VİRA BİSMİLLAH DİYEREK..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

VİRA BİSMİLLAH DİYEREK..

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

VİRA BİSMİLLAH DİYEREK MAVİYE GÖNÜL VERDİĞİMİZ DERYALAR
SELİM GÜRBÜZER

Yüce Allah (c.c) okyanusları denizlere, yeryüzünü de kıtalara komşu kıldı. Hatta birbirine komşu kılmanın ötesinde hem karasal âlemi hem de deniz ve okyanus gibi deryalar âlemini canlılarla donatıp biyolojik hayatı diri eyledi. Nitekim derya âleminde yaşayan canlıların sayısı karada yaşayan canlıların neredeyse dört katı büyüklüğündedir. Mesela derya âleminde öyle ilginç özelliklere ve donanımlara haiz yaratıklar vardır ki zaman zaman su yüzeyine çıktıklarında sanırsın ki deryanın ortasında kara parçası vardır.
Netice-i itibariyle konumlandığımız evrende her ne canlı varlık bize ilginç gelirse gelsin şu bir gerçek nice deryalar canlılara hem yuva olmakta, hem de bağrında pek çok madenleri barındırıp yataklık vazifesi de görmekte. Nasıl mı? Mesela deniz içerisinde kayalık manzara halde bulunan mercanlar bunun en bariz örneğini teşkil eder. Gerçekten de deryalara dalan dalgıçlar bu manzaraya baktıklarında bitki sanır, dokununca da taş. Oysaki gördükleri ve dokundukları o manzara, adına polip denen küçücük canlılara ait artık maddelerin bir araya gelmesiyle deniz içerisinde meydana gelen kalkerli kabuk oluşumlarından başkası değildir. Derken belli bir zaman dilimi içerisinde mercan iskelet artıklarının kaynaşmasıyla ortaya öyle muhteşem kayalık bir manzara çıkar ki bu durum deniz terminolojisinde “resif kayalık’ olarak karşılık bulur. Tabii deniz terminolojisinde bu muhteşem manzara bir diğer adıyla “su altı kayalık” olarak karşılık bulur da deryalara açılanlar için bir başka anlamda karşılık bulmaz mı, elbette bulacaktır. Nitekim deryalara doğa harikası olarak dalanlar için turistik bir manzarayı seyretmek olarak karşılık bulduğu gibi ticari anlamda dalanlar içinde mercan toplamak olarak karşılık bulmaktadır. Bu arada mercan pazarlamak için deryalara dalanlar sayesinde mercan atölyeleri sahipleri de onlardan satın aldıkları ham ürünleri tezgâhlarında işleyip ziynet takısı üretmek suretiyle rızıklarını temin etmiş olurlar. Ancak unutmayalım ki rızkını deryalarda arayanlar için hammadde ürünü sadece mercan değil incide çok önemli hammadde ürünüdür. Tıpkı mercan gibi incinin de kökeni canlı bir hayvana dayanıp aslı yumuşakça sınıfından bir istiridye ürünüdür. Yani bu demektir ki inci denen mücevherat istiridye tarafından üretilen çok değerli organik taşın ta kendisi ziynet ve süs eşyasıdır. İstiridyenin içine kum tanesi ya da kuma benzer bir madde koyulup sedefle kaplandığında bir bakmışsın karşımıza çok değerli mücevherat inci olarak veya süs eşyası olarak çıkabiliyor. Zira kıymetli oluşundan dolayıdır ki inci meraklıları böylesi organik ürünü yerinde ve kaynağında pek rahat bırakmazlar, her daim inci toplamanın derdine düşeceklerdir. Ne diyelim, işte sizde görüyorsunuz ya, Yüce Allah (c.c) mercan, istiridye ve salyangoz gibi küçücük canlıları birer mücevherat üreticisi olarak yaratıp biz aciz kulların hizmetine sunmuştur. Ve dahi sunulan bu nimet sayesinde insanoğlu paha biçilmez derecede en değerli ziynetleri hem takı olarak kullanıyor hem de bu tür organik ürünlerden istifadeyle ticari anlamda ciddi büyük gelir kazancı elde edebiliyor. Ancak ne var ki, insanoğlu işin hep ziynet yönüne takılıp nimet boyutunu unutmuş gözüküyor. Hadi Kur’an’dan bihaber olanları anladık ta, bu arada Müminler olarak bizlere ne demeli. Maalesef bizlerde mesela kabuklu canlılardan salyangozunda kabuğunun süs eşyası olarak kullanılmasına takılıp dururuz da nimet boyutu söz konusu olduğunda yan çizip şükretmekten bile aciz duruma düşebiliyoruz. Bakın, Allah Teâlâ göz ardı edilen bu gerçeği Kur’an’da: “ O iki denizden büyük ve küçük inci mercan çıkar. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz” (Rahman, 22-23) diye beyan buyurmak suretiyle inananı inanmayanı hiç fark etmez tüm kullarını bu hususta uyarır da. Öyle ya, madem Yüce Rabbimiz kullarına ihsan eylediği nimetleri üzerinde düşünmemizi murad eylemekte, o halde deryalarda bizim için mücevherat ve süs eşyası üreten canlılardan “…takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi emrinize veren O’dur” (Nahl, 14) ayetinin mana ve ruhuna uygun olarak süs eşyalarını hakkıyla kullanıp şükreylememiz icab eder.
Evet, hiç şüphe yoktur ki denizler ve okyanuslar şükrünü bilen kullar için çok büyük bir nimettir. Şükrünü bilenler bu yüzden denizlere ve okyanuslara açılmak istediklerinde “Vira vira Bismillah” demekten kendilerini alamazlar da. Aynı zamanda ‘Vira Bismillah’ maviye gönül verenlerin besmelesidir de. Hele ki bizim olan topraklarda “Vira vira Bismillah” diyerek deryalara açılmak iyi başlangıç dileği manasına kullanılan bir ifade anlamı taşır. Öyle ki bu ifade bir zamanlar Akdeniz’de denizcilik yapan tayfalarımızın dillerinden düşürmeyip de denizlere ve okyanuslara yelken açmanın parolası olarak bugüne gelmiştir. Hatta sıradan bir ifade, sıradan bir parola olmadığı şundan besbellidir ki, daha kaptanın ağzından “Vira Bismillah” ifadesi çıkar çıkmaz hem deniz mürettebatı aşka gelir hem de bindikleri gemiler. Zaten ‘Vira Bismillah’ parolasıyla aşka gelinmese tarihten bu güne gelinen noktada ne Çaka Bey’den ne Barbaros Oruç Reisten, ne Hızır Bey, ne Piri Reislerden ne de bindikleri yelkenli gemilerden söz edemezdik. Ki, bu hususta Yüce Allah (c.c); “İnsanlara yarayan şeyleri denizde akıt(ıp) taşıyan o gemilerde akıllı kimseler için nice ayetler vardır” (Bakara, 164) diye beyan buyurmakla gemilerin “Vira vira Bismillah” sesleri eşliğinde kıtalardan kıtalara yelken açacağını düşünen dimağların dikkatine sunmuştur. Nitekim bu ayetin mana ve ruhu üzerinde inceden inceye düşünüp hikmetini anlamaya çalıştığımızda, Yüce Allah (c.c) sadece karada değil denizlerde de ulaşımın rahatlıkla yapılacağına işaret edip kullarının bu noktada ağaçların özgül ağırlığını sudan hafif tutup gemi yapmalarını akl etmeyi dilemiştir. Yeter ki biz aciz kullar olarak akl edelim bir bakmışsın rüzgârlar bile Yüce Allah’ın emri doğrultusunda ‘Vira vira Bismillah’ sesleri eşliğinde bineceğimiz geminin rotasını belirleyen pusulamız olur da. Nitekim maviye gönül vermiş tayfalar “Yelkenler fora” demekten kendilerini alamaz da. Böylece bu komutla sulara açılan gemi mürettebatı gittiği limanlarda demirleyebilmenin kutlu zaferini Hasan Sağındık’ın dillendirdiği “Zafer Güvercinleri” adlı şarkının dizelerinde şu şekilde anlam kazanır da:
“Göğsünü yelken gibi rüzgâra gere gere
Tunç bedenli tayfalar çıkıyor bir sefere
Belki ayın güneşin doğup battığı yere
***
Tuz kokan yosun kokan sulardadır bereket
Vira vira Bismillah başlayacak hareket
***
Akdeniz anne deniz eski çağlardan beri
Fırtına kalyonlarla tanır bizi tan yeri
Selam gökteki yıldız, selam deniz feneri
***
Gelen Türk tayfaları yol ver hey deli deniz
Rüzgârla konuşuruz pirimiz Piri Reis
***
Öpülesi yelkenler zafer güvercinleri
Bin Haçlıyı batırmış Barbaros’un kırk eri
Çalkalanır durur deniz o ulu seferden beri
***
Coşsa kudursa deniz, tufan olsa giderdik
Elde değil bir kere maviye gönül verdik”

İşte dizelerde geçen ifadelerden de anlaşıldığı üzere maviye gönül verdiğimiz deryalar gerek kahramanlık destanlarımız bakımından, gerek tuz kokan yosun kokan memba sular olması bakımdan, gerek bağrında taşıdığı zengin florası, faunası, incisi ve mercanı bakımdan, gerekse ab-ı hayat deryayı umman engin su oluşları bakımdan çok büyük bir nimetle karşı karşıyayızdır elbet. Ve dahi böylesi bir nimet karşısında bilim adamları zihinlerde herhangi bir karışıklığa meydan vermemek için dünyada mevcut deryaların yüzey sıcaklığından tutunda topoğrafı özelliği, batimetre ölçüm değeri ve biyolojik yapısına dair her ne varsa ellerinden gelen tüm çabayı göstererekten böylesi deryalar âlemini şöyle sınıflandırılmışlar bile:
1-)Topoğrafı yönden sınıflandırma:
Bu da kendi arasında dört kategoride incelenir:
-Kıyısal (bordier) denizler: Büyük okyanusların sınır çevresinde yer alan denizlerdir. Örnek olarak Atlantik sahili deryalar, Pasifik sahili deryalar.
-Akdeniz’le bağlantılı lokal denizler: Bu denizler kıtalar içinde bulunurlar. Kıyısal denizlere oranla derinlikleri azdır. Örnek- Adriyatik deryası, Ege denizi deryası.
-İç denizler: Her hangi bir kıtanın iç kesimlerinde konuşlanmış aynı zamanda dar alanda derin olmayan bir eşikte diğer bir denize açılan denizlerdir. Örnek: Karadeniz ve Baltık deryaları.
-Kapalı denizler: Her ne kadar kendisine deniz gözüyle bakılmasa da tam da karaların ortasında bulunan diğer denizlerle hiçbir iç denizlerle bağlantısı olmayan denizlerdir. Örnek: Hazar ve Aral gölü deryaları.
2-)Yüzey sularının ısısına göre sınıflandırılma:
Bu sistemde çeşitli sistemler rol oynar. Bunlardan en yaygın olan sınıflandırma olup ısı özellikleri şu şekilde tanımlanır:
-Polar denizler- Temperatürü, yani sıcaklığı 5 santigrat derecenin altında deniz sulardır.
-Subpolar denizler- Temperatürü 10 santigrat derecenin altında olup ortalama 8 santigrat derecelik ısıda denizlerdir.
-Ilıman denizler- Temperatürü 8-23 santigrat derecenin altında olup soğuk ve sıcak ılıman iki grub altında incelenen denizlerdir. Malum soğuk ılımandakiler 8-10 santigrat derece de olup sıcak ılımandakiler ise 12-23 santigrat derecede olan denizlerdir.
3-)Batimetrik yönden sınıflandırılma:
Okyanus veya deniz suları doğal olarak üç fiziki faktörün etkisi altındadır. Bunlar temperatür, ışık ve med cezir çalkantılarıdır. Dolayısıyla söz konusu faktörlerin etkisiyle suların meydana getirdiği dikeyine evrilen zonasyonların yüzeyinden dibine doğru üç zonlu oluşumunu da beraberinde getirdiği muhakkak. Mesela ışık faktörü bakımdan deryalar üç başlık altında incelendiğinde öfotik zonasyon, oligofitik zonasyon ve afotik zonasyon olarak isimlendirilirler. Madem öyle, kısaca özellikleri neymiş bir görelim:
Öfotik Zon: Yaklaşık 20 metreden 150 metreye kadar olan derin bölgeleri kapsar. Bu zonda ortalama derinlik 50 metre civarındadır. Bu derinliklere nüfuz eden bütün kırmızı ve mavi ışığa ait radyasyonların hemen hepsi absorbe edilebiliyor. Derken bu arada öfotik zonun özelliğinden istifade eden ototrof canlılar da kendi ihtiyaçları olan maddeleri suda bulunan karbondioksit ve güneş enerjisinden almış olurlar.
Oligofotik zon: Takriben 300-600 metre derinlikteki ışık huzmesini kapsayan (ortalama 500 metrelik derinlik huzmesi) bir zondur. Ancak güneş ışığının huzme etkisi öfotik zonda olduğu gibi ziyadesiyle pek bu zona nüfuz edemediğinden klorofil içeren bitkilerden mahrum bir zon olarak karşımıza çıkar. Hatta bu zonda med cezir türünden dalgalanmalara da pek rastlanmaz. Yine de bu zonda organik madde üreten iki kaynağın varlığı söz konusudur.
Afotik zon: Oligofotik zonun hemen alt tabakasını oluşturup dibe kadar devam eden bir zondur bu. Bu zonda sıcaklığın çok düşük olması hasebiyle viskozite yüksektir. Suyun akışının akışı ise genellikle durgun halde seyreder.
4-)Biyolojik yönden sınıflandırma:
Biyolojik özelliklerine göre okyanus suları bentik ve pelajik bölge olarak sınıflandırılarak kategorize edilirler. Böylece bir sınıflandırmadan hareketle bentik bölge sadece kendi alanını kapsar anlamında bir isimlendirme olurken, pelajik bölge ise bentiği de içine alan sahayı kapsar anlamında bir isimlendirme olur.
Pelajik bölge
Bilim adamlarının çalışmalarıyla bu bölgede yaşayan canlıların sınıflandırması yapıldığı gibi bağrında taşıdığı sistem analizleri de ortaya konulmuştur. Örnek mi? Mesela sonraki yapılan araştırmalar ve çalışmalar sonucunda Kuril adalarının derinliklerinde pelajik bölgeyi kapsayan alının yüzeyden derinliğe kadar tüm ayrıntılarıyla ele alınıp 6 zon olarak tasniflenmesi bunun en bariz tipik misalini teşkil eder. Şöyle ki;
-Epipelajik Zon: 0-200 metre derinliklileri kapsayan bölgelerdir. Yani ökoryatik su yosunlarının fitoplanktonların oluşturan Diyatomeler ve sucul ekosistemin ana fitoplankton guruplarından Dinoflagellatlar türü ototrof, saprotrof, parazit ya da holozoik beslenen organizmaların bulunduğu alanı kapsayan bir zondur bu.
-Mezopelajik Zon ve İnfrapelajik Zon: Planton yoğunluğunun azaldığı gözlemlenen ve 200-1000 metre derinliği kapsayan bir zondur. Aslında bu iki zon (Epi-Mezopelajik) bazı Rus araştırmacıları tarafından 0-200 metreye ulaşan yüzeysel alan superficial zon adı altında birleştirilmiştir. Yani bu demektir ki bu iki zon ortalama 200-800 metre derinlikleri ile dipteki soğuk suları arasında geçit teşkil eden zonlardır. Nitekim yapılan araştırmalarla gündüzleri İnfrapelajik zona geçen suların geceleri süperficial zona geçiş yaptıkları gözlemlenmiştir. Dahası planktonlar için adeta gündüzleri bir barınak olarak kullanılan geçiş zonudur bu.
-Batipelajik Zon: 1000 metre derinlikten 200-2500 metre derinlikleri arasındaki sahaları kapsar. Bu zonda eklembacaklılardan kopepodlar yoğunluğu baskın haldedir.
-Abissopelajik Zon: 2600 -7000 metre derinliğe kadar ulaşan bölgeyi kapsamaktadır. Her ne kadar bu zonda yaşayan makro planktonlar kalitatif yönden fakir olsa da kantitatif yönden oldukça zenginlik içermektedir.
-Hadopelajik Zon: 7000 metreden sonraki bölgeleri kapsayan bir zondur. Çok fakir alanı kapsamakla beraber az da olsa tırnaksı denen amphipoda ve eklem bacaklılardan copepoda’lara rastlanabiliyor.
Tabii pelajik bölge ile ilgili tanımlamalar bunlarla sınırlı değil, devamı var elbet. Dahası pelajik bölgeyi ayriyeten topoğrafik bakımından da ele aldığımızda Neritik bölge ve Oseanik bölge diye iki bölge olarak kategorize edildiğini görürüz:
Neritik Bölge
Dikey yönden 200 metrelik derinlikle sınırlanmış sahayı kapsayan bir bölgedir. Bu bölge suları asılı halde pek çok maddeleri içerdiğinden berrak değildir, ama bitkilerin ihtiyacı olan mineral bakımdan oldukça zengindir diyebiliriz. Kıtaların etki alanının ve derinliğinin az olması hasebiyle su sirkülâsyonunun çok kolay yer değiştirmesi ve akışkan hal almasıyla birlikte minerallerin yenilenmesini de beraberinde getirdiğini görürüz. Nitekim Neritik bölgede bitkiler için gerekli olan mineral maddeler son derece zenginlik arz eder. Ayrıca bu bölge uskumru, hamsi, som balığı gibi balık türlerin bulunması yönüyle dikkat çeker.
Oseanik Bölge
Okyanus ve denizlerin neritik bölgenin dışında kalan sahaları kapsayan bölge olarak dikkat çeker. Neritik bölgenin dışında alanı kapsadığı şundan besbellidir ki, sularının oldukça berrak olması hasebiyle adından masmavi sular olarak söz ettirir hep. Hem nasıl adından masmavi adından söz ettirmesin ki, baksanıza hem organizma yönünden fakir hem de asılı maddeler bakımdan fakir olup neredeyse mineral madde yok denecek kadar bir içeriğe sahiptir. İşte bu noktada içeriğinin fakir olması avantajıyla güneş ışınları (radyasyonları) çok rahatlıkla absorbe olmaksızın geçiş yapabiliyor da. İlla içeriğinde herhangi bir madde varlığından söz edeceksek sadece bu bölgede ce Salinite oranının (tuz oranı) oldukça yüksek olduğundan söz edebiliriz ancak.
Bentik Bölge
Sahil hattından itibaren okyanusların en derin kısmına kadar olan bütün tabanı kapsayan alan temsil eden bölge olarak dikkat çeker. Bu bölgenin içeriğine baktığımızda morfolojik ve biyolojik bakımdan çeşitlilik arz edip, içeriğinde bitkisel ve hayvansal organizmaların varlığını görürüz. Bu yüzden bentik bölgenin (dip bölge) sınıflandırılması pelajik bölgeninkine nazaran daha zor olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bentik bölge; Littoral sistem (fital sistem) ve Derin deniz sistemi (afital) şeklinde çift başlılık diyebileceğimiz karmaşık bir yapı söz konusudur. Başlıca özellikleri:
1-Littoral sistem (fital sistem)
- Bu sistem içerisinde yaşayan organizmalar türce zengindir.
-Alglerin hepsi ototroftur.
-Klorofil içeren bitkiler bulunur.
-Temperatur çok değişkendir.
-Substratum değişik tabiattadır.
-Organik madde boldur.
Littoral sistem ise kendi arasında Supralittoral zon (su dışında kalan zon), mediolittoral zon, infralittoral zon, circa littoral zon diye 4 zona ayrılır.
2-Derin deniz sistemi(afital)
-Klorofil ve ışık yoktur (afital sistem)
-Su basıncı yoktur vs.
Velhasıl-ı kelam; Vira Bismillah diyerek maviye gönül verdiğimiz deryalar Yüce Allah’ın kullarına bahşettiği deryayı umman ikramıdır. Tabii kıymet bilene.
Vesselam.

https://www.enpolitik.com/yazar/selim-g ... ose-yazisi
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön