ORUÇ HEM İBADET HEM SIHHATTİR

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

ORUÇ HEM İBADET HEM SIHHATTİR

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

[b] ORUÇ HEM İBADET HEM SIHHATTİR[/b]
SELİM GÜRBÜZER
Bir takım aklı evvel adamlar “bütün gün aç ve susuz kalıpta sağlığımı hiç yoktan yere tehlikeye atamam” diye dursunlar, oysaki aç susuz kalan bir insanın 3 ila 5 gün dayanacak takati kalabiliyor. Bu demektir ki oruç vücudu kendi kendini eritecek ve yıpratacak derecede, yani starvasyona yol açacak derecede total açlık çektiren bir ibadet değildir, bilakis vücudu yenileyip dinamizm katan ibadettir. Kaldı ki uzmanlar tarafından yetişkin sağlıklı bir insanın muhtemelen 1 ila 2 ay arasında yemeksiz hayatta kalabileceğini, sırf susuzluk bakımdan ise 3 güne kadar dayanabilecekleri, hatta nadiren de olsa bu sürenin uzayacağı noktasında 8-10 günü bulabileceği öngörülmüştür. Örnek mi? İşte İzmir depreminde yediden yetmişe hemen herkesin malumu 91 saati aşkın susuz-yemeksiz kalan çocukların sağ kaldıkları bilinen bir vakadır. Hele bilhassa bunlar arasında 4 yaşındaki Ayda Gezgin yavrumuzun depremin 91. Saatinde 3 Kasım’da enkaz altında mucizevi bir şekilde sağ salim kurtarılmış olması bunun en bariz örneğini teşkil eder zaten.
Şu bir gerçek insan rızıksızlıktan ölmez, ölse ölse sadece açlıktan ölebilir. Nitekim Rabbü’l âlemin bu hususta “Nice hayvanlar vardır ki, rızkını (biriktirip) yanında taşımıyor. Çünkü onların da sizinde rızkınızı Allah veriyor. O her şeyi işitir ve bilir” (Ankebut, 60) diye beyan buyurduğu ayet-i kerimeyle bu gerçeğe işaret etmiştir. Malum biz aciz kullar olarak hayatta kalabilmek için enerjiye ihtiyaç duyarız. Bunun içinde öncelikle gece gündüz demeden yediklerimizden ve içtiklerimizden enerjimizi karşılamaya çalışırız hep. Öyle ki bu hususta diyetisyen uzmanları bir insanın ortalama günlük enerji ihtiyacını karşılaması gereken kalorinin 2000 kalori olduğunda hemfikirdirler de. Her ne kadar bu sayı kişiden kişiye değişiklik gösterse de normal şartlarda bir insanın ihtiyacını karşılayacak olan enerji miktarı 2000 kalori iken, şayet gün içerisinde yediği içtiği gıdalarla 3000 kalorilik daha bir enerjik güç vücuduna kattıysa, bu kattığı ile birlikte fazladan aldığı 1000 kalorilik enerji vücudunda yağ olarak depolanacak demektir. Böylece uzmanların öngörüsüne göre vücutta depolanan enerji sağlayıcı yağ deposu sayesinde bir insan hiçbir iş yapmadan yetmiş bir gün aç halde yaşayabileceği öngörülmüştür. Bir başka ifadeyle insan vücuduna aldığı yiyecekleri eğer enerji olarak kullanılmayıp atıl haldeyse bu durumda enerji birikiminin yağa dönüşümü sayesinde bu süre zarfında hayatta kalmayı başaracak demektir. Zaten termodinamiğin birinci koruma kanunu gereği enerji hiçbir zaman yok edilemez gerçeği böyle olmasını gerektirir. Zira enerji sadece bir formattan başka formata geçiş yapar. O halde böylesi ortada fizik kanunu varken vadesi dolmuş bir şahıs için rızıksızlıktan öldü demek abesle iştigal bir tutum olur. Üstelik böylesi bir bu tutumun ne dinle imanla bağdaşı yanı var ne de bilimle. Düşünsenize bir kilo yağın 7700 kalorilik bir enerjiye karşılık gelmektedir. Öyle ya bir insan vücudunun ihtiyacından fazla 7700 fazla kalori alırsa bu demektir ki bir kilo yağ depolamış olacaktır. Kelimenin tam anlamıyla bir insan vücudunda ne kadar fazla enerji kullandırmıyorsa o kadar kalori edinmiş olur, vücudunda depoladığı yağı ne kadar yakarsa o kadar da kalori tüketmiş olur. Öyle anlaşılıyor ki; vücutta fazla enerjiyi depolamanın metodu yağa dönüştürmekten geçmekte. Şimdi tamda bu noktada ortaya konan bilimsel veriler insanın rızıksızlıktan ölemeyeceğini gösterirken nasıl olurda birileri halen bu gerçekleri görmezlikten gelip insanın rızıksızlıktan ölebileceğinden dem vurur doğrusu şaşmamak elde değil. Aslında bu çokbilmişlikten öte düpedüz itikadımızla oynamaya yönelik bir tavırdır. Onlar pişkin pişkin tavır sergileye dursunlar, bizim zaviyemizden meseleye baktığımızda akıl var mantık var 71 günlük zaman dilimi küçümsenmeyecek derecede az buz bir zaman dilimi olduğu besbelli, illa ki bu zaman aralığında bir insanın bir şekilde hayatta kalabilecek gıdaya ulaşması an meselesidir. Yani bu süre zarfında rızıklanması an be an mümkün gözükmektedir. Dolayısıyla siz siz olun ölüm nedenini rızıksızlıkta aramak yerine mesela bir deprem anında enkazın altında nefessizlikten ya da ani kalp krizi gibi bir takım etken unsurlarında ölüme neden olabileceğini nazar-ı itibara almak en doğru tavır olacaktır. Hem kaldı ki bırakın deprem gibi doğal felaketlerde yaşananları, normal şartlarda bir insan kendi kendine nefesini tutmaya kalkıştığında ancak 3 ila 5 dakika arası tutabildiği bilinen bir gerçekliktir. İşte bu gerçekliğe rağmen bazı aklı evveller bir insanın nefesini tuttuğunda 3-5 dakikalık nefessizliğe tahammül edemeyeceğini ya da kalp krizi geçirdiğinde 3 ila 10 dakika arası kalbin durmasıyla hayatta kalamayacağını bildikleri halde, oldu ya ölen kişi fakir biriyse hemen fakir oluşuna istinaden hemen rızıksızlıktan öldü deyivereceklerdir. Onlar ölüm sebebini yoksulluğa ve rızıksızlığa bağlayıversinler, oysaki Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya bölümünde Prof. Dr. Münip Yeğin araştırmacı kimliğiyle “Oruçlularda hakiki açlığın olmadığı, aksine yağ depolarının harekete geçerek vücudun ihtiyacını karşıladığını ve bunun da, damar sertliğini önlediği” şeklinde yayınladığı raporla bu tür hezeyanları boşa çıkartan bir isim olmuştur. Madem yayınlanan raporla bu tür bahanelerin ardına sığınanların hevesleri kursaklarında bırakılıp boşa çıkartılmıştır, o halde siz siz olun açlıktan ölme hadisesini “Rızıksızlıktan öldü” şeklinde tevil yoluna gitmeyiniz. Kaldı ki açlık başka bir şey rızıksızlık başka bir şeydir, dolayısıyla sapla samanı birbirine karıştırmamak gerekir. Ki, bu hususta bilimsel çalışmalar bize 71 günlük açlık zaman diliminde bir şekilde gıda bulmanın pekâlâ mümkün olabileceğini gösteriyor. İşte bu nedenledir ki biyolojik açıdan meseleye baktığımızda oruç açlık değil, bilakis vücudu dinlendirerekten dinamizm kazandıran bir ibadettir. Hele bir mümin orucu ibadet şuuruyla tutuversin bak o zaman vücuda dinamizm ve sıhhat katmanın ötesinde manevi moral ve motivasyon yönünden de sıhhat bulacak demektir. Hem kaldı ki oruç tutmaya mecburuz da. Çünkü Allah-ü Teâlâ; “Ey inananlar! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi Allah’a karşı gelmekten sakınanız diye size sayılı günlerde farz kılındı... Oruç tutmanız eğer bilirseniz sizin için hayırlıdır” (Bakara suresi ayet 183–184) diye beyan buyurduğu ayetiyle orucun bundan önceki ümmetlere farz kılındığı gibi son ümmet olarak bizlere de farz kılınmıştır. Hiç şüphe yoktur ki müminler olarak oruç farzını layıkıyla yerine getirdiğimizde ibadet sevabının yanı sıra vücudun sağlığı açısından da sıhhat bulacağımız muhakkak. Kaldı ki Tıp dünyasında bile artık orucun bilimsel açıdan pek çok faydaları şimdiden tek tek veri olarak ortaya konuluyor da. İnsanoğlu hem nasıl ki bütün yıl çalışıp da ardından dinlenmek için yılın bir ayını tatil yaptığında güç tazeliyorsa, aynen öylede Ramazan ayı geldiğinde de organlarımız tatile çıkıp bu sayede güç tazelemiş olurlar. Yani bu demektir ki Ramazanın sonunda tüm vücut azalarının bayramları gerçek anlamda bayram olmuş olur. Hele ki karaciğer için Ramazan-ı Şerif tam da bulunmaz bir fırsat zaman diliminin ötesinde çokta büyük bir nimettir. Düşünsenize karaciğer organı yıl boyunca adeta kimya fabrikası gibi harıl harıl çalışmasıyla birlikte icabında görevlerini aksatma gibi bir dizi problemler yaşayabiliyor da. Neyse ki Ramazan aynın gelmesiyle birlikte kimya fabrikası karaciğerimiz besin depolama işinde rahatladığı gibi oruç süresince istirahate çekilmeyi fırsat bilip yeniden fabrika ayarlarına dönüş yapmışta olur. Derken fırsattan istifade karaciğerimiz fabrika ayarlarına döndüğünde vücudumuza sindirim yoluyla aldığımız gıdalardan her bir organımız için her ne ilaca ihtiyaç varsa yeniden yenilenmiş üretim tesislerinin devreye girmesiyle birlikte vücut için gerekli globülinler üretilip böylece vücudun kimyasal denge ayarı hal yoluna girmiş olur.
Peki, oruç sadece kalbe ya da sadece karaciğere mi fayda sağlar? Elbette ki kalp ve karaciğerin yanı sıra mide içinde bulunmaz bir nimettir. Düşünsenize bütün yıl boyunca öğütücü bir değirmen misali çalışıp bitap düşen midemiz oruç sayesinde bir bakıyorsun mide kasları ve salgı hücreleri bir süreliğine de olsa dinlenip bayram etmiş olurlar. Hem nasıl bayram etmesinler ki, baksanıza insan niyet etmeksizin aç kalınca mide içerisinde asit birikimi gözlemlenirken, oruca niyet ettiğinde ise tam aksine midedeki asit birikiminin otomatikman durup kendini rölantiye aldığı gözlemlenmiştir. Belli ki niyetinde tıpkı hormon etkisi gibi vücuttaki organlara uyarıcı etkisi de söz konusudur. Nitekim oruca niyetle birlikte beyinden salgılanan hormonlarında niyet hadisesine destek çıkıp tüm vücut organları üzerinde olumlu yönde etki yaptığı artık bir sır değil elbet. Öyle ki bir insan oruca niyete eder etmez gün boyu üzerine sinecek olan stres birikimlerinin sinir sistemi üzerindeki oluşturacağı travmaları bir anda bertaraf edeceği gibi vücut için son derece hayati öneme haiz hipofiz, thyroid, pankreas salgı bezlerinin faaliyetleri geçicide olsa askıya alınıp rahat nefes almalarının önü açılmışta olunur. Hiç şüphesiz orucun manevi yönden faydası ise Resulullah (s.a.v)’in ‘Muhakkak ki bütün ameller niyetlere göre değerlendirilir ve karşılık görür’ diye beyan buyurduğu hadis-i şerifin sırrınca tüm azalarımızın sükûnet bulup huzura ermiş olmasıdır. Üstelik bu huzura eriş hem fiziki boyutta hem de manevi motivasyon boyutunda karşılık bulur da. Nitekim oruçla birlikte bir bakıyorsun bağırsakların istirahate kavuşmasıyla birlikte hem sindirim salgı akışında ve emiliminde rahatlama görülür hem de kasılmakta olan mide-barsak düz kas hücrelerinde relaks bir şekilde gevşeme hali de görülür. Hakeza oruç sayesinde bir bakıyorsun damarlarda dolaşan kan hacminin azalmasıyla birlikte küçük tansiyonun normal dengesine oturup kalp ritminin hafiflediği görülür. Bu arada niyet edip gün boyu tutulan oruçla birlikte sindirilen gıdalar minimum seviyelere düşeceğinden kan üretimi için kemik iliğinin uyarılmasının da ihmal edilmediği gözlemlenmiştir. İhmal edilmediği şundan biliyoruz, bikere sağlanan bu kan akışı ve üretimi sayesinde anemi olan pek çok insanın çok rahatlıkla oruç tutabildiğine şahit olmuşuzdur. Belli ki oruç ibadeti anemik olanlara daha kolay kan üretir bir uyarımla etki yapmakta. Hatta zayıf veya şişman insanlarda ise bir başka etki yapıp bir bakıyorsun orucun vücutta oluşturduğu olumlu etkileri sayesinde zayıf insanlara kilo aldırıcı etki yaptığı, şişmanlara ise kilo verdirici etki yaptığı gözlemlenmiştir. Nitekim oruç sayesinde damarda biriken yağların hızla yakılması neticesinde kollesterol ve trigliserid değerleri normal seviyelerde seyredip böylece damar sertliğini önlemeye karşı koruyucu etki yaptığı gözlemlenmiştir. İşte bu gerçeklerden hareketle İtalyan asıllı Dr. Victor Pauchet bu hususta kendi coğrafyasında yaşadığı insanlara bakın ne tavsiyede bulunuyor: “Senenin belirli günlerinde Müslümanlar gibi aç kalınız. Yirmi saat aç durunuz. Mideyi dinlendirmiş ve böylece devamlı çalışan mide makinesine istirahat imkânı vermiş olursunuz. Ayaklarınızı, kollarınızı birkaç defa yıkayınız. Katiyen içki içmeyiniz ve en iyi ilacında temiz su olduğunu unutmayınız.”
Velhasıl-ı kelam, oruç tutmak tavsiyenin ötesinde hem madden hem ruhen arınıp güç tazelemektir.
Vesselam.

https://www.enpolitik.com/yazar/selim-g ... ose-yazisi
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön