AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Ahmed Kuddisi (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

BORLU KÂDİRÎ ŞEYHİ AHMED KUDDÛSÎ k.s. (1769- 1849)

Resim

VE ŞİİRLERİNDE KURÂN-I KERÎME YAPTIĞI ATIFLAR (1)

Cânâna gönül vereli ben candan usandım
Hem düşeliden derdine dermandan usandım!.
(2)

Yrd.Doç.Dr. Mustafa ÜNVER*

ResimÖZET:

Bu makale, 1769-1849 yılları arasında Anadolu’da yaşamış bir Kâdîrî Şeyhi olan Ahmed Kuddûsî’nin hayatı ve Divan’ındaki Kur’an atıflarını incelemektedir. Ayrıca Kuddûsî, şiirlerinde yaşadığı dönemin sosyal, siyasal, kültürel, dînî ve ahlâkî çalkantıları üzerine renkli ve zengin resimler de çekmektedir. Bu yönüyle Kuddûsî Divan’ı, sosyal ve siyasî tarihçiler için zengin sayılabilecek yoğunlukta malzemeler içermektedir. Şiirlerindeki Kur’an atıf ve telmihlerinin çoğunluğu, Mekkî âyetlerdeki ahlâk kurallarıyla ilgilidir. Şairimiz şiirlerindeki Kur’an atıflarında Ehl-i Sünnet çizgisinden sapmamakta ve genelde tasavvuf havzasında görülen “işârî yorumlar” yapmaktan uzak durmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Ahmed Kuddûsî, Kâdirîlik, Şiir, Kur’an, Tefsir.


Resim

(1) Bu çalışma, Niğde Bor’da Şeyh Ahmed Kuddûsî hatırası adına yapılması planlanmış, ancak sonradan çeşitli engellerden dolayı iptal edilmiş bir sempozyumda sunmak üzere hazırladığımız tebliğ metninin, makale formatında yeniden ele alınmasıyla meydana gelmiştir.
(2 ) Kuddûsî, Şeyh Ahmed, Kuddûsî Divânı, Hazırlayan: Fehmi Kuyumcu, Ankara1982, Gaye Matbaacılık, şiir no:582, beyit no:11, sayfa no:411. Bundan böyle şiirlerdeki referanslar, istisnâî bir beyan olmadıkça örneğin 582/11/411 şeklinde verilecektir.
(*) Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Tefsir Anabilim Dalı, Samsun.
(e- mail: [email protected])
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

ResimGİRİŞ:

“Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz” deyişinin hemen her alan için isabetli olduğunu düşünmek, istikbale ilişkin gücümüzün geçmişimizde var olduğuna inanmak ve buna bağlı olarak geçmişte yaşamış ve arkalarında eserler bırakmış ecdadımızın tanınması ve eserlerinin incelemeye tâbi tutulmasının geleceğimizin inşâsı adına son derece hayâtî olduğunu idrak etmek gerekmektedir.

Binaenaleyh bu çalışmada, kadim ismi Tyana olan
(3) Bor’da XVIII ve XIX. yüzyıllarda yaşamış bir Kâdirî şeyhi Ahmed Kuddûsî tanıtılarak, “Divan”ından hareketle onun Kur’an’la alâkası ortaya konmaya çalışılacaktır. Böylece mezkür şeyhin; yaşadığı topluma neler kazandırdığı, yoğun irşad çalışmaları yanında dinimizin temel kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim’le ilişkisinin ne boyutta, hangi konular ölçeğinde olduğu hususları aydınlanmış olacaktır.

Resim

(3) Bkz. Lloyd, Seton, Türkiye’nin Tarihi, Bir Gezginin Gözüyle Anadolu Uygarlıkları, çev.Ender Varinlioğlu, II.Bsk., Ankara 1997, Tübitak Yay., s.75.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

ResimI. ŞEYH AHMED KUDDÛSÎ’NİN HAYATI:

Bu başlık altında Ahmed Kuddûsî’nin hayatıyla ilgili ulaşılabilen tüm tarihî, sosyal, kültürel ve âilevî bilgi değerlendirilerek, şeyhin biyografisi ortaya konmaya çalışılacaktır.

XVIII ve XIX. Yüzyıllarda Bor’un Siyasi-Sosyal Durumuna Kısa Bir Bakış:

Kişilerin hayatlarının biri dâhilî, diğeri hâricî olmak üzere kabaca iki çevrede geçtiği söylenebilir. Aile, dâhilî çevreyi meydana getirirken; içinde yaşanan yerleşim merkezinin, sancağın, ülkenin ve tüm dünyanın durumu da hâricî çevreyi oluşturmaktadır, ve hatta hâricî çevrenin dâhilî çevreyi dahi etki altında tutacak kadar güçlü ve önemli bir dinamiğe sahip olduğu söylenebilir. Şu halde insanları tanımaya çalışırken içinde yaşadıkları dış çevreyi ihmal etmek, bu serüvende telâfisi kâbil olmayacak boşluklar oluşturabilir. Bu itibarla biz de Şeyh Ahmed Kuddûsî’nin iç çevresi olan ailesinden bahsetmeden önce, sınırları içinde gözlerini hayata açtığı Bor’un o dönemlerdeki siyasi ve sosyal durumu hakkında bilgi sunmaya çalışacağız:

Evliyâ Çelebi’nin (1611-1682) “suyu ve havası güzel, ahâlisi gayet doğru, ileri gelenleri ve eşrâfı yoksulsever kimselerdir. Bağ ve bahçelerinde gezinti yerleri çoktur”
(4) diye hakkında olumlu ifadeler kullandığı Bor, Selçukoğullarından II. Kılıçarslan tarafından 569/1173-1174 tarihinde Danişmendlilerin yardımıyla Rumlar’ın elinden alınmıştır. Şehrin sur dışında kalan kısımları düz ve geniş alanlara sahiptir ve Kale dibinden akan Niğde ve Humam tarafından gelen “Humam Çayı”ndan, bugünkü deyişiyle “Kızılcasu”dan, eski dönemlerde değirmenlerin çalıştırılmasında yararlanılmaktadır.(5)

Şeyh Ahmed Kuddûsî, Osmanlı padişahlarından III.Mustafa (1754- 1774) zamanında doğmuş; I.Abdülhamid (1774-1789), III.Selim (1789-1807), IV.Mustafa (1807-1839) ve Abdülmecid’in (1839-1861) devri saltanatlarına şâhid olmuş, hatta bu padişahlardan bir ihtimalle III.Selim’le; büyük ihtimalle IV.Mustafa’yla görüşmüştür. II.Mahmud ve Abdülmecid’le yüz yüze görüştüğü ise kesin olarak bilinmektedir.(6)

Şeyhin yaşadığı dönem, Osmanlı imparatorluğunun çökmeye, gücünü kaybetmeye başladığı karışık bir dönemdir. Bu dönem, Avrupa’da çıkan 1789 büyük Fransız İhtilalinin sebep olduğu irili ufaklı sıkıntı ve kargaşalarla da baş etmek durumunda kalmıştır. Yine bu dönem, Rusya’yla savaşların ve sık sık bozulan barışların eksik olmadığı; problem çıkaran Avusturya- Macaristan, Sırp, Almanya, Fransa ve Yunan’la devamlı uğraşılmak zorunda kalındığı, zaman zaman savaşların yapıldığı; Suriye’yi ele geçirerek Konya’ya kadar dayanan Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın baş kaldırışı karşısında İstanbul tarafından bocalama yaşandığı; Balkanlar’da, Doğu’da ve Kara deniz’in kuzeyinde sürekli toprak kaybedildiği bir huzursuzluk, yaygın deyişiyle bir gerileme dönemi olmuştur. İşte böyle bir zamanda hayat sürmüş bir cemiyet insanı olarak Şeyh Ahmed Kuddûsî’nin özel ve toplumsal hayatında bu izlerin hemen hepsini görmek mümkündür.(7)

Ayrıca şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla Kuddûsî’nin yaşadığı dönem, ahlâkî çöküşün de hız kazandığı bir dönemdir. Nitekim Kuddûsî fitnelerin arttığını, bu yüzden kimsede malını mülkünü düşünecek hâl kalmadığını; merhamet duygularının câhil-âlim herkesten çıkıp gittiğini; kimsenin hayra bir kuruş harcamadığını, ama şerre adeta saçtığını; sahtekârlık ve hıyânetin insanlar arasında yaygınlaştığını; kahve, enfiye, tütün, afyon ve içki tüketiminin arttığını; erkeklerin ipek giydiklerini; müslüman mahallelerinde meyhaneler yapıldığını; sarhoşların arttığını (8) ; savaşların şiddetinden bezdiklerini (9) açıkça ifade etmektedir. Yaşadığı dönemdeki karışıklıklara örnek olması bakımından Kuddûsî şiirindeki birkaç beyti vermek istiyoruz:(10)

Başluyiler tuğyana bu günlerde nâsın ekseri
Çoluk-çocuk çiftçi-çobanlar oldılar pes eşkıya

Katl-i nüfus fısk u fesad sirkat sitem yağma dahi
Sair günahlar işlenüb geldi bize dürlü bela

Müştedd olub kış eyledi meyvaları ifsad kamu
Vaktinde yağmur yağmayub etti zuhur kaht u gala

Hiç böyle kahtın misli vaki olmamış bu beldede
Çok kimseler ot yediler aç kaluben subh u mesa

Tüccarda yok dîn merhamet edip tamağ
Kârûn gibi Artırdılar hadden ziyade hıntaya çünki baha

Kuddûsîye verdi keder oldı hazin ağlar deyub
Olduk seza biz hışma eyle mağfiret sen ey Hudâ

Görüldüğü gibi Şeyh Ahmed Kuddûsî, döneminde yaşanan birtakım ekonomik, kültürel ve ahlâkî dejenerasyondan şikayet etmekte ve bu bozulmaların kuraklık ve kıtlığa sebep olduğundan yakınmaktadır.


Resim

(4) Bkz. Evliya Çelebi, Seyehatnameden Seçmeler, Haz. Atsız, I.Bsk., İstanbul 1972, Devlet Kitapları, s. 264.
(5) Bkz. Evliya Çelebi, Seyehatnameden Seçmeler, 262-263.
(6) Kuddûsî Divânı, s. 35.
(7) Anılan dönemdeki savaş ve karışıklıklar hakkında geniş bilgi için örneğin bkz.
Ahmed Lûtfî Efendi, Vak’anüvîs Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, İstanbul 1999, Tarih Vakfı-Yapı Kredi Yay., c.II, s.315-376 ; Armaoğlu, Fahir H., Siyasi Tarih 1789-1960, Ankara 1975, A.Ü.Siyasal Bilgiler Fak. Yay., s.1, 99-159 ; Öztuna, Yılmaz, Osmanlı Devleti Tarihi, Ankara 1998, Kültür Bakanlığı Yay., c.I, s.448- 522.
(8) Bkz. Kuddûsî Divânı, şiir:382, s.304-305 ; şiir:560, s.399 ; şiir:625, s.440.
(9) Bkz. Kuddûsî Divânı, 609/6/430. Bu şiirinde Kuddûsî, hicri 1244’deki savaşlar-
dan bezdiklerini ifade etmektedir ki mezkür tarih, Osmanlı-Rus harbinin yapıldığı milâdi 1828 yılına tekâbül etmektedir. Öte yandan aynı tarihlerde Yunan ayak- lanmasının ortaya çıkardığı kargaşa da hüküm sürmektedir.
(10) Kuddûsî Divânı, 57/1-6/116.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

Şeyhin Doğum Yeri ve Tarihi

Şeyh Ahmed Kuddûsî, hicrî takvime göre 11 Rebiülevvel 1183 isneyn gecesinde, günümüz İç Anadolu Bölgesinin şirin ili Niğde’ye bağlı Bor ilçesinde dünyaya gelmiştir (11). Bu bilgi milâdî takvime uyarlandığında “15 Temmuz 1769 Cumartesi” tarihiyle karşılaşılmaktadır (12). Ne var ki Kuddûsî Divanı’nını yayına hazırlayan F.Kuyumcu’nun verdiği bilgilerde, pazartesi demek olan “isneyn” ifadesinde ve verilen hicrî tarihin, milâdi olarak 1760 yılına karşılık geldiğinin belirtilmesinde yanlışlık söz konusudur (13)

Ailesi

Kuddûsî’nin babasının adı Seyyid İbrahim Efendi olup, zâhirî ve tasavvufî ilimlerde büyük bir âlimdir. Zira Seyyid İbrahim Efendi hem ilim sahibi, hem de kemâl sahibi bir Nakşibendî şeyhidir. Maraş valisinin zulüm ve baskıları neticesinde, civar vilâyet ve kasabalara göç eden pek çok Maraşlı gibi Seyyid İbrahim Efendi de muhtemelen bu göç neticesinde Bor’a gelip yerleşenler arasındadır. Bundan dolayı ailenin lâkâbı “Merâşî Zâde”dir (14). Şeyh Ahmed Kuddûsî’nin en yakından başlamak üzere dedelerinin isimleri de malum olup, sırasıyla şöyledir: Bekir, Mustafa, Abdüsselâm, Hacı Ali ve Emir Fakih’dir. Şeyh İbrahim Efendi’nin çok sayıda evlâdı olmakla birlikte bunlardan Mehmed, Ahmed Kuddûsî ve Mahmud adlı üç oğlu ile Şerife Emetüllah adlı bir kızının hayatta kaldığı bilinmektedir. Ahmed Kuddûsî’nin ayrı anneden olma kardeşi Hacı Mehmed Efendi de, zâhirî ilimleri babasından telakki etmiş büyük bir âlimdir ve yıllarca Bor müftülüğü yapmıştır. Ahmed Kuddûsî’nin öz annesinin onsekiz çocuğu olmasına karşın sadece Ahmed ve Mahmud hayatta kalabilmiş, gerisi ölmüştür (15).

Babası İbrahim Efendi’nin Rüyası

Ahmed Kuddûsî’nin anlattığına göre babası Seyyid İbrahim Efendi rüyasında ortadaki diğerlerinden daha parlak ve büyük duran üç ay görmüştür. Bu rüyanın tabirinde ise Mehmed, Ahmed ve Mahmud adında üç oğlu olacağı, bunların ortancasının halkı irşat etmekle görevlendirileceği ve bu oğlun meşakkat ve sıkıntılarla dolu uzun bir ömre sahip olacağı söylenmiştir. Bu sadık rüyanın aynen zuhur ettiği Ahmed Kuddûsî tarafından ifade edilmektedir (16).

Şeyhin Ana Karnında Zikretmesi

Ahmed Kuddûsî’nin daha doğmadan ana karnında zikir yaptığı annesi tarafından fark edilince, durum baba Seyyid İbrahim Efendi’ye haber verilmiştir. Bunun üzerine baba eşine, bunu kimseye söylememesini, oğullarının kemâl sahibi bir büyük zat olacağını umduğunu söylemiştir (17).Bu ilginç hususu Şeyh Kuddûsî şiirinde şöyle dile getirir:(18)

Pes etmişem feryad ana rahminde işitmiş anam
Girmiş kulağına ayanen ışk u şevk ile sadâ

Havf eyleyup anam babama söyledikte ol dahi
Demiş ki fazlıyle anı bahş eyledi bize Hudâ

Burada yeri gelmişken belirtilmelidir ki, Ahmed Kuddûsî’nin gerek doğum öncesi, gerek sonrası yaşantısında tecrübe ettiğini söylediği ya da yaşadığı söylenen menkıbevî anlatımlara ve kerâmet izhârı türünden olaylara, öznellikleri dolayısıyla ihtiyatlı yaklaşmak gerekmektedir. Çünkü bu anla tımlar “kerâmeti kendinden menkul” olmaktan öte geçememekte ve tek yönlü kaynak olmaktan kurtulamamaktadır. Kaldı ki sağlıklı bir İslâm anlayışında kişinin değerini belirleyen kriter, zaten tecrübe ettiği belirtilen olağandışı haller değil, ortaya koyduğu amel-i sâlihlerdir (19).


Resim
(11) Kuddûsî Divânı, s. 18.
(12) Bkz. Unat, Faik Reşit, Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Kılavuzu, VI. Bsk., Ank. 1988, TTK. Basımevi, s. 80. Şeyhin doğum tarihini sahih şekliyle 1769 olarak veren çalışmalar için mesela bkz. İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu, İstanbul 1969, Devlet Kitapları, c.IV, Fasikül:III, s. 986 ; Uçman, Abdullah, “Kuddûsî” Md., Başlangıçtan Günümüze Kadar Büyük Türk Klasikleri, İstanbul 1989, Ötüken Neşriyat, c.IX, s.197 ; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, “Kuddusî Ahmed Efendi” Md., İstanbul 1982, Der- gah Yay., c.V, s.429 ; Kuddûsî, Ahmed, Hazînetü’l-Esrâr ve Ganîmetü’l- Ebrâr, çev.Hüseyin Sunar, İstanbul 1998, Borlu Ahmed Kuddûsî Vakfı, s.11 ; Köksal, M.Âsım, Hak Âşık’ı, Büyük Mürşid Ahmed Kuddûsî (k.s.), nşr. A.Cüneyd Köksal, İstanbul 2001, Köksal Yay., s.7.
(13) Aynı yanlışlığa, tek kaynağı F.Kuyumcu’nun derlediği Kuddûsî Divânı olan
İsmail Özmel de düşmüştür. Bkz. Dünden Bugüne Niğde’li Şair ve Yazarlar, Konya 1990, Sebat Ofset, s.22-23. A.Develioğlu da, şeyhin doğum tarihi olarak 1848’i vermektedir ki bu rakamın ölüm tarihiyle karıştırılmış olduğu açıktır. Bkz. Develioğlu, Abdullah, Büyük İnsanlar -Üçbin Türk ve İslam Müellifi, İstanbul 1973, Yaylacılık Matbaası, s.317. Doğum tarihini 1183/1760 şeklinde yanlış ola- rak veren başka müellifler için ayrıca bkz. Kocatürk, Vasfi Mahir, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1964, Edebiyat Yay., s.613 ; İbnül Emin, Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, İstanbul 1938, Devlet Basımevi, c.II, s.770.
(14) Bursalı, Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1333, Matbaai Âmire, c.I,
s.150 ; İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu, c.IV, Fasi- kül:III, s. 986 ; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, II, 770 ; Develioğlu, Büyük İnsanlar, 318 ; Uçman, “Kuddûsî” Md., IX, 197 ; Türk Dili ve Edebiyatı Ansik- lopedisi, “Kuddusî Ahmed Efendi” Md., V, 429 ; Kuddûsî, Hazînetü’l-Esrâr, 11.
(15) Kuddûsî Divânı, s. 18-19 ; 19/13/93.
(16) Kuddûsî Divânı, s. 19 ; Kuddûsî, Hazînetü’l-Esrâr, 12 ; Köksal, Ahmed Kuddûsî, 14.
(17) Kuddûsî Divânı, s. 19.
(18) Kuddûsî Divânı, 19/10-11/93.
(19) Bkz. Bakara (2) : 62 ; Maide (5) : 69 ; Nahl (16) : 97 ; Fâtır (35) : 10 ; Hud (11) : 46.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

Şeyhin Gençliği ve Tahsil Hayatı

Daha çocukluk ve gençlik yıllarında diğer çocuklardan farklılığı ve hissedilir derecede üstün haller içinde olduğu göze çarpan Ahmed Kuddûsî, çok genç yaşında babası Seyyid İbrahim Efendi’den Nakşî usûlünce ders alarak tasavvuf âlemine adımını atmıştır. Bunun yanında Kuddûsî tehzib’e kadar da ilim tahsilinde bulunarak medrese kültürünü elde etmiştir. Ne var ki Kâzımîr Hâşiyesi’nde “ilm-i zâhir ile Hak Celle ve Alâ bilinmez, ilmi yakîn hâsıl olmaz” ibaresini okuması ve Allah Teâlâ’yı delillerle bilmeye çalışmanın pek de sağlam ve emin yol olmadığını düşünmesi üzerine, medrese tahsil hayatını bırakarak kendisini tamamıyla tasavvufa vakfetmiştir. Binaenaleyh babasının da “oğlum, zikre çalış, benim sağlığımda mâsivâya meyilden uzak dur” şeklindeki nasihatına harfiyen uyarak kendini bütünüyle onun tarikat ve velâyet hakkındaki tavsiyelerine hasretmiş, gece gündüz şevkle çalışmaya, bütün derslerini bihakkın îfâ etmeye gayret etmiştir. Bu minval üzere zikri, şükrü, cezbesi ve aşkı arttıkça genç yaşta velâyet basamaklarında kaydettiği yükselişi de hızla gerçekleşmiştir. Hatta tasavvufta “vilâdi sânî” (ikinci doğum) denilen ve mülk âleminden melekût âlemine doğma hadisesini de kısa zamanda yine öz babasının eliyle tecrübe etmiştir (20).

Şeyhin Seyahatleri

Muhammed Süreyyâ’nın deyişiyle (21) şeyhliği yanında seyyahlığıyla da ön plana çıkmış olan Ahmed Kuddusi, uzun zaman Anadolu ve Rumeli’de seyahat etmiş, 17 sene Hicaz’da mücavir olmuştur (22)

1201/1786-1787 yılında babası Seyyid İbrahim Efendi’nin vefatı üzerine üzüntü ve kararsızlık haline düşen, iç dünyasında dayanılmaz çalkantılara maruz kalan ve o tarihlerde 19-20 yaşlarında olan Ahmed Kuddûsî, Kayseri’de olduğu bir gece kendisine tecellî eden bir zuhûrât üzerine yaya olarak Turhal’a gelmiş, kendisinin “Turhal Şeyhi” olarak tanıttığı yüksek tasarruf sahibi velînin terbiyesi altında bir müddet kalmış, ardından “ulâ” makamına, yüce manevî mertebelere yükselmiş; böylece büyük velîler zümresine dahil edilmiştir. Turhal’dan kâmil bir velî ile yola çıkarak Erzincan’a gelmiş, o sene çok şiddetli geçmekte olan kışın bitmesi için birkaç ay orada beklemek durumunda kalmıştır. Yazın gelmesiyle beraber Kuddûsî Şam’a doğru yola çıkmış, oradan Mısır’a geçmiş, neticede Mekke’ye ulaşarak hac vazifesini îfâ etmiştir. Hactan sonra Medine’ye gelmiş, burada da bir yıl kalmıştır. Yaptığı bu ilk Hicaz seyahatinde Hira dağında, Uhud dağında, Hz. Hamza ve diğer Uhud şehidlerinin medfun oldukları sahaya bakan yüksek kayalıklardaki mağaralarda uzun zaman halvet ve erbainler çıkarmış, Mescid-i Nebevî ve civarında çilelerle uğraşıp riyazetler gerçekleştirmiştir. Şiir ve mektuplarında, ulu dağlarda ve çöllerde yaptığı halvet ve riyazetlerinde her gün gayb âleminden ikram olunan bir tatlı nar ile rızıklandığını haber vermiştir. Orada Hz. Peygamber’in çeşitli lütuf ve hitaplarıyla müşerref olan Ahmed Kuddûsî, her seferinde ayrı ve üstün derecelere yükselmiştir. Yine bu mücâveretinde diyârı Rum’a giderek orada çokca evlenmesi gerektiği bildirilmiş, bu keşfte ulaşacağı üstün derece ve makamların ehli beyti içinde hasıl olacağı ifade edilmiştir. Bu ikaz ve işâretle beraber annesinin de devamlı sûrette ondan memleketine dönmesini arzu etmesiyle o sene bir daha hac yapmış, hactan sonra da Bor’a dönmüştür (23).


Nitekim Ahmed Kuddûsî bu hac seyahatini Divan’ında şöyle dile getirir:(24)

Davet etti kûyine çünki bizi ol şâhımız
Pes icabet eyledik bu gün açıldı râhımız

Etdi talim hem bize seyr-i sülûkin tarzını
Pîşüvâ-yı sâlikîn olan Resûlullahımız

Doldı ışk u cezbe dil iklimine derya misâl
Bu sebeple mürtefi oldı begâyet câhımız

Son Asır Türk Şairleri isimli eserde de şeyhin anılan hac seyahatini içine alan ve hayatını ana çizgilerle özetleyen şu ifadeler yer almaktadır: “İptida babası tarafından Nakşıbendi tarikine sülûk ettirildi. Bilâhare Kâdirî tarikine girdi. Uzun müddet Anadolu ve Rumeli’de seyahat etti. Daha sonra Hicaz’a giderek onyedi sene mücavir oldu. Bor’a avdetinde zaviyesinde inziva etti.”
(25)

Şeyh Ahmed Kuddûsî’nin biri 1222/1807’de, diğeri 1225/1810’da yapılan iki Osmanlı-Rus savaşına da katıldığı bilinmektedir. Katıldığı bu savaşlarla diğer büyük velilerin yaptığı gibi, Kuddûsî de nefsini ıslah için yaptığı halvet, çile ve riyazetlerini, başka bir deyişle cihâd-ı ekberini; cihâd-ı asgar olarak tanımlanan savaşla tamamlamıştır (26). Şu halde Bursalı’nın dediği gibi Şeyh Kuddûsî; hem bir âşık, hem bir mücâhiddir, hem dînî, hem vatanî vazifesini îfâ etmiştir (27).

Bu dönemlerde Şeyh Kuddûsî’nin nasıl bir velâyet mertebesine yükseldiği de kendisine ait bir mektupta şöyle dile getirilir:(28)

“Şumnu seferinden dönüşte İstanbul’a geldiğimiz günlerde İstanbul’un (mânevî) mutasarrıfı olan zât-ı şerif yanıma gelip buyurdu ki: Ben bu ocaklı eşkıyayı (Yeniçerileri) iki senedir bâtınî emir ile iltizam ederim. (Fakat) tuğyan ederler. Bırakmak istedim. Bâtın-ı atîk (Bâtınî idareciler), Bâtın Paşa Camiinin avlusunda Bor’lu Şeyh Ahmed eğlenir. Onunla istişare eyle, her ne söylerse amel eyle dediler. Tutayım mı, yoksa bırakayım mı? dedi. Fakir, teeddüb ederek: -Yâ Seyyidî, ben bir câhil, bîçareyim. Size bu şekilde büyük bir emrin cevabını veremem. Zira bazen cezbe galebe eder. Meczub ile meşveret iyi olmaz derler, diyerek özür diledim. Bana buyurdu ki: -Buna emri bâtınî derler. Heman sen bir kelâm söyle, karışma... Fakir, oniki gün halvet etmeyince söyleyemem, mühlet ver, diyu rica ettim. İcazet verdi, halvete girdim. Onüçüncü gün geldi: Bırakmak min küllil vücûh hayırdır... dedim.
-Bıraktım elhamdülillah, diyerek gitti. Sonra eseri zuhûr etti.”


Kuddûsî’ye ait bu ifadelere dayanılacak olursa, o sıralar elli yaşlarında olan şeyhe halifenin meskûn olduğu İstanbul gibi bir şehrin mânevî mutasarrıfının da iltifat ettiği, başka bir deyişle onun daha üst makamda bir kutub olduğunu kabul ettiği anlaşılmaktadır.

Şeyhin Evlilikleri ve Çocukları

Şeyh Ahmed Kuddûsî’nin hiç evlenmemeye niyet ederek Hicaz’da mücâvir olarak ikâmet etmeyi istemesine rağmen, Anadolu’ya dönerek evlilikler yapması gerektiğine dair pek çok emir ve uyarı aldığı bildirilmektedir. Futûhâta nail olmasının çok evlilik yapması üzerine hasıl olacağına dair yapılan işaretler doğrultusunda, on altı hanımla evlenmiş ve kendi beyanına göre bu eşlerinden de yirmi altı evlâdı olmuştur(29).

Bu evliliklerinin hepsini Bor’da değil; bazılarını İstanbul, Şumnu ve Kayseri’de gerçekleştirmiştir. Kayseri’de yaptığı evliliği son derece ilginçtir ve neden çok evlilik yaptığına dair bir fikir de vermektedir: Anlatılana göre başına kötü haller gelen bir kızın fakir olan anne, babasının üzüntüsünü hafifletmek maksadıyla kıza nikah yapmış, sabaha kadar ibadet ve zikirle meşgul olarak seccadeden hiç ayrılmamış, sabah olunca da padişahtan gelmiş olan altınlardan bir kesesini bırakarak kızın nikahını iade etmiş ve evden ayrılmıştır. Daha sonraları Şeyh Efendiden dul kaldı diye iyi bir evlilik ya pan ve maddî durumu da bırakılan altınlarla düzelen kızın ana babası da bu vesileyle, çevreden akseden utanç ve üzüntüden kurtulmuşlardır (30).

Resim

(20) Kuddûsî Divânı, s. 19-20 ; Kuddûsî, Hazînetü’l-Esrâr, 12-14 ; Köksal, Ahmed
Kuddûsî, 15. İbret dolu öğütleri için örneğin bkz. Köksal, Ahmed Kuddûsî, 44- 49.
(21) Süreyyâ, Muhammed, Sicilli Osmânî -Tezkire-i Meşâhîri Osmâniyye, İstanbul 1890-1897, Matbaai Âmire, c.IV, s.58.
(22) İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, II, 770 ; Uçman, “Kuddûsî” Md. IX, 197.
(23) Kuddûsî Divânı, s. 20-21 ; Kuddûsî, Hazînetü’l-Esrâr, 13 ; Köksal, Ahmed Kuddûsî, 20, 28, 29.
(24) Kuddûsî Divânı, 370/12-14/295.
(25) İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, II, 770. Ayrıca bkz. Süreyyâ, Sicilli Osmânî,
IV, 58 ; Kuddûsî Divânı, s. 22.
(26) Kuddûsî Divânı, s. 22. İleride “cihâd-ı ekber” ve “cihâd-ı asgar” deyişleri üzerinde durulacaktır.
(27) Bursalı, Osmanlı Müellifleri, I, 150. Ayrıca bkz. Köksal, Ahmed Kuddûsî, 29.
(28) Kuddûsî Divânı, s. 22-23.
(29) Bkz. Kuddûsî Divânı, 114/10/145 ; Köksal, Ahmed Kuddûsî, 29. H. Sunar eşlerinin sayısını 10 olarak vermektedir. Bkz. Kuddûsî, Hazînetü’l-Esrâr, 12.
(30) Kuddûsî Divânı, s. 23.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

Şeyhin Nakşîlikten Kadirîliğe Geçişi

Daha önce de geçtiği üzere Şeyh Ahmed Kuddûsî, tasavvuf hayatına babasının etkisiyle Nakşibendî (31) olarak adım atmıştı. Ne ki, aşağıda vereceğimiz kendine ait ifadelerden de anlaşılacağı üzere, Nakşî ve Kâdirî tarikatları arasında yaptığı, teknik diyebileceğimiz birtakım karşılaştırmalardan dolayı Kadirîliğe (32) geçiş yapmış, bazılarına göre bu sayede -deyiş yerindeyse- sınıf atlamıştır:33

“Peder efendimiz rahmetüllâhi teâlâ, tarikat-ı Şeyh Muhammed Bahâeddîn-i Nakşibendî ks.’den icazet vermegin, ihvânımıza evrâd-ı mutebere kıraatına icâzet verirdüm. Birkaç seneden beri tarikatı Şeyh Abdülkâdir- i Cîlânî icazet verür oldum. Zira, tarikat-ı Nakşibendiyye’de zühd-ü takvâ ve riyâzât ve şübühattan vech üzere teverrü etmeyince istifâza ve istifade olunmak ender olduğu mücerreb ve muhakkak olmağın, bir gece eşref-i vakitte Semî, Basîr, Karîb, Mucîb tebâreke ve teâlâ ve tekebbür hazretlerine tazarru ve temellük eyleyüb dedim ki: Yârab, senin velin Bahâüddîn tarîki pek güzel ve lâkin biz ve ihvânımız gâfiller ve câhiller ve gümrahlarız. (...) Senin velin Şeyh Abdülkâdir tarîki evsa, müridlerine eşfak ve şöyle nutk eylemiş ki: Hayatımda ve vefatımdan sonra, deryada ve karada muztar olanlara benden taleb etseler imdad ederim ve müridlerim halifelerimden inâbe ederler ise ben onları rûhâniyetimle irşad ederim. Halifelerim karuşmasunlar ve bana çağıran sâlih olsun fâsık olsun yermem, yardım ederim. Ya Rab, Şeyh Muhammed Bahâüddîn kulun bir suçumuz olsa bize küser. Şeyh Abdülkâdir kulun küsmez. Hezâr günah işleseler muhabbetten geçmez. Kâmiller, me’mûren fakir Ahmed kuluna a’nın tarikından icâzeti kâmile verdiler. Kendim halîfe-i kâmile olamayıp terbiye ve teslike iktidarım yok ise de, takliden bilkümmel tâliplere Kâdirî tarikinden zikri şerife izin vermeyi evlâ ve ahsen ve ehemm görüp veririm. İkinci gece rüyamda Abdülkâdir Efendimizi gördüm. Elime bir yeşil levh verdi. Vasatında güzel hat ile yazılmış ki (bir kim- se Lâ ilâhe illallâh zikrini iksar eylese sâbikından ve mukarrebinden olur.) Uyandım ve gördüm, gönlüm hanesine nûr-u tevhid dolmuş ve lisanımda Nehr-i Nil gibi zikir cereyan eder.”(34)

Görüldüğü gibi Kuddûsî, Abdülkâdir Geylânî’nin (k.s.) tarikatının daha kuşatıcı ve istifade etmeye daha uygun olduğu gerekçesiyle Kâdirîlik’in hem kendisi hem de irşâdına çalışacağı insanlar için daha yararlı olacağını düşünerek Nakşîlik’ten Kâdirîliğe geçiş yaptığını ifade etmektedir. Nitekim Ahmed Kuddûsî, Divan’ındaki 487 no’lu şiirinde Nakşîlikten Kadirîliğe geçme tercihini savunmakta, cehri zikrin daha faziletli olduğunu tartışmakta, karşı çıkan âlimleri de şu ifadelerle eleştirmektedir:(35)

Bak haline şol vâiz-i fettan-ı zemânın
Men eyler imiş zikrini cehr ile Hudânın

Ey kendüni âlim sanıcı münkir-i câhil
Vallahi galattur bu senin biliş zannın

Sırrı nedir söyle eğer var ise ilmin
Okunduğının savt-ı bülend ile ezânın

Her gece nemazında cehr olduğı meşru
Niçün de cevabını bana yumma dehânın

Kurânı tilâvet et ya niçün cehr ile efdal
Hem sırrı ne minberdeki cehrî hutabânın

Lebbeyk deyu niçün çağırır vakfede huccâc
De sırrı ne ol arsada feryâd u figânın

Haccın ya niçün zînetidir telbiye cehren
Hem hikmetini söyle bana ref-i sadânın

Eyvah ki henüz oldı garib dîn-i Muhammed
Çün kıldı elinde bu misilli ulemanın

Münkirleri nehy eyleyub aksin ederler
Kuddûsî heman bil ki budur başı belânın

İktibas ettiğimiz beyitlerden de anlaşıldığı gibi, Ahmed Kuddûsî’nin derûnî âlemden daha çok istifade etmek, çevresine daha fazla yardımcı olabilmek; bir başka açıdan da kendi karakterine uygun olanı seçmek ve cehrî zikrin hafî olandan daha faziletli olduğuna kâni olmak gibi sebeplerle tarikat değiştirdiği anlaşılmaktadır.(36)
Resim
(31) Nakşibendî tarikatının ortaya çıkışı, esasları, yayılması gibi konularda geniş bilgi için örneğin bkz. Yazıcı, Tahsin, “Nakşbend” Md., İslam Ansiklopedisi, M.E.B.Yay., c.IX, s.52-54.
(32) Kâdirîlik tarikatının menşei, coğrafi olarak yayılışı, örgütlenmesi, sembol ve tarz-ı
tarikatı hakkında ise geniş bilgi için örneğin bkz. Margolıouth, D.S., “Kâdiriye” Md., İslam Ansiklopedisi, M.E.B.Yay., c.VI, s.50-54.
(33) Kuddûsî Divânı, s. 26.
(34) Kuddûsî Divânı, s. 26-27 ; Köksal, Ahmed Kuddûsî, 30-31.
(35) Kuddûsî Divânı, 487/3, 6-13/361.
(36) Şeyhin hayatındaki bu değişiklik kesin olduğu halde, Türkçe Yazma Divanlar Kataloğun’da “Kuddûsî” maddesini hazırlayan araştırmacının bu bilgiden haberi olmadığı anlaşılmaktadır. Zira araştırmacı, onun ilk zamanlarını dikkate alarak Nakşî şeyhi ve sonraki dönemlerini dikkate alarak ise Kâdirî şeyhi olduğunu ifade edenlerin sanki bir çelişki içinde olduklarını ihsas etmektedir. Bkz. İstanbul Kü- tüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu, c.IV, Fasikül:III, s. 986.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

Kuddûsî’nin Karşılaştığı Baskılar

Her büyük velîde görüldüğü gibi Şeyh Ahmed Kuddûsî de, tasavvufî çizgisinin yönlendirdiği yaşantısında birtakım kimselerin, cehâlet ve hevâ yanlısı kendini bilmezlerin sataşma ve düşmanlıklarıyla karşılaşmış, kimi tezvir, iftira ve hakaretlere maruz kalmıştır. Şeyhin evlâdı, eşleri, dost ve akrabaları ile bütün tâbîleri de bu tür sıkıntılardan paylarına düşeni almışlardır. Şeyhe yönelik, zındıklık ve dinsizlik suçlaması yanında, akıl almaz düşmanlıklar da sergilenmiştir. Bu yüzden kendisi on üç yıl evinden dışarı çıkmayarak bir nevî inzivâ ve tecrîd hayatı sürmüştür. Bu sıkıntıları destekleyici anlamda, ayrıca Kuddûsî’nin menkıbevî hayatı hakkında daha önce serdettiğimiz ihtiyâtî yaklaşımı da korumak kaydıyla, bir cuma namazından önce başka bir şehirden gelerek şeyhi ziyaret eden bir misafirle arasında geçen bir hatırayı anmak mümkündür: Misafir, şeyhin dışarı çıkma yasağından muhtemelen habersizdir ve bir an önce camiye giderek Cuma namazına yetişme arzusu içindedir, ancak onun bir türlü böyle bir hazırlıkta bulunmadığını da görmektedir. Misafirin, “haydi cuma namazına gidelim” şeklindeki her ikazına, şeyh acele etmemesini, daha vakit olduğunu söylemektedir. Nihâyet sabrı tükenen misafire “biraz daha beklesen iyi olacaktı... lâkin namazdan sonra beklerim” diyerek misafirini camiye uğurlamıştır. Bu ifadeleri, onun zikrettiğimiz çeşitli baskılar neticesinde yaşamak zorunda kaldığı inziva ve tecrid hayatı doğrultusunda anlamak mümkündür. Nitekim cuma namazından sonra eve dönen misafirine yemekle birlikte taze hurma ile o mevsimde Bor’da olmayan taze sebzeler ikram etmesiyle misafirin “efendim, bu hurma ve sebzeler buranın olamaz. Siz Cumayı nerede kıldınız?” diye sorması üzerine “evlâdım, söz dinleyip biraz daha beklesen, ihlâsının karşılığını görecek, benimle birlikte sen de cumayı Kâbeyi Muazzama’da kılacaktın” diyerek mukabelede bulunmuştur (37).

Kuddûsî Şiiri ve Eserleri Hakkındaki Görüşler

Yazdıkları yayınlanmadığı için kaybolmuş ve bu yüzden de unutulmaya mahkum olmuş nice şiir ve fikir adamlarının bulunduğu bir vasatta, Özmel’in de isabetle kaydettiği gibi, Şeyh Kuddûsî’yi yazdıkları yayınlandığı için şanslı şairlerimizden saymak mümkündür. Ne ki, şiirleri kayıt altına alınmış Kuddûsî’nin hayatı hakkında söylenenlerin, menkıbevî anlatımlardan öteye geçmemesi, hakkında sağlıklı tarihî belge ve bilgilerin fazlaca bulunmaması oldukça üzüntü vericidir. Bu yüzden Kuddûsî’yi en güzel şekilde kendi yazdığı şiirlerinden tanımaktan başka bir yol pek de kalmamaktadır (38).

Bursalı Mehmed Tâhir’in beyanına göre Kuddûsî’nin matbû ve Türkçe olan Divân’ı yanında yine basılı olan Muhtasar Vâsiyetnâmesi, Muhtasar Tıbb-ı Nebevî, Pendnâme, Nesâyıh-ı Ahmed Kuddûsî, Hazînetü’l-Esrâr ve Ganîmetü’l-Ebrâr (39), Medâyih Risâlesi, çeşitli konularda Arapça risaleleri olmak üzere çeşitli eserleri bulunmaktadır (40). Bunlardan Divanı, hem hece, hem aruz vezniyle yazılmış şiirlerle doludur ve aruz veznini kullanması Kuddûsî’yi, tekke şiirinin bir nevi Âşık Ömer’i yapmış olduğu konunun uzmanları tarafından dile getirilmektedir (41).

Binaenaleyh bu çalışmada esas aldığımız F.Kuyumcu’nun neşrettiği Divan’ında toplam 942 şiirle, Pendnâme, Vâsiyetnâme, İcâzetnâme ve dört mektubu yer almaktadır. Bu eserlerindeki şiirlerinde bazen oldukça ağır ve ağdalı bir dil kullanan Ahmed Kuddûsî, çoğu zaman ise sade ve akıcı bir dil kullanmakta, ayrıca mısralarında aruzun havası hemen hissedilmektedir. Çok çeşitli konuları şiirinin malzemesi yapmayı başarabilmiş olan Kuddûsî; ilim, irfan, çalışma, doğruluk, saygı, sevgi, Allah ve Peygamber muhabbeti, Mevlâna yakınlığı, taassub karşıtlığı, dönemindeki siyâsî, sosyal, coğrafî durum, ahlâkî dejenerasyon gibi bir çok tema hakkında şiirlerini oluşturmuştur (42). İbnülemin’in deyişiyle gazel ve kaside tarzında yazdığı manzum eserleri, misyon icra etmek üzere her zaman “mutasavvıfâne ve dervişâne” bir karakter içermiştir (43).

Şeyh Kuddûsî şiirlerinin, kendi yaşadığı dönemde de okur-yazar entellektüel kesim tarafından bile takip edildiği, özel günlüklere kaydedilerek yeri geldiğinde, -muhtemelen vaaz ve sohbetlerde- kullanılmak üzere yazıldığı bazı tarihî vesikalardan da anlaşılmaktadır. Örneğin 1743-1876 tarihleri arasında Sivas şehrinde yaşamış ve görev yapmış olan muhtemel üç kadı tarafından tutulmuş, şer’î ve husûsî notların yer aldığı, bugünkü deyişle bir günlükte Şeyh Kuddûsî’ye ait şiirlerin de yer alması söylediğimizi destekler görünmektedir (44). Zira Bor’da yaşayan bir şeyhin söylediği şiirlerin Sivas’taki bir kadı tarafından takip edilmesi, hatta ezberlenmesi, yeri geldiğinde de istihdam etmek üzere kaydedilmesi oldukça önemli bir detay olarak görünmektedir.

1963 yılında vefat etmiş olan büyük Kâdirî şeyhi İbrahim Edhem İskilibî de Kuddûsî Divânı hakkında şu olumlu tesbiti ifade eder: “Kuddûsî Divânı’nı okuyan Kâdirî sâliklerinin başka tasavvuf kitabı okumalarına lüzum yoktur.”
(45)

1973’de vefat etmiş olan yüce Hâlidî şeyhi Dede Paşa ise şu ifadeleri serdetmektedir: “Salih Baba Divânı, tarikat âdâbı ve müridlik halleri ile mürşitlerin şânını; Fuzûlî hazretlerinin Divânı da, muhabbet ve aşk âlemini; Kuddûsî hazretlerinin Divânı ise, tasavvufun bidâyetinden nihâyetine kadar tamamını en güzel ve kemalli tarzda ifâde ve nazmeden eserlerdir.” Ayrıca “Kuddûsî Divânı’nı okuyup da idrak eden, tasavvuf ilmini kavramış olur...” sözleri de yine Dede Paşa’ya ait değerlendirmelerdendir (46).

Şiirinin edebiyat tekniği açısından değeri konusunda ise Vasfi Mahir Kocatürk’ün tesbit ve değerlendirmelerine yer vermek istiyoruz. Nitekim Kocatürk’e göre Kuddûsî’de orijinal bir ruh ve çoşkun bir ilham bulunmamakta ancak, yer yer didaktik olan orta bir lirizm içinde genişlik, kolaylık, halka yakınlık ve konuya fikrî hâkimiyet görünmektedir. Sahip olduğu mümeyyez hasletleri sayesinde aynı zamanda kültürlü bir şahsiyet olan şâir, XIII. yy.dan zamanımıza kadar -Bektâşîlik hariç- bütün Türk Tekke şairlerinin, hatta ruh ve eda bakımından kısmen divan ve saz şairlerinin özü konumundadır. Şair Ahmed Kuddûsî, Türk şiirinin sahip olduğu genel özelliklerini, bilhassa tekke şiirini, halkın ruhuna ve seviyesine göre ifadelendirmede büyük başarı kaydetmiştir. Bu yüzden Şair Kuddûsî, Yunus Emre ve Niyâzi Mısrî’den sonra tekke şiirinin halk arasında en çok tanınan siması olmuştur. Öte yandan Kuddûsî şiirinde nazım dili, genellikle ritmik ve mükemmel olmadığı belirtilmektedir. Her şeye rağmen XIX. yy. ortalarında çöküşünü tamamlayan sünnî ruhlu tekke şiirinin son büyük temsilcisidir ve Kuddûsî’den sonra bu sahada önemli bir şahsiyetin yetişmediği görülmektedir (47).
Resim
(37) Kuddûsî Divânı, s. 29-30.
(38) Bkz. Özmel, Niğde’li Şair ve Yazarlar, 22.
(39) Şeyhin Hazînetü’l-Esrâr ve Ganîmetü’l-Ebrâr adıyla bizzat kaleme aldığı Arapça
eseri üzerine Hüseyin Sunar tarafından 1998’de Prof.Dr.Mustafa Tahralı danışmanlığında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı olarak bir yüksek lisans tezi hazırlanmış; bu çalışmada ilim, namaz ve zikir konularına tahsis edilmiş olan eserin tercüme, tahlil ve tahrici yapılmış ve aynı yıl Ahmed Kuddûsî Vakfı’nca da yayınlanmıştır. Bkz. Kuddûsî, Ahmed, Hazînetü’l-Esrâr ve Ganîmetü’l-Ebrâr, çev.Hüseyin Sunar, İstanbul 1998, Borlu Ahmed Kuddûsî Vakfı.
(40) Bkz. Bursalı, Osmanlı Müellifleri, I, 150 ; İstanbul Kütüphaneleri Türkçe
Yazma Divanlar Kataloğu, c.IV, Fasikül:III, s. 986 ; Develioğlu, Büyük İnsan- lar, 318 ; Kuddûsî, Hazînetü’l-Esrâr, 25-29 ; Köksal, Ahmed Kuddûsî, 56-57.
(41) Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, 613, 614.
(42) Ayrıca bkz. Özmel, Niğde’li Şair ve Yazarlar, 24.
(43) İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, II, 771.
(44) İlgili defterin hâlâ yazma olarak Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Doç.Dr. Ömer Demirel’in elinde bulunduğunu ve aynı ilim adamı tarafından neşre hazırlık çalışmalarının son aşamasına gelindiğini haber vermek istiyoruz. Mevzu bahis günlüğün Kuddûsî şiirlerine yer vermesiyle ilgili olarak bkz. Demirel, Ömer, “Bir Osmanlı Kadısı’nın Not Defteri Yahut Kitab-ı Sakkı”, Uluslar Arası Kuruluşunun 700.Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi 7-9 Nisan 1999, Konya 2000, Selçuk Üniversitesi Yay., s.203.
(45) Kuddûsî Divânı, s. 70.
(46) Kuddûsî Divânı, s. 70.
(47) Bkz. Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, 614.


Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

Kuddûsî’nin Mânevî Feyiz Kaynakları

Şeyh Kuddûsî, daha önce de zikredildiği gibi öncelikle babası Hacı İbrahim Efendi’den feyiz almıştır. Bu vesileyle Bahâeddin Nakşıbendî’den, daha sonra da Abdülkâdir Geylânî’den feyiz ve himmet aldığını kendisi bildirmiştir. Ayrıca Yunus Emre, Sarı Saltuk, Mevlânâ Celâleddîn gibi büyük Allah dostlarından da feyiz aldığını övgü dolu ifadelerle belirtmektedir (48).

Kuddûsî’nin Vefatı

Daha önce anılan meşhur seyahatlerinden sonra, döndüğü memleketi Bor’da kendi yaptırdığı zâviyede bir nevi inziva hayatı yaşamış;(49) her ruh sahibi fânî gibi Şeyh Ahmed Kuddûsî de hicrî 1265 Cumâdelâhir/mîlâdî 1849 Nisan ayında, Bor’daki evinde vefat ederek dâru’l-bekâya irtihal etmiştir. Cenazesi Bor’da, Niğde yolu ile eski Ankara yolunun kesiştiği kavşakta yer alan Sarı Saltık türbesinin yakınına, Eski Mezar’a defnedilmiştir (50). Mensuplarından Manisa Müftüsü Şeyh Esad Muhammed tarafından yazılan mersiyede şu mısralar yer almaktadır:(51)

Âh Kuddûsî Efendi! Mürşid-i âgâh idi,
Tâir-i kudsî gibi Firdevs’i kıldı âşiyân.

Etmedi hiçbir zaman dünyâya rağbet ol azîz,
İştiyâk-ı rûz u şeb oldu Cemâl ile Cinân.

Himmetiyle çok mürîd-i sâdıkı buldu kemâl,
Bir mükemmil Fâdıl u âmil idi ol bî gümân.

Ârif-i billâh idi hakka’l-yakîn, hem Kutb idi,
Niğde Bor’unda kat’î çok keşfi olmuştu ayân.

Eyledi hüsn-i teveccüh ile bu abdi kabûl,
Oldular nice Halife himmetiyle şâdmân.

Fevtini duydukta Es’ad bendesi giryân olup,
Eyledim ahvâlini fi’l-cümle ihvâna beyân.

İki destim ref’ ile kıldım duâ, târih dedim:
Rûh-i Kuddûsî Efendi Cennet’i kıldı mekân.

Ahmed Kuddûsî’nin Halefleri

Şeyhin 1849’da vefat etmesinden sonra oğullarından Abdurrahmân Rûhî babasının yerine geçmiş ve vefatına kadar irşad vazifesine devam etmiştir. Oğlu Abdurrahmân Rûhî’nin ise cenazesi Aksaray’da Somuncu Baba türbesi yanındaki kabre defnedilmiştir. Şeyh Abdurrahmân Rûhî’nin farklı eşlerden olma Ali ve İbrahim isimlerindeki iki oğlundan biri olan Ali Efendi, babasının irşad hizmetinde halefi olmuş, 1938’de vefat etmesi üzerine ise altı oğlundan biri olan Ahmed Efendi, mensupların tensip ve tasvipleriyle babasının yerine geçirilmiştir (52).


Resim

(48) Ayrıca konuyla ilgili, matbu Divan’da yer almamış bazı şiirleri için de bkz. Köksal, Ahmed Kuddûsî, 26-27.
(49) Bkz. Uçman, “Kuddûsî” Md., IX, 197.
(50) Bkz. Süreyyâ, Sicilli Osmânî, IV, 58 ; Bursalı, Osmanlı Müellifleri, I, 150 ; Kuddûsî Divânı, s. 46 ; Develioğlu, Büyük İnsanlar, 317 ; Köksal, Ahmed Kuddûsî, 54.
(51) Bkz. Köksal, Ahmed Kuddûsî, 54.
(52) Bkz. Köksal, Ahmed Kuddûsî, 55.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

ResimII. AHMED KUDDÛSÎ’NİN DÎVÂN’INDA KUR’ÂN’A YAPTIĞI ATIFLAR

İslâm dininin en temel tartışmasız kaynağı olarak Kur’ân-ı Kerîm, ilgili herkesin desteğini almak istediği büyük bir güçtür. Bu güce bağlı olarak İslam tarihi, referansını Kur’an’dan alarak harekete geçmiş sayısız kahramanlara ve olaylara tanıktır. Ne var ki tarih kitaplarında yerini almış bu olayların hepsinin Kur’ân’ın desteğini sağlıklı olarak sağladıklarını söylemek mümkün değildir. İslâm’ın ilk delili olduğu tartışmasız kabul edilen Kur’ân’ın bu gücü sayesinde, biraz önce de söylendiği gibi ilgili tarafların iştahı kabarmış, -bir şekilde- ona dayanma ihtiyacı duymuşlardır (53).

Binaenaleyh Kur’ân-ı Kerîm’e şiirlerinde yer vermiş, onun mesaj ve ilkelerini edebî zevkiyle bütünleştirerek savunmuş şairlerden birisi de Şeyh Ahmed Kuddûsî’dir. Bu başlık altında onun şiirlerinde yer verdiği Kur’an atıflarını tesbit ederek, sergilediği Kur’an yaklaşımının onun düşünce dünyasında ve pratik hayatında nasıl bir yere sahip olduğunu ortaya koymaya çalışacağız:

Öncelikle belirtilmelidir ki: Kur’ân’ın tartışmasız büyüklüğünü kabul eden bir inanç insanı olarak Kuddûsî, onun Hz.Peygamber’e vahyedildiğini ve esasında Hz. Muhammed’in (sav) büyüklüğünün de Kur’an’la olan bağlantısından kaynaklandığını ifade etmektedir. Örneğin aşağıdaki şiirde, onun konuyla ilgili itikâdı şöyle dile getirilmektedir:


Muhammedle yağar yağmur Muhammedle cihan mamur
Muhammed nâsır u mensur Muhammed ehl-i Kurandır (54)

Bu doğrultuda Kuddûsî, Kur’an ve Sünnetin insanlara öğüt vererek hakkı bulmalarını amaçladığını düşünür ve sade deyişiyle bu gerçeği şöyle dile getirir:

Hudâ Kurânda Peygamber Hadîsinde ederler pend Utan havf et nasihat tut eğer var ise iymanın (55)

Şimdi de sûre sırasına riâyet ederek Şeyh Kuddûsî’nin Divân’ında Kur’ân’a nasıl atıfta bulunduğunu görmeye çalışalım. Teknik anlamda Kuddûsî’nin yaptığı atıfların hiçbirisinin, hangi sûredeki hangi âyetlere karşılık geldiğini söylemediği belirtilmelidir. Binaenaleyh, yapılan atfın en çok ilgili olduğunu düşündüğümüz sûre ve âyetlere tertipteki sıralarına riayet ederek yer verdik. Yapılan atıfların birden çok sûreyle eşit derecede ilgili olma durumunda ise yine tertip sırası önce olan sûreler başlık yapılarak âyet numaraları verilmiş, diğer sûre ve âyetlere de dipnotlarda işaret edilmiştir.
Resim

(53) Böyle bir manipülasyonun ilginç bir örneği için bkz. Ünver, Mustafa, Nesîmî Örneğinde Hurûfîlik ve Kur’an, Ankara 2003, Fecr Yay.
(54) Kuddûsî Divânı, 305/6/258.
(55) Kuddûsî Divânı, 497/10/366.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

BAKARA SÛRESİResim

1- Bakara (2) : 20.
“Şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir” (56)

Temelde Allah Teâlâ’dan âcizlik ve güçsüzlük vasıflarını nefyeden kudret anlayışı (57), O’nun doksandokuz esmây-ı hüsnâsında yer almaktadır. Kur’an’da 103 yerde Allah’a nispet edilen bu vasıf, O’nun her şeye gücü yettiği, her şeyi dilemeye ve yapmaya kâdir olduğu anlamına gelmektedir (58). Allah’ın sahip olduğu sonsuz güç, Kuddûsî şiirlerinde de yansıma bulmuş, her fırsatta bu hakikat dile getirilmiştir:


Hata isyan işim daim muti et şu beni ya Rab
Bi-külli şeye kâdirsin bilürem ben seni ya Rab (59)

Bi-külli şeye kâdir Muktedirsin
Ne denlü var ise ref et belâyâ (60)

Kâdir her şeye Hallâk u Azîm u Hayy u Kayyûmdur
Bu mahlûkatı heb Oldur yoğiken eyleyen inşa (61)

Bi-külli şeye kâdirsin çün ey Hak
Kapunı aç bana hiç kılma muğlak (62)

Görüldüğü gibi Kuddûsî bu hakikati dile getirerek kendisini her dâim hak yoluna itaat üzere kılmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz etmektedir.

2- Bakara (2) : 30-33.
Âdem’in yaratılması ve halife yapılması

Hz. Âdem, Allah’ın topraktan yarattığı ilk insan ve ilk peygamberdir. Allah ona isimleri öğretmiş, melekleri kendisine secde ettirmiş ve onu yeryüzünde halife kılmıştır. Kur’ân’ın anlattığı bu hakikatlerin Kuddûsî şiirinde de yansıma bulduğu görülmektedir:


Âdemi hâkden yaraduben halîfe eyledin
Oldı insan nevinin ceddi atası enbiyâ (63)

Âdemi hakden yaradub hem halîfe eyledi
Hem kamu esmâyı talim etti fazliyle ana (64)

Hâkden yaradub Âdemi dahi kıldı halîfe
Havvâyı andan yaradub verdi milkin cinânın (65)

3- Bakara (2) : 34.
İblis’in Âdem’e secde etmemesi ve ilâhî huzurdan kovulması (66)

Kur’ân’ın anlattığına göre Allah, Âdem’e isimleri öğrettikten sonra İblis’e ve diğer bütün meleklere ona secde etmelerini emretmiştir. Ne var ki İblis, kibirlenerek, kendisinin Âdem’den üstün olduğuna kâni olarak secde etmeyi reddetmiş ve İlâhî huzurdan kovulmuştur. Bu yüzden İslâm ahlakına göre kibir ve haset, en büyük hatalardan kabul edilmiştir ve sahibinin cennete girmesine engel olacaktır: (67)

Kula mümin muti iken tekebbürdür kılan tersâ
Azâzil kibr u ucb edip tarîd etti anı Mevlâ (68)

Sensin bu dolabı kuran sensin bize rızkı veren
Sensin Azâzili süren hem Âdeme kılan meded (69)

Görüldüğü gibi ilgili âyetlere telmihte bulunan Kuddûsî, bu beyitlerinde, mümin kulun yapması gerekenin hiç kibirlenmeden ve kendini beğenmeden Allah’ın emrine itaat etmesi olduğunu beyan etmekte ve karşıt örnek olarak da İblis’i vermektedir. Zira mümin kulun aksine o, kibirlenmiş, kendini beğenmiş ve emre karşı gelmiştir. Bu yüzden de Allah Teâlâ’nın lânet ve tardını mûcib olmuştur. Burada Kuddûsî’nin konuya getirdiği bir önemli yorum da; neticede İblis’i kovan ve İnsana büyük lütuflar bahşederek taltıf edenin Allah olduğunu ilan etmesidir. Bu izah, son kertede Allah Teâlâ’nın ezelî kader projesinde saklı kıldığı sınırsız ilminin ifşâ edilmiş halinden başkası değildir. Nitekim Kuddûsî’nin bilincinde yer etmiş olduğu anlaşılan bu husus da esasında Kur’ân’ın sıklıkla vurguladığı konular arasındadır
(70).

4- Bakara (2) : 78, 111.
Ümniyyeden, kuruntudan uzak olmak(71)

Ümniyye, emâniyy kelimesinin tekili olup, birisi “okumak”, diğeri de kişinin gerçekleşmesini dilediği ve arzu ettiği hayaller ve kuruntular anlamına gelmektedir. İkinci anlamıyla bir Kur’ânî deyiştir ve esasında Ehli Kitab olan Yahudi ve Hırıstiyanların cennete yalnız kendilerinin gireceğini hayal edip bunu ilan etmeleri hususuyla ilgili olarak gündeme gelmiş ve kullanılmıştır. Bu itibarla kelime daha ziyade “kuruntu” anlamıyla karşılanmakta ve insanın hayal dünyasında oluşturduğu, takdir edip temenni ettiği şeyleri anlatmaktadır (72).

Gerçekte “cennet bize has, bizden başka kimse giremeyecek, biz ateşe girsek bile sadece bir kaç gün gireceğiz” (73) şeklindeki kuruntu ve hayaller; sonuçların ortaya çıkmasında ve pozitif pratiklerin gerçekleşmesinde belirleyici değildir. Doğrusu ister kadın, ister erkek; kim imanla beraber Allah’ın emrettiği sâlih amelleri yaparsa cennet onların olacaktır (74). Bu tesbitin şiirsel akislerini de Kuddûsî şiirinde şöyle görmekteyiz:

Kuru ümniyye işim hiç yok amel çün âcizem
Ekl ü uyku kıllet ile ârız olmışdur lahab (75)

Heman ümniye ile bitmez imiş iş bu yolda
Mukarreber sözine can u gönülden inandım (76)

Görüldüğü gibi Kuddûsî de kurtuluşun kuru avuntu ve hayallerle değil; çalışmakla gerçekleşeceğini ifade etmektedir.

5- Bakara (2) : 117.
“Allah bir şeye kün (ol) der, olur” (77)

Allah Teâlâ’ya hiçbir şeyi yapmanın zor olmadığını, her şeyin O’nun “ol” emriyle varlığa çıktığını, yoksa mahlûkâtın O’nun zâtından koparak uğradığı değişim sonucunda sudur ve tevellüd ettiği bir eser olmadığını ifade eden “kün feyekûn” ibaresinin (78) Kuddûsî şiirinde de karşılık bulduğu görül mektedir:

Ey cümle halkı yoğiken inşâ ı iycad eyleyen
Kün emriyle yedi kat eflâki bünyad eyleyen (79)

Cümle mahlûkâtı kâf u nûn ile var eyledi
Vâhid ü Bâkî şehinşahdır ana hiç yok zeval (80)

Bir anda kün dese olur idi kamusı var hemin
Kullarına talim içün etmiş bu fili ol Nasîr (81)

Murad eylerse bir şeyi heman kün der olur mevcûd
Ânın emriyle gelmişdir vücûda bil kamu eşyâ (82)

Ey bu mahlûkâtı kün emriyle var eden Hudâ
Cümlesi kulluk ederler her zeman daim sana (83)

Bu mahlûkatı Hallâk etti kün emriyle iycad
Zemin ü âsümanı altı günde eyledi bünyad (84)

Görüldüğü gibi Şeyh Ahmed Kuddûsî, Allah’ın her şeyi var etme gücünü, “kün” emriyle izhar ettiğini belirtmekte ve bu Kur’ânî yargıyı, konunun detayına inmeden sade bir şekilde dile getirmektedir.
Resim
(56) Kur’an’da pek çok defa geçmekte olan bu önemli söz için mesela ayrıca bkz. Bakara (2) : 106, 109, 284 ; Âl-i İmrân (3) : 26, 29...
(57) Bkz. Râğıb Isfehânî, Huseyn b. Muhammed, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân,
nşr. A.Muhammed Halefullâh, Kahire 1970, Mektebeyü’l-Anglo, s.595.
(58) Bkz. Topaloğlu, Bekir, “Kâdir” Md., DİA, c.XXIV, s.124.
(59) Kuddûsî Divânı, 88/1/130.
(60) Kuddûsî Divânı, 82/3/127.
(61) Kuddûsî Divânı, 83/14/127.
(62) Kuddûsî Divânı, 464/1/350.
(63) Kuddûsî Divânı, 61/8/118.
(64) Kuddûsî Divânı, 87/11/129.
(65) Kuddûsî Divânı, 490/2/363.
(66) Bu durumun anlatıldığı başka âyetler için de mesela bkz. Sad (38) : 74 ; A’râf (7) : 13.
(67) Bkz. Kurtubî, Muhammed b. Ahmed el-Ensârî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân,
Beyrut 1985, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, c.I, s.296.
(68) Kuddûsî Divânı, 39/6/105.
(69) Kuddûsî Divânı, 217/2/202.
(70) Örneğin bkz. Hadid (57) : 22-23 ; Âl-i İmrân (3) : 29 ; En’am (6) : 59 ; Hac (22) :
(71) Ayrıca bkz. Nisa (4) : 123.
(72) Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1983, Eser Neşriyat, c.I, s.393 ; Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1988, Yeni Ufuklar Neşriyat, c.I, s.186-187.
(73) Bkz. Bakara (2) : 80.
(74) Bkz. Nisa (4) : 124.
(75) Kuddûsî Divânı, 105/5/141.
(76) Kuddûsî Divânı, 546/3/393.
(77) Ayrıca bkz. Âl-i İmrân (3) : 47, 59 ; En’am (6) : 73 ; Nahl (16) : 40 ; Meryem (19)
: 35 ; Yasin (36) : 82.
(78) Bkz. er-Râzî, Fahruddîn, et-Tefsîru’l-Kebîr -Mefâtihu’l-Gayb-, I.Bsk., Kahire 1991, Mektebetü’l-Îmân, c.II, s.372-373 ; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, I, 479.
(79) Kuddûsî Divânı, 621/1/439.
(80) Kuddûsî Divânı, 513/11/374.
(81) Kuddûsî Divânı, 367/12/293.
(82) Kuddûsî Divânı, 83/13/127.
(83) Kuddûsî Divânı, 85/10/128.
(84) Kuddûsî Divânı, 215/14/200.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİResim

6- Âl-i İmrân (3) :26.
Allah bütün mülkün mâlikidir

Kur’ân’a göre, bütün mülkün sahibi Allah’tır ve O, mülkü dilediğine verip, dilediğinden alandır. Peygamberimizin elçiliğiyle iman eden insana ilan etmesi emredilen bu hakikatler, Kuddûsî şiirinde de sade bir dille şöyle ifade edilmiştir:


Mâlikül-Mülk Hâlikul-Halk sensin ancak ey Hudâ
Milk senin mahlûk senindür yok şerîk her-kiz sana (85)

Ey bu mülkün Mâliki Vehhâb u Hallâkul-Verâ
Var benim bir hâcetim lutf edüben eyle kazâ (86)

Lâyık değilem gerçi men ana velâkin bilirem
Sen Mâlikül-Mülk padişahsın yok şerik her-kiz sana (87)

Çün Semîdir hem Mücîb Ol dahi her şeye Kadîr
Hem bu mülkin Mâlikidir yok şerîk her-kiz ana (88)

Etmişem iyman sana tevfîkın ile ey Ahad
Hâlikul-halk Mâlikül-Mülksin dahi Ferd u Samed (89)


7- Âl-i İmrân (3) : 55.
Hz. İsa’nın Allah katına yükselmesi (90)

Kur’ân’ın anlaşılması zor âyetlerinden birisi de, Hz. İsa’nın ölüp ölmediği konusunda açıklama yapan bu âyetidir. Çünkü onun ölmediği, sadece yeryüzünden alındığı, âhir zamanda yeryüzüne inerek Deccal’i öldüreceği şeklindeki haberler Hz. Peygamber’den nakledilmekte, hatta pek çok müffesir de bu tür haberleri sahih kabul etmektedir. Kur’ân’a göre Allah Teâlâ, kulu ve elçisi olan Hz. İsa’yı, onu çarmıha germek isteyen düşmanlarından kurtararak kendi katına yükseltmiş ve düşmanları da onun yerine benzerini katletmişlerdir (91) Bu olaya telmih yoluyla Kuddûsî şiiri de işarette bulunmuş, Hz. İsa’nın göğe -bir anlamda- tamah edişinin sebebini aşka bağlamıştır.

Işk ile dostı Halîle nâr-ı Nemrud oldı nur
Işk ile İsâ Nebi etti semâvate tamah (92)

Allah Teâlâ zaman ve mekandan münezzehtir, bu itibarla gökyüzünde olmaktan da aşkındır. Binaenaleyh Kuddûsî şiirinin Hz. İsa’nın gökyüzünde olduğunu belirtmesinin, Allah’ın da gökyüzünde olduğu şeklinde muhtemel bir yanlış anlamaya götürmesine karşılık dikkatli olunmalıdır. Çünkü Kur’ân’ın söylediği, Hz isa’nın Allah katına yükseltildiğinden başkası değildir (93).


8- Âl-i İmrân (3) : 59.
Âdem’in topraktan yaratılması (94)

Bi-külli şeye kâdirsin yaratdın Âdemi hâkden
Hemîn kıldın anı esrâr-ı ilme âşina ey dost (95)

Âdem’in topraktan yaratıldığını haber veren Kur’ânî bilgiye de şiirinde telmihte bulunan Kuddûsî’ye göre, ilk insanın topraktan yaratılmasıyla bilginin sırlarına hemen âşina kılınması arasında ilginç bir şekilde ilgi kurmak da mümkün görünmektedir.


Resim
(85) Kuddûsî Divânı, 16/7/92.
(86) Kuddûsî Divânı, 50/1/112.
(87) Kuddûsî Divânı, 54/8/114.
(88) Kuddûsî Divânı, 66/13/120.
(89) Kuddûsî Divânı, 218/8/202.
(90) Ayrıca bkz. Nisa (4) : 157-158.
(91) Bkz. Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l- Kur’ân, Beyrut 1988, Dâru’l-Fikr, c.III, s.289-293 ; Şevkânî, Muhammed b. Ali
b. Muhammed, Fethu’l-Kadîr el-Câmiu beyne Fenni’r-Rivâye ve’d-Dirâye min Ilmi’t-Tefsîr, yy., trz., Âlemü’l-Kütüb, c.I, s.344-345. Ayrıca bkz. Cevdet Paşa, Ahmed, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, İstanbul 1986, Bedir Yay., c. I, s. 44-45.
(92) Kuddûsî Divânı, 187/14/185.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

NİSÂ SÛRESİResim

9- Nisâ (4) : 145.
Münafıkların en alt derekede olması

Bilindiği gibi zâhirden inanmış görünüp de, içlerinden kâfir olan münafıklar, bu iki yüzlü yaklaşımlarıyla derecelerin ve cehennemin en alt düzeyine müstehak olmuşlar ve açıkça küfürlerini ortaya koyan kâfir ve müşriklerden daha kötü bir duruma düşmüşledir. Cennetin derece ve makamları olduğu gibi, münafıkların gideceği cehennemin de dereceleri vardır. Yaptıkları işin çirkinliğinden dolayı münafıklar, cehennemin en kötü ve en alt tabakasında cezalarını çekeceklerdir
(96). Kur’ân’ın haber verdiği bu acıklı tesbitin Kuddûsî şiirinde de sade bir dille ifadelendirildiğini görmekteyiz:

Yeridür ehl-i nifakın derk-i esfel dedi Hak
Nice bir bu şerri izmar hayrı izhar nice bir (97)

Münafıklardan eyle ictinab çün
Ki anların mekânı derk-i esfel (98)
Resim

(96) Bkz. Tabrisî, Ebû Ali el-Fadl b. El-Hasen, Mecmau’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân,
Tahran, trz., Mektebetü’l-Ilmiyyeti’l-İslâmiyye, c.II, s. 130 ; Ebussuûd, Muham- med b. Muhammed el-Imâdî, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâye’l-Kitâbi’l- Kerîm, II.Bsk., Beyrut 1990, Dâru İhyâi’t-Türâs, c.II, 247.
(97) Kuddûsî Divânı, 258/8/227.
(98) Kuddûsî Divânı, 522/1/379.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ELin ->ALan ->ÂLi ŞÂH’ta
>RAVZÂ-yı RASûLuLLAH’ta
TEVHİDidir ->ASLın>fASLı
EL>ELe>EL>“YEDuLLAH”ta!.

AleyhumusseLâm..


ResimZEVK 6862

cÂN AKRaBan>cÂNÂN TEVHİD.. HAKk ÂŞKın>“Ah!”ı KUDDUSî
ZiKRuLLAHta SuLtÂN TEVHİD... ->SeBBih SaBahı ->KUDDUSî
AŞK çÖLün MecNÛN-LeYyLÂsı..
“TEVHİD”-in ->kARA SEVdÂsı..
TeCELLî-yi RAHMÂN ->TEVHİD.. ->“AŞK PÂDiŞÂH”ı KUDDUSî!.

Kaddesallahu sırrahu..


03.06.15->12:42
brsbrs..tkttktrstkkmdBZBRZz..



MuhaMMed mENziLi Kur'ÂNKerîm
MUHİtin ->AŞK MiLi Kur'ÂNKerîm
->HAKk ÂŞIKı ->HAYy >KUDDUSîm
TEVHİDin >AŞK DİLi Kur'ÂNKerîm!.



الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---“El hamdu liLLÂHi RABBi’l- âLemîn.: Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.”
(FÂtiha ½)

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), YEDULLÂHi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen) : Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. ALLAH'ın ELİ onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.”
(Fetih 48/10)

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---“Ve mâ halaktu’l- cinne ve’l- inse illâ li ya'budûni.: Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.”
(Zâriyât 51/56)

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالْدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلاَّ مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَن تَسْتَقْسِمُواْ بِالأَزْلاَمِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن دِينِكُمْ فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِ الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا فَمَنِ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِّإِثْمٍ فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Hurrimet aleykumul meytetu ved demu ve lahmul hınzîri ve mâ uhılle li gayrillâhi bihî vel munhanikatu vel mevkûzetu vel mutereddiyetu ven natîhatu ve mâ ekeles sebuu illâ mâ zekkeytum ve mâ zubiha alân nusubi ve en testaksimû bil ezlâm(ezlâmi), zâlikum fisk(fiskun), el yevme yeisellezîne keferû min dînikum fe lâ tahşevhum vahşevni, el yevme ekmeltu lekum dînekum ve etmemtu aleykum ni’metî ve radîtu lekumul islâme dînâ(dînen) fe menidturra fî mahmasatin gayra mutecânifin li ismin fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).: Ölmüş hayvan, kan, domuz eti ve Allah’tan başkasının adına boğazlanan (kesilen), boğularak, vurularak, yüksek bir yerden yuvarlanarak veya boynuzlanarak ölen ve de yırtıcı hayvan tarafından parçalanıp yenen hayvan (ölmeden kesilmesi hariç) ve putlar adına boğazlanan hayvanlar ve fal okları ile kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bunlar fısktır. Bugün kâfirler sizi dîninizden döndüremedikleri için yeise kapıldılar. Artık onlardan korkmayın, Ben'den korkun. Bugün sizin dîninizi kemâle erdirdim. Ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için dîn olarak İslâm’dan razı oldum. Artık kim açlık tehlikesiyle, günaha meyl etmeksizin zarurette (yemek zorunda) kalırsa, muhakkak ki Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.”
(Mâide 5/3)

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Resim---“Utlu mâ ûhıye ileyke mine’l- kitâbi ve ekımı’s- salât (salâte), inne’s- salâte tenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munker (munkeri), ve le zikrullâhi ekber (ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn (tasneûne).: Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tir. Allah, yaptıklarınızı bilir.”
(Ankebût 29/45)

Resim TEVHiDuLLAH ZİKRi ->YARATANımız ALLAHu Zü’L- CeLÂLimizi Unutmamak Unutursak derhâl Hatılayıp ZiKRetmektir..:

وَمَا نَتَنَزَّلُ إِلَّا بِأَمْرِ رَبِّكَ لَهُ مَا بَيْنَ أَيْدِينَا وَمَا خَلْفَنَا وَمَا بَيْنَ ذَلِكَ وَمَا كَانَ رَبُّكَ نَسِيًّا
Resim---“Ve mâ netenezzelu illâ bi emri rabbik (rabbike), lehu mâ beyne eydînâ ve mâ halfenâ ve mâ beyne zâlik (zâlike), ve mâ kâne rabbuke nesiyyâ (nesiyyen).: Biz (Resûller-ELçiler) ancak Rabbiniz emriyle ineriz. Önümüzde, ardımızda ve bunlar arasında olan her şey O'nundur. Senin Rabbin kesinlikle unutkan değildir.”
(Meryem 19/64)

Resim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim, ALLAH’ı, O’na hiçbir şeyi ortak koşmadan karşılarsa, cennete girer. Kim de ALLAH’ı, O’na şirk koşarak karşılarsa ateşe girer!.’” buyurdu.
(Câbir radiyallahu anh’dan; Müslim 93)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim: “Lâ ilâhe illallah!” der, Allah’tan başka ibadet edilen şeyleri inkâr ederse, onun kanı ve malı haramdır! Onun hesabı Allah Azze ve Celle’ye aittir!.” buyurdu.
(Müslim)

Resim---Ebu Hureyre radiyallahu anhu: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e: "Yâ Resûlallah! Kıyamet gününde senin şefaatinle insanların en mutlusu kimdir?" diye sordum. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Ey Ebu Hureyre! Senin hadise olan düşkünlüğünü gördüğümden dolayı, bu hadisi senden önce hiçbir kimsenin sormayacağını zannetmiştim. Kıyamet gününde benim şefaatimle insanların en mutlusu, kalbinden içtenlikle “Lâ ilâhe illallah: Allah'dan başka hiçbir ilâh yoktur!” diyen kimsedir."
(Buharî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Zikrin en faziletlisi "Lâ ilâhe illallah" ve duanın en faziletlisi de "Elhamdülillah"dır." buyurmuştur.
(Câbir radiyallahu anh’dan; İbn Mâce, Nesaî, İbn Hıbbân, Hakim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Lâ ilâhe illallah sözünü sizinle onun arasına komaya girmek gibi bir engel girmeden çok söyleyiniz." buyurdu.
(Ebu Hureyre radiyallahu anh’dan; Ebu Yâ'lâ)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İmanınızı tazeleyiniz." buyurdu. “Yâ Resûlallah! İmanımızı nasıl tazeleyeceğiz?” denildi. "Lâ ilâhe illallah'ı çok söyleyiniz." buyurdu.
(Ebu Hureyre radiyallahu anh’dan; Ahmed bin Hanbel; Taberanî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ben bir kelime biliyorum ki, herhangi bir kul onu kalbinden gerçekten söyler, bunun üzerine ölürse cesedi cehenneme haram kılınır. O kelime 'Lâ ilâhe illallah''tır."
(Amr radiyallahu anh’dan; Hakim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kıyamet günü, adamın biri amel terazisinin başına getirilir. Kendisine ait gözün görebileceği uzunlukta doksan dokuz evrak ortaya çıkarılır, bu evrakta onun günahları ve kötülükleri yazılıdır. Bu evrak amel terazisinin kefelerinden birine konur. Arkasından yine o adama ait karınca iriliğinde ve üzerinde "Eşhedu enLâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu" yazan küçücük bir kağıt ortaya çıkarılarak amel terazisinin öbür kefesine konur ve bu kefe günahların kefesine ağır basar."
(Abdullah bin Amr İbnü'l-As radiyallahu anh’dan; Tirmizî, İbn Mâce, İbn Hibbân, Hakim, Beyhakî)

Resim---Ebu Hureyre radiyallahu anh: “Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e:
"Yâ Resûlullah! Senin şefaatine en önce kim nâil olma hakkına sahiptir?" diye sordum. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
"Kalbten ve ihlasla “Lâ ilâhe illallah” diyenler." buyurdu.

(Buharî)

Kur'ÂN-ı Kerîmimizin buyuruğudur ki;
YOKLuk ve ÇOKLuk derdinden kurtulup TEKLik TEVHİDİne ULAŞamayış ebedi HASsrettir ALLAH celle celâlihu Korusun ÜMMet-i MuhaMMedi aleyhisselâmı…


رُّبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ كَانُواْ مُسْلِمِينَ
Resim---Rubemâ yeveddullezîne keferû lev kânû muslimîn (muslimîne).: Gün gelecek, kâfirler «keşke vaktiyle müslüman olsaydık» diyeceklerdir.”
(Hicr 15/2)

İmam Mücahid, bu âyeti açıklarken "Lâ ilâhe illallah" diyenler cehennemden çıkarılınca kâfirler: “Keşke, biz de müslüman olsaydık!.” derler, demektedir.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kimin dünyadaki son sözü: “Lâ ilâhe illallah!.” olursa ceNNete girer."

(Ebu Davûd)

ResimHüLÂsa-yı KeLÂM ->SöZün Sahibi ->SAHİBimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Lâ ilâhe illallah, ceNetin anahtarıdır." buyurdu.
(Buharî)


3. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : İmâm-ı Alî kerremullahi vecheye ait salâvâtı şerîfe

Resim

TÜRKÇESİ: Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Resim Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Resim Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Resim Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Resim Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Resim Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Resim Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.

MÂNÂSI:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

ENÂM SÛRESİResim

10- En’âm (6) : 160.
İyiliklerin bire on karşılığında değer kazanması:


مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا وَمَن جَاء بِالسَّيِّئَةِ فَلاَ يُجْزَى إِلاَّ مِثْلَهَا وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
Resim---“Men câe bi’l- haseneti fe lehu aşru emsâlihâ, ve men câe bi’s- seyyieti fe lâ yuczâ illâ mislehâ ve hum lâ yuzlemûn (yuzlemûne).: Kim (ALLAH’ın huzuruna) bir hasene ile gelirse, artık onun on misli, onundur. Ve kim bir seyyie ile gelirse, o zaman onun mislinden başkası ile cezalandırılmaz. Ve onlar zulmolunmazlar.”
(En’âm 6/160)


Hasene: İyilik. Güzellik. Hayırlı amel. Allah rızasına çok uygun iş.
Seyyie: Kötülük, günah, suç. Yaramazlık, fenâlık.


Dünyada yapılan iyilik ve itaatlerin on katıyla ecirle karşılanacağının müjdelendiği bu âyetin getirdiği mesajın da, Kuddûsî şiirinde yansıma bulduğu görülmektedir:

Güneş veş âmmeye (99) nef’ et
Hızır veş çağırana yet

Tarîk-i muhsinâna (100) git
Ki bire on yazar Mevlâ
(101)


Resim
(99) Bu kelime yanlış olarak “âmiye” şeklinde okunmuş olup doğrusu bizim kaydetti
ğimizdir. Bkz. Köksal, Ahmed Kuddûsî, 73.
(100) Bu kelime yanlış olarak “muhsinâta” şeklinde okunmuş olup doğrusu şiirde verildiği şekliyledir. Bkz. Köksal, Ahmed Kuddûsî, 73.
(101) Kuddûsî Divânı, 6/6/84.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

ARÂF SÛRESİ Resim

11- A’râf (7) : 54.
Yerlerin ve göklerin altı günde yaratılması (102)

إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alâl arşı, yugşîl leylen nehâre yatlubuhu hasîsen veş şemse vel kamere ven nucûme musahharâtin bi emrihi, e lâ lehul halku vel emr(emru), tebârakallâhu rabbulâlemîn(âlemîne) :Semaları ve arzı altı günde yaratan, muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah'tır. Sonra arşa istiva etti. Gündüz, onu süratle talep eden (takip eden) gece ile örtülür. Ve güneş ve ay ve yıldızlar O’nun emrine musahhardır (boyun eğmişlerdir). Yaratma ve emir O’nun değil mi? Âlemlerin Rabbi mübarektir, şanı yücedir.
(A'raf 7/54)

Öncelikle bilinmelidir ki Allah katında gün, bizim bildiğimiz ve kullandığımız yirmi dört saatlik zaman diliminden ibaret değildir. Bu itibarla kâinâtın altı günde yaratılmasını, altı jeolojik devirde, miktarını sadece Allah’ın bildiği altı dönemde yaratılması olarak anlamak mümkündür (103). Söz konusu altı gün motifinin Kuddûsî şiirinde de karşılık bulduğu görülmektedir:

Ey bu cihanın halkını yoğiken hem iycad eden
Hem altı günde bu yer ile gökleri bünyad eden (104)

Hem altı günde yerleri halk eyleyen
Oldır bu mülkin mâliki ortağı yokdur çünki bir (105)

Gökleri dört günde yaratdın iki günde yeri
Altı günde halk olundı yedi yer yedi sema (106)

Ey altı günde yedi kat eflâk ile zemîni yaradan Mevlâ
Kün emri ile hem cümle halkı eyleyen îcad yoğıken asla (107)


12- A’râf (7) : 55, 180.
“Allah’a dua edin” (108)

ادْعُواْ رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ
Resim---Ud'û rabbekum tedarruan ve hufyeh(hufyeten), innehu lâ yuhıbbul mu'tedîn(mu'tedîne) :Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez.
(A'raf 7/55)

وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---Ve lillâhil esmâul husnâ fed’uhu bihâ ve zerûllezîne yulhıdûne fî esmâihî, se yuczevne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne) : En güzel isimler Allah’ındır, artık O’na onunla (esmaları ile) dua ediniz! Allah’ın isimlerini (mânâsını) saptıranları terket! Yapmış oldukları şeyden dolayı yakında cezalandırılacaklar.
(A'raf 7/180)

“Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” gibi kelime anlamlarına sahip olan “dua” kavramı, İslâmî ıstılahta “küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyaz” anlamına gelmektedir. Bir başka deyişle dua, Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf ederek sevgi ve ta’zim duygularıyla lütuf ve yardım talebinde bulunmaktır. Esasında bu yö nüyle dua, Allah ile kulu arasında gerçekleşen çok önemli ve çok samimi bir diyaloğu yansıtmaktadır (109). Kur’ân-ı Kerîm bize pek çok âyette, bu diyaloğu sıklıkla canlı tutmamızı tavsiye etmektedir. Bu itibarla Allah’a her an ve her şekilde dua etmemiz tavsiye edilen bu âyetlerin Kuddûsî şiirinde de aşağıdaki şekilde atıf alanı oluşturduğu görülmüştür:

Sen Azîmüş-Şan duâ edin deyu emr eyledin
Kara yüzlü kul isem de emre ettim imtisal (110)


13- A’râf (7) : 143.
Allah’ın dağa tecellî etmesi


وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyke, kâle len terânî ve lakininzur ilâl cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu lil cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelul mu’minîn (mu’minîne) : Musa (A.S), tayin ettiğimiz (belirlediğimiz) zamanda gelince, Rabbi onunla konuştu. (Musa A.S) şöyle dedi: “Rabbim, bana (Kendini) göster, Sana bakayım.” (Allahû Tealâ): “Beni asla göremezsin. Ve fakat dağa bak! O, mekânını kararlı tutabilirse (yerinde durabilirse); o zaman sen, Beni görürsün.” buyurdu. Rabbi, dağa tecelli ettiği zaman onu paramparça etti. Musa (A.S), bayılarak yere düştü. Sonra ayıldığı zaman: “Sen Sübhan’sın (Seni tenzih ederim). Sana tövbe ederim. Ben, mü’minlerin ilkiyim.” dedi.
(A'raf 7/143)

Söz konusu âyette bildirildiğine göre Hz. Musa, Allah Tealâ’dan kendisini görmeyi istemiş; Allah da, Tur dağına tecellî edeceğini, dağın bu tecellîsi karşısında sabit kalması durumunda Musa’nın da kendisini görebileceğini bildirmiştir. Ne var ki Allah Teâlâ, Tur dağına tecellî eder etmez, zuhur eden halin dehşetinden dağ paramparça olmuş, Musa da bu dehşetli sahne karşısında düşüp bayılmıştır.
Binaenaleyh bu konu, Kuddûsî şiirinde de yansıma bulmuş, ve oldukça ilginç bir şekilde, esasında bir anlamda “işârî tarzda”, Tur dağının tevazusu sayesinde Allah’ın tecellîsine mazhar ve mahal olma şerefine ulaştığı ifade edilmiştir.


Tur dağı tevâzu edüben buldı tecellî
Yükseklik eden dağları hırmâne çekerler (111)

Kimisine ihfâ ile çün etti tecellî
Kimine de cehr ile Hallâk-ı cihânın (112)
Resim

(102) Ayrıca bkz. Yunus (10) : 3; Hud (11) : 7 ; Furkan (25) : 59 ; Secde (32) : 4 ; Kaf (50) : 38 ; Hadid (57) : 4.
(103) Bkz. Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, III, 346.
(104) Kuddûsî Divânı, 628/7/441.
(105) Kuddûsî Divânı, 367/11/293.
(106) Kuddûsî Divânı, 61/9/118.
(107) Kuddûsî Divânı, 76/10/124.
(108) Ayrıca bkz. İsra (17) : 110 ; Gafir (40) : 60.
(109) Bkz. Cilâcı, Osman, “Dua” Md., DİA., c.IX, s.529.
(110) Kuddûsî Divânı, 520/3/378.
(111) Kuddûsî Divânı, 246/12/217.
(112) Kuddûsî Divânı, 487/5/361. Divan’da beytin son kelimesi “Hudâ’nın” şeklinde dizilmiştir ki merhum Âsım Köksal’ın da belirttiği gibi galîz bir hatadır. Doğrusuyukarıda verdiğimiz şekildedir. Bkz. Köksal, Ahmed Kuddûsî, 80.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

ENFÂL SÛRESİ Resim

14-Enfâl (8) : 28.
Malların ve evlâtların “fitne” olması (113)
وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---Va'lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitnetun ve ennallâhe indehû ecrun azîm(azîmun) : Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafaat vardır.
(Enfâl 8/28)
Kur’an’da mallar ve evlâtlar, günaha da vesile olabildikleri için, bir imtihan aracı olarak değerlendirilmekte ve bu husus “fitne” kavramı kullanılarak ifade edilmektedir. İnsanlar, malları ve evlatlarıyla sınanmakta, bu konuda Allah’ın haklarını ödeyip ödememeleri yönüyle denenmektedir. Aslında İbn-i Mes’ûd’un dediği gibi sadece mallar ve evlatlar değil, insanın sahip olduğu olumlu-olumsuz her şey, denenmesi yolunda birer araçdır (114). Nitekim bu tür âyetlerin izahı sadedinde sahâbeden Ebû Lübâbe örneğini hatırlamak mümkündür. Anlatılanlara göre Ebû Lübâbe, Kureyza Yahudileri arasında bulunan mallarını ve evlâdını korumak maksadıyla, Yahudilere karşı, bir mü’mine yakışmayan bazı tavırlar içine girmiş, bu ve buna benzer tutumları yüzünden Peygamberimiz de kendisine gücenmiştir (115).

Kuddûsî şiirinde yoğun olarak yansıma bulmuş motiflerden birisi de, mal ve evlâdın fitne olarak değerlendirilmesi olmuştur. Bizce bu durumun Kuddûsî’nin özel hayatıyla çok yakın ilişkisi söz konusudur. Çünkü o, daha önce de değinildiği gibi, hem çok evlilik yapmış, hem de çok evlât sahibi olmuştur.

Emval ü evlâd fitnedir bize vacib sakınmak
Nedhetde salvet salvetde firkat olmamak olmaz
(116).

Hak sevdiğine vermez imiş mal ü evlâdı
Kuvvetde şehvet şehvetde levmet olmamak olmaz
(117)

Sen buyurmışsın bize evlâd u ezvâc fitnedür
Kesret-i evlâd’a oldum mübtelâ ey Kirdigar
(118)

Nice mü’min salih’i merdud mel’un kıldı mal
Der ki Kuddûsî demiş mal fitne Fahr-i Kâinat
(119)

Ehl ü evlâd nefs ile mal cümlesi düşman bana
Sen’den erham dahi ekrem yok-durur dost ey huda
(120)

Hubb-u nisvan oldı müstevlî bu gönlüm şehrine
Kıldılar meftun beni emvâl ü evlâd u nisâ
(121)

Bana çün ehl ü mal ü nefs ü evlâdım kamu a’dâ
Esirge lutf edip men kulunı anlardan ey Mevlâ
(122)

Ezvâc u evlâd ey ahi fitne kamusı mal dahi
Me’va kılarlar duzeh’i anlarda yokdur hiç vefa
(123)

Fitne imiş kişiye ezvâc u evlâd u mal kamu
Verdiler bu gönlüme siklet tegayyür i’vicac
(124)

Buyurdı Hak kelâmında size evlâd u mal fitne
Hazer kılın siz anlardan olalım derseniz âbad
(125)
Resim

(113) Ayrıca bkz. Tegabun (64) : 15.
(114) Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, IX, 223-224.
(115) Mezkür sahâbî hakkında ayrıca geniş bilgi için bkz. İbn-i Sa’d, et-Tabâkâtü’l- Kübrâ, Beyrut, trz., Dâru Sâdır, c.II, s.74-75 ; İbnü’l-Esîr, İzzüddîn, Üsdü’l- Gâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, thk. M.İ.el-Bennâ-M.A.Âşûr, trz., Dâru’ş-Şa’b, c.VI, s.265-267 ; Çubukçu, Asri, “Ebû Lübâbe el-Ensârî” Md., DİA., c.X,
s.179 ; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, VII, 396.
(116) Kuddûsî Divânı, 390/5/311.
(117) Kuddûsî Divânı, 390/7/311.
(118) Kuddûsî Divânı, 360/4/290.
(119) Kuddûsî Divânı, 159/4/172. Bu beyittte konu hadis olarak sunulmuştur. İlgili hadis için örneğin bkz. Buhârî, Rikâk 10 ; Tirmizî, Menâkıb 30 ; Nesâî, Îdeyn, 27
; İbn-i Mâce, Fiten 18 , Libâs 20 ; Ahmed, V, 58.
(120) Kuddûsî Divânı, 13/14/90.
(121) Kuddûsî Divânı, 45/8/109.
(122) Kuddûsî Divânı, 65/6/120.
(123) Kuddûsî Divânı, 68/11/121.
(124) Kuddûsî Divânı, 183/9/183.
(125) Kuddûsî Divânı, 206/11/194.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

YUSUF SÛRESİResim

15- Yusuf (12) : 23-24, 30, 32.
Yusuf-Zeliha (126) sevgisi
وَرَاوَدَتْهُ الَّتِي هُوَ فِي بَيْتِهَا عَن نَّفْسِهِ وَغَلَّقَتِ الأَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ قَالَ مَعَاذَ اللّهِ إِنَّهُ رَبِّي أَحْسَنَ مَثْوَايَ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Resim---Ve râvedethulletî huve fî beytihâ an nefsihî ve gallekatil ebvâbe ve kâlet heyte leke, kâle maâzallâhi innehu rabbî ahsene mesvây(mesvâye), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne) : Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: "İsteklerim senin içindir, gelsene" dedi. (Yusuf) Dedi ki: "Allah'a sığınırım. Çünkü o benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez."
(Yusuf 23/23)

وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَا لَوْلا أَن رَّأَى بُرْهَانَ رَبِّهِ كَذَلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاء إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَصِينَ
Resim---Ve lekad hemmet bihî ve hemme bihâ, lev lâ en raâ burhâne rabbihi, kezâlike li nasrife anhus sûe vel fahşâe, innehu min ibâdinâl muhlesîn(muhlesîne) : Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi- o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı.
(Yusuf 23/24)

وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَدِينَةِ امْرَأَةُ الْعَزِيزِ تُرَاوِدُ فَتَاهَا عَن نَّفْسِهِ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا إِنَّا لَنَرَاهَا فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
Resim---Ve kâle nisvetun fîl medînetimraetul azîzi turâvidu fetâhâ an nefsihî, kad şegafehâ hubbâ(hubben), innâ le nerâhâ fî dalâlin mubîn(mubînin) :Şehirde (birtakım) kadınlar: "Aziz (Vezir)'in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz." dedi.
(Yusuf 23/30)

قَالَتْ فَذَلِكُنَّ الَّذِي لُمْتُنَّنِي فِيهِ وَلَقَدْ رَاوَدتُّهُ عَن نَّفْسِهِ فَاسَتَعْصَمَ وَلَئِن لَّمْ يَفْعَلْ مَا آمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُونًا مِّنَ الصَّاغِرِينَ
Resim---Kâlet fe zâlikunnellezî lumtunnenî fîhi, ve lekad râvedtuhu an nefsihî festa’sam(festa’same), ve le in lem yef’al mâ âmuruhu le yuscenenne ve le yekûnen mines sâgırîn(sâgırîne) : Kadın dedi ki: "Beni kendisiyle kınadığınız işte budur. Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise (kendini) korudu. Ve andolsun, eğer o kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve elbette küçük düşürülenlerden olacak."
(Yusuf 23/32)

Bilindiği gibi Kur’an, (127) yukarıda numaraları verilen âyetlerde, Hz. Yusuf’la Zeliha yakınlığına değinmekte ve onun Yusuf’a karşı beslediği derin aşktan açıkça söz etmektedir. Hatta bu surenin 24. âyeti, onların karşılıklı olarak birbirlerini arzularını ifade etmektedir (128). Ayrıca tarihçilerin verdiği bilgiye göre Yusuf, ikbale kavuştuktan sonra, artık dul bir kadın olan Zeliha ile de evlenmiştir. Aynı zamanda bir hükümdar kızı olan ve Cevdet Paşa’nın deyişiyle “güzellerin ser-efrâzı” olan Zeliha, Yusuf’a Efrâyim ve Menşâ adında iki de erkek çocuğu vermiştir (129). Kuddûsî şiiri de bu ilginç kıssayı istihdam etmiş, yalın Türkçe’siyle bu ölmez aşkı, daha da ölümsüzleştirmiştir:

Yûsuf deyu ağlardı Zelîhâ nice demler
Ol derbederi zâr u perîşan niçün etdin
(130)

Işk-ı Yûsuf çün Zelîha’nın çeküb gönlün alan Kays’ı
Leylâ ışkıdur aklın alub mecnun eden
(131)

Gördi ma’şûkın Zelîha bir gece düşde heman
Dolub ol dem gönline ışk oldı zindan bu cihan
(132)

Kalmadı ârâmı her-kiz artdı ışkı gün be-gün
Geldi Mısr’a çekdi çok zillet meşakkat bir zeman
(133)

Ta’n etti Zelîha’ya şu kim bilmedi ışk’ı
Âşüfteliğin bir şeh-i hûbân’e ne bilsün
(134)

16- Yusuf (12) : 53.
“Nefs-i emmâre” figürü
وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun) : "(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir."
(Yusuf 23/53)

Kur’ânî bir kavram olan “nefsi emmâre” deyişi, nefsin negatife olan arzu, istek ve tutkusunu anlatmaktadır (135) ve tasavvufun tüm görünümlerinde olduğu gibi bu kavramdan Kuddûsî şiiri de müstagnî kalmamıştır:

Nefs-i emmârem fesada meyl eder durmaz heman
Nâr-ı ışkınla anı yak ki ola işi salâh
(136)

Nefs-i emmâre hevâ şehvet Azâzil birleşüb
Ettiler iğvâ beni oldum gavî
(137) ya Rab meded (138)


17- Yusuf (12) : 94.
Yakub’un, Mısır’daki Yusuf’un kokusunu Kenan’dan duyması
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْعِيرُ قَالَ أَبُوهُمْ إِنِّي لَأَجِدُ رِيحَ يُوسُفَ لَوْلاَ أَن تُفَنِّدُونِ
Resim---Ve lemmâ fasalatil’îru kâle ebûhum innî le ecidu rîha yûsufe lev lâ en tufennidûni :Kafile (Mısır'dan) ayrılmaya başladığı zaman, babaları dedi ki: "Eğer beni bunamış saymıyorsanız, inanın Yusuf'un kokusunu (burnumda tüter) buluyorum."
(Yusuf 23/94)

Kur’ân’ın da anlattığı öykünün gelişimi içerisinde, Mısır’da ikbale kavuşan Yusuf, kardeşleriyle barışarak bir araya gelmiş; babalarını da yanına getirmeleri için onları Kenan’a göndermiş ve bu arada gömleğini de üzüntüden gözleri kör olmuş babalarının yüzüne sürmeleri için onlara vermişti. Adeta rüzgar, daha onlar gelmeden Mısır’daki Yusuf’un kokusunu Kenan diyarındaki Yakub’a getirmiş, Yakub da çevresine “beni bunaklıkla suçlamazsanız, ben Yusuf’un kokusunu duyuyorum” demişti (139). Bütün bu olayları hatırlatan Kuddûsî şiirine göre bu mucizenin de sebebi, aşktan başkası değildir:

Işk ile bozdı Nebî Mûsâ adûnın sihrini
Işk ile esdi Nebî Yakuba Yusufdan riyah (140)
Resim

(126) Kur’an’da geçmeyen bu isim, değişik ırklar tarafından değişik şekillerde istihdam edilmiştir. Örneğin Cevdet Paşa’ya göre bu kelimeyi Araplar “Zeliha” şeklinde
kullanırken; Acemler (İranlılar) “Züleyha” olarak telaffuz etmişlerdir. Türkçede ve halk arasında ise bu ismin okunuşu “Zilha” şeklindedir. Bkz. Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, I, 22.
(127) Kur’an, Yusuf kıssasından başka hiçbir kıssayı tek bir sûrede ve bu kadar detaylı olarak anlatmamıştır. Yusuf kıssası ölçeğinde Kur’an ve Tevrat anlatımlarını karşılaştıran bir çalışmamız için mesela bkz. Ünver, Mustafa, “Yusuf Kıssası Açısından Ahd-i Atîk ve Kur’ân-ı Kerîm’e Karşılaştırmalı Bir Bakış”, Diyanet İlmi Dergi, c.XXXVII, S.2, 2001, s.73-108.
(128) Ayrıca detaylı bilgi için bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXII, 183-191.
(129) Bkz. Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, I, 23.
(130) Kuddûsî Divânı, 483/8/359.
(131) Kuddûsî Divânı, 612/14/431.
(132) Kuddûsî Divânı, 628/4/443.
(133) Kuddûsî Divânı, 628/5/443.
(134) Kuddûsî Divânı, 600/11/423.
(135) Bkz. Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâm, IX, 210 ; Tabrisî, Mecmeu’l-Beyân, III, 241.
(136) Kuddûsî Divânı, 187/7/185.
(137) Kelime, Divan’da “gavvî” şeklinde olmakla birlikte, Aruz veznine göre, “gavî” olmalıdır.
(138) Kuddûsî Divânı, 200/6/191.
(139) Örneğin ayrıca bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXIII, 57-61 ; Ahmed Cevdet Paşa,
Kısas-ı Enbiyâ, I, 26-27.
(140) Kuddûsî Divânı, 187/12/185.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

İSRÂ SÛRESİResim

18- İsrâ (17) : 44.
Her şeyin Allah’ı dilince tesbih etmesi (141)



تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
Resim---Tusebbihu lehus semâvâtus seb’u vel ardu ve men fîhinne, ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûran) :Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır.
(İsrâ 17/44)


Allah’ı tesbih etmek, O’nun şânının, kudret ve azametinin yüce olduğunu, mükemmel vasıflara sahip olduğunu, noksanlıklardan da aşkın olduğunu söylemek veya hal diliyle bunu ifade etmektir. Bu anlamda Allah Teâlâ’nın yarattığı her varlık, O’nun yücelik ve şânını övgüyle bir şekilde ifade etmektedir. Bir çiçeğin, bir böceğin ve bir arının kendisine verilen görevi hakkıyla yerine getirmesi, Allah’ın çizdiği yoldan ayrılmaması ve onu tesbih etmesi anlamına gelmektedir (142). Bu itibarla Kur’ân, yeryüzünde ve gökyüzünde olan bütün varlıkların, lisânı hallerince Allah’ı tesbih ve zikretmekte olduklarını haber vermektedir. Bu figürün de Kuddûsî şiirinde yansıma bulduğu görülmektedir:

Her şey eder Allahı zikir kendi dilince
İnkârına bâis nedir ol reyi hatânın (143)


Resim

(141) Ayrıca bkz. Nur (24) : 41.
(142) Bkz. Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, V, 219-220.
(143) Kuddûsî Divânı, 487/4/361.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

KEHF SÛRESİResim

19- Kehf (18) : 9-26.
“Ashab-ı Kehf”


أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًا
Resim---Em hasibte enne ashâbel kehfi ver rakîmi kânû min âyâtinâ acabâ(acaben) : (Resûlüm)! Yoksa sen, bizim âyetlerimizden (sadece) Kehf ve Rakîm sahiplerinin ibrete şâyan olduklarını mı sandın?
(Kehf 18/9)

وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا
Resim---Ve lebisû fî kehfihim selâse mietin sinîne vezdâdû tis'â(tis'an) : Onlar,mağaralarında üçyüz yıl kadar kaldılar ve dokuz yıl da buna ilave etmişlerdir.
(Kehf 18/25)

قُلِ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثُوا لَهُ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ أَبْصِرْ بِهِ وَأَسْمِعْ مَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا
Resim---Kulillâhu a'lemu bimâ lebisû, lehu gaybus semâvâti vel ard(ardı), ebsır bihî ve esmı', mâ lehum min dûnihî min veliyyin ve lâ yuşriku fî hukmihî ehadâ(ehaden) :De ki: Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gizli bilgisi O'na aittir. O'nun görmesi de, işitmesi de şâyanı hayrettir. Onların (göklerde ve yerde olanların), O'ndan başka bir yöneticisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.
(Kehf 18/26)


İnançlarına konan baskılardan kurtulmak ve Yaratıcı’larına olan kulluklarını engelsiz yerine getirebilmek maksadıyla bir mağaraya yerleşen ve Allah tarafından burada uzun yıllar uyutulup, sonra da uyandırılan gençlerin mucizevî öykülerinin anlatıldığı Kur’an pasajları, Kuddûsî şiirinde de yansıma bulmuş ve ibret verici ifadelerle anlatılmıştır. Gençlerin gerek mağarada, gerek uyanmalarının ardından ölünceye ya da Peygamberimizin dönemine kadar ne kadar yıl geçirdiği, tefsirciler arasında farklı anlamalara ve tercihlere sebep olmaktaysa da (144), Kuddûsî’nin onların mağarada 309 yıl kaldığı görüşünü tercih ettiği anlaşılmaktadır:

Lutf edüb Kuddûsî’ye ver uyku Kehfî’ler gibi
Yatdılar üçyüzdokuz yıl oldı sırr-ı acîb
(145)

Düşün Ashâb-ı Kehf’in kelbini al ibret andan kim
Cihanın kelblerinden oldı müstesnâ dahi mümtaz
(146)

Kehfîler’i gâr içre uyutdın nice yıllar
Kuddûsî’yi fazlın ile et her gice irfad
(147)

Eyledin Ashab-ı Kehf’e uyhu ihsan lutf edüb
Ver bana hem lutf edip uyhu yanup oldum remad
(148)

Ehl-i Kehf’in hürmetine eyle hâbı ihsan bana
Artdı Kuddusî Koca’nın derdi çünki ez diyad
(149)

Görüldüğü gibi bu şiirlerde Ashâb-ı Kehf’in mucizevî ahvâlinden ibret alınması gerektiği hatırlatılarak; onların üç yüz dokuz yıl kesintisiz uyumaları, Kuddûsî’nin kişisel olarak muzdarib olduğu uykusuzluk rahatsızlığına da -istidrad kabilinden- kıyas edilerek, Allah Teâlâ’dan şifâ talebinde bulunulmaktadır.





20- Kehf (18): 65.
“İlm-i ledün”


فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا
Resim---Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ(ilmen) : Derken, katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular.
(Kehf 18/65)


“Katından, nezdinden, tarafından” gibi anlamlara gelen “ledün” edatı, esasında edatlık vazifesini aşarak büyük bir bilginin, ilâhî ilmin, başka bir deyişle “ilmi ledün”nün özel adı haline gelmiştir. Allah Teâlâ tarafından sevdiği kullarına vasıtasız ve kazanımsız olarak Zâtına has bilgiden bahşedilen gaybî ilim diye de tarif olunan ilm-i ledün (150), tasavvuf çevrelerinde oldukça sık kullanılan bir motiftir ve Kur’an’da da Hz. Mûsâ ile salih kul arasındaki sırlı olaylar meyanında söz konusu edilmiştir. Binaenaleyh bu motiften Kuddûsî şiiri de müstagnî kalmamıştır:

Her mısra’ı bu gazelin ârife bir bab
Kâlbinde olur ilm-i ledünn sırları hasıl
(151)

Öz başına sen İlm-i ledünnî bilemezsin
Var ârif-i dânâ’dan okı dersini anın
(152)

Zevahir ehli kurtulmaz gümandan
Ledün ilminde hiç nâdan olunmaz
(153)

Bu bir ilm-i ledünnî kim bilen demez diyen bilmez
Bilür ârif bu ilmi sen yüri var anı andan sor
(154)

Salât u savm ile sanma olur hâsıl ledün ilmi
Fünun içre bu fenne bulunur ise bedel göster
(155)


21- Kehf (18) : 107.
“Cennetü’l-Firdevs” (156)


إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلًا
Resim---İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti kânet lehum cennâtul firdevsi nuzulâ(nuzulen) :İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için makam olarak Firdevs cennetleri vardır.
(Kehf 18/107)


Arapça’ya Farsça’dan girmiş olması muhtemel olan “Firdevs” kelimesi, özellikle “içinde üzüm bulunan bağ ve bahçe” anlamına gelmektedir. Firdevs, cennetin tamamını ifade edebilecek bir isim olabileceği gibi; onun ortası, en yüksek ve en kıymetli bölgesinin özel adı da olabilmektedir (157). Nitekim Kuddûsî şiirinin Firdevs cenneti motifinden de müstagnî kalmadığı görülmektedir:

Kuddûsîye et vaslını fazlınla müyesser
Ubbâdına ver cennet-i firdevsde refahat (158)

Görüldüğü gibi bu beytinde Şeyh Ahmed Kuddûsî, arzusunun Allah’a ulaşmak olduğunu, Firdevs cennetine de isteyen kulların nâil olmasını dilediğini ifade etmekle, bir taraftan kendisinin cennet ve köşk peşinde olmadığını, öte yandan da ilgili Kur’ânî motifin Müslümanlar için önemli ve matlûb bir makam olduğunu ihsas etmiş olmaktadır.


Resim

(144) Mesela bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXV, 230-232 ; Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, III, 279.
(145) Kuddûsî Divânı, 91/13/132.
(146) Kuddûsî Divânı, 376/3/299.
(147) Kuddûsî Divânı, 198/10/190.
(148) Kuddûsî Divânı, 212/6/199.
(149) Kuddûsî Divânı, 212/7/199.
(150) Bkz. Zemahşerî, Mahmûd b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâikı Gavâmidı’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl, III.Bsk., nşr. M.Hüseyn Ahmed, Kafire- Beyrut 1987, Dâru’r-Reyyân li’t-Türâs, c.II, s.733 ; Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, X, 350.
(151) Kuddûsî Divânı, 514/13/375.
(152) Kuddûsî Divânı, 496/4/366.
(153) Kuddûsî Divânı, 381/1/304.
(154) Kuddûsî Divânı, 259/14/227.
(155) Kuddûsî Divânı, 284/10/245.
(156) Ayrıca bkz. Mü’minûn (23) : 11.
(157) Topaloğlu, Bekir, “Cennet” Md. DİA., c.VII, s.377 ; Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, III, 317.
(158) Kuddûsî Divânı, 143/2/163.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

TÂHÂ SÛRESİResim

22- Tâhâ (20) : 57-70.

Hz. Musa’nın düşmanların sihrini boşa çıkarması (159)


قَالَ أَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ أَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسَى
Resim---Kâle e ci’tenâ li tuhricenâ min ardınâ bi sihrike yâ mûsâ :Dedi ki: Bizi, yaptığın büyü ile yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin, ey Musa?
(Tâhâ 20/57)

فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَى
Resim---Fe ulkıyes seharatu succeden kâlû âmennâ bi rabbi hârûne ve mûsâ: Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar; "Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik" dediler.
(Tâhâ 20/70)


Kur’an anlatımına göre Hz. Musa, Firavun’u yumuşaklıkla hakka davet etmiş, ne var ki Firavun bu çağrıya “Mısır’da benden başka rab yoktur” diye tehdit savurarak davete mukâvemet göstermiştir. Bunun üzerine, yere bırakılmasıyla asası yılana dönüşen Hz. Musa’dan korkan Firavun, o dönemde çok revaçta bir sanat olan sihrin mâhir öncülerini toplamış; onlardan Musa’nın sanatına karşı koymalarını istemişti. Ne var ki toplanan sihirbazların göz bağcılık ederek yılan gibi görünmelerini sağladıkları ip ve değnekleri, Musa’nın yere attığı asasının dönüştüğü ejderha tarafından yutulmuş, böylece sihirleri de boşa çıkmıştır (160). İlgili olayların hatırlatıldığı Kur’an kıssası, Kuddûsî şiiri tarafından da hatırlanmış ve bu mucize, Musa’nın Allah’a duyduğu aşkla izah edilmiştir:

Işk ile bozdı Nebî Mûsâ adûnın sihrini
Işk ile esdi Nebî Yakuba Yusufdan riyah (161)



23- Tâhâ (20) : 82.
Allah Teâlâ’nın “Ben Gaffârım” Buyurması


وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِّمَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَى
Resim---Ve innî le gaffârun li men tâbe ve âmene ve amile sâlihan summehtedâ :Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım.
(Tâhâ 20/82)

Allah Teâlâ bu âyetinde kendisinin, tevbe eden, iman edip salih pratikler sunarak hidâyet yolunu seçen kulları için çok bağışlayıcı olduğunu açıkça dile getirmektedir. Söz konusu Kur’ânî tema, Kuddûsî şiirinde de aynısıyla karşılık bulmuştur:

Kuranda Gaffârım ben deyu söyler suçunı bileni mağfiret eyler
Kibr ü inad eden tamuyı boylar bilmeyen suçunı olisermakhur (162)
Resim

(159) Ayrıca bkz. Yunus (10) : 75-77 ; Şuarâ (26) : 43-46.
(160) Örneğin ayrıca bkz. Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, I, 30 vd.
(161) Kuddûsî Divânı, 187/12/185.
(162) Kuddûsî Divânı, 333/5/277.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

ENBİYÂ SÛRESİResim

24- Enbiyâ (21) : 68-69.
Hz. İbrâhim’in ateşe atılması, ateşin onu yakmaması


قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانصُرُوا آلِهَتَكُمْ إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ
Resim---Kâlû harrikûhu vansurû âlihetekum in kuntum fâılîn(fâılîne) :Dediler ki: "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun."
(Enbiya 21/68)

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Resim---Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrâhîm(ibrâhîme) :'Ey ateş, İbrâhim’e karşı serin, zararsız ve selâmet yeri ol' dedik.
(Enbiya 21/69)


Kur’an’da hanifliğin önderi olarak her zaman övgüyle yâdedilen (163) Hz. İbrahim, kavmini tevhide davet etmiş; ancak bu çağrıya, sertlikle ve vahşice mukabelede bulunmayı tercih eden Bâbil meliki Nemrud, peygamberi ateşe attırmış, ama Allah’ın emriyle ateş onu yakmamış, hatta ormanları bir anda kül eden azgın ateş, ona karşı serinlik ve selâmetten başka bir şey takdim etmemiştir (164) Bu Kur’ânî kıssasının Kuddûsî şiirinde de ma’kes bulduğu görülmüştür:

Işk ile dostı Halîl’e nâr-ı Nemrud oldı nur
Işk ile İsâ Nebi etti semâvate tamah
(165)

Olmişem muztar eriş tut destimi rahm et bana
Nâr’ı İbrâhim’e hoş gülzar eden Mevlâ meded
(166)

Halîlullah’ı atdı od’a Nemrud zu’m edüben
Ki yakub mahv eder anı heman atdığı dem nâr
(167)




25- Enbiyâ (21) : 83-84.
Hz. Eyyûb’un sabrederek şifa bulması (168)

وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Resim---Ve eyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyed durru ve ente erhamur râhimîn(râhimîne) :Eyyub'u da (an). Hani Rabbine: "Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin" diye niyaz etmişti.
(Enbiya 21/83)

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِهِ مِن ضُرٍّ وَآتَيْنَاهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُم مَّعَهُمْ رَحْمَةً مِّنْ عِندِنَا وَذِكْرَى لِلْعَابِدِينَ
Resim---Festecebnâ lehu fe keşefnâ mâ bihî min durrin ve âteynâhu ehlehu ve mislehum meahum rahmeten min ındinâ ve zikrâ lil âbidîn(âbidîne) :Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.
(Enbiya 21/84)


Allah Teâlâ’nın imtihana çekmek suretiyle; sağlığını ve bütün malını elinden aldığı Hz. Eyyûb, şükrü ve sabrı sayesinde eski haline, önceki sağlığına ve zenginliğine dönebilmiş ve “Eyüp Sabrı” dillere destan olmuştur (169). Kuddûsî şiirinin de atlamayarak istihdam ettiği bu kadim ve çarpıcı kıssanın temel dokusunda da -ona göre- yine aşk bulunmaktadır:

Işk ile sabr etti Eyyub derdine ah etmedi
Işk ile buldı yine derd’e şifa oldı sıhah
(170)



26- Enbiyâ (21) : 107.
Peygamberimizin (sav) âlemlere rahmet olarak gönderilmesi

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne) :Biz seni alemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik.
(Enbiya 21/107)


Peygamber efendimizin (sav) tüm âlemlere rahmet olarak gönderildiği, bu itibarla onun bizler için Allah Teâlâ’nın ilâhî bir lütfu olduğu gerçeğinin bildirildiği Kur’an mesajının Kuddûsî şiirinde de aşağıdaki şekliyle yansıma bulduğu görülmektedir:

Âlemîne rahmet irsal eyledi Mevlâ anı
Bize Yezdân’ın atâsudur Muhammed Mustafâ
(171)


Resim

(163) Bkz. Bakara (2) : 135 ; Âl-i İmrân (3) : 67, 95 ; Nisâ (4) : 125 ; En’âm (6) : 161 ;Nahl (16) : 120.
(164) Örneğin bu kıssa için bkz. Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, I, 20. Ayrıca bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXVII, 43-45 ; Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, III, 415-416.
(165) Kuddûsî Divânı, 187/14/185.
(166) Kuddûsî Divânı, 202/8/192.
(167)
Kuddûsî Divânı, 261/8/228.
(168) Ayrıca bkz. Sa’d (38) : 41-44.
(169) Örneğin bu kıssa için bkz. Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, I, 27-28 ; Harman, Ömer Faruk, “Eyyûb” Md. DİA., c.XII, s.16-17.
(170) Kuddûsî Divânı, 187/13/185.
(171) Kuddûsî Divânı, 7/7/87.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

HAC SÛRESİResim

27- Hac (22) : 27.
Hacca yaya veya bineklerle gelmek


وَأَذِّن فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِن كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ
Resim---Ve ezzin fîn nâsi bil hacci ye’tûke ricâlen ve alâ kulli dâmirin ye’tîne min kulli feccin amîk(amîkın) :"İnsanlar içinde haccı duyur; gerek yaya, gerekse uzak yollardan (derin vadilerden) gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler."
(Hac 22/27)


İnsanlara haccın ilân edilmesini ve imkanlarına göre yaya olarak ya da binekleri üzerinde hac yapmaya gelmelerini emreden bu âyetin de, Kuddûsî şiirinde veciz bir tarzda işlenmiş olduğu görülmektedir:

Ehl-i iyman hicret ederler Hicâze cümlesi
Pes nisâ sıbyan giderler mâşiyat u hâfiyat (172)



28- Hac (22) : 47.
Allah katında bir günün, bin yıl gibi olması (173)


وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَن يُخْلِفَ اللَّهُ وَعْدَهُ وَإِنَّ يَوْمًا عِندَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَةٍ مِّمَّا تَعُدُّونَ
Resim---Ve yesta’cilûneke bil azâbi ve len yuhlifallâhu va’deh(va’dehu), ve inne yevmen inde rabbike ke elfi senetin mimmâ teuddûn(teuddûne) :Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va'dine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.
(Hac 22/47)


Bilindiği gibi “zaman”, göreli bir olgudur ve bu yönüyle Kur’an, insanların dünyevî ölçekte itibar ettikleri zamanın Allah nezdinde farklı değerlere karşılık geldiğini vurgulamaktadır (174) Aynı yaklaşım Kuddûsî şiirinde de ele alınmış ve ilgili husus Allah’ın kudretinin bir işareti olarak algılanmıştır:

Her bir güni bin yıl imiş ol günlerin işit ahî
Kâdir Kavî hem Muktedir Ana olur güç iş yesîr (175)


Resim
(172) Kuddûsî Divânı, 159/1/172.
(173) Ayrıca bkz. Secde (32) : 5.
(174) Örneğin bkz. Meâric (70) : 4. Zamanın göreli mahiyeti hakkındaki değişik görüşler için bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, XVII, 183-184.
(175) Kuddûsî Divânı, 367/13/293.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

ŞUARÂ SÛRESİResim

29- Şuarâ (26) : 214.
Peygamberimize kavmine nasihat etmesinin emredilmesi

وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ

Resim---Ve enzir aşîratekel akrabîn(akrebîne) : (Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar. (Şuara 26/2104)
Buyurdın çün resûline ki eyle kavmine pend
Bize lâzım olan etmek bu emre hoş riâyet (176)

Görüldüğü gibi Peygamberimize vahyedilen emir; Kuddûsî şiirinde de, ilgili emre itaat edilmek suretiyle aynı tavrın hayata geçirilmesine bir katkı olarak algılanmıştır.


Resim

(176) Kuddûsî Divânı, 150/14/166.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

ANKEBÛT SÛRESİResim

30- Ankebût (29) : 41.
Evlerin en zayıfı, örümcek evidir


مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاء كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Resim---Meselullezînettehazû min dûnillâhi evliyâe ke meselil ankebût(ankebûti), ittehazet beytâ(beyten) ve inne evhenel buyûti le beytul ankebût(ankebûti), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne) :Allah'ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi.
(Ankebût 29/41)


Allah’tan başkasının tarafında yer alan inançsızları ve çeşitli problemlerden dolayı yaptıkları pozitif işlerin de sabun köpüğü gibi yok olacak kimseleri, örümceğinki gibi bir ev yapanlara benzeten Kur’an; öğüt alınmasını sağlamak üzere evlerin en zayıfının örümcek evi olduğunu ifade etmektedir. Şeyh Ahmed Kuddûsî de, tevâzu içerisinde kendisinin insanların en cahili olduğunu ifade ederek, yaptığı tüm pratiklerin örümcek evi gibi zayıf olduğunu itiraf etmektedir ki, bu ifadeler bize tüm velîlerde ortak olarak görülmesi gereken alçak gönüllü olma hassasını hatırlatmaktadır:

Cümle halkın echeli Kuddûsî-yi Âvârenin
İlm ü amel u ibâdâtı ke-beyti ankebut (177)




31- Ankebût (29) : 69.
Allah uğrunda cihad etmek


وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ ve innallâhe le meal muhsinîn(muhsinîne) : Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı gösteririz. Gerçekten Allah, ihsan edenlerle beraberdir.
(Ankebût 29/69)


“Cihad”ın kelime anlamı, bir konuda kişinin olanca gücünü kullanıp gayret etmesidir ve İslâmî algılayışta Allah yolunda gösterilen her türlü çabanın adı da, “cihad etmek” olmuştur.(178) Allah uğrunda cihad edenlerin rahmânî yollara hidâyet edileceği müjdelenen mevzu bahis Kur’ânî emir, Kuddûsî şiirinde de hatırlanmakta ve veciz bir şekilde Peygamberimizin (sav) “cihâd-ı ekber” olarak tavsif buyurduğu ve bu haliyle bazı rivayetlerde de yer alan nefis mücadelesine (179) vurgu yapılmaktadır:

Câhidû fillâh geldi gerçi Kuranda velî
Fahr-i Âlem dedi nefs ile gazâ ekber cihad (180)


Resim
(177) Kuddûsî Divânı, 148/7/166.
(178) Kavram hakkında bkz. Râğıb Isfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, 142.
(179) Nitekim Hz. Peygamber (sav)’in bir savaş dönüşünde söylediği belirtilen ve daha çok tasavvuf çevrelerince önem atfedilen “küçük cihaddan (savaş) büyük cihada
(nefisle mücahede) döndük” rivâyetinin zayıf (Molla, Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l- Merfûa, s. 206-207 ), hatta İbn Teymiyye’ye (728/1327) göre uydurma olduğu (Mecmûu Fetâvâ, c.XI, s.198) ileri sürülmekle birlikte; İbn Kayyim el-Cevziyye (751/1350), “Mücâhid nefsiyle cihad edendir” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 2) an- lamındaki hadise dayanarak kulun nefsiyle olan cihadının dış düşmanlara karşı gerçekleştirilen cihada nisbetle asıl ve mukaddem olduğunu, Allah’ın emirlerine uyma konusunda nefsiyle cihad edemeyen kimsenin düşmanla da cihad edeme- yeceğini ifade etmektedir. Bkz. İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd fî Hedyi Hayri’l-Ibâd, Kahire 1989, el-Mektebetü’l-Kayyime, c.II, s.65. Bu konuda geniş bilgi için ayrıca bkz. Özel, Ahmet, “Cihad” Md., DİA., c.VII, s.528.
(180) Kuddûsî Divânı, 207/4/195.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHMED KUDDÛSÎ k.s. DİVANında KUR'ÂN

Mesaj gönderen Gul »

AHZÂB SÛRESİResim

32- Ahzâb (33) : 21, 41.
Allah’ı çokça zikretmenin gerekliliği (181)


لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
Resim---Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren) : Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.
(Ahzâb 32/21)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran) : Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin.
(Ahzâb 32/41)


İlgili Kur’an âyetlerinde de görüleceği gibi kulun başlıca görevlerinden birisi, Rabbini devamlı sûrette zikretmesidir. Bu itibarla söz konusu emrin Kuddûsî şiirinde de veciz bir şekilde yinelendiği görülmektedir:

Beni çok zikr edin deyu bize emr etti Kurânda
Ki çok zikr eyleyenlerde ehibbâ-i Hudâ çokdur (182)

Beni çok zikr edin der bize Kurân içre çün
Allah Bu izni Hak Teâlâdan alan tevhîde say eyler (183)

Hudâ emr etti Kuranda bize zikr ile Kuddûsî
Tutub emrini edelim beher an her zeman tehlil (184)

33- Ahzâb (33) : 72.
İnsanın emanet yüklenmesi


إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim---İnnâ aradnâl emânete alâs semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen) :Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.
(Ahzâb 32/72)


Âyette sözü edilen “emânet”, Allah ve elçisine itaat edip, O’nun talep ettiği emir ve yasaklarına riayet etmek; öngörülen ibâdî ve mâlî görevleri yerine getirmek; insanlara tevdi edilen değerlere hiyanet etmemek ve dinin gereklerini yerine getirmek diye açıklanmaktadır.(185) Allah Teâlâ’nın diğer hiçbir mahlûkâta yüklemediği hilâfet görevinin bir uzantısı olarak tevdî ettiği emanetin insan tarafından zulme olan meyli ve cehaleti yüzünden yüklenme- si de, Kuddûsî şiirinde karşılık bulan Kur’ânî konulardan birisi olmuştur:

Zalûmız çünki zulmi eyledik biz nefsimize
Cehûlüz hem cehâletle günahı çokca kıldık (186)


Resim

(181) Ayrıca bkz. Âl-i İmrân (3) : 41 ; A’lâ (87) : 15 ; Şuarâ (26) : 227 ; Enfâl (8) : 45 ;
Cuma (62) : 10.
(182) Kuddûsî Divânı, 229/8/208.
(183) Kuddûsî Divânı, 278/10/241.
(184) Kuddûsî Divânı, 517/4/377.
(185) Bkz. Derveze, Muhammed İzzed, et-Tefsîru’l-Hadîs Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, çev. M. Altınkaya, İstanbul 1998, Ekin Yay., c.VI, s.58.
(186) Kuddûsî Divânı, 475/2/356.
Resim
Cevapla

“►Ahmed Kuddisi◄” sayfasına dön