez hazineye erersin, sonsuz hazine dedikle­ri budur. Hidayet bu yolda olur; oraya erersen ölmek senin için muhal sayılır.

Günahtan dön. Koşar adımla efendine git. Tevbe edeceğin za­man dışını ve içini temizle. Tevbe ilk defa kalple olur.

Tam ve pürüzsüz dönüşle Mevlâ'na sarıl; günah libasından çık. Mecazî mânada değil, hakikî mânada Allah'tan utan. Bunlar kalp işidir; olması için kalbin temiz olması şarttır. Peygamber’in göster­miş olduğu yola girmek gerekir.

Kalıbın kendine has işi vardır. Kalbe de has olan bazı işler bu­lunur. Sebep kisvesinden soyunmak, kullara dayanmamak, kalbin yapması gereken şeydir. Kalp, tevekkül denizinde yüzer. Allah bilgi­sini varlığına sindirir. O’nun sonsuz ilim denizine dalar. Sebebi bıra­kır. Sebebin asıl sahibini arar. Bu durumda vasat hâlde bulununca­ya kadar zahmet çeker. Sonra içine döner ve şöyle der:

“Bizi yaratan, doğru yolu gösterir.” (eş-Şuârâ, 26/78)

Sonra yoluna devam eder. Yerleri aşar. Sahilleri dolaşır. Sonra... Sonra, doğruyu bulur. Yolunu aydınlık kaplar. Allah'a hakiki mânasıyla inanır. Yolunu kesen engeller yok olur.

Hakk'ı arayanın kalbi, mesafeleri aşar. Her adımda görüşü ötelere geçer. Yürüdüğü yolda korkulu bir şey gelse, îman kalkanı onu sak­lar; ona şecaat duygusu verir. Korku buharı kalmaz, ateş korları yok olur, emniyet nuru gelir; yakınlık sevgisini benliğinde bulur.



* * *



Ey evlat! Başına bir iş gelecek olursa, sabır eli ile karşıla. Şi­fa buluncaya kadar dur. Bağırma, çağırma. Şifa gelirse, şükür eli ile al. Bu hâle geldiğin zaman, en güzel şeyi bulmuş olursun.

Cehennem korkusu, îman sahiplerinin ciğerlerini parçalar. Renk­lerini değiştirir. Kalpleri mahzun olur. Bu duygu sonunda Allah'ın rah­met suyu üzerlerine saçılır. Lütuf hoşluğuna kavuşurlar. Âhiret kapısı onlar için açık olur; sevdikleri makamı görür ve sonunda oraya yerleşirler. Bir zaman rahat edip huzur bulduktan sonra, bu defa Celâl per­desi açılır. İlk korkudan daha büyük bir ürperme hâsıl olur. Kalpleri Hakk’a doğru uçmaya başlar. Bu devir de biterse, Cemâl kapısına yol açılır. Artık bulacaklarını bundan sonra bulurlar. Sakin ve emin olur­lar; fakat bu emniyet ilk defadan çok üstün ve hoş olur. Dereceler bir bir artar, perdeler arka arkaya açılmaya başlar. Duyguları yeni yeni şeyler sezmeye koyulur, çünkü Hakk’ın tam yakını olmuş olurlar.



* * *



Ey evlat! Gayretin yemek, içmek ve evlenmek olmasın. Bunların tümünü gönlünden çıkar. Gayen bunlar olmasın. Çünkü hepsi nefsin arzularıdır. Tabiatın gereği sayılır. İlâhî kuvvet, bunlarla seni bula­maz. Bunlara kapılırsan kalbin hakikî isteği nerede kalır? Onlar, Hakk’ı ararlar. Sana da iç âlemin isteği gerek. Bütün gayretin en çok lâzım olana olmalı. O en lüzumlu olan ise Allah'tır. O'nu ara. Allah ve O’nun katında olan sana yeter.

Her şeyin bir karşılığı olur. Dünyaya âhiret, yaratılmışlara ise Yaratan bedeldir. Dünyayı kalbinden atarsan yerini âhiret alır; halk bir yana bırakılırsa onun yerini Hak alır.

Şu günün, ömrün için son olduğunu bil. İşlerini ona göre ayarla. Bu duygu sana yeter. Öbür âleme hazırlık yap. Ölüm meleğini can­dan bekle. Onun gelişi seni sevindirmeli.

Îman sahiplerine dünya, pişme ocağıdır. Âhiret onları hazır bek­ler. Hakk'ın gayreti onların kapalı perdesini açar. Onlarda Tekvin -istediğini yapabilmek- sıfatı tecelli eder. Bu, öbür âlemde olma­sı gereken bir vasıftır. Ama onların dünyası da bir âhiret olur. Dün­ya ile âhiretin onlara bir değişik hâl getirmediği de, ayrıca iddiası gerekmez bir gerçektir.

Yalancı! Allah'ı sevdiğini belirtiyorsun. Nimet hâlinde “Allah!” de; sonra da kaç, kaybol; bu yakışır mı? Belâ geldi mi, sanki ilâhî duyguların sönüyor ve sen çırpınıyorsun. Allah'ı yalnız iyilik içinde mi anacaksın? Belâ karşısında dağ gibi olmalısın. Allah sevgisi o zaman belli olur. Bu duygudan mahrumsan hiçsin. Bu yol, içi bozuk­ları hemen açığa çıkarır. En ufak bir değişik hâl, iç âlemi perişan etmeye yeter.

Bir adam Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e geldi:

“Seni seviyorum, yâ Rasûlallah!” dedi. Peygamberimiz şöyle buyurdu:

“O hâlde fakirlik hâline razı ol!” Bir kişi yine geldi:

“Ben Allah'ı seviyorum!” dedi. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buna da şunları söyledi:

“O hâlde, belâ gömleğini giy. Allah ve Peygamber sevgisini fakirlik hâli ve belâ takip eder.”

Bundandır ki, birçok iyiler şöyle derler:

“Belâ velilere -Allah dostlarına- gelir. Ta ki, bir iddia pe­şinde koşmayalar. Böyle olmasaydı herkes velilik iddiasında bulunurdu.”

Allah, belâ anında dimdik durmayı iyilere verdi. Fakirlik ve ihti­yaç hâli ise bu sevginin gereğidir.

“Yâ Rabbi, bizi ateşten koru. Dünyada iyilik, âhirette yine iyi­lik ver.” (el-Bakara, 2/201)





* Ribât'ın birkaç mânası vardır. Tekke, hânikah, konak, menzil, kervansa­ray, han gibi. Buradaki mânası tekke olsa gerektir.


En son Ahmed tarafından 09 Nis 2010, 16:48 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »


2. MECLİS



Bu konuşma medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: 5 Şevval 545, Milâdî 1150.



Allah'a karşı aldanışın, seni O'ndan ayırdı. Bu aldanıştan dön. Başına vurulmadan bu hâlden ayrıl. Felâket gelmeden önce tedbir yollarını ara. Başına belâ akrepleri çöreklenmeden ve yılanlar başına üşüşmeden, kötü hâlinden çekil. Ama belâyı tatmadıktan sonra al­danman eksik olmaz. Bulunduğun hâl yalnız seni sevince boğmasın. Çünkü sevinç geçici şeydir. Allah Teâlâ bir âyet-i kerimede –meâlen- şöyle ferman buyurdu:

“Onlar, verilen şeyle ferahlandılar; biz de anîden ellerinden aldık; boşa düştüler.” (el-En’âm, 6/44)

Allah'ın indindekine kavuşmak, yalnız sabırla mümkün olur. O, her zaman sabırla emir buyurmuştur. Îman sahibinin çoğu hâli, sı­kıntı ile geçer. Elindeki şeyler çok bile olsa, yine de sıkıntı içindedir. Çünkü bağlanmış olduğu birçok prensipler vardır. Onları yerine ge­tirmek güçlüğü içinde kıvranır. Dünyada, ancak hiç bir prensibe bağ­lı olmayanlar rahat(!) eder. Onlar da hiç bir dine söz vermeyen din­sizlerdir. Allah'ın sevdiği kullar, belâya düştükleri zaman sabra ko­şarlar, ağlamaz ve sızlanmazlar. Îman sahipleri, belâ içinde dahi ol­salar iyi işleri ararlar. Bulundukları hâl, onlar için Hak katında de­rece arttırır.



* * *



Evet, sabır olmasaydı beni aranızda göremeyecektiniz. Ben, kuş avlayan bir çocuk gibi, her an sizinle konuşmak istiyorum. Buraya koşarak geliyorum. Gece olur, uyuyamam. Gündüzleri bu yüzden göz­lerim kapanık durur. Ayaklarım tuzağa tutulmuş gibidir. Allah Teâlâ, beni sizin için bu hâle getirdi. Ama yazıklar olsun ki, siz bu hâli anlamak istemiyorsunuz.

Eğer Hakk'ın muvafakati olmasaydı bu anlatılanlar olmazdı. Bir defa düşünün, aklı başında olan bir kimse, şu şehirde oturur mu? Kendi keyfine göre burada durması, içinde bulunan uygunsuz ve huy­suz kimselerle kalması kabil mi? Riya ortalığı kapladı. Zulüm arttı. Şüpheliler şöyle dursun haramları bile aldırmadan yapıyorlar.

Hakk'ın nimetlerine küfür çoğaldı. Kötülere ve bilcümle fenalık­lara yardım arttı. Çarşı-pazarı zındıklar -dinle alay edenler- kap­ladı. Kürsülerde şaraplar içiliyor. Hâlbuki orası hikmet kaynağı olmalı.

Eğer verilmiş bir hüküm olmasaydı, evinizde yaptığınız kötü iş­leri bir bir sayar dökerdim. Lâkin bana göre temel iş olan yavrula­rımın terbiyesi ve yetişmesi vardır. Durumunuzu söylersem aranız­dan hemen ayrılmam gerekir. Bu, her işi yarıda bırakır. Bugünkü hâlimde, geçmiş büyüklerin himmetine muhtacım. Peygamberlerin ruhaniyetine inanıyorum. Âdem (a.s) Peygamberlerden bugüne ka­dar gelen bütün büyüklerin sabrını istiyorum. İlâhî ve ruhanî bir kuvvete muhtacım.

Yâ Rabbi, lütfet, yardım et. Bizi rızana kavuştur. Âmin!



* * *



Ey evlat! Dünyada daimi kalmak için yaratılmış değilsin. On­da yalnız yiyip içmek için durmuyorsun. Bulunduğun hâli hemen değiştir. Bulunduğun hâlde Allah'ın sevmediği şeyler mevcuttur. Mücerret Kelime-i Tevhid'le yetindin. Taat olarak yalnız bununla yetinmek senin için iyi bir iş değildir. Bu, sana fayda sağlamaz. Bu­nu başka ibadetler de takip etmeli.

Îman, söz ve işten ibarettir. Mücerret îman sahibi olman seni düşmüş olduğun çukurdan çıkaramaz. Bu hâlinde ısrar eder; nama­zı, orucu ve diğer farz ibadetleri bir yana atarsan, sadaka tanımaz­san iyi olmaz. Bunları terk etmek senin için felâketten başka bir şey doğurmaz. Günah çukurundan tevhidin hangi harfi seni çeker, çıkarır?

“Allah'tan başka ilâh yok...” dediğin zaman bir dava peşine düşmüş oluyorsun. Her davada şahit isterler. Şahidi olmayan kay­beder. Bu durumda şahit; emirleri tutmak ve yasakları bir yana at­maktır. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü belâ ve mihnete göğüs gerip sabırlı olmak da bir şahit sayılır. Aynı zamanda bunlar senin için yol delili demektir. Söylediklerimiz yapılacağı zaman da ihlâsa sarılmak gerekir. Hiçbir söz amelsiz kabul edilmez. Ve hiçbir amel de ihlâs olmadan kabul edilir değildir. Peygamber’in (s.a.v) yolu, ihlâstan ibarettir.



* * *



Elinizde bulunan mallardan ihtiyaç sahiplerine verin. Kapınıza gelen dilencileri boş göndermeyin. Gücünüz yettiği kadar az veya çok bir şeyler vermeye gayret edin. Allah nasıl verdi ise, siz de öyle yapın. O'nun verdiği gibi verin. O'nun verdiklerini muhtaçlara dağıtarak şükür yolunu tutun. Hele bir bakın; size ne kadar bol ih­sanlar etmiş. Saymakla bitiremiyorsunuz. Bu hâlinizde düşkünleri gözetmek size gerekli değil midir?

Yazıklar olsun. Eğer kapına gelen dilenci bir hediye getirseydi hemen alırdın; bana mı, demezdin. Hiç geri çevirmek istemezdin.

Şu anda yanımda oturuyor ve sözümü dinliyorsunuz. Gözleri­nizden yaş da akıyor. Az sonra dışarı çıkıyorsunuz, sanki az önce öğüt dinleyen siz değildiniz. Ve gözlerinizden yaşlar akmıyor. Kalbiniz hemen katılaşıyor. Önünüze çıkan, hele bir fakir olunca, yanınıza bile yanaştırmak istemiyorsunuz. Bu anlatıyor ki, yalandan ağladın. Sözlerimi candan dinlemedin. Sözlerimi Allah için dinleme­lisin. Ve Allah için gözlerinden yaşlar akmalı!

Yanında işittiğin söz, ilk başta sırrına geçmeli. Sonra kalbine akmalı, daha sonra bütün duygularına sirayet etmeli. Hayra böy­lelikle varılır. Bana geldiğiniz zaman, ilminizi, dilinizi, nesebinizi bir yana atınız. Çocuklarınızı ve bütün tanıdıklarınızı bir yana bırakı­nız. Yanımda, sizleri Hak’tan gayrı her şeyden ârî görmeliyim. An­cak böyle yaparsanız, O sizi fazlı ve ihsanı ile örter. Bu hâli kendin­de benimsedikten sonra, iradesiz beslenen bir kuş gibi olursun. Kal­bine Hak’tan nur gelir. Buna işaret olarak Peygamber (s.a.v) Efendi­miz şöyle buyurur:

“Îman sahibinin ferasetinden sakının; çünkü o, Allah'ın ver­diği nurla bakar.”



* * *



Ey içi bozuk adam, îman sahibinden çekin. Onun yanına günah pisliği ile girme. Çünkü o, Allah'ın nuruyla her hâlini sezer. Derununda saklı şirki, küfrü ve nifakı anlar. Giydiğin elbise seni onların nazarından saklayamaz. Ne kadar örtülere bürünsen, onlar yine gö­rür. İyi görmekten mahrum olan, iyi olamaz. Sen bir hevesten ibaret­sin, hevâ peşinde koşanlara sen de karışmaktasın.

Dertli bir şahıs, arkadaşına şöyle sordu:

“Bu körlük, ne zamana kadar gider?” Öbürü cevap verdi:

“Tabip bulununcaya kadar!”

Yılıp usanmadan bir tabip ara. Bulunca başını önüne koy ve yalvar. O tabip için iyi düşün; kötülük yapacağı aklına gelmesin. Onu töhmet altına almak isteme. Gözün hiç görmüyorsa, yavrunu yanına al. Beraberce tabip kapısına yönel. Bıkma, usanma; onun kapısında bekle. Vereceği her ilâcı itimatla kabul et. Acı gelirse de dayan. Böylece hâlin düzelir ve gözlerin açılır.



* * *



Allah için gönlünü engin kıl. Bütün işleri O’na bırak. Yapılan şeylerden kendin için bir pay çıkarma. Nefse haddi aştırma. Onu if­lâs ayağıyla ez, halktan yana kapıları kapa.

O nefsin tek kapısı senin canibinde olsun. Her an nefsi yalnız bırakma. Her gün muhasebe et. Hatalara özür diletmeden bırakma. Her suçunu itiraf ettir. Sonra nefsi al, kendi varlığın varsa onu da bul, birlikte Hakk'a yönel. Fayda veya zarar, Hak’tan başkasından gelmez. Veren, alan, O'ndan gayrı değildir; buna inan. İnsan için en tatlı şey îmandır. Îmanın sonunda hayli iyi işler olur. Kalbin gör­mez tarafı kalkar. Kalbin ve ruh basiretin, hareket hâline gelir.



* * *



Ey evlat! Kaba elbise giymek iş değildir. Yemek ve içmek işini bir yana atmakta da iş yoktur. Asıl önemli şey, kalbin kötü şeyleri kabul etmemesindedir. Doğru olan, sofu libasını önce içine giyer, son­ra dışına... Bu libasını ruhuna sevdirir, iç âlemine teşmil eder, daha sonra bütün varlığına... Bu giyilen sofu libası, Hak yolcusunun iç âle­mini biraz sıkar; sabrı bulursa Hakk'ın rahmet eli onu kurtarır. Mevlâ'nın acıma ve esirgeme tecellisi onun bütün hâlini gülistana çevirir. Cümle sıkıntılı hâllerini giderir. Hak yolcusu, yolunu iyi se­çince, sahibi onu, bu kara balçık elbiseden çabuk alır. Ferah libasını giydirir. Belâ nimete, darlık genişliğe, korku emniyete döner. Uzak ol­maz; yakın olur. Fakirlik kaybolur, gönül ve ruh zenginliği onun ye­rini alır.



* * *



Ey evlat! Eline gelen nasibi hırsla alma, sakin olarak al. Ye­meğini mahzun olarak yiyen iyidir. Şen ve şatır olarak sofrasına ku­rulan pek iyi değildir; Mevlâ'sını unutmuşa benzer. Eline lokma al­dığın zaman, kalbini Hakk'a ver. Bu hâlle yediğin sana nur olur. Şer varsa sana dokunmaz. Bir ilaç, hekimin tavsiyesi ile alınırsa za­rarı yoktur. Kendi keyfine göre alırsan sonu bilinmez. Zararı birden gelir, seni tutar. Çarpılmışa dönersin.

Kalbinizdeki karartı beni hayrete düşürüyor. Aranızdan itimat çıkmış. Birbirinize karşı itimat etmez olmuşsunuz. Birbirinize acımı­yorsunuz. İlâhî emirler size emanet olarak bırakılmış; hâlbuki siz onu bir yana atmışsınız.

Sana yazıklar olsun, neden ahdini tutmuyorsun? Hak’la böyle mi ahdetmiştin? Bu hâlin devam ederse gözlerine yakında karasu iner. Ayaklarına ve ellerine inme gelir. Gezmek şöyle dursun, yerinden bile depreşmen kabil olmayacak. Allah'ın rahmet kapısı sana kapanacak. İnsanların kalbinden sana karşı kin ve nefret fışkıracak. Onların iyi düşünceleri senden uzak duracak. O zaman sana kim yardım eder?

İlâhî kudret ve kuvvet önünde başınızı esirgeyiniz. O'ndan çok korkunuz. O'nun kudretinden kurtulan yoktur. O'nun tutuşu şid­detli olur ve bir tuttu mu bırakmaz. O'nun sarsıntısına dayanmak, haddinize düşmemiştir. Afiyete belendiğiniz bir anda ve şen-şatır yaşadığınız bir demde yerin dibine geçersiniz. Şu gök kubbenin sa­hibi O'dur ve şu zümrüt zeminin Mevlâ’sı yine O'dur.

Şükürle O'nun nimetini saklamaya bakın. Emrini kabul edin. Ya­sak ettiği şeylerden kendinizi uzak tutun. O'nun cümle fermanını ba­şınızın üstünde gezdirin. Bir güçlük gelince sabır kalkanı ile karşı durun. Kolaylığı arıyorsanız, şükür lâmbasını elinizden eksik etme­yin. Sizden evvel gelenler böyle yaptı. Peygamberlerin ve iyilerin hâli böyle idi. Nimet gelince:

“Hoş geldi, sefalar getirdi!” derlerdi.

Belâ gelince de bağırmaz, çağırmaz, Allah'tan yardım talep eder­lerdi.

İsyan sofrasını hemen terk edin ve uzaklaşın. Taat sofrasına çömelin ve bol bol yiyin, için. Haddi aşmayın. Kolaylık karşınıza çıkınca şükre koşuşun. Sert bir işe çarpılınca, hatalarınızı hatırlayın ve istiğ­far edin. Nefsinizi hesaba çekin. Allah hiç bir zaman kullarına zulmet­mez.

Ölümü ve sonrasını düşünün. Yaratıcı'yı ve O'nun karşısında hesap vermeyi hatırlayın. Hatalarınız çıkınca O size nasıl bakar ve siz O'nun yüzüne hangi yüzle bakarsınız? İşte bu güç durumu dü­şünün. Ayık olun, bu uyku ne zamana dek devam edecek?

Bu bilgisizlik ve batıl içindeki bu tereddüt ne zamana kadar süre­cek? Nefsin arzularına ne zamana kadar uyacaksınız? Neden Hakk'a kul olup edep ve terbiye yoluna girmediniz? Ve neden Peygamber’e (s.a.v) uyup, onun yolunu tutmadınız? İbadet, gelip geçici şeyleri muayyen bir zaman terk demektir. Neden bu yola girip Kur'ân’ın ve Peygamber’in (s.a.v) sözünü tutmadınız, Allah yolunu bulmadınız?



* * *



Bilgisizlikle ve iyiyi kötüyü sezme kabiliyetine sahip olmadan halka karışma; onların işine burnunu sokma. Her şeyi iyi belle, son­ra gir. Onlara uyku ile karışırsan, aralarından teneşirle çıkarlar. Ayık ol. Bilgili ve basirete sahip ol. Onlarda iyi bir şey görürsen uy. Kötü hâllerini sezince de kaç. Elinden gelirse, yardım için, kötü iş­leri halktan uzak tut.

Siz tam manasıyla Hak’tan gafilsiniz. Hemen uyanmanız, gaflet hâlinizi bırakmanız lazım. Mescitlere girin. Orada Peygamber’e (s.a.v) salât ve selâm getirin. Korkmayın, orada sizi yiyen olmaz. Maneviyatı­nız kuvvet bulur. Afetlerden kurtulursunuz. Peygamber (s.a.v) Efen­dimiz:

“Gökten ateş yağınca, kurtulacak bir kişi de olsa, namaz eh­li olur.” buyuruyor.

Namaza durduğunuz zaman halkla ilginizi kesiniz. Hak'la olu­nuz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz:

“Kulun, Allah'a en yakın anı secde hâlidir.” buyuruyor.

Sana yazık oluyor. Nereye tevil ve ruhsat arıyorsun? Ne için kolaylık bekliyorsun? Bu hâlin nice zaman sürer? Tevil yoluna sa­pan, Hakk'ı inkâr ediyor demektir.

Vah bize! Azimet sahibi olarak Hak ve hakikatin peşinde koşsaydık bu hâle düşmezdik. İyi işler peşinden gitseydik Allah yardım­cımız olurdu. Bizi kurtarırdı. Nasıl oldu da böyle azimeti bıraktık? Gayret ve fedakârlık gitti. Fedakârlık kayboldu. Herkes işin kolayını arıyor. Ortalık riyakârla doldu. Görsünler ve desinler için iş yapılıyor.

Nifak işleri bol, kimsenin işi içine uygun olmuyor, özü ve sözü bir olan kalmadı. Ne olacak hâlimiz? Mallar haksız yere alınıyor.

Namaz kılan çok, hakikisi yok! Hacı desinler diye Kâbe'ye gi­diyor. Hareketleri niyetine göre olduğu için fayda bulamıyor. Bir iki iyi iş tutsa da kullar için yapıyor, Hakk'ı gözetmiyor. Şu devrin in­sanları için en ince iş, halkın peşinde koşmak oldu. Hâlık, gözlerinde yok. O'nun sevgisi ruhlarından silindi.



* * *



Hepinizin kalbi ölü, öldürdünüz kalbinizi. Yaptığınız hatalar onu perişan etti. Nefsinizi dirilttiniz. Hatalarınız buna sebep oldu. Şahsî arzularınız, her işin başında geldi. Yalnız dünyayı talep eder oldunuz.

Kalp, halkı aradan bırakınca diriliğe erer, Hak’la olur ve hayata kavuşur. Bu hâl, maddî bir tabir değildir. Hak’la olmak, emrine uy­mak demektir. Sözümüzün mânasını kavramanız gerek. Dış görü­nüşüyle anlamak, yerinde bir şey değildir. Sözlerimizin değeri ve tef­siri mânevîdir. Burada maddenin sözü geçmez.

Allah’ın emirlerine uyun. Yasaklarından kaçın. Kalbiniz böyle­likle dirilir. Onunla belâya dayanır. Sabredin... Kaza ve kader hü­kümlerine boyun eğin... Bunları yaparsanız, manevî hayatın kapı­ları size açılır.



* * *



Ey evlat! O'nun işlerine boyun eğ, sonra O'nunla ol. İşin iyiliği bundan sonra başlar. Her işin bir temeli vardır. Bina temelin üzeri­ne kurulur. Bu bina kolay kurulamaz. Üzerinde devamlı çalışmak icap eder; gece ve gündüz bir gaye uğruna harcanmalı. Aksi hâlde faydasız olur.

Sana acıyorum. Çok az düşünüyorsun. Tefekküre daldığın yok. İş­lerini düşünerek yap. Tefekkür kalpten olur. Kalbine yönel. Hâlini düşün. İyilik üzere isen hâline şükret. Aksi hâlde tevbe et, nadim ol. Hakk'a yalvar. Dinini, tefekkürle canlandırman kabil olur. Şeytan ve kötü duygular, iyi düşünce ile yokluğa gömülür. İşte Peygamberimi­z’in:

“Bir anlık iyi düşünce, bir gece sabaha kadar yapılan ibadet­ten hayırlıdır.” buyurması buna dayanır. Tefekküre geçmeden yapılan her iş uğursuzdur. İnsanı selâmete çıkarmaz. Bilakis batağa gömer.

Ey Muhammed (s.a.v) ümmeti! Allah'a şükretmeye alışın. O’na yapılan ibadet, az da olsa, makbul olur. Zaten sizden önce gelenlere nispetle yaptığınız kulluk çok azdır. Bu sebeple yaptığınız hâlis ol­malı, böyle olursa çok olur. Yeter ki, Hak yolunu candan tutasınız. Siz sonra geldiniz; ama kıyamet günü diğer ümmetlerden önce kalkacaksınız. Bu, sizin için bir fazilettir. Sizden iyi olanın iyiliğine ye­ter yoktur. İyilikte kimse onu geçemez. Sizler şahsınız. Diğerleri sizin tebaanızdır.

Doğru ol. Nefsin otağına yerleşip kaldığın müddetçe doğruyu bulamazsın. Tabiî ve şahsî arzuların eteğine tutunup koştukça hay­rı göremezsin. Mademki halkın elinde olanı zorla kapmak emelini besliyorsun, doğruluk bekleme. Nifak, riya, benliğinin derinliğine sahip durdukça huzur bulamazsın. Doğruyu sezmen kabil olmaz.

Dünyalık işlerin ardından seğirtip gittikçe, gözlerini hırs bulut­larından ayırmadıkça, iyilik bekleme. Âhiret işlerinin esenlikle geç­mesini dileme.

Hakk'ı ve hakikati bir yana atıp Allah fikrini değil, şeytan fik­rini ruhunda beslemeye heves ettikçe, hayır kapısı sana kapalı du­rur.

Allah’ım, senin varlığınla bize iyilik ver. “Dünyanın ve âhiretin güzelliğini nasip et. Bizi ateşte yanmaktan sakla.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

En son Ahmed tarafından 09 Nis 2010, 16:48 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »

3. MECLİS



Bu konuşma, Cuma günü dershanede yapıldı.

Ko­nuşma tarihi: Hicrî 8 Şevval 545, Miladî 1150.



Ey şahsına gereken şeyleri bulamayan! Bu hâlin geçip gitmesini şiddetle isteme. Belki gelecek şeylerde seni helak edecek nesneler vardır.

Ey hasta! Hastalığın geçmesini mutlak olarak isteme. Afiyetin her zaman yararlı olacağını sana kim dedi? Şimdi hastasın, îmanın var; sağlam olunca bu îmanı kaybetmeyeceğini kim temin eder? Dünyalığa dalar, Allah'ı, Peygamber’i unutursun. Akıllı ol; her olur olmaz şeyin peşine koşma.

Kârını sakla. Kazandığın şeyin değerini bil. Bunda devam et; iş­lerin düzelir. Her işte başarı elde edersin. Elinde ne varsa, hırsı bir yana at; kanaatini ona yönelt. “Mutlaka artsın!” deme; fazla gelirse al. Olmadığı için üzüntü duyma. Allah’ın verdiğini ye ki, hoş ola. Şahsî isteklerini alırsan dertlenebilirsin. Dilencilik iyi değildir. Verilen alı­nır; ama dilenmek olmaz. Ancak iç âleminden kopup gelen arzu so­nunda istenebilir. Bu da bir nevi tecrübe olur. Kuvvet sahibine sığı­nıp istemek yerinde olur her hâlde. Bu hâlde isteyene değil, istene­ne bakmak gerektir. Bu istek zararsızdır; hele kalbin ayık olması mutlaktır. Kalp ayık olunca işler mübarek olur, keder vermez. İstek­ler yalnız dünyalık işlere olmamalı, biraz da âhiret işlerine olmalı. En çok dileğin af ve afiyet olmalı. Din, dünya ve âhiret için iyilik dile. Bunları yapabilirsen sana yeter; fazlası sana ne lâzım?

Allah hiç bir işi yapmaya mecbur değildir. O, mülkünde ancak dilediğini yapar. Allah'ı mülk sahibi bil. Bu sahip hayırlıdır. Başka­sını seçme. Senin için iyi olmaz. Bir ağır yük kaldırdığın zaman sırf kuvvetini görme. Allah'ın kudretini sez. O'nun gücü olmasa senin gençliğinin, kuvvetinin ne değeri olur? Malına da pek güvenme. Mal sana ne yapabilir? Malın özünde manevî tesir olmadan hiç bir de­ğer ifade etmez. Allah bir defa tutarsa bırakmaz. Maddiyatı bırak; biraz manevî ol. O'nun tutuşu manevî yollardan gelir. Maddî tedbir­lerin pek tesiri olmaz. Olsa olsa, yine O'nun tesiri ve izni ile olur.

Yazık, dilin müslüman gibi konuşuyor, kalbin onu doğrulamı­yor. Sözün Allah'a ve Peygamber’e inanmış gibi, özün tam tersine. İşlerin hiç birine uymuyor. Ne olacak hâlin? Halk arasına çıkınca, senden iyisi olmuyor; yalnız kalınca neden şeklin değişiyor? Bili­yor musun, yıllarca namaz kılsan, oruç tutsan sana hayır getirmez; ömrün boyunca hayırlı işlerde bulunsan hayır göremezsin; ancak, Allah rızasını gözeteceksin; bunu iyi bilmen gerek. Aksi hâlde yap­tıkların boşuna; bu duruma göre, sana damga, “münafık ve içi bo­zuk” sözleri olur. “Allah'tan uzak” mührünü alnına vururlar. Şu an­da yaptıklarından dön. Bir an bile yaşamana senedin yoktur. Ne kadar kötü işin varsa bırak, kötü sözlerden dön. Kötü niyetlerinden kendisini hemen çekiverir.

Allah yolcularının iç âleminde aksaklık göremezsin. Onlar, kur­tulmuşlardır. Onlar, tam îmana sahiptir. Muvahhid onlardır. İhlâslı işi onlar tutar. Belâya onlar sabırla karşı koyar. Bir afet indiğinde sızlanmazlar; inlemezler. Metin ve vakur olarak işlerin sonunu beklerler. İyilik geldiği zaman şükür yoluna koyulurlar. İyiliği ilân eder, kötülüğü saklı tutarlar. Başlarında olan felâketli işlerden, kim­seye şikâyet etmezler. Ellerinde bir bolluk varsa, herkese dağıtırlar. Dağıttıkları elde kalandan fazladır. Bu verişi severek yaparlar. Ver­dikten sonra üzüntü duymazlar. Kendi kazançlarından diğer kardeş­lerine fayda sağladıkları için sevinirler.

Bu kullar ilk başta dilleri ile şükrederler. Sonra kalpleri ile, da­ha sonra da gönülleri ile... Halkı bilmezler. Halktan onlara bir eza gelirse sadece tebessüm ederler. Dünya şahları onların katında hiç­tir. Yeryüzünde gezenler, onlara fakir, hasta ve ölü görünür. Onlar için cennet, tavanı çökmüş bir viranedir. Cehennemi, ateşi sönük, küllük bilirler. Ne cennete yerleşmek için fazla arzu duyarlar; ne de cehennem korkusundan titrerler. Cennete girmekle cehennemde kalmak onlar için eşittir. Semanın yüceliği, onları Hak’tan ayrı ede­mez. Yer, tabiî güzelliği ile onları aldatamaz. Onlar, yeryüzünde ya­şayanlarla gökyüzünde uçanlar arasında eşit şart görürler. Hepsini tek kuvvetin esiri bilirler. O da, Allah'tır.

Onları bir zaman dünya ehline karışmış görürsün. Gafillerden biri bilirsin; ama değil. Bir zaman sonra âhiret ehline karışırlar. Onlarla sohbet ederler. Az sonra kendi iç âlemlerine tâbi olurlar. Gözlerinde dünya yok olur. Âhiret silinip gider. Her iki cihanın Rabbi ile olurlar; zaten aradıkları da bundan başka bir şey değildi. O'na gider ve koşarlar. Sevdikleri yalnız O'dur. Gönül kapıları bu kez Hakk'a açıktır. Başkasını ne ederler; yalnız Hak sevgisi ile dolarlar. Kalpleri Hakk'a karşı yürümeye koyulur. O’na tam vasıl oluncaya kadar yolculukları devam eder. Artık onlara Hak dostluğu hâsıl olmuş olur.

Yukarıda belirtilen yolculuk mecazîdir. Kalbin maddî yolu yok­tur. Yol tabiri, yolcuya anlatmak için kullanılır. Yoksa ne yol var, ne de yolculuk. Hepsi bir an işidir. Hakk'a varma arzusu akla ge­lince, yol görünmeden varılmış olur. Menzil alınır, yol kat edilir. Ka­pı açılmadan eve girilir.

İşte hâl böyle… Her şey Allah'ı anmakla başlar. Bu duygu kalpte yerleşince işler bitmiş olur. Evvelâ anmak, son nefeste yine O... Herkes, Hakk'ı andığı kadar erebilir. Bu sebeptendir ki, büyükler daima Allah'ı anarlar. Bu anış onların benliklerini yıkar. İç âlemlerini kaplayan her cins kötülüğü eritir. Hak’tan gayrı ne ki var, ben­liklerinden silinir; kaybolur. Cümle varlık, Hak varlığı ile dolar.

O büyük insanlar, Hak Teâlâ'nın şu emrini işitmişlerdir:

“Beni anın; sizi anarım. Şükür yolumu tutun; küfür yolunu tutmayın.” (el-Bakara, 2/152)

O büyükler, Allah'ı anmak için ellerinden geldiği kadar doğru yola koşarlar. Bunu severek yaparlar. Onlar, şu yüce kelâmı dinler­ler:

“Ben, beni zikredenin yanındayım.”

O sevgili kullar, uygunsuz yerlerden kaçarlar, iyi şeylerle uğra­şırlar. Her hâllerinde Allah'ı anar ve O’nunla ülfet ederler.



* * *



Ey cemaat! Kötü heveslere kapılmayın. Aklınızı, mantığınızı ça­lıştırın. Hisle, hevesle hareket etmeyin; bunlarla olan, yolda kalır. Si­ze bir hâl olmuş. Hep duygularınızla hareket etmektesiniz. Mantığınız ve aklınız çalışmaz olmuş. Önce bilgilerinizi geliştirin. İlim kaynaklarına kendinizi kavuşturun. İlme ererseniz işleriniz kolay olur. Varlı­ğınızı koruyabilirsiniz. Mücerret ve muayyen bilgi ile yetinmeyin. Her gün bir başkasını öğrenin. Sipsivri bir bilgi sizi kurtaramaz. Siyahla beyazı seçme kabiliyetini gösterebilecek bilgiyi elde etmeye bakınız. Kendi varlığınızda istiklâlini ilân edecek şeyi öğrenin. Müftünün fet­vası ile değil, iç âleminizden kopan buyrukla hareket edin. Bu bilgiyi Allah duygusu sağlayabilir. Hak irfana sahip olan, tam bilgi sahibi­dir. Akan suların miktarını ölçen ve toprak kalınlığını hesap eden, âlim değildir. Gerçi bu da bir ilimdir; ama bu ilimle birlikte yüce ve ulvî şeyleri de bilmek gerekir. İlk başta hak ilimle ruhunuzu bezeyin. Sonra, bu bilginin gerektirdiği gibi dış varlığınızı da Allah’ın emrine göre düzeltiniz. Allah, size neyi öğrenin diyorsa onu belleyin. İlk işi­niz bu olsun, sonra diğerleri... Gün gün, ay ay, O'nun yolunda iş tu­tun. Böyle olursanız, yaptıklarınızın iyi meyvesini alabilirsiniz. Aksi hâlde bir serap uğruna yokluğa gömülürsünüz; size yazık olur.

Ey evlat! Bildiklerinden sorumlusun. Yerinde kullanmadığın tak­dirde sahibi sana çıkışır. Ayrıca bilgi de senden davacı olur ve bağıra­rak:

“Beni iyiye kullan; yoksa hakkında şikâyetçi olurum.” der. İyiye kullanırsan, öbür âlemde lehinde şehadet eder; över ve şöy­le der:

“Ben, buna şahidim, beni iyiye kullandı, onu bağışla Allah’ım!” Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:

“İlim, işi çağırır; iş, onun çağrısına uyarsa, iyi, uymadığı tak­dirde sahibinin boynunda çekilmez vebal olur.”

İş böyle olunca, âhiret günü o ilmin yararını da göremez. Sahibi­ni yalnız bırakır. İlme sahip olmak gerek. O, bir defa yola çıktı mı, artık geri dönmesi güç olur.

Bildiklerinle iş tut. Onun yalnız kabuğunu taşıma. Biraz da özü­ne vâkıf ol. Özsüz nesne payidar olmaz.

Peygamber'e (s.a.v) lâfla uyulmaz. Onun çizdiği yola girmek ve yaptıklarını yapmak icap eder. Bunu yaptığın takdirde kalbin doğru­ya döner. Bundan sonra, nefis ıslah olur. Asıl ve öz varlık olan sır da katlanır ve Hakk'a uçar.

Kalbine ne oldu? Neden ilmin çağrısına uymuyor? Kalbini kö­relttin. Ona yazık ettin. Bilgi sözünü kalp kulağı ile dinlemedin. Kalp kulağını ilme ver. Sırrını o tarafa yönelt. Ve fayda almaya bak.

Bildiklerinle amel etmek, seni Hakk'a götürür. Bilgi sahibine, bil­gi ile gidilir. Cahil yol alamaz. Hakk'ın ilim sıfatı âlimlerde tecelli eder.

Ameller, Peygamber’in (s.a.v) emirleri gereğince olmalı. Ondan akan kaynaktan feyiz almak lazım… İçler onun risâlet membaından akan nurla dolmak icap eder. Bu da bir bilgidir. Ve ilk öğrenilmesi ge­reken şeydir. İlmin kaynağını öğrenmeyen ilmi bulamaz. Bundan son­ra insan kendi iç varlığına girmelidir. Öğrenmeli, öğretmeli ve işleri ile bilgisini bir araya koymalıdır. Sözü başka, işi başka, bilgisi de hep­sinden ayrı olandan hayır gelmez. Kul, kendi irfanını Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in ilim deryasına karıştırırsa artık ona yeter bir şey ol­maz. İlim bunun için olmalı... Çalış ve bul.

Bu hâle erdiğinde kalbini hikmetler kaplar. Zahir ve batın -iç ve dış- ilimlerini öğrenmiş olursun. Netice olarak bildiklerinin zekâ­tını vermek sana vacip olur. Din kardeşlerine Hakk'ı tavsiye edersin. Allah yolunu arayanlara yol gösterirsin. Her şeyin zekâtı ayrıdır. Ma­lın zekâtı, her yıl kırkta birini fakirlere vermektir. Bilginin ise, her zaman Allah âşıklarını Hakk'a ve hakikate çağırmaktır.



* * *



Ey evlat! Sabırlı adam, kuvvet sahibi olur. Buna işaret olarak Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

“Sabırlı kullara hesapsız mükâfat verilir.” (ez-Zümer, 39/10)

Alın terinle kazandığını ye. Dinini satarak geçime çalışma. Kazan ve ye, başkalarına da dağıt. Îman sahiplerinin kazancı, doğru kimse­lerin kârı bu yoldan gelir. Îman sahibi için kazanç bir önem taşımaz. Ancak sadaka verirken ehlini bulmak zor olur. Asıl ihtiyaç sahiplerini çok aramak lazımdır. Ayrıca bir kazanç yolu arayan olursa gösterme­li; bu bir sadakadır. Çok kere düşkün olanlara yardım etmek yerinde olur. İnsan, daima Allah kullarının rahatını temenni etmelidir. Bu arzu, ruhu Hakk'a aparır. Kalbe ilâhî sevgi aşılar. Îman sahipleri, şu yüce sözün önünde tazimle dururlar:

“Hak ehli ve bunlara çok yakın olanlar, çevresine faydası çok olanlardır.”

Allah'ın sevgili kulları, halkın dedikodusunu işitmez. Halk sözüne karşı onlar sağır ve dilsizdir. Hakk'a yakınlıkları onları bu hâle koy­muştur. Boş lâfı ne işitirler, ne söylerler. Boş lâfı neye söylesinler ve niçin işe yaramaz lâfı duysunlar. Onların kalbi Hakk'a yönelmiştir. Ka­lıpları başkası ile olsa da kıymet ifade etmez; iç âlemleri bozulmaz. Hak heybeti onları bir hoş eder. Hak yakınlığı onları sarhoş eder. Sevgili yanında, sevgi onları dağlar. Onlar, şiddet ifade eden Celâl sı­fatı ile tatlılık ifade eden Cemâl sıfatı arasında devrederler. Sağa ve sola arzuları ile dönemezler. Çünkü onlarda, arzu diye bir şey yoktur. Onlar birer öncüdür. Herkes onlara tâbi olur. İnsanlar, bu gözle gö­rülmeyen cinler, melekler onlara hizmetçidir. İlim ve hikmet onlara hizmet eder. Herkes ilmi ve hikmeti ararken, bu büyükleri, ilim ve hikmet arar. Gıdaları fazilettir. Fazilet yemeği yer, hoşluk şarabı içerler. Onlara göre meşgale Hak kelâmıdır. Halk onlara uzaktır. Yara­tılmışlar bir yana; onlar başka yerlerdedir. Tabiî, bu uzaklık kalple olur.

Büyük insanlar, Allah emrettiği için hakkı söylerler. Gerçeği söy­lerken kimseden korkmazlar. Kötü şeylerden halkı sakındırırlar. Yolu­nu şaşıranları bunlar yola getirir. Her zaman için çalışmaları bu yol­da olur. İşlerini çeşitli vesile ile yaparlar. Bazen bizzat, bazen de baş­kalarının eli ile yaparlar. Onlar için her şey bir vasıtadır. Her zaman hakikati yerine getirmeye gayret ederler. Kulların hakkını kesip ken­dileri bol bol almazlar. Her kim ki fazilete lâyıktır, ona liyakatini ve­rirler. Nefislerinin hasis arzusunu desteklemezler. Tabiî ve kötü arzu­larının ardından koşmazlar. Sevince, Allah için severler. Darılmak icap ederse, yine Hak için yaparlar. Onlar yalnız Allah yolunda olur­lar. Başka yol onlara göre yoktur. Onların öyle nasibi vardır ki, bir kişiye ondan zerre miktar verilse başkasını istemez olur. Bu nasip Al­lah dostluğudur. Allah dostunu, Allah'ın yaratmış olduklarının hepsi sever. Kurtuluş bu yola varanlaradır. Yer onların hatırı için yemişler verir. Sema onların gönlü hoş olsun diye rahmet yağdırır.



* * *



Ey içi dışına uymayan, kullara ve sebeplere dayanan zavallı, bu çirkin hâlinle sana o büyük nasip gelmez; Hak dostluğunu bulmak mümkün değildir. Bulunduğun, iyi olmayan hâl devam ettikçe hayır bekleme. İzzet senin için bir seraptır, önce İslâm ol. Doğruya bağ­lan. Tevbe et. İhlâs sahibi ol. Kurtuluş bu yoldadır. Aksi hâlde hida­yet yolu sana kapalıdır, uzaktır.

Sana acırım; benim sert konuşmam seni üzüyor; biliyorum. Ama yanılıyorsun. Aramızda düşmanlık yok. Yalnız şu var ki, ben gerçeği söylüyorum. Seni emir dışında görmem beni böyle söyletiyor. Büyükle­rin sözü seni sıkıyor.

Haklısın; gurbet ilinde gezen, hak söze az dayanır. Fakirlerin pek azı engin gönüllü olur. En ufak öğüde gönül koyarlar.

Benden bir şey işitince kabul et. Allah'tan bil. Ben de bir âletim. Söyleten O'dur. Beni aradan çıkar, O'nu gör. Bir kuru taşı bile ko­nuşturmak O'nun kudreti dâhilindedir.

Bana geldiğin zaman sade gel. Nefsini bir yana at. Şahsî istekle­rini terk et. Hakikî bir basirete sahip olsaydın, beni, cümle varlığım­dan soyunmuş, Hak varlığı ile var olmuş görürdün. Lakin hasta ve hatalı anlayışın, bunu sezmeye yeterli değildir.

Hak yolcusu, sohbetime gel. Sohbetimden faydalan. Hâlimde dün­yalık göremezsin. Dünya ve âhiret iç âlemimden uzaktır. Elimde, tevbekâr olan arzusunu bulur. Bana karşı iyi düşünce şarttır. Sözlerim­le amel etmek gerek. Bunları yapan aradığını bulur. Hak yola az zamanda varmış olur.

Allah Teâlâ, Peygamberi’ni kelâm sıfatı ile terbiye eder. Sevdiği kulları ise ilham yoluyla ıslah eder. İlham velîlere, kelâm da Peygam­berlere gelir. Peygamberlerin vasileri, veli kullardır. Onlar Peygam­berlerin hakikî vekilleridir. Velî olanlar, Peygamberlerin evladıdır.

Allah, konuşur. Musa Peygamber’le konuştu. O'nun konuşması maddî yapılı değildir. O kelâm sıfatının ölçüsü, tartısı, kalıbı yoktur. O’nun kelâm sıfatı yaratır; fakat o sıfatı bir şey yaratmış değildir. O sıfatın yaratıcısı Hak'tır. Hakk'ın kelâm sıfatı derin mânalar taşır. İşitenin fehmine göre renk alır. Musa Peygamber’e aklı kadar konuştu. Vasıta kullanmadı. Bizim Peygamberimiz’le de (s.a.v) vasıtasız ko­nuştu; bizzat kelâm sıfatının tecellisini gösterdi.

Yâ Rabbi, hidayet yolunu, bütün kullara nasip eyle. Hepsine mer­hamet et. Cümlenin tevbesini kabul buyur. Âmin!



* * *



Halife Mu’tasım'ın bir hikâyesi anlatılır. Mu’tasım vefatı anında yanında bulunanlara şöyle dedi:

“İmam-ı Ahmed b. Hanbel'e yaptığım eza dolayısıyla tevbe edi­yorum. Ben, Kur'ân'ın hiç bir harfini değiştirmedim. Buna özenenler çok oldu; ama hiç biri yapamadı.”

Zavallı, sana yararlı olmayan sözü bırak. Taassubu -batıl şeye yapışmayı- da bırak. Dünya ve âhirette sana yarayana bak. İşine ya­ramayacak işi ne yaparsın? Faydasız şeyleri toplamak nene gerek? Yaptığın işleri iyi tut. Ayarsız iş tutarsan, yakında seni yere serecek haber gelebilir. İşlerin yakın zamanda mendil gibi önüne açılır. Sözü­mü unutma, her kötü şeyin meydana çıktığı zaman hatırlarsan yara­rını bulman kabil olmaz. O dem seni koruyacak bir kalkan buluna­maz. Sen nasıl korunursun o dem? Şimdiden çareler ara.

Dünya dertlerinden soyun. Kalbini temizle. Hatalardan, arzunla ayrıl. Nasıl olsa ayrılacaksın. Parasız kalırsın, ihtiyar olursun; bunlar da olmasa ölürken bırakırsın. Bir lokma için bin defa yalvarma. Acından ölen yoktur. Varlığını esirge. Yaratan’a teslim ol. Kalbini O'na ver. Mutlaka iyi geçim ara. İyi geçim olmayabilir; olması da kabildir. Sa­na gereken, olması veya olmaması değil, aramaktır. Eline gelen için de, “iyidir” de. Daha iyisini de aramadan kalma. Bunları yaparken cid­diyetini elden bırakma. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:

“İyi geçim, âhiret için temenni edilmeli; rahat orada beklen­meli.”

Ümitlerin için bir köşk yap. En güzeli, zühd hâlidir. Bu hâl, önünden sonuna kadar şahane bir ülkedir.

Emellerini kıs. Dünyada sana hemen zühd gerek. Çünkü baştan sona zâhidlik, az emelli olmaktan ibarettir.

Seni yıkan kötü arkadaşların olduğunu biliyor musun? Onları bırak. Onlarla arana yarlar aç. Sevgi duygularını onlardan uzak tut. Yakın olacağın kimseler sâlih kişiler olmalıdır. Kötüler sana ne ka­dar yakın olmak istiyorlarsa, sen o kadar uzak dur. İyiler de sen­den ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, ara ve bulmaya gayret et. Her kime bir sevgi duyuyorsan aranızda manevî bir bilgi hâsıl olur. Bu bağlılığın ve ilginin kimlere ve nelere olduğunu ve olması gerektiği­ni iyi öğren. İşlerini ona göre düzenle. Birçok büyükler:

“Sevgi yakınlıktır, yakınlık ise sevgidir.” derler.

Bunlar, maddî sebeplerle uzak da olsa, manen yakındırlar.

Verilen veya verilecek olan şeyler seni yormamalı. Verilmesi mukadder olan şeyi aramak, yorgunluktan başka nedir ki? Keza, senin kısmetine gelmesi imkânsız şeyi beklemek ele ne geçirir? İn­san için olmayacak işlerin peşinde koşmak, sadece hüsran getirebi­lir. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buna işaret ederek şöyle buyurur:

“Allah'ın kula verdiği büyük cezalardan biri de, kulun ken­dine nasip olmayacak şeyi aramasıdır.”



* * *



Ey evlat! Kâinatın her zerresinde Allah'ın güzel sanatı vardır. Bu güzel sanatların her biri Hakk'a vardıran delildir. Bu delillere yapışan herkes Hakk'a varabilir. Derin düşüncelere dal. Düşüncen derinlere kök saldıkça yükselirsin ve yücelirsin.

Îman sahibinin, hem zahir –dış- hem de batın –iç- gözü var­dır. Dış gözleri ile Allah'ın yarattığı, tabiî manzaraları görür. Yere serpilen sonsuz hikmetli işlere bakar. İç gözüyle de, madde ötesin­deki varlıklara bakar. Sema ve ötesinde saklı duran ulvî, ruhanî var­lıkların seyrine dalar. İşte bu iki göz görmeye başladıktan sonra, bir göz daha hâsıl olur ki, o da kalp gözüdür. Kalp gözünün açılması için iç ve dış gözünün, salim duyguya sahip olması gerekir. İş­te bundan sonradır ki ensiz ve boysuz bir deme geçer. Yakınlık mefhumu anılmayan bir yakınlığa erer. Dış mânası ile bilinmesi kabil olmayan bir sevgi âlemine varır. Artık o kul sevgilidir; ondan sak­lı hiç bir şey yoktur.

Ancak, bu hâle ermek kolay değildir. Kalbin yaratılmış nesneler­den ve nefsin tabiî istek ve cümle şehvet arzularından uzak olması icap eder. Her cins şeytanî duygudan âri ve beri olması gerekir. Bu­na ruh temizliği derler. Bu temizliğe erene, yer hazineleri açık olur. Sema yolları onun uğruna döşenir. Ona göre, taşla toprak arasında fark yoktur. Ve çamurla altın ona eşittir.

Akıllı ol; söylediklerimi iyi düşün. İyi anlamaya çalış. Dikkat el: Ben sözün özünü söylerim. Sözlerim birer cevherdir. Daima bü­yüme istidadındadır. Zaman ve zemine göre binlerce mâna taşır.



* * *



Ey evlat! Allah'ı kula kesme. Kul hata işlerse elinden tut, Hakk'a götür. Allah'ın kula gücü yeter. Ama kul Allah'a bir şey edemez.

Saklanması gereken birçok şeyler vardır. Saklanması gereken şe­yi saklamak insanı hazine sahibi kılar. Sır saklamak büyük iştir. Her­kesin kârı değildir. Musibet anını sabırla gizlemek, hastalık anında Allah'a yalvarmak en büyük iştir. Bunlar saklı ve gizli yapılmalıdır. Saklı tutulması gerekenler arasında sadaka da vardır. En önemli şey de budur. Birine yapacağın iyilik olursa sağ elinle ver; fakat sol eli­ne duyurma. Mümkün olduğu kadar bunu yapmaya çalış. Sonra, şey­tanın ve dünyanın tuzaklarına kapılırsın.

Baştan sona kadar kötülüklerle dolu olan dünya denizine dalma. Ona her dalmak isteyen, az sonra boğuldu ve kayboldu. Buna çokla­rı düştü. Ancak tekler kurtuldu. Bu kurtulan tekler, halk arasında özellikle seçilmiş olanlardır. Dünya denizi derindir. Herkesin ona yanaşması mukadderdir. Allah'ın kurtarmak istediği kimseler kendini saklar. Allah, kulları arasından dilediğini kurtarır. Dünyada pislikle­re dalanların öbür âlemdeki yeri cehennemdir. Onların pisliklerini ancak ateş temizler. O ateşin üstünde bir köprü vardır. Cümle kul­lar onun üstünden geçerler. Pisler aşağı yuvarlanır, temizler de kur­tulur. Kurtulanlar Allah'ın sevdiği ve seçtiği kimselerdir. Bunu ha­ber veren şu âyetin mânasını iyi düşün:

“Sizden herkes cehenneme uğrayacak.” (Meryem, 19/71) Yine dinle:

“Ey ateş, serin ve selâmet ol!” (el-Enbiyâ, 21/69)

İkinci hitap, dünyada İbrahim (a.s) Peygamber’e oldu. Öbür âlemde ise, cümle îman sahiplerine olacaktır. Şöyle rivayet edilir:

Kıyamet koptukta cehennem üzerine köprü kurulur. Herkesin geçmesi için ferman çıkar. O anda ateşe de şu ferman verilir:

“Ey ateş, serin ve selâmet ol. Bu hâli îman sahipleri için göster. Bana ibadet edenler geçsin. Beni arzulayanlar rahat yürü­sün. Öbür âlemde benim için arzularını atanlar buradan gitsinler.”

Nemrud'un ateşine de bu hitap vaki idi. Alevler saçılırken gül-gülistan oldu. Keza, cehennem ateşine erişen bu hitap da onu îman sahiplerine dokunmaz kılar.

Kendini bataklığa kaptırma. Allah’a güven ve O'nun yoluna gir. O’nun yolunda devam ettikçe, seni dünya yutamaz. Kötülük selleri seni sürükleyemez. Çünkü ona, şu hitap gelir:

“Ey dünya denizi ve seli, şu adamı boğma. O sevgili kuldur. O tarafımdan istenen zattır. Onu zatıma bırak.”

Bu hitabın eriştiği zat boğulmaz. Musa'yı (a.s) deniz yuttu mu? Kavmi denizde boğuldu mu? Allah fazlını dilediğine verir. “Sevdik­lerini hesapsız rızıklandırır.” (el-Bakara, 2/212) Bütün hayır onun elindedir. Hâl böyle olunca nasıl başkasına gidersin? O'nun yolunu nasıl bırakırsın?

Sana verilen, O'nun eli ile gelir; alan yine O'nun kuvvet elidir. Kendinde bir kuvvet mi biliyorsun? O dilerse zengin eder; dilerse fakra düşürür. Öyle mi biliyorsun ki, izzet başkasından gelir, zillete başkası düşürür! O'nunla boy ölçüşmek kimin haddine? O'nunla kim cenge hazırlanır? Meğerki aklını yitirmiş ola. Akıllı adam, O'nun kapısına koşar. Başka kapıları aklının köşesinden bile geçir­mez.

Ey tedbir eden kişi, yolun yanlışa çıkıyor. Yaptığın iş halkı se­vindirmekten ibaret mi olmalı idi? Hâlık’ı darıltıp halkı sevindirmek ha! Öyle mi? Dünyayı yapmak için âhireti yıkmak! Bu iş sana yakışmıyor. Yakında her şeyin elinden çıkacak.

Yakalayışı çetin olan biri, her varını senden alacak. O alıcı, biz­zat Allah'tır. O, tuttuğunu bırakmaz. O'nun tutuşu başka şeye ben­zemez. O’nun tutuşu bir yönden gelmez; birçok şekli vardır. Senin tek renk ve düzensiz işlerine benzemez.

İlk defa bulunduğun makamdan atılmanla olur. Uslanırsan pek­âlâ! Uslanmazsan hasta eder. Sonra fakir eder. Zelil eder; kimsenin yanında yüzün kalmaz. Perişan ve derbeder olursun.

Bunlar da seni yola getirmezse, artık dert ve belânın çeşitleri üzerine yıkılmaya başlar. Hepsinden büyüğü, iç sıkıntısı gelir. Öyle zaman olur ki, içinden kopup gelen sıkıntı, seni bir yana bile oynat­maz. Bunların dışında, bir de halkın diline düşmek var. Sokağa dö­külen bir sürü reziller seni dillerine dolarlar. Şerefini bir paraya indirirler. Allah, herkesin eli ve dili ile seni yıkıp viran etmeye muk­tedirdir. Yeryüzünde gezen ufak bir karınca, seni ve yuvanı dağıtmaya kâfidir. Allah'ın, en ufak bir mahlûkunda en büyük kuvveti gizlidir. Uyan, ey gafil! Uykuyu bırak, ey zavallı!

Allah’ım, bizi sen uyandır; uyanıklığımız seninle ve senin için olsun. Âmin!



* * *



Ey evlat! Dünyalık toplarken dikkatli ol. Dikkati elden bırakma. Gece odun toplayan gibi olma. Elini attığın zaman, neyi alacağını ön­ceden kestirmelisin. Gece odun toplayan eline gireni bilmez. Seni de ona benzetiyorum. Ayık ol; sonra felâketin azim olur.

Dünya geceleri karanlık olur. O gece gelince güneş kaybolur. Işık bulmak lâzım… Kendiliğinden aydınlık geç olur. Kendine ışık bul. Son­ra yırtıcı hayvanlar seni perişan eder. Bataklık da olur. İnişli çıkışlı yolları da olur. Karanlıkta kalırsan ilk sürçmede yere serilmen müm­kündür. Zaten ne kuvvetin var ki, zavallı!

Sana düşen, gece yolculuğunu tasarlamadan evvel, gece için ya­kacak temin etmektir. Gece lâzım olması muhtemel olanı, gündüzden bulman gerektir ki, karanlık basınca, yerden bir şeyler aramaya kalkmayasın; zararlı şeyleri toplamaktan kurtulasın.

Bütün hâlinde tevhid -Allah'ın birliği- güneşini ara. Onun nu­ruyla dolaş. Onun nurundan çok faydalan. İslâm dininin esaslarına iyi yapış. Kötü şeylerden sakınmayı kendine huy edin. Bu hâl seni muhtemel felâketlerden korur; nefse uydurmaz. Şeytana da kapılmaz­sın. Şirkten kurtulursun. Halkın şerrinden emin olursun. Yolda yü­rümeye seni alıştırır; aceleciliği benliğinden siler.

Yazık sana, acele etme. Aceleci hatadan kurtulamaz. Aceleci ya hata eder veya hataya meyli artar. Dikkatli ve düşünceli giden, er-geç aradığını bulur yahut bulmaya yakınlaşır. Aceleyi kalbe şeytan geti­rir. Dikkatli hareket etmek, Rahman olan Allah tarafından kalbe gelir. Seni aceleye iten şey, mutlaka dünya hırsı olmalı; çünkü başka acele edecek ne var? Hırsı olmayan adam, her şeyin kendi iradesi dı­şında olup bittiğini sezer ve ona göre hareketlerini ayarlar. Şunu iyi bilmek gerek ki, hırs, insanı içinden çıkılması kabil olmayan felâket­lere sürükler.

İnsan olan, hırs değil kanaat sahibi olmalıdır. Kanaat tükenmez bir hazinedir. Dünyada senin için olan şeyler muayyendir. Başkasına gitmez. Hırsı bırak; sebebe yapış. Ama o sebebin sahibini de kalbin­den çıkarma. Günlük işlerine devam et. Katî olarak senin olacağına inanmadığın şeyler peşinde hırsla koşup durma. Her şeyi hâline bı­rak; sadece çalış.

Nefsine sahip ol. Elinde olan mevcutla yetin. Bu hâle devam et. Ta ilâhî hikmetlere arif oluncaya kadar… İrfan sahibi olduğun zaman işlerin kolay olur. Hırs kalmaz o zaman. Kalbin kuvvet bulur. İçin nurla dolar. Rabb’in sana bilmediğin şeyleri öğretir. Dünya işlerini kolay çevirirsin. Dış gözünü dünyaya verir, iç gözünü âhirete yönel­tirsin. Mâsivâ -Hakk’ın zatından gayrisi- derununa tesir etmez. Hiç bir kimse, büyüklüğüne seni inandıramaz; olduğundan fazla göstere­mez. Sana göre, yalnız Allah yücedir.

Devam et; göreceksin ki, her varlık sana karşı saygı hissi besliyor.

İnsanlar biraz tuhaftır. Her arzularını tatmin yolunu ararlar. Ama doğru yol gösterilince gelmek istemezler. Hele biraz da güçlük olursa... Hâlbuki her tatlının önü sıra az da olsa acı olur. Bir tatlıyı yemek için önce yorulmak icap eder. İşte bu sebeple deriz ki; ey evlat, her arzunun yerine gelmesini istiyorsan, Allah'ın yasak ettiği şeylere yanaşma. Önünde duran kapıların açılmasını istiyorsan, muttaki -kö­tü şeylerden sakınan- ol. Her hayır kapısının anahtarı, Allah'ın ya­sak ettiği haram işlere yanaşmamaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

“Bir kimse kötülükleri bırakırsa ona kurtuluş yolları açılır. Tahmin etmediği yollardan rızkı gelir.” (et-Talâk, 65/2-3)



* * *



Hak'la çekişme. Nefsin için onu kötüleme. Çocukların için Hakk'a çıkış yapma. Malın azaldı diye O'nu itham etme. İnsanlar sana yüz vermiyor diye O'nu suçlu bulma. Suçu evvelâ kendinde ara. Allah'a emir mi vereceksin? Bunu yapmaktan utanmaz mısın? Her iş senin keyfine göre olsun, istiyorsun. En büyük hüküm, senin mi olmalı, yoksa O'nun mu? Sen mi fazla biliyorsun, yoksa O mu? Senin merha­metin O'ndan çok mu? Yazık sana, sen ve bütün yaratılmışlar, O'nun kulu, kölesidir. Hepinizin yöneticisi O’dur.

Dünyada O'nunla sohbet istiyorsan sessiz ol. Sakin ve sessiz ol. Allah'ın sevgili kulları edeplidir. O'nun gözünde en büyük edep gerek­lerini yerine getirirler. Attıkları her adım, açık izne bağlıdır. Kalplerini hoş etmeyecek hiç bir işe yakın durmazlar.

Yaptıkları mubah iş, onlara ilham yoluyla anlatılır. Giyecekleri elbise manen gösterilir. Alacakları hanım onlara işaret yoluyla anlatı­lır. Bütün sebepler onlara, kalp canibinden gösterilir. İzinsiz ve emirsiz hiç bir işe yanaşmazlar.

Hak’la kaimdirler. Kalpleri O’na bağlıdır. Basiretleri Hak yolda açıktır. Hakk’ın kudreti önünde karar yetkisini kendilerine hoş gör­mezler. İşte dünyada böylece Allah’lık olurlar. Varlıkları dünyada nur olur. Hakk’a vasıl olurlar, öbür âlemde ise bizzat ereceklerine ererler.

Allah’ım, bize dünya ve âhirette, sana ermiş olmayı nasip et. Sana yakınlık tadını ver. Seni görmeye kavuştur. Gayrı görmeden, Zat’ınla yetinen kişilerden kıl. “Dünyanın iyiliğini ver, Öbür âlemin hoşluğu­na erdir. Bizleri ateşten koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »

4. MECLİS



Bu konuşma, pazar sabahı Ribât’ta yapıldı.

Ko­nuşma tarihi: Hicrî, 10 Şevval 545, Milâdî 1150.



Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu:

“Hayra dair herhangi bir şeye kavuşan kimse, onu mutlu bil­sin ve faydalanmaya baksın; çünkü onun ne zamana kadar açık ka­lacağını bilemez.”



* * *



Ey cemaat! Fırsatı kaçırmayın. Hayatı ganimet bilin ve ondan faydalanmaya bakın. Mademki bu hayat kapısı açık, bir şeyler elde etmeye koyulun. Yakında o kapı kapanır. Hayır işleri yapmaya güç­lü olduğunuz müddetçe hayır yapın. Tevbe kapısı kapanmadan o ka­pıdan girin. Sonra kapanır, tevbeniz de makbul olmaz. Hâlen dua ka­pıları açıktır; dua edin, makbul olur. Aranızda iyiliği ile tanınan kimselere koşun. Onların hayır dualarını ve öğütlerini dinleyin; son­ra kapılar kapanır, mahrum olursunuz.



* * *



Ey cemaat! Yıktığınızı yapın. Pislettiğinizi temizleyin. Kötülü­ğünüzü iyiliğe çevirin. Günahla kararan varlığınızı parlatın. Aldığınızı sahibine verin. Efendi’nizden kaçtınız, O’nun kulluğundan uzak düştünüz. Hemen O’na dönün ve tevbe edin.



* * *



Ey evlat! Şu varlık âleminde ve şurada, Hâlık Teâlâ'dan başka kimse yoktur; varlığını O'na bağlarsan kulu olursun. O'nu bırakır, halka koşarsan, onların kölesi olursun.

Sana söz hakkı yok; ta boşluk beyabanlarını ve otsuz tarlaları geçinceye kadar. Bunları geç. İç âleminde Hak'tan gayrı her ne ki var, onu kopar at. Ancak o zaman dilin açılır ve söz hakkın tanınır.

Bilmez misin, Hak arayıcısı her şeyden ayrıdır. Hak'tan başkası­na yan çıktığı yoktur. O bilir ki, Hak’tan gayrı her ne ki var, Allah'la kendi arasında perde olur. Bu durumda neye bağlansın? Kime gü­vensin? Çünkü bağlandığı şeylerin kendisine zulmet getirdiğini tec­rübe ile bilir.

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



4. Meclis (devamı)

Ey evlat! İnsanların önünde gezen birçok felaketler vardır. Her felaketin de kendine göre hayli dalları vardır. En büyük felaket, sonsuz saadetten mahrum olmaktır. En büyük saadet, ruh zenginli­ğine ermektir. Bunun için çok çalışmak ve tembel olmamak lazım­dır. Tembellik insanı korkunç uçurumlara atar. Telafisi kabil olma­yan kin ve düşmanlık tohumları saçar. Tembel olma. İşlerini sağlam yap ve çalışkan ol. Dünyayı çalışanlar kazanır. Âhireti çalışanlar ka­zanır.

Birçok büyükler, çalışkan ve dinç olmak için, Allah'a yalvardılar. Ebû Muhammed Acemî şu duayı yapardı:

“Allah’ım, bizi dinç ve çalışkan kıl!”

Bununla, “Bizi tembel etme!” demek isterdi. Bunun mânası yü­cedir. Dil, bunun mânasını tam ifade edemez. Kim ki tadar, hakika­ti ancak o anlar. İslâm dininin emri dâhilinde halkla iyi geçin. İslâm dini neye iyi derse o iyidir, mübarektir. İslâm dininin yüce emirleri zedelenmediği takdirde halkla geçimin tadı alınır ve hoşluk olur. Ak­si olunca iyilik olmaz. Bilakis felâket gelir.

İyiler yapacakları işi bilirler, işlerini yerine ve zamanına göre düzenli tutarlar. Yapacağın işi onlara sor ve onlara danış.



* * *



Ey evlat! Dua bağına yapış. Rızaya yönel. Razı ol. Dilini kal­binden ayrı etme, kalbinle birleştir. Ağzından çıkan, kalbinde bulu­nan olmalı. Her ikisini de iyiye yönelt ki, hoş olasın.

Bir gün kıyamet kopacak. İnsana yaptıkları hatırlatılacak. Dün­yada yaptığı hayır ve şer önüne mendil gibi serilecek. Kötülüğü gö­ren pişman olur. Ama fayda vermez. Hatayı anmak burada olmalı. Orada anış hayır getirmez. Temel olan iş, bu acı günü, ölmeden önce ha­tırlamak ve ona göre hazır olmaktır. Harman zamanı ekmeyi, tar­laya tohum saçmayı düşünmek neye yarar? Sonbaharda ekin işine yönelmeyene yaz günü ne hayır verir? Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu:

“Dünya, öbür âlemin ekim yeridir. Hayır eken sevinç biçer. Şer eken ise pişmanlık devşirir.”

Bir gün ölüm gelir, seni uyandırır. Bu uyanışın sana ne yararı olur? Uyan, uyan! Çabuk uyan!

Allah’ım, bizi gafil kişiler gibi uyumaktan koru. Seni bilmeyenle­rin gafleti gibi senden ayrı kılma Allah’ım! Âmin!



* * *



Şerli adamlarla konuşma. Onlarla oturan bir gün gelir kötü olur. Önceleri iyiliğin devam etse de, sonunda onlar gibi olabilirsin. Ama yazık olur. Hayırlı olanlar, iyiliği arzu edenler bu hâlinde senden uzak dururlar. Seni kurtarmak isterler; ama onların iyi düşüncesini zedelemiş olursun.

Kitâbullah’ın -Kur'ân-ı Kerîm'in- gölgesinde yürü, Sünnet-i Rasûlullah'a -Peygamber'in sünnetlerine- uy, felah bulur ve iflah olur­sun. Aksi hâlde kötü çukurları boylarsın.



* * *



Ey cemaat! Doğru olarak Allah'tan utanın. Gaflete düşmeyin. Allah'tan gafil olmayın. Ömrünüz geçmekte ve zamanınız tükenmek­te. Hâlbuki bütün çabanız; yemeniz imkânsız olan malı toplamakta. Kavuşmanız ihtimali dahi olmayan nesneler düşünüyorsunuz. Yaptı­ğınız binalara sağlığınızda oturmak belki size nasip olmayacak. Ya­pın, edin, eyleyin; ama, kalbinize sahip olun. Dışınız dünyayı yapsın, kalbiniz Allah ve âhiretle olsun. Kalbinizi dünyaya kaptırırsanız, Rabb’inizin yüce makamı perdeler arkasına girer, ruhanî hava tara­fınıza esmez. Allah hem Azîz, hem de Celil'dir.

Allah'ı anma hâli, irfan sahiplerinin kalbinde hayme (çadır) ku­rar. Her yanını kaplar. Hak'tan gayri bütün düşünce izlerini siler, gö­türür. Bu ki tamam oldu, işte cennet orası olur. Peşin cennet bu olur, vaat olan cennet ise öbür âlemdedir. Peşin cennete razı olmak, kal­bin Allah'a yakın olması demektir. Hak’la kul arasındaki perdelerin kalkmasına gelince, buna ruh âlemine geçiş manasını vermek yerin­de olur.

Dünya cennetine kavuşan kula, perdeler açılır; Hak’la kendi ara­sında perde kalmaz. Kul, yalnız olduğu zaman ve her hâlinde O'nun­la olur. Bu hâlin şekli yoktur; misal getirilemez. Çünkü “O'na ben­zeyen yoktur. Bizzat gören, işiten O'dur.” (eş-Şûrâ, 42/11)

Öbür âlemde vaat olan cennet vardır. Allah Teâlâ, onu inan­mışlara hazırlamıştır; inanmışlar cennete girer, O’nun kerim yüzüne nazar ederler; bu nazarda perde yoktur.

Her şer, Allah'ı bırakmışlaradır; tersini ispat etmeye gücü yeten olmaz. Her kim ki Hakk'a yönelir, iyilik bulur. Her kim ki O'ndan döner, şerre düşer.

İnsanlar, istek ve arzuları kadar yücelirler. Yücelik, şahsî yararı bir yana atmaktır. Daima üstün ve iyi düşünmek hoş olur. İnsan, düşüncesine ve tuttuğu işe göre kıymet bulur. Buna göre, tuttuğun işte bir fayda umuyorsan o fayda kadar büyük olursun. Herkes him­metiyle ölçülür. Dünyalık isteyen dünyalık bulur ve değeri o kadar olur. Allah'ı isteyen Allah'ı bulur, kıymeti de o kadar büyük olur.

İşini karşılıksız tut. Yaptığın işten bir şey bekleme. Allah'ın rı­zasını gözet; başını o yola koy. Göreceksin ki mükâfatın büyük ol­muştur. O'na bakmak, O'na yakın olmak ve O'nunla var olmaktan daha yüce ne olabilir? Artık bir garaza mebni iş tutma, tüm işlerini O'na bırak ve O'nunla yap. O'nun önünde, dünyalık nedir? Öbür âle­min işleri neye yarar? Aslında Allah'sız olmayan, fakat zatına var­maya birer perde olan ne iş görebilir; hepsini bir yana at. İyilik edeni gör. Nimeti, sahibinden önce görme. Bir yere taşınacağın zaman, ora­nın yerlisi senin için daha önemlidir; onlar kötü olunca neylersin? Her şeyden evvel, varlıkta yer tutan O'dur. Herkesten önce ve sonra yapan, yaptıran O'dur.

Ölümü düşün, afetlere sabırla karşı koy, Allah'a tevekkül et. Bü­tün hâlinde bu üç şeyi yap. Bunları yaparsan sana güzel huylar ge­lir; onlara sahip olur, iyilere katılırsın.

Ölümü düşünürsen hırsın yok olur. Sabırlı olursan her murada erersin. Rabb’in sana istediğini verir. Tevekkül yolunu tutar, Allah'a bağlanırsan fani şeyler kalbinden çıkar, dünya ve âhiretin derdi sen­den uzak olur. Siva -Mevlâ'nın zatından gayrisi- denen nesneler senden boşanır, rahata erersin. Her yan sana rahatlık olur. Herkes seni saklar ve esirger. Felâket sana yanaşamaz. Altı yönden Mevlâ sa­na bekçi olur. O, Aziz ve Celil’dir. Halk sana yol bulamaz. Halk kötü­lükle sana varamaz. Kötülerin sana yolu kapalı, şerrin kolu senin için bağlıdır. Şeytan, sana varamaz. Çünkü Allah Tealâ, şeytana buyurdu:

“Sen, benim kullarıma sultan olamazsın!” (el-Hicr, 15/42)

Halka gösteriş yapmayanlara şeytan gelebilir mi? İşi tevhid, gücü Allah olana kim yakın olabilir? Şeytan onlardan uzaktır. Çün­kü Allah esirger.

Bu yol sükûtla başlar; ilki budur. Konuşmak sonradan gelir. Sus, taşma, içini doldur; sonra izni al, konuşmaya koyul. Hak yola girince bu hâl kendiliğinden olur.

İhlâs yolunu tut. En büyük şey odur. İhlâs sahibinin şahı ru­hunda yaşar. Sultan sinesinde saklıdır. Dışa itibar edilmez. Geçici şeylere nazar neye yarar? Var mı aradığınız adam? İçini dışını bir eden? Dıştaki sultanla ruhtaki sultanı birleştiren zat görülür mü?

Hâlinde kal. Gizli dur. Sineni kimseye açma. Ta işin bitinceye kadar devam et. Kalbini efendisine teslim edinceye dek özüne var­lık tanıma. Hakk’a ki vardın, işin tamamdır, üzülme. Olduğu gibi bı­rak; artık olacak olur.

Artık sen padişahsın, makama yerleştin. Mevlâ dilini çözdü.

Halk karşısında bir süvari bölüğü olsun. Saf saf dizili ve emrine hazır gör. Onların kötülemesi ve övmesi bir olsun. Ne kötüleyene darıl, ne de övünce sevinç duy. Onlar sana darılsa ne var? Yüz çevi­rip gitseler ne çıkar? Onları yapan, yıkan sensin. Onları yaratan sa­na el vermiştir. Yarattıkları üzerinde keyfine göre hüküm sürebilirsin. Ne var darılacak? Allah’ın izniyle onları bağlar, sonra çözersin. Hadiselerin oluşu, kalp eliyle olur. İşaretler sır dilinden çıkar. Bun­lar olabilir; ama lâfla değil. Doğru olmaya bak. Doğru olanda her iyi şey kendiliğinden başlar. Akıllı ol!

Çocuklar gibi heves atına binme. Gözün görmüyor, seni yola iletecek birini ara. Görmeden yola çıkan, çukura yuvarlanabilir. Bil­gin de yetersiz; öğren, cahil olma. Sana bilmediğini öğretecek birini bul. Bulunca yapış, bırakma. Ne derse kabul et. Görüşlerini müspet karşıla. Onun sözü ve hareketi senin delilin olmalı. Büyük insana kavuşunca, yanına otur. Bilgiyi alıncaya kadar orada dur. İrfanın tam oluncaya kadar onu bırakma.

Bunların sonunda, her yolunu şaşıran sana sığınır. Kimsesizlerin kabı olursun. Zavallılar himayene girer. Fakirler, derdine sende ça­reler bulur.

Kerem sahibi olmak için ilâhî ve kudsî sırları saklamak şarttır. Efendiliğin en güzel örneği, insanlarla iyi geçimdir. Allah'ın insana tevdi ettiği sırrı saklamasını bilmeyen, insanlarla iyi geçinmeyen efendi, çelebi değildir.



* * *

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



4. Meclis (devamı)

Neredesin? Hak böyle mi aranır? Başka şeyleri gönlünde taşı, sonra Hakk’ı bulacağım, diye uğraş. Hâlin nerede, Hakk'ı aramak nerede?

Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

“Sizden bir kısım, dünyayı; diğer bir kısım da âhireti ister.” (Âl-i İmrân, 3/152)

Diğer âyet-i kerimede ise şöyle anlatıldı:

“Yalnız O'nun vechini dilerler.” (el-Kehf, 18/28)

Bahtiyar olana kudret eli gelir; Hak’tan gayri bilinen bütün varlıktan onu kurtarır.

Ruhunu temiz tutmaya gayret et. O el, bir gün sana da gelir; kolundan tutar, velayet makamına yerleştirir. Yolculuğun biter, sülûkün sona erer. Bulacağını bulursun. Dünya sana koşar. Âhiret de onun peşinden... Her ikisi de sana hizmetçi olur. Hiç bir darlık bil­meden makamında kalırsın.

İnsan, biraz saflık bulunca bazı hatıralar duyar. Kalbine bazı şeyler gelir. Bunların doğruluğu kolay bilinmez. Bir defa o hatıra­lara kapılırsan sürüklenir gidersin. Bu sebeple Hakk'ın kapısında dur. Kapıya elinle vur. Himmet iste. Vermezlerse bekle. Hemen ka­çıp gitme. Çünkü bilemezsin, her yer O'nun kapısıdır. Kaçarsan kötüye düşersin, çünkü O'nun kapısından kaçmış olursun. Oradan alacağın himmetle iyiyi, kötüyü bilirsin. Bir hatıra varit olunca, nefsin mi, şeytanın mı olduğunu bilebilirsin. Hakk'ın verdiği gayret duygusu sayesinde şeytanın, hevânın ve nefsin belasından azat olursun.

O kadar iyi bir hâle gelirsin ki; “Şu iyidir, şu da kötü. Şunu al, şunu bırak!” denir.

Açık açık duyar, yolunu düzeltir, Hak kapısında beklersin. Seni Hakk terbiye eder. Varlığına can katar. O oturtur ve kaldırır, emrini O'nun kitabından alır, yasakları yine O'nun emriyle öğrenirsin.

Ey cemaat! Fazla istemeyin. Azı da, “az” diye bir yana itmeyin. Önü, sonu bırakın. Çünkü kader, her birinizi tek tek kuşatmıştır. Ne lazımsa O bilir. Kabiliyetinize göre verir. Her biriniz için bir zaman ve her biriniz için geçmişe ait bir sayfa açılmıştır.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu derin manalı hadîs-i şerifi hâlimizi ne iyi anlatır:

“Rabbimiz, yaratma ve rızka dair işleri bitirdi. Her şey tamam oldu. Ölüm günleri bellidir. Kalem kurudu. Olacak şeyler sıra ile olur.”

Allah Teâlâ, geçmişte her şeyi yerli yerinde yaptı. Lâkin hü­küm verilmedi. Bu yüzden hüküm ilân edilinceye kadar hepsinin üs­tüne bir perde çekti. Emri koydu. Yasakları getirdi. Bunlarla, her cins kader faslı kapalı kaldı. Hiç kimsenin kadere yüklenerek hak talep et­meye yetkisi yoktur. “Allah, istediğini yapar. Yaptığından sorumlu değildir. İnsanlar, hep yaptıkları işin hesabını vermeye mecburdur­lar.” (el-Enbiyâ, 21/23)



* * *



Ey cemaat! Zahire göre işlerinizi yürütünüz. Sizin için en iyisi budur. Rahat bundadır. İç âleme aklınız ermez. İşte beyaz ve işte si­yah! Hangisini seçersiniz, siz bilirsiniz. İç âleminiz gelişinceye dek de­vam edin. Dış hükümlere uyun. Bir zaman sonra ruhunuzdan perde­ler açılır. İyiyi görürsünüz. Dış hükümleri bir yana atarsanız iç âleme geçmeniz kolay olmaz.

Dış hâlin iyileşince için nur dolar. Sırrına geçer, sonra kalbine akar. Sonra nefsine gider, sonra da diline gelir. İlk iş, dış cepheden başlar. İç âlemdeki duygulara gider. Tekrar dışa vurur. Hisler böyle­ce süzülür; varlığın erir; halkın iyiliğini gözeten işler yapar, onlara önder olursun. Sen bir şey demeden, onlar koşarak sana gelirler.

Bunlara ermek ne kadar mübarektir. Hak yola girer, Hakk'ı se­ver ve sevdirirsen ne mutlu sana! İddiaya kapılırsan yazık olur. Pe­rişan olursun. Allah sevgisinin birçok şartları vardır. Onların yerine gelmesi gerekir. Yalnız O'na uyman, sevginin gereklerindendir. Başka şeye bağlı olmamak ve yalnız O'nunla ünsiyet etmek de sevginin gere­ğidir. Hiç bir işe itiraz etme! O, sende istediği gibi tasarruf eder. Baş­kasında da aynı tasarrufu görürsün. Ses etme! Hakk'ın fiilleri seni korkutmasın. Her işte binlerce hikmet gizlidir.

Bir kulun kalbinde Allah sevgisi yer ederse, yalnız O'nu sever; başka uğraştırıcı işleri bir yana atar. Bunu yapamayan sevgi iddiasın­da bulunamaz.

Yalancı ve uydurma davadan dön. Bu yolda yapmacık hareket fayda getirmez. Bu yol, yersiz arzu ve boş temenni ile elde edilemez. Hele içi başka, dışı başka olan bir kimse bu yola hiç yaramaz. Bir de yalancılık peyda olursa, felâket o zaman başlar. Eğer sende bu hare­ketlerin az buçuğu varsa, hemen tevbe et. Tevbeni bozma. Tevbe et­mek iş değil; asıl iş onu bozmamaktadır. Bir ağacı sadece dikmek ma­rifet sayılmaz. Asıl marifet onu yetiştirip meyvesini almaktır. Bunu yapmaya çalış.



* * *



Hakk'a yapışın. Darlıkta O'na yalvarın. Genişliğe çıktığınız za­man da, O'nu hatırlayın. Hasta olduğunuzda Allah deyin. İyiliğe erdi­ğinizde O'nun yoluna koşun. Hayır-şer hep O'nun elindedir. Veren, alan O'dur. Sizin için kurtuluş, ancak Allah'a candan teslim olmak­tadır. Ruh ilâcınız ancak bu olabilir. O'nun verdiği hüküm sizi titret­mesin. O hüküm üzerine de münazaa etmeyin. O'nun verdiği hüküm için kullarına şikâyet etmeyin. Şikâyet ancak bela getirir; bunu bi­lin, sabırla bekleyin.

O'nun kudret eli altında bekleyin. Sessiz durun. Hele bir bakın; neler yapıyor, seyre dalın. O'nun, içinizde ve sizinle ne derin işleri olu­yor. İşte bunu anlamaya bakın. O'nun yaptığı işlerde geniş olun. Ya­zar, bozar, hepsine uyun. Yapacağı işi siz değil, O bilir.

Allah’ım, bizi yüce varlığında Zat’ınla eyle. “Dünyada iyilik ver! Öbür âlemde de iyi kıl ve bizi ateşten koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »

5. MECLİS



Bu konuşma, salı günü öğleden sonra medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 12 Şevval 545, Milâdi 1150.



Ey evlat! Hani Hakk'a kulluk? Nerede o Azîz ve Celîl olana ubudiyet? Hele getir tam kulluğu! Bir defa tam manasıyla O'nun kulu olmalısın. Bütün hâlinde yeterlik görünmeli. Yeteri kadar kulluk et. Yeteri kadar dünyaya çalış.

Sen kaçan bir kölesin. Efendine dön. O'nun kapısı önünde boynunu eğ. Emirlerine karşı tevazu göster. “Desinler”i bırak, emirlere yapış. Dedikoduyu bir yana at; yasaklardan çekil. O'nun bütün hükümlerine boyun eğ, her emrine uysallık göster. Bunlar olursa kulluk tam olur, olmadığı takdirde, hiç bir şey yerine gelmez. Efendisine kul olmak isteyen, emrini tutar. Yasak ettiklerinden kaçar. Bunları yapmayan gerçek kul olabilir mi? Olamaz.

Allah, yoluna girene yeter. Bunu şu âyet-i kerime haber verir:

“Allah, kuluna yetmez mi?” (ez-Zümer, 39/36)

Doğruluğa koyulan kulun kalbinde Allah sevgisi yer eder. Hak’la ülfet peyda olur. Güçlük olmadan Hakk'a yakınlık hâsıl olur.

Hakk'ın zatından gayrı ile sohbet sana yakışmaz. Yalnız Allah'a dön ve O'ndan razı ol. Bütün hâlinde O'ndan hoşnut olduğunu ilan et. Şu gördüğün dünya zemini ne kadar geniş, görüyorsun; yalnız senin için daralsa yine de Hakk'a darılma; başka kapı arama.

Bir şey yiyeceksen, O’nun sofrasında ye, başkasına yönelme. Musa (a.s) Peygamber gibi ol. Hak Teâlâ, onun hakkında şöyle buyurdu:

“Biz ona anasının sütünü emmeden önce, bütün sütleri haram ettik.” (el-Kasas, 28/12)

Rabbimiz hem Azîz, hem de Celîl’dir. Her şeye sahiptir. Her yerde hazırdır. Her şeyi gözetir. En yakın olan O'dur. O'nun varlığından vareste olan yoktur. Bu hâli anladıktan sonra inkâr ne kadar acıdır. Marifete erdikten sonra geri dönene yazık olur.



* * *



Yazık sana, biraz irfan sahibi olunca hemen mevhum varlığa kapılıyor, dönüyorsun. Sonradan da inkâr ediyorsun. Yazık değil mi sana? O'ndan dönme. Sonra bütün iyi şeylerden mahrum olursun. O'nunla sabra devam et. Sabrı O'ndan kaçmakta arama. Şunu bil ki, sabırlı, güçlüdür. Hani sabrın, hani aklın? Bu akılla mı yola çıkıyorsun? Bu ivedilik neye? Aceleci olan sabrı bilemez. Aceleci olan hedefine varamaz, yolunu şaşırır, ayakları dolaşır. Sabrın önemi büyüktür. Bunu şu âyet-i kerime bize anlatır:

“Ey iman sahipleri, sabrediniz; birbirinize sabrı tavsiye ediniz. Birbirinize bağlanınız. Allah'tan korkunuz. Ancak böylelikle felaha ermeniz umulur.” (Âl-i İmrân, 3/200)

Sabır hakkında daha başka âyetler de vardır.

Hakkında bu kadar ilâhî kelâm sarf edilen şey elbet önemli olmalı. Her işte sabır önemlidir. Birçok âyet-i kerime sabrın önemini belirtir. Onun hayrı çok olur. Himmeti boldur. İyi ve bol mükâfat getirir. Dünya ve âhirette rahatlığı sabır celbeder. Size sabır gerek. Şimdi ve sonra sabra devam ederseniz iyilik bulursunuz.

Sabra devam edin ve etrafınızı görün. Ara sıra kabristanı ziyaret edin. Orada iyiler de yatar, kötüler de yatar. Siz iyilere koşun.

İyi işler yapmaya bakın; işleriniz düzelebilir. Sözünüzle yaptığınız ayrı ayrı olmasın; bir olsun. Söylediğinizi yapın. Halka öğüt verip kendi yan çizenler gibi olmayınız. Öğüdü işitip iş tutmayanlara benzemeyiniz.

Dininiz dört şeyle gider:

Söylediğiniz, işinizi tutmazsa

Bilmediğiniz işlere karışırsanız

Bilmediğinizi öğrenmez, dolayısıyla cahil kalırsanız

İnsanları, bilmedikleri şeyi öğrenmekten alıkoyarsanız.

Yukarıda sayılan dört şey bir cemiyeti ayakta tutan umdelerdir.

Müspet yol tutulursa kurtuluş olur. Menfi yol ise felaketin içine atar. Bilhassa dördüncüsü her cemiyetin muhtaç olduğudur. Ona mani olunduğu zaman yıkılış mukadder olur.



***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »


5. Meclis (devamı)

Ey cemaat! Zikir meclisine fırsat buldukça geliyorsunuz. Ama ona bir ihtiyaç duyarak gelmiyorsunuz. Bu yüzden gereği gibi faydalanmak size nasip olmuyor. Şifa bulmak için ona geliniz. Vakit geçirmek için geliyorsunuz, öğütçünün hataları sizi meşgul ediyor. Onun ağzından çıkana baktığınız yok. Neden ona hata, suç isnat edersiniz, bilmem?

Söylediği sözleri unutmak için hatalarını ortaya atıyorsunuz. Hatasız insan mı olur? Herkeste hata bulunur. Her zatın gülünecek bir zayıf tarafı vardır. İyi tarafını atıp gülünecek tarafını almak sokak adamlarına hastır. Vaize hata uydurup gülmek büyük hatadır. Başınızla oynuyorsunuz. Allah, kafanızı uçurmaya kadirdir. Bir din adamı ile alay etmek Hakk'a karşı kelle koltukta meydana atılmak demektir. Allah'la şaka olmaz. Bu yersiz işinizden dönünüz. Allah'ın düşmanlarına benzemeyi özlemeyiniz. Ne işittiyseniz onunla yararlanmaya bakınız. Kurtulmak istiyorsanız, yol işte!



* * *



Ey evlat! Âdet seni bağladı. Kısmet seni kaydı altına aldı. Sebepler yolunu kesti. Sebebi yaratanı unuttun. O'na tevekkülü beceremedin. Sana ilk vazife: Amellerini tazele! Bütün işlere yeniden ve baştan başla. İhlâs sahibi ol; gözünde ve gönlünde Hak varlığından başkası olmasın. Kulluk Allah için olur. Kula kulluk edilmez, karşına çıkana şu âyeti oku:

“Cin tayfasını ve insanları, ancak bana kulluk edeler, diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 51/56)

İnsanlar ve bu gözle görünmeyen, gizli ve şuurlu yaratıklar olan cinler, oyuncak için yaratılmış değildir. Onların yaratılışında binlerce gizli mana saklıdır. Allah, boş iş etmez. Yemek, içmek, bunları yaşatır; ama niçin yaşarlar? Oynasınlar ve zıplasınlar diye mi? Yatsınlar, uyusunlar, eğlensinler diye mi? Gaye, yalnız bu mudur?

Ey gafiller! Uyanınız; hele bir gözünüzü yumun; hayalin biraz ötesine geçin. Yaratılışınızdaki hikmeti, hemen sezeceksiniz.

Kalbinizi yürümeye alıştırın. O bir adım giderse ikinci adımı yürütmeye koyulun. O yürümeye başlarsa elinden çabuk tutarlar. Yeter ki, Şah’ın yolunu bile. O'na doğru yürüye. Kalp bir adım atsa, O Şah beş adım atar. Belki daha da fazla... O, sevdiklerine kavuşmayı en çok sevendir. Kulun sevgisi, Hak sevgisi önünde nasıl varlık iddiasında bulunur? Yokluğunu sezdiği hâlde, “severim” sözünü nasıl söyleyebilir? Sevgiyi, Allah kulun kalbine atar. Kul, o miktarda Allah'ı sevebilir; artığı olamaz. Allah, “Dilediğine rızkı sayısız verir, hesap etmez.” (el-Bakara, 2/212)

O'nun kulları, O'na vekildir; halifedir. Halife, ustasının emri dışında değildir. Arzu Şah’ındır. Şah bir emir buyurursa halife yapar; halife bir dilek dilerse hemen yerine gelir. Bu söz, şeydir, şeydir diyorum, anla! Dile bu kadar geliyor. Mana âlemini tasvir, bu kadar olur. İşte bunlara çalışalım.

Bu hâl ki tamam oldu; yolculuk da tamam oldu. Dünya nedir, âhiret nedir, sivâ -Hakk'ın zatından başkası- var mı, yoksa yok mu? Bunlar, işte anlattığım yolculuk sonunda bilinir.

Şifa bu yolda olur. Yakınlık buradan başlar. Mülk burada, ün, saltanat bu ufukta... Beylik yine bu yolda. Köşkünü buraya kuranın zerresi kocaman dağ olur. Damlası ummana döner. Yıldızı ay kadar parlar. Ayı, yılı aşar. Azı çok, yokluğu varlık olur. Bitmişini sonsuzluklar kucaklar. Hareketi, sanki kâinatı yerinden oynatıyor sanılır. Selvi dalları gibi yücelere çıkar, Arş onu kucaklar. Kökü zemin derinliğinde saklıdır. Dalları, dünya ve âhirete serin ferahlık verir. Bu dallar ilim ve hikmettir. Bunlara sahip olan başka ne ister ki? Dünya, önünde yüzük taşı kadar küçülür. Dünya, onu bağlayamaz. Âhiret ona sınır çizemez. Sultanlar ona ferman okuyamaz. Mülk onu avutamaz. Perdeciler ondan nesne saklayamaz. Ona tek el uzanamaz. Üzüntü ondan uzak olur.

İşte bu yol buraya varır; yolculuk biter. Kul, salâhını böyle bulur. Ve yine kullara döner. Bir kurtarıcı olarak ellerinden tutar, dünya denizinden çeker, çıkarır. Tabii nasibi olanı, Hakk'a uyanı…

Allah’ım, hayır dileğine eren bu büyük insan, esirgeyen olur; kulların delili, saklayıcısı, terbiyecisi, yöneticisi olur. Kalbinde saklı duran dilleri bu zat çözer. Onun nuru, sağında solunda ışık tutar. İşte, Allah'ın hayır dilediği kimseler bu zatı bulurlar. Hayır dilemedikleri de onu göremez, kör olurlar. Bulamazlar; kaybolurlar. Bunlar tek olur.

Onlar halk arasına girerken, sahipleri Hak’tır. Halkın zararı onlara dokunmaz. Her bakımdan selâmet içinde olurlar. Halkın yararı ne ise onu başarırlar. Hakk'ın yardımı onlara her güç işi kolay eder. Allah'ın yardımı ile kulları doğru yola çağırırlar.

Allah'ın salih kulları, çeşitli olur. Her birinin birkaç ismi bulunur. Bazen tümüne bir isim verilir. Onlara zahit de denebilir. Dünyayı kalbine koymadan kulluğa devam eden zahit olur. Zahitlik kolay olmaz, Allah'ın kolay ettiğine kolay olur.

Zahit vardır, âhirete düşkündür. Tek arzusu, cennete girmektir. Bütün emeli budur.

Zahit vardır, dünya gözünde yoktur. Âhireti de kabul etmez. Onları yaratana koşar. Asıl zahit budur. İyiliğe örnek olmak için böyle gerek.

Ne oldu size? Sanki hiç ölmeyeceksiniz. Hâlinizden öyle anlaşılıyor. Sanki kıyamet günü dirilip huzura çıkmayacaksınız. Ve hesap vermeyeceksiniz. Sırat köprüsünü hiç görmeyeceksiniz. Bu nasıl düşünce? Bu nice inanç? Bu hâlinize bakmadan iman ve İslâm davası için iddialar yapıyorsunuz. Yazıklar olur size! Hâlinizi düzeltiniz, yoksa batarsınız.

İşte Kur'an! Bilgi sizde yok oldu. Onunla amel etmezseniz, kıyamet günü aleyhinize şahitlik eder. Bilginlerin yanına gider, öğütlerini tutmaz, sözlerini dinlemezseniz, öbür âlemde ne olacak hâliniz? Bu da o gün aleyhinize bir delil olacak ve ateşte yanmanıza sebep teşkil edecek. Bir ilim adamının yanına gider, sözlerini dinlemezseniz, Peygamber öğüdünü dinlememiş gibi hata etmiş olursunuz.



* * *


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »


5. Meclis (devamı)



Âlimlerin sohbetinde bulun. Sözlerini iyi dinle. Hak ve hakikat üzere olan sözlerini kabul et ve gereğini yerine getirmeye gayret et.

Bir gün dünya kopacak. Herkes şaşkına dönecek. Allah'ın Celâl sıfatı tecelli edecek. Herkes sus pus olacak ve dilleri tutulacak. O'nun azameti ve büyüklüğü kimde hâl bırakır ki? O gün her şey O'na döner. Zaten gelirken de oradan gelmişti.

O gün büyüklerin sahibi zuhur eder; onları taziz eder. Her çeşit iyiliğini yağdırır. İyiler, dünyada bulamadıkları şeyin kat kat üstününü orada bulurlar. Esasen onlar, bulacaklarını burada buldular. Her şeyin sahibine erdikten sonra ne istenebilir ki? Onlar, o gün öyle olurlar.

Ya bugün? Yeryüzünün şahıdır onlar. Ülkeler, onların fermanıyla serilir. Dağlar, onların arzusuna göre yeri tutar. Yeryüzü onlarla düzen bulur. İnsanların sultanı onlardır; başta giden onlar olur. Hakk'ın vekili onlardır. Bunlar mana ve iç âlemine göredir. Dışta, herkes gibi olurlar. Bugün böyle. Yarın perdeler kalkınca, onların kim olduğu daha kolay anlaşılır.

Herkesin bir kahramanlık görüşü vardır. Yerine göre yapar. Küfür ehlini hasım görür, ona karşı olur. Elinden geldiği kadar yere sermeye bakar. İyilerin cengi nefsi görünce başlar. Çeşitli kötü arzu, tabiatın kötülükleri, onların can düşmanıdır. Şeytan denen uygunsuz, şaşırtıcı onlara yanaşamaz. Kötü arkadaşlar, onlardan kaçar. İnsan kılıklı şeytanlar her şeyden daha fenadır.

Bir de seçme insanların cenk ettikleri şey vardır ki, o da, dünyayı, âhireti ve Hak’tan gayri her ne ki var, onu bırakmaktır; bırakmak için elden geldiği kadar cenk etmektir.

Kast yalnız Allah olmalıdır. Cihat, O'nun düşmanları ile olmalıdır. Çalışmak lazımdır; ama her şeyden önce neye ve kim için çalışmak gerekse onu bilmek icap eder.



* * *



Ey evlat! Uyan, başkası dürtmeden kendiliğinden uyan. Acıyı görmeden gözlerini aç. Din sahibi ol. Dindar kişilerle bulun. İnsan olan onlardır. Akıllı onlara denir. İnsanların en üstünü ve aklı toplu olanı, Allah'a uyandır; en cahili ve aklı perişan olanı ise, O'na isyan bayrağı çekendir. Bunu böylece bilesin.

Nebi (s.a.v) şöyle buyurur:

“Ellerin terbiyeli olsun.”

Bunun ince ve derin manası vardır. Anlayan anlar. Biz de şöyle anlatırız: Gün olur, derde düşersin. Kendini dilenciliğe verme, çalış. Zenginliği görürsün.

Bir de şöyle anlatılabilir: Erenlere kavuştuğunda önlerinde tazimle dur. Onlara saygı göster. Kalbinden bir şey isteme. Elini onlara ihtiyaç kastı ile açma. Onlar sana gerekeni bilirler, verirler. Kalbini bozarsan münafık olursun. Elini uzatırsan, ihlâs sahibi olmadığın sezilir.

Gösteriş meraklısısın, içinde hayır yoktur. Ancak Allah rızası için yaparsan eline hayır geçer. Yaptığın işin dışına kimse önem vermez. Nefsini bir yana atar, heva ve şeytanı perişan edersen adam olursun. Yaptığın hayır işlerde dünya gelirini görmezsen işlerin makbul olur.

Çalış, işlerini temiz tut. Yaptığın işi görme. Her işte, yapanı değil, yaptıranı görmeye çalış. İçini düzelt. Kalbinde, ne varsa, ona verebilirsin. Ne olursa olsun niyetinden başka bulamazsın. İnsanları isteyerek yapılan işin sonu Hakk'a varmaz.

Yazık oluyor sana, işin halk için! Nasıl onunla Hakk'a varmayı diliyorsun? Bu sadece içinde bir heves bırakır. Ötesi boş olur.



* * *



Nene böbürleniyorsun? Bir adım atmaya gücün yeter mi acaba? Böbürlenmeyi terk et. Pek de şen olma. Şenliği azalt, hüznü çoğalt. Senin için bu daha iyi olur. Dünya bir zindan gibidir. Öbür âleme nispetle buranın ne önemi olur. Hapiste yaşayanın sevinci ne kadar sürer? Sevindikçe kederi çoğalır.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz çok düşünürdü. Daimî tefekkür hâlinde idi. Az sevinirdi. Gülerken ancak ön dişleri açılırdı. Onun üzüntülü zamanı sevinçli zamanından daha çoktu. Sen, onun ümmeti değil misin? Onun gibi ol! Az gül. Ancak karşındaki zatın kalbini hoş etmek için tebessüm et. Peygamber (s.a.v) Efendimiz de öyle ederdi. Kalbi o kadar hüzünlü ve Hak’la o kadar meşguldü ki, Ashâb-ı Kirâm olmasa, dışarıda yapılması zorunlu bazı şeyleri olmasa, evinden dışarı çıkmazdı. Kimsenin yanına varmaz, halktan hiç kimse ile konuşmazdı.



* * *



Ey evlat! Hak’la yalnızlığın temiz olursa için ürperir, kalbin parlar. Bakışların ibretle dolar. Kalbin yüce düşüncelere kap olur. Ruhun ve mânâ âlemin Hakk'a vasıl olur.

Dünyalık işleri düşünmek, insanın iç âlemini kapkara eder. Öbür âlemin güzelliğini anlamak, hayat ve yaşamak bilgisini verir.

Tefekküre dal. Ondan daha büyük şey olmaz. Allah, kulun tefekkürüne karşılık dünya ve âhiret bilgisi verir. Kalbin yaşaması tefekkürle olur. Dünyanın kazancı tefekkürle elde edilir. Âhiret böyle ele girer.

Acırım sana! Bütün ömrünü dünyalığa veriyorsun. Hâlbuki Allah onu nice zaman önce böldü. Herkesin kısmeti, yıllarca önce hazırlanmış. Kendiliğinden gelir, o istesen de gelir, istemesen de... Neden dünya için hüzün duyarsın?

Hırsa kapılma. Hırs, insanı hem kullar arasında, hem de Hak katında perişan eder. İmanı bir yana atıyor, rızık istiyorsun. Rızkın artınca, artık imanın gerekli olmadığına giderek oturuyorsun. Her çeşit dünyalığa erince imandan yana bir şey beklemeden yatıyorsun! Bunlar iyi olur mu? Yani, sen de beğeniyor musun?



* * *



Ey evlat! Ciddi sayılanı, oyuncakla bir etme. Her şeyin değerini bil. Kalbini, halktan gelecek imkânlara bağladıkça Hak’la bir edemezsin. Sebepleri görerek onları yaratanı umuyorsun. İç âlemde dış âlem nasıl birleştirilir? Aklın her şeye ermez. Hakk'ın katında olanla halkın elindeki bir tutulur mu? Yaratan’ı görmeden yaratılmışla uğraşan ne kadar cahildir, bilemezsin.

Birinci derecede önem verilmesi gerekeni bırakıp ikinci derecede olanı almak cahilliktir. Baki, devamlı şeyi unutup fani ve geçici işle olmak akılsızlıktan başka ne ile anlatılır?



* * *



Ey evlat! Bilgisizlerle sohbet ediyorsun; iyi etmiyorsun. Onların hâli seni de sarar, onlara uyarsan kurtulman kolay olmaz. Ahmakla oturan, ahmak olur. Allah'ın varlığına, birliğine iyi inanan kimselerle ol. Bilen ve bildiği ile iş tutanları ara!

İman sahibi nefsine uymazsa ne kadar güzel olur. Kötü olmayan, şahsî arzusu ile başa çıkan adam, ne kadar kuvvetlidir. Nefsin kötülüğünü sezer. Ona göre nefsini terbiye etmeye koyulur.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar:

“İman sahibi, yüzden sevinçli görünür, ama içi yanar.”

İman sahibi, kalbindeki hüznü yüzünün şenliği ile örter. Bunu ancak iman sahibi yapar. İmanı kuvvetlendikçe, nefsine daha çok hâkim olur. İçinden çok düşünür; tefekkür âlemine dalar. Çok ağlar, az güler. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, bunu da anlatırken buyururlar ki:

“İman sahibi, Mevlâ'sına kavuşuncaya kadar rahata eremez.”

İmanlı kişi, çalışır, kazanır, ama içten Mevlâ ile olur. Zahirde kullarla, ev halkı ile olur; ama iç âlemi Rabb’ine dönmüştür. İç âlemi o kadar zengindir ki, bunu kimse bilemez. O da bu sırrını kimseye demez. Ne hanımı, ne çocukları, ne komşusu, ne de halktan biri bilir. Onun iç âleminin zenginliğini, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu yüce kelâmı bildirir:

“İşlerinizi gizli tutarak yürütmeye gayret ediniz.” Her iman sahibi bunu yapmaya alışmak zorundadır. Sonra kendisi pişman olur. Aksi hâlde dilinden bir söz zuhur ederse, hemen başka lâfla kapatmalıdır. Söylediğine pişman olmalı ve Allah'tan af dilemeli!



* * *



Ev evlat! Ben, sana bir aynayım; böyle gör. Beni kalbine bir ayna olarak koy, sinene yerleştir. İşleri karşıma getir. Bana yaklaş ve bak. O zaman çok şeyler göreceksin. Benden uzak kaldığın zaman göremediğin çok sefaları o kez göreceksin.

Din işlerini düzeltmek istersen, bana gel. Bunu ancak bende bulabilirsin. Başkasında bulamazsın. Ben, seni Allah yolunda seviyorum ve öyle yetiştirmek istiyorum. Seni Allah yoluna döndürecek kuvvet bende vardır. Seni sert bir elle yola getiriyorum. Münafık dili ile değil.

Dünyayı evinde bırak, bana öyle gel. Ben öbür âlemin yöneticisiyim. Dünya sana kalsın. Seni oraya almak istiyorum. Yüce âlemlerin sultanı yapmak istiyorum, bu fani diyarın bekçisi değil! Yanımda otur; sözlerimi işitmeye bak. Ne dersem onunla iş tut. Ölmeden önce böyle yap. Yakında ölür gidersen perişan olursun. Eli boş, yüzü kara gitmeyi sana ayıp sayıyorum; çünkü iman sahibisin.

Dünyanın dönüşü ve her şeyin hareketi bir disiplin ve korkunun eseridir. Eğer bir şeyden korkmuyorsan onu bilmiyorsun demektir. Korku ilmin ta kendisidir. Korkmayan bilgi sahibi değildir. Korkan, korktuğu şeyin âlimidir. Allah korkusu olmayan için ne burada, ne de ötede selamet vardır. İnsan, Allah'ı bildikçe korkar. Bilmemişse neden korkar? Bunu bizlere anlatmak için, Allah Teâlâ şöyle ferman buyurdu:

“Allah'tan ancak, bilgi sahibi kulları korkar.” (el-Fâtır, 35/28)

Allah'tan korkanlar bilgi sahibidir. Ve bildiklerini tatbik sahasına koyanlardır. Bilirler; bildikleri ile amel ederler; ayrıca bilmeyenlere de öğretirler. Bunlar, yaptıklarına bir karşılık da istemezler; yalnız Allah'ı ve O'nun yakınlığını talep ederler. O'nun sevgisini isterler. O'ndan uzak kalmayı ve aralarına kara perdenin girmesini arzu etmezler. Onlar, ne dünyayı ister, ne de öbür âlemi; hiç bir kapının da üzerlerine kapanmasını talep etmezler. İsterler ki, kendileri için olsun; dünya ve âhiret kendilerine kalsın.

Dünya onlaradır. Âhiret onlaradır. Azîz ve Celîl olan Hak da onlara kalmıştır.

Onlar iman sahibidir. O'nu iyi bilir ve çok çekinirler. Hak uğruna mahzundurlar.

İnsan vardır ki, dış göze göre görünmeyen, kalp gözüne göre hazır ve nazır olandan korkar. Nasıl korkmazlar ki, O diriltir ve öldürür. Aziz eder, zelil eder. O, her an bir şan alır. İsterse kabul eder; dilerse reddeder. Yakın eden O'dur. Uzak eden yine O'dur.

“Yaptığından O'na kimse soru soramaz. Ama O'ndan gayri olanlar hep sorguya tabi tutulacaklardır.” (el-Enbiyâ, 21/23)

Allah'ım, bize yakınlığını ver. “Dünya ve âhirette güzellik ihsan buyur. Bizleri ateşe atmaktan sakla!” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »

6. MECLİS



Bu konuşma, cuma günü medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî, 14-15 Şevval 545, Milâdî 1150.



Erenlerin kalbi saftır, temizdir. Halkı gönüllerine almazlar. Yalnız Mevlâ'yı anarlar. Allah hem Azîz, hem Celîl’dir. Dünya akıllarına girmez. Gözleri öbür âleme dönük olur. Sizin malınız onlar için önem taşımaz. Hak katında olanlar, onlar için kıymet taşır. Siz onları ne bilebilir, ne de görebilirsiniz. Onların işine aklınız ermez; çünkü dünya ilesiniz. Dünya ile uğraşan, ukbâyı göremez ve bilemez, âhireti unutur. Siz, Rabb’inizden utanmayı bir yana attınız. O'ndan yüz çevirdiniz. Bu hâlinizden dönün ve sizi yola getirecek kimseyi arayın.



* * *



İmanlı kardeşin sana öğüt verirse tut. Ona muhâlif olma, karşı durma. Kabul et. Sen hatanı göremezsin; ama o görür. Büyük Peygamber (s.a.v) bir kelâmında şöyle buyurur:

“Mü'min, mü'minin aynasıdır.”

İman sahibi yaptığı nasihati doğru yapar. Kardeşine gizli kalmış hataları anlatır. Göremediklerini gösterir. İyi nedir, kötü nedir beyan eder, öğretir. Yarar işle yaramazı tarif eder.

Halka nasihat etmeyi kalbime getiren Sübhân'dır. Bu vazifeyi bana en büyük gaye kılan Mevlâm, yücedir.



* * *



Ben nasihatçiyim; bunun için sizden karşılık beklemiyorum, öbür âlemin, Rabb’im katında hazırdır; bana o lazım. Ben dünya arayıcısı değilim. Dünyaya kul olmam. Hak’tan başka hiç bir şey beni bağlayamaz; zaten O'ndan başka kimsem yok. Ben, tek, yaratıcı, ezelin sahibi, ebedin sahibi olanın, sonu ve önü olmayanın kulu ve kölesiyim.

Benim için sevinç, sizin kurtulmanızdır. Üzüntüm size gelecek helak ihtimalinden doğuyor. Elinden tuttuğum bir doğru yolcunun saadeti benim için en büyük şeydir. Onu görünce, ruhum şen olur, ateşim düşer, bir başka hâl olur, sevinirim. Nasıl böyle bir insan elimde yetişiyor diye, hayret eder, övünürüm.



* * *



Ey evlat! Bütün derdim sensin, ben değil. Ben sevinirsem senin içindir. Benim için beni sevme, senin için sev. Bana bağlan, bağlılığın kadar yol alırsın.



* * *



Ey cemaat! Böbürlenmeyi bırakınız. Allah'a karşı büyüklük satmak neden? Kullara da kibirli davranmayın. Haddinizi bilin. Varlığınıza tevazuu yerleştirin. Evvelâ hâlinizi düşünün. Bir suydunuz. Sonrası nedir, biliyorsunuz. Bir hendeğe yuvarlanacak ağırlık. Hâli böyle olana büyüklük satmak yaraşır mı?

Hırsa kapılmayın. Kötü arzular sizi sürüklemesin. Dünyalık adamların kapısına koşmayın. Ezilip büzülüp onlardan dünyalık koparmak size gerekmez. Ne çıkar bu hâlden, sabırla doğru yoldan nasibi arasan daha iyi olmaz mı? Ya bir de yaptığın dilenciliğin sonu boşa çıkarsa! Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in buyurduğu gibi:

“En büyük belâ, nasipte olmayanı aramaktır.”

Yazık sana, kaderin aslını ve mukadder olanı bilemiyorsun. Nasibinde olmayanı kullar veremez. Dünya oğullarının bunu yapmaya güçleri yetmez. Yeter sanıyorsan yanılıyorsun. Seni şeytan aldatıyor. O, senin başına oturmuş, sana ferman okuyor. Gösterdiği yola gidiyorsun. Allah'ın kulu böyle olmaz. Sen bu hâlde şeytanın ve nefsin kulu, kölesisin. Altınına, gümüşüne tapıyorsun.

Çalış. Kurtulmuşlara bak. Kendini onlara benzet. Onları görmezsen, kurtulamazsın. Geçmişteki büyükler de böyle demişler. Bir kimse iyiyi görmüyorsa, o iyi olamaz. Sen de görüyorsun. Ama yalnız baş gözünle... Kalbini O'na vermiyorsun; kalp gözünü O'nun yoluna dikmiyorsun. Sır gözünü aç, iman gözünü kapama. İmanın sende emanet gibi duruyor. Basiret sahibi olmayan iman, iman değildir. Öyle bir göze sahip ol ki, onunla her varlığı görebilesin. Dış gözün görmesi bir şey değildir. Görmeyişi de önem taşımaz. Asıl felâket kalp gözünün kör olmasıdır. Allah Teâlâ bir âyet-i kerimede şöyle buyurdu:

“Baş gözleri kör olmamıştı, lâkin sinelerindeki can gözleri görmüyordu.” (el-Hacc, 22/46)

Dünyalık peşine koşmak yaramaz. Hırsla dünyaya sarılan dinini tin –incir- ile değiştirene benzer. Sonsuz ve ebedî şeyi, geçici dünya menfaatine değiştirende akıl yoktur. Dünyalık insanı nereye kadar götürebilir? İsterse en kıymetli şey olsun, kabir kapısından öteye geçemez. Hakiki âleme yolculuk başladığı zaman elinde hiçbiri kalmaz, ne o kalır, ne de bu...

İmanın kemale ermediği için darlığa pek dayanamazsın. Geçimini temine çalış. İnsanlara muhtaç olmayacak kadar dünyalığa er; sonra dinini harcarsın. Onlara yüz suyu dökmek sana yakışmaz. İmanın kemale erince sana tevekkül gerek. Allah'a güven. Yine çalış; fakat Allah'a çalışmandan fazla güven. Sebeplerin arasından ayrıl. Mevlâ'ya güvenle bağlı bir kul kesil. Kalbinden manevî yolculuğa başla. Bu yolculuk Mevlâ'ya olmalı. Bunları yapmaya niyet tutarsan derunundan ülkeler, dükkânlar, tezgâhlar çıkar, gider. Yolculuğun ilk adımı atılmadan iş biter. Malın bollaşır. Saymakla bitiremezsin; ama esas sahibini bildiğin için hiç birine sahip çıkamazsın. Yavruların malına sahip olur. Arkadaşların sana bakar. Senin yapacak kişin kalmaz. Sadece ömrün bitmesini beklersin. Sanki ruhunu ölüm meleği almıştır. Ve kabir yutmuştur. Ve yer yarılmış içine girmişsin. Ve kader dalgaları bilgi ve marifet denizinde seni çevirmektedir.

İşte, bu makama erene sebepler yol gösteremezler; her şey ona zararsız hâle gelir. Çünkü sebepler onun yalnız dış yüzüne gelebilir. İç âlemine giremez. Sebepler, bunu değil, Hak’tan gayri kalanları ezer.

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »


6. Meclis (devamı)

Ey cemaat! Her hâlde anlattıklarımı yapmaya yanaşmak niyetinde değilsiniz. Kalbinizdeki kötülükleri atmaya pek hevesli görünmüyorsunuz. Biliyorum, söylediklerimin hepsini yapabilmek, her kişinin kârı değil, az kişinin kârıdır. O da binde bir olur. Hani, azını da bırakmayın. Ne kadar yapsanız, o size kalır. Bunu anlatan bir hadîs-i şerifi arz edeceğim. Her ne kadar dış mânası ile mevzuumuzun dışında ise de manen sözümüzü teyit eder:

“Dünya dertlerinden gücünüzün yettiği kadar uzak olunuz.” Biz de, gücünüz yettiği kadar yapmaya çalışın diyoruz. Yâni; bu emri yerine getirmeye, kaderinizde varsa dahasını yapabilirsiniz.



* * *



Ey evlat! Dünyalık işlerden iç âlemini almaya güçlü isen durma, yap. Gücün yetmiyorsa kalbini Hakk'a bağla. O'nun rahmet eteklerine yapış. Belki böylece iç âlemine huzur girer, dış varlığın da rahata erer. Dünya elemleri seni bırakır gider.

Her şeye gücü yeten O'dur. Senin neyin var ki? Her şeyi bilen, yine O'dur. Senin ne kıymetin var? O'nun kapısına koş, O'ndan iste. Temizlenmeyi O'ndan dile. O dilerse, Zat’ından gayri her cins varlık vehminden seni temizler. Kalbini imanla doldurur. Marifet verir, ilim verir. Zenginlik de verir. Halktan bir şey istetmez. Sana yakîn hâli nasip eder. Kalbine kendi ülfetini yağdırır. Bu kez, cümle duyguların O'nunla olur.

Her şeyi O'ndan bekle. Başkasını bırak. Mahlûk önünde zelil olma. Senin gibilere bu yakışmaz. O'nun ol. O'na ol! Sana bu yakışır. O'na dönmekten başka kurtuluş yolu yoktur. Bunu böylece bilesin!

* * *

Ey evlat! Kalbin karışmadığı dilin bilgisi hiçtir. Kalbin yaya kaldığı bilgi ile bir adım bile atman kabil olmaz. Yol dediğimiz kalp yolculuğudur. Yakınlık, sırların birleşmesidir. Amel, İslâm esaslarına uyarak yapılan mânâ amelidir. Bu yolda bütün duyguların yek düzen hareket etmesi gerektir. Allah için amel budur. Allah için kullara kolaylık ve uysallık etmelisin. Yolumuzun önü de, sonu da budur.

Bir kimse ki, nefsini her zaman hesaba çeker, ona hesap yoktur. O kimse ki, kullara göstermelik için iş eder, onun kazancı sıfırdır, işler gizli ve riyadan salim olmalıdır. Farz olan ibadet dışında kalan her şey, kapalı ve halkın görmeyeceği yerde yapılmalıdır. Farzlar bilâkis herkesin gözü önünde yapılmalıdır.

Esas yapılması gerekenden geri kalıyorsun. Temeli, şüpheli ve düzensiz şeylerle çıkardıktan sonra üst katı yükseltmişsin ne çıkar? Temeli çürük olan binanın üstü, kısa zamanda yıkılır. Temeli kuvvetli olursa öbür yanı yeniden de kurulabilir.

Yapılacak işlerin aslı tevhiddir, ihlâstır, doğruluktur. Tevhid sırrına eremeyen, ihlâsı kendine hâl edinemeyen, yaptığından bir şey beklemesin.

Bütün işlerini tevhid ve ihlâsa daya! Sonra binanı yükseltmeye bak. Allah'ın kuvvetine sığın. Kendi kuvvetini görme. Yapıcı el, tevhid elidir. Şirk ve nifak eli iş tutamaz.

Muvahhid odur ki, kadri ameliyle her an yükselir. Münafık böyle değildir.

* * *

Allah’ım, bizleri münafıklardan uzak kıl. Bütün hâlimizde onları bizden ırak eyle. “Dünyada iyiyi bize ver. Âhiretin de iyiliğini ihsan eyle! Ve bizi ateşten sakla.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



7. MECLİS


Bu konuşma, pazar günü Ribât'da yapıldı.
Konuşma tarihi: Hicrî 17 Şevval 545, Milâdî 1150.


Allah’ım, büyük Peygamberimiz'e salât ve selam eyle. Bu salât ve selam ondan sonra gelen ve zamanında yaşayan yakınlarına da olsun! “Bize bol sabır ver. Bu yolda yürümemiz için bize kuvvet ihsan eyle.” (el-Bakara, 2/250) Bizlere iyiliğini arttır. Verdiklerine de şükretmeyi nasip et!


* * *


Ey cemaat! Sabırlı olun. İçinde bulunduğunuz dünya, âfet ve musibet doludur. Bunların gayrisi nadirdir. Yok denecek kadar azdır. Arkasına belâyı saklamayan iyilik bulunmaz. Her genişliğin bir sıkıntısı çıkar. Her ferahlıkta bir darlık saklıdır.

Maddî hayatınızı dünyaya verin. Kısmetinizi meşru yoldan alın. Dertlerinizin devası budur. İyi yollardan gelen dünyalık size yeter.



* * *



Ey evlat! Kısmetini, meşru olduğuna inanınca al, alırken iman eliyle al. Hakiki yolu arıyorsan, böyle seçmelerdensen, doğrulara katışmışsan, emirle al. Hakk'ı bulmuş ve hâl âlemine ermişsen, Hak yakınlığında kendini kaybetmişsen, o zaman başka hâl olur. Senin hükmün orada geçmez. Sana gönderirler. Emir seni yürütür. O âlem seni kötülüklerden korur. Hak işler varlığını, harekete geçirir. Olanlar olur, ama sen yoksun onlarda.

İnsanları senin için üçe böleceğim:

Birincisi; cahil, hakiki âleme sevgisi yok.

İkincisi; seçme ve iyilerle olan.

Üçüncüsü; iyilerin bizzat kendileri ve esasen iyiler.

Hakiki âleme sezisi ve duygusu olmayan “âmî” tabir edilir. Bu, İslâm dininin temel prensiplerine uyar. Hiç ayrılmaksızın, Allah ne buyurmuş, Peygamber (s.a.v) Efendimiz ne demişse onu bilir. Ve bu bilgisinin dış kabuğunu bir türlü yırtamaz, dolayısıyla ötelere geçemez. Bu adam, şu ilâhi fermanın hükmü altındadır:

“Peygamber size ne ki getirmiş, ona uyunuz. Ve her neyi ki, yasak etmiş, onu da yapmayınız.” (el-Haşr, 59/7)

O “âmî” tabir ettiğimiz, bu yolu kendine seçer, işlerini yukarıda beyan edilen ferman dahilinde yürütürse, saf bir gönül sahibi olur. Ama biraz da iç âleme yönelmesi şarttır. Biraz daha ilerler, hakikatlere daha çok anlayış peyda ederse, Mevlâ ona ilham kapısını açar. İyiliğini ve kötülüğünü o ilhamla seçer. Bir âyet-i kerimede şöyle beyan edilir:

“Allah ona iyiliğini ve kötülüğünü ilham etti.” (eş-Şems, 91/8)

İşbu anlatılan vasıflar, “âmî” kulun vasfıdır. Bu zatın kalbi, yanlış yol tutmaktan titrer. Her şeyde bir işaret bekler. Kur'ân-ı Kerim okur. Orada bulamayınca, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in emirlerine bakar; orada da bulamazsa bekler. İşinde çalışırken, bir melek onu idare eder. Yolunu aydınlatır. Bu anlatılanlar, İslâm dininin zahirde beyan edilen emirlerini yerine getirdikten sonra başlar. İmanı kuvvet bulur. Tevhid nuru kalbe yerleşir. Sonra dünya kalbinden çıkar. Daha sonra halkın hayrını ve şerrini görmek de kaybolur. Her türlü maddî iş ve korku gidince, ilâhî ilham gözükmeye başlar; ama bu gözün göreceği cinsten değil.

Artık sabah olmuştur. İkinci hâl başlar. İyilere mensup olur. İman nuru gelir. Takva ışığı peyda olur. Amel nuru, sabır nuru, sevgi ve olgunluk nuru da gelir; cümle nurlar birleşir ve artık o da bir insan olur. Bunlar, tek tek birer meyvedir. Ancak İslâm dininin hakkı ödendikten sonra başlar ve onun bereketi ile olgunlaşır.

Artık ebdallık başlamıştır. Ebdallar bizzat iyilerdir. Seçmelerin seçmesidir. Bunlardan öte kulluk makamı yoktur. Bunlarda bir iş için evvelâ İslâm dininin emri gözetilir. Sonra bizzat emir alınır; sonra bizzat ilâhî hareket ve ilham beklenir.

Saydığımız üç şeyin ötesinde hayat yoktur. Manevi ölüm vardır. Haram üstüne haram, hastalık üstüne hastalık, dert üstüne dert vardır. Ve sadece baş ağrısı vardır. Çünkü dinin baş emirlerini zedelemişlerdir. Kalp de ezginliğe ve bezginliğe uğramıştır. Ve artık ceset de yara ve bere içindedir.


* * *


Ey cemaat! Mevlâ'nın tasarrufu sizde devamlıdır. Her an biraz daha tekâmül eder. Bu tekâmül sonunda, işlerinize dikkat edilir. Sebat gösterebiliyor musunuz, yoksa hemen dağılıyor musunuz? Yalancılığınız ve doğruluğunuz meydana çıksın.

Kadere uymayan, şefkat bulamaz ve kimse ona uymaz. İlâhî hükümlere boyun eğmeyene rıza yolu kapalıdır ve hiç kimse ondan memnun değildir. Vermeyene kimse bir şey vermez. Yolculuğa çıkmayan ata binemez.

Cahil adam! Tağyir ve tebdil etmek mi istiyorsun? İstediğini, dilediğin şekle sokmak senin hakkın değildir. Kendini bir ilâh mı sanıyorsun? Allah birdir. Kimsenin keyfine göre hareket etmez. Zaten O’ndan gayrı varlık yoktur. Nefsinden gelen bu kötü düşünceden dön, tam dur. Kader seni sarmamış olsaydı, bu yalancı iddia yüzüne vurulurdu. Cevher, tecrübe sonu meydana çıkar. Tecrübeden mahrum her şey boştur.

Nefsini kabul etme; Hakk’ı tanırsın. Çünkü nefsin kendisi için Hakk’ı inkâr etmeni istiyor. İnkâr ve tanımamaya önce nefsinden başla; onu yola koyarsan sonrası kolay olur. Ve yavaş yavaş aradığını bulursun. İmanın kuvvet bulur. İmanın kuvvet buldukça, kötülükler senden uzak olur. İmanın zayıfladıkça kötü şeyler evine dolar. Öyle zaman gelir ki, evden bir kötülüğü kapıya atmaya gücün yetmez, iman kuvvetin tam olsaydı, onlar giremezdi.

İman kuvveti lafla ortaya atılacak şey değildir. O, şeytanla karşılaştığın zaman belli olur. Kötülerin karşısında imanın sarsılmadan durabiliyorsan korkma, iman kuvvetin vardır. Aksi olunca, boş iddiaya yeltenme, imanın zayıf, kuvvetlendirmeye bak.

Bela ve felaket karşısında dimdik durabiliyor musun? Duruyorsan, imanlısın ve kuvvetlisin. İman ayağı kötülüğe kaymaz. Kayıyorsa iman değildir. Boşuna iddia etme, yazıktır.

Her şeye hürmet et. Her şeyin yaratanını sev. O, bir şeyin sevilmesini isterse sev. O sevdirirse senden kabahat kalkar. Çünkü sevdiren O'dur. Sen O'nunsun, sen yoksun ortada, sadece O var.

Buna işaret olarak, Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyor:

“Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın, ruhumu hoş eden namaz.”

Bunlar sevdirilmiştir. İlk başta hepsi bırakılmış, sonra Mevlâ tarafından sevdirilmiştir.

Sen de kalbini temizle. Yalnız Mevlâ kalsın. O'na teslim ol; icap edenin sevgisini kalbine getirir. O Kerimdir, istediğini sevdirmesini bilir.


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »


8. MECLİS



Bu konuşma, salı günü öğle zamanı -akşamla yatsı arası olma ihtimali de vardır- yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 19 Şevval 545, Milâdî 1150.



Riyakârın giydiği elbise cicili, ama içi pistir. Yapmak veya yapmamakta serbest olduğu işlere yanaşmaz, kendince sofuluk satar. Mukaddesatını satarak geçinir. Şüpheli şeylerden sakınmaz. Haram yer. Tembeldir, çalışmaz. Açık emirle yasak edilen hiç bir işi yapmaktan çekinmez. Yaptığı iyilik sadece bir gösteriş için olur. Taati, görsünler diye eder. Dışı tam, içi harap ve berbattır.

Yazıklar olsun, içi bozuk adam sana! Yaptığın, içten gelerek olmuyor. Kalıpla oluyor. Halbuki bizim yaptıklarımız, içten ve gönülden olur. Ruhun ve iç âleminin yapacağı şeylerdir.



* * *



Bulunduğun bataklıktan çık ki, seni Hakk'a götüreyim. Sana öyle bir elbise giydireyim ki, ondan bir daha soyunmayasın. Hiç bir karışıklık onu kirletmesin. Halkla Hakk'a yaptığın şirki bırak. Halkı bırak, Hakk'a koş. Şehvet kisvesini bir yana at. Tembelliği bırak. Bunları büsbütün bırak ki, o elbise sana giydirilsin. Hakk'ın emirlerine karşı vurdumduymazlığı terk et. İlâhî hukuku koru. Kendini beğenmiş olma. Nifak çıkarma. İçini dışını bir et. Halkın seni törenlerle karşılamasını bekleme. Dünyalık örtüsünü çıkar, âhiret âlemine geç, oranın elbisesini giy.

Bütün varlığından soyun. Varlığını terk et, kendini Hakk'ın kuvvet eline bırak. Varlıksız olarak O'nun önünde dur. Bu hâlinde şirk olmasın. Sebepler araya sokulmasın. Kullar araya girmesin. Bunları yapabilirsen O'nun lütuf ve keremini çevrende bulursun. O'nun rahmeti gelir, bozuk düzen işlerini düzenler. Nimeti ve minneti gelir; seni alır, Hakk'ın bolluk âlemine götürür.

O'na kaç. O'na kesil, üryan olarak yola koyul. Ne sen ol, ne de başkası. Parça parça, ayrı ayrı O'na yürü. O, seni derler ve toparlar. Dış âlemini kuvvetlendirir. İç âlemini zengin eder. Şöyle ki, bütün kâinat sana kapalı olsa, bütün yükler üzerine vurulsa sana zarar vermez. Belki, daha saklanır ve esirgenirsin.

O kimse ki, halkı tevhid nuruyla yok etti; zühd eliyle de dünyayı bir yana itti. Azîz ve Celîl olandan gayri her ne ki vehmediliyor, onu da istek eliyle perişan etti. İşte felaha o kavuştu. Kurtuluşa o erdi. Selâmet yolunu buldu. Dünyanın ve âhiretin hazzına kavuştu.

Nefsinizi yok etmelisiniz. Hevâ diye anılan şahsî, kötü arzuyu perişan hâle getirmelisiniz. Şeytan size yaklaşmamalı. Ölmeden evvel bunu yapın. Ölmeden önce özel ölümle varlığınızı eritin. Umumî ölüm hepinizi götürür.

Ey cemaat! Bana koşun; sözümü dinleyin ve uyun. Ben sizi Allah'a çağırıyorum. Sizi O'nun kapısına ve tâatine çağırıyorum. Kendim için sizi haylamıyorum. Münafık, halkı nefsi için haylar, Allah'a çağıramaz. İçi bozuk olan münafık, zevk ve safa arar, dünyayı ister.

Ey kendini bilmez. Sözlerimizi dinlemek sana giran geliyor. Hücrene kapanıyor, nefsinle ve kötü isteklerinle kalıyorsun. İlk önce sana, ermiş biri lazım. O, seni elinden tutup Hakk'a aparacak. Sonra nefsini ve tabiî hevânı yok edeceksin. Daha sonra Hak’tan gayri bilinen ne varsa göremeyecek, onları ölmüş bileceksin. Kurtuluşun bu yoldadır.

İlk başta, Hak yolunda saçları ağarmışların kapısına koş. Onlardan alacağını al, yine hücrene dön. Bu kez Mevlâ ile olursun. Bir sen, bir de O olur. Aradan bir zaman geçer, sen de kaybolursun. Sonra kim kalır, her halde anlarsın?

Bu hâl bitince sen başka olursun. Halk senden gönül derdine derman ister ve istediğini bulur. Doğruyu bulmuş olursun. Kim Hakk'a gitmek isterse sen götürürsün. Allah'ın izni ile Hakk'ı arayanlar sana gelir.

İçi düzelmeyen adam, diline sahip ol. Dilinden iyi şeyler çıkıyor, ama için fena. Onu iyi et. Dilden Allah'a hamd ediyorsun; ama kalbin O'na itiraz ediyor. Olur mu böyle? Dıştan bakılsa müslümansın, içe girilince küfre dalmış görünüyorsun. Zahirde tevhid ehlisin, ama Allah'a şirk koşmaktasın. Dinin dışında, iyiliğin yine dışta; içine bakılsa harap olduğu görülür. Su üstündeki beyaz köpükten başka ne denebilir senin hâline? Beyaz köpük iyi, ama bazen insandan çıkan kötü suda da oluyor. Mezbelede, bataklıkta da köpük kabarıyor. Ya senin de hâlin böyle olursa, işlerin buna benzerse, hâlin nice olur? Şeytan kalbine köşk kurar. Sana sultan olur, hükmünü dinletir.

İman sahibi, evvelâ içini tamir eder. İşin ilki oradan başlar. Sonra dış âlemine bakar. İman sahibi, yaptığı binanın içini süsler, sonra kapısını güzelleştirir. İçi harap olunca kapının güzel olması neye yarar? İçinde bulunan kıymete göre kapıya önem verilir. İçi boş olunca güzel de olsa o kapıyı kim çalar? İçinde güzellik bulunan çirkin kapıyı da herkes çalar.

İşte Allah'a karşı yapılan işler böyle başlar. O'nun rızasına böyle erilir. Bunlara erdikten sonra, yine O'nun izni ile halka dönmek kabil olur.

Başlangıç, âhiret işlerinden olmalı. Dünya onun peşinden gelir. Kısmette ne varsa, biraz geç de olsa alınır; onlar bitmeden de âhiret yolculuğu başlamaz.

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



9. MECLİS



Bu konuşma cuma sabahı Medrese’de yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 12 Şevval 545, Milâdî 1150.



Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyor:

“Allah sevdiği kimseyi üzmez; ama tecrübe için bazı bela verir.”

İman sahibi odur ki, bu bela geldiği zaman sabreder. Allah, yararsız hiç bir bela indirmez. Her bela bir iyiliğin öncüsüdür. Bu iyilik ya dünya için veya âhiret için olur. İmanlı kimse belaya sabırla karşı koyar. Allah gönderdiği için razı olur. Rabb’ini itham etmez. “Niçin geldi?” diye çıkışmaz.

Mü'min, inandığı ile uğraşır. Bu uğraşmak, imanlıya belayı hatırlatmaz.

Ey dünya ile uğraşanlar, onu bırakın. Söz etmeyin. Yalnız dille konuşuyorsunuz, kalbinizle konuşmuyorsunuz. Allah'tan kaçmaktasınız. O'nun yüce kelâmını dinlemek işinize gelmiyor. Peygamber’in sözleri hoşunuza gitmiyor. Peygamber’e uyanları da tanımıyorsunuz. Hâlbuki, bunlar Allah'ın halifesi ve Peygamber’in varisleridir; sizi hiç bir şey ikna edemiyor. Nedir bu hâliniz? Kadere de inanmıyorsunuz. O kaderi yapanla da niza çıkarıyorsunuz.

Kulların verdiği ile yetinmektesiniz. Hakk'ın vergisi sizi ilgilendirmiyor. Bu durumda Hak katında sizin bir sözünüz bile işitilmez. İyiler de sizi dinlemez. Ta ki tevbe edesiniz ve bu tevbenizde de ihlâs sahibi olasınız. Yapmamayı kararlaştırdığınız yanlış işi bir daha yapmadığınız takdirde sözünüz dinlenir, hatanız bağışlanır. Bundan sonra kadere uymalısınız. Allah'ın vermiş olduğu hükümlere boyun eğmelisiniz. Bu hükümler aleyhinize bile çıksa, yine hoş karşılamanız gerekir. Gerekirse, zillete atılırsınız, aziz de olabilirsiniz. Zengin olmanız da mukadder olabilir, fakir de olabilirsiniz. Afiyet de gelir, hastalık da... Hepsi O'nun emri ile olur. Allah, yaptığının hesabını vermek zorunda değildir. Sana sevimsiz olan, O'nun için sevimli olabilir.



* * *



Ey cemaat! Uyunuz, size de uyan olur. Kaza ve kadere boyun eğin, hizmetinizi eksik etmeyin. Hükümlere razı olursanız, öyle olursunuz. Nasıl olursanız, öyle de idareciler bulursunuz. Nasıl çalışırsanız, öyle karşılık görürsünüz.

Hak, Azîz’dir, Celîl’dir. Kullara zulmetmez. Az iyiliğe çok mükâfat verir. Temiz ve doğru olan, kötü olarak anılmaz. Doğruya hiç bir zaman “yalancı” ismi verilmez.

Ey evlat! Hizmet edersen, sana hizmet edilir. Uysal olursan, kafa tutanın olmaz. Azîz ve Celîl olana hizmetçi ol. Şu dünyanın sahte sultanlarına hizmet etmekle eline ne girer? Onlar ne fayda verir, ne de zarar getirir. Şimdiye kadar, sana ne verdiler? Kendi yararlan için ne yaptılar? Hangisi ölümü geri çevirebildi? Kısmetinde olmayanı, bir tanesi sana verebiliyor mu? Hakk'ın sana nasip etmediği şeyi sana vermeye kimin gücü yeter? Ellerinden çıkan bir iyiliği çevirmek onların haddi mi? Yapabiliyorlar dersen, iman sahibi olmadığın meydana çıkar.

Bilmiyor musun, veren yoktur, alan olmaz, zarar getiren olmaz, iyilik veren bulunmaz, sonu öne, önü de sona alan yoktur; ancak bunları Allah yapabilir. Bunları bildiğini söylersen, sana sorarım: Bildiğin hâlde nasıl başkasını Mevlâ'ya tercih ediyorsun?

Yazık sana, âhireti dünya ile nasıl kirlettin? Mevlâ'nın itaatini, nefsin itaati ile nasıl karıştırdın? Halkı Hakk'a nasıl kattın? Bir yandan takva dâvası, bir yandan da Hakk'ı kullara şekva! Olur mu, yaptığını sen de beğenmedin değil mi?

Bilmez misin, Allah muttakîleri esirger. Onlara yardım eder. Kötülükleri onlardan def eder. Çeşitli bilgiler öğretir. Nefislerini tanıtır. Onların kalplerine bakar, bilmedikleri taraftan rızıklar verir. Allah Teâlâ bazı kitaplarında şöyle buyurmuştur:

“Ey Âdemoğlu, iyi komşundan utandığın kadar, benden de utan.”

Peygamber (s.a.v) Efendimiz de buna benzer bir hadîs-i şerif beyan eylemiştir:

“Bir kul, hata işleyeceği zaman, kapılarını kapar, perdelerini çeker, kullardan saklar; ama ona şöyle hitap edilir: Ey Âdemoğlu! Beni, görenlerin en küçüğü yaptın! Hâlbuki hepsinden önce Beni düşünmeliydin.”


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »


10. MECLİS



Bu konuşma pazar sabahı yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 14 Şevval 545, Milâdî 1150.



Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu:

“Ben ve ümmetimin muttakîleri tekellüften -içten gelmeyen ve zorla yapılan işten- beridirler.”

Allah'ın emri gereğince hareket eden muttakî, zorlamaya hacet kalmadan kulluk vazifesini yapar. Çünkü ibadet, Allah'a kulluk, onun ruhuna sinmiştir. İmanı tam olan, dışı ile içi ile tam kuldur. İçi bozuk münafık, her işi güçlükle yapar. İbadet faslına gelince, ondan daha tembeli bulunmaz. Şayet bir ibadet yapacak olsa dıştan zorlama ile yapar. İçi ise tam bir fesat hâlindedir. Bir türlü imanlı zümreye katılmak istemez. Münafık için sözlerimiz biraz uzasa desem, yersiz olur. Ne diyelim; o kendini her zaman belli eder. Her şey, yine bir şey için yaratılır. Yerine göre söz edilir. İşe göre adam, cenk için kahraman yaratılmıştır.



* * *



Ey münafıklar! Bulunduğunuz hâlden dönünüz! Bu kaçak hâlinizden vazgeçiniz. Hâlinize şeytan da gülüyor. Neden şeytanı güldürüyorsunuz? Size ayıp değil mi? Siz böyle yaptıkça şeytan neşeleniyor. Siz bu durumda ne yapsanız makbul olmaz.

Çünkü kıldığınız namaz halk için, tuttuğunuz oruç yine halk için. Hiç biri Hak için değil. Hep işleriniz böyle! Sadaka verseniz halktan fayda umuyorsunuz. Bir düşküne zekât verseniz, karşılığında bunu çalıştırmak dilersiniz. Siz alnına kötü damga vurulacak insanlarsınız; ne çare ki, bu âlemde hatalar gizli kalmaya mahkûm. Yakında canınız cehenneme girer, hiç üzülmeyiniz.

Kurtulmak isterseniz derhal Peygamber’e uyun. Sakınınız, dinde icat çıkarmaya kalkmayasınız. Yaparsanız kızgın ateş sizi bekliyor. Cehennemin zemin katına siz gireceksiniz, özür dileyin. Yaptığınıza pişman olun. Geçmişteki büyüklerin yolunu tutun. Doğru yolda yürümeye alışın. Bu yolda yabancılara benzemek yoktur. Bu yolun sağlam ve gerçek yolcuları hep birbirine benzerler. Yalnız Peygamber’in âdetlerine uyarlar.

Bu yolda, ne zor vardır, ne de fıtrî hâllere aykırı bir hareket. Akla ve düşünceye hükmeden bir dinden daha iyisi olur mu? Olsa da onun gibi olur. Sizden önce gelenleri, bihakkın yetiştiren bir din, sizi neden yetiştirmesin? Onlar sizden daha bilgisizdi. Akılları sizin kadar iyiyi seçemiyordu. Ama onlarda manevî çöküntü yoktu. Manevî çöküntü sizleri yıktı, berbat etti. Maddî olan her şeyin iyisini ararsınız, manevî olunca durmaz kaçarsınız. Aklınız gözünüzün gördüğünü kabul ediyor. Görmediklerinizi hiç kabul etmiyorsunuz. Ama işinize gelen olursa kabul etmekten de dönmüyorsunuz.

Birine bir kuruş verirsen gelecek milyarı beklersin, bu nasıl olabilir? Olmayacak iş için kesenizi sonuna kadar açarsınız. Ama icabında Kur'an okur, onun emirlerini dinler, sonra da “böyle şey olmaz” der, geçersiniz. Sebebi, işinize gelmiyor. Ne var ki, kafan kuru tahtaya değince hepsini daha iyi anlarsın.

Yazıktır, Kur'ân'ı ezber ediyor, sonra onun buyurduklarını tutmuyorsun. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in âdetleri hep ezberinde; ama onun yaptığını yapmaya bir türlü yanaşmak elinden gelmiyor. Neden? Bu hâlinle ne olmak ve ne yapmak sevdasındasın? İnsanları iyiliğe çağırıyorsun; ama kendin yapmıyorsun. Kötülüğü onlara anlatırken en fenasını yapıyorsun. Allah Teâlâ bir âyet-i kerimede şöyle buyurdu:

“Allah katında ceza büyüdü, neden yapamayacağınızı dediniz?” (es-Sâf, 61/3)

Neden sözle iyi, işe gelince ihtilâf? İman iddiası yaparken imansız bulunmak seni utandırmıyor mu? İman sahibi her şeye göğüs gerer; iman budur. Her ağırlığı imanımız yüklenir. Tuttuğunu yere vurur. Cenklerde bahadırlık gösteren imandır. Yoksa maddî varlık değildir.

İman, elindeki fani şeyleri bir yana atar; dünyalığı Allah yoluna serper. İmansızlık şeytan yolunda mal sarf eder. Nefsin ve kötü arzunun şerefine(!) varını vermekten çekinmez. İmana sahip olandan iyilik çıkar, imansızdan ise fenalık hâsıl olur.

Hakk'ın kapısını yitiren, halkın seçtiği yola oturur; onların elindekine koşar. Hak yoldan şaşan ve sapan, halkın yolunu keser. Allah bir kimse için hayır dilerse halkın kapısını ona kilitler, onların iyiliğini keser, bu sebeple o kul da Hakk'a koşar. Bucaklardan haz alır; deniz sahilinde dolaşır. Hiç bir şeyi olmayanı bırakır, her şeyi olana gider.

Yazık sana; kıştır diye susuz yerde duruyorsun. Yakında yaz gelecek. Yanınızdaki sular çekilecek. Deniz sahili sana kalmayacak. Sen az zarara tahammül edemediğin için sıcakta perişan olacaksın. Kışın olduğu gibi yazın da deniz kenarında kalsaydın bu hâle düşmezdin.

Allah ile ol, aziz olursun. Zenginlik ve sultanlık bulursun. Bütün sultanlar sana gelir. Herkesin Hakk'a aparan delili olursun. Bir kimse Allah ile zengin olursa her şey ona muhtaç olur. Bu anlatılanlar, süsle temenni ile ele geçmez. Gönülde olan bir cazibe ile gelir. Bunu da amel getirir, doğrusu budur.



* * *



Ey evlat! Şiarın sessizlik olmalı. Varlığına hâkim olarak sükûtu libas gibi giymelisin. Bütün arzun, halkın şerlilerinden kaçmak olmalı. Hatta bütün yaratıkları birden bırakmalısın. Bu hâli kazanmak için yere sığınak eşip girmek gerekirse yap. Ve orada gizlen. Bunu âdet edin, ta ki imanın ölmesin, ikan hâlin -tam imanın- kuvvet bulsun. Doğruluk kanatların böyle açılır, gelişir. Kalp gözlerin de görmeye başlar. Varlığın genişler. İlâhî bilginin boşluğunda uçmaya başlarsın. Şarkı, garbı, denizi, deryayı gezersin. Sahilleri ve dağları dolaşırsın.

Semaya yükselirsin, yere iner, sessiz gezersin. Çünkü himmetin yücedir. Arkadaşın büyüktür, işte bundan sonra dilin çözülür, sözlerin anlaşılır. Sessizlik libasını çıkarır atarsın, halktan kaçmana artık lüzum kalmaz.

Sırrınla halka gidersin, onların derdini iyileştirecek bir tabip olursun. Sen bizzat onlara şifasın. Senden zarar beklenmez. Onların azlığı, çokluğu, senin için bir mana taşımaz. Seni övmeleri, kötülemeleri bir kıymet teşkil etmez.

Aldırma, artık işi nereye bırakırsan orada bulursun. Çünkü Mevlâ ilesin; Rabb’in sana yardımcıdır.



* * *



Ey cemaat! Size Hâlık'ı, anlatıyorum. O'nu iyi bilin. O'nun huzurunda edepli olun. Kalbiniz, O'ndan uzak kaldığı müddet edepli ve terbiyeli olun. Siz O'na karşı edepli davranmıyorsunuz. Bu da geçer; ama kalbiniz O'nu tam bulunca. Bu iş kolay olmaz, siz zorla yapmalısınız. O'nun hikmeti, kalbinizi doldurunca zaten edepli olursunuz. O'nun nuru, gözünüzü doldurduğunda isteseniz de önünüze bakarsınız, istemeseniz de. Padişah ata binince sokakta oynaşan yavruların sesi kesilir, bilmez misin? Padişah saraydan çıkıncaya kadar bağırırlar, o çıkınca sus pus olurlar, edep perdesine bürünürler. Çünkü padişah huzurunda bulunuyorlar. Bazısı da hemen padişahın göremeyeceği bir köşeye kaçar.

Halkın maddî yararını umarak onlara dönmek, Hak’tan yüz çevirmek olur. Hak’tan başka her neye gönül kaptırıyorsan, onlar senin için put sayılır. Onları bırakıp Hakk'a dönmedikten sonra sana kurtuluş yoktur. Halkı, iyilik ve kötülük babında hemen terk et. Onları hiç bir şey için güçlü görme.

Sizleri hastalığı içinde saklı sağlar olarak görüyorum. İhtiyaç içinde çırpınan zenginlere benziyorsunuz. İçiniz ölü, dışınız diri. Haddizatında yok olmanıza rağmen kâinata sığmayan varlık taşımak istiyorsunuz.

Hak’tan uzaklığınız daha ne kadar sürecek? Ne zamana kadar O'ndan kaçacaksınız? Ne zamana kadar dünyayı yapıp, öbür âlemi yıkacaksınız? Her birinizin ancak bir kalbi vardır; nasıl ona iki şeyi sığdırabiliyorsunuz? Ona hem Hak, hem halk sığabilir mi, bunlar nasıl olabilir? Biri girince öbürü kaçar. Olmaz dersen, yalan edersin. Yalan ise, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in buyurduğu şu hükmü giymiştir:

“Yalan imanı kaçırır.”

Her kap içindekini sızdırır. Yaptığın iş inancına delildir. Dışın, içini gösterir. Bazı büyükler: “Dış, için örneğidir” derler.

Hak ehli, yani Allah'ın has kulları, seni çabuk anlar. Onların birine düşersen edepli ol. Onu karşılamadan önce günahlarına tevbe et. Onların yanında küçüldüğünü bil. Onlara tevazu göster. İyi kullara gösterilen tevazu Allah için olur. Bir kimse, Allah için kendini engin gönüllü ederse, Allah onu yüceltir. Senden üstün herkesin yanında edebini iyi et. Çünkü Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu:

“Bereket ve bolluk büyüklerinizin bulunduğu yerdedir.”

Peygamberimiz, bu kelâmı ile yaş büyüklüğünü kastetmiyor.

Allah'ın emrine uyulmadıktan sonra yaş büyüklüğünün bir önemi olmaz. Büyük denince, yaşı olgun, başı dolgun olmalı, Allah'ın emrini tutmalı. Yasak ettiği şeylerden kaçmalıdır. Kitab’a, Sünnet’e göre iş tutmalıdır. Yoksa birçok yaşça büyükler vardır ki, onlara selâm vermek bile caiz değildir. Yüzünde bereket değil, bilakis şer vardır.

Büyükler, Allah'ın emrine göre yürürler; yasak şeylere bakmaktan çekinirler. Bildikleri ile amel ederler. Yaptıkları işe riya karışmaz.

Büyükler, saf olur, Allah'tan gayri varlıktan kaçar. Büyükler, saf kalbe sahiptir. Allah'ı içinden kopup gelen nurla bilir. İlim sahibidir. Her kim ki, kalp bilgisine sahiptir, o Hakk'a yakın olur. İçinde dünya sevgisi olan kalp Allah'ın nuruna karşı perdedir. Âhiret sevgisine düşen kalp, Allah yakınlığından perdelidir.

Dünyayı sevdikçe âhiret sevgin azalır. Âhireti sevdikçe Allah'a rağbetin azalır.

Değerinizi bilin, nefsinizi koruyun. Allah'ın düşürmek istemediği derekeye düşmeyin. Bazı büyükler şöyle der: “Bir kimse kıymetini bilmezse, kader ona bildirir.”

Kalkacağın yere oturma. Bir yere girersen, oturmayacağın yere koşma. Ev sahibinin istediği yerden başkasına oturamazsın. Dilediğin yeri sana vermezler. Diretecek olursan kolundan tutar, tekme ile dışarı atarlar.



* * *



Ey evlat! Bilgi edinmekle, kitapları ezberlemekle ömrünü harcadın. Ama öğrendiklerinle amel etmedin. O bilgi sana nasıl yarar? Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurdu:

“Yarın kıyamet olduğunda Allah Teâlâ şu hitapla tecelli eder: ‘Ey peygamberler ve âlimler, siz halkın idarecileriydiniz, onlara ne gibi işler yaptınız?’ Sonra padişahlara döner: ‘Siz de, hazinelerime sahip olmuştunuz; ihtiyaç sahiplerini kolladınız mı? Kaç yetime baktınız? Onlardan hak ayırıp gereken kimselere verebildiniz mi?”



* * *



Ey cemaat! Peygamberimiz’in öğütlerini tutmanız lazım. Onun emirlerine kendinizi verin. Kalbiniz ne kadar karanlık. Halkın kararmış kalplerini bana bildiren Subhân'dır. Her ne zaman ki, uçmak isterim, kader makası kanatlarımı keser. Ama ben tesellimi bulurum. Nasıl tesellimi bulmam ki, her zaman sultanımın katında yaşarım.



* * *



Ey münafık, veyl –helak- sana gelsin! Buradan çıkıp gitmemi istiyorsun. Şuradan ayrılsam, yer parçalanır. Bütün varlığınız, parça parça ayrılır. Sözler başkaya çevrilir. Allah'ın azabından korkarım. Bana acele etmek yakışmaz. Ben koşucu değilim. Kaderimi bekliyorum. Kader bana bir pencere açmıştır; oradan seyrederim. Her olana ve sahibine teslim olurum. Allah'ım bize selâmet ver.

Yazık sana, benimle eğleniyorsun değil mi? Hâlbuki ben Hakk'ın kapısını tanıyorum; halkı oraya götürüyorum. Yakında hâlini görürsün. Yukarıya bir karış yükselseniz, dibe doğru bin misli inersiniz. Yakında Allah’ın belasına kavuşacaksınız. O'nun azabı sizi dünyada tutacak, âhirette de yanacaksınız.

Zaman gebedir. İçindekini en kısa zamanda görürsünüz. Beni Hakk'ın eli tutar. Bir kere dağ olurum. Birden zerre kadar küçülürüm. Bir kere deniz kesilirim, sonra döner damla olurum. O el beni birden güneş eder; sonra da bir ışıltı hâline getirir. Şimşek de olurum, gece de olabilirim, gündüze de dönerim. “O her gün bir şan alır.” (er-Rahmân, 55/29) Bu laf sizedir. Sizden olmayanlar, bunu an olarak tabir ederler, öyle anlarlar.



* * *



Ey evlat! Gönlünün geniş, kalbinin hoş olmasını istersen, halkın dedikodusunu işitme. Onların sözlerine bakma. Onlar, yaratanlarına bile laf atıyorlar, bilmiyor musun? Senin ne önemin olur? Yaratanına kafa tutmak isteyen senden memnun olur mu? Görmüyor musun, onların çoğu, ne iman bilir, ne aklını çalıştırır, ne hakkı görür, ne de doğruya gider. Durmadan yalan söyler. Ve daima inkâr yoluna saparlar.

Hak’tan başkasını tanımayanlara uy. O'nun gayrini bilmeyenlere tabi ol. Asıl insan onlardır. Onlar asıldan ayrılmayan bir topluluktur.

Allah'ın hoşnutluğunu dilersen halkın eziyetine razı ol; sabret Allah, birçok şeylerle tecrübe eder. O şeylerin hemen hepsi, kulların eli ile gelir. Sabırlı ol, üzülme. Allah'ın âdeti böyledir. Sevdiği kullara imtihan yolunu açar. Kim kazanırsa başarı ondadır. Yollar, sevdiklerine zaman zaman kapanabilir, her şeyle mihnet ve bela gelir. Dünya onların başına bela olur. Arştan yerin altındaki şeylere kadar her şey onları üzer. Böylece mevhum varlıkları erir; eriyince Hakk'ı bulurlar. O'nunla olurlar. Yeniden yaratılmışa dönerler. Allah Teâlâ, bir âyet-i kerimede şöyle buyurdu: “Sonra biz, onu yeni bir yaratılışta yaptık. Yaratıcıların en güzeli büyüktür, hoştur.” (el-Mu’minûn, 23/14)

Büyükler, birinci yaratılışta birdirler, herkes gibi yaratılmışlardır. İkinci yaratılışta ayrılırlar. Bu yaratılış, diğerine benzemez. Birinci mana değişir. İkinci yaratılışta her şeyden ayrı manada bir kul olur.

Aşağılık derece yücelir. Ruhanî ve rabbanî âleme geçilir. Halkı gafil görünce onun kalbi daralır. İç âleminin kapısını kullara açmaz. Bu hâlinde her şey onun için birdir. Dünya ile âhiret, kâinat ve içinde yaratılmış olanlar, onun için tek varlık olur. Bunları tek varlık olarak gördükten sonra sırrını açar. Hepsini yok ettirir, yani iç âleminde kaybeder. O dem kudret âlemi zuhur eder. Musa'nın (a.s) asası da aynı vazifeyi yapmıştı.

Allah, Subhân'dır. Dilediği kimsenin eli ile arzu ettiği şeyde kudretini izhar eder.

O gün Musa'nın (a.s) asası, sihirbazların iplerini yutmuştu. Ne ipler ortada görünür oldu, ne de asada bir şişkinlik. Allah, bununla hikmetini değil, kudretini göstermek istiyordu.

Sihirbazların yaptığı, hikmet ve geometrik problemlere dayanıyordu. Ama Musa'nın yaptığı Hakk'ın kudreti icabı idi. Bütün âdetleri ortadan kaldırıyordu. Bunu sihirbazların başkanı sezmişti. Arkadaşlarından birini çağırdı. Musa'nın yanına gönderdi ve

“Git ona bak; yaptığı işteki durumu nedir?” dedi. Gitti, şu neticeyi getirdi:

“Musa'nın rengi değişiyor. Asayı hâline bırakıyor, yapacağını yapıyor.”

Başkan düşündü:

“Bu Allah'ın işidir. Musa bunu yapamaz. O sihirbaz ve sanatkâr da değildir. Olsaydı, yaptığına güvenirdi, rengi değişmezdi.” dedi.

Sonra bütün sihirbazlar Allah'a iman ettiler.

Ey evlat! Hikmet âlemine, kudret iline ne zaman gireceksin? Yaptığın iş seni ne zaman kudret kapısına aparacak? İhlâsın seni ne zaman O'nun yakîn iline götürecek? Ve ne zaman, marifet güneşi sana doğacak, iyilerin ve kötülerin kalbini onunla göreceksin?

O'ndan gelecek bela seni ürkütmesin. Bu yüzden Hak’tan kaçma, seni tecrübe eder. Sebeplere bağlanıp O’nun kapısından kaçıp kaçmayacağını öğrenmek ister. Bela seni bulduğu zaman iç âleme mi geçiyorsun, yoksa dış tesirleri mi biliyorsun. İdrâk edilenlere mi gidiyorsun, yoksa bu aklın sezemediği öte varlıklara mı dalıyorsun? Görüleni mi tutuyorsun, görülmeyeni mi?

Allah'ım, bizi bela ile deneme. Bize belasız yakınlık ver. Bize yakınlık ve lütuf ihsan eyle! Ateş afetini göstermeden yakınlığını nasip eyle. Şayet afet mukadderse, bizi semender (ateş içinde yaşayan bir kuş) gibi kıl. O ateşle beyazlanır, yanmaz; bilakis rahat eder. Bela hâlimizi, İbrahim'in (a.s) ateşine çevir. Ona yaptığın gibi, bize verdiğin ateş de olsa, içinde yeşillikler olsun. Bizi bütün varlıktan müstağni eyle. İbrahim Peygamber’i de öyle eylemiştin. Bize ülfetini ver ve bizi onu esirgediğin gibi esirge. Âmin!



* * *



İbrahim (a.s) yola girmeden önce, can arkadaşını bulmuştu. Varlığını daima esirgeyecek komşuyu bulmuştu. Arkadaşı buldu, sonra yola çıktı. Komşuyu seçti, sonra eve taşındı. Hastalık gelmeden önce, tedavi yollarını aradı, buldu. Bela gelmeden sabrı öğrendi, hüküm verilmeden önce uymayı bellemişti. İbrahim (a.s) sizin manevî babanızdır. Ondan yol, erkân öğrenin ve ona uyun. Onun sözünde ve işinde binlerce hikmet vardır. Bela denizinde ona lütuflar veren Subhân'dır. O, denizde yüzdüren ve kuvvet elini ondan kesmeyen Büyük'tür.

Allah büyüktür. İbrahim Peygamber’i düşmana gönderdi. Hâlbuki düşman atlı, o yaya idi. Elini arkasına bağladı, yücelere çıkmasını diledi.

Halkı yemeğine çağırdı; hâlbuki kendinde ancak bir günlük yiyeceği vardı. Bunlar gizli ve büyük lütuflardır.



* * *



Ey evlat! Allah'a kul ol. Kader geldiği zaman susmayı âdet edin. Bu hâlde, nice hikmetler sezeceksin.

Hekim Calinos'un bir çırağı vardı. Ona zahmeti hayli çok işler yaptırdı. Çırak sesini çıkarmadı, alacağını aldı. Bunu duymadın mı, hekim oldu. Bütün bilgileri ezber etti.

Yaptığın hezeyan karşısında ilâhî hikmetler sana varmaz. Her şeye muteriz ol, Hak’la nizaya koyul, sonra da hikmet bekle! İşte bu olmaz.

Allah'ım! Bize uymayı nasip et. Münazaayı bıraktır. “Dünyada iyilik ver. Âhirette de iyilik ver. Bizi ateşten sakla.” (el-Bakara, 2/201)



***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



11. MECLİS



Bu konuşma cuma sabahı medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 19 Şevval 545, Milâdî 1150.



Ey cemaat! Allah'ı anlayın. O'nun şanına bilgisizlik yakışmaz, cahil olmayın. O'nu bilin ve itaat edin. Muhalefet ne demek? O'nun yoluna baş koyun. Allah'ın bütün hükümlerine razı olun, niza ve çekişme ayıp olur.

Allah yaratıcıdır. Kullara rızık verir. Evvel ve sonra O'nun hazinesi dışında yeyip içen yoktur. Zahir, bâtın hep O'dur ve O'nundur. O'nun varlığı kadîmdir. O'ndan evvel varlık başlamadı. Bu kadîm hâli, sonsuzlara kadar uzar. Hükmüne karşı duran yoktur. Dilediğini yapar; kimseye hesap vermek zorunda değildir.

“Yarattıkları, toptan ve tek tek, kendi yaptıklarından O'na karşı sorumludurlar.” (el-Enbiyâ, 21/23)

O, zengin kılar, dilerse bir pula muhtaç eder. Yararlı olan O'dur. Öldüren, dirilten O'dur. İşleri O takip eder. O'ndan korkulur. O'ndan ümit kesilmez. Hataya düşünce O'ndan korkunuz. Bir şeyler beklerseniz O'nun kapısına koşunuz. Başka kapılardan fayda ummayınız. O'nun kudreti ile dönünüz. Hikmet ve kudrete mağlup oluncaya kadar devam ediniz. Edepli olunuz. Siyahla olduğunuzda beyazı unutmayınız. Hak’la aranızda irtibat kurulması lazım. Edepli olursanız olur. İslâm dininin esaslarını bozmaktan korunursunuz.

Anlattığım şey, mâna âlemi ile ilgilidir. Suretle işimiz yok. Anlattığımıza iyilerden pek azı erebilir. İslâm dininin dışına çıkanlarla işimiz yoktur. Onlar bize uzaktır. Hâlimize erenler, âlemimize geçenler bilir. İç âlemini zengin kılan anlar. İşin aslını yitirip dışında kalan, bir şey sahibi olamaz. Mücerret ve muayyen vasıflar işe yaramaz.

Bütün işlerinizde, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in kurduğu yola girin. Vasat hâlinizi kuvvetlendiriniz. Emir ve yasaklar altında kötülükleri eziniz. O'na uyanlara uyunuz. Padişah, bu hâlinizde sizi çağırır. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e uymayı iyi biliniz, Hak katına varmak için ondan izin isteyiniz.

İnsan, kendine mal etmek istediği mevhum varlıktan soyunmalıdır, ebdal olmalıdır. Ebdal, varlığını Hak varlığına kattığı için ebdal olmuştur. Onlar Hak iradesi önünde dilek sahibi olamazlar. Hakk'ın seçtiği şey üstüne onların seçme hâli yoktur. Zahirde işler tutar, hükümler verirler. Dıştan bakan onları böyle görür, hâlbuki yapan başkadır. Bir zaman geçtikten sonra, hususî hayatlarında hoş işler tutmaya koyulurlar. Onlar, dış âlemi bırakmazlar. Gönülleri zenginleştikçe dış âleme ait emir ve yasaklara itina ederler. Bu hâlleri devam eder; zaman gelir onları emir ve yasak etkisi altına almaz olur. Artık dıştan bir şey almadan ve kitaptan okumadan, kendi iç varlıkları onların sırlarını yönetir. Onlar bir uzlet âlemine çekilmiş sayılırlar. Hak’tan bir an bile gafil olamazlar. Onlar kendilerini yitirirler. Emir ve yasak anında anî bir uyarma gelir, emri ve yasağı hemen yaparlar. Hiç bir haddi aşmak onların aklına gelmez. İbâdeti terk etmek zındıklıktır. Hatalar yapmak, Hakk'a isyan sayılır. Bu büyükler, hiç bir hâlde yapılması gerekli ibadetleri yapmaktan muaf olamazlar.



* * *



Ey evlat! O'nun hükmüyle iş tut. Doğru hattan çıkma. Ahdi unutma. Hepsini yapmaya gayret et. Şeytanı yık. Kötü olan tabiî arzularını yen. Allah'ın yardımından ümit kesme. Hak yardımı, senin sebat hâline göre gelir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

“Şüphesiz, Allah sabırlı kulları iledir.” (el-Enfâl, 8/46)

“Hiç şüphe yok ki, galebeyi kazanacak olanlar Allah'ın yardımcılarının ta kendileridir.” (el-Mâide, 5/56)

“Uğrumuzda çalışanlara, yollarımızı elbette açarız.” (el-Ankebût, 29/69)

Nefsin dilini tut, Allah'ı kula kesmesin. Bu hâlde nefsine can düşmanı ol. Ona ve diğer kullara, Hak kulluğunu emret. Yasak olanları yaptırmamaya çalış. Onları bozuk hâllerden kurtar. Hak anlayışına ve tabiatına uymayan şeyleri bıraktır. Allah'ın kitabına ve Peygamber’in âdetine çek onları.



* * *



Ey cemaat! Allah'ın kitabına saygı gösteriniz. Onun saygı hakkını terbiyenizle ödeyiniz. O, Hak’la aranızda bir vuslat vesilesidir. Onu mahlûk ve bir kul tarafından yazılmış görmeyiniz. Allah Teâlâ; “Bu benim kelâm sıfatımın tecellisidir.” buyururken siz başka isnatlara yeltenmeyin.

Her kim Kur'ân'ı mahlûk ve kul yapısı bilirse apaçık Hakk'ı inkâr etmiş olur, yazık olur. Şu Kur'an! Şu okunan Kur'an, şu işittiğimiz yüce kelâm ve mushaf sayfalarına yazılı yüce mânalı sözler, O'nun kelâm tecellisindendir. İmâm-ı Şafiî ve İmâm-ı Ahmed o kadar titiz davranmışlardır ki, sadece yazının mahlûk olduğunu, ötesinin Allah kelâmı olduğunu söylemişlerdir. Buna misal olarak kalbin mahlûk olduğunu, içinde duranın mahlûk olmadığını söylemişlerdir.



* * *



Ey cemaat! Kur'ân'ın nasihatlerini tutun. Bunu işinizle açığa vurun. O'nun karşısında mücadeleci olmayın. İman ve itikat kolaydır ve güç olmayan işlerdir. Çok da değildir, hemen yapılabilir. Yapılan işler bundan sonra gelir. Size en çok iman etmek düşer. Kalbinizle tasdik edin, dış varlığınızla iş görün. Size yararlı ne ise onu yapın. Kısa ve iptidaî görüşe sahip olanlardan uzak durun.

Ey cemaat! Nakil ile gelen bilgiler akıl ile istintaç edilemez, nass da kıyas ile terk edilemez. Yine de şahidi elden bırakma. Mücerret dava ile kimseye bir alacak yüklemek kabil değildir. Şahitsiz ve ispatsız, kimsenin hakkını almak kolay değildir. Bu hususta Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in bir emri vardır:

“Bir cemaat, diğerine karşı mal veya kan dâvasında bulunmak zorunda kalırsa, ispat gerek. Davacı ispat getirmeli, aksi hâlde yemin icap eder.”

Kalp bilgilerden ârî olduğu zaman dilin kuru bilgisi yetersizdir. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu:

“Ümmetim için en çok korktuğum, içi bozuk bilginlerdir.”

Ey bilginler ve ey cahiller, ey hazır olan ve buradan uzakta duranlar, size tavsiyem; Allah'tan korkunuz. Kalp gözünüzle O'na bakınız. O'nun önünde kendinizi yere seriniz. O'nun kader çekici durmadan çalışır. Nefsinizi O'na teslim ediniz. Şükür yoluna girmekle O'na 'koşunuz. Nimetleri şükürle devamlı kılmak sizin elinizdedir. O'na itaat edin. Karanlığa O'nun ziya lâmbası ile giriniz. Bu hâller sizi kuşatınca Hakk'ın her çeşit iyiliği sizi bulur. Dünyada cennetlik olursunuz, artık öbür âlemde her şey sizin olur.



* * *



Ey evlat! Çalış, kalbini temiz kıl; onda dünya sevgisi kalmasın. Zerresine kadar ayıkla. Bu bitince nefsine sahip çıkan olur. Bir an bile seni onun eline bırakmazlar. Unutursan hatırlatırlar. Gaflete düşersen, ayık kılarlar. Cümle eşyada Hakk'ı gösterirler. Başkasına baktırmazlar. Bu bir zevktir ki, tadan bilir. Bu cins hâle ermek zordur; halk arasında eren binde birdir. Bazı fertlerdir. Onlar, halka gidip gönül eğlendirmezler. Halk onlara sükûnet veremez.



* * *



Ey içi bozuklar! Âfetler gelmeye başladı. Belâlar kalbinizin ucunda duruyor.

Hak yolcuları, Hak’tan uzak kalmışlara baktıkları zaman huzur verirler. Hak katında sükûna davet ederler. Yaratılmışlara bağlı kalmayı onların gözünden silerler, önce her şeye muteriz olan kimseler, sonra teslim olur kalırlar. Hak yolcuları bir yere nazar etmeye görsün. Sonrası malûm. O nazarın izi artık silinmez. Günler geçer, aylar biter, yıllar tükenir, ama o izler değişmez.

O büyükler insanların en akıllı olanlarıdır. Siz onları görseniz akıllı olduklarına inanamazsınız. “Bunlar delidir!” dersiniz.

Onların da sizin hakkınızda düşündükleri vardır, kıyamete inanmadığınızı ispat ederler.

Onların gönlünde hazine saklıdır. Halka karşı kalpleri sert değildir, Hak’tan korkar ve çekinirler. Her ne zaman ki, celâl perdesi açılır, o zaman onlara bir yıkıntı ve perişanlık gelir. Kalpleri parçalanıyormuş gibi olur. Bütün bitişik kemikleri ayrılıyormuş gibi olur. Hak Teâlâ onların bu hâline göre tecellisini verir. Rahmet kapısını açar. Cemâl perdesini açar, lütfünü onlara yağdırır.

Ben, Hakk'ı arayanlara bakarım. Âhireti arayan kimseleri severim. Başkalarından pek hoşlanmam. Dünya bekçisi, nefsin ve şahsî arzusunun peşinde koşan benim işime yaramaz. Onlarla benim işim yok. Ancak, onlar hastadır, tedavi için yanıma gelmelerini arzu ederim. Hasta için en sabırlı sahip, doktordur.

İşlerini benden saklı tutuyorsun, sana yazık oluyor. Benden saklı şey az olur. Sen saklıyorsun, hâlbuki o bana gözüküyor. Görüyorum, “Sen dünya arıyorsun ve ey şahıs, sen de âhiret arıyorsun.” diye söylüyorum.

Bunlar bir hevestir. Bu hevesler kalbine yazılmış, sonra alnında açıkça gözükmektedir. İçin dışa vurmuş, her şeyin kıymetsiz bir hâl almış. Elinde bir miktar dünyalığın var, onunla böbürleniyorsun. Hâlbuki onun ancak zerresi işe yarar. Sana göre elindeki altın sayılır, hâlbuki onun altın kısmı azdır, ötesi ya gümüş veya işe yaramaz şeydir. Bunlarla bana çalım satma, onların çoğunu gördüm. Bana geldiler, teslim oldular. Ben onların içinden seçtim. Ancak işe yarayan altın kısmını aldım, ötesini attım. İyi olan az, işe yaramaz çoktan iyidir. “Altın babası” diye lakap alman, seni kurtaramaz. Ben sikkeciyim, yanımda âletler vardır, onlarla ölçer, değerini veririm. Riyadan dön, nifakı bırak, bunları bıraktığını varlığına anlat. Boş gurura kapılıp kendini aldatma. Nefsini ıslâh etmeyen ve riyadan vazgeçmeyen çoğu ihlâs sahipleri, münafık oldular. Bu sebeple rahmetle yad ettiğimiz bazı büyükler şöyle der:

“Boş yere ihlâs satmayı riyakârlar bilir.”

İşin önünden sonuna kadar doğruluğu bırakmayan azdır, azdan da azdır. Her şey tedricî olarak aslını bulur. Küçük hata zamanla büyür. Meselâ; huysuz çocuklar ilk başta yalan yolunu tutarlar. Sonra kötü toprak ve pislikle oynarlar. Daha sonra kötü yollara düşer, anasının sandığını açar, babasının kesesinden para aşırır, herkesi çekiştirmeye başlarlar. İşte bu hâlde iyi bir baba ve iyi bir öğretmen onu bu hâlden kurtarır. Allah, bir kimse hakkında hayır murat ederse terbiyeli kılar, ölünceye kadar öyle götürür ve bir kimse hakkında şer diliyorsa o adam da bulunduğu hâlde yaşar ve öyle ölür. Ancak Allah'a yalvaran ve O'na sığınan her zaman kurtulur.

Allah, hem Azîz, hem de Celîl’dir. Her dert için bir deva yaratır.



* * *



İsyan hastalığına çare, itaattir. Zulmü, adalet yıkar. Hata bir hastalıktır, ilacı ise doğruluktur. Hak Teâlâ’ya isyan bir suçtur. Bundan kurtuluş çaresi ise günah sarhoşluğundan tevbedir. Ama asıl ilaçların tümü, halkı kalpten atmaktadır. Bunu yapabildiğin an, işlerin tamam olur. Hakk'a vasıl olursun. Semalara yükselirsin. Ruhun yücelerin sesini duyar. Kalıbın, yeryüzündeki evinde yaşar. Kalbin, Hak’la olur. O'nun bilgi denizinde yaşarsın. İlim bakımından Hakk'a vasıl olursun, amel itibariyle de kullara karışık durursun. Ne tamamen Hakk'ın malı olur, ne de halka yönelebilirsin. Öbür âleme geçinceye dek böyle gider. Kimse sana fert olarak sahip çıkamaz. İç âlemin Mevlâ ile olur. Dış âlemin halk arasında kalır.

Nefsini, tek başına yola salma. Ona varlığını yükle, ağırlığını duyur. Aksi hâlde sana yüklenir ve varlığını duyurur. Nefsi yere sermeye bak. Seni bir yere vurursa zor kalkabilirsin. Sana itaat etmeli, etmiyorsa aç bırak, az su ver. Açlık ve susuzluk kamçısını ona vur. Onu perişan etmeye bak. Her şeyini soy, çıplak kalsın. Hiç kimsenin bulunmadığı bir yere koy, akıllansın. Bunlar ona birer acı darbe sayılır. Yola geldiğine inanıncaya kadar böyle yap. Her hâlde bu kamçılar onun üzerinde olsun. Nefsini Allah'a itaat ettirmelisin. İtaate başladıktan sonra onu yine boş bırakma! Ara sıra yine yaptığı eski hataları hatırlat, pişmanlık duygularını tahrik et. O Allah yoluna devam ettiği müddetçe uy, pek kırma. Çünkü nefsin de dünyada alacakları vardır, onları ver. Vermeyecek olursan, ibadet için kuvvet bulamazsın.

Bütün bu anlatılanlar Allah'ın muradına ermek için yapılmalı. O'nun uyarlığını kazandırmak için nefis ezilmeli. Aç koymakla iş olmaz, bu usul her zaman faydalı değildir. Buna başka şeyler de eklenmeli, eklenecek usuller, şahsa göre değişiktir.

İçin dışın bir olmalı. Her şeye uyar ol. İsyan bayrağını yırt. Muhalefet sıfatını bırak. Sükût yoluna gir. Küfrü bırak. Daima Hakk'ı an. Hayır düşün. Şer yollarını bırak, hata görme. Kalbinde Hak’tan başka biri olsa, yıllarca Hak kulluğuna koyulsan faydasızdır. Bin yıl ateş üstünde Hakk'a ibâdet etsen, kalbinle de başkasını görsen ve başkasından bir şeyler beklesen hayır yoktur. Saadet, Allah sevgisi ile başlar. Kula gönül kapıldığı an, her şey bitmiş olur.

Hak’tan başka her şeyi yok bil. Dış hâlinle eşyadan uzak durman ve iç âlemini onların peşinde sürüklemen neye yarar? Allah kalplerde olanı bilir. Bunu biliyor musun? Kalbinde başkası var, dilinde tevekkül, ne demek? Bu hâlin seni utandırmaz mı?



* * *



Ey evlat! Allah'ın hilmine güvenme. O'nun tutuşu şedittir. Bir tutarsa yıkılırsın. Şu cahil bilginler seni aldatmasın. Onların cümle bilgileri aleyhlerine çıkar. Lehlerine hiç bir iyilik bulunmaz. Allah'ın hükümlerini bilirler, o varlık sahibinin zatından tamamen gafil gezerler. İnsanlara iyiliği söyler, fakat kendileri yapmazlar. Bir şeyin kötü olduğunu söyledikleri zaman kendilerini sorumsuz görürler. Halkı doğruya çağırırlar; ama kendileri kaçarlar. İşleri Hakk'a isyan ve O'na çıkıştır. Bir kişiyi ele alır, onun hatalarını sayar dökerler. Onların ismi bende yazılı. Tarih gibi saklıyorum. Hepsini saymış durumdayım.



* * *



Allah'ım, bana tevbe yolunu göster, onlara da göster. Hepimizi Peygamber (s.a.v) uğruna bağışla. Babamız İbrahim Peygamber’in yoluna ilet. Allah'ım, bizi birbirimize düşürme, birbirimize faydalı olalım.

Cümlemizi rahmet deryana daldır. Âmin!


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »


12. MECLİS



Bu konuşma pazar sabahı Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 2 Zilkade 545, Milâdî 1150.



Ey evlat! Hak Teâlâ hem yüce, hem de celallidir. O'nu iyi iste. İyi dilemeyi bilmiyorsun. İraden, O'na karşı sıhhatini yitirmiş. Hakk'ı arayan başka davayı bırakmalı. İki davayı bir arada yürütmek kolay olmaz. “Hakk'ı istiyorum” deyip başkasının peşinden koşan, isteğini iptal etmiş olur.

Halk arasında dünyayı isteyen çoğaldı. Bu âlemin ötesini isteyen azdır. Tam ve doğru olarak Hakk'ı talep eden azdan daha azdır. On­ların azlığı pahalı cevherin azlığından da ileridir. Her şey parçalanır ve tahlil edilirse, onların içinden belki bir tane çıkar. Her kabile o zatı kendine mal etmek ister. Onlar yer derinliğinde saklı olan değer­li madene benzerler. Yeryüzünde onlar sultandır. Kulları ve bölgeleri onlar kucaklar. Onların hürmetine bela kullara gelmez. Onların gönlü hoş olsun diye yağmur yağar. Sema onlar için bereket yağdırır. Yer onlar için nebat bitirir.

Onlar bir çağlayan gibidir. İlk devirlerinde, bir dağdan öbürüne geçerler. Yerlerinde oturamazlar; coşar, taşarlar. Bir diyardan öbü­rüne; ondan da başka yana. Her nerede tanınacak olurlarsa hemen orayı bırakıp giderler. Bu durum onların devamlı hâlidir. Tabii, se­bepsiz değildir; bu yaptıkları işle kötü şeylerin kendilerinden uzak durmasını temin ederler. Kalpleri çağlayan olur.

Hak katından gelen askerler, onları muhafazası altına alır. On­ların her biri Hak tarafından esirgenir. Her çeşit ikramı görür; kö­tü şeylerden esirgenirler. Sonunda da halka gönderilirler.

Halk onların emri altındadır. O büyüklerin her biri kendi çapın­da bir idarecidir. Bunlar, aklın ötesinden gelen emirle olur. Akıl bu­rada yol bulamaz. Akıl ve mantık burada biraz durgun gözükür. As­lında hem akıl çalışır, hem de mantık; ama yolun aslına ermeyenler için böyle denir.

O büyükler halk için birer doktor sayılır. Zaten hakikî varlığı sezemeyen herkes birer hastadır. Kendini az hasta sayan onların peşi­ne koşmalıdır.

Yazık sana! Onlardan olduğunu iddia ediyorsun. Göster ala­metini? Bilelim. Laf çokluğu burada iş görmez. Hakk'a yakın oldu­ğuna delil göster. Onlar, hem Hakk'a yakın, hem de lütfe ermiş kişilerdir. Sende bunlar var mı? Ne arasın? Hak katında hangi derece­ye sahipsin? Makamın nedir? O yüce divanda ismin ne? Nasıl lakap almışsın?



* * *



Ey evlat! Her gece yemekten sonra kapın kapanmalı. Mubah ye, bu helâldir. Dünya ve âhiret yatağını bırak. Hakk'a yakın ol. İşte Hak yakınlığının alameti budur.

Yalnız kaldığın zaman ülfetin kiminle? Tek olduğun zaman kim yoldaşın? Bunları iyi tanı, bilmiyorsan öğren. Yalan deme, sonra yü­züne vururlar.

Yalancı, senin birlikte oturduğun kimse şeytandır. Şeytanlıktan başka ne düşünebiliyorsun? Şahsî ve tabiî, sefil arzularından başka neyi biliyorsun ki? Düşündüğün dünyalık. Konuştukların hep in­sancıl şeytanlar ve kötü arkadaşlar. Dedikodudan başka ne yapar­sınız? Hep sağa sola söz atmakla meşgulsünüz.

Bizim davamızın bir temeli vardır, yükseldikçe birçok esaslara dayanır. Mücerret dava ve hezeyanla olmaz. Bu bapta konuştuğun bir hevesten ibaret, sana yararı dokunmaz. Hak önünde sakin ol. Ken­dini iç âleme ver. Yanlış edebi bırak. Hele anlattığımız mesele üzerin­de hiç konuşma. Konuşman gerektiği zaman teberrüken bu yolun yolcularını ve hâllerini anlat. Kendinden bahsetme, iç âlemin karan­lık olduğu hâlde dıştan mamur görünmek olmaz. Bir söz ki, iç hâle uymaz, dıştan konuşulur, işte o hezeyandır. Bu durumu Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in, “İnsanların etini yiyerek gölgelenen oruç tutmadı.” hadîs-i şerifi güzel anlatır. Sonra Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu hadîs-i şerifi de önemlidir: “Oruç tutmak yalnız yemeyi, içmeyi terk değildir.” Yalnız bu yetmez. Buna yanlış hareketleri, iç hâlle işlenen hata­ların terkini de eklemek gerektir. “Gıybetten sakınınız, o odunu kül eden ateş gibi, bütün iyi­liklerinizi kül eder.” hadîs-i şerifleri, iç âleme yapılacak ihtimamı pekâlâ anlatır.

Gıybeti âdet edinen, iflah olmaz. Bir kimse, bu kötü huyla meş­hur olsa, kimse yüzüne bakmaz. Kötü niyetle kimseye bakmayınız. Hele şehevî bir arzu olunca. O bakışlar, kalbinize, isyan tohumu eker. Elbette ki, sonu iyi olmaz. Dünya ve âhirette saadet getirmez.

Yalan yere yemin etmekten kendinizi koruyunuz. Bu âdet, ülke­leri yıkar, harabeye çevirir. Malın bereketini götürür. Bunu âdet edi­nen, davasızlar ve dinsizler gibi olur.

Yazık sana, yalan yeminle mal satmaktasın. İmanın çürüyor, haberin yok. Aklın bu durumu çabuk kavramıyor. Allah ismi üzerine yemin ediyorsun. Üzerine yemin ettiğin şeyin değeri var mı ki? Şu ülken ve cümle cihan, o yüce isme nasıl karşılık olabilir? Bütün söy­lediklerin hata ile dolu. “Şu, şundan iyidir” derken bir de yalancı şahitlik yükleniyorsun.

Bu, doğruca iflastır. Hâlbuki kendini doğru sanıyorsun. Yakında gözlerine körlük gelir. Yerinden kalkamaz, kötürüm olursun.

Allah'ın rahmeti üzerinize olsun, edepli olunuz. Hak katında edepli ve terbiyeli olanlar kurtulur. Hakikî terbiyeyi bu âlemde bu­lunuz, öbür âlemde ateşe atıldıktan sonra her şey faydasız olur. Say­makta olduğumuz şeyler, ahlâk kaidelerinin çok azıdır. Bunların en az beşte birini yapmaya hazırlanmayan için ne oruç fayda verir, ne de öbürleri. Haddizatında oruç ve namazın aslı bozulmaz, fakat ecri ve mükâfatı olmaz, esas gaye ele geçmez.



* * *



Ey evlat! Belki de yarın yeryüzünden ismin silinir, cismin ze­mine geçer. Ve sen, eli boş olursun. Bu bir an meselesidir. Belki he­men, belki de biraz sonra olur, yarına kalmaz. O hâlde bu gaflet niye? Niçin bu gaflet uykusu? Kalpleriniz nasıl böyle kararmış? Sanki birer taş kesilmişsiniz.

Ben sizi kurtarmak için konuşuyorum. Aynı nasihatleri başkala­rı da yapıyor. Fakat siz aynı şey üzerinde durmaktasınız. Kur'an si­ze okunuyor. Peygamber Efendimiz’in sözleri ve geçmişteki büyüklerin âdetleri size anlatılıyor. Fakat sizde bir vurdum duymazlık devam edip gidiyor. Hiçbirinden ibret almıyorsunuz. Yaptığınız hatalardan uzak durmak aklınıza gelmiyor. İşleriniz şeklini değiştirmiyor. Vaaz yapılan her ülke mübarektir; fakat öğüt tutmayan halkı en kötü insanlardır.



* * *



Ey evlat! Allah dostlarına ihanet nazarı ile bakma. Allah'ı az biliyorsun. Bu az bilgi, Hak dostlarını gözünde küçültüyor. Onlar da seni bırakıp gidiyorlar. “Bizden niçin ayrı duruyorlar?” diye kızıyorsun. Ama bilmiyorsun ki, onlar seninle duramazlar. Nefsini bilmiyorsun. Bilsen bile çok az. Bu az bilgi, insanların kadrini bilmekten de seni mahrum kılıyor. İnsanları bilemiyorsun. Âhireti ne kadar az bilsen, Hak bilgisi de sana o kadar uzak olur.



* * *



Ey dünya ile uğraşan, yakında hüsran başlıyor. Pişman olacak­sın. Bu pişmanlık, önce dünyada başlayacak. Sonra öbür âlemde. Burada birse, öbür âlemde birkaç. Her şeyin kaybolur. Utanırsın.

Utanırsın ve nihayet iflas fermanını alır gidersin. Öbür âlem başla­madan nefsini hesaba çek. Allah'ın hilmine aldanma. O'nun kerem sofrası seni azdırmasın. O'nun hilmi ve keremi seni kapladı. Onun, yâni verilen nimetin hakikî manasını ve niçin verildiğini öğrenmedin. Kötülük üzere kaldın. İsyan, hata, zulüm aldı yürüdü. İsyan, küfrün habercisidir. Ev­velâ Hakk'a isyan, peşinden küfür gelir. Nasıl ki, ateşli hastalık da ölümün habercisidir. Hayat parlak devam eder. Peşinden sıcak has­talık, hararet kırkı aşar, sonra ölüm! Ölmeden önce dön. Ölüm me­leği gelmeden hatalarına pişman ol.



* * *



Gençler! Tevbe ediniz. Hak Azîz ve Celîl’dir. O'nun kuvvetini gör­müyorsunuz, hâlbuki O, her an sizi tecrübe etmekte ve ayılmanız için size ufak yollu belâlar göndermekte. Bu, tevbe etmeniz ve O'na dön­meniz içindir. Hâlbuki aklınızı başınıza almıyor, hata üzerinde ısrar ediyorsunuz.

İptilâ bir imtihandır, herkese nasip olmaz. Herkes iptilânın ne­den ve nereden geldiğini fark edemez, ancak binde bir kişi anlar. An­layınca Hakk'a döner.

İptilâ, zamanımızda yanlış anlaşılıyor gibi. Hataları yapanlara da müptela diyorlar. Bu yanlıştır. Bu büyük bir hata sayılır. Meselâ; yalan söylemeye alışık olanlar için müptela denir mi? Büyük girda­bın içine yuvarlanmış, felâket çukuruna düşmüş denir. İptilâ insanı ayıktırmak için gelir. Anlayan için iyi olur. Yalan gibi kötü itiyat, felâket getirir. Nimet ve iyilik getirmez. Derece arttırıp şerefli kılmaz. İptilâ bazı tatlılıklar doğurur. Bunları duyan büyük insanlardır.

Allah yolunda toplu duran, iptilâya uğrar; sabrettikleri için şah­ları yanında dereceleri artar. Her an ayrılıklarında yüce duygular beslerler. Her uğradıkları felâket, onların derecelerini arttırır. Başla­rına gelecek ne olursa olsun, hep Hakk'ı isterler. O yüce varlık onlara yüz gösterdikten sonra başka ne isterler? Onlar bu inancı kalplerinde saklarlar. Bu inanç özünü kaybettiği an, her şey iflâs eder. Onların gayesi, o yüce varlığa ermekten başka değildir. Şaştıkları an, helak içinde olduklarına kanidirler.

Allah’ım, bizden helaki kaldır. Sana yakınlık ver. Dünyada kalplerimiz Sen’den yana olsun. Öbür âlemde ise, gözlerimizle varlığını görmeyi bize nasip eyle.



* * *



Ey cemaat! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. O'nun genişlik kapısı açılır. O'nun uzağı olmaz. O'nun iyilik kapısına az zamanda varırsınız.

Ümitsizliğe kapılma. Yapan Allah'tır. Bir darlık gelir, az sonra geçip gider. Sen sabırlı olmaya bak. Belâdan kaçma. Sabırlı ol, ufak tefek sıkıntılar temel kaideler arasındadır. Her şeyin kökünde bunlar çıkar. Peygamberlik hâlini ele al; içinde bela ve sabır vardır. Velayet hâlini al; içinde darlık, yanında da sabır mevcuttur. Belalar da onun­la def olur. Belanın olmadığı yerde sabır da bulunmaz. Beladan ka­çan sabrı bir yana atar. Sabrı bırakan, cümle manevî hâllerden mah­rum yaşar. Sabrı bırakıp kaçman, velayet, marifet, Hakk'a yakınlık hâllerinden uzak olmayı arzu etmen demek olur.

Sabra yapış ve çalış. Sırrın ve kalbinle Rabb’ine yönelmek isti­yorsan böyle yap. Bilgi sahipleri, veliler ve ebdal -velilerden bir kı­sım- peygamberlerin varisleridir. Peygamberler her varlığın üstün­dedirler; varisleri ise daima önlerinde el pençe divan durmaktadırlar. Daima Hak ve hakikate halkı davet ederler. Bunlar, peygamberler­den aldıklarını satarlar.

İman sahibi, yalnız Allah'tan korkar. Başkasından ne korkar, ne de bir şeyler bekler. Onun kalbine Hak tarafından kuvvet ve kudret konmuştur. O kuvvet sayesinde Hakk'a yaklaşır. Kalbi Hak’ta, kalı­bı ise yerdedir. Allah Teâlâ onları haber verirken şöyle buyurdu: “Onlar, katımızda sevilmiş ve seçilmişlerdir.” (Sâd, 38/47)

Onlar zaman ve mekâna göre seçme insanlardır. İç âlemleri te­mizdir. Vücutları sağlam ve nur gibidir. Bu sebepten halka minnet etmezler. Bütün alışılmış şeyleri bir yana atarlar. Onlar, öncü olarak yürümektedirler. Her şeyi ve işe yaramaz ne varsa hepsini öteye bıra­kırlar. Onlar, insanların kötülüklerinden daima kaçar, giderler. Yal­nızlıktan hoşlanırlar. Harabeleri seçerler. Deniz sahillerini gezerler. Kimsenin bulunmadığı yerler hoşlarına gider. Mamur şehirler, onla­ra garip gelir. Sahraların yetiştirdiği otları yerler. Gıda için onlar bitkiyi kaynatır, suyunu içerler. Halk arasında vazifeleri bitince ka­çarlar. Bir yabancı gibi köşelere sığınırlar. İşte bunu yaptıkları için Hak yakınlığını kazanırlar. O'nunla ülfet eder ve sevmeye gayret ederler. Onların binaları peygamberlerin binaları ile durur. Doğrular ve şehitler onlara birer komşudur. Bununla beraber iç âlemleri Hak’la doludur. O'na hizmet ve ibadet etmekten geri durmazlar. Geceleri ve gündüzleri O'nun uğruna geçer. Aşıkların rahatı, ülfeti, sevenlerin huzuru Hak’la olur.



* * *



Ey evlat! Dünyada her şey lazım. Tatlının yeri var. Acı da ge­rek. İyiliğin ve fesadın da bir gereği bulunur. Dert olur, safa vardır. Tam safa hâlini istiyorsan kalbinden halkı çıkar. Her varlığını Hakk'a bağla. Dünyadan kalbini çek. Çocuklarını Rabb’ine emanet et, ona teslim et. Kalbini her şeyden temiz olarak çıkar. Âhiret kapı­sına yönel, yönel ve içeri girmeye gayret et.

Her şey bir gayeye matuftur, onun için yapılır. Bu dünyayı bı­rakıp öbür âleme yönelmek, Hak Teâlâ'yı bulmak içindir. Âhiret âle­mine geçtiğinde aradığını bulamazsan hemen kaç, O'na yakınlığı ara. O'nu bulduğun takdirde her şeyi bulmuş sayılırsın. Allah Teâlâ’yı seven, gayrini neyler? Cennet, derece ve makam arayanlar için­dir. Manevî tüccarlar onu ararlar. İşte bunun için dünyayı bir yana atan öbür âlemde arzusunu bulur.

İşte, bu manaları dile getiren bir âyet-i kerime: “Orada nefislerin hoşlandığı, gözlerin bakmakla zevk alacağı şeyler vardır.” (ez-Zuhruf, 43/71)

Her şeyin derununda gizli manalar vardır. Onları anlamak icap eder. Her şeyin keza kendine göre bir şeyi anışı vardır. Kalbin anışı nasıldır? Sırrın anışı nasıldır? Mana âlemi ne gibi anılar taşır? Bun­ları anlamaya gayret et.

Cennet; oruç tutanlar, namaz kılanlar, kötülükleri bir yana ata­rak şahsî kötü duyguları bırakanlar içindir. Oruç içinde oruç vardır. Bahçe içinde bahçe vardır. Ev içinde ev vardır. Birine varmak için öbürünü terk etmek lazım gelir.

Sizden iş istiyorum, söz değil. Söz etmeden iş tutunuz.

Allah'a arif olanlar, her işlerini Hak için yaparlar. Başlarında demir dövülse, ses etmeden vazifelerine devam ederler. Yerde gezer­ler. Yeryüzü her an değişir, başka şekle bürünür, ama onlar buna aldırış etmezler.

Hak ehli, yalnız Allah'ı bilir, başkasını görmez. Başkasının sözünü işitmez.

Onların kalbi vardır. Dilleri konuşmaz. Onlar kendilerini yok et­mişlerdir, başkaları da onlara göre yok gibidir. Bu hâlleri Allah'ın di­lediği zamana kadar uzar. Allah dilerse onların kalbini lisan yapar. Onlar köklerinden ayrılmış gibi şahlarına çekilirler. Rahmetle, şef­katle Hak varlığına ererler. Zaten onlar Hak içindir, başkasına ola­mazlar. Yalnız öz varlık için seçilmişlerdir. Musa Peygamber’in hâli de böyle idi. Hak Teâlâ ona şöyle hitap etti: “Seni varlığım için seçtim.” (Tâhâ, 20/41)

Ve Hakk'ın varlığını dile getiren bir âyet-i kerime: “Ona benzeyen şey yoktur. O, bizzat işitir ve görür.” (eş-Şûrâ, 42/11)

Allah, dilerse güçlüğü olmayan rahatlık verir. Gariplik bilmeyen ünsiyet verir. O'nun verdiği nimette yokluk yoktur. Öfkesiz ferahlık vardır. Acısız tatlı bulunur. Yokluğa varmayan mülk bulunur. Allah dilerse her şey olur. “İşte bu makamda (ve bu hâlde) nusret ve hâki­miyet hak olan Allah'ındır. O, sevapça da hayırlı, akıbetçe de hayır­lıdır.” (el-Kehf, 18/44)

Bulunduğun dünya hâlinde rahatlığı pek bulamazsın. Çünkü orası keder ve üzüntü yuvasıdır. Ondan oldukça uzak ol. Derhal kal­bini ondan çek. Mânevi elini ondan uzak tut. Gücün yetmezse yalnız öz varlığına nüfuz edeni bırak, kuvvet bulunca da hepsini.

Evet, neyin varsa ihtiyaç sahiplerine dağıt. Zavallılara ver. Kim­sesizlere yağma et. Senin için olan, seni bırakıp bir yana gitmez, üzül­me.

Daireyi, kalbin ve sırrın sıhhati için çevir. Onların temizliği için bir sınır kur. Unutma ki, onlar bilgi ve amelle düzelir. Amelde ihlâs şarttır. Hakk'ı aramakta doğru olmak başta gelir. Aziz ve Celil olan Hak, doğrulukla aranır.



* * *



Ey evlat! Söylerler ki; “Her şeyi incelikleri ile öğren, sonra ayrıl.”

İlk başta dış hâline gerekenleri öğren; sonra onu bırak. İç âle­mine lazım olanları belle. Dış emirleri yerine getir, Hakk'a yakın olursun. Zahirde beyan olunan emirleri yapmak dış âleme nur verir. İç âlemine ait olanı yapmak ise ruhu aydınlatır. Teferruatı öğrenme­ye hacet yoktur. Bir temel kurulunca gerekenler onu takip eder.

İç âlemini süsle, dış hâlinde yaptığın ibadet, içini aydınlık kılar. Bu aydınlık Rabb’inle senin aranda olur. Her ne zaman bildiğinle amel edersen, hak yola girmiş olursun. Seninle O'nun arasında kapı­lar açılır, perdeler kalkar. Çünkü seni zatına seçmiştir.

“Rabbimiz, bize dünyada iyilik ver, âhirette iyilik ver. Ateş aza­bından cümlemizi koru.” (el-Bakara, 2/201)


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



13. MECLİS



Bu konuşma Salı günü medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 4 Zilkade 545, Milâdî 1150.



Ey evlat! Âhireti dünyada öne al, böyle yap, ikisini birden ka­zanırsın. Dünyayı âhiretten öne alacak olursan ikisini de kaybeder­sin. Ve bu, sana bir ceza olur. Emir almadan nasıl dünya ile uğra­şırsın? Dünya ile kalbini meşgul etmezsen, Allah sana yardımcı olur. Başarı ihsanı sana gelir. Bir şey alacak olursan içinde bereket bulu­nur. İman sahibi, hem dünyası hem de âhireti için çalışır; dünyası ile yalnız sözle olur. İhtiyacı kadar bağlanır ve o kadar alır. Kanaat sahibidir. Bir yolcu ne kadar azık alabilirse, o da o kadar alır. Çok al­maz, çünkü yolculuğa mâni olacağına inanır. Cahilin, bilgi yoksulu adamın bütün derdi dünyadır. Bilgi sahibinin, bütün cehdi öbür âlemdir; sonra Mevlâ! Ama bu, hepsinden üstün.

Önünde bulunan bir parça ekmek nasıl yeniyor ve nereden ge­liyor? Nefsin ona nasıl bakıyor? Onu almak için gayret sarf ediyor mu? Vermeyecek olsan seni yıkıyor mu? Bunlara dikkat et. Nefsini kırmaya güçlü olmalısın. Hak canibine onu böyle vardırman kabil olur.

Hak yolunda doğru olanlar birbirlerini tanırlar. Her biri ayrı ay­rı yerlerde olsalar bile, doğruluklarını ve iyiliklerini anlatır ve anla­şırlar.

Ey Hak’tan ve O'nun doğru kullarından kaçan, yüzün halka dö­nük, Hakk'a şirk koşmaktasın. Bu hâlin ne zamana kadar devam edecek? Onların nasıl yararını bulacaksın? Onların elinden bir şey gelmez; ne zarar, ne de yarar. Ne vermek, ne de almak. Onlarla sair kuru varlık arasında fark yoktur. Bir taşın karşısına geçip korku ve emniyet beklemek iman sahibine yakışmaz.

Şah birdir, güçlüğü bir olan verir, fayda yine O'ndan gelir, ha­reket ettiren ve durduran O'dur. Sana sataşacak biri varsa yine O'n­dan gelir. Emrinde çalışana O gönderir; veren, alan yine O varlıktır. Yaratan ve doyuran Allah, Aziz’dir, Celil’dir. O ezelî ve ebedî bir varlık­tır. Yaratılmışlardan önce O'nun varlığı vardı. Babanızdan ve ananız­dan, güvendiğiniz zenginlerin varlığından önce O gelir. Yer ve sema­nın, ayrıca onların üstünde ve boşluğunda olan her şeyin yaratanı O'dur. “O'na benzeyen yoktur, bizzat gören ve işiten O'dur.” (eş-Şûrâ, 42/11)

Ey Allah'ın kulları, sizlere esef ediyorum! Hakkınızı tam bilemi­yorsunuz! Bu hâlinize, üzülüyorum. Kıyamet günü Hak katında im­kânım olsaydı, bütün yükünüzü alırdım, ilk gelenden sonuncuya ka­dar bütün günahlarınızı yüklenirdim.

Ey okuyucu, yalnız beni (Hak benliğini) oku, yer ve gök ehlini bir yana at. Yalnız beni gör, böylece bilgini almış olursun. Bildiği ile amel edene Hak tarafından kapı açılır. Bu kapı kalp yönünden açı­lır; Hakk'a oradan varılır. Bu, bildiği ile iş tutanın hâlidir. Dedikodu ile gününü gün eden, bu hâlden mahrumdur. Sen böyle yaptıkça, bilgini dünya uğruna harcadıkça, eline bir şey girmez. Dıştan iyi gö­rünse bile, içi bozuk olur. Allah, kullarından herhangi birine hayır dilerse bilgi verir; bu bilgiden sonra amel ve ihlâs nasip eder; iyilik verir, kendine yaklaştırır, irfan nasip eder, kalp bilgilerini öğretir, sırları çözdürür. Bunu yalnız o kula yapar. Bu hâlde başkasının iştiraki yoktur. Artık o kul sevilmiştir. Musa Peygamber gibi yalnız Hak varlığın malı olur. Hak Teâlâ, Musa Peygamber’e şöyle buyurdu: “Seni zatım için seçtim.” (Tâhâ, 20/41)

Yani, benden başkası seni meşgul edemez. Şehvet duyguları, ge­çici tatlar ve zevkler seni benden alamaz. Yer ve gök benim katımda söz sahibi olamazlar. Cennet seni doyuramaz, ateş seni korkutamaz. Mülkün sende kıymeti yoktur, yokluk seni düşündüremez. Hiç bir bağ seni, benden çekemez. Benden başkası seni meşgul edemez. Her­hangi bir şekil seni eğlendiremez ve bana perde olamaz. Hiç bir yara­tığın bende hakkı yoktur. Tabiî istek ve şahsî duygular burada yer alamaz.



* * *



Ey evlat! Allah'ın rahmeti boldur; ümit kesme, herkese yeter. Sana da yeter. Yaptığın günah kirini yıka, tevbe suyu ile olsun, gözyaşı ile olsun. Din libası kirden böyle kurtulur. Tevbe üzerinde dur. İhlâsı bırakma. O güzelim din libasını kokula. Buhur saç, marifet ıt­rını dök. Bulunduğun makam mühimdir. Her ne zaman Hak’tan ayrı duracak olsan, yırtıcılar seni kapmaya kalkar. Eziyetli işler seni yı­kar, viraneye çevirir. Böyle bir şey olursa hemen Hakk'a dön. Kalbini O'nun canibine yönelt. Tabiî heva ve şehvet hırsı ile yiyip içme.

Her yediğin ve içtiğin şeye iki şahit bul; biri Kitap, öbürü de Sün­net olsun. Her hâlinde, Allah'ın emri ve Peygamber’in âdeti önderin olsun. Bunların sonunda iki şahit daha var; onlar da, kalbin ve Hak fiilleri. Bunları da iste; ara ve bul. Bir iş yapacağında, Kitap ve Sünnet izin verirse yap, kalbine de sor. Ondan izin müspet olunca Hak fiilinin tecellisini ara. Bunlarla yapacağın işi iyi bilirsin. Aksi hâlde, yaptığını ve yapacağını şaşırırsın. Gece odun toplayan gibi ol­mayı isteme. Elini attığın zaman, ne alacağını bil. Baş vurduğun nes­neyi de bil. Hakk'a mı koşuyorsun, yoksa halka mı? Hak olarak gi­dersin; mahlûkla karşılaşırsın. Önce tahkikini yap, sonra koş.

Bu saydıklarımız, sadece temenni ile gelmez. Yapmacık hareket­ler ve zor bunu bozar. Bu bir hâldir. Sahibi tarafından kalbe konur; kalbin sahibi Allah'tır. Amelle belli olur. Kalpte olan dışa vurur.

Kalpte bir şey varsa dışta iyi iş görünür. Allah için yapılmayan iş kalbin boş olduğunu gösterir. Her işin Allah rızası için olduğu bilin­meli.



* * *



Ey evlat! Afiyet, afiyeti aramamaktır. Afiyeti arayan, afiyeti bulmamıştır. Zengin, zenginliği aramaz. Zenginliği fakirler arar. Şi­fa aramak hastalar içindir. Şifa, şifayı aramamaktadır. Bütün şifa, Hakk'a teslim olmaktadır. Sebepleri bir yana at. Kalbini temizle. Put­lar varsa çıkar. Her derdin dermanı vardır. Onu bulmak icap eder. Şifaların en büyüğü, Allah'ın tevhididir. O'nu birlemek iman sahibi­nin vazifesidir. Tevhid, yalnız dille olmaz, kalple de olmalı... Tevhid ve zühd dille ve dış varlıkla olmaz.

Tevhid kalptedir. Zühd kalptedir. Takva kalptedir. Marifet kalptedir. Hakk'ı bilmek, kalptedir. Allah sevgisi kalptedir. Hak yakın­lığı, kalptedir.

Akıllı ol. Yapmacıkları bırak. Hevese kapılma. Bir iş yapmak için, cali hareketleri terk et. Bulunduğun hâl, yapmacık ve hevesten ibarettir. Riyakârlık da var. Nifak hâli de mevcut. Bütün gücünün hedefi halkın sana tapması oluyor, onların yararını bekliyorsun. Şu­nu bil ki, halka bir adım atsan Hak’tan uzak kalırsın. Sen Hakk'ı aradığını söylüyorsun; hâlbuki halkı arıyorsun. “Ben Mekke'ye gidiyorum” deyip Horasan yolunu tutana benziyorsun.

Tabiî, Horasan'a yakın oldukça Mekke'den uzak kalırsın. İç âle­minin temiz olduğunu söylüyorsun; fakat onlardan hem korkuyor, hem de bir şeyler bekliyorsun. Dıştan her kötü şeyi bırakmış gibisin, içten ise ona karışma yollarını arıyorsun; için halk sevgisi ile dolu, dıştan Hakk'ı sevdiğini anlatıyorsun. Bu hâller, dil gürültüsü ile ol­maz.

Bu, bir hâl âlemidir. Orada halkın sözü geçmez. Dünyanın lâfı olmaz. Âhiret işleri orada görüşülmez. Allah'tan gayrisi orada bu­lunmaz. Cümlesi o Bir Olan’ındır. Bir Olan birlik ister. O, şerik kabul etmez. O, bütün işlerini çevirir. Sana düşen, işittiğin bu sözleri tut­maktır. Halk, aslında elinden bir iş gelmeyen zavallılar grubudur; sana ne yardım edebilirler, ne de başkasına yardımları dokunabilir. Ancak Hak onların eliyle işlerini yürütür. Hakk'ın fiil tecellisi, sana ve onlara birlikte olur. Kader hükmünü vermiştir. Lehinde ve aley­hinde olacak şeyler olur.

Salih olan o muvahhid kullar, diğer kullara örnektir. Onların her birinin hâli başkadır. Onların bir kısmı dışından dünyayı bıra­kır. Bir kısmı içinden bırakır. Bu hâlleri, onlara zarar doğurmaz. Her biri kendi hâline göre iş eder. Hak Teâlâ'nın kudsî varlığından başkasını göremezler. Bunların kalbi saf ve temizdir. Bu âleme kavuşan, dünya mülkünü kazanmış olur. Kahraman odur. Bahadır odur.

Kalbini Hakk'ın gayrinden temizleyen ve Tevhid kılıcı ile onun kapısına varan, İslâm dininin emirlerini yerine getirmeye gayret et­melidir. Ayrıca kalbini mahlûk şeylerden uzak tutması gerekir. Bun­lar olduğu takdirde kalplerin sahibi ile kalbi bir olur.

İslâm dininin dış emirleri insanın dışını süsler. İçe hitap eden ge­rekleri ise, ruhu nurlandırır; tevhid ve marifet iç âlemi temiz eden gereklerden sayılır.

Karşımda duran! “Dediler” ve “diyoruz” şeklindeki sözlerini açıkla, ne demek istiyorsun? Bu sözün ne getirebilir? Bir şeyin haram ol­duğunu söylüyorsun. Ama, durmadan yapmaktasın. Bir şeyin helâl olduğunu söylerken yapmıyorsun. Sende sadece bir iştiha var. Başka bir şey yok.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar: “Cahile bir defa yazıklar olsun, âlime yedi defa...” Cahile bir defa. Sebebi, bilgisiz kalışı. Âlime yedi defa. Sebebi, o bildiği ile iş tutmayışı. İlmin bereketi ondan uzaktır, yalnız veba­lini yüklenmiştir.

Öğren, sonra amel et. Sonra halkı bir yana at, Hak’la ol. Hak sevgisini kalbine yerleştir. Hak’la olma arzusu ve O'nun sevgisi sen­de ciddî bir hâl alınca, Mevlâ seni kendine yaklaştırır. Kendi öz var­lığına iletir, orada yok eder. Sonra O dilerse seni halka teşhir eder, arzu buyurursa halk arasına katar. Dünyalık nasiplerini bol bol al­mak için her varlığı sana iletir. Rüzgârları sana emirle gelir. O'nun bilgisi seni kuşatmıştır. İşlerine halk da muttali olur. Bunlar kendi varlığını bıraktığın anda gelir. O'nunla halka karışırsın, seninle de­ğil. Nefsin şomluğu ölür. Tabiat zararlı hâlini yitirir. Her şey sana bol gelir. Nefis, hevâ ve tabiat onlardan kısmet alamaz. Kalbin dai­ma Hak’la olur.



* * *



İşitiniz ve tutunuz. Ey Hakk'ı bilmeyen cahiller, Allah'ın sevdiği kulları anlamıyorsunuz. Her şeye kötü gözle bakmayınız.

Hak daima Hak’tır ve O’dur. Batıl sizsiniz! Ey halk! Hak sırda­dır, kalpte ve mâna âleminde yaşar. Batıl ise, nefiste, hevâda, tabiî istek ve Hak’tan gayri şeylerde bulunur.

Şu kalp Hakk'a yakın olmadıkça felah bulamaz. Hak Aziz’dir, Celil’dir. Evveli, âhiri yoktur.

Boşuna sıkışma, zavallı içi bozuk, yanında hayır diye bir şey yoktur. Dediğim hâllerden sende bulunmaz. Sen, ekmeğin ve katığın kölesisin. Helvaya kulsun. Emrinde bulunduğun efendinin ve atın bendesisin. Doğru olan kalp, halkı bir yana atar, Hakk'a doğru yolcu­luğa başlar. Yollarda bir şeyler görse, selâm verir geçer.

İlmiyle âmil olanlar, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in varisleridir. Geçmişteki büyüklerin vekilleridir. Arta kalan halk ise onlara yar­dımcıdır. Onlarla iş yaparlar. Dinin gereklerini onların vasıtası ile yerine getirirler. Onlara iyiliği, kötülüğü söylerler. Cümle halk o sev­gili kulların emrine hazır bekler.

O büyük insanlar, kıyamet günü peygamberlerin yanında bulu­nur. Rabbleri tarafından peygamberlere ne verildi ise onlara da veri­lir.

İlmi ile amel etmeyenin cezası büyüktür. Bunu Hak Teâlâ bize şu âyeti ile haber veriyor: “Onun misâli, üzerine kitap yüklenen himara (eşeğe) benzer.” (el-Cum’a, 62/5)

Himar, kitaptan ne anlar? Yalnız yükünü taşır ve yorulur. Bir kimsenin ilmi çoğalınca, Allah'tan korkusu da çoğalmalıdır. Bilgi ço­ğaldıkça Hakk'a karşı itaat ve ibadet de artmalıdır.



* * *



Ey ilim iddiasında bulunan, hani ağlaman? Allah korkusundan göz yaşın akıyor mu? Hani çekinmen? Korkun ve günahları itirafın nerede kaldı? Nefsinle cenk etmek ve onu terbiye etmek yok mu? Onu Hak tarafına çağırmak nerede kaldı? Bunlar sende yok. Bütün derdin; cübbe, sarık, yemek ve evlenmek, dolaşmak, mağazalara gi­rip çıkmak. Halkla oturup bol bol sohbet etmek.

Gücünü bu gibi şeylerden beri kıl. Onlardan sana gelecek bir kısmet varsa gelir, üzülme. Kendini ferah tut. Bekleme yükünden kurtulursun. Hırs ağırlığı seni almaz. Bu kadar sıkıntıdan sana ne kalacak? Sadece bir yorgunluk.



* * *



Ey evlat! Huzurun boş, iyi değil. Kötü huylarından hasıl olan pislik henüz temizlenmedi. Seni ne yaparım, kalbin sıhhatli değil, on­da tevhid filiz vermedi. Onda ihlâs sıhhat bulamadı.

Ey uykudakiler, sizi unutup uykuya dalmayan biri var. Ey ka­çanlar, sizden kaçmayan ve daima beraber olan bir Şah var. Ey unut­kanlar, sizi unutmayan bir Mevlâ var. Ey terk edip gidenler, sizi terk etmeyen bir Mevlâ bulunuyor.

Ey Allah'ı, Rasûlü’nü ve geçmişteki büyükleri unutanlar, sonra­dan gelecek olan üstün varlıkları anmak istemeyenler, siz uzayıp gi­den bir ayrık otu misalisiniz. Ağaçtan yontulan yongaya benzersiniz. Sizi kim neylesin, bir şeye yaramazsınız?

“Rabb’imiz, bize dünyada iyilik ver, âhirette iyilik ver, bizi ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



14. MECLİS



Bu konuşma Cuma günü medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 7 Zilkade 545, Milâdî 1150.



Ey içi dışına uymayan münafık. Allah yeryüzünü senden temiz kılsın. İçinin bozukluğu yetmiyor mu? Herhalde yetmiyor. İlim adamlarını, velî kulları ve iyileri kötülemek hevesindesin. Onların mânevi varlığına diş geçirmekle eline ne geçer? Sen ve senin yarenlerin yakında ölecek. Etlerinizi kurtlar didecek. Dilinizi parçala­yacak. Sinirlerinizi tahrip edecek. Kemiklerinizin bir yanından girip öbür yanından çıkacak.

Yer sizi sıkacak. Zeminine çekecek. Bir aşağı, bir yukarı çevire­cek. Allah'a karşı iyi düşünceye sahip olmayana felah yoktur. Salih kullar için yersiz düşünceyi kalbinde besleyen necata eremez. Onla­ra karşı engin gönül taşımayan perişan olur.

Allah, bağlılığı ve çözülmeyi onlara verdi. Yani velîlere... Sema onlar için yağmur yağdırır. Yer, bitkisini onlar için bitirir. Bütün halk onların manevî himayesine muhtaçtır. Onlar, birer birer dağlar gibidir. Âfetler onları yerinden oynatamaz. Musibet onlara tesir etmez. Allah'ı tevhid ile bilirler. O'ndan razıdırlar. Bu hâlleri sarsıl­maz. Hem kendilerine, hem de başkalarına iyilik ederler.

Tevbe ediniz. Allah'tan hatalarınıza özür dileyiniz. O'nun manevî huzurunda daima dua edin, niyaza durun. Sizin yaptığınız işler ne­dir? Keşke bulunduğunuz garip hâli bir bilseydiniz.

Siz edepli olmalısınız. Sizden öncekiler öyleydi. Siz de onlar gibi olunuz. Geçmiş büyüklere nispetle siz mertlikten mahrumsunuz. Ce­saretiniz yok. Erliğiniz ölmüş. Kahramanlığınız yok. Bahadırlığınız, nefsiniz emir verince geliyor. Tabiî hevâ ve arzunuz, size bir emir ve­rince hemen cesaretiniz toplanıyor. Böyle olmaz. Asıl kahramanlık hakkı yerine getirmektir. Hakkı sahibine teslim etmek büyük kah­ramanlıktır. Bunu yapmaya bak.

Hakîm ve yüce bilgi sahiplerine kötü gözle bakmayınız. Onların sözü şifadır. Ağızlarından çıkan her kelime, bir vahy meyvesidir. Ara­nızda artık peygamber yoktur. Boşuna, uymak için peygamber ara­mayın. Peygambere gönülden bağlı bulunanlara uyarsanız, Peygamber'e (s.a.v) uymuş olursunuz. Onları görünce ellerine yapışın. Onlar peygamberler gibidirler.

Muttaki ve kötülüklerden çekinen bilgi sahipleri ile sohbete de­vam ediniz. Onların hoş sohbeti olur, ruhunuzu bereket kaplar. Bil­gisinin verdiği gereği yapmayan dünyalık âlimlerle oturmayınız. On­ların konuşmasında uğursuzluk vardır. Takva ve bilgide senden ileri olanlarla yaptığın sohbet hoştur, huzur bulursun. Takvası olmayan, ayrıca bilgiden de mahrum yaşayanla oturup kalkman sana felâket ve belâ getirir.

İşleri Allah için yap. Yaptığın işlerde Hakk'ın gayrini gözetme. Her şeyini O'na bırak. Başkasına bir çöp bile terk etme. İşleri Allah'ın gayri için yapmak küfür yoludur. Allah rızası için verilmeyen nesne, riyakârlıktır. Bu anlattıklarımızı yapmayan, sözlerimizi anlamayan, boş bir hevese kapılmıştır. Yakında ölüm gelir, bütün heveslerin kı­rılır; önce onları düzeltmeye koyul.

Yazık sana, Rabb’in tarafına geç. Başkalarından kesil. Peygam­ber (s.a.v) Efendimiz; “Rabb’inizle aranızda olan bağları devam ettiriniz, saadete erersiniz.” buyurur.

Rabb’inizle aranızda bulunan yolları ayıklayınız; huzur bulursu­nuz. Sâlih kulların kalbini kazanırsanız, rahata erersiniz.



* * *



Ey evlat! Zenginle fakiri ayırt etme. İkisini de eşit bil. Bunu yap­mıyorsan sana felah yoktur. Fakirleri sabırlı gör. Onları tebrik et. Sana geldikleri zaman yüzlerine gül. Onlarla otur. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, fakirlerin hâlini şöyle anlatır: “Sabırlı fakirler, Rahman'ın arkadaşlarıdır.”

Bu âlemde kalplerinde Rahman'ın tecellisini bulurlar, öbür âlem­de bizzat ererler. Onlar dünyada kalplerini dünya süsünden berî et­tiler. Dünyalık şeyleri kalplerine sokmadılar. Onlar, fakirliği zengin­liğe tercih eder ve kalplerini sabra alıştırmaya çalışırlar. Sonra, âhirete dönerler. Oraya bir zaman bağlı kalır, sonra onu da bir tarafa atarlar. Bilirler ki; Rabblerinin rızası, oraya bağlı kalmakla hasıl ol­maz. Halktan utanarak ondan kaçarlar. Hakk'ın gayrı ve bilhassa sonradan yaratılmış, ömürsüz şeylere nasıl bağlanabilirler? İşte bu­nu anladıkları için yaptıkları cümle işi orada bırakır, Hakk'a doğru yol alırlar. Doğruluk kanatlarını açar, O'na doğru uçarlar. Kafese önem vermezler. Vücut kafeslerini bırakır, mucitlerine giderler. Yüce dostu ararlar. Evvel'i, Âhir'i, Zâhir'i, Bâtın'ı ararlar. Hakk'ın yakın­lık burcuna böylece yücelip giderler.

Yüce Yaratanımız şöyle buyurdu: “Onlar, katımızda sevilmiş ve seçilmişlerdir.” (es-Sâd, 38/47)

İşbu âyet-i kerimenin tefsiri şöyle olur: Kalpleri Biz'de. Göçleri uğrumuzda. İç âlemleri Biz'e yönel­miş, özleri Biz'imle dolmuştur. Dünyada ve âhirette onlar böyledir. Bu hâle eren bir cemaat için dünyanın ne değeri olur? Âhiret neye yarar? Dünya bir çöp kadar kıymetli olmaz, âhiret yine öyle. Semâ toplanır, yer dürülür, kalp köşelerine büzülür. Kalpleri o kadar yüce­dir ki, bu hâli yapabilir. Bu hâlleri onların kalp âlemine göre olur. Kalpleri arzusunu bulunca, Hak’tan gayri cümle şeyden fena bulur­lar.

Dünyadan beşerî ihtiyaçlarını alırlar. Geçmiş hüküm ve ilâhî ilim gereğince, dünya ihtiyaçlarını giderirler.

Hak tarafından olduğuna inandıkları hiç bir şeye itiraz etmez­ler. Güzel edep sahibidirler. İlâhî ilmin tecellisine karşı terbiyelerini muhafaza ederler. Kaza ve kaderi hoş karşılamayı bilirler. Verileni itina ve sabırla alırlar. İcap ederse bırakırlar ve buna üzülmezler. Nefis, hevâ, şahsî arzu bunlara söz geçiremez. Dış emirleri iyi bilir­ler. Bütün hâllerinde emrin gereğini yerine getirirler. Ellerinde dün­ya malı varsa halka dağıtırlar. Cimri davranmazlar. Kendilerine az bile kalsa, iyilik yapmaktan çekinmezler. Halkı Hakk'a yaklaştırmak yolunda ellerinden geleni yaparlar. Bir zerre miktar, dünya sevgisi kalplerinde kalmaz.



* * *



Dünyadan ayrıl, âhireti kaçırırsın. Bu dünyayı seven öbür dün­yayı elden çıkarır. Âhiret sevgisini kalbinde taşıdığın müddetçe Mevlâ’n sana uzak kalır.

İşe bak. Cahil olma. Sen, bilgi ile yıkılan insana benziyorsun. Bil­gi, gereği yapılmazsa insanı yıkar.

Hakk'a varmak arzusu kalbinde varsa, elinde bulunan dünya malından fakirlere ver. Sadaka vermek, fakirlere ihsan etmek, Hak’la iş yapmaktır. Allah, iyi zengindir. Kime ihsan etmiyor, kimi sürün­dürüyor? Kimi acından öldürüyor? Herkes istediği kadar alıyor. O'nun sofrası kullarının kabiliyetine göre açılır. İhtiyaçlar yeteri ka­dar giderilir. Allah uğruna bir zerre ver, önünde bir dağ bulursun. Bir damla su versen sana deniz verilir. Yeter ki, verdiğinizi O'nun uğru­na veresiniz. Her istediğinizin mükâfatını dünyada bulursunuz, öbür âlemde ise daha bol mükâfat alırsınız.



* * *



Ey cemaat! Hak’la iş yaparsanız etmiş olduğunuz kötü şeyler te­mizlenir. Nehirleriniz coşar. Ağaçlarınız yapraklanır. Dalları uzar. Meyveleri bollaşır.

Daima iyilik söyleyiniz. Kötü işleri yaptırmayınız. Allah yolunda yardım ediniz. O'nun dinine hizmet ediniz. Doğrulukla O’nun yoluna koşunuz. O'nun uğruna doğru olan, her zaman doğrudur. Gizli za­manda, açık zamanda ve her zamanda doğrudur. Darlıkta yine doğ­ru olur. Sıkıntılı zamanlarda yine doğru kalmasını bilir.

Bütün ihtiyaçlarınızı Hak’tan isteyiniz. Halka avuç açmayınız. Hak varken halkın lafı olmaz. Zahirde kullardan isteseniz bile, kal­biniz O'nunla olmalı. Her şeyin Hak’tan olduğuna inanınız. Birinden istemek zorunda kalırsanız, kalbiniz tam mânası ile Hakk'a bağlı olur­sa, o istek ve arzunun, Mevlâ'nın ilhamı olduğunu bilirsiniz. Allah'ın varlığına inanınız, kimden isterseniz isteyiniz. O, gideceğiniz yönü tayin eder. Verilirse, Hak’tan olur, olmazsa yine O'ndan.

Allah yolcuları kalplerine dünyalık koymaz. Orası Hakk'ın tecel­li yeridir; bu yüzden maddî nesneleri oradan atarlar. Gelecek bir şey varsa, vakti olduğunu bilirler. O vakit gelince her şey yerini alır. Onu artık aramazlar, bırakırlar; haliyle geleceğine inanırlar. Şahlarının kapısında yerleşirler. Her şeyden gına duyarlar. Allah'ın fazlı onları zengin eder. O'nun yakınlığı onlara yeter. İç âlemleri nurlanınca, halkın yöneldiği yöne dönerler. Halka, Hak tarafından gönderilen bir hatip olurlar. Şayet, halktan bir grup şahın huzuruna gidecek olsa, önlerinde sözcüleri bu büyükler olur. Onlar, halkın kalp elini tutar. Şahın yanına aparırlar; onların hürmetleri için herkese iyilik edilir. Onların şerefine bütün kullara ihsan yapılır.

Bazı büyükler, iyi kulları anlatırken şöyle der: “Allah'ın kulları, tam kul oldukları için Rabblerinden gayrisini istemezler. Dünyayı düşünmezler, âhireti beklemezler. Yalnız Mevlâ'yı isterler. Başka dilekleri yoktur.

Allah'ım, bütün halkı Sana yönelmiş kıl. Bütün dileğim budur. Yapacağını Sana ısmarlarım, iş Sen’indir. Bu benim duamdır; umu­mîdir. Bu duayı yapanlar, mükâfat alır. Allah, dilediğini yapar. Halk, O'nun elindedir.



* * *



Bir kalp, sıhhat bulunca rahmet ve şefkatle dolar. Halkı sever, onlara acır. Bazı büyükler derler ki: “Sağlam kalbe sahip olan, çok hayır yapar.”

Kötü işleri sıddîklar –doğrular- bırakırlar. Doğru kimseler, bü­yük, küçük cümle hayatı bırakırlar. Şüpheli şeyleri bırakırlar. Şeh­vet arzularından yana olmazlar. Mubah işlere lüzumu kadar yanaşır­lar. Mutlak helâl olanı ararlar. Doğru insanlar gecenin ve gündüzün çoğunu ibâdetle geçirirler. Kullara ait bazı şeyleri de icat ederler. Âdetler onlara uzak olur. Günlük geçimlerini kolay kazanırlar. Az çalışır, doğru olur, para kazanırlar. Doğruluk onları zengin eder. Ka­zandıklarını yemekle emrolundukları için huzurla yerler. Her şey on­lara özünü gösterir. Her varlık parlaklık kazanır.

Çok kere onların dertleri gönüllerinde kalır. İstekleri verilmeyin­ce sabra devam ederler. Ellerine geleni almadıkları olur. Zaman olur, duâ ederler, icabet olmaz. İsterler, verilmez. Bir şeyden dert yanar­lar; o şey, aksine artar. Kurtulmak isterler, yol bulunmaz. Onların her biri, kurtulmak ister, kurtuluş bulamaz. Tevhid eder, ihlâsa de­vamlı olur, fakat yakınlık duygusu sönmüş gibi görünür. Sanki uğ­runda çalıştığı Yüce Varlık, onu bilmiyor, görmüyor. Sanki kendisi iman sahibi değildir; inandığını da bilmez. Sanır ki, tevhid ehli de­ğildir. Hep bunları ruhunda sezer. Ama, yine de iç yönetici ona bir kuvvet vermiştir. Onunla insiyakı olarak sabra devam eder. Her şeyin sabırla neticeleneceğini iyi bilir. Buna inanır.

O büyük zat, sabrın kalbe şifa getireceğini bilir. Her hayrın sa­bırla olacağına da inanmıştır. Yakınlığın, yine sabrın sonunda başla­yacağına kanidir. Hep olan hâdiseleri birer imtihan ve tecrübe olarak kabul eder. İman sahibi, kâfir ve münafıktan; muvahhid, riyakârdan; ihlâs sahibi olanlar, Allah'ı bir bilenler, putçulardan ayrılmalı. Kor­kak kimdir, cesur kimdir, bu hâlde belli olur. Yerinde sağlam duran, daima hareket hâlinde olup hiç bir yere yerleşmeyenden ayrılır. Sab­redenlerle, ağlayan, sızlayan belli olur. Hak yolda hayırlı, doğru ve yalancı kimdir, kendini gösterir. Seven ve kinciler açığa çıkar. Uyan­la inatçı anlaşılır.

Bazı büyüklerin güzel sözleri vardır. Onu sana söyleyeceğim, dinle: Dünyada, yarasını tedavi eden gibi ol; yaranın tedavisine de­vam et. Yara iyileşecek, işin görülmüş olacak. Bunu bekle.



* * *



Bütün belâ ve sıkıntılar, şirkinden ötürü geliyor. Halkı Hakk'a eş buluyorsun. Halkın iyiliğini beklediğin ve onların faydasını umdu­ğun için belâya çarpılıyorsun. Bütün şifa, kalbinden halkı atmaktır. Kaza ve kader indiği zaman, azmine bakılır. Sabırlı isen belâ sana dokunmaz. Bu arada belâdan kurtulmak için bir çare de, halkın ba­şına geçmeyi arzu etmemendir. Onlara kendini yüksek tanıtmak is­teme. Belâlar peş peşe gelir. Kalbin Rabb’ine ait olmalı. İç âlemin O'na karşı temiz bulunmalı. Himmetini yüce tut. Bu anlatılacak şey­ler tahakkuk ettiği takdirde, kalbin yücelir. Peygamberlerin, şehitlerin, iyilerin ve yakın meleklerin makamına çıkarsın.

Hâlin devamınca büyürsün, yücelirsin. Şah olur, sultan olursun. Verdiğin sana gelir. Çevirmiş oldukların sana döner.

Mahrum, bu sözleri dinlemekten kaçandır. Bunlara iman etme­yen, hayırdan yoksundur. Bu sözlerin sahibine saygı duymayan, ha­yır ehli olamaz.



* * *



Ey geçimi uğruna her şeyi harcayan adamlar, aradığınız bende! Ticaretiniz bende. öbür âlem de bende. Ben bir defa tellâl olurum. Bir defa da simsar olurum. Neyin varsa söyle; her şeyin hakkını veri­rim. Âhirete ait bir şey elime geçerse onu yalnız başıma yemem; iyi insan, şahsını düşünmez. Allah'ın Kerîm ismine inanmış olanlar cimrilik bilmezler. Allah'ı bilen O'ndan başkasına önem vermez.

Cimrilik nefisten gelir. Arif olanın nefsi halka nispetle ölüdür. Onun nefsi sakindir. Allah'ın iyi vaadine inanmıştır. O'nun azabından çekinme hâlini benliğinde taşır.

Allah'ım, iyi kullarına verdiğini, bize de ver.

“Dünyada iyilik ver, âhirette iyilik ver. Bizi ateşten koru.” (el-Bakara, 2/ 201) Âmin!

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



15. MECLİS



Bu konuşma pazar günü Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 9 Zilkade 545, Milâdî 1150.



İman sahibi, azık hazırlar. Kâfir ise yer içer, keyfine bakar. Öte­sini düşünmez.

İman sahibi, bir yolcu gibidir. Kendini öyle görür. Burada az za­man kalacağını bilir. Malını alır, azla yetinir. Arta kalanı âhiret âle­mine bırakır. Nefsine yeteri kadar burada harcar. Varlığını taşıta­cak kadar nefsini doyurur. Bütün emeli âhiret içindir. Bütün gücünü ve kuvvetini oraya verir. Dünya ve onun ehline önem vermez. Kalbi dünyadan kesilmiştir. Dünya ve ehli onun yanında önem taşımaz. Yanında tatlı bir dünyalık varsa fakirlere verir. Âhiret için azığın böyle yapılacağını bilir. Dünyada verdiği az şeyin, âhirette daha bü­yük ve daha iyi bir şeyle karşılık bulacağına inanır.

İrfan sahibi ve bilgi sahibi olan, bütün gücünü Hakk'a yakın ol­maya harcar. Âhirete geçmeden önce Hak yakınlığını burada bulma­yı arzular. Gayretini bu yolda harcar.

Hak yakınlığı bulunduğu an, kalp yolculuğu biter. Ondan öte yol yoktur. Sır âleminin yürüyüşü de sona erer.



* * *



Seni daima secde, kıyam ve rükû hâlinde görmekteyim. Bunlar­dan bir sürü de yorgunluk duyuyorsun; ama kalbin, bunlardan bir iz almıyor. Hakk'a yakın olmuyor. Yaptığın işler ona tesir etmiyor. Kal­bin, şu kalıptan bir türlü çıkmıyor. Alışmış olduğu hiç bir âdeti terk etmiyor.

Rabb’ini doğru ara. Bu yolda doğru ol. Bu doğruluğun seni yor­gunluktan kurtarır. Doğruluk gaganla vücut yumurtasını del, halka bağlılıktan kurtul. Dünyalık eşyalara karşı zühd elini çıkar; bütün arzularını kır. Kalbinle uçmaya koyul. Hak yakınlığı sahiline varıncaya kadar uçuşa devam et. O denizin sahiline yanaş. Geçmişin kur­tarıcısı sana gelir. Onun yanında yardım gemisi de bulunur. Elinden tutar. Rabb’ine götürür.

Bu dünya, bir denizdir. İmanın da bir gemidir. Gemi sağlam olursa burada boğulmaktan kurtulursun. Buna benzer Lokman Hekim'in bir sözü vardır. Oğluna öğüt verirken şöyle der: “Oğulcuğum! Dünya denizdir; iman da onun içinde gemi. Ge­miyi yürüten, Allah'a kulluktur. Sahil, âhiret âleminin başlangıcıdır.”



* * *



Ey günahlarda ısrar edenler, yakında sizi körlük kaplayacak. Kulaklarınız duymayacak. Kötürüm olacak, yerinizden kalkamaya­caksınız, isyankâr olduğunuzdan, kullar da sizin için acıma hissi duymayacak. Malınız telef olacak. Hırsızlar gelecek, her biri bir parça alıp götürecek. Fırtına esecek, âfet inecek, diğerlerini telef edecek, siz de perişan olacaksınız.

Akıllı olunuz. Rabb’inize dönünüz. Allah'a karşı olarak, malınızı çıkarmayınız. Allah'ı bırakıp mülke bel bağlamayınız. Hakk'ı bıra­kıp mülke dayanmayınız. Kalbinize Allah sevgisini koyunuz, mülk sevgisini çıkarınız. Malınız evinizde dursun; ceplerinizde ve çocukla­rınızın elinde beklesin. Malınızı, vekilleriniz kimse onlar idare etsin, siz bir yanda bekleyiniz. Ölümü gözetleyiniz. Hırsınızı azaltınız, ümit­lerinizi biraz kısınız. Bayezid-i Bistamî (Allah ona rahmet eylesin), şöyle der: “İman ve irfan sahibi, Allah'tan dünya istemez. Âhiret talebin­de bulunmaz. Mevlâ'sından Mevlâ'yı ister.”



* * *



Ey evlat! Kalbinle Allah'a dön. Allah'a tevbe ile dönülür. Tevbe eden ona dönmüş sayılır. Allah Teâlâ'nın; “Rabb’inize inabe ediniz.” (ez-Zümer, 39/54) buyurması, Rabbinize dönünüz demektir.

Her ne varsa Allah'a bırakınız. Nefsinizi de O'na teslim ediniz. Nefsinizi, O’nun kaza ve kaderi önüne seriniz. O'nun yasakları ve emri karşısında nefse pay vermeyiniz. Hakk’ın değiştirmesi önünde nefse pay çıkarmayınız.

Kalbinizi Hakk'a veriniz. Elsiz olsun, ayaksız olsun, gözsüz ve şe­kilsiz olsun. Bu âlem böyledir. Şekil yoktur. Şemail yoktur. Niçin ve neden gibi sözler olmaz. Muhalefet ve niza yapılmaz. Uymak ve tas­dik etmek vardır. “Emir âlemi, tamamdır” deyiniz. “Kaderde hatâ yoktur” deyiniz.

Ve geçmişteki ezelî bilginin yanlış olmadığını her yerde ilân edi­niz. Böyle olursanız, Hakk'a dönüşünüzde şüphe kalmaz. Haliniz Hakk'a ermiş olduğunuzu tasdik eder. Hiç bir şeyle ünsiyet etme. Hak’tan gay­ri her şeyden kaç. Arştan zemine kadar bütün yaratılmışları bırak; bıraktığın an, bütün hadiselerin tesirinden kurtulmuş olursun.

Büyük insanların hâllerini bilmeyen, onlara saygı duyamaz. On­ların iç âlemlerini ve Hak’la olan bâzı hâllerini sezemeyen, onlara hürmet edemez.

Allah'ın sevgili kulları övülmeyi ve kötülenmeyi eşit görürler. Onlar için övülmekle kötülenmek aynıdır. Yazla kış arasında onlar için ayırt edici bir şey yoktur. Hepsinde, Hakk'ın varlığını sezerler. Değiştirmek ellerinden gelmez.

Bu hâl kimde tahakkuk ederse büyüklerden olur. Övenlere mü­kâfat vermeye kalkmaz. Kötüleyenlere harp açmaz. Onlarla uğraş­manın abes olduğunu bilir. Halk sevgisini kalbinden çıkarır; Hak sevgisini koyar.

Büyükler, Hakk'a öfke duymazlar. Hakk'ın fermanı olmadan sev­gi duygusunu taşımazlar. Allah'ın emri ile şefkat duyarlar, acırlar.

Doğruluk olmadan bilginin sana ne yararı dokunur? Doğruluğun olmadığı için bilgi sana belâ oldu. Öğrendin, namaz kıldın, oruç tuttun; sebebi, sana mal versinler, iyiliğini söylesinler, evlerine git­tikleri zaman seni övsünler, oldu. Sana yakışır mı bu düşünce?

Farzet, halkın teveccühü sana geldi; ölüm ve o andaki sıkıntı baş­ladığı zaman neye yarar? Ölüm anında aranızda uçurumlar olur. Se­ni kurtaramazlar. Halktan topladığın malı bir başkası yer, hesabı ve cezası sana kalır. Ey tedbirci ve bununla beraber mahrum yaşayan, sen çalışan ve yorulan kimselerdensin; dünyadaki hâlin budur. Asıl yorulmak yarın cehennemde başlar.

İbadet bir sanattır; onu yapanlar, Allah'ın sevgili kullarıdır. Var­lığını Hak varlığına katanlar ve ihlâs sahibi olanlar ibadet edebilir. Asıl kulluğu Aziz ve Celil olan Hakk'a yakın olanlar yapabilir.

İlmi ile iş gören bilgi sahipleri, yeryüzünde Allah'ın vekilleridir. Onlar peygamberlere vâris olmuşlardır. Ey heves peşinde koşanlar, dil gürültüsü ile uğraşanlar ve iç bilgisini bırakıp dış şeylerle meş­gul olanlar, siz onlardan olamazsınız.

Ey evlat! İslâm dininin hiçbir şeyi ile değilsin. İslâm dini sende sıhhat bulmadı. İslâm dini bir temeldir; şehadet onun özünü sağlar. Şehadeti tam getirmeyen, hem temelden, hem binadan mahrum olur. Yalnız dille şahadet getirmen sana fayda vermez; çünkü kal­binde bir çok ilâh vardır. Şahından ve dış idarecilerden korkun kal­bine ilâhtır. Çalışmana, ticaretine, kuvvetine, gözüne, kulağına ve bunlarla yaptığın ticarete güvenmen sana birer ilâhtır. İyiliği, kötü­lüğü halktan görmen; vermeyi, almayı onlardan bilmen kalbine yi­ne bir ilâh olur. Allah'tan başka güvendiğin ve dayandığın her şey sana bir ilâhtır. Onları kalbinden çıkarmadıkça “Allah'tan başka Allah yoktur” demen faydasızdır.

Halkın çoğu, yukarıda anlatılan şeylere dayanır, kalplerini on­lara verir; ama kendilerini Hakk'a bağlı sanırlar. Hakk'ı anmak on­lar için bir âdettir; bunu sadece dilleriyle yaparlar. Kalpleri haber­sizdir. Onların hali böyle devam eder, sonra meydana çıkar. Halleri yüzlerine vurulur. “Biz Müslüman değil miydik?” diye feryat ederler; ama faydasız...

Yazık sana! Sözünle “İlâh yoktur” derken her şeyi yok görüyor­sun; “Ancak Allah vardır” derken de bütün varlığı O'na veriyorsun; başkasına varlık tanımıyorsun. Her ne zaman kalbin Hak’tan başka­sına dayanırsa yukarıdaki sözlerin yalan çıkar. Neye itimat ediyor­san ve kime dayanıyorsan sana ilâh odur. Dışa itibar yoktur. Kalp var ya; inanan, ihlâs yolunu tutan işte odur; muttaki odur, sana teh­likeli olan şeyi o bıraktırır. Allah'a tam inanan odur. Arta kalan duy­gular onun askerleri ve onun tebaasıdır. Buna göre “Allah'tan başka ilâh yoktur” dediğin zaman evvelâ kalbinle de; sonra dilinle söyle! Tevhidin hakikatine dayan ve ona itaat et. Allah'tan başkasına güvenme.

Dışını zahir hükme ver; iç âlemini Hakk'a bağla. Hayrı, şerri dı­şında bırak; sonra iç âlemine yönel, onları yaratanla ol.

O'nu bilen önünde eğilir. O'nu anlayan konuşamaz, dili tutulur, Allah'a ve iyi kullarına tevazu gösterir. Hüznü ve gamı artar. Allah'­tan çok korkar ve utanır. Geçmiş zamanlarda yaptığı aşırı işleri dolayısıyla pişmanlık duyar. Yanında bilgi ve marifet sırları vardır; bunların kaybolmasından korku duyar. Çünkü “Hak Teâlâ, dilediğini yapar. Yaptığından O'na soru sormak olmaz! Onun gayri, hep yap­tıklarından sorumludurlar.” (el-Enbiyâ, 21/23)

İman sahibi iki hâl arasındadır. Bir defa geçmişte yaptığı hata­ları, yanlış işleri, bilgisizliğini hatırlar, utanır, utancından erir. He­saba çekilmekten korkar. Bir defa da, bulunduğu hâle bakar. Yap­tığı kulluk makbul mü, yoksa değil mi? Verilmiş nimetler kalacak mı, yoksa alınacak mı? Yoksa haliyle bırakılacak mı? Acaba kıya­met günü hâli nice olur? Arkadaşı inananlar mı olur, yoksa iman­sızlar mı? Bunları hep o iman sahibi düşünür. İşte bundandır ki, Pey­gamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Allah'a en çok arif benim, bununla beraber en ziyade korkan yine benim.”



* * *



İrfan sahibinin bütün hâli dağınıktır. Hiç bir zaman kendini der­leyip toparlayamaz. Ancak, geçmiş ilmin gereği kendilerine okunan kimseler hariç. Onlar olanı ve olacağı bilirler. Kalpleri saklı kitabı -Levh-i Mahfuz’u- okumuştur. Oradaki hâllerini anlamışlardır. Bu­nu yalnız kendileri bilir. Çünkü saklanması için emir almışlardır. He­le nefisleri katiyen bunu bilmez.

Anlattığımız hâle ermenin evveli, İslâm dinine girmekle başlar. Emri tutmak, yasaklardan kaçmak, âfetlere sabırla karşı koymak da yetiştirir. Sonu ise, zühdle biter. Hakk'ın gayri her şeyi bırakmakla da olgunlaşır. Bu âlemin kapısına varan için altınla toprak bir olur. Övülmekle sövülmek eşitlik kazanır. Vermekle almak arasında ay­rılık kalmaz. Keyif sürmekle cefa içinde kıvranmak aynıdır. Zengin-olmakla fakir kalmak bir mâna taşımaz. Halk, onca olsa da olur, ol­masa da. Bunların bitiminde Hak tecelli eder. O'nun tecellisi külli olur, sonra anlatılan hâlin sahibine şahlık verilir. Halka velî olarak gönderilir, O'nu her gören ondan fayda alır. Çünkü onda Allah'ın heybeti vardır. O'nun nuruna belenmiştir.



* * *



“Rabb’imiz, bize dünyada iyilik ver. Âhirette de iyilik ihsan eyle. Bizleri ateşten sakla.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »




16. MECLİS



Bu konuşma salı günü öğlende medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 11 Zilkade 545, Milâdî 1150.



Hasan Basrî (rh.a) şöyle der: “Dünyaya ihanet ettiniz, Allah'a yemin olsun, o dünya ihanet­ten sonra iyi olur.”



* * *



Ey evlat! Kur'ân’la amel etmek, seni Kur'ân'ın bulunduğu ma­kama erdirir. Sünnet’le iş yapmak ise, Peygamberimiz’in makamına çıkarır (s.a.v).

Peygamberimiz’in ruhaniyeti, Allah yolcularının kalbi çevresinde durur. Orayı süsleyen o ruhtur. Onların sır âlemleri onun ruhuyla parlar. Yakınlık kapısını o açar. Allah yolcularının perişan saçlarını o ruh düzeltir, tarar. Kalp, sır ve Yaratan arasında elçiliği o ruh yapar. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in ruhaniyetine bir adım yanaşan, şükür yolunu tutmalıdır. Yaklaştıkça kulluğu artmalıdır. Bundan ayrı şeylerle ferah bulmak isteyen, boş hevese kapılmış olur.

Cahil kimse, dünya ile ferahyâb olur. Bilgi sahibi, dünya ile hü­zünlü olur. Cahil kişi, kaderle niza çıkarır, ona karşı durmak ister. Bilgi sahibi, ona uyar ve razı olur.

Zavallı! Kaderle çekişme! Onu kırmaya uğraşma. Azap sana iner, razı oluncaya kadar başından kalkmaz. Kadere razı olmalısın ve kalbinden halkı bir yana atmalısın. Halkın Yaratan'ına böyle var­malısın. O'na kalbinle varsan gerek. Sırrınla O'na yol bulmak icap eder.

Hakk'a uymaya güçlü isen yap. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in yoluna koyulmaya niyetli isen durma. Sâlih kullarına hizmet dili­yorsan bekleme. Dünya ve âhirette sana bunlardan daha yararlı şey yoktur. Dünyanın bütün varlığına sahip olsan, kalbine bir şey koy­ma. Diğer dünyalık kişilerin kalbine benzetme. Kendiliğinden bir to­za bile sahip olamayacağına inan. Asıl hazine, yalnız Hak Teâlâ'nın birlik nurunu kalbe koyabilmektir. Bunu yapabilen her halinde O’nun­la olduğunu bilir. Vereceği her hükmü O’nun emri ile verir. Bütün insanlar, O’nun vereceği hüküm önünde eşittir.



* * *



Yazık sana, haddini bil. O büyük insanlara karşı senin değerin ne­dir ki? Senin bütün dert edindiğin şey; yemek, içmek ve diğer şeyler. Giymek, göze gözükmek, dünyalık toplamak vs. Dünya işine çok ça­lışan âhiret işine çalışamaz. Semirmek için yorulmaktasın. Ama o topladığın etleri böcekler yiyecek. Yerdeki hayvanlara yem olacak­sın.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar: “Her gün, sabah-öğlen, bir melek bağırır: ‘Ey insan oğulları! Ölmek için doğunuz, yıkılması için evler ya­pınız, düşmanlar için mal toplayınız.”

İman sahibinin, bütün işlerde iyi niyeti vardır. Dünyada dünya için çalışmaz. Dünyada kaldığı süre öbür âlem için binalar kurar. Mektepler yapar. İnsanları birbirine bağlayacak, birleştirecek iyi iş­ler görür. Müslüman kardeşlerinin geçit yollarını süsler. Bunlardan başka bir iş yapacak olsa, o da yavruları için, yolda kalmış ve fakir­ler için olur. Bunları yapmaktan gaye, yerine öbür âlemde bunlar­dan daha iyisini bulacağıdır. Dünyada nefsi, tabiî hevâsı için bir şey yapmaz. Âdemoğlu doğru olsa, Hak onunla olur. Bütün işlerinde Al­lah ona yardımcı olur. Bir şey kaybetse Allah için olur. Bulduğu yi­ne O'nun için olur. Kalbi Peygamber’le birleşir. Peygamberler ne getirmişlerse onu kabullenir. Söze, işe ve imana dayanan her ne gelmiş ise kabul eder. Bu halin yararı, hem dünyada, hem de öbür âlemde olur.

Allah'ı anan daima diridir, ölmez. Bir hayattan öbür âleme ge­çer. Bir andan fazla ölüm acısı ona gelmez. Allah'ı anmak kalbe yer­leşince, kul dâima Allah'ı anar. Dilinden bir şey demese bile o, Al­lah'ı anmış olur. Kul Allah'ı andıkça Hakk'a uyar ve O'nun işlerine muvafakat eder. O'nun yaptığı işlere ses çıkarmaz.

Hakk'a uymamız ve O’nun emirlerine boyun eğmemiz gerekir. Biz yazın geldiğine hakikaten inanmayacak olursak, ensemiz yandığı za­man inanırız. Kışa-yaza inanmak, onları olduğu gibi kabul etmek, onların eziyetini hafifletir. Onlara inanmış olan gereğini yapar, kur­tulur. Yazın serinlik bulur, kışın sıcak edecek şeyleri hazırlar.

İşte belâlara da inanmak, bunun gibi bir şeydir. Sıkıntı ve dar­lığı giderir. Belâ ve âfetlerin, gelişine inanan onların gelişine hazırlık yapar; yapınca cümle sıkıntıdan emin olur. Belâ ve âfet için asıl ha­zırlık, onların Hak tarafından gönderilmiş olduğuna inanmaktır. Sa­bırlı olmaktır.

Allah yolcularının hâli ne kadar hoştur. Onların hâli ne kadar iyidir. Hak katından onlara ne gelse, hoşluk olur. Onlar, marifet şa­rabını içmişlerdir. Hakk'ın lütuf kucağında yatarlar. O'nun ünsiyeti ile ülfet ederler. Şüphesiz bu halleri için onlara güzel makam verilmiştir. Hak Teâlâ'dan başkasını görmemek zevkini tatmışlardır. On­lar, Mevlâ'nın eli altında birer ölüdür. Heybet nuru, onları bu hale getirmiştir. Allah dilerse onları diriltir. Hak önünde onlar Ashâb-ı Kehf'dir. Allah Teâlâ, Ashab-ı Kehf hakkında şöyle buyurur: “Onları bir sağa, bir de sola çeviririz.” (el-Kehf, 18/18)

O büyükler, insanların en akıllısıydı. Bütün hâlde Yaratıcıların­dan marifet ve kurtuluş dilediler. Bütün gayeleri buydu.

Yazık sana, cehennemlik işleri yaparken cenneti umuyorsun! Bir şey beklenmemesi gereken yerde, çok şeyler umuyorsun! Geçici şeylere kanma. Onu senin sanıyorsun; ama yakında elinden alacak­lar. Aziz ve Celil olan Hak, hayatı sana emanet verdi. Bu hayat sana ibadet için verildi. Onu senin sandın, istediğini yapmaya kalktın. Zen­ginlik bir emanettir. Emniyet, şöhret, mansıp birer emanettir. Ya­nında ne kadar iyilik varsa hepsi birer emanettir. Onları yerinde kullan. Onları kullanışında ifrata varma. Tefrit de etme. Ne ileri git, ne de geri kal. Sana verilen her şeyden sorumlusun ve hepsi geri is­tenecek. Elinizde bulunan bütün nimetlerle, Allah'a kulluk yapmaya bakınız. Her sevdiğinizi Hak yolunda harcayınız. Allah dostları ka­tında siz, bir didinme hevesindesiniz. Siz de onlar gibi olunuz. Onlar selâmet istiyorlar. Bu selâmet, dünyada ve âhirette Hak’la olmaktır.


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



17. MECLİS



Bu konuşma Cuma sabahı medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 14 Zilkade 545, Milâdî 1150.



Rızkın için üzüntüye düşme. O seni arar; öyle arar ki, sen onun kadar arayamazsın. Bugünkü geçimin tamam olunca ötesini bırak; yarını arama. Geçen günü aramadığın gibi onu da arama. Yarına ereceğin belli değil. Ya sabahlarsın veya sabahı bulamazsın. Hazır­la uğraş. Bugününü düşün. Eğer Hak irfanına erseydin; O'nunla olur­dun. O'na inanır, rızık peşine düşmezdin; O'nunla meşgul olurdun. O'nun heybeti seni geçim işlerinden çekerdi. Allah'ı bilen, bir şey di­leyemez hâle gelir.

İrfan sahibi, Hak tecellisi önünde dilsizdir. Tâ, insanlara gönderilinceye kadar böyle, insanlara gönderildiği zaman dili açılır. Dilin­deki tutukluk kaybolur.

Musa (a.s) Peygamber, koyun yayarken dilinde tutukluk vardı. Acele konuşurdu; tutulur, kalırdı. Allah Teâlâ, onu Firavun'a gön­derdiği zaman dilini açtı. Bunun için Musa Peygamber şu dilekte bu­lunmuştu: “Dilimdeki bağı çöz ki, sözümü anlasınlar.” (Tâhâ, 20/28) Bu duanın derin özünde şu mânalar saklıdır: “Ben bir zamanlar çobandım. Hayvan yaymakla meşguldüm. Dilimin açılmasına lüzum yoktu. Ama şimdi öyle değil, insanlar arasına karışacağım. Senin varlığını onlara anlatacağım. Bu sebeple di­limdeki tutuk hâlin geçmesini talep ediyorum. Onu gider.”

Musa Peygamber’in dilinin tutukluğuna dair şu hikâye vardır ki, bundan başkası da anlatılır: “Musa (a.s) Peygamber, çocuktu. Firavun ile hanımının ya­nında idi. O zaman konuşacak durumu yoktu; fakat birden doksan kelime konuştu. Başkası o yaşta konuşamazdı. Bu hâl az devam etti. Bir kaza oldu. Sebebi bilinmeyen bir hâlle ağzına ateş koymuştu. Bu ateş onun diline tesir etmişti. Dilinde bu yüzden tutukluk olmuştu. Bu işi yaptıran Allah Teâlâ Hazretleridir.



* * *



Ey evlat! İrfanın az. Seni öyle görüyorum. Peygamber’e karşı da aynı hâldesin. Onu tam anlamıyorsun. Allah'ın sevgili kullarına da irfan duygusu taşımıyorsun. Onun, Peygamberler makamında olan ebdalleri vardır. Yeryüzünde O’nun halifeleri bulunur. Bunların ne gibi alâmeti olduğunu anla. Neden bunların hâlinden boş bulunuyor­sun?

Sen, içinde kuş bulunmayan bir kafes gibisin. Boş bir eve benziyorsun; yıkık, virane hâlin var. Bir ağaçsın ki, kurumuş, yaprakları dökülmüş.

Kulun kalbi, İslâm’la mamur olur. Sonra onun hakikatine tam ermekle düzelir. Buna da: “Teslim olmak; O'na candan teslim olmak” denir.

Cümle varlığını Aziz ve Celil olan Allah'a ver. O'na teslim olur­san, nefsine sahip olman kabil olur. Kalbini alır, bir hoş hâlde ge­zersin; benliğini yitirirsin. Halkı da bırakır, Hak önünde durursun. Bu anda halk yoktur; senliğin yoktur. Mevlâ dilerse seni halka ka­tar, elbise giydirir, düzenli bir hâlde kullara gönderir, emrini onlara tebliğ ettirir. Hem kendi özünde, hem de halk arasında ilâhî emirle­rin mümessili olursun. Bu işte Peygamber’in rızası da seninle olur. Halka gönderilince kendiliğinden iş yapmaya kalkmazsın. Beklersin, O’nun sana vermiş olduğu cümle hükümleri kabullenirsin.

Hak Teâlâ'ya yönelen herkes Musa Peygamber’in şu sözünü der: “Razı olasın diye, sana acele geldim.” (Tâhâ, 20/84)

İman sahibi bu gidişi kalp adımıyla yapar. Hak’tan gayri var­lıklardan soyunduktan sonra O'nun önünde el bağlar, durur. Kalp hâliyle bunu yapar. Hâl lisanı ile Musa Peygamber’in konuştuğunu ko­nuşmaya koyulur: “Dünyayı bıraktım, âhiretten vazgeçtim, cümle halkı bir yana attım. Sebepler bana yakın olamaz. Sen'den başka yaratıcı tanımıyorum. Hemen Sana koştum; beni bağışlayasın ve razı olasın diye geldim. Şimdiye kadar onlarla oluşumu yüzüme vurma, Allah’ım!”

Ey cahil! Sana n'oldu? Söylediklerimden sana nasip yok. Bu nasipsizlik seni nefse kapattı. Dünyaya ve tabiî olan kötü arzulara itti. Kulların kulusun. Onları Hakk'a ortak yapmaktasın. Onların yarar ve zararını beklemektesin. Cennete köle oldun. Ona girmekten baş­ka emel beslemiyorsun. Ateşten korkar oldun. Sanki ona tapmaktasın. Siz neredesiniz? Hepiniz, kalplerin sahibi olanın elinde bulun­maktasınız. Basiretlerinizi o evirir, çevirir. O söz sahibidir. Bir şeye “ol” der, olur.



* * *



Ey evlat! Taatine aldanma. Onunla öğünüyorsun, hâlin bu. Subhan olan Hak Teâlâ'dan makbul olmasını dile. Tâat hâlinden başka hâle çevrilmekten hazer et. Bir gün iç temizliğin için “Kararsın!”, tâatin için de “Masiyet olsun!” emri verilince ne yaparsın? Elinden ne gelir? Bu durumda sana ben ne yapabilirim?

İrfan sahibinin yanında yabancı kalamaz. Onu aldatacak olmaz. O aynı zamanda kendinden emin de olamaz. Dünyadan çıkıncaya ka­dar bu durumu devam eder. Mevlâ’sı ile arasındaki mevcut emaneti yerine getirir. Tâ o emanet yerine teslim edilinceye kadar.



* * *



Ey cemaat! Size kalp işleri düşer. Size asıl o gerek. Onda, tam ihlâsa sahip olmak icap eder. Kalbi olgun ihlâs hâline getirmek için, Allah Teâlâ'dan başka bütün varlığı silmek gerek. İhlâsta ve diğer hâllerde marifet asıldır. Öbürleri ona eklenir.

Sizleri yalancı ve sahtekâr görüyorum. Sözlerinizde ve işleriniz­de hep böylesiniz. Gizli yaptığınız işlerde yine öylesiniz. Açık yaptı­ğınız işlerde yine aynı yolu takip etmektesiniz.

Sebatlı hâliniz yok. Söze gelince bol! Fakat işleriniz sebatsız ve devamsız. Her zaman sözleriniz yalnız kalmakta. Buna iş eklense bi­le ihlâs olmadığı için bir şeye yaramıyor. Hele tevhid hâline hiç ya­naştığınız yok. Bunları anlamak bana güç değil. Mihenk taşı elimde. Seni sevindirecek şey de bende var.

Hak Teâlâ'dan kabul istemek ve kabul olması için gerekenleri yapmamak sana ne sağlayabilir? O'nun rızası kuru kuruya istenirse ne iyilik getirebilir? Erimek için kaba konduğun zaman her şeyin meydana çıkar. Ateş yanar, erirsin; arkasından ferman gelir: “İşte şu siyahtır, şu da beyazdır!”

Ayrıca şüpheli olanlar da meydana çıkar. Her biri için ayrı ayrı kıymet biçilir. O gün bütün saklılar meydana çıkınca şöyle bir hitap gelebilir: “Bütün işlerinize nifak karışmış olduğundan, hiç biri kabul edilmeyecektir!”

İşte işler böyle. Her ne ki, Hak’tan gayri için yapılıyor, o boş­tur, hebadır. Yapınız, seviniz, sohbet ediniz; fakat kimin için? Yer­yüzünde benzeri olmayan, her zaman gören ve işiten için olsun. Elinizdekini atınız, sonra yerinizde durunuz. O'na lâyık olmayan hiç bir şey sizde kalmasın. Daha sonra O'na ne lâyıksa onu getiriniz. Nefyiniz ve ispatınız O'nun için olsun. Bunu Hak Teâlâ sever. O'nun sevgi­li Peygamberi ise, O sevdiği için sever. Onların sevdiğini yapmak si­ze düşer. Bunları yapabilirsiniz. Yapılamayacak şey zaten söylenmez. Başardığınız takdirde şüpheli şeyler kalbinizden çıkar. İçinizdeki tembellik hâli kaybolur.

Allah ve O'nun Peygamberi ile manen sohbet ediniz. İyi kişilerin meclisinde bulununuz. Bunların karşısında çok edepli olunuz. Onla­ra hürmeti elden bırakmayınız. Onların üstünlüğünü hemen kabul ediniz.

Kurtulmak ümidi besliyorsanız, yanımda edepli oturunuz. Ede­bini bilmeyen bana uzak dursun. Boş ve fuzulî şeyleri yığmakta de­vam ediyorsunuz. Hiç olmazsa benim yanımda bulunduğunuz zaman onları bırakınız. Gününün çoğunu boş şeyle telef eden zat nasıl O'na yakınlık ümidi besleyebilir? Ve basit şeyleri derleyen O’na karşı na­sıl iyi edep iddiasında bulunabilir? Bunların mümkün olmayacağını biliyorum. Fırıncı ekmek işini bilir. Aşçı yemekten anlar. Her sanatkâr kendi işini öğrenmiştir. Davetle görevli olanlar, kimi çağıracağı­nı ve nereye götüreceğini bilir. Karşısında hazır olanların hepsinin kabiliyetini bilir, ona göre konuşur.

Dünyanız kalbinizi körletti. Bu yüzden iyi şeyleri görmekten mahrumsunuz. Dünyanın kötü varlığına katıldınız. Onun içine düş­tünüz, ezildiniz. Sizleri, haber vermeden yavaş yavaş perişan etti. Ve nihayet sizi boğazladı. Onun acı şarabını içtiniz. Sarhoş oldunuz. Bu arada elinizi kesti, çolak etti. Gözlerinize mil çekti, kör oldunuz. Ayak­larınızı da kesti, yürüyemez hâle geldiniz. Bunlar yapılırken siz, hiç bir olanın farkında olmadınız; çünkü sarhoş olmuştunuz. Ancak ayıldığınız zaman anladınız. Ama, o zaman iş işten geçmiş oldu. Size yapılanı yapıldıktan sonra anlamak neye yarar ki?

İşte dünya sevgisi ve sonu… O bir defa sevilmeye görsün, ötesini yapar. Her belâ ondan gelir. Mal toplamak hırsı, elem ve kaygılar, onun peşinden ilerler. Dünyanın işleri böyledir. Ondan çok sakınınız.



* * *



Ey evlat! Sana kurtuluş yoktur. İç hâlin dünya sevgisi ile dolu oldukça kurtulma ümidin boşunadır. Ey Hak sevgisi iddiasında bu­lunan, iddian boştur. Dünya sevgisi içini kaplamış, önce onu içinden at. Bu hâlinle iyileri de görmen kabil olmaz. Ayrıca âhiret sevgisini de kalbinden atman gerek. Dünya ve âhiret sevgisini içinden çıkarıp Mevlâ sevgisi ile dolu olduğun zaman kurtulabilirsin. Mevlâ'ya ermek için baş şart bunlardır.

Hak’tan gayri bilcümle şeyleri bırakmak insanı kurtarabilir. Al­lah sevgisi ile olan irfan sahibi, ne şunu, ne bunu sevebilir. Hak’tan ayrı bildiği her şeyi bir yana bırakır ve onlara ilgi duymaz. Ermek arzusunda olan böyle yapar.

Zaman gelir, sevgi hâli tamam olur ve bu hâlde doğruluğa erilirse, dünyalık kısmetler kendiliğinden gelir. O gelen yeter. Sahibini yormaz. Huzuru bozmaz. Öbür âleme geçtiği zaman, üzülerek bura­dan ayrılmaz. Terk ettiği birçok şeylerin daha iyisini orada bulur. Yaptıkları onu Hak kapısında beklerler. Yaptığı iyi şeylerin kaybol­madığını orada görür. Kaybolmalarına imkân yoktu. Çünkü hepsi Hakk'a terkedilmişti. O'nun rızası için onlara ilgi duyulmamıştı. Dün­yada basit görünen ve bu yüzden ilgi duyulmayan şeyler o âlemde, insana neler kazandırmaz ki? Burada az şey orada çok büyük ve hayırlı olur. Yeter ki, yapılanlar Hakk'ın rızası için olsun.

Allah Teâlâ, sevdiği kullara istediğini verir. Onlara istemese dahi eksiksiz ve bol gönderir. Hepsinin nasibi ve kısmeti önceden ayrılmıştır.

Kalbin arzuları iç âlemden gelir, ötelerden coşar, yerini bulunca durur! Nefsin kötü arzuları ise dış âlemden koparak gelir ve sahibini azdırır. Bunların ikisinin tatmini bir arada olamaz. Birinin tatmin olması, öbürünün yıkılmasını doğurur. Kalbin nasibi için nefsin arzusunu kırmak icap eder. Nefsin arzusu kırılınca, kalbin haz yolları açılır. Kalp doyduktan sonra, nefsin kısmeti de açılır. Tatmin edil­miş kalbin sahibi olan nefse iyilik emrolunur. O hâlde nefis mut­maindir. Hak ve hakikat karşısında boynu eğik olur; dik kafalı ol­mayı bırakır.



* * *



Sana dünyalığın kötü yönlerini sevdirmek isteyenlerle oturma. Onun kötülüklerinden kim sakındırıyorsa onu bul. Her şey cinsini çeker. Her şeyin parçası kendi aslını arar. Seven sevgilisini arar. Ta onu buluncaya kadar aramaya devam eder. Allah için sevişenler, O'nun uğruna sevgi gösterisi yaparlar. Bundan sonradır ki, Allah on­ları sever. Birinin sevgisini öbürüne kenetler. Kuvvetlerini bu sevgi ile verir.

Allah Teâlâ'dan bu yardımı aldıktan sonra kulları O’na çağırır­lar. Bu uğurda birbirlerine yardımcı olurlar. Kulları kötü şeylere ça­ğırmazlar. İmana, tevhide çağırırlar.

Acıma duygusu ile kulların elinden tutar, hak yola apanırlar. O yüce kapıya kadar getirir, durdururlar. Ondan ötesi kulun elinde de­ğildir. Ev sahibi dilerse içeri alır.

Hizmet edene hizmet edilir. İyilik yapan iyilik bulur. Verene ve­rilir. Bugün yaptığın işler, ateşe götürecek şeyler olursa, yarın gide­ceğin yer orasıdır. Hangi yolu tutuyorsan ondan başka yola gidemez­sin. Nasıl olursanız idareciniz ona göre olur. Karşınıza çıkan işler, hep yaptığınızın karşılığıdır. Cehennem ehlinin işini görürken Cen­net ümidin boştur. Cennete girecekler gibi iş tutmadıktan sonra, na­sıl oraya girmeyi istersin?

Dünyada hakikî kalp sahipleri tanınır. Onlar kalbe önem verir­ler. Dış duygular onlara göre sonradan gelir. Kalbi bırakıp yalnız ka­lıpla olmazlar. Bunu yetersiz görürler. Kalbin haberi olmadan tutu­lan iş neye yarar? Riyakâr, dışından amel eder. İhlâs sahibi, kalbini hak yola koyar. Allah için iş tutan, önce kalbini, sonra dış varlığını yola getirir. İman sahibi, yaptığı iyi işlerle diridir. İçi bozuk adamı yaptığı işler perişan eder, öldürür. İman sahibi, yalnız Allah için iş yapar; dirilir. İçinde bozukluk besleyen, halkı görür, onlara göre amel eder, kalbini öldürür. Halktan övülme ve fayda beklemek mü­nafık için ölümdür.

İman sahibi gizlide, aşikârede, darlıkta, genişlikte, içinde ve dı­şında aynı hareketleri yapar. İki türlü iş görmez. Münafık ise, yalnız halk yanında iyi iş tutar. Sonrası yok. Genişlik geldiği zaman iyi, sonrası boş. Herhangi bir darlığa girdiği zaman sanki dili ile imana girdiğini, Allah'a, peygamberlere ve meleklere iman ettiğini kimse­ye söylememişe benzer. Kıyamet gününü ve öldükten sonra dirilme­yi hiç duymamış gibi olur. Sanki hesap verecek kimse kendisi değil­dir. Onun zaten İslâmiyet’i kabulü sadece kelleyi kurtarmak ve Müslüman cemaati arasında rahat dolaşmak içindir. İlâhî azap ve ateş­te yanma korkusundan Müslüman olmaz. Çünkü o bunlara inanmaz. Oruç tutar. Namaz kılar, dinî bilgileri öğrenir. Ama bunların hepsi Müslümanların yanında... Onlardan ayrı kaldığı an, küfre, kötülük yollarına koyulur.

Allah’ım, bu kötü hâllerden sana sığınırız. Şu anda dünyadayız. Bizi o kötü insanlardan kurtar. Yarın öbür âleme geçtiğimiz zaman, yine bizi onların arasına katılmaktan koru. Âmin!



* * *



Ey evlat! İşlerde sana gereken dürüst olmaktır. Gözünü, yaptı­ğın işlere dikme. Onlardan gelecek yararı bekleme. Bir şey yaparken, halktan ne bir şey um, ne de yüce Yaratıcı'dan ısrarla karşılık iste. Kulsun, efendinin rızasını gözet. O'nun hazinesindeki güzel şeyleri umma. Yalnız O'nu dileyenlerden ol. O'nun özünü dile ki, istediğini versin. O seni sevdikten sonra, her şeyi senin olur. Dünya ve âhirette O'nun cennetine girersin. Dünyadaki cennet O'nun yakınlığıdır. Âhiretteki asıl cennet ise O'nun varlığına nazardır. O'nun yapmış ol­duğu vaatler, yaptığın işlere yeter, hem de artar. Korkma, vermezlik etmez.



* * *



Ey evlat! Malını ve nefsini O'nun kader eline teslim et. Varlığı­nı O'nun hükmü önüne ser. Satılacak şeyleri alana bırak. Bırak al­sın, parayı bugün ödemezse yarın öder ve kıymetinden daha fazlası­nı verir.

Ey Allah'ın kulları, nefsinizi O'na teslim ediniz. Parayı ve para edecek şeyleri düşünmeden O'na bırakınız. Söyleyiniz: “Nefis, mal, cennet senin olsun. Zat’ından gayri şeyler de senin olsun; bize Zât’ını ver. Başkasını istemiyoruz. Bize ev verirsin, içinde Sen olmayınca neyleriz? Yola çıktığımızda, yol arkadaşımız Sen olmadıktan sonra yol­culuğu ne yaparız?”

Ey cenneti isteyen, onu almak ve güzelleştirmek bugün olmalı­dır, yarın olmaz. Bugün onun sularını akıt, ırmaklarını çoğalt. Yarın yapamazsın. Hakk'ı bulursan hepsi kolay olur.



* * *



Ey cemaat! Kıyamet günü kalpler karışık olur. Gözler döner. Ayaklar yerinden kayar. O gün her iman sahibi, iman kuvvetine gö­re ayakta durur. Kötü şeyleri bıraktığı miktar tutunabilir. Dünyada iman üzerine ne kadar sebat etmişse orada da o kadar dayanması kabil olur.

O gün zalimler, O'na teslimdir; nasıl zulüm ettiklerini görürler. Fesatçılar, O'nun eline geçmiştir. O gün yaptıkları fesadın hesabını nasıl verirler, görürsün. O gün, iyilik kabul etmeyenler, ıslah olma­yanlar, huzura alınmışlardır, efendiden kaçmanın, iyilik kabul etmemenin ne demek olduğunu anlarlar.

Ey evlat! Sonu bekle. Şu anda yaptıkların iyi olabilir. Fakat so­nu? İşte onu düşünmen gerek. Bu yüzden daima Hakk'ı iste. Sonun iyi geçmesini dile. Hak Teâlâ'dan bunu iste. O'na hangi iş sevgili ise, onun üzerine ruhunun alınmasını dile.

Sakın, yine sakın, tevbe edip tevbeni bozmayasın. Kötü şeyi bı­raktıktan sonra ona dönmekten çok kork. Herhangi birinin sözüyle tevbeni bozma. Nefsine, şahsî arzularına ve kötü şeylere uyma. Mevlâ’na muhalif olmaktan kork. İşte böyle, bugün isyan edersen, yarın Mevlâ seni perişan eder. Sana yardım elini uzatmaz.



* * *



Allah’ım, bizi tâatında kullan; yardım et. İsyan ettirip rezil et­me. Ve “Dünyada iyilik ver. Âhirette iyilik ver. Ateşte yanmaktan bizi koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



18. MECLİS



Bu konuşma pazar günü Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 16 Zilkade 545, Milâdî 1150.



Allah Teâlâ iki cihad emretti. Biri içten, öbürü dıştan. İç âlem­de olacak cihad, nefisle, kötü arzularla, şeytanî duygularla olur. Ayrı­ca, isyandan dönmek, küçük hataları bırakmak da iç âlemde yapıla­cak cihad arasındadır. Haram olan şehevî arzuları bırakmak da bun­lar arasında sayılır.

Dış âlemde yapılacak cihad ise, Allah'a ve Peygamberi’ne (s.a.v) isyan edenleri yola getirmektir. İsyan kılıcı çekenleri hizaya getir­mektir. Oklarını kırmak ve mızraklarını parçalamak bu cihad arasın­dadır. Bu yolda öldürmek olduğu gibi, ölmek de vardır. Ama ne olur­sa olsun, iç âlemdeki cihad dış âlemdekinden daha zordur. Ve daima üzerinde durmak icap eder. Nasıl zor olmasın ki? Nefis bütün arzu­larından kesilir. Sonra tek yol açılır. O da Allah'ın emri yolu. Bu, onun doymak bilmeyen hırsını tatmin edemiyor!

Bir kimse, iki cihad vazifesinde de Allah'ın emrine uyarsa, ona dünya ve âhirette bol mükâfat vardır. Harp anında şehitler acı duy­mazlar. Ancak bir kimse kolundan alınan kandan ne kadar sızı du­yarsa şehit de kılıç darbesinden o kadar sızı duyar.

Bir hatalının günahı bırakması, susuzun suya olan ihtiyacı ka­dar önemlidir. Şehit bunu bilir, ölümden korkmaz. Şehadetle bütün hatalarının affına inanır. Bu yüzden hiç bir cihaddan çekinmez, ölüm acısını da duymaz.



* * *



Ey cemaat! Size teklif ettiğim iş, daha iyisini vereceğime karşılık­tır. Hakk’ı isteyenler, O’nun tarafından istenmiş olur. Bu zâtların her ânı bir olur. Kendine göre emri ve yasağı vardır. Zahirdeki emri yeri­ne getirdikten sonra, kalplerin hoşlanmadığı şeyi de yapmazlar. Bun­lar diğer insanlara benzemez. Hele Allah ve Peygamberi’nin (s.a.v) düşmanları olan içi bozuklara hiç benzemezler. İçi bozuklar ateşe atı­lacaklardır. Hakk'ı bilmeyen ve O’na düşmanlık eden nasıl ateşte yan­maz? Bunlar dünyada, Hakk'a uymuyorlardı. Şahsî olan kötü arzu, şeytanlık duygusu, kötü âdetler onları bu hâle getirdi. Dünyayı öbür âleme tercih ettiler.

Nasıl ateşe atılmasınlar ki, şu azîm Kur'ân'ı dinlediler, ama ona iman etmediler. Onunla iş tutmadılar. Ne emrini tanıdılar, ne de ya­saklarından vazgeçtiler.

Ey cemaat! Şu yüce Kur'ân'a inanınız. Ve işlerinizi ona göre ya­pınız. Yaptığınız işler Kur'ân'ın emri dahilinde ve temiz olsun. İşleri­nizde ihlâs olsun. Görsünler diye, iş yapmayınız. Bir iş yaparken içiniz başka, dışınız başka olmasın. Halkın övmesini beklemeyiniz, on­lardan bir şey ummayınız.

Bu söylenen şeyleri, halkın tümünden biri ancak yapabilir. Ça­lış, o bir kişi sen ol. Kur'ân'a iman edip işlerini ona göre yürütenler azdır. Ona iman edip iş tutanlar parmakla gösterilecek kadar az oldu­ğu için nifakçılar çoğaldı, ihlâs sahipleri azaldı.

Sizi Hakk'a kulluk etmekten ne aldı? O’na karşı tembelliği size kim dedi? Düşman tarafına çalışmayı size kim sevdirdi? Size kötü vaatlerde bulunan şeytandır. Onun vaatleri yalandır.

Can ve başları ile Hak tarafında olanlar, Hakk'ın emir ve teklif­lerinden dışarı çıkmazlar. Sabra dayanırlar. Sabır hâlinin Mevlâ'nın teklif ve kaderinde saklı olduğunu bilirler. Bu sebeple kader, kaza ve ilâhi teklifler ne yönde ise oraya koşarlar. Dünya ve âhiretin bol hayrına böylece kavuşurlar.

İlâhi tasarruf büyüklerin uyduğu şeydir. O tasarruf, büyükleri bir defa sabra götürür; sonra da şükre kavuşturur. Bulunca alır şükre­derler. Olmayınca sabra devam ederler. İlâhî tasarruf onları bu hâle getirir. Bir kere uzaklığa düşer, sonra yakınlığa ererler. Güçlük ve darlık duygusuna kapılırlar. Zengin veya fakir olabilirler. Hastalık ve afiyete de düşmeleri olur. Bütün bu hâllerinde, bir ellerinde sabır, öbüründe ise şükür bulunur. Ne olursa olsun cümle hâlde, düşünce­lerinin yükünü kalpleri taşır; kalpleri Hak tarafından muhafaza altı­na alınırsa üzüntüleri geçer, arzularına ermiş olurlar. Onlara göre kalpten daha önemlisi yoktur. Halkın ve kendilerinin selâmet üzere olmalarını dilerler. Herkes Yaratan’ını bulsun, O'nunla hoş olsun, bü­tün duaları budur.

Ey evlat! Sağlam ol; açık sözlü ve iyi olursun. Bir hüküm verir­ken için temiz olursa konuşman güzel olur; yaptığın işler iyi olur. İçi­ni temiz tutarsan dışın da hoş olur. Bütün selâmet, Hakk'a tâattedir. Tâat ise, Allah'ın emrini tutmak ve yasak ettiğini yapmamaktır. Ay­rıca, Allah'ın vermiş olduğu bütün emirlere boyun eğmek, emri dahi­lindedir. Allah'ın emirlerine koşana Allah yardım eder. O'nun tâatine koşana bütün yaratılmışlar yardımcı olur.

Ey cemaat! Sözlerimi kabul ediniz. Ben sizin için bir nasihatçiyim, iyiliğinizi dilerim. Ben sizlerden uzaktayım. Sizin varlığınıza da uzağım. Benim bütün varlığım sizden ayrıdır. Kendi varlığımdan da uzağım. Kurtuluşumu ilâhî fiillerin tecellisinde ararım. Sizin kurtuluşunuz için de aynı duyguyu taşırım. Beni itham etmeyiniz. Benim için dilediğimi size de isterim. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buyuru­yor ki: “İman sahibi, kendine istediğini din kardeşine de istemedik­çe olgunlaşamaz.”

Bu kelâm, reisimizindir, önderimizindir. Büyüğümüz ve idare edenimiz, böyle ferman eder. Bu sözün sahibi bizim şefaatçimizdir. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, yaratılmışların ilkidir. Âdem Peygam­ber’den bu yana her gelen elçi onu bize takdim etti. Kıyamete kadar onun takdimi devam edecek. Hiç bir kimseyi, kendisi için sevdiği şe­yi başkası için aynı duygu ile istemedikçe iman sahibi kabul etme­di. Kendine güzel yemek arıyorsan kardeşine de ara. İyi elbisen varsa iman kardeşin için de yapmaya çalış. Kendin için dilediğin yüksek rütbeyi, iman sahibi kardeşin için de iste. Bunları yapmadığın takdir­de olgun iman dâvasında bulunma. Kardeşin aç yatarken sen nasıl mal yığarsın! Sen mal yığmak sevdasındasın. Komşun fakir, çocuk­ların az şeyle geçinmekte.

Malın zekâtını ver. Her gün hayli para kazanmaktasın. Kâr üstü­ne kâr ediyorsun, yeterinden daha çok mal kalmış elinde; ama kim­seye vermek istemiyorsun. Sen bolluk içinde yaşarken, öbürlerinin darlığına nasıl tahammül ediyorsun? Yapamazsın, çünkü şeytan ve kötü duygular arkadan sana emir yağdırmakta. Onlar sana emir verdikçe hiçbir kimseye iyilik yapamazsın ve kimsenin iyiliğini düşün­men kabil olmaz.

Hırsın bol. İçinden çıkılmaz ümitlerin var. Dünya sevgisi içini kaplamış. Bunlara karşılık takva hâlin az, imanın zayıf. Bu hâller se­ni şirkçi yaptı. Küfre kattı. Mal ve halkı Allah'a karşı çıkardın.

Haberin var mı? Bir kimsenin dünya sevgisi artarsa hırsı çoğalır. Ölümü unutur. Hak’la karşılaşmayı aklına getirmez. Helâli, haramı ayırt etmez. Bu hâli ile Hakk'ı ve hakikati inkâr etmiş olur. Şu âyet-i kerime bunu haber veriyor: “Onlar ki, derler: Hayat yalnız bu hayattır, ölürüz, diriliriz. Zaman bizi helak eder.” (el-Mu’minûn, 23/37)

Hareketlerinle sanki onlardan biri olduğunu gösteriyorsun. Lâkin sen Müslümansın. Sen şahadetle bezenmişsin. O şahadet kanma ka­rışmış. Namaz kılmakta, oruç tutmakta İslâm ümmeti ile birsin. Yap­tığın diğer hareketler, âdet yerini bulsun diye namaz kıldığını gösteriyor. Sen yaptığını ibâdet sanıyor, dıştan halka iyi olduğunu göster­mek istiyorsun. Kalbin facir. Bu hâlin yararını nasıl bulursun?



* * *



Ey cemaat! Gece haramla oruç açarsanız gündüzün açlığı ve su­suzluğu neye yarar? Size ne faydası dokunur? Gündüz oruç tutmak­tasınız, gece haram yutmaktasınız! Gündüz ibâdet, gece isyan bay­rağı çekmek! Oruçlu olmanız, gündüzleri su içmenize mânidir. Bu­nu yapıyorsunuz, su içmiyorsunuz. Gece olunca Müslüman kardeşle­rinizi çekiştiriyorsunuz. Onları manen öldürüp kanlarını içiyorsunuz; iftarınızı bu kanla yapmaktasınız. Birçoğunuz, gündüz tutmuş oldu­ğu orucu, gece kötü işle bozmaktadır.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Ümmetim, Ramazan ayının kıymetini bildiği müddetçe zelil olmaz.”

Ramazan ayına, takva ile girmeli; onda tutulan oruç, yalnız Al­lah rızası için olmalı. İslâm dininin esasları da muhafaza edilmeli.



* * *



Ey evlat! Oruç tut. İftar zamanı fakirleri de gözet. Yediğinden biraz da onlar faydalansın. Bir kimse, yalnız yer ve yedirmezse ona fakirlik gelir; ona belâ ve darlık gelmesinden korkulur.

Ey cemaat! Midenizi doyurmaktasınız; ama komşunuz aç. Bu hâlde iman iddiasındasınız. Bu yanlıştır! İmanınız sıhhatli değildir. Sizden birinizin yanında bol yiyecek olsa, kapısına gelen dilenciye bir şey vermese, az zaman sonra o fakir gibi olabilir. Çocuklarının yiyeceğinden arta kalan şeyin hiç olmazsa bir parçası, fakirlere verilme­lidir. Niçin vermezsin? Yakında haberin gelir, o nimeti sana veren kudret onu elinden alır.

Yazık sana! Nasıl oluyor, hem namaz kılmaktasın, hem de faz­la malından ihtiyaçlı kimselere vermemektesin? Tevazu ile namaz kılacaksın, fakirlere sadaka vereceksin. Bu iki hâli benliğinde topla. Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir eli ile devesine yiyecek, öbürü ile dilenciye sadaka verirdi. O tevazu sahibi idi. Koyununu eli ile sağar, yırtık elbiselerini kendisi dikerdi. Ona uymayı iddia kolay değildir, siz onun yaptıklarına uymuyorsunuz. Şahidiniz yoktur. Şöyle bir mi­sal vardır, denir ki: “Sen hâlis Yahudi isen mesele yok, değilsen Tevrat’ı bırak, oku­ma.” Ben de şöyle diyorum: “Müslümansan, onun şartlarını yerine getireceksin; aksi hâl­de ‘Ben Müslümanım’ deme.”

İslâm dininin şartlarını yerine getirmelisiniz ki, onun hakikatine erebilesiniz. Onun hakikati; Hak önünde teslim bayrağını çekmektir. Elindeki iyi şeyleri bugün kullara pay et; yarın Mevlâ sana rahmet­le bakar. Yeryüzündekilere şefkat duyunuz; tâ ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsinler.

Kötü nefsinle kaldığın süre, aranan bu yüce makama vasıl ol­man kabil değildir. Nefsin kötü arzularını yerine getirdiğin müddetçe onun emrinde sayılırsın. Onun hakkını ver; fakat yersiz dileğini ver­me. Hakikati ona ulaştır; bu ona hayat verir. Onun kötü arzularını vermen ölümdür. Nefsin hakkı; yemek, içmek, giymek ve oturacak yerdir. Kötü arzuları ise; uygunsuz tatlar ve kötü alışkanlıklardır. Onun hakkını iman eli ile ver. Onun kötü arzularını kadere ve ilâhî bilginin geçmişteki hükmüne bağla. Ona mubah yedir. Haram yedir­me. İman kapısına oturt. Onu hizmete devam ettir. Bunları yapar­san kurtulursun. Azîz ve Celîl olan Allah'ın şu kelâmını işitmedin mi: “Peygamber’in size getirdiklerini alınız, yasak ettiği şeylerden kendinizi çekiniz.” (el-Haşr, 59/7)

Aza kanaat ediniz; varlığınızı oraya yerleştiriniz. Çok gelecek olursa, geçmişte sana nasip olmuştur. Bu yüzden sana geliyor. Azla yetinirsen varlığını helâkten kurtarırsın. Nefsine sahip olursun. Azla yetinmek nefsin kısmetini kaçırmak değildir. Hasan-ı Basrî Hazret­leri (rh.a) şöyle derdi: “İman sahibine, bir yolcuya gerekeni yapmak düşer. Bir hurma ve bir hırka ile yetinmeye alış.”

Çok olduğu zaman yine al. Her zaman bolluk olmaz. Şimdi azla yetinirsen, darlık zamanı üzüntü duymazsın. İman sahibi doyunca­ya kadar yer. İmanı bozuk münafık ise yer, doyar; kendine yeterin­den çok fazlasını saklar. İman sahibi yeteri kadar alır. Çünkü o bir yolcudur. Menzile varınca asıl bolluğa ereceğine inanır. Vardığı yerde bütün ihtiyaçlarının, temin edileceğine inanır. İmanı olmayanın ise, kendince ne gideceği yer vardır, ne de bir gayesi.

Günlerinizi ve aylarınızı boşa geçirmektesiniz, ömürleriniz tü­keniyor. Fayda alamıyorsunuz. Görüyorum ki, dünyalık işlerinizi boş geçirmiyorsunuz. Asıl boş geçirdiğiniz şey, din işleriniz oluyor. Aksini yapınız; isabet olur. Dünyada kimseye bir şey kalmaz, böyle olunca size ne kalır? Size de kalmaz.



* * *



Ey cemaat! Yaşayacağınıza dair elinizde Hak’tan bir berat var mıdır? Tedbiriniz çok azaldı. Bir kimse dünyasını imar ederse bunu başkası için yapar. Âhiretini de böylece harap eder. Dünyayı topla­yan başkası için toplar ve dinini paralar. Hak’tan da dargınlık gelir. Kendisi gibi bir mahlûkla yetinene Mevlâ darılır. Eğer o insan, ya­kında öleceğini, Hak huzurunda hazır olacağını ve bütün yaptıkları­nın hesabını vereceğini bilseydi elbette dünyalık işlerini azaltırdı.

Lokman Hekim'den anlatırlar, oğluna dermiş: “Yavrucuğum, hasta olduğun zaman hastalığın nasıl geldiğini anlayamazsın. Nasıl gittiğini sezemediğin gibi...”

Sizi sakındırıyorum ve yasaklardan çekindiriyorum; halbuki ne kötülerden çekinmektesiniz, ne de yasaklardan beri durmaktasınız.

Ey hayırdan mahrum olup dünyaya dalanlar, yakında dünya si­zi ihtiyarlatacak ve toprağına gömecek. O zaman dünyadan kopardığınız size yaramayacak, ondan aldığınız tat sizi kurtaramayacak. Bunların hepsi size vebal olacak.



* * *



Ey evlat! İhtimal dahilinde olan şeyleri bırak ve serden kesil.

Sözlerin kardeşleri vardır. Bir söz edersin, arkasından öbürü ge­lir. Ona cevap verirsin, peşinden diğeri gelir, sonra şer. İnsanları Hak kapısına çağıran büyükler azdır. Sözleri dinlenmediği takdirde, halk üzerine birer hüccet olurlar. O büyükler, iman sahiplerine nimet, Allah yolunun düşmanlarına ise şiddet gösterirler.

Allah’ım, bizi Tevhid nuru ile hoş et. Halktan kurtulmak hâli ile kokula. Senden gayri cümle varlıktan kurtulmakla ruhumuza buhur saç.



* * *



Ey muvahhidler ve ey müşrikler, yaratılmışın elinde bir şey yok­tur. Hepsi güçsüzler grubudur. Mülk, padişah, sultan, zengin ve fa­kir, hepsi Allah kaderinin esiridir. Kalpleri O’nun elindedir. İstediği tarafa çevirir. O'na bir şey benzemez. O hem görür, hem işitir. Nefsi­niz semirmesin. O sonra sizi yer. Bu şuna benzer: Bir kimse, azgın köpek alır, besler, büyütür, bir gün onunla yalnız kalır. Uyuduğu an, kendisini parçalar ve yer.

Nefsin bağlarını çözmeyiniz. Ondan kaygısız durmayınız. Ve onun bıçaklarını bilemeyiniz. Bir gün o sizi ölüm kuyularına atar. Bunu yaparken de iyi yaptım diye, sizi kandırır. Onun kötü arzularını ke­siniz. Şehvet yollarına bırakmayınız.

Allah’ım, nefsimizi yenmek için bize yardım eyle. “Dünyada iyilik ver, âhirette iyilik ver. Ateş azabından bizi koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



19. MECLİS



Bu konuşma Salı günü öğleden sonra medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 18 Zilkade 545, Milâdî 1150.



Aziz ve Celil olan Hak, korkulmaya ve kendisinden bir şey bek­lenmeye layıktır. O'nun cenneti ve cehennemi olmasa dahi, çekinme­ye değer. O'na itaat ediniz, bu itaati O'nun varlığı için yapınız. O'ndan gelen iyilik ve ceza sizi artık düşündürmesin. O'nun yolunda itaat, emrini tutmak, yasaklarından kaçmak ve gelen kader işlerine karşı sabırlı olmaktır.

O'na dönünüz. O'nun önünde boynunuzu eğiniz ve ağlayınız. Yaş­lar hem gözünüzden hem de kalbinizden aksın. Ağlamak ibâdettir, Hakk'a karşı tevazu göstermenin şiddet hâlidir. Tevbe ve iyi niyet üzere ölen kurtulur. Temiz iş tutana Hak’tan fayda gelir. O, mazlumların mükâfatını verir. Bu âlemden göçtükten sonra herkes O'nun önünde durur. Rahmet ve şefkat gösterisi kimseye düşmez. O, kulla­ra acır ve merhamet eder. Dünya ve âhirette O'nun sevgisi sana ye­ter. Bu sebeple Hak sevgisini en önemli şey olarak tut. Sana en çok lazım olan odur. Bütün yaratılmıştan daha ileridir. Herkes seni kendisine çağırır. Aziz ve Celil olan Hak ise, seni sana çağırır.



* * *



Ey cemaat! Nefisleriniz ilâhlık iddiasında, bundan haberiniz yok. O, bu kötü hâlini her zaman göstermektedir. Hakikat karşısında zor kullanmakta, Hakk'a kafa tutmakta ve ayrıca O'nun istediğini de is­tememekte. Dergâhtan kovulan şeytanı nefis sevmekte; halbuki Mevlâ onu sevmez. Nefis kadere uymuyor ve sabır yolunu tutmuyor, daima niza çıkarıyor. O'nun yanında Hakk'a teslime dair alâmet yok­tur. İslâm'ın sadece ismi ile yetiniyor, bu ona hiçbir zaman için fayda sağlayamaz ve menfaat getiremez.



* * *



Ey evlat! Korku üzere ol. Emin olma. Bu hâlin Rabb’ine kavuşun­caya kadar devam etsin. Kalbin istikrar buluncaya kadar böyle ol. Niyetini O'na yönelt. Emniyet hâli önüne serilinceye kadar çekin, bu olursa emin olabilirsin. Hak katında emniyet bulursan bol hayır gö­rürsün. Oradan gelen emniyet hâli devamlıdır. O verdiği şeyi geri almaz. Aziz olan Hak, kulunu sevince kendine yaklaştırır.

Kul Mevlâ’sından korktuğu müddetçe kötülükleri gider, kalbi ve sırrı sakin olur. Bu hâli kimse sezemez. Hak’la arasında olur.

Cahil adam, Hak’tan dönmektesin ve O'nu kalbin ötesine at­maktasın, yaratılmışla uğraşmaktasın. Allah yolcularının meşgalesi Hak’tır. O'na hizmet ederler, bu sayede kalpleri yakınlık bulur ve irfan sahibi olurlar. Onlardan her biri marifet sahibi olunca, nefsini ve şeytanî duyguları yenince, halktan ve dünyadan kurtulunca Hak yakınlığı perdesi açılır. Bu hâlden sonra Mevlâ’sı ona başka işler yap­tırır. Ona şöyle bir hitap gelir: “Geriye dön. Halkın hizmeti ile ol ve onları bize çağır. Bizi is­teyen ve arayanlara hizmet et.”

Siz tecrübesiz insanlarsınız. Allah yolcuları sizin önderinizdir. Onlar kurtarır.

Eşinizi razı etmekte ve Mevlâ'nızı darıltmaktasınız. Halkın çoğu, eşinin ve çocuklarının rızasını Mevlâ'dan öne almaktadır.

Ben, senin bütün hareket ve duruşunu, bütün gayretini nefsin için görmekteyim, yalnız eşin ve çocuğun için çalıştığını sezmekte­yim. Sende Hak’tan yana hiçbir haber yok.

Yazık sana; tam olgun erlerden sayılmıyorsun. Kâmil olan kişi, yalnız Hak için iş yapar. Kalp gözlerin görmez olmuş. İç alemindeki temizlik bozulmuş. Rabb’inden perdelenmişsin, ama bunlardan habe­rin yok. Bu sebeple bazı büyükler şöyle der (onlara selam olsun): “Hak’tan perdeli olduğunu bilmeyen zavallılara yazıklar olsun.”

Yediğin ekmek içerisinde cam kırıkları vardır, sen onu yemek­tesin ve durumu bilmemektesin. Çünkü ona karşı iştihan ve arzun çok fazla. Hırsın da sınırsız. Az sonra miden parçalanacak ve ölecek­sin. Bütün belâ Mevlâ’ndan uzak olduğun için geliyor; eğer halkı sev­mediğini ve Hakk'ı sevdiğini söylemekte gerçekçi olsaydın böyle ol­mazdın.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar: “Haberli ol. Halkın sevgisi azalır.”

Bu, şu demektir: Onları tecrübesiz olarak seviyorsun ve aynı şe­kilde öfke duyuyorsun. Ama bir denemeden geçirirsen işin iç yüzünü anlar ve ona göre öfke duyarsın.

Akıl sahibi tecrübelidir. Sende akıl da yoktur. Kalp tecrübe eder; sende kalp de yoktur. Kalp düşünür, Mevlâ'sını anar ve öğüt alır. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Muhakkak kalp sahibi olanlara Kur'ân'da alınacak dersler vardır; o kulağa geldiğinde huzuru olanlara da aynı öğüt vardır.” (Gâf, 50/37)

Aklı, kalbe çevir. Kalbi, sır yap. Sırrı, yokluğa ilet. Yokluğu, var­lığa çevir.

Âdem ve diğer peygamberler beşerî duyguların hepsine sahipti. Onların da kendilerine göre istek duydukları şeyler vardı. Ancak on­lar, nefislerine karşı durup Rabb’lerinin rızasını ararlardı. Âdem Pey­gamber cennette bir arzu duydu, orada iken bir hata işledi. Sonra tevbe etti, bir daha ona dönmedi. Onun arzusu övülmeye değer. Çün­kü iyi niyeti vardı, Hak civarından ayrılmak istemiyordu. Peygam­berler, her zaman nefislerine karşıdırlar, tabiî arzu ve şehvetlerini yenerler, hakikat yönünden meleklere katılıncaya kadar çalışırlar. Nefislerini yenmek için çok çabalar ve bu yolda çok gayret sarf ederler. Peygamberler ve sevgili kullar sabırlıdırlar. Size gereken sabır işinde onlara uymaktır.

Ey evlat! Tam hamle yapacak durumu elde edinceye kadar, düş­manın duruşuna dayan. Yakında onu tutar yere vurursun. Yalnız za­manını bekle, zamanı gelince onun bütün varlığını teslim alırsın.

Ey evlat! Çalış, hiç kimseye eziyet için gayret etme. Herkese iyi niyet besle. Ancak cemiyetin düzeni için bir şey yapılacaksa onu da yapmaktan geri durma, bu ibadet sayılır.

Aklı başında ve seçme doğrular, sûrlarına üflediler. Onlar, nefis­lerinin kıyametini kopardılar. Kendi gayretleri ile dünyayı bir yana attılar. Sırata inandıkları için geçtiler. Kalple yürüdüler ve cennetin kapısına vardılar. İçeri girmeden kapı ağzında durdular ve şöyle de­diler: “Biz, buranın nimetini yalnız yemeyeceğiz ve içmeyeceğiz.” İyi insanlar, yalnız canlarını düşünmezler ve yalnız yemezler.

Bu düşünce ile dünyaya döndüler. Maksatları insanları Hakk'ın tâatine çağırmaktı. Ve orada gördükleri iyi şeyleri haber vermekti, ayrıca güç işleri kolaylaştırmaktı.

Bir kimsenin imanı kuvvet bulur, inancı varlığında yerleşirse, Mevlâ'nın haber verdiği her şeyi kalbinde bulur. Cennet, cehennem ve onlarda olanları, kıyamet işlerine dair her şeyi sezer, ölüm mele­ğini görür, sûr sesini duyar. Her şeyi olduğu gibi görür. Ona göre kıy­met biçer. Dünya ve zevalini, değişmesini ve dünya ehlinin göçünü görür. İnsanları mezar taşları gibi görür. Onların duyduğu azabı ve iyilikleri hisseder. Sanki kıyamet kopmuş. Hak katında cümle halk divana durmuş gibi bilir. İman sahibi, kıyametin koptuğunu, peygamberlerin, meleklerin ve sevgili kulların sıra sıra divan durduğunu gö­rür. Cennet ehlinin birbirlerini ziyaretine ve cehennem ehlinin bir­birlerine karşı sataşmasına bakar.

İyi görüşe sahip olan baş gözü ile halka bakar, sonra kalbini açar ve Allah'ın fiil tecellisini onlarda görür. O tecellinin hareketini ve sükûnunu anlar. Buna izzet nazarı derler; Allah’ın sevgili kulları bu görüşe sahiptir.

İman sahibi o kimsedir ki, bir kişiye baktığı zaman baş gözünü kullanır. İç âlemine de kalbi ile bakar ve Mevlâ'yı sır gözü ile görür. Bu yolda çalışan bulur. Kader geldiği zaman uyar. Deniz ve kara onun gözünde aynıdır. Deniz sahili ve dağ başı eşittir. Acı ile tatlı aynıdır. İzzet ve zilleti ayırmaz. Zenginlik ve fakirlik ayrı mâna taşı­maz. İman sahibi kaderle yürür. Kader onu yormaz. Kader, onu taşı­mak için yorulur. Kader, onu yüklenir. Hak yakınlığına kadar götü­rür. İman sahibi kadere tevazu gösterir, onun Hakk'a yakınlığını bi­lir. İman sahibi nefsine uymadığı için bu hâle erer. Şahsî arzuları, kütü âdetleri, şeytanî duyguları ve uygunsuz arkadaşları sevmediği için aradığını bulur.

Allah’ım, bütün halde kadere uymayı bize nasip eyle! “Bize dün­yada iyilik ver, âhirette iyilik ver, bizi ateşten koru.” (el-Bakara, 2/201)


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



20. MECLİS



Bu konuşma Cuma sabahı medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 12 Şevval 545, Milâdî 1150.



Ey şu beldenin halkı, sizde nifak çoğaldı, ihlâs azaldı. Sözler çok; fakat onlara uygun iş yok. İşi olmayan söz, hiç bir şeye yaramaz. Sahibine felâket getirir, kurtuluş getirmez. Önüne iş gelmeyen söz, kapısız eve benzer, merdivensiz binadır. İçinden iyilik geçmeyen ha­zineye benzer. Yalnız söz, kuru davadan ibarettir. Boş söz, ruhsuz ka­lıba benzer, o bir put gibidir. Ayağı yoktur, eli yoktur, bir şey tuta­maz. Yaptıklarının çoğu ruhsuzdur. İşlerin ruhu ihlâs, tevhid ve Al­lah'ın Kitabı’na yapışmaktır. Peygamber’in (s.a.v) âdetlerine uymak­tır. Gafil olmayınız. Şu anda yaptığınız kötülükleri iyiliğe çeviriniz, isabet olur. Emirlere uyunuz. Yasakları bırakınız; kader karşısında uysallık gösteriniz.

Halktan çok azı Mevlâ şarabını içer. Ülfet ve müşahede âlemine pek azı geçebilir. O'na yakın olan az bulunur. Mevlâ'nın yakınlığına eren, kader ve belâ üzüntülerini bilmez, günleri darlıkla geçer; ama farkında değildir. Allah'a hamd eder, şükreder.

Vasfı anlatıldığı gibi olan büyükler, Mevlâ'ya itiraz etmediler. Hâllerine şükrettiler, ereceklerine bunun için erdiler. Bu hâle erene her şey lâyık.

Size gelen belâ Allah yolcularına da gelir. Onların bir kısmı sab­reder. Diğer kısmı sabrı da bırakır. Kendinden geçer. Belâdan darlanmak iman zayıflığındandır. O anda iman çocuktur. Belâ zamanı sabretmek, imanın gençlik çağıdır. Belâ geldiği zaman, kaderin bir icabı bilip uymak imanın yetişkin çağıdır. Belânın getirdiği bütün hâllere razı olmak, Hak ilmine ermekten, O'na yakınlıktan ileri ge­lir. Kalp ve sır Hakk'a yakın olduğu zaman belânın hiç bir şeyi do­kunmaz. Bu durum, müşahede ve hâl dili ile konuşma âlemidir. İman sahibi iç âlemini dış varlığına ve yaratılmış bütün varını Hakk'a ile­tir. Mevlâ katında bütün varlığını eritir. Mevlâ dilerse onu tekrar halka gönderir. Dağınık işlerini bir araya getirir. Kıyamet günü hal­kın cesedini dirilttiği gibi onun dağınık hâllerini de toparlar.

Kıyamet günü insanların bütün azaları tümü ile dağılır. Sonra İsrafil'e emrolunur; sûra üfler, her şey yerli yerine gelir. Bu, halka göredir. Allah yolcuları, halktan ayrı bir hâl taşırlar. Hak’tan gelen bir nazarda ölür, bir nazarda dirilirler.

Sevginin şartı, sevilene karşı irade sahibi olmamaktır ve onu de­ğil, dünyayı, âhireti ve halka dair cümle şeyi bırakmaktır. Allah sev­gisi kolay değildir. O iddia ile olmaz. Sizden herhangi biri bu hususta iddia sahibi olursa, sevgiden uzaktır. Birçok iddia sahibi olmayanlar vardır ki, Hak katında mekân tutmuştur.



* * *



İslâm dinine girmiş olanlardan hiç birini hakir görmeyiniz. Hak sırrı onlarda boldur. Nefislerinizi, onlara karşı tevazua alıştırınız. Allah'ın kullarına büyüklük satmayınız. Gaflet hâlinden uyanınız. Siz büyük bir gaflet içindesiniz. Sanki hesabınız görülmüş, sıratı geçmişsiniz ve cennetteki yerinizi görmüşsünüz! Bu aldanış nedendir? Her birinizin Allah'a karşı çok isyanı vardır. Bu isyandan kimse tevbe etmiyor ve hâlini düşünmüyor, öyle sanıyor ki, hataları unutuldu. Halbuki, yerine ve tarihine göre onlar defterinize yazılıdır. Onların azı da çoğu da sorulacak, ona göre ceza veya mükâfat verilecek.

Ayılınız, ey gafiller! Uyanınız, ey uykudakiler! İlâhî rahmete varlığınızı atınız. Bir kimsenin hatası çoğalırsa onun hâli fenadır. Bunlar üzerinde ısrar ederse küfre gidebilir. Yaptığına pişmanlık duymayanın sonu acı gelir. İşini derlemeyecek olursa sonundan korkulur.

Ey dünyası ile âhiretini elden çıkaran kişi; ey halkı alarak Hâlık'ı bir yana bırakan adam, korkun yalnız maddî ihtiyaçtan. Zen­ginlik çabası dışında işlediğin bir şey yoktur.

Yazık sana! Neler düşünüyorsun? Rızkın vaktiyle ayrılmıştır; artmaz ve eksilmez. Öne alınmaz, sonraya kalmaz. Hakk’ın kefaletine inanmıyorsun. Bütün hırsın, sonu olmayacak şeyi aramakta. Bu kö­tü hırsın seni hakikî bilgi sahiplerinin huzurunda olmaktan alıkoy­du. Hayır işlerde bulunmak sana nasip olmuyor. Çünkü hırsın var. Kârın eksilecek diye korkuyorsun. Zararının azalacağını sanıyorsun, bilâkis artar.

Yazık sana, ana karnında seni kim besledi biliyor musun? O hâl­de iken sen neydin, şimdi nesin? Kendi varlığına ve halka dayanmak­tasın. Parana ve puluna itimat ediyorsun. Ticaret işindeki bilgine güvenmektesin. Bölgenin şahı bugün var, yarın yok olabilir; ona gü­venmek akıl kârı değil, sen, ona güvenmektesin. Allah'tan başka her kime itimat edersen o senin ilâhın olur. Her kimden korkuyorsan, ona tapıyorsun demektir. Her kimden, iyilik ve zararı görüyorsan onların asıl yürütücüsü olana inanmıyorsun, küfürdesin ve onlar sana ilâh oluyor.

Yakında belgeni verirler. Aziz ve Celil olan, senden gözünü, ku­lağını, malını, kuvvetini alır. Bütün güvendiğin şeyler gider, kaybo­lur. Kullarla aran açılır. Onların sana karşı kalbi katılaşır. Ellerini senden çekerler. Seni işinle baş başa bırakırlar. Kapılarını yüzüne vu­rurlar. İcabında seni kapı kapı dolaştırırlar. Bu arada bir lokma da­hi vermezler. Çağırsan yardımına koşan olmaz. Bunlara sebep, senin şirk ehline karışmış olmandır. Hakk'ın gayrına güvenmiş olmandır. O'nun nimetini başkasından görüp bilmendir. Ve O'ndan gayri kimselerden yardım talebinde bulunmandır.

Anlattığım hâlleri halkın çoğunda görüyorum. Hele isyankâr olanların hemen hepsinde oluyor. Onlardan tevbe edenler kurtulu­yor, işi anlıyorlar, hatalarından çekiliyorlar. Bu kez rahmet nazarı onlara yetişiyor ve lütuf kapısı açılıyor.



* * *



Ey Allah'ın yaratmış olduğu kimseler, tevbe ediniz. Ey bilginler ve fıkıhçılar, sizin her biriniz tek tek tevbeye muhtaç. Ölüm ve di­rim haberiniz bende. Sizin ilk hâliniz bana açıldığı zaman, son du­rumunuzu gördüm. Benden bir şey saklayamazsınız. Malınızı nasıl kazandığınızı saklamış olsanız, onun helâl veya haram olduğunu an­larım. Eğer sadaka verirseniz, fakir kimselere mal dağıtırsanız, yav­rularınıza bol yedirirseniz, o malınız helâldir. Aksi oluyorsa değildir. Doğru kimselere ve seçme insanlara malınız nasip oluyorsa, onun aslı tevekkül ve ihlâsla kazanılmış demektir.

Sokaklarda aranıza girmem. Sizden ayrı dururum. Lâkin, Mevlâ bana bütün hâlinizi bildirdi. Malların hangi yollardan kazanıldığını öğretti.



* * *



Ey evlat! Sakın, Hak, kalbinde başkasını bulmasın. Başkasının korkusu kalbinde yer tutmasın. Başkasından bir ümide kapılma. Baş­kasını sevme.

Kalbinizi temizleyiniz. İyiliği ve kötülüğü O'ndan görünüz. Siz, O'nun evinde ve sofrasındasınız.



* * *



Ey evlat! Her görüp sevdiğin güzel yüz sana sevgi duygusu verir. Ama esas sevgini azaltır. Çünkü o, tam sevgi değildir. O sevgiden so­rulacaksın. Hakikî sevgiye sahip olan, Allah sevgisini başkasına de­ğişmez. Büyük insanlar kalp gözü ile onu görür ve öyle severler. On­lar inanarak severler. Bu sevgi yüzünden kalplerindeki perdeler açı­lır. Gizli âlemde olanları görürler. Açıklanması kabil olmayan şeyleri sezerler.

Allah'ım, bize sevgini nasip et. Afiyet ver; affını ihsan eyle.



* * *



Alacağınız dünyada durur; vakti gelince alırsınız. Onu almamak kimsenin haddi de değildir. Gelecek şey vakti gelince sahibine güle­rek gelir. Nasibi olmayan bir şeyi isterse, o şey onun aklını alır. Kıs­meti olmadan istemek, isteneni kendisi ile alay ettirmektir. Hakk'ın emri olmadan bir şey istemek de böyledir.



* * *



Ey cemaat! Kısmet kapılarını bırakınız. Mevlâ kapısına dönünüz. Kısmetiniz o kez sizi aramaya koyulur. Allah'tan başınıza akıl iste­yiniz. Dünya, Allah sevgililerine döndüğü zaman onlar, dünyaya hi­taben; “Git, bizden başkasını aldat, biz seni tanırız ve yaptıklarını gör­dük” derler. “Bizden bir şey bekleme. Seni göndereni biliyoruz. Bize öğünme. Senin paran güzeldir. Süsün hoştur. Fakat içi boşalan puta benzersin. Malın da böyle. Kuru ağaçtan ibaretsin. Sende mâna yok­tur.” deyip kovarlar onu.

Allah yolculuğuna çıkanlara dünyanın ayıbı belli olduğundan, durmadan ondan kaçarlar. Çekilir giderler. Dünyanın elinden kaçıp kurtulmak isterler. Sahralara açılırlar. Harabe yerlere gider, mağa­ralara sığınırlar. Cin tayfası da onlara arkadaş olur. Yeryüzünde ge­zen melekler de onlara gelir.

Melekler ve cinler şekil değiştirerek onlara gelir. Kimi bir zâhid gibi, kimi de ağaç kovuğunda yaşayan bir ruhban gibi görünür. Asıl şekilleri ile gelmezler. Bazen de vahşi hayvan şeklinde. Cin ve me­lekler için şekil değiştirmek önem taşımaz. Sizin elbise değiştirdiğiniz gibi onlar şekil değiştirirler.

Allah yolunda sadık olan, ilk defa Hakk'ın arzusuna tâbi olur. Halktan işittiği her söz onu sıkar. Onların hiç bir şeyini görmek iste­mez. Dünyanın zerresini bile görmek arzu etmez. Yaratılmış olanlara hiç biri ilgi ile bakmaz.

Allah yolcusunun kalbi ötelerde olur. Aklı kaybolmuş gibidir. Gözü tek noktaya dikilmiştir. Kalbinin başına rahmet eli gelinceye kadar bu hâli devam eder. O geldiği zaman sükûna kavuşur. Mevlâ yakınlığı korkusunu alıncaya kadar sarhoşlukları geçmez. Ona kavu­şunca ayıklık bulurlar.

Her kim ki, tevhid, ihlâs ve marifet âlemine geçer, hak bilgiye ererse, ayrıca kalbinde sevgi beslerse, ona sebat gelir. Halkı görme­den benliğinde genişlik duyar. Allah ona kuvvet verir. Bu kez kulla­rın ağırlığını alır. Bunu yapmakta bir darlık bilmez. Mevlâ'sından ay­rı olmadan kullarla uğraşır, onlar için iyi işler yapar.

Zâhid, ilk başta dünyadan kaçar. Bu yolda olgunluk elde eden kimse dünyaya önem vermez, dünyadan kaçmaz. Dünya ve içindeki­leri yola getirmek için kendine davet eder. Çünkü o her şeyi inceliği ile bilir. İrfan sahibi hiç bir şeyden kaçmaz, Allah'tan gayri hiç bir şeyden korkmaz.

Allah yoluna ilk giren, âsi kulları ve fasık kimseleri bırakır. Ama irfan sahibi onları arar. Çünkü onların hastalığını bilir. Onları kur­tarmak için ilâç kendinde vardır. Bu sebeple bâzı irfan sahipleri şöy­le der: “Fasıkların yüzüne yalnız Allah arifleri güler.”

İrfan babında kâmil olan, Hak yolunun delili olur. Bir ağ gibi olur. Halkı dünya denizinden çeker. Kâmil olan imanlıya kuvvet ve­rilir, o kuvvetle şeytanı hezimete uğratır.

Ey cahil olduğu hâlde benden uzak olan, yanaş ve işit. Bak ne­ler söylüyorum. Ey yeryüzünde zâhidlik yapanlar, ibadetler yerinizi yıkınız, bana yanaşınız. Siz esastan mahrum yaşamaktasınız. Bana geliniz, hikmet meyvelerini toplayınız. Allah'ın rahmeti üzerinize ol­sun. Benim için gelmenizi istemiyorum, sizin için gelmenizi istiyo­rum.



* * *



Ey evlat! Sanat için yorulman gerek. Onu öğrenmek dileyen yorulmalıdır. Yap ve yık. Tâ en iyisini yapıncaya kadar. O evin içinde yok olduktan sonra artık bir şey yapamazsın. Eksiğin kalırsa onu da Hak Teâlâ yapar. Onun yaptığı bina eksiksiz olur.



* * *



Ey cemaat! Ne zaman aklınızı başınıza alacaksınız? Ne zaman işaret ettiğim şeyi anlayacaksınız? Hakk'ı dileyenlerin etrafında dö­nünüz. Onları bulduğunuzda bütün varlığınızla teslim olunuz. Allah yolcularının özel kokuları vardır. Onların kendilerine has işaretleri bulunur. Yüzlerinde nurları parlar. Lâkin asıl belâ sizin gözünüzde. Bu sebepten onları ayırt edemiyorsunuz. Helâl ile haramın arasını da ayıramıyorsunuz. Zehirli ile şifalı olanı ayırt etmeniz kabil olmuyor. İman sahibi ile müşriki fark edemiyorsunuz. İsyankârla itaat edeni bilmeniz mümkün olmuyor. Hakk'ı arayanla halkı arayanı sezmek size nasip olmuyor.

Bilgisi ile iş tutanlara hizmetçi olunuz. Onlar büyük insanlardır. Size her şeyi olduğu gibi anlatıyorlar. Hakk'ı bilmekle irfan sahibi olmaya çabalayınız. Siz onu bilirseniz, o da sizi bilir. Ondan başka­sını da anlarsınız. Onu anlayınız, sonra seviniz. Onu baş gözünüzle göremezsiniz, kalp gözünüzle bakınız. Nimetleri ondan bilirseniz, zaru­rî olarak onu seversiniz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Allah'ı sizi beslediği için seviniz, Allah sevdiği için de, beni seviniz.”



* * *



Ey cemaat! Siz, ana karnında ve sonra O'nun nimetiyle beslen­diniz. Dünyaya geldikten sonra size kuvvet verdi. Size tâatini nasip etti. Sizi Müslüman eyledi. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e uymayı nasip etti. Peygamber’e uyan ve bu hâline sevinen, Allah'a şükretmiş olur.

Elinizdeki iyilikleri Allah'tan bilirseniz, halka karşı aşırı sevgiyi kalbinizde bulamazsınız; irfan sahibi, O'nu sever, O'na bakar. Kalp gözlerini O'na yöneltir. İyiliği ve kötülüğü O'ndan bilir, öyle bir hâ­le gelir ki, cümle halk gözünden silinir. Kimseden iyilik görmez. Kö­tülük beklemez. Halktan bir iyilik gelse, Mevlâ tarafından gönderil­diğini anlar. Onlardan yine bir hata gelse, onun da yine Mevlâ kuv­vetiyle olduğunu bilir. O sevgili kulun bakışı, halktan Hâlık'a döner. Bu hâller arasında, İslâm dininin hükümlerini yapmaktan geri dur­maz.

İrfan sahibinin kalbi, hâl değiştirir. Her zaman değişir. Hiçbir hâli diğerine uymaz. Dünyasını, fazla şeylerini bırakmaya alışıncaya kadar hâl değiştirmesi devam eder. Hakk'a tam bir rağbet sahibi oluncaya kadar muayyen bir hâl gösteremez. Dünyalık şeyleri aldığı zaman, Hakk'a karşı huzuru bozulmazsa hâlinde yerleşir ve aklı tam olur. Halkla müşterek olan aklını o zaman kullanır. Daha fazlasını da Mevlâ'sı verir.



* * *



Ey halka dert yanan zavallı, onlar Hakk'a şirk koşan çaresizler­dir. Bulunduğun hâlde ölmekten kork. Bu hâlinde ölecek olursan ru­huna ilâhî rahmet kapıları açılmaz, Allah ona rahmet nazarı ile bak­maz. Çünkü şirk ehlini sevmez, onlara dargındır. Kendinden başka şeylere güvenen kimselere küskündür.

Sana, önce nefsi bırakıp halvete geçmek gerek. Sonra halktan uzaklaşmak. Sonra dünyadan., sonra âhiretten, sonra Mevlâ'nın gayri sayılan her şeyden.

Hak’la olmak istiyorsan varlığından soyun, tedbirini terk et. Boş sözlerini bir yana at.

Yazık sana, ibadethanende oturmaktasın, kalbin ise halkın ka­pılarını dolaşmakta. Onların sana gelişini ve hediyelerini bekliyor­sun. Zamanın bitti. İç âlemi kaybettin, dışla kaldın.

Allah'ın lâyık görmediği şeyi nefsine verme. Allah'ın vermek is­temediğini vermeye senin gücün yetmez. Allah bir şeyi vermek iste­mezse, cümle cihan bir olsa onu vermeye güçleri yetmez. O, bir şeyi dilerse sana verir.

Esas varlığında doğruluk yoksa, kalbin doğru değilse, ruhunda saflık bulunmuyorsa yalnız dıştan halkı bırakıp ötelere geçmek seni kurtaramaz, faydasını göremezsin.

Allah'ım, söylediklerimden beni faydalandır. Kullar da bundan fayda alsın. Bütün dinleyenlere, benim söylediğim ve kendi işittikle­ri şeylerden iyilik bulmayı nasip eyle. Âmin!


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Cevapla

“►Abdulkadir Geylani◄” sayfasına dön