FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Abdulkadir Geylani (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

24. Makale: ALLAH'IN RAHMET KAPISINA TEŞVİK

Ciddi olarak Allah’a (CC) isyan etmekten kaçın. O’nun (CC) rahmet kapısına devam et. Bütün gücünü ve kuvvetini Allah (CC) için harca. Taatında sarfet. Yalvar, ihtiyaçlarını O’na (CC) arz et. Başını önüne eğ, kork, Hakk’ın (CC) gayrına nazar etme. Hevaya koşma, yaptığın işlere karşılık bekleme. Ne dünyayı iste. Ne de ahiretin güzelliklerini taleb et. Hiçbir şeyden hak taleb etme, kendini bir kul gör. Şunu iyi bil ki; kul ve elindeki bütün mal mülk efendisinindir, hiçbirine karşı hak iddiasında bulunamazsın.

Edepli ol… Hakk (CC) katında her şey ölçülüdür. Ne geç olacak erken olur, ne de erken gelecek sonraya kalır. Zamanı gelince nasibin gelir. İstesen de istemesen de hakkını alırsın…

Senin için gelmesi mukadder olan şeylere hırs göstermen yersizdir. Senin için olmayan, başkasının hakkı olan şeylere, hasret çekmen yakışıksızdır.

Halen kimseye mal olmayan şeyler iki kısımdır: Birincisi senin olması ihtimalidir. Eğer böyle ise o şeye neden hasret çekip üzüntü duyarsın. Bugün olmasa dahi, yarın o senindir. Nasıl olsa bir gün ona kavuşursun. İkincisine gelince, senin olmayacak şeylerdir. Bu durum ciddi ise, yine üzüntün ve çektiğin yorgunluk boştur. Nasıl olsa sana gelmez. Onun ardından koşman sana ne fayda sağlar. Sana, ancak boş yere zahmet çekmek kalır.

Allah (CC) yolunda, ne gibi bir terbiye tavrı takınmak gerekse onları bulmağa çalış. Bulunduğun halde Allah’a (CC) kulluk et. Hazır vaktini O’nun (CC) yoluna harca. Başını ondan başkası için eğme. Gözlerini O’ndan (CC) gayrı şeye atma. Allah-ü Teala (CC) şöyle buyurdu:

- “Gözlerini, dünya adamlarına verdiğimiz nimetlere uzatma. Onlar geçici şeylerdir. Dünya süsüdür. Biz onları tecrübe ediyoruz. Rabbın (CC) sana verdiği, hem devamlı, hem de sonsuzdur.”

Bu Ayet-i Kerime’nin hükmüne göre, Hakk’tan (CC) gayrı şeylere bakman yasaktır. Ne olursa olsun, dünya için sana yetecek kadar rızık verilmiştir. Asıl vazifen ahiret için azık hazırlamaktır, ona çalış. Bilemezsin, belki dünyalık işlerin bol olsa imanın elden gider, helak olursun…

Mesela: Her şeyi iyi ölçülere vurmayı bilerek dünya nimetlerinden sayılan güzel bir kadın alırsın. (Bu mutlaka lazımdır) Buna ihtiyacın vardır. Bu ihtiyacın giderilmesi bir çok güç şartlara bağlıdır. Bu güçlükler elindeki şaşmaz kıstasa göre olursa, kolay olur. Evvela biraz tuhaf görünürse de, sonra kirden temiz, saf, güzel bir mükafat olur. Bu sayede kendini kötü yoldan, kinden, öfkeden, onun bunun namusuna bakmaktan kurtarmış olursun.

Yine elindeki sağlam ölçülerle yürüdüğün takdirde, çoluk çocuk yükleri sana hafif gelir. Elbetteki bu hafiflik, Allah (CC) yolunda olduğun müddet devam eder. Allah-ü Teala (CC) yolunda olan kullarını haber verirken, ev halkını islah ettiğini de haber vererek:

- “Biz, ona zevcini yarar hale getirdik.”

Yine bir kulunun ağzından şöyle hikaye eder:

- “Ya Rabbi (CC)! Bize hanımlarımızdan ve türeyecek sülalemizden gözdeler yap. Bizi iman sahiplerine önder kıl…”

Bir babanın çocuğuna duasını da şöyle haber verir:

- “Ya Rabbi (CC)! Onu halinden hoşnut kıl.”

Bu ayetler birer duadır. Bu duaları okuman lazım. Çocukların ve gelecek zürriyetin için böyle dua et!

Muhakkak ki, ilahi saltanat hükmünü sürer. Senin dua etmen veya etmemen, onda bir şey arttırmaz veya eksiltmez; ama senin için çok önemi vardır. Yapacağın bir dua ile, zararlı şey zararsız şey haline gelebilir, az şeyle çok iş görebilirsin. İşte bu sebepten her zaman dua et ve Allah’a (CC) her zaman yalvar.

Bu dua işi, yalnız aile hayatını korumakla değil, dünyada bütün nimetlerde aynıdır. Elbette ki, hak ölçülere bağlı olarak, tabii ihtiyaçların hepsini tatmin edeceksin. Yemeklerini muntazaman yiyecek ve giyeceğini zamanın ihtiyacına göre temine çalışacaksın. Bunları yaparken ilahî emri takip ettiğin için maddi ve manevi mükafat alırsın. Kıldığın namaz, tuttuğun oruç, yaptığın haç gibi faydalı ibadetlerden daima iyilik bulursun.

İhtiyacından artan şeyleri, ayrıca sarfedersen daha faydalı olur. Bunları sarfederken evvela fakir, ihtiyaçlı dostlarını, yakın
komşularını ve diğer fakir din kardeşlerini gözetmelisin. Bunlara verirken elindeki malını ona göre hesaplarsın. Herkese halince verirsin, kendi ihtiyacını da göz önünde tutarsın. Her:


- “ Muhtaçtır…”

Denilene bol keseden verme. Haber, görme gibi değildir. Gör, tahkik et, ondan sonra ver.

Her işlerinde olduğu gibi, bu işlerde de manevi yolu elden bırakma. Şüpheli şeylere karışma. Daima açık kalpli ve doğru ol.

Sabırlı ol,sabırlı… Allah’ın (CC) rızasını gözet, rızasını…

Kalbini muhafaza et, kalbini… Huzur içinde yaşa,huzur içinde… Şahsiyetini elde tut, elde… Sessiz olmaya çalış, sessiz… Daima yerinde konuşmaya alış, uygunsuz şeylerden çekin. Kurtuluş yollarını ara… Uçurumlardan sakın. Ruhî ve derunî kuvvetler önünde başını eğ; kalb alemine dal… Utan… Utan… Allah (CC)… Allah (CC)… Allah (CC)… Sonra yine Allah (CC)… Taa, iş sonuna varıncaya kadar böyle…

O zaman ölmeden evvel ölürsün, o devreye kadar çektiğin elemler sona erer. İlahi rahmet, fazilet denizine girersin. Orada temiz olunca çıkarılırsın. Çıkınca, çeşitli nurlar gönlüne dolar. Bilinmeyen sırlara sahip olursun. Hiç kimsenin bilemiyeceği sırları öğrenir, garip diyarlar görürsün.

Daha sonraları, rahmet kapıları önünde perde perde açılır. Sen orada, aldığın ilhamlarla açık açık konuşmaya başlarsın. Benliğin ölmüştür. Bu durumda ilahi varlık seni tamamen kapamıştır.

Bu halde, sana verilen artık alınmaz.

Yokluğu olmayan bir zenginliğe erişirsin. Kuvvetini kimse yenemez. Yüksekliğine kimse erişemez.

Eriştiğin bu makam, Hz. Yusuf (AS) makamıdır. O’na (AS) söylenen şu hitap sana da söylenir:

- “Sen bizim yanımızda yerli ve eminsin.”

Hz. Yusuf’a (AS) gelen bu hitap, zahirde Mısır sultanının ağzından çıkmıştır. Aslında o sultan, Hak lisanına bir perde sayılırdı. Esas söz; Allah’ındı (CC)… O, zahirde bir padişah sayılır, ama onun temsil ettiği makam, nefis, marifet, ilim, yakınlık, hususiyet yüksek derecede idi. Arif olanlar bu hali daha iyi anlarlar.

Dünyalık nimetlerin çoğalmasına ne hacet var? Elinde az da olsa seni geçindirecek kadar dünyalığın mevcuttur. Bu arada sana gereken en önemli iş kanaat sahibi olmaktır.

Haline razı ol, fazlasını isteme, gelirse al. Her şeyi Hakk’tan (CC) bil. Helalinden almaya gayret et. Yolun böyle olsun. Bütün gayretini Hakk (CC) yolunda sarf et. Her istediğin ve her arzun Allah (CC) yolunda devam etsin. Ancak bu şekilde hareket edersen doğruyu bulman mümkündür. İyiliğe bu yoldan varılır. Gerek dünya gerekse ahiret güzelliklerini, Allah (CC) rızasını kazandıktan sonra bulabilirsin. Bir Ayet-i Kerime de mealen şöyle buyurulur:

- “Onların yaptıklarına mükafat olarak, öbür alemde verilecek nimetlere kimsenin aklı ermez. O göz kamaştırıcı nimetleri hiçbir nefis bilemez.”

Beş vakit namazı, vaktinde eda etmekten daha güzel bir şey olamaz. Günahları bırakıp, Hakk (CC) yoluna girmekten daha hayırlı bir şey tasavvur edilemez. Bizim anlattıklarımızdan daha yararlı bir söz söylenemez. Allah (CC), bunları yapmayı bizlere nasip etsin. Cümlemizi, sevdiği yolda muvaffak buyursun.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

25. Makale:İMAN AĞACI

Ey dünyalıktan mahrum kimse, zamana ve insanlara hoş görünmeyen ve onların bir yanda bıraktığı zavallı insan.

Ey sultanlar yanında hatırlanmayan ve dünya erbabı meclisinde ismi geçmeyen çaresiz adam.

Ey aç, cesedi çıplak, ciğeri susuzluktan yanmış bitkin…

Ey bütün ihtiyaçlarla sıkışan, kalbi darda kalan, gönlü kırılan, hiçbir maksadını yerine getiremeyen, gittiği kapıdan kovulan, mescit köşelerinde kalan, sokaklarda sürünmekle gününü geçiren adam.

Senin bu anlattığım hallerde:


- “Allah (CC) beni fakir etti, dünyayı elimden aldı. Beni perişan etti, terk etti. Buğzetti. İşlerimi dağıttı. Hiçbir işimi yerine getirmedi. Bana ihanet etti. Dünyalık olarak yeter derecede mal vermedi. Şerefimi söndürdü. Padişahlar katında, arkadaşlarım arasında beni yükseltmedi. Halbuki başkalarına bol nimetler verdi. Günleri geceleri o nimetler içinde geçer oldu. Halbuki hepimiz de müslümanız. Babamız Adem, anamız Havva… Ben böyle olayım da onlar niçin böyle olsun?” gibi sözler sakın senin ağzından çıkmasın.!..

Senin bulunduğun hali anlatalım: Bir defa Allah-ü Teala’nın (CC), seni bu halde bırakması bir hikmeti icabıdır. Çünkü senin yaratılışında bir hürlük vardır. Allah (CC) tarafından sana sabır, rıza, muvafakat verilmişti ki, bunlar en büyük nimetlerdir. Aynı zamanda iman, ilim, tevhid nurları sende vardır. İman ağacın daha eskimemiştir. Tohumları ve fidanları henüz çürümemiştir, kuvvetlidir, yaprağı boldur. Her gün dal salmakta, çeşitli gölgelik vermekte, ayrı ayrı yönlerden büyümekte ve meyve vermektedir. Senin çalı ile değnekle, onu muhafaza etmene, büyütmene, beklemene lüzum yoktur…

Allah (CC) sana, dünya işlerinde az fakat rahat edeceğin şeyleri verdi. Ama ahirette hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin hatırına gelmeyen büyük nimetleri senin için hazırladı. Bunları orada sana çok bol olarak ihsan buyuracaktır. Ayet:


- “Hiçbir nefis, kendileri için öteki alemde hazırlananların neler olduğunu bilmez. Halbuki onlar gayet mesrur edici şeylerdir. Yaptıklarınıza mükafat olarak verilir.”

Bunun manası şudur: Allah’ın (CC) emirlerine uydukları ve bu yolda devam ettikleri için bunlar kötülükleri bırakırlar, Allah’a (CC) teslim olur ve her işlerini ona ısmarlarlar. İşte o büyük mükafata bu sebepten ererler…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »



26. Makale: EDEP PERDESİNİ AÇMAMAK

Yüzünden edep, namus ve kanaat perdesini açma… Bunun aksini yaptığın an halka rüsvay olursun…

Halkın yardımını kalbinden çıkar, onlara güvenme… Kudreti, kuvveti
Allah’tan (CC) gör!..

Hakk’ı (CC) ve hakikatı gör, her halinde manevi meşgalen bu olursa, benliğin ölür, şahsi arzuların söner. Şahsiyetçilik davasından kurtulur, herkesin iyiliğini gözetmeye başlarsın… Dünya gözünden silinir, yalnız ahiret, cennet sevgisi ve cehennem korkusu ile işlerini yapmaz olursun. Ruhunda sonsuz bir huzur duyar, Hakk’ın (CC) iradesini görürsün… Kalbin, hak ve hikmetle dolar. Zulmet kaybolur, nura boğulursun.

Daima,
Hakk’ı (CC) gözet ki; kalbinde yalnız Allah (CC) sevgisi yaşasın. Başkasına giriş hakkı kalmaz olur. Bu durumda İlâhi Vahdetin kapısı olan kalb basiretinin bekçisi olursun. Elinde tevhid, azamet, ceberut kılıcı olur. Her gördüğün aşağılık duyguları ruhundan kovar ve lüzumsuz şeyleri kökünden yok edersin.

Nefsin de, sana baş kaldıramaz. Hele kötü arzu timsali olan heva; şahsiyetçiliği temsil eden irade ve arzu, sana hiçbir zaman dünya ve ahiret işlerinde yol gösteremez.

Kalbinde, bir hakk ölçü vardır. İşittiğin her söz, gördüğün her hareketi hak ölçülere vurursun. Daha ileri giderek
Hakk’ın (CC) rızası önünde boyun eğer, bütün varlığınla O’na (CC) teslim olursun. Bu halinde Allah’ın (CC) kulu ve emrine bağlı kalır, halka uymaz ve onların arzularına gidemezsin. Bir zaman böyle gider.

Zaman olur, benliğin tamamen ölür. Bir hayali varlık gibi gezersin.
Allah-ü Teala (CC) bütün kuvveti ile seni muhafaza eder. Azamet ve sultanlığı hisarına sokar, hakikat ve tevhid askeri ile etrafını çevirir. Her adım atışında gayri ihtiyari dikkatli olmaya başlarsın. Çünkü, İlâhi bekçiler senindir. Nefis, şeytan, heva, irade, boş ümit, yalancı çağrı ve daha tabiatın nice kötülük ve şaşkınlıkları sana yol bulamaz. Ama her halde kader kendini gösterir.

Halk sana gelir nur almak için. Halk sana uyar doğruyu bulmak için… Halk seni ister, maddi ve manevi bataklıklardan kurtulmak için.

Sen halka yol gösteren, dinin inceliklerini öğreten örnek bir insan olursun. Sende çeşitli kerametler görülür, ama onlara aldanmadan
Allah’a (CC) ibadet edersin. Hak yolunda mücadele ederek, çeşitli güçlüklere göğüs gererek Allah’a (CC) kullukta, yani ibadette sabredersin. O’nun (CC) yardımı ile, her kötülükten mahfuz ve örnek bir insan olarak kalırsın.

Halkın meyli seni aldatmaz. Onların sevgi gösterisi seni yoldan çıkaramaz. Onların seni büyütmeleri, elini eteğini öpmeğe koşmaları, kendini olduğundan fazla göstermeğe yaramaz. Sen onlardan lüzumunda istifade etmeği de bilirsin. Hak ölçüler dahilinde, ihtiyacın kadar alır, ötesini terkedersin…


Allah-ü Teala (CC), o sultan hakkında şöyle buyurdu:

- “Biz Yusuf’u (AS) o yere sultan yaptık.”

Yine buyurdu:

- “O (AS), dilediğini yapar oldu. Biz rahmetimizi istediğimize kondururuz, iyi kişilerin mükafatını eksiltmeyiz.”

İşte, bu cümleler, Hz. Yusuf’un (AS) meleki sıfatını anlatır. O’nun (AS) nefis tarafını anlatırken de şöyle buyurulur:

- “Biz, böylece ondan bütün kötülükleri çevirdik, çünkü O (AS), bizim ihlas sahibi kullarımızdandır.”

Hz. Yusuf’un (AS) marifet tarafı da şöyle dile geliyor:

-Bunlar, (rüya tabiri ve hadislerin tevili) Rabbımın (CC) bana öğrettiklerindendir. Allah’a (CC) inanmayan cemaatı kati olarak terkettim. Onlar ahiret gününe de inanmıyorlardı…”

Bu kitaplar, bir gün sana da gelir; o zaman büyük bir dost sayılırsın. Büyük nasibini almış olursun. Sonsuz ilim, sonsuz kudret, seni kaplamış olur. Saltanatın her yere şamil; emrin her yerde geçerli… Nefsin, senin için faydalı olur. Allah’ın (CC) izni ile her şeye sözün geçtiği gibi nefsine de sözünü dinletirsin.

Dünya ve ukba işlerinin sahibi
Allah’tır (CC). Cennet O’nun (CC) elindedir. Nazarlarımız, O’nun (CC) kuvveti, kudreti yüzüne çevrili. O (CC) bizim zengin, cömert Mevlamızdır (CC). Her şeyi bol ve ziyadesi ile verir.

İsteklerin son durağı orasıdır. Ondan öteye yol yoktur. El açacak ve yalvaracak kimse bulunamaz.

Bu anlatılanlar bir sırdır… Ve sözde kalır… Hakikatına
Allah (CC) eriştirir. Çünkü O (CC) Rahîm’dir (CC)…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »



27. Makale: HAYIR VE ŞER, İKİ MEYVEDİR

Hayrı ve şerri iki cins meyve gör. Bunların kökü, bittiği yer aynı… Aynı ağacın iki ayrı dalında yetişirler. Fakat biri tatlı, biri acı… Bir dalda beldeler, iklimler, küreler bulunur. İşte bu dal da meyve yüklüdür. Ve bu meyve acıdır. Bundan uzaklaş, her şeyi ile ondan uzak ol…

Tatlı ağaca yanaş. Onun yetiştiricisi ve hâdimi
[1] ol…

Bu dalları ve meyvelerini iyi tanı. Her ikisini iyi bil. Fakat, sabret ve onun yetişmesini bekle… Ve kuvvetli ol.

Sakın ve çok çekin!.. Acı ve tatsız meyveli dala yanaşma. Ondan yediğin an helak olursun, onun acısı seni helak eder.

Daima dikkatli, ölçülü olmalısın. Elinde ölçü olarak Allah’ın (CC) Peygamber’inin (AS) emri olmalı. Bu ölçüler elinde olmadan meyveleri ayırt etmek senin için kolay olmaz. Yoluna böyle devam ettikçe, rahat, huzur ve emniyet içinde olursun.

Şunu iyi bil ki bütün bu kötülükler, o acı meyveden doğar. Onu terkettiğin an felaket ve beladan uzak kalırsın.

Her iki meyveyi de önüne koy ve bak. Şekilleri aynı, tatları ayrıdır. Çok kere bilmeden veya ölçüsüzlük yüzünden bir uçuruma düşersin. Ona el atar, hata edersin. Ve onu bu hatanın mükafatı (!) yersin.

Belki bir an için sana lezzet verir. Şehevi arzularını tahrik eder, hoşlanırsın. Fakat yapacağı felaketi takdir edemezsin, dimağını bozar. Manevi teneffüs cihazını berbat eder. Bütün acılığı damarlarına yayılır. Vücudun bütün parçalarını kaplar. Sonra yapacağı felaketler saymakla bitmez ki… Bu durumda belki bir an kendine gelir, ağzındaki acıyı gidermek için su alırsın, ama çaresiz… Hiçbir fayda vermez. Çünkü o zehir vücuduna yayılmıştır…

Eğer ölçüleri iyi kullanıp tatlı meyvayı yeseydin, durum böyle olmazdı. Her halinde iyilik görünür ve bütün varlığın hoşlukta toplanırdı…

Hal malum… İkinci bir iş yapman lazım. Bu muhakkak bilinmelidir ki, ikinci sefer el atacağın acı meyva olmamalı. Eğer bir daha düşersen kalkman zor olur. Az önce anlattıklarım, birer birer felaket halinde başına çöker, kurtulamazsın.

İyilik timsali olan ağaçtan ve meyveden uzaklaşma. Onu bilmemezlikten gelme. Her yerde onu ara ve onunla olmaya bak. Ve daima onunla olmaya alış, hak ölçüleri elden bırakmamaya çabala…

Bir daha hatırlatmak lazım gelirse
“hayır ve şer ilâhî birer fiildir.” Bunların faili , ilâhi kudret ve yürüten o kuvvettir. NAsıl ki Allah-ü Teala (CC):

- “Allah (CC), sizi ve yaptığınız işleri halk etti.”

Buyurur, Peygamber (SAV) Efendimiz de bu manaya işaret ederek şöyle buyurur:

- “Allah (CC) zalimi de zulmü de yarattı.”

Kulların yaptıkları iş, bizzat ilâhî kudretin eseridir. Yapılan işin ne olacağını Allah (CC) haber veriyor.

İşte bu durum, Hâlıkla (CC) mahlûk arasındaki farkı gösterir. Allah (CC) yaratır, kul iradesini kullanarak kesbeder.

Cennet, Allah’ın (CC) sevdiği kullarına bir ihsanıdır, fazlıdır. Oraya bu ihsan ve fazılla girilir. Ayrıca dereceleri, dünyade yapılan iyi amellerle verilir.

Peygamber (SAV) Efendimiz, bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:


- “Hiç kimse ameli ile cenneti kazanamaz.”

Buna karşılık Sahabe (RA):

- “Sen de mi ya Rasulallah (SAV)?”

Diye sorunca, cevaben:

- “Evet, ben de; ne var ki Allah (CC) beni rahmetine garketmiştir.”

Buyurdu ve elini başı üzerine koydu. Bu Hadis-i Şerifi Hz. Aişe (RA) rivayet etmiştir.

Sen, ilâhi emre uyduğun, kötü yollardan korktuğun müddet korkma, en doğrulukla Hakk’a (CC) teslim ol, şerden korunursun. Hayır ve fazilet seni bulur. Din ve dünya yönünden ilâhi bir muhafaza içinde olursun.

Dünyadaki hâlin şu ilâhi sözle anlatılır:


- “Böylece ondan kötülükleri geri çevirdik; çünkü o, bizim ihlas sahibi kullarımızdandı.”

Dini bakımdan mahfuz olmak, yina şu ilâhi kelamla anlatılıyor:

- “Siz, Allah’a (CC) iman eder, ona şükredersiniz, neden size azap etsin? Allah (CC) şükredenleri, iman edenleri bilir.”

Şükreden bir müminin yanında bela ne arar. Çünkü afiyet ona beladan daha yakındır. O insan, her an iyilik görür ve iyiliği artar. Allah-ü Teala (CC) şöyle buyuruyor:

- “Eğer şükrederseniz rahatınız artar.”

İman nuru büyüktür; bu nur kıyamet günü cehennem ateşini söndürür. Dünya belası cehennem ateşi yanında hiçtir. O azim azap ateşini söndüren iman nuru dünya belasını nasıl yenmez? Kuvvetli bir iman sahibine bela yanaşmaz. Şu var ki; o belalı insan ilâhi cezbeye kapılan büyük bir veli ola… Elbette o aziz kulun başından bela eksik olmaz. Çünkü bu hal, onu dünyada kötülüklerden saklar.

Birçok bela çeşitleri vardır. İnsanın dünyevi sefahattan korunması için paradan yana nasipsiz olur. Şehevi arzuların ölmesi için, bazı zahirde nimet gibi görünen şeylerden mahrum olur. Halkın, sahte teveccühünden azad olması için, sevgilerini kazanamaz; çeşitli isimler takar, ondan hoşlanmazlar.

Bu hal dışında bir felaket gibi görülür; fakat değildir. O bilir ki; her önüne gelen insanla sohbet, onların sahte sevgisini kazanmak, onlarla geceli gündüzlü oturup bir manevi zarardır.

Manen yükselmeye namzed olan büyük insanlar, sayılan belalara düçardır; fakat onlar için bu bela değil bir rahmettir.

Bu, zahirde bir bela gibi görünen ilahi rahmet sayesinde kalb temiz olur. Hakk’ın (CC) tevhidinden başka bir şey kalmaz. Kalb, yalnız marifet-i İlâhiyenin yeri, ilâhi ilim ve feyzin kaynağıdır. Nura kavuşmak, Hakk’a (CC) ermek ve O’na (CC) kurbiyetin yolu oradan geçer.

Bu kalb tek şey için yaratılmıştır; ikincisi sığmaz. Ayet;


- “Allah (CC), iki kalbe sahip bir kişi yaratmamıştır.”

Bir kalbde iki sevgi yaşayamaz.

- “Padişahlar bir beldeye girince orayı darmadağın ederler. Eşrafını zelil ederler.”

İşte bu sebeptendir ki; İlâhi sevginin girdiği yerde başkalarının işi kalmaz. Başkasının sözü geçtiği yerde ise ilâhi feyz olmaz. Kalbinden kötülükleri at; göreceksin ki, ilâhi feyz her yanını sarmış…

Kalbindeki sevgi, şeytan, nefis ve şahsi arzular olunca senden iyi hareket çıkmaz. Her hareketin isyan, boş ve lüzumsuz şeyler olur. Çünkü senin efendin şeytan olmuştur. Ama kalbinde İlâhi sevgi yer tutunca o zaman göreceksin ki, her kötülük kendiliğinden yok oluyor. Zaten kalb yalnız ilâhi tevhid ve ilâhi marifet için yaratılmıştır, daha sonra bir şey eklemek icap ederse; Kalb, içinde Allah (CC) sevgisi yaşadıkça kalb’dir… İlâhi feyzin süre insan için faydalıdır.

İşte anlatılanlar ve hadiseler gösteriyor ki, ilâhi rahmete erişmek için her maddi varlıktan ve sevgiden kalbi temiz tutmak gerek. Bu temizlik kolay olmaz; bir çok belalar ve felaketler insanı sarar.

Herhangi bir felaket karşısında insan, azmini kaybetmeyecek. Çünkü o bir nevi nimettir. İyi düşünülürse, belanın en büyüğü Peygamberlere (AS) ve onların yakınlarına, daha sonra sırasıyla olmuştur. Bu durumu Peygamber (SAV) Efendimiz şöyle haber verir:


- “Biz Peygamberler (AS) zümresi, diğer insanlara nazaran belanın en büyüğünü yüklenmişiz. Daha sonra sırası ile….”

- “Allah’ı (CC) en çok ben bilirim ve O’ndan (CC) en çok korkarım.”

İkinci Hadis-i Şerif’de, büyük bir manaya işaret vardır. Sultana yakınlık hasıl olunca, o nisbette korku ve çekinme çoğalır.
Sebebi: Padişahın gözü önündedir, hiçbir hareketi onun gözünden kaçmaz. En küçük hatası dahi görülür ve ona göre ceza çeker.

Burada şöyle bir soru akla gelir:


- “İnsanlar Allah’a (CC) göre tek şahıs hükmündedir. Hiçbir hareket ondan gizli değildir. O halde: Padişaha yakın olana ayrı ceza verilir şeklindeki cümlenin manası nedir?”

Biz buna cevap olarak deriz ki:

- “Derece yükseldikçe, rütbe büyüdükçe hatalar gözle görülür; çünkü insan hata işlemeye daima meyyaldir. Bu halde, verilmiş olan nimetlerin en ufağını dahi azımsayan, büyük hatalı sayılır. Daima şükretmek her kula vazifedir ama, o seçilmiş kul için en büyük vazifedir. Bu arada şunu da söylemek caizdir: Bir veli ve bir Allah (CC) dostu için, azıcık ibadetten yaya kalma büyük bir hatadır; kullukta noksandır. Allah-ü Teala (CC) bu durumu şöyle anlatır:

- “Ey peygamberlerin hanımları, sizden her hanginiz bir hata yaparsa, diğer hanımlara nazaran cezası iki misli olur.”

İşte görülüyor ki, derece farkı mevcuttur. Bu sebepten Allah-ü Teala (CC) Peygamberin (SAV) zevceleri ile diğerlerini ayırıyor. Hal böyle olunca, Allah’ın (CC) rahmet ve feyzine vasıl olanların ayrı durumunu takdir kolay olur:

Allah-ü Teala (CC) bütün benzerliklerden beridir. Halktan O’na (CC) bir şey benzemez. İşiten ve gören O’dur (CC). Doğru yola Allah (CC) hidayet eder.


[1] Hizmet edeni
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

28. Makale: MÜRİDİN HALİNİ BEYAN

Rahat istiyor musun? Sürur, emniyet, sükûn, selâmet arzu ediyor musun? Ehl-i dil olmak, sevgi, muhabbet içinde kalmayı arzu ediyor musun? Bu hallerden çok uzaksın. Bunları yalnız dil ile arzu ediyorsun… Şayet tam manası ile istemiş olsaydın; sende adi şeylere karşı meyil kalmayacaktı. Nefsin ölecek, dünya bir yana olacak, ahiret sevgisine meylin olmayacak ve nihayet bunların yerini Allah (CC) ve Peygamber (SAV) sevgisi alacaktı. Halbuki sen bunlardan uzaksın. Çünkü sende şehevi sevgiler ve nefsanî arzular var…

Bu işler acele ile olmaz… Bekle… Olduğun yerde kal ve kendini biraz hesaba çek…

Bu halinle sana kapılar kapalıdır. Yollar sana açık değildir. Allah (CC) sevgisi içinde olmayan bir işle zerre kadar ilgin olsa, bu yolun önü sana açılmaz… Sen mükâtep –kesimli - bir kul olsan, efendinin senden bir kuruşu kalsa, kulluktan kurtulamazsın…

Allah (CC) rızası dışında olan şeylere kalbinde bir nohut miktarı meyil olsa, dünyanın manevi pisliklerinden âri ve beri olamazsın. Böyle devam ettikçe dünya sevgisi seni sarar. Nefsini şehevi arzuların peşinden kurtaramazsın.

Bu yersiz hallerin hemen birden geçeceğini sanma!.. Yavaş yavaş olur… Senin isteğinle olmaz… Bekle… Doğru çalış, helal ye, tâ ilâhi cezbe seni kaplayıncaya kadar… Sonra Allah (CC) dilerse muradın hasıl olur…

O zaman olacak olur. Şum gider, uğur gelir. Uğursuzluk yok olur, nur gelir… Mânen ilâhi bir kisveye bürünürsün. Selamete erersin… Ve nihayet, en yüksek mertebelere çıkarsın. O gün:


- “Katımızda eminsin…”

İlâhi sözü can kulağına gelir… Bununla hoş olur, sevinirsin…

O ilâhi kaynak sana açık olur. Esrar perdeleri senin için açılır. Sana her şey ayan ve her gizli beyan olur…

Kavuştuğun kaynak kurumaz. Kavuştuğun manevi zenginlik sonsuz olur. Her yandan salınan sana gelir. Ani bir duraklama olursa; sakın sana bir şey gelmez diye üzülme… Bu hale eremezsin diye mahzun olma! Bekle, sabırlı ol…

Altın sikkelerini bilmez misin? Her yerde dolaşır, her keseye girer… Ama sonu n’olur? Bir kere altını düşün, parça parça herkeste boldur. Bir gün bakkalda görülür, bir gün kasapta. Daha sonra manavda ve attarda, dabakta, süsçüde ve her çeşit altın işi yapanlarda bulursun. Bazen adi işlerde de kullanılır. Nihayet bir dirayetli sultan sayesinde o kötü ellerden alınır, kaplarda eritilir, haddelerden geçer, inceltilir süs yapılır. Sultanlara bezek, padişahlara taç olur. İşte o çeşitli ellerde gezdi, sonsuz zahmet çekti ve nihayet ereceğine erdi…

Allah’a (CC) inan! En faydalı işleri sana O (CC) yapar. O’na (CC) güven, en güzel yola seni O (CC) sevk eder. Yalnız O’nu (CC) sev ve bağlan… Bir gün en yüksek dereceye erersin ve en ulvi mertebeye kavuşursun.

Kapılar açılır. Sandık kilitleri sökülür. Her gün yeni yeni alemlerin kapıları sana açılır.

Süs olan altınlar her yerde aranır. Yıllarca ellerde dönen altın şimdi padişahların başındadır. Ateşlerde yanan, türlü cefa çeken o altın şimdi padişaha taç, sultana süstür.

Ey iman sahibi, kadere inan ve onun çeşmesi önünde dur. Herhalde kazalara rıza göster, sabırlı ol… Ancak bu yolda Hakk’ı (CC) bulursun ve bu uğurda çalıştığın müddet Hakk’a (CC) kavuşursun… Dünyada çeşitli ilimlere erersin, öbür alemin ufukları sana açık olur.

Bu alemden göç edince,
başyardımcın Hakk (CC); şefaatçin Nebiler (AS), arkadaşların salihler ve doğrular olur…

Sabırla bekle… Aceleci olma… razı ol, Hakk’ı (CC) itham altına alma. Ümitli ol, ancak böylelikle ilâhi af ve keremin serinliğini ruhunda duyar ve Hakk’ın (CC) ikramına nail olursun…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

29. Makale: “ZAMAN OLUR Kİ, FAKİRLİK KÜFRE YAKLAŞIR”

Allah’a (CC) mutlaka kul olmak isteyen O’na (CC) iyi inanır. Ve her işini O’na (CC) teslim eder. O kul, bilir ki, rızık babında Allah (CC) kefildir. Yine okul kanaat getirmiştir ki, kendine ulaşan iyi bir iş, ilâhi fermandan habersiz değildir. Her hangi bir fena hal de kaderi ilâhinin iktizasıdır.

Bilhassa şu ilâhi vade kopmaz bağlılığı vardır:


- “Bir kimse Allah’ın (CC) emirlerine bağlı olur ve O’ndan (CC) korkarsa, ona güç yollar kolay olur. Bilmediği yerden rızık kapıları açılır. Kendisine tam tevekkül edene Allah (CC) yeter.”

İman sahibi daima bu ayeti okur ve manasına göre ruhi inşirah duyar. Bolluk devrinde bunu böyle bilir. Zaman olur, hikmet icabı bir imtihan belirince derhal sızlanmağa başlar, ağlar, feryad ederse bu hal onun tam bir iman sahibi olmadığını gösterir. O kimse bilmez ki, kader-i ilâhi ağlamakla, sızlamakla şekil değiştirmez. O zavallının bu acıklı hali Peygamber (SAV) Efendimizin:

- “ Fakirlik zaman olur ki küfre yaklaşır.”

Hadis-i şerifinin manasına girer.

İman sahibi, hangi felaket olursa olsun, sarsılmaz ve maneviyatını bozmaz. İyi inanmıştır ki: Herşey muvakkattır. Dünya muvakkat olduğu gibi, onun imtihan devresi de muvakkattır. Yine kalbini Allah’a (CC) bağlayan bilir ki: Allah (CC) istediği an kimseden belayı kaldırır. Bu Allah’ın (CC) lütfudur. Bir gün gelir, kendisinin de imtihan devresi biter; afiyet ve bolluğa kavuşur. Daima şükreder. Hamd eder. Sena eder ve bu hal, Allah’a (CC) kavuşuncaya kadar sürer…

Bu haller gösterir ki, ilâhi imtihanlar iki yönden tecelli eder.
Biri; iman sahibinin imanını arttırmak, diğeri ise; zayıf imanlının maneviyatını bozmak. Şayet o zayıf imanlı tahammül gösterirse imanı kuvvet bulur.

Allah (CC) bütün kullarına bir çok yönden bela verir. Bu belalar çoğunun felaketine sebep olur. Kul, o devrelerde Allah’a (CC) tam bağlanmaz, durmadan itiraz eder. Allah-ü Teala’yı (CC) (haşa) töhmet altına sokmak ister, söver, sayarsa…. Bu onun ebedi küfrüne sebep olur ve böylece dünyası ve ahireti berbatlaşır. Hakk’a (CC) kavuştuğu zaman ilâhi rahmetten herkesin nasibi olur; ama onun olmaz. Çünkü Rabbı (CC) ona darılmıştır. İşte Peygamber (SAV) Efendimiz bu hale işaret ederek şöyle buyurmuştur:


- “Kıyamet gününde en nasibsiz olan, dünyada fakir, ahirette cehennem azabına düçar olandır.”

Bu halden Allah’a (CC) sığınırız. Çünkü bu hal felakettir. Peygamber (SAV) Efendimiz bu fakirlikten Allah’a (CC) sığınmıştır.

İkinci şahsa gelince: O, hakkıyla inanmıştır. Allah’ın (CC) birliğine ve O’nun (CC) yapacağı her türlü eza ve cefaya razıdır. Zahirde cefa gibi görünen her halin bir nimet olduğunu iyi bilir. Onda tam bir kanaat vardır ki, sevgili kullara kavuşmak için onlar gibi yaşamak lazım. Peygamberlere (AS) varis olmak için, onların çektiği gibi cefakar olmak gerek.
Düşünür: Hangi alim, hangi fazıl, hangi hâkim, hangi büyük ve nihayet hangi derviş ve hangi bende cefadan, hangi efendi zordan hâli kaldı….

Ama, ne olursa olsun Allah’a (CC) dayanan herkes kurtulur. O’na (CC) inanmış olan her imanlı dar zamanında daha geniş olur. İlâhi kement onların boynundadır. Sabır dağları onları içine almıştır. Çünkü imanları kuvvetlidir. Çünkü kadere razıdırlar.

Bu sabır ve imandır ki; onu her an şükür yoluna sevkeder. Herşeye muvafakat, kaza ve kadere ve ilâhi hikmete mebni olduğunu sezdiği her şeye boyun eğer. Bu yüzden ilâhi rahmetin en büyüğüne erer.
Gündüzleri onun için bir nur kaynağı, geceler ise bir rahmet sofrası olur. Dışı hoş, içi boştur. Bu halde devam eder, tâ, Allah’a (CC) kavuşuncaya kadar… Hâdî [1] Allah’tır (CC)…


[1]Hidayete erdiren,hidayet veren
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

30. Makale: YASAK OLAN ŞEY

İnsana: “Hangi işi yapayım, işin hilesi nedir?” gibi bir söz yasak edilmiştir.

İnsanı hayrete düşürüyor; çok kere “ne yapayım?” “Yapacağım işin sonu ne olacak?” diye söylüyorsun… Sana verilecek cevap:

- “Yerinde dur, haline şükret!..”

Sana, bulunduğun halde kalmak emri verilmiştir; o emri veren bir gün olur yolları açar. Her şey kendiliğinden yoluna girer. Allah’ın (CC) emirlerini iyi anla ve oku:


- “Ey iman sahipleri, sabırlı olunuz… Sabır yolunda birbirinize yadımda bulununuz. Birbirinize iyi bağlanınız. Allah’tan (CC) çok korkunuz. Ümit edilir ki bu yolda felaha eresiniz.”

Ey iman sahibi, Allah-ü Teala (CC) bu ayetinde, önce sabır emrini verdi; sonra bu uğurda karşılıklı yardımlaşınız ve birbirinize kenetleniniz emrini verdi. Daha sonra bunların terki çok büyük hata olduğunu anlattı ve:

- “Allah’tan (CC) korkun…”

Buyurdu… Bunun açık manası şudur:

- “Sabrı bırakmayın, çünkü hayır ve selamet ondadır.”

Sabrın büyüklüğüne işaret için, bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmuştur:

- “Vücutta baş nasılsa iman bölümleri arasında sabır da öyledir.”

Büyüklerin şöyle bir kelamı vardır:

- “Her hayır, sabırla işlenir. Herhangi bir hayrı yapana sevabı, o işteki sabrı kadar verilir.”

Hemen bu kelama uyarak: Sabrınıza hiçbir işte iyilik yoktur, derler. Sonra Allah-ü Teala (CC):

- “Sabırlı kişilere mükafatları hesapsız bol verilir.” Şeklinde buyurdu…

Kötülüklerden uzak oldukça Allah (CC) yardımcın olur. Sabırlı ol, sonunu bekle, sabrın kadar mükafat alırsın.

Büyükler için ayetin tefsirine dayanarak buyurmuştur ki:


- “İttika sahiplerine Allah (CC) kolaylık yollarını açar… İstediği yerden rızık gönderir.”

Bekle, sabırla bekle; ölüm gelinceye kadar bekle. Bu bekleme devresinde iman ve sabrın dayanağın olsun. Yalnız Allah’a (CC) dayan. Çünkü, Allah-ü Teala (CC) şöyle buyurdu:

- “Tevekkül sahiplerine Allah (CC) kâfidir.”

Sen sabır ve tevekkül sahibi olduğun müddet, muhsinlerden olursun. İşte Ayet-i Kerime:

- “Allah (CC) muhsinleri sever.”

Dünyada ve ahirette sabır, her şeyin başıdır. İman sahibi sabrı kadar yükselir. Muvafakat ve rıza derecesine sabırla kavuşulur. Daha sonra sabırla ilâhi fiilde yokluğa kavuşulur. Bedeliyet hali ve sonsuz ferahlık alemi ondan sonra başlar.

Sakın sabrı bırakma; rezil olur, utanırsın. Dünya ve ahiretini kaybedersin. Allah (CC) esirgesin her iki alemin hayrı da elinden uçar.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

31. Makale: ALLAH İÇİN BUĞZ

Bir kimseye buğzettiğin zaman, onun işlerini kitaba arz et. İman ölçülerine vur. Sünnet-i Nebiye (SAV) sun. Onlara göre iyi, sana göre hatalı ise, müjde; işlerin Allah’ın (CC) emirlerine uygundur. Şayet onlara göre hatalı, sana göre iyi geliyorsa; sen hata ediyorsun. Yanlış hareket ediyorsun, şahsi arzularına uyuyorsun.

Böyle buğzla sen hata içindesin. Allah’a (CC) asi oluyorsun. Sünnete muhalefet ediyorsun. Bunların cezası büyüktür. Tevbe et, yaptığın bu hatadan dön. Allah’a (CC) dua et, o sevmediğin kimsenin sevgisini kazanmaya çalış.

Hep Allah’ın (CC) kullarını sevmeğe mecbursun. Onların sevgisini kazanmaya devam et. Allah’a (CC) tam kul olmak için seveceksin.

Ayrıca bir insanı sevmek için, yine şeriata arzet, eğer sevmeye layık bir insansa sev… Aksi halde kaç. Ta ki, şeytan karışmasın…

Şunu iyi bil ki, Allah (CC), yalnız nefse muhalefeti emreder. Dolayısıyla nefsine muhalif ol, hevesini hak ölçülere vur.

Sonra şu Ayet-i Kerimenin tehdidi altına girersin:


- Hevaya uyma, sonra hak yolundan saparsın.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

32. Makale: HAK SEVGİSİNE BAŞKASINI KATMAMAK

Birçok sözlerini işitiyorum, en çok şunları söylüyorsun:

- “Kimi sevsem aramız açılıyor. Ya ölüyor, ya kayboluyor. Yahut aramıza düşmanlık giriyor. Çoğu zaman malım kayboluyor, param elimden çıkıyor. Bu yüzden dostlarımla bozuşuyorum.

Ey Allah’ın (CC) sevgili kulu, Allah (CC) Gayyur’dur. Sevgisine kimsenin ortak olmasını istemez. Sevgilisine bakılmaya bile razı olmaz. Kendi sevdiği kulu başkasına vermez. Hal böyle iken sen başkasına bağlanıyorsun. Şu Ayet-i Kerimeleri işitmedin mi?:

- “Allah (CC) onları, onlar da Allah’ı (CC) sever.

- “İnsanlar ve cin tayfasını bana ibadet ederler diye yarattım.

Bazı müfessirler ibadeti, sevgi olarak açıklamışlardır.

Rasulullah (SAV) Efendimiz bir hadis-i şerifte şöyle buyurdu:


- “Bir kul, Allah (CC) tarafından sevilince, iptilaya uğrar; buna sabrederse iktina gelir başına.

- “İktina nedir?

Diyen bir Sahabî’ye (RA):

- “Çoluğunu çocuğunu, malını, mülkünü alır.

Buyurdu. Çünkü mal ve evlat, Allah (CC) sevgisine perdedir. Hakk’ın (CC) sevgisi bölünmez. İki sevginin arasına giren yanar.

Mala ve evlada sevgi çoğalınca, Hakk (CC) sevgisi azalır. İnsan bu sevgisinden ceza görür. Çünkü Allah’a (CC) bir nevi şirk koşmuştur. Halbuki Allah (CC) zatına ve sıfatına şirk koşanları sevmez. Gayyur ve her şeyden üstündür. Kendine karşı duran her şeyi yok eder. Ta ki, sevdiği kulun kalbi yalnız zatına dönsün. İşte o zaman:


- “Allah (CC) onları, onlar da Allah’ı (CC) sever.

Ayetinin manası tecelli eder.

Bu tecelli bir süre devam ederse, sonunda Hakk’a (CC) karşı koşulan ortaklar yani şirk yok olur. Mal, çocuk ve şehevi arzular isteği gider. Mal sevgisi kalmaz. Kötü hisler ölür. Veli olmak, başa geçmek, keramet sahibi olmak, kat, makam, dereceler istenmez olur. Cennet ve onun dereceleri gözden silinir. Kalbdeki şahsi irade, temenni yok olur. Suyu saf, içi temiz bir kap halini alır. Çünkü ilahi tecelli onu kaplamıştır. Bu arada kalb yolunu şaşırdıkça ilahi tecelli onu yola getirir. Kendinden başka her şeyi yok eder. Zaten başkası için oraya yol kalmamıştır. Mevlanın (CC) azamet ve ceberut kuvvetleri orayı sarmıştır. Bunlardan başka her şey için arada bir uçurum vardır. İlahi saltanatın vadileri o imanlı kalbin etrafını çevirmiştir. Oraya yabancı yol bulamaz. Şayet bulacak olsa bile yokluğu mani olur.

Bir çok kimselerin yüksek derecelere erdiği olmuştur. Bunlar yetişmiş olmalarına rağmen, bazı ufak tefek işlerle uğraşırlar. Bunlara yaptığı o işler zarar vermez. Çünkü hiçbiri, kalb cihetine yanaşamaz. Zaten o dereceye eren kul, bunları ilahi iradeye dayanarak yapar. Onlar; ilahi arzu icabı olduğundan, o sevgili kula bir lütuf ve keramet olur. Onun yüzünden birçok zavallı kimseler geçinir. Ayrıca bundan başka, çokça sevap kazanır. Sonra o işler bir başka yönden kulu tecrübe sayılır.

Kul, şahsi arzusunu karıştırmadığı süre işler iyi gider. Teslim olunca daha iyi gider. Kötülüklere karşı, o nimetler bir nevi kalkan sayılır.
Şöyle ki: Parası olur, haramdan kurtulur. Çocukları olur kimseden yardım istemez. Ailesi olur, harama göz dikmez. Velhasıl dünya ahiret selamet olur…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

33. Makale: İNSANLARI DÖRT BÖLÜMDE ANLATMAK

İnsanlar dört kısımdır.

BİRİNCİSİ: Kalbsiz ve dilsizdir. Asi ve hissizdir. Allah (CC) buna hayır vermemiştir. Sebebi: Bu ve benzerleri, hayrı istemezler, hayır yolunu sevmezler. Şu var ki; Bir gün Allah (CC) rahmeti iktizası bunları yola getirir. Kudret eli bunların kalbine iman ışığı tutar. Eğer istidatları varsa onlar da hak yola girerler.
Ama sakın bunlardan olma, onların ahlakını alma, onların hareketlerine katılma… Hikmeti ise: Onlar azap, gazap ve felaket insanlarıdır. Yerleri cehennemdir, arkadaşları şakilerdir. Ancak ilim sahibi isen, onlara yakınlık sana zarar vermez. Çünkü onlara hayrı öğreten, doğru yolu gösteren bir insan olursun. Eğer kendine güveniyorsan onların arasına gir ve Hakk’a (CC) davet et. Onlara doğru yolu öğret, hak yola çağır. Görürsün ki; bu sohbetin hoş oluyor. Allah (CC) sana, Resullerin (AS), Nebilerin (AS) kadar sevap verir. Bunu anlatmak için Hz. Peygamber (SAV) Hz. Ali’ye (KV) buyurduğu bir Hadis-i Şerifi nakletmek yeter:
- “Allah (CC) bir kimseyi vasıtanla doğru yola getirirse, bunun sevabı yeryüzündeki bütün mülke bedeldir.”


İKİNCİSİ: Dili vardır, kalbi yoktur. Herkese hikmetten konuşur ama kendisi amel etmez. İnsanları doğru yola çağırır, kendisi kaçar. Başkasının hatasını büyük görür ama kendisi durmadan yapar. Allah’a (CC) karşı edep ve terbiye yollarını öğretir fakat kendisi büyük günahları işlemeye devam eder. İnsanlar arasında iyi görünür, yalnız kalınca önüne geleni yutan hayvana benzer.
Peygamber (SAV) Efendimiz bu adamın durumuna işaret ederek:
- “Ümmetim için en çok endişe ettiğim şey dilli münafıklıktır.”
Buyurmuşlardır. Diğer bir Hâdis-i Şerifleriyle de:
- “Ümmetim için en korkulacak şey kötü bilginlerdir.”
Buyurmuştur…
Allah (CC) cümlemizi bu gibilerden korusun.
Bu zümreden çekin ve kaç, tatlı dili seni yakalar. Güzel (!) sözü seni aldatır. Günah ateşi seni yakar. Onun manevi kir kokusu seni öldürür.


ÜÇÜNCÜSÜ: Kalb sahibidir, ama dili yoktur. Halbuki o Allah’a (CC) tam inanmıştır. Allah (CC) da onu halkından gizlemiştir. Onun üzerine manevi bir örtü çekmiştir. Gözünü halktan kapatmıştır. Bu insan yalnız kendi ayıbını görür ve onu gidermeye çalışır. Kalbi tevhid nuru ile doludur. Bu nur, insanlar arasına karışmanın güçlüğünü, onların ağzından çıkan sözün boşluğunu gösterir. O insan, selametin; sükütta, sessizlikte ve yalnızlıkta olduğunu bilir. Peygamber (SAV) Efendimizin şu hadisi-i Şerifini candan duymuştur.
- “Susan kurtulur.”
O muhterem insan her şeyi can kulağı ile dinler, bu dinledikleri arasında şu da vardır:
- “İbadet on bölümdür, bunun dokuzu sükûttadır.”
Bu zat velidir. Allah (CC) onu kötülüklerden esirgemiştir. Daima selamet içinde olur. Akıl ve fikir sahibidir. Allah’ın (CC) rahman sıfatı onda tecelli etmiştir. Hayırlı insanla arasında, bu gibileri seçilir. Bu gibilerden hem hayır umulur, hem de arkadaşlık edilir. Hakk (CC) onun işini gördürür, halk onu sever. Sen de sev, ona yaklaş… Böyle yaparsan, Allah (CC) da seni sever. Bu gibi seçkin kulları ara, onların hürmetiyle yüce Allah (CC) seni sevgili kulları ve salih kişiler arasına katar.


DÖRDÜNCÜSÜ: En yüksek derece buna verilmiş ve melekut aleminde kendisine:
- “AZÎM”
Adı verilmiştir. İşte Hazter-i Nebi (SAV) bu büyük zatın şanını tarif ederken şöyle buyurmuştur:
- “Bir kimse öğrenir öğretirse… Ayrıca bildiği, öğrettiği ile amil olursa melekut aleminde ona, AZÎM ismi verilir.”
Bu zat, alim-i billah’tır. Mertebeler ölçülürse en yüksek derece onun olduğu ortaya çıkar. Dinin hikmet yönünü en iyi bilen odur. Allah-ü Teala (CC) birçok bilinmeyen ilimleri onun kalbine yerleştirmiştir. Hiç kimsenin erişemiyeceği sırları ona sezdirmiştir. Bu saf ve temiz kul, Allah (CC) tarafından seçilmiş, sevilmiş ve Hakk’a (CC) cezbedilmiştir. İlâhi hikmetleri çözüldüğü kapıya yalnız bu insan yetişmiştir. Hidayet yolları buna açıktır. Bunda istidat çok büyüktür. Ve bütün sırları anlamak kabiliyeti vardır. Bunda bilgi sonsuz, hikmet ölçüsüzdür. Bu zat, Allah (CC) yolunda bir şahtır. Hak yola o çağırır, kötülükleri onlara o gösterir, kıyamet günü şefaatçi, dünyada temiz, Allah (CC) indinde herşeyi makbul ve merguptur. Doğrudur, doğruluğu tastiklidir. Resul (AS) ve Nebilerin (AS) vekilidir. İşte Peygamberler (AS), bunları vekil etmiştir.


İşte son had buraya kadar… İnsanoğlunun son durağı bu makama varır. Buradan öte Peygamberlik başlar. Sana bu insan lazım. Bunu ara, bulunca muhalefet etme, sözlerine darılma, uzak kalmaktan hoşlanma. Onu sev ve sözlerine bağlan, her nereye varsan böyle birini ara ve zihninde onu gezdir. Şunu bil ki: O ne söylerse selamet ondadır. Helak, bataklık başkadadır. Allah’tan (CC) onu iste, yol bundan başkaya varmaz. Himmet başkalarında yoktur. Yolunu bu ülkeye vardırmayan kurtulamaz. Ama Allah (CC) başka türlü emretmiş ise bir şey denemez. Allah’ın (CC) doğru yolu gösterdiği kimselere kimse şaşmaz.
Ey iman sahibi; insanları sana bölüm bölüm gösterdim. Kendini düşün, eğer gözün varsa bak. Bu sayılanlara basiret gözünü gezdir ve kendine bir sığınak ara. Eğer kendine acıyorsan bunu yap ve kurtul.
Allah (CC) , bize ve sana verdiği ve razı olduğu yolları göstersin… Amin!…


Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim


34. Makale: ALLAH’A DARILMAMAK

Allah’a (CC) çok darılıyorsun; O (CC) senin Rabbın (CC) olduğu halde onu töhmet altına almak istiyorsun. O’nun (CC) her işine itiraz ediyorsun, zorla bağlanıyorsun. O’na (CC) bağlılığın yolu zulüm ile oluyor. Halbuki O’na (CC) candan inanman ve teslim olman lazım. Rızık babında sıkı olma, geniş ol. Zengin olursan herkese dağıt; fakir olunca da sabırlı ol. Gün olur, güçlük gider, bela kalkar. Yaptığın bir yana kalır. Bilmez misin her şeyin bir vakti var, o gelince olacak olan olur…

Şunu bil ki; malın çoğu bela getirir, çok isteme azla yetin. Bela biter, güçlüğün sonu var, biteceği gün var. Sen yalnız sabırla bekle.

Bela vakitleri değişmez, yalnız onun içinde afiyetler olur, onu gör. Bela anında ümitsizlik iyi olmaz. İmanla onu iyi gör. Fakirlik hali zenginliğe çevrilmez, ona sabırla tat kat. Hile yoluna kaçma, doğru ol, samimi ol…

Hakk’a (CC) karşı edepli ol. Sukûtu, sabrı sev, buna devam et. Haz al. İlahi fiillere uymaya çalış. Allah’ın (CC) emir ve fermanına karşı kalbinden bir şey geçerse tevbe et. Şayet Hakk’ı (CC) töhmetleyen bir kusur ettinse nadim ol.


Şunu iyi öğren ki; Hakk (CC) kapısından başka kapı yoktur. O’ndan (CC) kaçmak mümkün olmadığına inan ve hak işlerden intikam almanın imkansız olduğunu bil. Günah yapmak yalnız seni körletir. Hakk’a (CC) yapacağın taarruz, yalnız tabiatını karartır. İntikam hissi kullar arasında caridir. Vazife, bir kul tarafından verilmişse, ondan kaçınma olabilir.

Her şey, bu dünya alemine çıkmadan çok evvel yaratılmıştır. Onların kârını, zararını Allah (CC) bilir. Herşeyin ilki, sonu ona malûm, bir şeyin doğuşunu gördüğün gibi gün olur batışının da seyredersin. Allah (CC), yaptığını iyi bilir, yapacağı iş ona göre kolaydır. İşlerinde asla tenakuz bulamazsın. Yaptıklarında yersizlik göremezsin. Boş iş yapmaz. Lüzumsuz şey yaratmamıştır, yaratmayacaktır. O’na (CC) noksanlık izafe etmek caiz değildir. İşlerini beğenmeyen kişinin aklına şaşılır.

Herşey biter, yeter ki beklemeyi bilesin. Bekle zorla bekle!.. Kendini sabra alıştır. Nefsini, şahsi arzularını yen, onları emirlerine uymaya çabala. Kendini bütün varlığınla sabır aleminde yok et!.. Bekle, bir gün hepsi biter, yok olur gider.

Herşey zamanla zıddına döner. Gün geçtikçe işler değişir. Evvela kış, ardından yaz gelir. Bir zaman gündüz arkasından gece sarar. Akşamla yatsı arası:


- Gündüz olsun…

Dersen olmaz. Belki daha kararır, ışık olmaz. Taa, şafak atıncaya kadar, karanlık devam eder.

Boynunu yüce emirlere eğ.. Allah (CC) için, iyi düşün, iyi sabret. Senin için olmayan sana gelmez.Sana nasip olmayanı kimse eline tutuşturamaz. Hayatım pahasına da olsa, sana yemin ederim ve sonra kendiliğinden açılır. O zaman istediğin hiç olur. İstesen de istemesen de ortalık aydın olur, her yer aydınlığa kavuşur…

İşin hikmet tarafına aklın erince, işlerin kendiliğinden yürüdüğünü görürsün. Ne isteğinle gündüz gece olur, ne de aksi olur. Çünkü güneş emrinde değil. Dünya senin fermanınla dönmüyor. Rüzgar emrinle esmiyor.

Duan, her zaman alemde makbul olmaz. Çünkü burada istenenlerin çoğu, zamansız ve yersiz isteniyor. Ama yine dua et, her an Allah’a (CC) yalvar, ancak duan kabul olmayınca Allah’a (CC) sitem etme!..


- Niçin kabul olunmadı…

Diyerek şaşma… Zamanı gelince olan olur, burada bir şey olmazsa öbür alemde sana sevap olur. Ama bağırıp çağırırsan, mahcup olursun… Derim ki: Daima dua edeceksin… Çünkü her şeyden evvel sen bir kulsun. Allah’ın (CC) emirlerine uymaktasın. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri:

- Bana dua edin, kabul ederim.

Buyuruyor. Diğer bir yerde de:

- Allah’tan (CC) fazilet isteyin.

Deniyor. Bu mevzuda daha bir çok ayetler vardır…

Duan her zaman duyulur ama, ihtiyacın kadar verilir. Sonrası öteki aleme kalır. İhtimal ki her arzunun bu alemde yerine gelmeyişi bir hikmet icabı ve senin hayrına olmaktadır. Sonra, her olan şey, Allah’ın (CC) kaza ve kaderine uygundur.

Arzun yerine gelmeyince Hakk’ı (CC) itham etme!.. Kabul olmadı diye ümitsizliğe düşme!.. Daima dua et. Kârın olmasa bile zarar da etmezsin. Hemen olmasa bile, bir zaman sonra olur.

Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyruluyor:


- Kıyamet günü hesap defterinde insan, yaptığı ibadet haricinde bir çok iyilik bulur. Bunları bilemez, sorar, ona şöyle denir: ‘Bunlar dünyada kabul olmayan dualarının karşılığıdır. Kader-i İlahi icabı orada yerine getirilmedi fakat sana mükafat olarak burada veriliyor’.

En azından halin, zikir olmalı. İhtiyacını O’na (CC) aç!. Başkasına bir şey deme!.. O’nu (CC) tevhid ederek, her derdini arzet… Duanın kabul edilmesi işini Allah’a (CC) bırak….

Tekrar hatırlatmak yerinde olacak… Sana iki yoldan başka yol yoktur ve olamaz. Gecen de gündüzün de aynı. Sağlığın da hastalığın da öyle. Darlık olsun genişlik olsun değişmez. Ki o: Dua ve sabırdır, yani rıza…

İyi zamanda, darlıkta genişlikte hep böyle ol…

O iki hali biraz açalım:

En iyisi, benlik davasını bırakıp, Hakk’a (CC) bağlı olmandır. Tıpkı, bir ölü gibi Hakk’a (CC) karşı iradesiz halde kalman… Bir süt çocuğu gibi, tam teslim olmandır. Senin için hak fiil ve irade önünde, topçu önündeki top gibi olmak var. İlahi irade böyle çevirir. Bu halinle sana, nimet gelirse şükür edersin… Şükür ettikçe de nimetin artar. Çünkü Allah (CC):

- Şükür ederseniz nimetinizi arttırırım.

Diye vad ediyor. Darlık baş gösterince de sabredersin. Bu da senin için bir nimettir. Darlık zamanı, sabreder; günlerin Peygambere (SAV) salât ve selâmla geçerse daha ne istiyorsun… Bu; Allah’ın (CC) sana en büyük nimetidir. Her kula nasip olmaz, bu ayetin:

- Allah (CC), sabırlı kullarla beraberdir..

Mealinde buyurulan yüce manasında bu bapta kayıt vardır.

Allah (CC), kullarına yardımıyla koşar; sebatını verir. Nefse, şeytana galebe çalması için kula yardımcı olur… Bir ayette:


- Eğer, Allah’tan (CC) yana olursanız o da size yardımcıdır. Dizlerinize kuvvet verir.

Buyuruluyor…

Nefsine muhalif ol; Allah’tan (CC) yana olmuş olursun. Allah (CC) yoluna muhalif olan herşeye muhalif ol. Hakk (CC) emirlerini itirazla karşılama, kabul et, darılma. Nefsine muhalif ol; Hak fiillerin içine düş, onlarda kaybol… Bunu yaptığın takdirde hak için mücahid sayılırsın. Nefsin her başını kaldırdığında Allah’ın (CC) emriyle vur. Onun karşısında kalkanla dur.
Bu kalkan; sabır, muvafakat, sükûn, hak emirlere teslim olmaktır. Bunları yapabildiğin an, Hakk Teala (CC) sana en büyük yardımcıdır.

Bütün bunların sonunda, bir de büyük rahmete ermek vardır, ona
SALÂVAT derler. Bu makam Peygamberlere (AS) hastır. Bu “SALÂVAT” onlarındır. Sen bir günahkar olduğun halde günahların bağışlanıyor, Nebiler (AS) için verilen sevaptan hisse alıyorsun. İşte bu manayı ifade eden bir ayet-i kerime:

- Onlara musibet veya bir bela karşı geldiği zaman, ‘biz Allah (CC) içiniz, dönüşümüz O’nadır (CC)’.

Derler. Onlara Rabb’larından (CC) salavat olsun. Rahmet onlaradır. Hidayete eren onlardır.

Buraya kadar anlatılan yaşamak zorunda olduğun iki halin ilkiydi.


İkincisine gelince: Sen Rabb’ına (CC) yalvardıkça ona yaklaşmış olursun. Allah’ın (CC) emirlerini tut. Senin yalvarmak hakkındır, ayrıca vazifendir. Hakk’a (CC) tazarru ve niyaz ettikçe, bu vazifeyi yerine getirmiş olursun.

Sakın dualarına yanlış şey girmesin. Bu mühim vazifeyi Hakk’a (CC) imanla yap!.. Duanı aziz bir yolcuyu uğurlar gibi yap. Çünkü dua, Hakk (CC) katında sana yer hazırlar…

Şunu tekrarlamakta fayda görüyorum. Duana derhal icabet olunmazsa hemen bağırıp çağırmaya kalkma. Dua hem kabul olunur, hem de olunmaz. Her ikisi de senin için musavi olmalı. Sonra bu olanlardan ibret almalısın… Sakın haddi aşanlardan olmayasın. Çünkü baş vuracak kapı yoktur. Sakın, nefsinin iyiliğini veya kötülüğünü bilmeyen zalimlerden de olmayasın. Allah (CC) seni helak eder. Hiçbir şey bu helak işinden Hakk’ı (CC) alıkoyamaz. Geçmiş ümmetleri de helak etti.
Şöyle ki; dünyada içinden çıkılmaz bela ile öldürür, kıyamet günü en kötü azaba sokar…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

35. Makale: VERA ÜZERİNE

Vera’[1] sahibi ol, aksi halde felaket yakınına gelir. O zaman seni hiç bırakmayan güçlükle bir yakalar, öldüm desen bırakmaz. Şu var ki; Allah’ın (CC) rahmetini de hiçbir şey önleyemez. Ona da tam istidat kazanmak gerek. Hz. Peygamberden (SAV) şöyle bir Hadis-i Şerif rivayet edilmiştir:

- “Allah (CC) yolunun hak pusulası, VERA’dır. Şüpheli işler peşinde giden bir gün harama düşer. Tıpkı sınırda hayvan yayan çoban gibi. Günün birinde sınır aşılır, çoban belasını bulur.”

Hz. Ebu Bekir (RA). şöyle buyurdu:

- Biz, harama düşmeyelim diye en az yetmiş mubah terkederiz.

Hz. Ömer (RA) ise şöyle buyurdu:

- Biz en az ondokuz helali, harama kaymayalım diye yapmadık.

Onlar tam VERA’ sahibi insanlardı. Haram korkusu yüzünden helali ve mubahı terkederlerdi. Bunu şu Hadis-i Şerife dayanarak yaparlardı:

- “Her sultanın bir sınırı vardır. Allah’ın (CC) sınırı ise haramlardır. Her kim sınır yakınına gelirse tehlikeye kapılması mümkündür.”

Her sultanın bir hisarı vardır. Her kim oraya girerse, birinci kapıyı geçmiş olur. Sonra ikinciyi daha sonra üçüncüyü….

Böylece saltanat kapısının gölgeliğine kadar varmış olur.

Bunun durumu her ne kadar tehlikeli ise de, sadece birinci kapıda durmasından iyidir… yani, sahrada olanın durumundan. Çünkü kendisini koruyacak sultanın askerleri ve bekçileri vardır.

Çünkü birinci kapı dışarı sayılır. Orada her çeşit vahşi hayvan ve düşman bulunur. Kendisini kurtlar kapabilir. O sebepten ne yapıp yapıp birinci kapıyı aşmak lazım. Kapıyı aşınca padişahın askerleri vardır. Dışarıda ise düşman.

İşte azimet bunun için; VERA’ bu yola varmak için olmalı. O bekleme anında ilahi yardımın kesildiği görülse bile, insan ümitsizliğe düşmemelidir. Hele hak yoldan ayrılmak hiç olmaz.

VERA’ en büyük ibadettir. Ancak insan çok daraldığı zaman ruhsatlarla amel edebilir. O da emir ve hadleri aşmamakla. Ruhsat bir yardımdır, ancak ibadet ve taatte kullanmalı. Çok kere ruhsatları terketmek yerinde olur. Daima ruhsatla hareket eden irade sahibi olamaz. Nefsine dizgin vuramaz. Bu hale düşünce Allah’ın (CC) yardımı kesilir. Çünkü ilahi yardım, darda kalmışlaradır. Kolaylık yollarını tutunca yardımdan mahrum olursun. Şahsi arzular seni kaplar, heva, nefsin seni sarar. Bilmeden haram yersin. Dinden çıkar, şeytanlar zümresine dahil olursun. Halbuki şeytan Allah’ın (CC) düşmanıdır. O hak yoldan şaşırmıştır. Bu halde ölürsen helak olursun. Ancak, Allah’ın (CC) rahmeti kavuşursa ona bir şey denmez.

Son olarak şunu demek isterim ki: Baş tehlike dinde şüphelilere koşmaktır. Dolayısıyla selamet, irade sahibi olup çalışmaktır.


[1] Harama düşmek korkusu ile şüpheli işlere yanaşmamak
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

36. Makale: DÜNYA VE AHİRET İŞLERİ

Ahiret sermayen olsun. Dünyayı ticaret yeri say. Zamanını sermayeni batırmamak için evvela ahiretine sarfet. Eğer fazla kalırsa onu da dünyaya harca, geçimini sağla. Sakın dünyayı sermaye, ahireti ticaret saymayasın. Bunu yapınca namazını vaktinde kılamazsın. Kılsan da erkanını yerine getiremezsin. Rukûu belli olmaz, sücûdu belli olmaz. Çünkü senin için maksat dünya olmuştur. Yorgunluk gelir, uyursun. Namazın kazaya kalır, kılamazsın. Gece cife gibi yatar, sabahları tenbel olarak kalkarsın. Nefis seni peşinden sürükler, heva seni takip eder. Şeytan artık sana hakimdir. Böylece ahiretini dünyaya satmış olursun. Sen bu durumda nefsin kulu ve onun uşağı olmuşsun. Halbuki sen onu emrine alacak, terbiye edecek, doğru yola getireceksin. Bu, onun ahiret tarafı idi. Yani iyilik yüzü idi. Ama sen böyle yapmadın, onu hakkıyla idare edemedin. Onun sözlerini kabul etmekle zulüm ettin. Onu kendi başına bıraktın, netice lezzete, zevke, sefaya daldı ve şeytana uydu. Sen de ona uydun. Daha sonra hem dünyan battı, hem de ahiretin.

Yarın kıyamet günü iflas halinle meydana çıkarsın. Orada ne din bakımından, ne dünya bakımından hiç karın olmaz. Ne kazandın nefse uymakla?.. Eğer onu doğru yola getirseydin, her iki cihanda da mesut olacaktın. Nefse uymadan ahireti sermaye kabul etseydin, her ikisini de kazanacaktın. Ayrıca dünyadaki nasibin, bol ve rahat gelecekti. Sen her kötülükten temiz ve her pislikten beri olacaktın. Peygamber (SAV) Efendimiz buyurdu:


- “Allah (CC), dünyayı ahiret niyetine göre verir. Ahireti, dünya niyetine göre vermez.”

Niçin aksi olmuyor? Olmaz, çünkü ahiret Allah’a (CC) kulluktur. Allah’a (CC) kulluk niyeti ile ibadet eden ahireti bulur. Niyet ibadetin ruhu ve özüdür. Kötülüklerden çekinerek ibadet edersen dünyan hoş olur. Dünya bir yana der, yalnız ahireti arzularsan Allah’ın (CC) öz kullarından ve O’na (CC) halis ibadet edenlerden olursun. Dolayısıyla ahiret nimeti senin için olur. O nimetlerin başında cennet ve Allah’a (CC) yakınlık gelir.

Dünya sana hizmet eder. Kısmetin kendiliğinden gelir. Çünkü her şey yaratanına bağlıdır. Eşyanın haliki ise Allah’tır (CC), sen de O’nun (CC) öz kulu olduğuna göre, her şey senin olur.

Ahireti bırakır dünyaya çalışırsın. Hakk (CC) sana gazabını karşı yapar. Ahireti kaybedersen, dünya sana isyankar olur. Her şeyini güçlükle alırsın, ufacık bir makam elde etmek için güçlük çekersin. Çünkü Allah’ın (CC) sevmediği bir insan oldun. Dünya ehli olup ötekini kaybetmeyi mi, yoksa ahiret ehli olup dünyada manevi bir huzur duymayı mı?

İnsanlar iki kısımdır. Biri dünya arar, diğeri ahiret. Bunlar kıyamet günü de böyle olacak. Bir kısmı cennet ehli, diğer kısmı da cehennem…

Yine o gün, bir kısım insanlar hesap çokluğundan korunurlar, bunlar ahiret ehlidir. O günün uzunluğunu anlatırken:


- “O gün, dünya gününe göre bir günü ‘bin’ senedir.”

Buyuruldu. Yine o gün bir kısım insanlar Peygamber (SAV) Efendimizin buyurduğuna göre şöyle anlatılır:

- “O gün siz, arşın gölgesinde rahat edersiniz, lezzetli meyveleri yer, tatlı yemekleri tadarsınız. Kardan daha beyaz, soğuk ballardan afiyetlenirsiniz…”

Diğer bir Hadis-i Şerifte ise şöyle buyuruldu:

- “Cennet ehli, o gün yerlerine bakarak görürler. Hesap bitince yerlerine giderler. Onlar yerlerini tanırlar. Dünyadaki evlerine gider gibi, cennetteki yerlerine varırlar.”

Bunlara verilen bu yüksek derece, dünyayı terkettikleri için oldu. Dünyayı attılar bir yana, Allah’a (CC) kul oldular. Diğer kısmın, şiddetli hesaba maruz kalması ise dünyaya tapmaları yüzünden oldu. Dünyaya tapmanın neticesi onları öbür alemde buldu.

Allah’ın (CC) emri hilafına gidiş felakettir. Bu hataların hepsi yarın senin önüne çıkar. Hata işleme, hata ettikçe batarsın. Kitap ve Peygamberin (SAV) emirlerinde bulun, yoksa ne iyilik, ne kötülük kaybolur.

Nefsine acı; ona rahmet ve şefkatle bak. Onu kötü yola atma. Ona hata işleme fırsatı verme. Onu birinci sınıftan yapmağa çalış, ikinci sınıftan koru. Nefsine kötü arkadaş seçme, insan ve cin şeytanlarından onu esirge. Kitap ve sünneti eline al. Her zaman onları gör, onlarla amel et. Oldum olası sözlerle uğraşma. Boş heveslerle kendini yorma. Allah-ü Teala (CC) şöyle buyurdu:


- “Peygamberlerin (AS) getirdiklerini alın, yasak ettiği şeyleri yapmayın.”

Allah’tan (CC) korkunuz. O’na (CC) muhalefet etmeyiniz. Ameli terkediyorsunuz. Peygamberlerin (AS) getirdiği şey ile amel etmiyorsunuz.

Boş işle nefsini aldatma, amel ve ibadetini daima yap. Yeni icadlar çıkarmaya kalkışma. Allah-ü Teala (CC) icatçı bir kavim hakkında şöyle buyurdu:


- “Bir kısım dini kisve giyenler icat çıkardılar, halbuki biz onlara böyle şey yazmamıştık.”

Sakın icatçı olma, uyucu ol. Hakk’a (CC) uy, Peygamber (SAV) yolunu tut. Allah-ü Teala (CC) Hz. Peygamberi (SAV) kötülüklerden temiz kılmıştır. Peygamberimiz (SAV) hakkında şöyle buyurdu:

- “O (SAV) kendiliğinden konuşmaz. O’nun (SAV) konuştuğu vahiydir. O’na (SAV) vahyolunur.”

Yani Peygamberin (SAV) getirdiği bendendir. Şahsî ve indî mütealası değildir. Dolayısıyla O’na (SAV) uyunuz. Sonra Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdu:

- “Allah’ı (CC) seviyorsanız bana uyun. Bana uyarsanız Allah da (CC) sizi sever.”

Anlaşılıyor ki; sevgi sevilene uymakla olur. Söz ve hareketle Peygambere (SAV) uymak gerekir.

Peygamber (SAV) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurdu:


- “Çalışmak adetim, tevekkül halimdir.”

Zayıf iman sahipleri çalışmasına güvenir. Çalışmak, Peygamberin (SAV) sünnetidir. Kısmetli iman sahipleri tevekküle bağlanır. Çalışmaya devam edersen Peygamberin (SAV) sünnetini işlemiş olursun. Tevekkül yoluna kıymet verdikçe de Peygamber’in (SAV) ruhaniyeti seni sarar. Allah-ü Teala (CC) tevekkül üzerine şöyle buyurdu:

- “İnanıyorsanız Allah’a (CC) tevekkül ediniz. Allah’a (CC) tevekkül edene O (CC) yeter. Allah (CC) tevekkül edenleri sever.”

Bu ayetlerle sana tevekkül emri veriliyor. Bunu Hakk Teala (CC) Peygamberine de (SAV) emretti. Her halinde Allah’a (CC) tevekkül et. Allah’ın (CC) emri haricine gitme. Her halinle Allah (CC) ve Peygamberin (SAV) emrini rehber tut. Çünkü Peygamber (SAV) Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurdu:

- “Emrimiz haricinde işlenen hiçbir şey makbul değildir.”

Bu emir her şeye şamildir. İster dünya, ister ahiret, ister söz, ister iş hepsini işine alır.

Benim için Allah’tan (CC) başka Allah, Peygamberden (SAV) başka peygamber yoktur. Kur’an ve sünnet yolundan başka, her kapı kapalıdır. Biz onlara göre amel etmeliyiz. Aksi, şeytan ve nefsin yoludur. Allah- ü Teala (CC) bu manada şöyle diyor:


- “Hevaya tabi olma, seni yoldan alır.”

Selamet kitap ve sünnettedir. Helak bunların haricindedir. Kul, bunlarla yükselir. Veli, bedel ve gavs makamlarına bunlarla erer. Velhasıl, insan-ı Kamil bu yolda yetişir. En doğrusunu Allah (CC) bilir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

37. Makale: HASEDİN KÖTÜLÜĞÜ

Ey iman sahibi, seni bir tuhaf görüyorum. Komşuna hasetli bir haldesin. Onun yemesini çekemiyorsun. İçmesinden hoşlanmıyorsun. Onun giydiği sana tuhaf geliyor. Evi gözünde büyüyor. Hanımı dahi senin için çekilmez bir dert oluyor. O Mevla (CC) nimeti içinde zengin olmuştur. Onun zenginliğinde bir türlü hoşluk bulamıyorsun. Bu hallerin neden oluyor?

Bilmiş olman gerekir ki, bu halin iman zafiyetinden ileri geliyor. Bu hal seni Allah’ın (CC) rahmet nazarından uzaklaştırır. İlahi gazabı üzerine çeker. Peygamber (SAV) Efendimiz kudsi hadisi ile hasedi şöyle anlatmıştır:


- “Hased eden nimetimin düşmanıdır.”

Ayrıca; Peygamberimiz (SAV) bir Hadis-i Şerifinde buyurdu:

- “Hased, iyilikleri yer. Ateş odunu yaktığı gibi iyilikleri bitirir.”

Zavallı!.. neye hased ediyorsun. Sen mi verdin o nimetleri? Onları sen değil, Allah (CC) verdi… Allah’ın (CC) verdiği nimete nasıl hased edersin. Allah-ü Teala (CC):

- “Onların dünya geçimlerini aralarında dağıttık..”

Diye haber vermiştir.

İlahi nimetlerle beslenen o adamı hor görme. Ona karşı hased etme. Onun nimeti için de kimse hak iddia edemez. Herkese Allah (CC) nasibince verir, herkes nasibini bulur.

Bu halinle o akılsız bir duruma düşmektesin ki, senden daha akılsız daha cahil, bahil ve cahil görülemez. Acaba o adamdakileri senin mi zannediyorsun. Bu o kadar cahilliktir ki, tarifi imkansız. Eğer sana gelecek bir şey varsa başkasına gidemez. “HAŞA” Allah’a (CC) mı kin tutuyorsun. Halbuki Allah-ü Teala (CC):


- “Emrim değiştirilemez. Ben kullara zulum etmem.”

Buyuruyor. Allah (CC) sana zulmetmez. Senin kısmetini başkasına vermez. Bunu böyle bil. Aksini düşünme, cahillik etme.

Allah’ın (CC) verdiği nimete karşı durmak hıyanettir. Kendine zulumdur. Sonra bir nevi yere hased etmektir. Çünki, o hased ettiğin insanın nimeti yerden çıkar. Altın, gümüş yerden gelir. Bunlar miras olarak gelir. Geçmiş ümmetlerden. Ad, Semud, Kisra, Kayser’lerin elinden geldi. Bir zamanlar bu mallar, bu mülkler onlarındı. Asıl onlara hased etmek lazım. Çünkü komşunun malı onların malının milyonda biri olur.

Senin bu hasedine bir misal vardır:


Bir insan koca bir sultanı askeri, mülkü, tacı, tahtı ve bütün saltanatı ile görüyor. Onun çeşitli nimetlerini her an seyrediyor. Buna hased etmiyor. Beri yanda padişahın köpeklerinde birine hizmet eden bir yabancı köpek görüyor. Yabancı köpek ile yerli köpek oturuyor, kalkıyor. Her türlü geçimini onun sayesinde sağlıyor. O zavallı adam bu hale tahammül edemiyor. O yabancı köpeğin ölmesini yerine kendinin geçmesini temenni ediyor.

Bu hal alçaklığın ve hasisliğin en büyüğüdür. Böyle düşünen bir adam için, zühd, inanç diye bir şey olmadığı gibi, ondan daha ahmak, daha bilgisiz kimse de olamaz.

Zavallı, eğer kıyamet gününde o hased ettiğin komşunun başına gelecekleri bir bilsen, hiç hased etmezsin. Eğer, o adam Allah’ın (CC) emrine uymuyorsa, nimetlerin hakkını ödemiyorsa onun başına gelecekleri yalnız Allah (CC) bilir. Allah (CC), nimetleri kendi yoluna sarf edilsin diye verir, aksi halde nimet felaket olur.

Peygamber (SAV) Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:


- “Kıyamet gününde bir takım insanlar etlerinin makasla kesilmiş olmasını isterler. Buna sebep, zavallı kimselerin dünyada çektikleri bela yüzünden orada aldıkları sevabı görüp, imrenmeleridir.”

O gün, senin zengin komşun bir fakir olmayı ister. Kıyamet günü bir sürü hesabın görülmesi ve münakaşası onu yorar. Güneşin sıcaklığı altında beyni pişer. Böyle günlerce bekler. Oranın bir günü, buraya nisbetle elli bin senedir. İşte o dünyadaki nimet hesabını böyle verir. Halbuki sen, eğer hased etmeden sabırlı durursun. Dünyada güçlüklere sabredenler orada rahat eder. Sıkıntılara göğüs gerenler, orada mesud olur. Sen de dünyada iken kazaya, kadere iman edip, kaderine razı olduğundan orada en büyük nimete mazhar oldun. Başkasının zenginliğine göz dikmediğin için, orada tam afiyet buldun.

İşte dünyada kendi hastalığını, başkasının iyiliğine, darlığını başkasının genişliğine, düşkünlüğünü başkasının iyiliğine tercih edenler öbür alemde arşın gölgesine sığınırlar..


Sana en büyük tavsiye: Belaya sabret, nimetlere şükret ve her işini ulvi gök kubbesini yaradana ısmarla
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

38. Makale: DOĞRULUK VE NASİHAT

Yaradanına (CC) karşı doğruluk gösteren, yabancıdan kaçar, sabah akşam Hakkla (CC) olur. Gayrısına yüz vermez.

Ey cemaat!.. Size ait olmayanı istemeyin. Hakkı (CC) birleyin, şirk koşmayın. Allaha (CC) yemin olsun ki, kader okları sizi bulur. Bir defa yerinden çıkan kader oku, nerede olsanız sizi bulur. Kendini hak yola vermişler, Hakktan (CC) gayrisini yitirirler, fani varlıkları yok olur. Sonra Allah (CC) onlara kefildir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

39. Makale: AYRILMAK, BİRLEŞMEK VE NİFAK

Her hangi bir şeyi ilahi emir olmadan nefse uyarak almak inattır. Kötülüktür. Nefse uymadan almak iyidir. Fakat pek iyi değildir. Arzu etmeden geleni almak hoştur yalnız ahlak nizamına uyması şarttır.

Allah’ın (CC) göndermiş olduğu rızkı kabul etmemek, almak için manevi bir emir beklemek yerinde bir değildir. Buna riyakarlık denir. Münafıklık olur.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

40. Makale: SALİKin YETİŞMESİ

Bu günkü halinle ruhaniler zümresine girmeyi özleme. Bütün varlığın yok olmadıktan sonra erenlere katılamazsın. Bütün duyguların tek tek hak yola girmeli. Bir bir varlığın maddi alemden ayrılmalı.

Şöyle bir dünya aleminden silkinip varlığını kurtarmalısın. Tuttuğun hak için, hareket ve sükûnun O’nun (CC) için olmalı. O’nu (CC) gör ve O’ndan (CC) işit. Hakk’ı (CC) konuş, Hakk’a (CC) yapış, O’nun (CC) için çalış, aklın Hak işlere ersin.

Bir zamanlar yoktun. Sonradan sana bir varlık izafe edildi. İşte bu varlık, seni Hakk’tan (CC) ayırdı. Ruhaniler zümresine girmene mani oldu. Bu varlıkları terkedince ermiş olursun. Erince de, ruh olursun. Ruhaniler zümresine girersin.

Sır ol… Tek ol… Sırrın sırrı, gizlinin gizlisi, her şey sana düşman görünmeli: Seni Hakk’tan (CC) uzak tutan her şey… Bu düşmanları içinden seçmelisin.

İşte İbrahim (AS):

- “Bana Rabbülaleminden (CC) başka hepsi düşmandır.”

Buyurdu. İbrahim Halil (AS) putlara:

- “Düşman…”

Diyordu… Şimdi senin için put zahirde yoktur, ama gizlide çoktur… Hakk’tan (CC) başkalarıyla meşgul eden her şey sana düşmandır, sana puttur. Bu putları bırak. Halktan bir şey umma. Görürsün ki sır alemi sana açılmış, ruhaniler alemi sana açık olmuş…

Kimsenin bilmediğini bilmeye başlarsın. Yapılamayacak işler senden zuhur etmeye başlar. Adet dışı, tabiata uymayan işler görmeye başlarsın. Bu işler, gerçekte öbür aleme has ise de sana burada görmek nasib olur. Çünkü öldün dirildin. Varlığını Hakk (CC) yolunda yok ettin. Ölmeden evvel ölenlerin sırrına erdin. Kudret alemi sana kapı açtı. Her halinle oranın malı oldun. Artık kudret aleminde yaşayanlar gibi işitmen, konuşman, tutman, görmen, yapışman, yürümen, akıl etmen… Hasılı huzur ve sükunun Hakk’la (CC) olur, başkası sende yoktur. Hiçbir şeyi göremez olursun. Çünkü senin için, Hakk (CC) varlığından başkası yoktur.

Yalnız bu alemin içine dalınca Allah’ın (CC) emirlerini bilmen gerek, yasaklarına katiyyen yakın olmamalısın. Eğer Peygamberin (SAV) yaptıklarının birini terk edersen şeytana oyuncak olduğunu bil. Hemen ilahi emirlere koş, şahsi arzulara düşme. Hangi iş; Allah (CC) ve Peygamberin (SAV) emrine uymazsa, o iş sapıklıktır. En doğrusunu Allah (CC) bilir….
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

41 .Makale: FENÂ VE KEYFİYETİ

Sana bir misal getireceğim. “Fena” üzerine olacak. Şunu demek isterim. Bir sultan, halk içinden seçeceği kimseyi bir beldeye tayin eder. Ona her türlü yetkiyi verir. Bir vali için lazım olan her çeşit nişanları takar. Borozan, bando, asker vs. Bu hal bir müddet devam eder.

Aradan zaman geçer. O vali kendini beğenmeye başlar. Padişahın nimetini unutur. Sanki o yer kendisine bakidir. Kendini beğenir,ilk halini unutur, eksiğini hatırlamaz, eski fakirliği aklına gelmez. Halbuki bir zamanlar bir köşede unutulmuştu.

Bu kibir o zavallıyı sarar. Kendini çok beğenir. Firavunlaşır. Bu hali çok iyi bilen şah onu azleder. Öyle bir hal alır ki, ilk devrini arar ama eline geçmez.

Padişah ondan yaptıklarının hesabını sorar. Bütün hatalarının cezasını çektirir. Emirlerin yapılmayışı, yasaklara tecavüz etmek o zavallıya pahalıya mal olur. Çok feci bir şekilde hapsolur. En dar yere tıkılır. Büyük sıkıntıya düşer. Devamlı bir ihtiyaç içinde kıvranır. Bu kıvranma onun için iyi olur. Böbürlenmesi ölür. Kibri gider. Haddini bilir. Nefsi körlenir. Şahsi arzusu söner. Benliğini eritir. Bunlar padişahın gözünden kaçmaz. O şahsın bilgisi bunları kaybetmez.

Bu durumda padişahın merhamet nazarı ona dokunur. Rahmet ve merhamet nazarına mazhar olur. Dolayısıyla, zindandan çıkarılma emrini verir. Bu arada bütün in’am ve ihsanını ona yağdırır. Eski devletini verir. Ayrıca o miktarın iki misli de mükafat verir. Artık bu iş böyle devam eder. Bundan sonra kötülüğe girmez. Kibri, gururu unutur. Saf ve temiz olarak vazifeye devam eder.

İşte bu misal bir iman sahibinin halidir. Bir kimse
Allah’a (CC) yaklaşınca, Allah (CC) onu sever ve seçer. Kalb gözü açılır. Nimet, in’am ve ihsan kapıları ona açık olur.

Zaman olur, o kalb gözü ile kimsenin görmediğini görür, işitmediğini işitir, akla hayale gelmeyen garip işler seyreder. Yerin, göğün hikmetini anlar. Onlardaki esrarı çözmeye başlar. En güzel vaadi alır. Vaad olunduğu şey kendisine bol bol verilir.


Hakk’a (CC) yaklaşır. O’nun (CC) güzel sözlerini duyar. Bu duygu yalnız safiyetten ve manevi yükselmeden gelir. Bu hale fenaya ermiş kişi kavuşur.

O sözün hikmetini söyler. Çünkü kalbi temizdir. Safiyete ermiştir. O temizliğin nuru, kalbten dile gelir. O nurlu hal, o büyük insanın her halinde sezilir.

Fenaya ermiş olan kibirli değildir. Gönlü engin olur. Dışı mütevazi insanlar gibi olur. Aldığı helâldir. Her haliyle
Allah’ın (CC) yasaklarına yanaşmaz. İşte bu halde o insan kendinden emin olur. Kendini huzur içinde görür. İşte bu hoşluk bir zaman devam eder, bunun bir daha gitmeyeceğini sanır aldanır. Aniden belaların kapısı açılır. Çocukları yok olur. Malı telef olur. Kalbindeki huzur bozulur. İlk zamanda verilmiş olan bütün nimetler yok olur.

Bu haller bu zatı hayrette bırakır. Üzülür, kalbi kederle dolar. Zahirine baksa yalnız kötülük görür. Kalbine dönse, yalnız hüzün ve zulmet görür.
Allah’a (CC) dua etse icabet bulmaz. Bir yandan vaad alsa verildiğini göremez. Birine bir şey vermek istese yerine getiremez. Bir rüya görse tabir etmek kolay olmaz. Halka karışmak istese yapamaz. Şayet bir kolaylık bulup halka gitmek istese derhal bela ile karşılaşır.

Halkın eli, bu durumda ona musallat olur. Neredeyse tırnaklarıyla vücudunu parçalarlar. Dilleri ırzına malına dokunur. İlk halinden bazı şeyler anlatmak isterse, diyemez. Evvelce gördüğü nimete karşı, şimdiki belayı hoş görse yapamaz. Bu halde, nefis onu böyle yok eder. Heva, şahsi arzu onu ilk halden alıkoyar. Manevi yolculuğu tükenir. Oluşlar durur. Manevi hal kapanır. Daimi bir telaş içinde kalır. Her gün sıkıntısı üzüntüsü çoğalır. Bu haller devam ederken haberi olmadan manen yükselir. Birden kapı açılır, bu açılış ani olur, açılışla beraber maddi ve manevi varlık yok olur, yalnız ruh kalır.

İşte bu halde işler başka olur. Batıni deruni sesler işitir.
İlk söz; Hz. Eyyub’a (AS) olduğu gibi tecelli eder:

- İşte sana, tatlı su, iç ve şifa olduğunu bil, yıkan!.. Ayağını vur, o çıkar

Kalbinde rahmet çeşmeleri akmaya başlar. İlahi rahmet ve şefkat onu diriltir, ona hakikat kapıları açılır. Gönül yolları gösterilir. Her kuvvet karşısında söner. Her varlık hizmetine koşar. Diller onu över. Her canipten onun ziyaretine koşarlar. Şah diye geçinen, kendilerini yaratıcı olarak tanıtanlar, onun kapısında köleye benzerler.

O, insan olmuştur. Rahmet onun yüzünden okunur.
İLAHİ NUR, gözlerinden çıkar. Kendisini de halinden memnun eder. Bu hali Hakk’a (CC) varıncaya kadar devam eder.

Sonra kavuşacağına kavuşur. Dünya gözü onu görmez, buranın duygusu o alemi sezemez.
Allah Teala (CC) onlara hazılanan nimetleri anlatırken şöyle buyuruyor.

- Onların mükafatı büyüktür. Buradaki ölçüler ve tartılı bilgi onları bilemez. O göz kamaştırıcı nimetleri hiçbir nefis bilemez.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

42. Makale: NEFSİN İKİ HALİ

Nefsin iki hali vardır. Üçüncüsü yoktur. Biri bela diğeri afiyet…

İnsanlar, başlarına bir bela geldiği zaman bağırır, çağırır, Allah’ı (CC) şikayet eder. Allah’a (CC) darılır. Her şeye itiraz eder. Hakk’ı (CC) töhmet altına almak ister. Ne sabır bilir, ne de bir nasihatçıya uyar. Yalnız kendi aklına göre Allah’a (CC) (haşa) eş bulma yoluna girer, bir uygunsuz hareket yolu bulur. Öylece gider.

Afiyet haline gelince; ondan daha iyisi yoktur, güler, oynar sevinir. Zaman kaybetmeden şehvet yollarına koşar. Hiç biriyle yetinmez. Biri eskiyicince yenisini aramaya koyulur. Yemek beğenmez. İçkilerin her çeşidini sofrada bulundurur. Evinde hanımını da hemen savar, onun da yenisini arar. Evini beğenmez, iyisini arar. Binek işi de çok önemlidir. Daima günün en iyisini ister. Elinde olan her şeye bir ayıp bulur, hemen yenisini tedarik etmeye koyulur. Böylece bütün rahatını kendi eliyle kaçırır. Bilmez ki, her şey kendisi için değildir. Buna akıl erdiremeden iyi şeylerin peşine düşer.

İşte bu haller insanı yorar. Elde mevcut şeylere razı olmamak, insanı her çeşit güçlüğe sürükler. Sonu gelmeyen eziyet, içinden çıkılması mümkün olmayan felaketler bundan sonra başlar. Dünyalığı var, rahat etmesi gerekirken, eliyle keyfini kaçırır.

Bundan sonra öbür alemin işi başlar. Ölür, sorguya çekilir, hesap veremez. Çünkü düzenli hiçbir iş tutmamıştır. Bazıları şöyle der:


- “Öbür alemin ve buranın en çok cefasını çekenler, kendilerine ait olmayanı isteyenlerdir. Ve yapamayacakları işin peşinden koşanlardır.”

Bir insan düşünelim: Bir zamanlar her türlü maddi sıkıntı onun manevi durumunu da bozmuştur. Bu halinde yalnız belanın gitmesini ister. Yalnız bunun için Allah’a (CC) yalvarır. Bir gün duası kabul olur, her çeşit darlık zail olur gider. Genişlik başlar. Bundan sonra o zat, evvelce çektiği bütün sıkıntıyı unutur. Allah’ı (CC) da unutur, kulluk etmez. Her çeşit günah yollarını seçer. Bu adamın hali nasıl olur? Elbette ki “iyi olur” denemez.

Tam tahmin edildiği gibi olur. Dünyada israfın yolunu tuttuğu için her şeyi az zamanda biter, yine darlığa düşer. Ve artık, eski halini de bulamaz, sürünerek ölür gider… Bununla bitse iyi, öbür alemde bir de hesabını vermek vardır.

Eğer bu insan beladan kurtulduğu zaman, derhal ibadet ve taat yolunu tutmuş olsaydı, bir daha eski haline düşmezdi. Elinde bulunanla yetinip gayrısını bulmak için onları bir yana itmemiş bulunsaydı, ömrü rahat içinde geçerdi. Dünyası hoş olurdu, Ahireti ise onun çok üstünde rahatlık verirdi. Öbür alemin en güzel şeylerine kavuşurdu.

Dünya ve ahiret selameti isteyen sabırlı olmalıdır, elinde bulunanla yetinmeyi adet eden rahattır. Daima Allah (CC) vergisine şükür edenin nimeti artar.

İnsan fani varlıklara dayanmamalı. Onların elindekini unutmalı ve Hakk’a (CC), ihtiyacı için dua etmelidir. Ve Allah’ın (CC) emri üzerine çalışarak her şeyini kazanmalıdır. İşte böylece eğer darda ise dua ederek kurtuluşunu O’ndan (CC) beklemelidir. İnsanların kurtarması ne kadar sürer, birinden ne kadar iyilik görülürse görülsün, devamı beklenemez. Bir zaman gelir her iki taraf da bundan usanır. İyilik eden vermekten, kabul eden de mihnet altında kalmaktan bıkar. Ama Allah (CC) böyle mi? O (CC), usanmaz, daima iyilik eder. Kafir kullarının dahi rızkını kesmez.


Yeri gelmişken şunu da söylemek yerinde olur: Allah’ın (CC) verdiğini iyiye kullanmak şarttır. Bunun icabı budur. Mahzurları yukarıda belirtilmesine rağmen bir daha söylemek iyi olur. Bu sebeple helâlin hesabı, haramın azabı olduğunu hatırlatmak lazım gelir.

Her şeyin iyi tarafını görmek en iyisidir. Yoksullukta güzellik olabilir. Bazı zahmetli işlerin sonunda iyi olmaları muhtemel. Bazı hastalıklarda şifa vardır. Şunu da unutmamak iyi olur ki, Allah’ın (CC) emri kesindir, başka şeylere benzemez. Onun içindir ki bu yolda çok dikkat gerek. Onun her iradesi mutlak yerine gelir. İtiraz etmekle hikmet değişmez, emri geri alınmaz. “O (CC), her neye “ol”… Demeyi murad ederse… O olur…”

Hakk’ın (CC) her işi hikmettir. Her emrinde fayda vardır. Şu da var ki; Allah (CC), hiçbir zaman insanların zararını istemez.


Söz buraya gelmişken; bir daha ilk sözleri tekrar etmek iyi olur. Gerçi tekrar değildir ama, sözün baş tarafında belirtilenlere benzediği için böyle diyoruz. Söylemek istediğimiz şudur: En yerinde ve insana yakışan iş, razı olma melekesine sahip olmak ve teslim haline ermektir. Bundan sonra ibadet gelir ki, onun hakkında bir diyeceğimiz yoktur. Çünkü her müslüman onun ne demek olduğunu bilir.

İbadet sadece kulluk etmektir. Ötesi yine teslim halidir. Yani kader ne ise onu gözetmekten ve ona uymaktan başka kurtuluş yoktur. Bundan sonrası kader bahsi ile ilgilidir ki, incelemek iyi olmaz. Çünkü o bir ilâhi sırdır. Ona kolayca akıl ermez. Bu bapta tavsiyemiz, yalnız bir sükûttan ibarettir. Çünkü bu ince mesele ancak duygu ve halle sezilir, ilim yolu ile bilinmez.


- “Bu iş nasıl oluyor, neden ve ne zaman olacak?”

Gizli gözler yerinde olmaz. Kaderin iç nizamını kurcalamak bir nevi şirke benzer ve Allah’ı (CC) töhmet gibi olur. Bu sözümüz İbn-i Abbas’dan (RA) rivayet olunan bir Hadis-i Şerife istinad eder.

İbn-i Abbas (RA) şöyle diyor:

- “Birgün ben Resulallah’ın (SAV) ardındaydım, yürüyorduk. Bana döndü ve: Ey Allahın (CC) kulu, Allaha (CC) iyi sarıl, Onu (CC) bırakma. Bu gayreti içinde saklarsan Hakk (CC) da seni esirger. Bu duyguyu taşıdığın müddet Allahı (CC) kendine yakın bulursun. Bir şey isteyecek olursan, Ondan (CC) iste. Yazılan yazılmış ve kalem kurumuştur. Olacak şeyler de olur. Bütün insanlar bir araya gelse, ilahi bir hüküm yoksa, sana fayda sağlayamazlar. Ve eğer kaderinde yazılı değilse, bütün insanlar sana zarar vermeye gelseler yapamazlar. Eğer kendinde kuvvet görüyorsan, iyilik yap ve doğru çalış. Kötülüğe meylin varsa sabırlı olmaya çalış. Yapmamaya gayret et. Hayrın çoğu sabırdadır. Şunu da bil ki, yardım sabırlılara olur. Darda kalmışlar genişliğe çıkarlar. Her sıkıntının sonunda bir ferahlık vardır’.”

İşte, her mümine lazım olan odur ki: Bu Hadis-i Şerifi kalbinde bir ayna gibi saklaya, işini gücünü buna göre ayarlıya ve böylece çalışa. İşte son nefesine kadar böyle gide… Allah’ın (CC) rahmet ve inayeti sayesinde dünya ve ahirette böylece güçlüklerden salim ola; vesselam…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

43. Makale: DİLENCİLİĞİN KÖTÜLÜĞÜ

İnsan, kendisi gibi acizden bir şey isteyemez. Yalnız cahil olduğu için ister. İmanı zayıf olduğu için bu yolu tutar. Marifeti yoktur, yakin derecesine varmış imanı yoktur. Sabrı yok denecek kadar az olduğu için bu yola düşmüştür.

Dilencilik huyunu bırakan insanda şu yüksek vasıflar mevcuttur:

Allah’ın (CC), kendi halini bildiğine inanır. İlm-i İlahinin her şeyi kuşatmış olduğuna yakîni vardır. Her an iman yolunda ilerleme kaydeder. Yaratanını (CC) hiçbir zaman unutmaz, her an onu tefekkür etmekten hoşlanır.

İşte bu hallerde o, kimseden bir şey istemeye ve rastgele herkese dert yanmaya utanır. Ve daima huzurla:


- “Beni benden daha iyi bilen var.”

Der, günlerini böyle bitirir…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

44. Makale: ARİF-İ BİLLAHIN DUASINA NEDEN İCABET OLUNMAZ

Başta şunu söylemek iyi olur. Arif insan için iki kanat vardır. Biri korku, diğeri ümit. Bir kuşun zayıf kanadı diğerine tesir ettiği gibi, arifin de bu iki halinden biri zayıflarsa yol alamaz. İmanı tekamül etmez.

Hal ve makam da, bir insandaki ümit ve korku gibidir.
Şu da var ki: Her halin ve mekânın korku ve ümitleri kendilerine göredir. Şunu da diyelim ki, her makamın kendine has halleri vardır. Bazı derecenin korkusu, bazısının da ümit fazlalığı vardır. Şu da var ki. Arif bunları bilemez. O yakınlık derecesine kavuşmuştur. Arzusu yalnız Mevlâsıdır (CC). Dua, ümid, korku; bunlar onun için bir şey ifade etmez. Yalnız Hakk’la (CC) olur. O’ndan (CC) gayrini sevemez, başkası ile ünsiyet edemez. Duasının kabulü, ahdinin yerine gelmesi onun için bir şey ifade etmez. “Bu hal benim şanıma layık değildir. Benim işim böyle olmalıdır, şöyle olmalıdır”, gibi sözler onu alakadar etmez. Daha doğrusu o böyle şeylerle uğraşmaz.

Burada iki şey meydana çıkar. Bunun biri, dua kabul olduğu, istek yerine geldiği takdirde, bazı sebepler yüzünden edep ve terbiye yolları unutulur. Diğeri ise, şirk koşma gibi bir hal zuhur eder. Bu da insan için bir çeşit mekir gibi olur… İşte bunlar için de, duanın kabul edilmeyişi yerinde tefsir edilmelidir. Çünkü, zahirde Peygamberlerden (AS) başka nefse uymayacak ve günah işlemekten masum yoktur.
Bütün Peygamberler (AS), bilhassa bizim Peygamberimiz (SAV), Ona salat ve selam olsun

Eğer bir arifin duası her zaman makbul olsa, kendine gurur gelmesi muhtemeldir. Bunu bir adet haline getirebilir. Emre imtisalen değil de keyfine göre hareket etme yolunu seçebilir.

Yukarıda belirtilen zararlardan daha fenası, şirk yolunun tutulması ihtimali vardır. Şirk ise her halde fenadır. Hangi makama ererse ersin, bir arif ancak emir dahilinde iş yapmaya mecburdur. Bilhassa namaza, oruca ve diğer farz ibadetlere dikkat etmek yerinde olur. Peygambere (SAV) ittibaen nafile ibadete devam edilmesi iyidir. Duaların da bu zamanlarda yapılması lâzımdır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

45. Makale: İPTİLÂ VE NİMET

İnsanları iki şahıs olarak görürüz. Biri iyilik içindedir..

Nimet içindeki adam sıkıntıdan ve kederden kurtulamaz. Sebebi, nimetin bolluğu ve bunların icabı maddi sıkıntıdır. Mal, mülk, her zaman iyilik getirmez, her parçasının ayrı derdi vardır. Evladı olur hastalanır, kaza olur, mal mülk telef olur. Bunlar tabii afetler olduğu halde o insan normal karşılamaz, haliyle elindeki nimetin tadını bulamaz.

Eğer zenginlik; nimet, rahatlık, mal, şöhret, hizmetçi ve uşakla olacaksa bunlar o zatta vardır ve ayrıca düşmandan emin bir durumdadır. Azıcık sıkıntılarla bu nimetleri unutmak yerinde olmaz. Haddizatında, o adam için darlık yok demektir. Bunları kendi mütalâasına göre bela saysa bile, yalnız Allah’ı (CC) bulamayışına ve dünya halini sezemeyişine bağlamak yerinde olur. Bu zat Allah-ü Teala’yı (CC)
İstediğini yapar, değiştirir, güzellik verir. Sonra hepsini götürür. Zengin eder, fakir eder, alçaltır, yükseltir, öldürür, diriltir. Önce verir veya sonraya bırakır. bir zat olduğunu bilseydi, elindeki nimetin hiçbirisine aldanmazdı…

Zaman olur, bu genişlik içinde yüzen adam cehaleti yüzünden bu hale iyice bağlanır. Aslında az olan ve esasa taallûk etmeyen darlığın giderilmesi için çalışmaya başlar. Bu kere de sıkıntı birse beşe yükselir. Bunun nedeni yine dünyayı bilmeyişidir. Halbuki dünya; bela, keder, hasret ve bir sürü teklif ve tekdirle doludur. Bunlar her ne kadar zahirde bela gibi görünseler de aslında nimet sayılırlar. Burada sabır meyvesini misal vermek doğru olur. Bu meyve evvela acıdır sonra tatlı olduğu anlaşılır. Bunun tadına, insan ancak acı çektikten sonra kavuşur. Acısını tatmayan ve ona tahammül edemeyen tad bulamaz. Belaya sabreden kimseye iyilikler kendiliğinden gelir.
Şunu da diyelim ki; bir işçi ancak ekmeğini alın terinden sonra alır. Ve ruhen, bedenen bitap düşüp, ayrıca bir sürü gönül darlığı çekip kuvvetten düştükten sonra ücretini alır. Dahasını söylemek lazım gelirse, kendi gibi birisine hizmet edip manevi bir çöküntüye uğrar, benliği söner, bunun mukabili ücretini alır. Fakat yine de bu para tatlı gelir. Sonu malum. Bu kadar güç işlerden sonra alınan para güzel yemek olur. Hoş katık, tatlı meyve ve sevilen elbise haline gelir. Tabii olarak sevinç ve rahat başlar.

Azın azı dahi olsa, dünyanın evveli, üst makama erinceye kadar acıdır. Şunu misal verelim: İnce ve acı tabaka ile sarılı bala benzer. Bala ermek için acıyı tatmak asıldır, ancak bu halden sonra tada erilir ve asıl aranan bulunur.

Her şey sırası ile olduğu gibi acı ve tatlı karışık da olur. Bunun için acıya sabır, tatlıya da razı olmak gerekir. Kul sabrını ilâhi emirlere uymakla göstermelidir.

Yasaklardan çekilmek, kaderin akışına boyun eğmek yerinde olur. Böylece her şey hoş geçer, bilhassa ilâhi emirlerin gereğini yapar, nefsine ve şahsi arzularına karşı olursa ömrünün ilk demleri hoş geçtiği gibi, sonu da tamamen iyiye döner. Gençlik temiz olunca ihtiyarlık da herkes tarafından saygı ile karşılanır. Herkes sever, hürmet eder. Böyle olanın en büyük arzusu dahi yerine gelir. İradesiz süt çocuğuna yapılan karşılıksız hizmet gibi, hiç kimse bir şey beklemeden hizmet eder. Dünyası böyle geçtiği gibi, ahireti daha üstün, daha farklı olur. Çünkü işin acılı tarafı geçmiş ve her darlığı yenmiştir.

Burada hatırlatmak istediğimiz bir durum vardır ki; bu: Nimetlere aldanmamak ve daima şükür etmektir. Aksi halde insan Hakk’ı (CC) gücendirmiş olur. Elindeki nimetleri kaçırır. Peygamber (SAV) Efendimiz buna işareten:


- “Nimet ehlî değildir. Onu şükürle bağlayınız.”

Buyurdu. Nimetin şükrü, vereni itiraf etmektir. Nimetin sahibi ise Allah’tır (CC). Bu durumu her halde görmek lazım.

Her yerde haddi aşmayarak, İlâhi emirler dahilinde hakkı ödemek gerekir. Zekât, yemin kefareti, adak, fakir ve düşkünlere yardım gibi şeyleri esirgememekle beraber, gerek borçlu olanlara ve gerekse zaman zaman, çeşitli hadiseler karşısında çaresiz kalanlara yardım etmek yerinde olur. Bilhassa bir hatanın sonunda bir iyilik yapmak, bolluğa, genişliğe kavuşmaya vesile sayılır…

Her nimetin kendine göre şükrü vardır.
Mesela: Vücud sağlığının şükrü, zayıflara yardım ve ayrıca bol ibadet yapmak olmalıdır. Sonra kötü şeylere bakmamak, kötü yerlere gitmemek, günahtan sakınmaktır. Sıhhatin ayrıca mal ve mülkün elden gitmemesi için de bir çaredir. Hakkını gözeterek çaresizlere elindekinden vermelidir. Aksi halde: Ağaç sulu meyvesini vermez, yaprakları düşer, tadı kaybolur, sanki yokmuş gibi olur. Hakkı gözetilmediği için de her şey bereketini kaybeder. İlâhi emirlere uyulduğu takdirde daima iyilik zuhur eder. Her şeyde bolluk olur. Dünya işleri yoluna girer. Ahirete gelince: Peygamberler (AS), şehidler, sıddıklar ve salihlerle beraber olunur. Ayet:

- “Bunların arkadaşlığı hoş olur.”

Eğer dünya zinetine aldanır ve geçici zevklerin peşinde olursan her iyilik kaybolur. Hiçbir şeyin sade olmaz. Herşey gözünde küçük görünür.

İnsan, hoşlandığı hiçbir şeyi bulamaz, fakat yine de dünyayı bırakamaz.

Her kim dışı süslü, içi öldürücü zehirlerle dolu olan işlere kapılırsa, onun için söylenecek şey; belanın yaklaşmış olduğu ve az zamanda geleceği olur. Dünyada böyle olduğu gibi, öbür alemde de en güç azaba düçar olur.

Her bela bir suçun cezasıdır ve her darlık işlenen bir suçun karşılığıdır. Buna; bir deneme, bir tenbih denilebilir. Günahlara kefaret demek de yerinde olur, günahkar için bu hüküm verilir.

Büyük insanlara gelince, onlara bela, yükselme sebebi olsa gerek. Çünkü her belanın sonunda yüksek makam ve ulu dereceler vardır. Zaman aşımıyla, bela gibi görünen şeyler aslında bir lütuf olduğu anlaşılır. Her hareket ve adımda yükselme kaydedilir. Çünkü büyüklerin darlığı perişanlık için olmaz, bilakis daha yüksek makamlara ermek için bir imtihan sayılır. İmanın hakikatına ve güzelliğine erip ermedikleri, darlık zamanında çeşitli sebeplere baş vurmamaları ile meydana çıkar. Böylece Allah (CC) onların sağlam iman sahibi olduklarını kullara anlatmak ister.

İşte bir Hadis-i Şerif:


- “Sabırlı ihtiyaç sahipleri, kıyamet günü Hakk’ın (CC) misafiridir. Dünya ve ahirette Hakk’tan (CC) uzak olmazlar.”

Dünyada kalpleri hoştur, ahirette ise rahatları artar.

Balâ onların kalplerini temizler. Halkın ve sebeplerin tesiri olamayacağını bildikleri için, Allah’a (CC) çok bağlanırlar. O’na (CC) varmak için benlikleri ve şahsi hevesleri bir tuzak olduğu kanaatine sahip olduklarından yalnız Hakk’a (CC) bağlanırlar. İyi bilirler ki, her şey Hakk’tan (CC) ve Hakk’ındır (CC).


Son şunu diyelim: Bela onlar için nimet demektir…

Belanın gelişi iki sebebe bağlanır. Birincisi, yukarıda da belirtildiği gibi sabırsızlığın ve kötü yolların tutumu neticesinde olur. İkincisine gelince, yine anlatıldığı gibi günahlardan temizlenmek için olur. Her iki halde iyi sabreden için netice hayırlıdır. Bela ne kadar çoğalırsa çoğalsın sabretmek, taatı ve ibadeti bırakmamak yerinde olur…

Hal, sabırla devam ederse görülecektir ki; insan iyilikler ve hoşluklar içindedir. Yani sabır devam ettikçe ilâhi fiiller zuhura gelir ve her kötülük iyiliğe çevrilir.


İşte… Günler ve aylar devam ettikçe her halde sabretmek daha hayırlı olur, durumun inkişafı için daha yararlı olur

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim
EL HAKİMU Celle Celâluhu

46. Makale: YOLUMDA OLANIN RIZKINA KEFİLİM HADİS-İ ŞERİFİ ÜZERİNE

Diğer bir kudsi hadiste Peygamberimiz (SAV):

- “Zikrimle uğraşıp benden bir talepte bulunmayan kimseye, dua ederek ihtiyaç gösteren kimselerden daha fazla ihsan ederim.”

Buyurdu. Bu Hadis-i Şerifi biraz açıklamamız lazım. Buna anlayışımıza göre mana vermemiz gerekirse aşağıdaki şekilde manalandırmamız lazım gelir:

Allah (CC), bir kimseyi kendine halis kul etmek arzu edince onu birçok derunî hallere kaptırır. Geçen makalelerimizde dediğimiz gibi her çeşit belaya mihnete, fitneye kaptırır. Zengin olmuşken fakre düşürür. Öyle zaman gelir ki dilenmeye kadar yol açılır. Çünkü her taraf sarılmış olur; çalışamaz, edemez. Fakat dilenemez. Borç etmeyi aklına alır. Onu da yapamaz, sonunu düşünür. Ama sonunda Allah’ın (CC) yardımı ile çalışma imkanına sahip olur. Allah (CC), bu çalışmada ona çok kolaylık ihsan eder.

Her zaman böyle gitmediği de olur. Öyle zaman gelir ki benliği kırılısın diye dilenmek zorunda kalır. Ama az zaman sonra bunlar da kaybolur gider. Bu dilenme hususu birçokları için aynı olmaz. Düşkünlük zamanı dilenmek, şirk olmaz. Bu da belli bir zaman için devam eder; sonra değişir. Borç alma yoluna düşer. Bu da bir nevi mecburiyet tahtında olur. Sonra bu da geçer. Halkı bırakır. Onlarla yaptığı muameleyi keser. Kalbine bir ilham gelir, her derdini hal dili ile Allah’a (CC) açmaya başlar. Allah (CC) da ona bol verir. Sussa da gelir; hal dili susar, kalpten istemeye başlar. Bunların hepsi sıra ile olur.

Şu muhakkak ki dille istenecek olsaydı belki dilek yerine gelmezdi. Zaten bu hale düşen bir kimsenin halktan bir şey istemesi yerinde olmazdı.. Ve mümkün de değildi. Çünkü Allah (CC) onu her uymaz işten esirger. Bilhassa zatını bırakıp halka koşmaktan… Durum böyle olunca her ihtiyacı bol verilmeye başlanır. Ve artık beşerî durumuna lazım olan her şey kolay temin edilir.

O insan öyle bir hale kavuşur ki bir şey kalbine gelse sanki kudret alemindeymiş gibi istediğini önünde bulur. İşte bu manaya delalet eden ayet:


- Allah (CC) sevdiği kulların dostu olur, onları esirger.

İşte.. Bu ifadeler karşısında yukarıda belirttiğimiz:

- “Zikrimle uğraşıp benden bir talepte bulunmayan kimseye, dua ile ihtiyaç gösteren kimselerden daha fazla ihsan ederim…” Hadis-i Şerifinin sırrı anlaşılır.

Bu anlatılan hale “fena” tabir olunur. Velilerin (RA) son derecesidir. Ebdalların son mertebesi sayılır.

Bundan sonra yukarıda belirtilen bir nevi keramet sayılan yapma ve icat etme gibi haller zuhur eder. Sanki her şey iradesine bırakılmış gibi istediğini yapmaya başlar. Çünkü o insan, kendisinde değil, Hakk’ladır (CC). Nasıl ki Allah-ü Teala (CC) Hz.leri bir kudsî hadiste şöyle buyuruyor:


- “Ey Ademoğlu! Ben Allah’ım (CC); benden başka ilah voktur. Ben bir şeye ‘ol’ demeyi istersem o olur. Sen de bana itaat edersen sana istediğini yapabilecek kuvveti veririm.”
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim
EL VEDÛDÜ celle celâluhu


47. Makale: ALLAH'A (C.C.) YAKINLIK ÜZERİNE

Rüya gördüm, bir ihtiyar bana sordu:

- Kul için Allaha (CC) yakınlık nasıl olur?” Cevap olarak:

- Bunun ilki ve sonu var.” Dedim ve sonra devam ettim:

- İlki var; fani, kötü işleri bırakmak; sonu ise Allahtan (CC) razı olmak. Ona (CC) teslim olup candan bağlanmaktır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: FUTÛHU'L- GAYB-ABDULKADÎR GEYLÂNÎ (KS)

Mesaj gönderen Gul »

Resim
EL MECİD celle celâluhu

48. Makale: MÜMİNİN YAPMASI GEREKEN İŞLER

Mümin evvela farzları yapmalı. Bundan sonra sünnet-i şerifleri yerine getirmeye gayret etmelidir. Daha sonra bunların dışında kalan ibadetleri yaparak faziletli işleri takip etmelidir.

Farzı bitirmeden sünnetle uğraşmak, pek akıl kârı değildir. Zaten farzları terk ederek yapılacak işler makbul değildir. Buna bir misal vermek lazım gelirse şöyle demek yerinde olur: Bir kişiyi padişah emrini yapmaya çağırıyor; O zata gelince, gitmek istemiyor; padişahın hizmetçilerinden birinin sözünü yerine getirmeye uğraşıyor.


Hz. Ali (KV) bir Hadis-i Şerifi şöyle rivayet eder:

- “Farzı bırakıp nafile ibadetle uğraşan, doğuracağı zamana yakın çocuğunu düşüren kadına benzer.”


Yapılan ibadetin yerine gelmesi için ilk önce farzları yerine getirmelidir. Aksi halde yapılan ibadetlerin kabulü güç olur. Buna ikinci bir misal olarak sermayesini bilmeden, ticaret yürüten taciri göstermek yerinde sayılır. Bir tacir evvela sermayeyi bilmeli ve onu kurtarma yolunu bulmalıdır. Keza bir müminin de ilk başta farzı bilmesi gerektir. Şunu da burada belirtmek yerinde olur; bir kimsenin sünneti yapmadan bazı evliyanın keşif yolu ile naklettikleri ibadeti yapmaya çalışması yerinde görülmez.

Farzlardan bazılarını şöyle sıralamak yerinde olur sanırız. Başta haramı bir bütün olarak bırakmak, en büyük farzdır. Sonra hassaten şirk yolunu bırakmak gelir… Hak ve hakikat karşısında itirazı bırakıp doğruya uymak da farzdır.

Yine farzların arasında halkın hizmetini görmek, onlara yardım etmek vardır. Bu arada ilahî emirleri zedelememek yerinde olur…

Çünkü Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:

- “Hakk’a (CC) isyan şeklinde mahluka koşmak yakışmaz.”
Resim
Cevapla

“►Abdulkadir Geylani◄” sayfasına dön