BİYOGENEZ VE ABİYOGENEZ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

BİYOGENEZ VE ABİYOGENEZ

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

BİYOGENEZ VE ABİYOGENEZ
SELİM GÜRBÜZER

Bir canlı organizmanın nasıl meydana geldiği hususu yıllar boyunca insan zihnini meşgul eden konulardan biri olmuştur hep. Hadi insanların kendi kendine zihince meşgul olması bir noktada anlayabiliyoruz da, peki ya şu bir takım aklı evvellerin bugün olmuş halen gelinen noktada güya aşağı düzeyde ki canlıların kokuşmak üzere olan organik maddelerden meydana geldiğini iddia ederekten içi boş anlamsız tezlerle insanların zihinleri karıştırılıp meşgul edilmesine ne demeli. Neyse ki bilimsel çalışmalar hız kazandıkça bu tür içi boş mesnetsiz iddialar bir şekilde boşa çıkartılıp her canlının kendi hemcinsi atasından türediği görüşü ağırlıklı olarak belleklerde yer edinir hale gelindi diyebiliriz. Derken bu arada hayatın kökeni hakkında gerek cansız olmayandan canlının meydana gelebileceği anlamında kullanılan “abiyogenez” tezi, gerekse canlı olandan canlı meydana gelebileceği anlamında kullanılan “biyogenez” tezi bilim dünyasının gündemine giren iki başlıklı konu kapağı olur da.
İşte hayatın kökeni hakkında ileri sürülen tezler hangi konu kapağı başlıklar altında incelenirse incelensin şu bir gerçek tek hücreli sistemden çok hücreli bir sisteme doğru gidildikçe canlı varlıkların her birinin kendi içinde yaratılış itibariyle çok büyük çeşitlilik arz eden birbirinden bağımsız türler olduğunu görürüz. Tabii yaratılış itibariyle canlı varlıkların her birinin çok yönlü çeşitliliğini ve yaratılış mükemmeliyetini görüp şahit olduğumuz gibi basit yapılardan daha karmaşık yapılara doğru gidildikçe her bir kademede ki canlı türlerinin bulunduğu konuma göre de enerji ihtiyacının o nispette kademe kademe artış kaydettiğini görüp şahit olabiliyoruz pekâlâ. Derken bu tip görüp şahit olunan bir takım elde edilen verilerden hareketle “abiyogenez” kavramı cansız elementlerden aminoasitlere, amino asitlerden koaservatlara, koaservatlardan proteinlere, proteinlerden tek hücreli canlılara ve en nihayetinde kompleks yapılara doğru gelişmenin adı olarak bilim dünyasının tanımında yerini almış olur. Mesela bu hususta en basitinden suyu ele aldığımızda, suyun başlangıçta sadece susuzluğu giderecek abiyogenez formunda sıvı içecek kaynak çeşmemiz olurken, yetişkin bir insan vücudunun %50 ila %70’ini su içerdiğini düşündüğümüzde ise biyogenz formunda ab-ı hayat su molekülü olduğunu gözlemlemiş oluruz. Öyle ki cansız bir halde karşımızda duran suyun gerçekte nice canlılara taş çıkartacak derecede hayatımızı diri tutup canlılık kattığı kendi vücut dinamiklerimizin işleyişinden de besbellidir zaten. Yine de bu noktada ister adına hayat suyu diyelim, ister dirlik suyu, ister aynü’l hayat diyelim bu demek değildir ki canlı hayatı büsbütün sadece su ayakta tutmaktadır, hiç kuşkusuz su olmadan da yıllarca hayatını idame ettiren canlı varlıkların varlığı da bilinen bir gerçekliktir. Nitekim bunlardan keşfedilen en meşhurları; kanguru fare, çöl kaplumbağası ve akciğer balıklarını örnek gösterebiliriz pekâlâ. Hakeza oksijensiz ortamda üreyen canlılarında varlığı da bilinen bir durumdur. Nasıl mı? Mesela oksijenden yoksun şartlarda enerji üreten anaerobik bakteri, mantar ve diğer mikroorganizmaların aracılığında fermantasyon yoluyla birtakım organik bileşiklerin oluşumu susuzda gerçekleşebiliyor. Hatta böylesi bir oluşuma örnek olarak Wollin ve Erickson gibi birçok bilim adamları yıllar öncesinden çok yüksek perdeden; amonyak, metanol, formik asit ve formaldehit gibi bileşiklerin nükleik asitlerle gireceği bir takım reaksiyonlarla da aminoasitlerin oluşabileceğini gösterip dillendirmişler bile. Hadi bunun böyle olabileceği doğrulanmış olduğunu varsaysak bile böylesi bir aminoasit oluşumun varlığı yaratılış modelini esas alan ilim erbabının yoktan var oluşa olan inancını sarsacak ya da halel getirecek veya ortadan kaldıracak bir tez asla olmayacaktır. Bilakis müminler olarak Kur’an’da zikredilen hem yoktan var, hem vardan var, hem de vardan yok manasına gelebilecek “Allah nezdinde İsa’nın durumu Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı sonra ona ‘Ol’ dedi ve o da oluverdi” (Al-i İmran, 59) ayet-i kerimenin mana ve ruhuna olan inancımızı daha da pekiştirecek bir tez olacaktır. Dolayısıyla bu noktada toprak bizim ‘abiyogenez’imizdir dersek yeridir Zira ilk insan topraktan yaratılmıştır. Havva anamız ise Âdemin eğe kemiğinden yaratılmıştır. Öyle ya, madem inan nesli Âdem ve Havva anamızdan türeyiverdi, o halde muhtemeldir ki, Hz. Adem (a.s) bizim ana rahminde geçirdiğimiz ontogenesis gelişimin bir değişik benzer sürecini toprağın ana rahminde geçirerek tüm insanlığın ilk atası ve ilk peygamberi oluvermiştir. Böylece Yüce Allah’ın Kur’an’da kullarına hitaben “Sizi topraktan yarattık, tekrar toprağa döneceksiniz, ikinci bir defa daha sizi topraktan çıkaracağız” (Taha,55) beyan buyurduğu ayetin sırrı mucibince toprağın bağrına ruh üflenerek ben-i adem oluverdik. Sonrası malum Hz. Âdem (a.s) ve Havva anamızın cennet yurdundan dünyaya teşrif etmesiyle birlikte ben-i ademin kıyamete kadar sürecek olan imtihanı start alır. İşte Mevlana bu yüzden imtihanımızın çamurlaşmaması için tüm insanlığa şu çağrıda bulunur da: “Topraktan geldik toprağa gideceğiz. Mühim olan çamurlaşmamaktır.”
Peki ya biyogenez? Yukarıda tanımladığımız gibi canlının canlıdan meydana gelebileceğini ifade eden bir kavramdır biyogenez. Bu kavramın içeriğinden de anlaşıldığı üzere canlının temelini hücreler oluşturmaktadır. Malumunuz hücreler ise bizatihi kendileri bölünüp çoğalmak suretiyle yenilenmekteler. Ki, hücre bölünmesinden maksat yeni bir canlı hücrenin meydana gelmesini sağlamaktır. Hatta temel gaye eşey hücrelerini oluşturmaktır. Nitekim hücre büyüyüp belli bir olgunluğa ulaştığında bu uğurda bir takım bölünmeler gerçekleştirerekten maksat hâsıl olur da. Hem nasıl maksat hâsıl olmasın ki, baksanıza ilkel canlıların üreme olayında bile bir bakıyorsun hücre içerisinde kromozomlar daha teşekkül etmeden amitoz bölünmeyle, yani doğrudan hiçbir değişikliğe uğramaksızın çekirdek ve sitoplâzmasının ikiye bölünmesiyle birlikte çoğalmasını gerçekleştirebiliyorlar. Örnek mi? İşte bakteri, amip, öglena ve kanser hücreleri bunun en bariz örneklerini teşkil ederler zaten. Mitoz bölünmeden temel amaç ise kromozomların birer kopyasını oluşturup sonrasında bu kopyaları hücre bölünmesi eşliğinde özdeş kromozom halde oluşan iki yavru hücreye pay etmektir. Yani bu demektir ki mitoz bölünmenin amitoz bölünmeden farklı yanı mitoz bölünmenin çekirdekte kromozomların oluşmasının akabinde vuku bulan bir üreme biçimi olmasıdır. Mayoz bölünmenin mitoz bölünmeden farklı yanı ise malum eşey hücrelerinin (germ hücrelerinin) birbirini takip eden diploid iki nükleuslu bir yapı içerisinde bölünmelerini iki aşamada gerçekleştiriyor olmasıdır. Öyle ki mayoz bölünmenin birinci aşamasında kromozom sayıları yarıya indirgendiği gözlemlenirken, mayoz bölünmenin ikinci aşamasında ise kromozomların hem kendi eşleşmelerini gerçekleştirdiği hem de spermiogenezis sürecinde olduğu gibi golgi evre, kap evre, akromozal evre ve olgunlaşma evre şeklinde hücresel bazda bölünmelerini tamamladığı bir süreç olarak gözlemlenir. Dahası mayoz bölünme birinci aşamasını kromozom sayısını yarıya indirgediği bir bölünme şekli olup burada diploid (2n) yapılı bir hücreden haploid (n) yapıda iki adet hücre meydana gelirken diğer aşamasında ise basit bir mitoz bölünme eşliğinde dört adet haploid (n) hücre oluşumunun vuku bulduğu bir bölünme şekliyle sürecini tamamlamış olur. Öyle anlaşılıyor ki; hücre bölünmelerin gelişim evreleri inceledikçe hiçbir oluşumun tesadüfe meydan vermeyecek bir şekilde kendi içinde hücre yenilenmelerini kimi zaman indirgeyerek kimi zaman çoğalaraktan gerçekleştirdiğini gözlemlemekteyiz. Böylece spermatogenezis sürecinde tek bir spermatogonyumdan fonksiyonel halde adına sperm hücresi denen 4 adet spermatozoon meydana gelirken, oogenezis sürecinde ise tek bir oogonyumdan fonksiyonel adına yumurta hücresi denen ovum meydana gelmiş olur. Belli ki gerek makro âlemde gerekse mikro âlemde hiçbir şekilde tesadüf oluşuma yer yoktur, bilakis A'dan Z’ye hemen her şey belli bir sistematik düzen içerisinde cereyan edip işlerlik kazanmakta. Tabii burada en önemlisi tabiatta olan biten her ne varsa işleyişini gözlemlediğimiz sistemin mükemmeliyetinin Yüce Yaratıcı gücün (c.c) iradesi dâhilinde işlerlik kazandığının idrakine varabilmek çok mühimdir.
Malumunuz bir takım hücre yapılarında önce mayoz, sonra mitoz görülür ki bu duruma premeiosis bölünme denmektedir. Bölünme hadiseleri somatik hücrelerde indirgenmeksizin gerçekleşirken, üreme hücrelerinde ise indirgenerek gerçekleşir. Nitekim üreme hücrelerinde kromozom sayısı, 2n kromozomlu vücut hücrelerinin tam aksine haploit (n) olup, işte bu yarı yarıya indirgenme hadisesi hücre çekirdeğinin ardı sıra iki defa bölünmesi neticesinde vuku bulan bir bölünme şekli olarak sahne alır. Belli ki üreme hücrelerinin kromozom sayısını yarı yarıya inmesi gerektiği kendi kararıyla ya da kendi kendine tesadüfen oluşmuş bir indirgenme hadisesi değildir bu. Bikere üremenin en başından en son aşamasına kadarki her basamağında matematiksel bir hesap söz konusu olduğuna göre, böylesi bir matematiksel oluşumda Yüce Allah’ın “Ol” emri doğrultusunda işleyen bir plan olduğu bariz bir şekilde ortaya çıkmış olur. Ve bir plan dâhilinde mayoz bölünme sırasında erkek hücrelerin geçirdiği başlangıçtaki gelişme evresi “spermatogenezis” olarak anlam kazanırken dişi hücrelerin kaydettiği gelişme ise “oogenezis” olarak anlam kazanıp her iki cinsiyet hücresi de (spermatozoon ve ovum) kromozom sayılarını yarıya indirgemek için gelişmesini mükemmel bir program dâhilinde üç safhada gerçekleştirmiş olurlar. Söz konusu gelişme evreleri sırasıyla “çoğalma, büyüme ve olgunlaşma” aşamalarıyla tamamlanır. Derken mayoz bölünmeyi özetle; eşeysel yolla üreyen gamet hücrelerin gelişme safhasında kendini gösteren ve aynı zamanda her türe özgü kromozom sayısını muhafaza edecek türden bir bölünme şeklinin adıdır diye tanımlayabiliriz de. İyi ki de mayoz bölünme sistemi var, aksi halde gametler (eşey hücreleri) mitoz bölünmeyle çoğalaraktan zigot safhasında kromozom sayısı iki katına çıkıp böylece her türe has kromozom sayısı korunamayacaktı. Ki; bu durum başlı başına felaket bir durum olurdu.
Hazır gelişim evrelerinin aşamalardan söz etmişken mesela çoğalma aşamasında ne olup bitiyor ondan da bahsetmekte yara vardır elbet. Malumunuz çoğalma aşamasında mitoz bölünme sonucu ortaya çıkan erkek ana üreme hücreleri “spermatogonium” olarak adlandırılırken, dişi üreme hücresi ise “Oogonium” olarak adlandırılır. Hatta eşey hücrelerinin oluşumunun çoğalma evresinde hem erkek cinsiyet hücreleri (44+XY=46), hem de kadın cinsiyet hücreleri (44+XX=46) diploittirler, yani somatik bakımdan 46 kromozomludurlar. Değim yerindeyse bu durumda her bir aşama yeni bir değişime yelken açmak için vardır. Şöyle ki spermatogonyum ve oogonyum hücreleri mitoz bölünme aşamasını tamamladıktan sonra büyüme evresine gelindiğinde bol miktarda besin depolayıp başlangıçtaki büyüklüğünün yüzlerce katına çıkarak primer spermatosit (Birinci sperm hücresi-spermatozit I) ve primer oosit (Birinci yumurta hücresi-oosyt I) oluşum olarak yelken açmış olurlar. Tabiî ki bu durum buluğ çağına kadar devam edip akabinde olgunlaşma safhasına geçiş yelkeni açılır. Olgunlaşma safhası derken bu arada ister istemez bir Allah dostunun; “Hamdım, yandım, piştim” sözleri akla gelmez de değil elbet. İşte tasavvufi hayatta kat edilen aşamalar gibi aynen eşey hücrelerinin kendi içinde gelişim kaydettiği en son üçüncü aşamasına gelindiğinde bilhassa buluğa erişmiş kişilerin olgunlaşma evresinde primer spermaositler ve primer oositler redüksiyon bölünme geçirerek kromozom sayılarını yarı yarıya indirgediği ve akabinde dört haploid hücrenin oluştuğu hücre bölünmesi vuku bulur. Öyle ki erkek bireylerde birinci telofaz sonu primer spermatozoitten 22+X=23 ve 22+Y= 23 kromozomlu iki sekonder spermatozoit (spermatozoit II) şeklinde yarı yarıya indirgenen bir hücre yapılanması oluşurken dişi bireylerde ise buluğ çağına kadar ki genital organların foliküllerinde saklı tutulan primer oositten (Oocyt I) 22+X= 23 kromozomlu sekonder oosit (Oocyt II) şeklinde formüle edilen bir kutup hücresi yapılanması oluşur. Ancak oluşan bu yapı içerisinde kutup hücreleri kahır ekseriyetle kaybolup etkini yitirince geriye kalan kısım adından ikinci yumurta hücresi olarak, yani kısaca adından Oocyt II yapısı olarak söz ettirecektir. Şu da bir gerçek oocyt II hücrenin olgunlaşma evresinde dört dörtlük haploid bir yapılanma ortaya çıkmayacaktır. Ta ki ikinci bir mayoz bölünme evre süreci geçirir işte o zaman sperm hücresiyle döllenecek hale gelip oocyt gelişimini dört dörtlük tamamlamış olacaktır. Görüldüğü üzere başlangıçta dişi ve erkek cinsiyet hücreleri 2n’li diploid hücre iken mayozla yarı yarıya indirgenip (n) haploid kromozoma dönüşebiliyorlar. Bu durumda anlaşılan o dur ki, ilk mayoz bölünmeyle kromozomlar tam manasıyla ayrılmamış olsa gerek ki bir sonraki aşamada kromozomlar ikinci mayoz sürecinden geçirilerek ikinci telofaz sonunda her bir sekonder spermaositten eşit sayıda 4 spermatid oluşurken sekonder oositten ise ergin yumurta ve ikinci kutup hücresi oluşturulmakta. Ayrıca bu safhalarda birinci kutup hücresi genellikle ikiye bölünerek iki tane kutup hücresi meydana getirir getirmesine ama bu arada kutup hücrelerinin yaşama yeteneği olmadığı için ölmektedirler. Ve gelinen noktada kala kala bir yumurta hücresi ve dört spermatit kalır. Ki, spermatitler bu gelinen noktada şekil yönünden yuvarlak halde olup kuyruksuzdurlar. Ta ki spermatitler testislerin seminifer tüplerin içerisindeki sertoli hücreleri tarafından bakıma alınır işte o zaman histogenez denen üç primer germ tabakasının bileşenlerinin farklılaşmasıyla birlikte baş, orta ve kuyruktan oluşan bir yapı halini alırlar. Böylece olgunlaşmış bu haliyle sperm hücreleri epididimise kaydırılmış olup burada gerekli eğitimlerini tamamlayan sperm hücreleri mezun olma noktasına geldiklerinde yumurta hücresi ile birleşme anı için uğurlanmış olacaklardır. Değim yerindeyse dişi yumurta hücresiyle gerdeğe girme günü gelip çattığında ise malum olgun spermalardan içerisinden ancak bir tanesinin akrozom kısmında bulunan hyalüronidaz ve proteaz enzim sayesinde bir olgun yumurtanın dışındaki zona pellusida ve sitoplâzma zarını eritip delmesi hadisesi vuku bulacaktır. Kelimenin tam anlamıyla her iki cinsiyet hücrelerin çekirdeklerinin birleşmesiyle (döllenmesiyle) 2n’li zigot meydana gelmiş olur. Böylece yeni bir canlının temeli atılmış olur. Ne diyelim, işte sizde görüyorsunuz ya, dile kolay, tüm bu aşamaları inceleyip halen yaratılışın mükemmeliyet gerçeğine tesadüf deniliyorsa pes doğrusu, yine de bu gerçeğe burun kıvıranlar için bu noktadan sonra Allah’tan tek dileğimiz; onlara hidayet versin demek düşer bize.
Canlı alem son derece çok kompleks yani hemen kavranamayan, hemen anlaşılamayan, hemen çözümlenemeyen bir çok öğeden oluşan karmaşık bir sistem olduğu muhakkak. Hiç kuşkusuz bövlesi son derece kompleks yapıda bir canlı alemin idaresini yönetmekte zor olsa gerektir. Neyse ki Yüce Allah (c.c) yarattığı cümle mahlûkatın nasıl idare edileceğinin kodlarını da bünyesine kodlamıştır. Öyle ya, hemen hemen tüm dünya ülkelerinin yönetiminde başkan bulunur da biyolojik hayatın idaresinde yürütme erki bulunmaz mı? Elbette ki yönetim boşluk kabul etmez, Yüce Allah (c.c) bu nedenle biyolojik hayatın idaresini DNA başkanlığında ki yönetimiyle birlikte halk etmiştir. Bilindiği üzere yaratılan hemen her türden canlının üreme ve kalıtım koordinasyonu DNA başkanlığında yönetilmektedir. Hatta bu iş için (üreme ve kalıtım olayları için) hücre ve hücre içerisinde binlerce enzim cansiperane çalışır halde pozisyon almış durumdadırlar. Derken canlı mekanizma içerisinde konumlanmış her bir enzim DNA halkasında dizili her bir gene karşılık gelip canlılık bu şekilde tanzim edilmiştir. Zaten biyolojik hayat her bir canlı türün kendi içinde gerçekleştirdiği polijenik evrelerin tümünü kapsayan hadiseler bütünüdür. Hatta bu noktada biyolojik âlemi çokluk içinde bütünlük arz eden canlı bir âlem olarak tanımlarsak yeridir. Bu arada şunu belirtmekte fayda var, biyolojk bütünlükten kastımız yaratılan her bir canlının kendi hemcinsi dışında başka bir cins canlıdan türediği anlamına gelebilecek bir bütünlük değildir. Bilakis çokluk içinde her bir canlı ürün kendi hem cinsiyle birlikte aynı canlı âlem çatısı altında cem olma bütünlüğüdür bu. Dolayısıyla böylesi bütünlük canlı âlem çatısı altında konumlanmış her bir canlı türleri arasında nesep bağı aramaya kalkışmak ya da soy sop faslına girmeye çalışmak boşa kürek sallamaktan öte hiç bir anlam ifade etmeyecektir. Hiç şüphesiz Yüce Allah (c.c) insanı insan olarak hayvanı da hayvan olarak yaratmıştır. Nitekim insanın insan, hayvanın hayvan olarak yaratıldığı şundan besbellidir ki anne karnında geçirilen embriyolojik gelişme evreleri ancak ve ancak aşama aşama kat edilen ontogenez süreçle açıklanabiliyor. Nasıl ki bilim adamları tarafından insanlık tarihinin gelişim evreleri filogenez olarak addediliyorsa aynen yaratılış modelini savunanlar tarafından da bir organizmanın döllenmiş yumurtadan olgun formuna kadar anne karnında geçirilen ontogenez süreç tıpkı Hz. Âdem’in toprağın ana rahminde geçirdiği ontegenez sürecin değişik kopyası 9 aylık bir süreç olarak addederler. Belli ki yaratılıştaki toprak kodumuz hem erkek hem de dişilik geni üzerine kodlanmıştır. Öyle ki yaratılış mayamızdaki erkeklik geni hem erkek hem dişilik karakteristik özellikler XY amelogenin geni ile tanımlanıp kodlanırken dişilik geni de sadece kendi dişilik karakteristik özelliklerini bünyesinde taşıyaraktan XX amelogenin geni ile tanımlanıp kodlanmıştır. Her ne kadar bilim dünyası topraktan yaratılış öykümüzün hem erkeklik hem de dişilik kodu üzerine inşa edildiğini geç fark etmiş olsa da, Yüce Allah (c.c) bu gerçeği tâ 14 asır evvelinden tüm insanlığa “Nihayet o meniden erkek ve dişi iki eş yarattı” (Kıyame, 39) ayetiyle çoktan ilan etmişti. Gerçekten de eldeki bilimsel verilere baktığımızda, eldeki veriler asla ‘evrim’ demeyip tam aksine ‘yaratılış’ diye haykırmaktadır. Zira yaratılış mayamızın sayısal kodlarını ortaya çıkardığımızda insandaki 46 kromozomdan 44’ünü vücut kromozomu olarak bilinen otozom oluştururken, diğer ikisini de eşey hücrelerinin, yani gonozom cinsiyet geni olarak bilinen heterokromozomların oluşturduğunu görürüz.
İşte sayısal yönden ortaya çıkarılan genetik tablomuzdan anlaşılan o dur ki, gametler (eşey hücreleri) yarı babadan yarı anneden 23 çift kromozomun ikişerli kromozomlar halde nesilden nesile intikaliyle 46 kromozomlu insan genom tablosu ne bir aşağı nede bir yukarı sayıda olmayacak şekilde sabitlenmiş bir halde korunmaktadır. Nitekim bu noktada gonozom hücreler daha çok eşey hücreleri için önem arz eden bir gen birimi olurken, otozomlar ise daha çok vücut hücreleri için önem arz eden bir gen birimi olmaktadır. Malumunuz bu söz konusu gen yapıları farklı metotlarla ve farklı bölünmeler eşliğinde üreyip bunlardan 1’den 22’ye kadar sıralanmış eşey olmayan 22 çift otozomlu, yani totalde 44 otozom sayıda sabitlenmesi gerekirken, genozom hücrelerinin de her daim 23 kromozom sayıda sabitlenmesi gerekir. Nitekim 23 kromozom sayıda sabitliğin korunması içinde mutlaka erkek ve dişi cinsiyet hücrelerin birleşip zigot oluşturmasına ihtiyaç vardır. Böylece zigot oluşumu ve akabinde birbiri ardınca gelişen bölünme safhaları eşliğinde oluşan 44’ü otozom kromozom, 2’si gonozom kromozom olmak üzere toplamda 46 kromozomluk insan genomu nesilden nesile devam ettirilmiş olur da. Belli ki Havva anamızın cinsiyet genomu topraktan yaratılan Hz. Âdem’in eğe kemiğinden dişilik geni ile ayrılaraktan ilk aile yapısının oluşumuna gidilen yolda birinci basamak nüve oluşturmuştur. Derken Hz. Adem (a.s) ile Hz Havva anamızın izdivaçlarıyla birlikte bu ilk nüveden kıyamete kadar devam edecek olan değişik ırkların toplamını kapsayan insanlık âlemi doğuvermiştir. Dahası ilk aile, ilk filogenik ağaç böyle doğdu diyebiliriz pekâlâ. Asla ilk maymun, ilk maymun aile demiyoruz, tam aksine eşrefi mahlûkat ilk insan, ilk aile diyoruz.
Vesselam.

https://www.enpolitik.com/yazar/selim-g ... ose-yazisi
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön