ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
ANKARA 1987
Mukaddime!
Hocamın senelerce evvel yazılmış ve neşredilmemiş eserlerinden rica ederek küçük bir tomarını aldık.
"Hocam, bunları biz neşredeceğiz!." dediğimizde, boynunu bükerek.:
"Siz bilirsiniz!." dedi.
Biz de bunu izin bilerek, faydalı olur ümüdiyle, gönül gözü açık olanlara hediye ediyoruz.
Hazırlayanlar..
BAŞLARKEN...
Biz bu yazıları çok zahmetle topladık:
Hocamız'dan da şeceresi hakkında mâlumat niyaz ettik.
Dertlerini ve içini bir türlü dışarı vurmayan yüzü biraz başkalaştı buyurdu ki.:
"Ne şeceresi istiyorsunuz?
Şecere ağaç demektir.
Tohum ağaç olduktan sonra kaybolur.
Yukarı çıkar gölge verir, meyve verir, devâ olur.
Keserler, bir çok işlerde kullanırlar.
Yakarlar, ısınırlar birçok şeyler alırlar ondan insanlar.
Gizlenir toprak altına, ismine kök derler.
Gizli rızkını alır.
Su alır topraktan büyür gider.
Bir gün ömür bitti mi kurur, yıkılır gider, tekrar görünmez kaybolur.
Şeceremi istiyorsunuz.
Bu arzunuz görünüşte bana iltifat ve kıymet vermek demektir.
Halbuki benim için öyle değildir...
Şecerem herkesin olduğu gibi bir anne, bir babadan.
Hakk onlardan razı olsun, bizde insanlar arasına girdik.
Şeceremi ben unuttum.
Belki insanlar arasında bana kibir süsü verecek hâllere sebep olur.
Ben utanırım HAKktan...
Şecere ile medhedilmeyi veya zem' edilmesini!..
Anamın ismi, Şehvâr Hatun.
Babamın ismi, Ahmet Rasim Efendi.
Anamın anası, Pembe Hatun.
Anamın babası, Uzun Mehmet Efendi.
Babamın anası, Cevâhir Hatun. "Kafkasya'dan"
Babamın babası, Hacı Ali "Buhara'dan".
Anamın doğum yeri, Gümüşhane.
Babamın doğum yeri, Vakfıkebir.
Anamın ana tarafından büyük annesi, Gül Hatun veya halk arasındaki ismi "Evliya Kadın"
Türbesi Gümüşhane'nin Hedre Köyü'ndedir.
Netice: Rasim Efendi oğlu Şehvar Hatun'dan doğup, süt emen Hüseyin Münir işte şecerem bu...
Kur'ÂN öğreten.: Hâfız Nigar Hatun.
Hocam.: Ömer İnan Efendi Rahmetullahi Aleyh.
Vaaz ve Nasihatçım.: Annem Şehvâr Hatun.
Hepsinden HAKk razı olsun.
Nazım ve Nuriye isminde iki kardeşim küçükken, ben doğmadan ölmüşler.
Ağabeyim Hasan Kazım o da kırk yedi yaşında HAKk'a kavuştu.
En küçük evlâdları benim.
Hepsinden çok dünyada kalan da benim.
Annem seksenaltı, babam ellidört yaşında HAKk'a vardılar.
Netice.: ALLAH'ın kulu olmaya, Resûl'ün görünmeyen gölgesini takip etmeye ve ümmeti olmaya çabalayan biriyim!.."
HAZIRLAYANLAR..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12964
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
ANKARA 1987
"YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKÎ
YAZILACAK SIRLARIN SONU.."
Bu risâlede yazılı olanlar, bir insanın diğerine öğreteceği şey değil...
Bu soruları az kişi sorar.
Cevabını da çok az kişi dinler.
Mukaddeme önsözümüz yoktur.
Kendisinde önsöz olanlara hitaptır.
Perdeler vardır insanın gözünde.
Perdeler vardır insanın kulağında.
Perdeler vardır insanın aklında.
Merak etmeyin bu perdelerin arkasındakini.
O perdelerin arkasından geldik arz üzerine.
Seyretmek için kendi kendimizi...
Bir gün gelecek, delip perdeyi arkasındakini görmek için...
"ER RASİHUNE Fİ'L- İLM"
Biz insanlara misaller söylüyoruz.
"Onları ilimde rasih olanlar anlar." "ÂYET".
Kur'ÂN'ın üç vârisi vardır.
Fâtır Sûresinde buyurulur.
Bu üç vâris kimdir?
Her önüne gelen Kur'ÂN vârisi değildir.
Hazreti Mûsâ Peygamber olduğu halde Hızır'dan ilm-i ledünn öğrendi. Kur'ÂN Âyetlerinin bir kısmı : Mecâzîdir. Temsilidir.
Enfüsî olanı vardır, Afakî olanı vardır.
Te'vile muhtaç olanı vardır.
Musa - Hızır hikâyesi, iki deniz ne demektir ?
Hızır kimdir.
İlm-i Ledünn ne demektir?
Kurumuş balığın dirilip suya atılması ne demektir?
Mi'râc nedir?
Kâbe Kavseyn nedir?
Namaz mü'minin mi'racıdır ne demektir?
Tevhid nedir?
Bunları milyonlarca müslümanlardan çok azı anlar.
ALLAH'ın İPİ'ne sarılınız. (3/103)
"VA'TESUMU Bİ HABLİLLAHİ CEMİÂ" bu İP nedir?
Bunları Velâyet Sâhibi olanlar ciltlerle yazmışlardır.
Perdeli olarak...
Bugün bu kitaplardan uzaklaştık.
Kütüphânelerde güvelerle arkadaş, kendilerini kaybetmeye çalışıyorlar.
Bu hâl niçin böyledir.
Bu ne demektir?.
Zâhirî emirleri yapan Müslümandır.
Kemalât ->Tevhid ile olur.
"LÂ İLÂHE İLLALLAH" demek kolaydır.
"ŞEHİDALLAHÜ İNNEKE LÂ İLAHE İLLALLAH" demek İrfÂN işidir.
Kur'ÂN-ı Kerîm'de insanın yaradılışı hakkında bir çok haberler olduğu gibi.
Terkib ve yaradılış malzemesi olarak da malûmat mevcuttur.
Bu âyet-i kerîmelerde üç esasın tecellîsi gizlidir :
1- ALLAH'ın Murad ve Arzusu.
2- ALLAH'ın Bildirdikleri.
3- ALLAH'ın Kudreti. Gücü.
Yaradılışta, mekânda bulunan malzeme olarak bildirilenler Şunlardır:
1-) Tıyn.: Sıcak çamur. "Lav"
2-) Salsal.: Ateşte yoğrulmuş gibi sıcak kuru çamur.
Ateşte yoğrulmuş yani yanmış kızgın ve yek diğerine yapışmış kuru "maden kömürü yandıktan sonra yekdiğerine yapışmış gibi."
Lavın soğuması, suyunu kaybettikten sonra âdeta sünger manzarası almış gibi.
3-) Hame.: Sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun kara balçık.
4-) Turâb.: Bugünkü toprak.
Yani yukarda zikredilen safhaların sonunda zamanla intikale uğramış.
Münbit hâle gelmiş toprak...
Bu duruma göre bu devirde canlı ve nebâtat var demektir.
Bunlardan başka da şunlardan bahsedilmektedir.:
1-) Nutfe = Meni.
2-) Alaka = Pıhtılaşmış Kan. Burası çok mühimdir.
3-) Su = Min Maa.
4-) Tek Bir Can. MÎN NEFSİN VAHİDETÎN.
5-) Müsbet. Menfi. Dişi. Erkek "Zevceyn"
Şimdi bunların genişletilmesine geçelim.:
1-) "İZ KALE RABBÜKE Lİ'L- MELAİKETÎ İNNÎ HALİKUN BEŞEREN MİN TIYN"
إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِن طِينٍ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle buyurmuşlardı: "Gerçekten BEN, (süzme-özeme) çamurdan bir beşer yaratacağım." (Sâd 38/71)
"Cenâb-ı HAKk Meleklerine söyledi. Ben sıcak çamurdan insan yaratacağım!".
"ALLAH'ın Murad ve Arzusu." "İstikbâlde"
Burada "Tıyn" sıcak çamur.
Arz teşekkül ettiği zaman sıcaktı.
"Tıyn" Burada "Lav"'dır.
Bu âyette Murad vardır.
İstikbalde yaratacağım.
"Tıyn" de evvelden yaratılmış mânâsı vardır.
Tıyn mevcuttur.HAKk'ın KÛN Emriyle yoktan var olan Kâinâtta...
Aradan uzun yıllar geçti.
Tıyn değişti. Soğudu.
Arzın kabuğu husül buldu.
"Kant-Laplace" Nazâriyesi.
Mekânsızlıktaki oluşları, mekândaki zaman ölçüsüne vurduğumuz zaman, milyarlarca yıllar ortaya çıkar...
En basit olarak, elektrik ve ziyânın saniyedeki sürati üçyüzbin kilometredir.
Bunu mekânda zaman ölçüsü olarak bir an olan saniye ile ölçmek aczi derecesine düştüğümüzün, kimse farkında değildir.
Mekânda herşeyin, her varlığın, her maddenin bir oluş müddeti vardır. Dünyada her şey bu müddet ile mütalâa hududuna girer.
2-) "VE LAKAD HALAK NE'L- İNSANE MİN SALSALİN MİN HAME İN MESNÛN."
"İnsan Salsal'den halk "Edildi"
Neden halk edildiği bildiriliyor.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
“Ve le kad halakne’l- insâne min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin).: Andolsun BİZ insanı balçıktan, şekil verilmiş öz çamurdan yarattık. (Topraktan süzülen gıdalardan oluşan meniyi insan vücudunun tohumu kıldık.)” (Hicir 15/26)
"HALAKA'L- İNSANE MİN SALSALİN KE'L- FEHHAR"
"Yaratacağım" Murad ve arzusunun haberi.
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ
“Halaka’l- insâne min salsâlin kel fehhâr (fehhâri).: (ALLAH) İnsanı (Hz. Âdem aleyhisselâm’ı, pişmiş çini ve çömlek hamuru gibi) süzme bir çamurdan yaratmıştır.” (Rahmân 55/14)
İnsanı ateşle yoğrulmuş gibi kuru çamurdan "Yarattı".
Çamuru halk etti ondan sonra yarattı.
Malzeme bildiriliyor. "Kudret"
Burada "Salsal" sıcak kuru çamur, "soğumuş lav".
3-) "HAME" biçim verilmiş, sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun karabalçıktan "Yarattık" "Kudret".
"MİN HAMEİN MESNÛN"
Arz teşekkül etmiş.
Her şeyin olabileceği bir kıvama gelmiştir.
İlk evvel bu devirde:
"HALAKA'L CANNE MİN MARİCİN MİN NÂR".
وَخَلَقَ الْجَانَّ مِن مَّارِجٍ مِّن نَّارٍ
“Ve halaka’l- cânne min mâricin min nâr (nârin). Ve halaka’l- cânne min mâricin min nâr (nârin).: Cann’ı (cinnleri) de ’yalın-dumansız bir ateşten’ (enerji-elektrik cinsinden) yaratmıştır.” (Rahmân 55/15)
"Cini hâlis alevden yarattı"
Cinler insandan evvel halkedilmiştir.
İlk devrin iklimine uygun arzda, insan yaratıldığı zaman iklim değişmişti.
"HAME" teşekkül etti.
O zaman cinler görülmez oldu.
Buharın soğukta görünür, sıcakta görünmez olduğu gibi; vasat değiştiği için "NÂR" dan yaratılan görünmez oldu.
4-) KEMESELÎ ÂDEME HALAKAHÜ MÎN TÜRÂBIN.
Âdemi topraktan "Yarattığı" gibi.
"TURÂB" toprak.
Bugünkü toprak:..
إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
“İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem (âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Şüphesiz, ALLAH katında İsâ’nın durumu Âdem’in durumu gibidir. Ki onu topraktan yarattı, sonra ona "OL!" demesiyle o da hemen (ortaya çıkıp) meydana geldi. (Hz. İâa da ALLAH’ın dilemesiyle babasız oluşuverdi.)” (Âl-i İmrân 3/59)
Hülasa olarak:
1-) Tıyn.: Sıcak çamur Lav.
2-) Salsal.: Kum çamur. Kelfehhar : "Soğumuş Lav".
3-) Hame.: Karabalçık. Sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun kara toprak.
4-) Turâb.: Toprak. Bugünkü toprak.
Bunlardan başka yaratılış malzemesinin cinsleri bildirildikten sonra harcı, içine giren diğer nesneler geliyor.
5-) SU.: Min mâ .
"VALLAHÜ HALAKA KÜLLE DÂBBETİN MİN MÂ "
وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih (batnihi) ve minhum men yemşî alâ ricleyn (ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’ (erbain), yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: ALLAH, her canlıyı (yürüyen, yüzen, sürünen bütün hayvanları) bir (damla) SUdan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde sürünmekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde hareket etmektedir. ALLAH, dilediğini (ve dilediği şekilde ve en uygun biçimde) yaratır. Hiç şüphesiz ALLAH, her şeye güç yetirendir.” (Nûr 24/45)
Her yaşayan mahlûku SUdan halk "Ettik". "Kudret"
Burada canlılık ifâde edilmektedir.
6- MİN NEFSİN VAHÎDETÎN.
Tek bir candan "Yarattı".
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
“Yâ eyyuhân nâsuttekû RABBekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ (nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî ve’l- erhâm (erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ (rakîben).: Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten (Hz. Âdem’den) yaratan, ondan (onun vücudundan ve onu tamamlayan olarak) da eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan RABBinizden korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının. Ve (yine) Kendi (adı hürmetine), birbirinizle (ihtiyaçlarınızı) isteyip dilekleştiğiniz (ALLAH’tan) ve akrabalık (bağlarını koparmak)tan sakının. Şüphesiz ALLAH, sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisâ 4/1)
Eşini de ondan yaratmıştır.
Tek candan yarattı.
Ondan da eşini yarattı.
"Havva"yı demek isteniyor.
Eğe kemiği nazariyedir.
Kur'ÂNda "eğe kemiği" diye bir haber yoktur.
Bunun da sebebi vardır.
Ulemânın böyle demesinde de bir sırrı belki gizlemek içindir. Veyahut doğrudan doğruya doğru olmayan bir rivâyettir.
Hiç bir kıymeti de yoktur.
7-) Zevceyn.: Müsbet, Menfi. Dişi, Erkek.
"MİN KÜLLİ ŞEYİN HALAKNA ZEVCEYN"
وَمِن كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Ve BİZ, (insanlar dahil) her şeyi (dişili erkekli) iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz (diye bu bir ibret ve hikmettir.)” (Zâriyât 51/49)
Her şey çift yaratıldı.
Bütün bu âyetlerde HAKk'ın Murad ve arzusunun Kudretiyle her şeye kadir olduğu ifade edilmiştir.
Bütün bunlar HAKk'ın Güç ve Kudretlerinin mekânda görünüşüdür.
Bütün bunlar da HAKk'ın görünüşüdür.
- Yaratacağım.
- Halk edildi.
- Yarattığı gibi.
- Şundan yarattı.
Bu lafızlara dikkat edilirse "İstikbalde"...
Malzeme yaratıldıktan sonra, ondan yarattı.
Nasıl ki şunlardan yarattığı gibi.
Onu da şundan yarattı...
Dünyanın birçok devirler geçirdiği hakikati bu âyetlerde gizlenmiştir.
Kün! emri ile esası yaratıldı.
Tekâmül etti.
O malzemeye teker teker şartlara bağlı "Kûn!" emirleri kendilerine verildi.
Bir "tohum" bütün bunları hâvi.
Malzemesi, cevheri her şeyi içinde gizli.
Kün emri de verilmiş.
"Şart, toprak, SU, hararet, bakım emre itaat."
"Emri hazırdır" yavaş yavaş o tohumda gizli "Kün Emrinin Muradı" ne ise ortaya çıkar.
Bir orman olur bakarsınız...
Her şey böyle, bir ahenk içinde kâinâtta...
Yarattığı şeyin devamı için onda bulunan cevherleri de.:
أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى
ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “E lem yeku nutfeten min menî yin yumnâ. Summe kâne alakaten fe halaka fe sevvâ.: (Oysa) Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) yapıldı, derken (ALLAH, onu) yarattı ve bir ’düzen içinde biçim verdi.” (Kıyâmet 75/37-38)
1-) Nütfe.: Meni. "ELEM YEKÜ NUTFETEN MlN MENİYYİN YÜMNA" (75/37)
2-) ALAKA .: Pıhtılaşmış Kan. "SÜMME KANE ALAKATEN FEHALAKA FESEVVA." (75/38)
İnsanın kendisi meni parçası değilmi idi? Sonra kan pıhtısı oldu. O da onu yarattı. Ondan erkek, dişi çiftler çıkar.
Müteakib yaratıya yardım mahlûklara yükletiliyor çok dikkat...
"HALAKA'L- İNSANE MiN ALÂK"
İnsanı kan pıhtısından yarattı. (96/2)
[/b]
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Halakal insâne min alak(alakın).: (Ki) O (Rabbin), insanı (ana rahmine yapışıp asılı duran bir hücre topluluğu olan embriyodan) alak’tan yaratandır.” (Alak 96/2)
Nutfe alaka'dan insanın türediği, bu âyetlere göre Âdem yaratıldıktan sonra insan neslinin nasıl teşekkül ettiği ifade edilmektedir.
Yani yaratma kudretinin kadın erkek perdesi altında mekânda zuhuru edilmiştir.
HAKk'ın kudretinin hudutsuz ve milyarlarca çeşitli olduğu tecellîleri gösterilmektedir.
HAKk'ın "Kün!" ol emri ile kâinât yoktan var olmuş felek nizama girmiş
SUda balıklar, karada ağaçlar, hayvanlar, havada kuşlar yaratılarak binlerce yıllarda süslendi her yer...
Melekler halkedildi...
Bugünkü ölçümüze sığmayan yıllar geçti...
Rakamlara vurulamayacak kadar yıllar...
Mekan düşüncesine göre.
HAKk'ın muradı böyle...
1- Tıyn.: Sıcak çamur "Lav"
2- Salsal.: Soğumuş kuru çamur. Kelfehhar Soğumuş "Lav".
3- Hame.: Sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun kara balçık.
4- Turab.: Bugünkü toprak.
5- Serâ.: Nemli Toprak...
Bu beş safhadan geçmiş binlerce sene sonra "Serâ" olan nemli toprakta her şey oldu.
Büyük ormanlar, çimenler, çiçekler, hayvanlar, kuşlar.
SUlarda binlerce çeşit balıklar, süslendi her yer...
İnsandan başkasının neden halk edildiği bildirilmemiştir.
"Yâni diğer mahlukların"
Burası çok mühimdir.
Melekler nurdan, cinnîler dumansız ateşten...
HAKk Cebraile bildirir :
Arz üzerinde " ... " Yerinin gölgesi olan falan noktadan bir avuç toprak al...
Cebrailin avucu nasıldır bilmiyoruz.
Yahut söyliyemiyoruz.
Cebrailin elinde toprak...
Arşımdan iki avuç SU al...
Arş neresi, nedir?
Bilinmez.
Söylenmez.
Belki söze gelmez de ondan söylenemez.
Cebrâilin elinde SU ile toprak yoğruluyor"İlâhî harç"
Cebraile emir çıkar :
«At "Serâ" yı!»
Parça parça çamurlar düşer...
Nereye ?
Söylenmesi yasak bir yere mekânda...
HAKk'ın esmâları, kudreti, güçleri tecellî eder.
Her bir parçada...
Bunlara.: «Toplan!» emri çıkar.
Toplanırlar parçalar bir anda...
İnsan şekli, insan mankeni teşekkül eder çamurdan...
Birden bire çamur değişir...
Milyonlarca hücre...
Milyonlarca doku.
HAKk'ın muradı ne ise öylece organlar, uzuvlar teşekkül eder biranda...
Bu parçaların toplanışı insan şeklinde olur.
Ondan dolayı.: "Ben insanı kendi sûretimde yarattım" buyrulur.
Esmâların toplanışı, muradın tecellîsi bu şekilde, insan şeklinde vücud bulur.
Kemikler, etler, sinirler, kan insanda ne varsa her şey...
Hay verilir.
Can gelir!.
Hücreler başlar çalışmağa.
HAKk'ın makinası!..
Kalkar bu manken insan ayakları üzerine...
HAKk'ın bu hünerinin sırrı ayaklarda tecellî eder.
Ayaklar, Allahın yaratma kudretinin en çok tecellî etliği uzuvlardır.
Ayak altı, Allahın insan vücudunda yarattığı en büyük sırrı âşikâr olduğu halde gizleyen uzuvdur.
Vücuddaki her organın ayak altında bir merkezi vardır.
Ayaklarda sağ ve solda vücudun bütün uzuvlarının merkezleri vardır.
Bir çok hastalıklar ayak altından belli olur.
Eğer bilirsen...
Birden ruh nefhedilir.
İnsan Âdem olur.
O anda...
Nefhetmek : Üflemek mânâsına gelirse de değildir.
Nefh, işgal etmek, şûlelendirmek demektir.
Rûh Allahın, cesedde yaktığı bir şûledir.
Allah'tan parça değildir.
Allahın yaktığı şûle veya şemâ değildir. Olmaz.
Bu cümlede yanlış yoktur.
Çok düşün!
Tahlil et!
Allahın emriyle ruhun cesedde yaktığı şûledir.
Lemâ'dır.
Ruhu bilemeyiz.
Silkinir, Aksırır...
Vücudundan çamur parçaları dökülür.
Onlarda bir anda toplanırlar...
Yeşil renk alır.
Yakut olur...
Sonra bu da düşer arza...
Toprağın alındığı yere...
Artan toprak bu...
Bu ilâhî olay bir Cumâ günü olur.
Cumâ toplanma mânâsınadır.
Nuh zamanında bu yakut siyahlaşır.
Niçin?..
Onu bilsemde söylemem...
Hacerül- Esved işte bu...
Söz bu kadar...
O da insan gibi fânidir.
Bu laf üzerinde tefekkür et!..
O da bir gün insan gibi fâni olacak...
Bitecek, aşına aşına...
O zaman işte birazda sen düşün ne olacak.
Bittiği tükendiği zaman.
En son kalıntıyı Cebrail alacak...
Bu büyük İlâhî hâdise Âdemin yaradılışı Cumâ günü oldu dedik...
Bunun için Cumâ namazı erkeklere yalnız emrolunmuştur.
Daha çok ilâhî hâdiseler oldu ama...
Bilemeyiz. Söyliyemeyiz...
Âdeme secde ediliyor.
Tahiyyat secdesi tâzim için...
HAKk'ın kendi sûretindeki yani esmâlariyle süslü Âdemde tecellî eden HAKk'ın kudretlerine secde...
Bu secdenin mukabili de Cumâ günü Cumâ namazı işte...
Cemâatle kılınır.
Yalnız kılınmaz.
Tâzime mugayirdir.
Onun için Cumâ namazını özürsüz terk doğru değildir. Sebebini söylemiyorum.
İslâma, bilene hakaret etmiş olurum.
Kendinde tanımadığın çok ulvî kudsî bir dost taşıyorsun... Allah insanın Görünmeyen kudret ve güçleriyle içinde Âdemiyet Hamulesine sarılmıştır.
Fakat bunu bilen çok azdır.
Azdan da daha az...
Cenâb-ı Allah her yerde hazır ve nazırdır.
Güçleriyle hazır ve nazırdır.
Bütün yaratıklar Allah'ın güçlerinin görünüşüdür.
Güçlerde HAKk'ın görünüşüdür.
Aslı her şey Allah'ta hazır ve nazırdır.
Allah'ın Arşını kimse bilmez.
Melekler bile bilmezler.
Cebrailin bilgisi de görmeye ait bir bilgi değildir.
Levh-i Mahfuz'a dayalı bir bilgidir.
Meleklerin bilgisi Resûlullahın bilgisi gibi değildir.
İnsanlar ancak maddî varlıkları incelemeye imkan bulabilirler.
Levh-i Mahfuz nedir?
O uzun bir bahistir.
Onu da siz öğrenin, kütübhânelerde bunun hakkında binlerce kitab vardır
KELİMELER :
Mukaddeme.: İlk söz. Başlangıç. * Önde gelen. Medhal. Giriş. * Man: İki kaziyeden ibaret olan sözün evvelki kaziyesi.
Rasih.: (C.: Râsihîn-Râsihûn) (Rüsuh. dan) Temeli kuvvetli, sağlam. * Bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan. * İyice oturmuş, dem ve damarlarına yerleşmiş, temeli sağlam ve kuvvetli olan.
İlm-i ledünn.: İlm-i ledünn, garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı izâm (A.S.) ve Ehlullâh-i Kiram Efendilerimiz Hazretleridir.
Mecâzî.: Yerinden ve haddinden tecavüz etmek. Hududunu aşmak. * (Cevaz. dan) Geçecek yer. Yol. * Edb: Hakiki mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile veya istenileni hatırlatır bir kelime ile konuşmak. İstenilene benzer bir mâna ifadesi.
Murad.: İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey. * Gâye. Maksad. Emel.
Lav.: Fr. Yanardağların ve volkanların ağızlarından püskürüp soğuyunca donan madde.
Salsal.: Kuru balçık. Kumla karışıp kurumuş olan balçık.
Tîn.: (C.: Etyân) Balçık.
Hame.: Uzun müddet SUile yumuşayıp değişmiş cıvık ve kokar çamur. Balçık.
Turab.: Toprak, toz.
Nutfe.: Duru ve sâfi SU. * Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi. * Taşmış, dökülmüş SU.
Meni.: Erkek veya dişinin bel SUyu. Döl SUyu. Nutfe. Sperma.
Alaka.: Kan pıhtısı. Uyuşuk kan.
Zevceyn.: Karı ile koca. Kadın ile erkek çift.
İstikbal.: Ati, gelecek zaman.
Nazariye.: (Nazariye. C.) Görüşler. Düşünceler. Doğruluğu isbat edilmemiş ilmi görüşler.
Mahluk.: Yaratılmış. Yoktan var edilmiş olan.
Cinnî.: Cinn taifesinden olan.
Manken.: Fr. Elbiseleri prova veya teşhir etmek için terzilerin ve hazır elbise satıcılarının kullandığı tahtadan, kartondan, madenden vb. insan şekli.
Uzuv.: (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ.
Nefh.: Üflemek, şişmek, üfürük.
Şûle.: Alev, ateş alevi. Alevlenmiş odun.
Şemâ.: Işık, çıra. Nur.
Hacerü'l- Esved : (El-Hacer-ül Esved) Kâbe'de bulunan meşhur siyah taş. Rengi siyah olduğundan "Esved" denmektedir.
Fâni.: Muvakkat, kaybolan, gelip geçici, devamlı olmayan, misâfir.
Hâdise.: (C.: Hâdisat, Havadis) Vâkıa, olay. Yeni bir şey, ilk defa olan. Haber.
Tahiyyat.: Selâmlar. Duâlar. Manevî hayat hediyeleri. Tezahürat-ı hayatiye. * Mâlikiyet, beka ve mülk. (Bak: Et-tahiyyatü).
Mukabil.: Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı.
Âdemiyet.: İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.
Hamule.: f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü.
ÂYETLER ve HADİSLER :
EL RASİHUNE Fİ'L- İLM.:
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Huvellezî enzele aleyke’l- kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummu’l- kitâbi ve uharu muteşâbihât (muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâe’l- fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh (illâllâhu), ver râsihûne fî’l- ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi RABBinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l- elbâb (elbâbi).: Sana Kitabı-Kur’ÂN’ı indiren O’dur. Ondan (Kur’ÂN’dan) bir bölümü kitabın anası (temeli ve esası) sayılan muhkem âyetler (açık ve kesin emirler)dir. Diğer bir kısmı da müteşabihtir. (Benzer manalara ve çeşitli yorumlara müsaittir.) Kalblerinde şüphe ve eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve (keyfi) te’villerde bulunmak üzere (açık ve kesin emirleri bırakıp, manası kapalı olan) müteşabih âyetlerin peşine düşmektedirler. Halbuki bunların gerçek te’vilini ancak ALLAH bilir... İlimde derinleşenler (râsihûn) ise: "Biz ona inandık, tümü RABBimizin katındandır" derler. (Ve müteşabih -kapalı- ayetlere ise; Kur’an’ın sarih hükümlerine ve Resulüllah’ın sahih hadislerine uygun yorumlar getirirler.) Zâten temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Âl-i İmrân 3/7)
VA'TESUMU Bİ HABLİLLAHİ CEMİA.:
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ (ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin mine’n- nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn (tehtedûne). Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ (ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn (tehtedûne).: (Eğer gerçekten iman ediyorsanız) ALLAH’ın İPİne (Kur’ÂN hükümlerine) hepiniz birden (el birliği içinde) sımsıkı sarılın. (Sakın) Dağılıp ayrılmayın. Ve ALLAH’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın. Hani bir vakit sizler birbirinize düşmanlar idiniz. O, kalblerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. (Ümmet ve uhuvvet şuuruyla güç kazandınız.) Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, (Kur’an ve Resûlüllah sayesinde) oradan sizi kurtarmıştı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, ALLAH size ayetlerini böyle açıklamaktadır.” (Âl-i İmrân 3/103)
Kâbe Kavseyn nedir?.:
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Summe denâ fe tedellâ. Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ.: Sonra (Resûlüllah’a) yaklaştı, "tedelli" edip (yukarıdan aşağıya kayarak, âfaktan enfüse) sarktı, (böylece Cebrâil, İlahî tecellî ve temsil sûretiyle görünüp ortaya çıktı.) Öyle ki "Kâbe Kavseyn" iki yay (parçasının) çakışması veya daha yakın (vaziyette aralarında iletişim ‘bilgi teması’) başladı.” (Necm 53/8-9)
ŞEHİDALLAHÜ İNNEKE LÂ İLAHE İLLALLAH .: Ben şâdim ki Muhakkak sen Kendisinden başka ilâh olmayana ALLAH'sın.
---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah Teâlâ buyurdu ki : "Ben insanı kendi sûretimde yarattım"
(Buhari ve Müslim'den; Kudsi Hadisler, C. 1, s.172, Madve Yayın., 1991-İstanbul)
---Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurdu: " İnnellahe haleke Ademe, ala suretihi : Muhakkak Allah Âdem'i kendi sureti üzerine yarattı."
(Sadreddin Konevî, Hadis-i Erbain,12)
ÖNEMLİ BİR NOT.:
Değerli kardeşler,
Aziz Münir Hocamızın eserlerini hizmete sunarken asla içeriğine dokunulmamaktadır.
Sadece yazılım hataları varsa giderilmekte,
Âyetlerin Arapça, Türkçe, Meâl ve Numaraları gösterilmekte,
Hadislerin orjinali ve varsa tümü bulunup kaynak gösterilmekte,
Bir de gençlerimizin anlyamayacağı Osmanlıca kellimelerin anlamları konuların altında verilmektedir.
Bütün bunları, daha iyi anlaşılmayı kolaylaştırsın diye sunmaktayız..
İnşâllah BİZ Rıza buluruz..
MuhaMMedî Muhabbetlerimle...
Latif YILDIZ
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
ANKARA 1987
"YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKÎ
YAZILACAK SIRLARIN SONU.."
Bu risâlede yazılı olanlar, bir insanın diğerine öğreteceği şey değil...
Bu soruları az kişi sorar.
Cevabını da çok az kişi dinler.
Mukaddeme önsözümüz yoktur.
Kendisinde önsöz olanlara hitaptır.
Perdeler vardır insanın gözünde.
Perdeler vardır insanın kulağında.
Perdeler vardır insanın aklında.
Merak etmeyin bu perdelerin arkasındakini.
O perdelerin arkasından geldik arz üzerine.
Seyretmek için kendi kendimizi...
Bir gün gelecek, delip perdeyi arkasındakini görmek için...
"ER RASİHUNE Fİ'L- İLM"
Biz insanlara misaller söylüyoruz.
"Onları ilimde rasih olanlar anlar." "ÂYET".
Kur'ÂN'ın üç vârisi vardır.
Fâtır Sûresinde buyurulur.
Bu üç vâris kimdir?
Her önüne gelen Kur'ÂN vârisi değildir.
Hazreti Mûsâ Peygamber olduğu halde Hızır'dan ilm-i ledünn öğrendi. Kur'ÂN Âyetlerinin bir kısmı : Mecâzîdir. Temsilidir.
Enfüsî olanı vardır, Afakî olanı vardır.
Te'vile muhtaç olanı vardır.
Musa - Hızır hikâyesi, iki deniz ne demektir ?
Hızır kimdir.
İlm-i Ledünn ne demektir?
Kurumuş balığın dirilip suya atılması ne demektir?
Mi'râc nedir?
Kâbe Kavseyn nedir?
Namaz mü'minin mi'racıdır ne demektir?
Tevhid nedir?
Bunları milyonlarca müslümanlardan çok azı anlar.
ALLAH'ın İPİ'ne sarılınız. (3/103)
"VA'TESUMU Bİ HABLİLLAHİ CEMİÂ" bu İP nedir?
Bunları Velâyet Sâhibi olanlar ciltlerle yazmışlardır.
Perdeli olarak...
Bugün bu kitaplardan uzaklaştık.
Kütüphânelerde güvelerle arkadaş, kendilerini kaybetmeye çalışıyorlar.
Bu hâl niçin böyledir.
Bu ne demektir?.
Zâhirî emirleri yapan Müslümandır.
Kemalât ->Tevhid ile olur.
"LÂ İLÂHE İLLALLAH" demek kolaydır.
"ŞEHİDALLAHÜ İNNEKE LÂ İLAHE İLLALLAH" demek İrfÂN işidir.
Kur'ÂN-ı Kerîm'de insanın yaradılışı hakkında bir çok haberler olduğu gibi.
Terkib ve yaradılış malzemesi olarak da malûmat mevcuttur.
Bu âyet-i kerîmelerde üç esasın tecellîsi gizlidir :
1- ALLAH'ın Murad ve Arzusu.
2- ALLAH'ın Bildirdikleri.
3- ALLAH'ın Kudreti. Gücü.
Yaradılışta, mekânda bulunan malzeme olarak bildirilenler Şunlardır:
1-) Tıyn.: Sıcak çamur. "Lav"
2-) Salsal.: Ateşte yoğrulmuş gibi sıcak kuru çamur.
Ateşte yoğrulmuş yani yanmış kızgın ve yek diğerine yapışmış kuru "maden kömürü yandıktan sonra yekdiğerine yapışmış gibi."
Lavın soğuması, suyunu kaybettikten sonra âdeta sünger manzarası almış gibi.
3-) Hame.: Sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun kara balçık.
4-) Turâb.: Bugünkü toprak.
Yani yukarda zikredilen safhaların sonunda zamanla intikale uğramış.
Münbit hâle gelmiş toprak...
Bu duruma göre bu devirde canlı ve nebâtat var demektir.
Bunlardan başka da şunlardan bahsedilmektedir.:
1-) Nutfe = Meni.
2-) Alaka = Pıhtılaşmış Kan. Burası çok mühimdir.
3-) Su = Min Maa.
4-) Tek Bir Can. MÎN NEFSİN VAHİDETÎN.
5-) Müsbet. Menfi. Dişi. Erkek "Zevceyn"
Şimdi bunların genişletilmesine geçelim.:
1-) "İZ KALE RABBÜKE Lİ'L- MELAİKETÎ İNNÎ HALİKUN BEŞEREN MİN TIYN"
إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِن طِينٍ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle buyurmuşlardı: "Gerçekten BEN, (süzme-özeme) çamurdan bir beşer yaratacağım." (Sâd 38/71)
"Cenâb-ı HAKk Meleklerine söyledi. Ben sıcak çamurdan insan yaratacağım!".
"ALLAH'ın Murad ve Arzusu." "İstikbâlde"
Burada "Tıyn" sıcak çamur.
Arz teşekkül ettiği zaman sıcaktı.
"Tıyn" Burada "Lav"'dır.
Bu âyette Murad vardır.
İstikbalde yaratacağım.
"Tıyn" de evvelden yaratılmış mânâsı vardır.
Tıyn mevcuttur.HAKk'ın KÛN Emriyle yoktan var olan Kâinâtta...
Aradan uzun yıllar geçti.
Tıyn değişti. Soğudu.
Arzın kabuğu husül buldu.
"Kant-Laplace" Nazâriyesi.
Mekânsızlıktaki oluşları, mekândaki zaman ölçüsüne vurduğumuz zaman, milyarlarca yıllar ortaya çıkar...
En basit olarak, elektrik ve ziyânın saniyedeki sürati üçyüzbin kilometredir.
Bunu mekânda zaman ölçüsü olarak bir an olan saniye ile ölçmek aczi derecesine düştüğümüzün, kimse farkında değildir.
Mekânda herşeyin, her varlığın, her maddenin bir oluş müddeti vardır. Dünyada her şey bu müddet ile mütalâa hududuna girer.
2-) "VE LAKAD HALAK NE'L- İNSANE MİN SALSALİN MİN HAME İN MESNÛN."
"İnsan Salsal'den halk "Edildi"
Neden halk edildiği bildiriliyor.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
“Ve le kad halakne’l- insâne min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin).: Andolsun BİZ insanı balçıktan, şekil verilmiş öz çamurdan yarattık. (Topraktan süzülen gıdalardan oluşan meniyi insan vücudunun tohumu kıldık.)” (Hicir 15/26)
"HALAKA'L- İNSANE MİN SALSALİN KE'L- FEHHAR"
"Yaratacağım" Murad ve arzusunun haberi.
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ
“Halaka’l- insâne min salsâlin kel fehhâr (fehhâri).: (ALLAH) İnsanı (Hz. Âdem aleyhisselâm’ı, pişmiş çini ve çömlek hamuru gibi) süzme bir çamurdan yaratmıştır.” (Rahmân 55/14)
İnsanı ateşle yoğrulmuş gibi kuru çamurdan "Yarattı".
Çamuru halk etti ondan sonra yarattı.
Malzeme bildiriliyor. "Kudret"
Burada "Salsal" sıcak kuru çamur, "soğumuş lav".
3-) "HAME" biçim verilmiş, sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun karabalçıktan "Yarattık" "Kudret".
"MİN HAMEİN MESNÛN"
Arz teşekkül etmiş.
Her şeyin olabileceği bir kıvama gelmiştir.
İlk evvel bu devirde:
"HALAKA'L CANNE MİN MARİCİN MİN NÂR".
وَخَلَقَ الْجَانَّ مِن مَّارِجٍ مِّن نَّارٍ
“Ve halaka’l- cânne min mâricin min nâr (nârin). Ve halaka’l- cânne min mâricin min nâr (nârin).: Cann’ı (cinnleri) de ’yalın-dumansız bir ateşten’ (enerji-elektrik cinsinden) yaratmıştır.” (Rahmân 55/15)
"Cini hâlis alevden yarattı"
Cinler insandan evvel halkedilmiştir.
İlk devrin iklimine uygun arzda, insan yaratıldığı zaman iklim değişmişti.
"HAME" teşekkül etti.
O zaman cinler görülmez oldu.
Buharın soğukta görünür, sıcakta görünmez olduğu gibi; vasat değiştiği için "NÂR" dan yaratılan görünmez oldu.
4-) KEMESELÎ ÂDEME HALAKAHÜ MÎN TÜRÂBIN.
Âdemi topraktan "Yarattığı" gibi.
"TURÂB" toprak.
Bugünkü toprak:..
إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
“İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem (âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Şüphesiz, ALLAH katında İsâ’nın durumu Âdem’in durumu gibidir. Ki onu topraktan yarattı, sonra ona "OL!" demesiyle o da hemen (ortaya çıkıp) meydana geldi. (Hz. İâa da ALLAH’ın dilemesiyle babasız oluşuverdi.)” (Âl-i İmrân 3/59)
Hülasa olarak:
1-) Tıyn.: Sıcak çamur Lav.
2-) Salsal.: Kum çamur. Kelfehhar : "Soğumuş Lav".
3-) Hame.: Karabalçık. Sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun kara toprak.
4-) Turâb.: Toprak. Bugünkü toprak.
Bunlardan başka yaratılış malzemesinin cinsleri bildirildikten sonra harcı, içine giren diğer nesneler geliyor.
5-) SU.: Min mâ .
"VALLAHÜ HALAKA KÜLLE DÂBBETİN MİN MÂ "
وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih (batnihi) ve minhum men yemşî alâ ricleyn (ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’ (erbain), yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: ALLAH, her canlıyı (yürüyen, yüzen, sürünen bütün hayvanları) bir (damla) SUdan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde sürünmekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde hareket etmektedir. ALLAH, dilediğini (ve dilediği şekilde ve en uygun biçimde) yaratır. Hiç şüphesiz ALLAH, her şeye güç yetirendir.” (Nûr 24/45)
Her yaşayan mahlûku SUdan halk "Ettik". "Kudret"
Burada canlılık ifâde edilmektedir.
6- MİN NEFSİN VAHÎDETÎN.
Tek bir candan "Yarattı".
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
“Yâ eyyuhân nâsuttekû RABBekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ (nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî ve’l- erhâm (erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ (rakîben).: Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten (Hz. Âdem’den) yaratan, ondan (onun vücudundan ve onu tamamlayan olarak) da eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan RABBinizden korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının. Ve (yine) Kendi (adı hürmetine), birbirinizle (ihtiyaçlarınızı) isteyip dilekleştiğiniz (ALLAH’tan) ve akrabalık (bağlarını koparmak)tan sakının. Şüphesiz ALLAH, sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisâ 4/1)
Eşini de ondan yaratmıştır.
Tek candan yarattı.
Ondan da eşini yarattı.
"Havva"yı demek isteniyor.
Eğe kemiği nazariyedir.
Kur'ÂNda "eğe kemiği" diye bir haber yoktur.
Bunun da sebebi vardır.
Ulemânın böyle demesinde de bir sırrı belki gizlemek içindir. Veyahut doğrudan doğruya doğru olmayan bir rivâyettir.
Hiç bir kıymeti de yoktur.
7-) Zevceyn.: Müsbet, Menfi. Dişi, Erkek.
"MİN KÜLLİ ŞEYİN HALAKNA ZEVCEYN"
وَمِن كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Ve BİZ, (insanlar dahil) her şeyi (dişili erkekli) iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz (diye bu bir ibret ve hikmettir.)” (Zâriyât 51/49)
Her şey çift yaratıldı.
Bütün bu âyetlerde HAKk'ın Murad ve arzusunun Kudretiyle her şeye kadir olduğu ifade edilmiştir.
Bütün bunlar HAKk'ın Güç ve Kudretlerinin mekânda görünüşüdür.
Bütün bunlar da HAKk'ın görünüşüdür.
- Yaratacağım.
- Halk edildi.
- Yarattığı gibi.
- Şundan yarattı.
Bu lafızlara dikkat edilirse "İstikbalde"...
Malzeme yaratıldıktan sonra, ondan yarattı.
Nasıl ki şunlardan yarattığı gibi.
Onu da şundan yarattı...
Dünyanın birçok devirler geçirdiği hakikati bu âyetlerde gizlenmiştir.
Kün! emri ile esası yaratıldı.
Tekâmül etti.
O malzemeye teker teker şartlara bağlı "Kûn!" emirleri kendilerine verildi.
Bir "tohum" bütün bunları hâvi.
Malzemesi, cevheri her şeyi içinde gizli.
Kün emri de verilmiş.
"Şart, toprak, SU, hararet, bakım emre itaat."
"Emri hazırdır" yavaş yavaş o tohumda gizli "Kün Emrinin Muradı" ne ise ortaya çıkar.
Bir orman olur bakarsınız...
Her şey böyle, bir ahenk içinde kâinâtta...
Yarattığı şeyin devamı için onda bulunan cevherleri de.:
أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى
ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “E lem yeku nutfeten min menî yin yumnâ. Summe kâne alakaten fe halaka fe sevvâ.: (Oysa) Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) yapıldı, derken (ALLAH, onu) yarattı ve bir ’düzen içinde biçim verdi.” (Kıyâmet 75/37-38)
1-) Nütfe.: Meni. "ELEM YEKÜ NUTFETEN MlN MENİYYİN YÜMNA" (75/37)
2-) ALAKA .: Pıhtılaşmış Kan. "SÜMME KANE ALAKATEN FEHALAKA FESEVVA." (75/38)
İnsanın kendisi meni parçası değilmi idi? Sonra kan pıhtısı oldu. O da onu yarattı. Ondan erkek, dişi çiftler çıkar.
Müteakib yaratıya yardım mahlûklara yükletiliyor çok dikkat...
"HALAKA'L- İNSANE MiN ALÂK"
İnsanı kan pıhtısından yarattı. (96/2)
[/b]
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Halakal insâne min alak(alakın).: (Ki) O (Rabbin), insanı (ana rahmine yapışıp asılı duran bir hücre topluluğu olan embriyodan) alak’tan yaratandır.” (Alak 96/2)
Nutfe alaka'dan insanın türediği, bu âyetlere göre Âdem yaratıldıktan sonra insan neslinin nasıl teşekkül ettiği ifade edilmektedir.
Yani yaratma kudretinin kadın erkek perdesi altında mekânda zuhuru edilmiştir.
HAKk'ın kudretinin hudutsuz ve milyarlarca çeşitli olduğu tecellîleri gösterilmektedir.
HAKk'ın "Kün!" ol emri ile kâinât yoktan var olmuş felek nizama girmiş
SUda balıklar, karada ağaçlar, hayvanlar, havada kuşlar yaratılarak binlerce yıllarda süslendi her yer...
Melekler halkedildi...
Bugünkü ölçümüze sığmayan yıllar geçti...
Rakamlara vurulamayacak kadar yıllar...
Mekan düşüncesine göre.
HAKk'ın muradı böyle...
1- Tıyn.: Sıcak çamur "Lav"
2- Salsal.: Soğumuş kuru çamur. Kelfehhar Soğumuş "Lav".
3- Hame.: Sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun kara balçık.
4- Turab.: Bugünkü toprak.
5- Serâ.: Nemli Toprak...
Bu beş safhadan geçmiş binlerce sene sonra "Serâ" olan nemli toprakta her şey oldu.
Büyük ormanlar, çimenler, çiçekler, hayvanlar, kuşlar.
SUlarda binlerce çeşit balıklar, süslendi her yer...
İnsandan başkasının neden halk edildiği bildirilmemiştir.
"Yâni diğer mahlukların"
Burası çok mühimdir.
Melekler nurdan, cinnîler dumansız ateşten...
HAKk Cebraile bildirir :
Arz üzerinde " ... " Yerinin gölgesi olan falan noktadan bir avuç toprak al...
Cebrailin avucu nasıldır bilmiyoruz.
Yahut söyliyemiyoruz.
Cebrailin elinde toprak...
Arşımdan iki avuç SU al...
Arş neresi, nedir?
Bilinmez.
Söylenmez.
Belki söze gelmez de ondan söylenemez.
Cebrâilin elinde SU ile toprak yoğruluyor"İlâhî harç"
Cebraile emir çıkar :
«At "Serâ" yı!»
Parça parça çamurlar düşer...
Nereye ?
Söylenmesi yasak bir yere mekânda...
HAKk'ın esmâları, kudreti, güçleri tecellî eder.
Her bir parçada...
Bunlara.: «Toplan!» emri çıkar.
Toplanırlar parçalar bir anda...
İnsan şekli, insan mankeni teşekkül eder çamurdan...
Birden bire çamur değişir...
Milyonlarca hücre...
Milyonlarca doku.
HAKk'ın muradı ne ise öylece organlar, uzuvlar teşekkül eder biranda...
Bu parçaların toplanışı insan şeklinde olur.
Ondan dolayı.: "Ben insanı kendi sûretimde yarattım" buyrulur.
Esmâların toplanışı, muradın tecellîsi bu şekilde, insan şeklinde vücud bulur.
Kemikler, etler, sinirler, kan insanda ne varsa her şey...
Hay verilir.
Can gelir!.
Hücreler başlar çalışmağa.
HAKk'ın makinası!..
Kalkar bu manken insan ayakları üzerine...
HAKk'ın bu hünerinin sırrı ayaklarda tecellî eder.
Ayaklar, Allahın yaratma kudretinin en çok tecellî etliği uzuvlardır.
Ayak altı, Allahın insan vücudunda yarattığı en büyük sırrı âşikâr olduğu halde gizleyen uzuvdur.
Vücuddaki her organın ayak altında bir merkezi vardır.
Ayaklarda sağ ve solda vücudun bütün uzuvlarının merkezleri vardır.
Bir çok hastalıklar ayak altından belli olur.
Eğer bilirsen...
Birden ruh nefhedilir.
İnsan Âdem olur.
O anda...
Nefhetmek : Üflemek mânâsına gelirse de değildir.
Nefh, işgal etmek, şûlelendirmek demektir.
Rûh Allahın, cesedde yaktığı bir şûledir.
Allah'tan parça değildir.
Allahın yaktığı şûle veya şemâ değildir. Olmaz.
Bu cümlede yanlış yoktur.
Çok düşün!
Tahlil et!
Allahın emriyle ruhun cesedde yaktığı şûledir.
Lemâ'dır.
Ruhu bilemeyiz.
Silkinir, Aksırır...
Vücudundan çamur parçaları dökülür.
Onlarda bir anda toplanırlar...
Yeşil renk alır.
Yakut olur...
Sonra bu da düşer arza...
Toprağın alındığı yere...
Artan toprak bu...
Bu ilâhî olay bir Cumâ günü olur.
Cumâ toplanma mânâsınadır.
Nuh zamanında bu yakut siyahlaşır.
Niçin?..
Onu bilsemde söylemem...
Hacerül- Esved işte bu...
Söz bu kadar...
O da insan gibi fânidir.
Bu laf üzerinde tefekkür et!..
O da bir gün insan gibi fâni olacak...
Bitecek, aşına aşına...
O zaman işte birazda sen düşün ne olacak.
Bittiği tükendiği zaman.
En son kalıntıyı Cebrail alacak...
Bu büyük İlâhî hâdise Âdemin yaradılışı Cumâ günü oldu dedik...
Bunun için Cumâ namazı erkeklere yalnız emrolunmuştur.
Daha çok ilâhî hâdiseler oldu ama...
Bilemeyiz. Söyliyemeyiz...
Âdeme secde ediliyor.
Tahiyyat secdesi tâzim için...
HAKk'ın kendi sûretindeki yani esmâlariyle süslü Âdemde tecellî eden HAKk'ın kudretlerine secde...
Bu secdenin mukabili de Cumâ günü Cumâ namazı işte...
Cemâatle kılınır.
Yalnız kılınmaz.
Tâzime mugayirdir.
Onun için Cumâ namazını özürsüz terk doğru değildir. Sebebini söylemiyorum.
İslâma, bilene hakaret etmiş olurum.
Kendinde tanımadığın çok ulvî kudsî bir dost taşıyorsun... Allah insanın Görünmeyen kudret ve güçleriyle içinde Âdemiyet Hamulesine sarılmıştır.
Fakat bunu bilen çok azdır.
Azdan da daha az...
Cenâb-ı Allah her yerde hazır ve nazırdır.
Güçleriyle hazır ve nazırdır.
Bütün yaratıklar Allah'ın güçlerinin görünüşüdür.
Güçlerde HAKk'ın görünüşüdür.
Aslı her şey Allah'ta hazır ve nazırdır.
Allah'ın Arşını kimse bilmez.
Melekler bile bilmezler.
Cebrailin bilgisi de görmeye ait bir bilgi değildir.
Levh-i Mahfuz'a dayalı bir bilgidir.
Meleklerin bilgisi Resûlullahın bilgisi gibi değildir.
İnsanlar ancak maddî varlıkları incelemeye imkan bulabilirler.
Levh-i Mahfuz nedir?
O uzun bir bahistir.
Onu da siz öğrenin, kütübhânelerde bunun hakkında binlerce kitab vardır
KELİMELER :
Mukaddeme.: İlk söz. Başlangıç. * Önde gelen. Medhal. Giriş. * Man: İki kaziyeden ibaret olan sözün evvelki kaziyesi.
Rasih.: (C.: Râsihîn-Râsihûn) (Rüsuh. dan) Temeli kuvvetli, sağlam. * Bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan. * İyice oturmuş, dem ve damarlarına yerleşmiş, temeli sağlam ve kuvvetli olan.
İlm-i ledünn.: İlm-i ledünn, garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı izâm (A.S.) ve Ehlullâh-i Kiram Efendilerimiz Hazretleridir.
Mecâzî.: Yerinden ve haddinden tecavüz etmek. Hududunu aşmak. * (Cevaz. dan) Geçecek yer. Yol. * Edb: Hakiki mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile veya istenileni hatırlatır bir kelime ile konuşmak. İstenilene benzer bir mâna ifadesi.
Murad.: İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey. * Gâye. Maksad. Emel.
Lav.: Fr. Yanardağların ve volkanların ağızlarından püskürüp soğuyunca donan madde.
Salsal.: Kuru balçık. Kumla karışıp kurumuş olan balçık.
Tîn.: (C.: Etyân) Balçık.
Hame.: Uzun müddet SUile yumuşayıp değişmiş cıvık ve kokar çamur. Balçık.
Turab.: Toprak, toz.
Nutfe.: Duru ve sâfi SU. * Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi. * Taşmış, dökülmüş SU.
Meni.: Erkek veya dişinin bel SUyu. Döl SUyu. Nutfe. Sperma.
Alaka.: Kan pıhtısı. Uyuşuk kan.
Zevceyn.: Karı ile koca. Kadın ile erkek çift.
İstikbal.: Ati, gelecek zaman.
Nazariye.: (Nazariye. C.) Görüşler. Düşünceler. Doğruluğu isbat edilmemiş ilmi görüşler.
Mahluk.: Yaratılmış. Yoktan var edilmiş olan.
Cinnî.: Cinn taifesinden olan.
Manken.: Fr. Elbiseleri prova veya teşhir etmek için terzilerin ve hazır elbise satıcılarının kullandığı tahtadan, kartondan, madenden vb. insan şekli.
Uzuv.: (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ.
Nefh.: Üflemek, şişmek, üfürük.
Şûle.: Alev, ateş alevi. Alevlenmiş odun.
Şemâ.: Işık, çıra. Nur.
Hacerü'l- Esved : (El-Hacer-ül Esved) Kâbe'de bulunan meşhur siyah taş. Rengi siyah olduğundan "Esved" denmektedir.
Fâni.: Muvakkat, kaybolan, gelip geçici, devamlı olmayan, misâfir.
Hâdise.: (C.: Hâdisat, Havadis) Vâkıa, olay. Yeni bir şey, ilk defa olan. Haber.
Tahiyyat.: Selâmlar. Duâlar. Manevî hayat hediyeleri. Tezahürat-ı hayatiye. * Mâlikiyet, beka ve mülk. (Bak: Et-tahiyyatü).
Mukabil.: Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı.
Âdemiyet.: İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.
Hamule.: f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü.
ÂYETLER ve HADİSLER :
EL RASİHUNE Fİ'L- İLM.:
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Huvellezî enzele aleyke’l- kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummu’l- kitâbi ve uharu muteşâbihât (muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâe’l- fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh (illâllâhu), ver râsihûne fî’l- ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi RABBinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l- elbâb (elbâbi).: Sana Kitabı-Kur’ÂN’ı indiren O’dur. Ondan (Kur’ÂN’dan) bir bölümü kitabın anası (temeli ve esası) sayılan muhkem âyetler (açık ve kesin emirler)dir. Diğer bir kısmı da müteşabihtir. (Benzer manalara ve çeşitli yorumlara müsaittir.) Kalblerinde şüphe ve eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve (keyfi) te’villerde bulunmak üzere (açık ve kesin emirleri bırakıp, manası kapalı olan) müteşabih âyetlerin peşine düşmektedirler. Halbuki bunların gerçek te’vilini ancak ALLAH bilir... İlimde derinleşenler (râsihûn) ise: "Biz ona inandık, tümü RABBimizin katındandır" derler. (Ve müteşabih -kapalı- ayetlere ise; Kur’an’ın sarih hükümlerine ve Resulüllah’ın sahih hadislerine uygun yorumlar getirirler.) Zâten temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Âl-i İmrân 3/7)
VA'TESUMU Bİ HABLİLLAHİ CEMİA.:
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ (ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin mine’n- nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn (tehtedûne). Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ (ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn (tehtedûne).: (Eğer gerçekten iman ediyorsanız) ALLAH’ın İPİne (Kur’ÂN hükümlerine) hepiniz birden (el birliği içinde) sımsıkı sarılın. (Sakın) Dağılıp ayrılmayın. Ve ALLAH’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın. Hani bir vakit sizler birbirinize düşmanlar idiniz. O, kalblerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. (Ümmet ve uhuvvet şuuruyla güç kazandınız.) Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, (Kur’an ve Resûlüllah sayesinde) oradan sizi kurtarmıştı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, ALLAH size ayetlerini böyle açıklamaktadır.” (Âl-i İmrân 3/103)
Kâbe Kavseyn nedir?.:
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Summe denâ fe tedellâ. Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ.: Sonra (Resûlüllah’a) yaklaştı, "tedelli" edip (yukarıdan aşağıya kayarak, âfaktan enfüse) sarktı, (böylece Cebrâil, İlahî tecellî ve temsil sûretiyle görünüp ortaya çıktı.) Öyle ki "Kâbe Kavseyn" iki yay (parçasının) çakışması veya daha yakın (vaziyette aralarında iletişim ‘bilgi teması’) başladı.” (Necm 53/8-9)
ŞEHİDALLAHÜ İNNEKE LÂ İLAHE İLLALLAH .: Ben şâdim ki Muhakkak sen Kendisinden başka ilâh olmayana ALLAH'sın.
---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah Teâlâ buyurdu ki : "Ben insanı kendi sûretimde yarattım"
(Buhari ve Müslim'den; Kudsi Hadisler, C. 1, s.172, Madve Yayın., 1991-İstanbul)
---Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurdu: " İnnellahe haleke Ademe, ala suretihi : Muhakkak Allah Âdem'i kendi sureti üzerine yarattı."
(Sadreddin Konevî, Hadis-i Erbain,12)
ÖNEMLİ BİR NOT.:
Değerli kardeşler,
Aziz Münir Hocamızın eserlerini hizmete sunarken asla içeriğine dokunulmamaktadır.
Sadece yazılım hataları varsa giderilmekte,
Âyetlerin Arapça, Türkçe, Meâl ve Numaraları gösterilmekte,
Hadislerin orjinali ve varsa tümü bulunup kaynak gösterilmekte,
Bir de gençlerimizin anlyamayacağı Osmanlıca kellimelerin anlamları konuların altında verilmektedir.
Bütün bunları, daha iyi anlaşılmayı kolaylaştırsın diye sunmaktayız..
İnşâllah BİZ Rıza buluruz..
MuhaMMedî Muhabbetlerimle...
Latif YILDIZ
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
SIRR
MÜNiR DERMAN
kaddesallahu SIRRahu
Şimdi yukarıda kısaca anlatılan ve akla dökülmesi güç olan ilâhî hâdiseyi dünya dekorunda bir nebze görelim.:
HAKk’ın Emriyle “Cebrâil” Âdemi yaratacağı toprağı “Turâb, Serâ” Kâbe’de bir noktadan almıştır.
İnsan mankeni yaratılmış, artan parçalar taş olmuş, yeşil yakut...
Sonra Hacerü’l- Esved...
O halde Hacerü’l- esved de Kâbe Toprağı’ndandır.
Kâbeyi ziyaret.: İnsanın ASLIna secdesidir
Hac, Medine'de Resûlü Ekremin son senelerinde emr olunmuştur.
630 Milâdî tarihinde Mekke feth edilmiştir.
Putlar Resûlü Ekrem tarafından kırılmıştır.
Ve Hac farzîyyeti başlamıştır.
632'de de Resûlü Ekrem son haccından sonra ceseden dünyadan ayrılmışlardır.
Senden artan parçalara şahadet için Hacerü’l- Esved’e el sürülür.
Hacerü’l- Esved öpülmez.
Melekler Âdemdeki Âdemîyyet Hamulesine secde etti, taşa değil...
Elini süren işâret parmağıyla sürer.
Ve kendi elini kendi öper.
Bu söze çok dikkat et aksini yapma!..
Yakutta, İnsan cesedinin terkibi vardır.
Kâbe Toprağı Özü... Hülâsası...
ARŞın SUyu’ndan bir zerre...
El sürmek.: Senden ona, ondan sana bir şey geçmesidir.
Eğer temiz isen Hacer’den sana gözle görülmez âdeta elektriki bir ”Proton diyelim” geçer.
İnsan o anda başka olur.
Binlerce sürülen ellerden belki bir iki kişi buna vâsıl olur.
Yakut hakkında hadisler vardır.: Boynunda yakut taşıyan veyâ yüzük şeklinde.
SUda gark olmaz. Boğulmaz.
Dil altına konursa “atş” susuzluğu giderir.
Üzerinde yakut taşıyan, cesedini daimâ abdestli bulunduracak...
Vücudunun esâsını bilenlerden isen, Abdestsiz ne kelâm, ne yemek, ne içme yapamazsın.
O zaman Hadisin doğruluğu ortaya çıkar.
Yoksa aksi doğru değildir fâide yerine zarar görürsün...
Yeşil yakut, kırmızı yakut, siyah yakut, damla yakut...
Dökme yapma, sentetik yakut, yakut değildir.
Hatta yakut diye uydurma yakut taklid ve bilmeden istihzâ olur.
Dikkat edin!..
Bu laflar soytarılık değildir.
Dökme yakut olursa da bu bir nevi insanın mührü mesâbesindedir.
Fakat mühür insan değildir.
İsim olarak kalır...
Havva topraktan yaratılmadı.
Âdem topraktan yaratılıp topraklıktan çıktıktan sonra Âdem'in “eğe kemiğinden” {... ) günü halkediliyor.
Fakat bu söz nazarîyedir.
Kur'ÂN’da “eğe kemiği” diye bir şey yoktur.
KADINın bu “eğe kemiğinden yaratıldı” sözü, Havva'nın halkı hususu bambaşka bir yaradılış olmalıdır ki bunda birçok sırlar ve güzellikler gizlidir.
Bu HAKk’ın Muradının en büyük SIRRıdır.
SIRR değildir amma...
Yine SIRRdır. Söylenemez. Kadrosundadır.
Bu SIRR’ın bir ucu İsâ'nın Hazreti Meryem'den babasız doğması, HAKk’ın Muradının başka şekildeki tecellîsinde gizlidir.
Bundan dolayı “Fadıl” KADINda erkekten 7 defa daha fazladır. Bu SIRRın gizlenmesi için Havva Anamızı şeytan kandırmış menedilen meyveyi yedirmiştir.
Şeytan niçin Âdemi kandırmadı da “Havva”yı kandırdı?
Bunda büyük bir SIRR vardır.
HAKk’ın Muradının âdeta bir kanunudur.
Şeytan Âdem’e secde etmedi.
Havva’ya secde mevzuu bahis değildir.
Havva'nın malzemesi başka.
Toprak değil...
Bazı kabahat gibi görünen şeyler bazı hakikatlerin örtülmesi içindir.
Yalan bundan dolayı İslâmda men’ edilmiştir.
Yalan haramdır.
Hatta şirktir. Niçin şirktir?
Yalan büyük bir meseledir.
Eğe kemiği sözü altında perdelenerek halkedilen Havva’ya hususî bir RûH nefhedilmiştir.
"TEK CANDAN"
"Nefsin Vahidetin"
Bu husus ruhtan ötürü :
"CENNET ANALARIN AYAĞININ ALTINA SERİLMİŞTİR"
Ve yine bu husus RûHtan ötürü analara süt verilmiştir.
"Ana göz yaşı" verilmiştir.
HAYY TEZGÂHI verilmiştir.
Bazı ibâdetler bazı uzvî sebepler perdesi altına gizlenerek bağışlanmıştır.
Hayızlı KADINlara namaz bağışlanır.
Bu bağışlamada büyük bir SIRR gizlidir.
Hayız perdesi altında...
Hayızlı KADIN, hayzı bittikten sonra gusül yapar.
Bu gusül, cünüb guslü değildir.
Düşünmek gerek!
Cumâ Namazı KADINlara farz değildir.
KADINlardan imam olmaz.
Peygamber, Nebî olmaz...
HAKk’ın Perdelerinden mahremiyet.
Setr emrolunmuştur.
HAKk’ın en büyük yaratığı KADINdır.
Amma bunun ne olduğunu kimse idrak edememiştir.
İdrak eden de söylememiştir.
Söyliyemez de...
KADIN şeytandır.
KADIN insanı baştan çıkarır.
Bunlar lâkırdı değildir.
Hakikat değildir.
Zayıf kimselerin sözüdür.
Bunda da bir şey ifâde edilmektedir.
Rüyada bile Şeytan'ın temessül edemiyeceği nesneler şunlardır.
Bulut.
Su.
Horoz. Her horoz değildir. Muayyen bir cins horozdur.
Koç, koyun.
Siyah gül.
KADIN ve CeNNette Huri, Hazreti Havva, Hazreti Meryem ve Hazreti Fatma.
Resûlü Ekrem...
4 Büyük melek..
KADIN.: Şeytan işlerinin aksettirilmek istendiği bir aynadır.
O kadar...
KADINa şeytan denilemez...
Neyi sevelim Yâ Resûlullah?
"Namazı, namazı, namazı!.."
"Kimi sevelim Ya Resûlullah?"
"Ananı, Ananı, Ananı!.."
İşte muhterem sahabelerin Resûlullah'a sorup aldıkları Cevâb-ı Resûl. Bu...
3 defa söylemelerindeki M.:
ALLAH için,
Benim için,
Kendin için...
KADINlardan bundan dolayı “NEBΔ Peygamber gönderilmemiştir.
HAKk’ın en büyük bol Şefkat Hissi KADINa verilmiştir.
Nebîlik muvakkattir.
KADINın işi ise muvakkat değildir.
HAKk’ın en büyük kıskandığı duygu da ona verdiği Ana Şefkatidir.
Hafaza Melekleri ana yolundan bahşolunur insanlara...
Zifafta erkeğin kılacağı iki rekat namaz bunun içindir.
Bu bahis çok derin SIRR Deryâsıdır. Uzundur.
Daha bildiğim kadar söylersem çıldırmak işten bile değildir.
KADINa eziyet edenin sonu hüsrândır.
Bunu unutma... O kadar!..
Resûlü Ekrem.: “Bana üç şey HAKk tarafından sevdirildi.”
“sevdim” demiyor "Sevdirildi" bunda ince, gizli bir emir ve mecburiyet vardır.
1- KADIN
2-Güzel koku
3- Gözümün NûRu namaz.
Bu basit bir söz değildir.
Düşünmek gerek!..
"Hayy Tezgâhı" olan KADINlar hayızdan kesildikten sonra çocuk yapamazlar.
Hayy Tezgâhı onlardan alınmıştır.
KADIN Vücudunda bulunan hormonlar artık tükenmiştir..
Burada bir şeyden bahsedeceğim :
Rahim Hastalıkları.
Çocuk düşürmelerde, gizli zinâlarda çok görülür.
Bütün hastalıkların manevî sebebleri vardır.
Bunun hakkında bir kitabımız vardır.
Merak edenler oraya müracaat edebilirler...
Bu hal KADINın yaratıldığı topraktan ayrı bir nesnenin sâfiyetine doğru gidiştir.
KADIN tamamiyle terkib itibariyle başkalaşmıştır.
Cesedî ve RûHî bir mücadele başlar ki hayatı temiz geçmemiş yani HAKk’ın Emirlerini ihmal etmiş veyâ KADINlık büyük kıymetini bilmeden hakir görmüşlerde çıldırmağa kadar giden adet kesimi krizleri geçirmeğe başlar.
Halbuki aksi olan KADINlarda cismanî bir NûR güzelliği ve sâfiyet ve ruhanî bir sükunet asaletine bürünür.
Kayın valide hikâyeleri, edebsizlikleri hayatında tövbesiz kalmış günahların kokuları ve tezâhürleridir.
KADINın semavî sâfiyet, asalet ve HAKk Katındaki kıymetini harab eden :
Dedikodu,
Olduğu gibi görünmemek,
Kendinde gizli ilâhî esmâları görmiyerek kıymetini zedelemek.
Hem cismanî hem ruhanî kıymetleri muhafaza edememek, bugünkü KADINlarda bu artık kalmamamıştır.
Aile geçimsizlikleri, hem erkek ve hem KADIN suçudur.
En büyük suç erkektedir.
Bugünkü erkek olsun, KADIN olsun, “ÎSLÂMI” “ asrın zihniyet ve ışığında değil; asrı, islâmın ışığında görerek hareket etmesi lazımdır.
“İnancımız vardır!” sözü, hiç bir yönü ile hiçbir kıymet taşımaz.
İslâm demek.: HAKk’ın yarattığı güzellikleri muhafaza eden ve yaradılışı kanunları içinde devam ettiren derecedir.
"Bu Allah'ı bilmek demektir”
İslâm KADINı İslâmdır.
Soytarı değildir.
Nenelerimizin yüzlerinde, hareketlerinde hiç bir günah gizlenemezdi.
KADINlardan imam olmaz.
Cumâ Namazı KADINlara farz değildir.
Bunların İlâhî Niçinleri vardır.
Hikmetinin SIRRını KADINlar bilseler secdeden başlarını kaldırmazlardı.
Erkekler bilseydi böyle KADINların ayaklarının altını öperlerdi.
"Ayak altı" nedir?
ALLAH'ın insan vücudunda yarattığı en büyük SIRRı âşikâr olduğu halde gizleyen uzuvdur.
Vücudda en mukaddes, vücudun uzvundan, başta geleni ayak altıdır.
Bir hadiste.: “Bir kimse anasının ayağının altını öperse CeNNetin eşiğini öpmüş olur.”
Eşik kapıdaki giriş yeridir.
O halde CeNNette kapı var demektir.
Bu kapı nedir?
Eşik nedir?
Bunlar basit mânâdaki eşik değildir.
İlerde bunu izâh edeceğiz.
Hele biraz eşikte bekleyelim.
HAKk’ın en büyük SIRRı, eseri ANNEdir.
Ayağının altına sermiş CeNNeti...
Büyük ALLAH'ın büyük eseri ANNE...
ANNE olmak, bu SIRRa karşı KADINın hürmet ve tâzim ve âdeta ibâdetidir.
Sağ ve sol ayak tabanı, parmakların alt kısımları, topuk muhtelif hastalıkların arazını ince bir sûrette gösterdiği gibi haramları, günahları da yapıp yapmadığını gösteren HAKk’ın AYNASIdır.
Cesedde nefsin hareketini ve ceseddeki hastalıkları gösteren bir topografya haritası gibidir.
Mesh icâb ettiği zaman ayağın altı mesh edilmez.
Üstü meshedilir.
Bu da gönül gözü açık olana bir şey söyler ama kimse bilmez.
Merak etmez sebebini araştırmaz.
Bir parça meshten bahsedelim;
Mesh.: Bir yere temas etme mânâsına gelir.
Lens.: Bir yere değerek duyma.
Mesh.: İsim olarak ayağa giyilen yumuşak, bileğe kadar uzayan ayakkabı manânasındadır.
Şeriatta ise Mesh.: El ile sürme mânâsınadır.
Başa, ayağa mesh etme gibi.
Meshetme SU veyâ temiz TOPRAKla yapılır.
Abdest almada “BAŞINIZI MESHEDİN!” âyet emridir.
Abdestli bir kimse mesh giymiş ise abdest tazeliyeceği zaman mesh üzerine elini ıslatarak yalnız ayağının üstünü meshedebilir.
Altına lüzum yoktur.
Fakat abdestli olarak mesh giymiş bir kimse SU bulamadığı zaman teyemmüm yapacağı sırada meshini çıkarması lâzımdır.
Ayak altına da toprağı sürmesi lâzımdır.
Meshte SU ile meshedilir.
Ayak altına mesh yapılamaz.
Şâfiler niçin çıplak ayak namaz kılarlar.
Şâfilerde mesh yapılmaz, câiz değildir.
Bunlarda gelişi güzel bir iş değildir.
Sebebleri ve niçinleri vardır..
Hülâsa ALLAH, KADINı bambaşka yaratmıştır.
Vücud bakımından,
RûH bakımından,
Duygu bakımından,
Fazıl bakımından,
Uzuv bakımından,
Kan terkibi bakımından,
Vücud terkibinde bulunan madenî maddeler bakımından “NÛR-U RESÛLÜLLAH” anadan geçerek Resûlü Ekreme intikal etmiştir.
NûRun şerefi için ANNElere süt bahşedilmiştir.
Şefkat, tahammül ve bazı imtiyazlar da verilmiş gebelik zamanında...
KADINın ne kadar büyük makamda olduğunu bilse erkekler zevcelerinin ayaklarının altını öperlerdi.
Resûlüllah Huzurlarına giren hiç bir kimseye hatta Cebrâile bile kıyam etmezlerdi.
Hazreti Fatıma, huzura girdiği zaman derhal kıyam ederlerdi. KADIN Makamının kıymetini artık düşün!
Gâfil olma!.
Bu SIRR bu kıyamda gizlidir...
Şimdi “niçin?” diye soracaksın.
Merak edeceksin.
Öğrensen bile ne yapacaksın.
Sen ondan evvel yapılması gereken şeyleri yap da, sonra merakını gider.
"Merak etme" boş bir duygudur.
Ağzında bal taşıyan arının iğnesi de vardır onu unutma...
Hiç bir KADINın, ayağının altını CeheNNem ateşi yakmaz. KADINlara söylüyorum.
Ayağına temiz bak!
Tabii güzellik sırlarına hakaret etme, tırnaklarına hürmetli ol! Onları soytarılaştırma!
Söylediklerime dikkat et!
Söylemediklerimden kendine söz çıkarma!
Bunlar güç iş değildir.
HAKk’ın Emirlerini yerine getirmiyorsan hiç olmazsa cesedine hakaret etme!..
KADINı fuhşa sürükliyen erkektir.
Irzinâ geçen erkektir.
Bu gibiler tövbe etseler bile faide vermez...
Zinâ yapan KADIN recmedilir.
İslâmiyette KADIN katli yasaktır.
Ölüm cezâsı recimdir. Taşlamadır.
Bu çok büyük bir meseledir.
Recmedilen KADIN, İndi İlâhîde suçundan mağfur olur.
Ve cesedi azâb görmez.
Ceseden şehîddir.
Bu, KADINa HAKk tarafından verilmiş bir mertebeye bağlıdır.
KADIN topraktan veyâ eğe kemiğinden yaradılış rivâyetinden uzaktır.
"NEFSİN VAHİDETÎN" den yaratıldığının delilidir.
Yalnız KADIN recmedileceği zaman âdetli olmaması lâzımdır.
Eğer bunu tesbit etmeden yaparlarsa bütün günahı emir veren ve her kim taşlarsa ona aittir, azâbı vardır.
Hele emzikli küçük yavrusu veyâ hamile olana yapılırsa emir veren de taş atanda dinden çıkarlar.
Recm edeceklerin abdestli bulunmaları lâzımdır.
Erkeklerde başvuracak cellat abdestli olacaktır.
Aksi halde küfre giderler.
Çünkü bu emir HAKk’ın Emrini yerine getirmektir.
Farz ise, farzlar abdestsiz yapılamaz.
Hayvan kesenler, hamur yoğuranlar, ekmek yapanlar hepsi abdestli olarak işi yapmaları lazımdır.
Süt sağanlar buna dahildir.
Meme veren KADINların yavrularına abdestli olarak SÜT vermeleri muhakkak lâzımdır.
Her ne sûretle olursa olsun KADIN öldüren CeheNNemliktir. Burada dinsizlik mevzu bahis değildir.
KADIN öldürmek hele küçük kız öldürmek, küçük erkek öldürmekten daha beterdir.
Büluğdan evvel kız ve erkek, KADIN öldürmek İslâm Dininde tamamen yasaktır, haramdır, tövbesi ve affı yoktur.
Zinâ yapan erkek katledilir.
Cesedi kurtulur RûHu azâb görür.
"Recmedilen KADINın guslü yapılır. Cenâze Namazı kılınır." Erkeğin guslü yapılmaz Cenâze Namazı kılınmaz.
Resûlü Ekrem recmedilen bir KADINın Cenaze Namazını kıldı.
Hazreti Ömer itiraz etti de.:
"Ya Ömer o KADIN öyle bir tövbe etti ki bütün Medine halkına taksim edilse hepsine yeter!” buyurdular.
İslâmda, ceza tatbik edildikten sonra kin ve adavet göstermek haramdır.
Sevgi duygusu hakimdir.
İslâm ceza sisteminin gerçek RûHu budur işte.
Yetimdi kaldığı evde bir câriye ile zinâ yapan Muaz İbni Mâlik recmedildi.
Sahabelerden iki zât küfrettiler.
Resûlü Ekrem duydu. Ses çıkarmadılar.
Bir saat sonra yolda ölü bir eşek gördüler.
“Bana falan sahabeyi çağırın!” diye buyurdular.
Sahabeler geldi.
Resûlü Ekrem.: “Şu ölü eşek etini yiyin!” diye emretti.
Sahabeler.: “Yâ Resûlullah bu yenir mi?” dediler.
"Demin recmedilen arkadaşınızın ırzına küfrettiniz, o söz bu eti yemekten daha kötüdür!" buyurdular.
"O, öyle bir tövbe etti ki şimdi CeNNet Irmaklarında yıkanmaktadır!.”
Recmedilen KADINa yakından Halit İbni Velid büyük bir taş atarak başına vurdu.
Halide kan sıçradı.
Halid küfretti.
Resûlüllah.: “Hele dur bakalım o KADIN öyle bir tövbe etti ki bir şâki yapsa bütün günahları affolunur!”
Hazreti Havva’nın SIRRını, Hazreti Meryem’in erkeksiz İsâ’yı doğurmasında HAKk gizlemiştir.
Hazreti Âdem ve Havva arza indikten sonra cinsî olarak birleşmişlerdir.:
Habil, Kabil isimli iki evladları olmuş, en son evladı da “ŞİT” dir ki ilk Peygamber “Şit”tir.
Habil’in öldürülmesi neticesi Cenâb-ı ALLAH, Âdem’e “Hubbetullah” mânâsına gelen “Şit”i ihsan etmiştir.
Şit ilk peygamberdir, kendisine tesbih ve tehlil gelmiştir.
Ebu Kubeys Dağında Hazreti Âdem’in yanında metfundur.
Habil ve Kabilden sonra Havva’nın, Âdemle birleşmeden Hazreti Meryem’in İsâ’yı doğurduğu gibi “Eklimya” ve “Lebuda” İsimli iki kızı olmuştur.
Kabil’e küçük kız Lebuda.
Habil’e büyük kız Eklimya verilmiştir.
Eklimya çok güzeldir.
Kabil Habil’i öldürür.
Eklim’yayı almak için...
Yukarda bahsettiğimiz gibi.:
İnsan tıyn, salsal, kelfahhar, hame, turâb'dan malzeme olarak halkedildi.
Bu Âdem...
İlk insan...
Sonra Nutfe, alâka'dan yaratma yardım malzemesi alarak İnsana verildi.
Hazreti Havva ise "NEFSİN VAHİDETİN" tek candan halkedildi. Âdem’in yaratılma malzemesinden değil Havva’nın ki...
Sonra her şey canlı cansız, zevceyn yaratıldı.
İlk evvelden...
Müsbet, menfi iki zıt element birleşti.
Bu zıtlardan bir âhenk ortaya çıktı.
Bu zıtlara yek diğerine karşı bir incizâb, bir sevgi, bir yakınlık yek diğerine kaynaşıp bir varlık husule getirme kudreti verildi...
Maddî taraftan cesedî bir incizâb başlar.
Küçülür, küçülür gözle görülmez hale gelir.
Orada bilmediğimiz yani müsbet ve menfi elementlerin, nesnelerin birleştiği yerde bir canlılık başlar.
Büyür, tekrar görünür canlılık RûHî Tezâhür şeklinde görünür.
Erkek KADINı gördüğü zaman, diğeriyle uzvî bir istek yek diğerine karşı duyarlar.
Yanaşırlar, sevişirler, koklaşırlar sonra vücudları yek diğeriyle birleşir.
Maddî görünen taraftan RûHî bir Hazza giderler.
O sırada kendilerinden görünmez maddî bir şey ayrılır... Boşanırlar...
Görünmeyen parçalar birleşir.
İki zıttan bir âhenk yaparlar.
Kendilerine benzer bir yavru taslağı olmağa başlar.
“Nutfe”, “Alâka” bunların birleşmesi neticesi bir "NEFSİN VAHİDETİN" tek bir candan husule gelir...
Hazreti Âdem’den sonra Hazreti Havva toprak, topraktan çıktıktan sonra başka bir terkib ve malzeme ile yaratılıyor.
Âdem’in terkibini taşıyan erkek, erkeğin terkibini taşıyan KADINla devam ettiriliyor.
İnsanın nesli murad olunan zamana kadar...
Erkek ölünceye kadar nutfesi devam ediyor.
Yumurta husule getirecek KADIN ise muayyen bir zamana kadar...
Bunların hikmeti ve SIRRı bu son sözde gizlenmiştir.
Gizletilmiştir.
HAKk tarafından...
Her SIRRın akıl hududuna, tefekkür perdesine getirilmesini Cenâb-ı HAKk hiç bir yaratığa vermemiştir.
Yalnız bir tek mübârek insan müstesna...
O da bunu söylemek iznini HAKk’tan almamıştır.
O’na selâm olsun.
O da Resûlü Ekremdir...
Cimâ ve birleşme cesede aittir.
Yaradılış malzemesi toprak olup, toprak topraktan çıktıktan sonraki erkek...
Aslı toprak olmayan yani ilk malzemesi “tek bir can” olan KADIN...
Bu ikisinin, iki zıttın birleşmesi...
Bu birleşmede cesedin duyduğu zevki RûH, bir telezzüz şeklinde hisseder.
“Zevk” başkadır.
“Telezzüz” başkadır.
Aynı mânâ ve duygu değildir.
Bu kelimelerden bir çok inceliklerle iç âlemin kapıları aralanır. Amma düşünebilirsen...
Zevk ->Cesede aittir, Telezzüz ->RûHa aittir.
Cünüb olan ceseddir.
Erkek cünüb olur.
KADIN cünüb hâle sokulur.
Rüyada cimâ yapan ihtilam olmuştur.
Cesede aittir ihtilam..
Fakat ihtilam başka türlü bir cünüblüktür.
Birinde uyanık iken bilerek cesed vücudu nefis yardımıyla cünüb olmaya getirir.
İhtilamda ise, RûH yardımıyla cesed ihtilam olur.
Fark arada büyüktür.
Cünüb olana gusül lâzımdır.
RûHunu cesedinden ayıran insan rüyâda ihtilam olmaz.
Bu çok zor bir iş ve güçtür.
Ancak başkasının himmet ve nazariyle mümkündür.
Veyâhut bilinmeyen bir Tevfiki İlâhîdir; O kula...
Çok ihtilam olmak uzvî bir rahatsızlık telakki edilirse de manevî bir sebebin tesiri altında çok iyi bir şey de değildir... Günah değildir, fakat ehemmiyet verilmeyecek bir durum da değildir.
Fazla açıklayamam.
Bazı hayvanların kızanlık devri vardır, ondan başka zamanlarda cimâ yapmazlar...
Veyâ yapamazlar.
Kediler, köpekler, kurtlar ve bir çok hayvanlar...
Kediler yazın başlangıcı, köpekler yaz, kurt kışın, iklimlere göre bu değişebilir.
Soğuk, mutedil, sıcak iklimlerde bu husus başka başkadır.
Sıcak bölgelerde birleşme fazladır.
Büluğ erkendir.
Soğuk ülkelerde mıntıkalarda büluğ geçtir.
Cimâ hissi azdır.
Eskimo KADINları altı ay âdet görmezler.
Bunun uzvî bir sebebi olduğu gibi bunun altında manevî bir sebeb gizlenmiştir.
İnsanlarda, bir devrede KADIN hayızdan kesilir.
Genel olarak erkeklerde de kudret zayıflamaya başlar veyâ kesilir.
Yani cimâ devri sonra gebelik.
Sonra olgunluk...
Ihtiyarlık...
Buğday olgunlaşır.
Bir tanede hem erkek hem dişi nüvesi mevcuttur.
Toprağa girdiği zaman çoğalmak için büyür.
Tekrar nesil bırakır.
Dünyada her nebat, ağaç, meyve her şey “zevceyn”dir.
Kuşlar, böcekler, balıklar hepsi aynı gözle görülmeyen mikroplar bile.
Atomlar da müsbet ve menfi, dişi ve erkek demektir...
Yalnız bir mahlûkun dişi-erkeği yoktur “İpek Böceği" ...
Eşlerini hor görüp onlara hakaret eden, dayak atan, eziyet eden erkekler bitmeyen hesaba çekileceklerdir.
Ne dinden olurlarsa olsunlar.
İster fâsık, ister münkir olsun, bu hesap hususî bir hesaptır, istisnası toz kadar bile yoktur.
Tövbesi de yoktur.
Ancak KADIN erkeğinin haberi olmadan sessiz, sözsüz hakkını helâl ettiğini kimseye bildirmeden ALLAH’tan istemesi şartı ile belki erkek bu hesaptan o da ucuz kurtulur.
Kim olursa olsun Cenâb-ı HAKk CeNNetini ANAların ayağının altına sermiştir.
Yukardaki hesapta KADINın Âdem gibi topraktan değil başka bir şeyden yaratılması dolayısıyla ona hakaret vardır.
Bu Nesne “NEFSİN VAHIDETÎN” dir.
O nedir bilir misin?...
Söylersem insan derhal çıldırır.
Onun için delilik bizde kalsın da söylemeyelim.
Doğrusunu ALLAH bilir...
Eğer bizim, deliliğimize biraz iştirak etmek murad ve arzunuz varsa ki muhakkak olacak; dediklerimi dinle! Söylemediklerimden kendine söz çıkarma!
Şu sözleri düşün.:
Şeytan niçin Havva’yı kandırdı, Âdemi kandırmadı?
Çünkü şeytan Âdem’e secde etmemişti.
Şeytan Melektir.
Havva ile secde meselesi yoktur.
Şeytan HAKk’ın Emrinden çıkamaz.
Emir olmadan CeNNete de giremez.
Cenâb-ı HAKk’ın bir Muradı bu..
Bilemeyiz.
Havva topraktan yaratılmadığından onu kandırdı.
Secde etmediği Âdemle işi kalmadı.
Şeytanın arası yok Âdem ile.
Bu da bir SIRRdır.
“KADIN şeytandır.” diye bir söz vardır.
Şeytanın Âdem’e secde etmediğine sebeb HAKk’ın Muradıdır. Emirdir bu...
Yapacağı işleri KADIN AYNAsında aksettirdiğinden KADINa şeytan sözü ortaya çıkmıştır.
Tamamıyla yanlıştır..
Hatta böyle söylemek bile doğru değildir.
Sözle çizilmiş şu resme bak.:
Uzun boy.
Nârin mütenâsib vücud.
Beyâz ten.
Siyah uzun saçlar...
İri siyah gözlü.
Sâkin ve yavaş konuşur.
Düzgün cümlelerle.
Okuma ve yazma bilir.
Şâirdi.
Karanlıkta her yer NûR içinde kalırdı.
Yere kuvvetle basarak yürürlerdi..
Resûlü Ekrem, Cebrâile bile kıyam etmezdi.
Yalnız O’na, huzurlarına girdiği zaman kıyam ederlerdi.
Bu, kendisinden bir parça olan Hazreti Fatıma’dır.
Bütün KADINların Hatunluk SIRRı onda dünya yüzünde görülmüştür.
HAKk şefaatine nâil eyleye!..
"EHL-i Beyt" O'ndandır.
O’nun devamıdır.
EHL-i Beyt'i sevmek Fatıma’yı sevmektir...
İşte O’na benzemeye çalışan islâm KADINının ANAsının ayağı altındadır CeNNet.
Hadisin manâsı budur...
Burada başka bir bahiste izâh edilecek bir mesele vardır. İnsanın bir müsbet RûHu.
Bir de menfi maddî yaradılış tarafı vardır.
Menfi tarafla mücâdele edilmez.
Maddî tabiat kanunlarına tabi ve bağlıdır.
Erkeklerde sakal bıyık vardır.
KADINlarda yoktur.
Erkeklerde genel olarak saç dökülmesi vardır.
Bıyık, sakal dökülmesi yoktur.
KADINlarda saç dökülmesi genel olarak yoktur.
Bu husus yaratılıştaki ayrılığın neticesidir.
Ve bir şey ifade ve isbat etmektedir.
Hastalık, menfi tarafa, maddî cesede arız olan hallerdir.
Bu da sezilemeyen âhenkten ayrılma neticesidir.
Bu da mikrop, hastalık perdesi ile gizlenmiştir.
Müsbet tarafın burada nizama bilerek veyâ bilmeyerek karşı durmasıdır ki bu bilirsiniz idrakî güç bir isyandır.
Cenâb-ı ALLAH, insanın neden ve nasıl halk edildiğini bildirmiştir.
Hayvanların, nebâtların cümlesinin nasıl ve neden halk edildiğini bildirmemiştir.
Meleklerin NûRdan, cinnilerin dumansız ateşten halk ediidiği bildirilmiştir.
Ve ilk hayatın suda başladığı ve balıkların halk edildiği de bildirilmiştir.
Fakat neden ve nasıl halk edildiği hakkında bilgi yoktur.
Bu bilgisizlik insanları nazariyeler kurmaya götürmüştür.
Fennî, ilmî birçok hakikatlar ortaya çıkarılmıştır.
Bunların hepsinin böyle oluşlarının sebebleri ve niçinleri vardır.
Bunlar buzlu cam arkasında buğulu olarak bilinmektedir.
Fakat asıl niçin ve sebeb malûmdur.
Başka bir bahiste bunlar bilgi hududumuz dahilinde izâh edilecektir.
Bu kitabda “Sorma, söyliyemem, söylenemez!” lafları bazı yerlerde geçmiştir.
Bunun mânâsı şudur.
Bilgisizlik değildir.
Söylenenlerden şüphe edilirse söylenen şeye töhmet edilmiş olur.
HAKk’a karşı hürmetsizliktir.
İnanılmayan bir şeye yalan isnad edilmiş olur.
Bunu söyleyen de töhmet altında kalır.
Küfür ve isyana girmiş olur.
Öyle şeyler meseleler vardır ki :
İnanılmadığı takdirde insan kâfir olur.
Yani bilmeden ALLAH’ın varlığını inkar etmiş duruma düşer.
Kur'ÂN’ın bildirdiklerine inanmayan kâfir olur.
Bir kısmına inanıp da bir kısmına aklî itiraz bile insanı kâfir yapar.
Bir emri yapmamak başkadır.
Böyle şey olmaz demek başkadır.
HAKk’ın Emirlerini yapmıyor.
Fakat bazı emirleri yapmak şartı ile inanıyorsa kâfir olmaz.
Efendim bizim inancımız vardır amma yapamıyoruz.
Baloya gider, içki içer, kumar oynar, plaja çıplak girer, bunların hepsi küfürdedir.
Gusül yapıyorlarsa bunlara kâfir denemez.
Fakat gusül yapmıyorlarsa İslâm değildirler.
Kâfirdirler. Yani küfürdedirler demektir.
Bunlar bilmeden tamamiyle inkârdadırlar.
Ne söylerse söylesinler...
Tırnak büyütmek, boya sürmek, saç boyamak asıl rengini değiştirerek.
Erkeklerde dahil, hele erkeklerde saç boyamak tamamiyle haramdır.
KADINın çıplak gezmesi, plaja gitmesi, islâm âdeti olmadığı gibi o kimseye de helâl değildir.
Haramdır.
Küfürde olana haram, helâl diye zâten bir şey yoktur...
Dünya ve nefsî kayıtlarından kurtulmaya çalış.
O zaman CeNNet ve CeheNNem kayıtları da kalmaz.
Geride ne kalır bilir misin?
Bir parça çamur.
Çamurdan yaratılan aslına döner.
RûH, ALLAH’ın Emir Cümlesindendir.
ALLAH’tan gelmiştir.
ALLAH’a dönecektir.
Günahkârların CeheNNem azâbından kurtulmaları için yapılan şefâat bir parça çamur içindir.
Çamuru tekrar çamur olmadan temiz tutmaya çalış.
Bu çamuru muhafaza için Resûl’ün Sünnetlerinden ayrılma!..
Haram demek, Resûlullahın Sünnetleri’nden ayrılmadır.
---Resûlü Ekrem Ali'ye.: "Sen Fatıma'nın kölesi ol ki, o da senin câriyen olsun!"
Resûlü Ekrem Fatıma'ya.: "Sen Ali'nin câriyesi ol ki, o da senin kölen olsun!" buyurmuştur.
İşte İslâm Âilesinin düsturu budur.
Yakut.: Çeşitli renkleri olan kıymetli bir süs taşı.
Vâsıl.: Ulaşan, erişen, kavuşan. HAKk’a vâsıl olan.
Atş.: Susuzluk. Susama.
Fâdıl.: Fazilet sâhibi. Üstün kimse.
Men.: Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek.
Tezgâh : f. Dokuma âleti.
Cünüb.: Cen3abetlik. Şer'an yıkanıp temizlenmeye mecburiyet hâli. * Irak, uzak, baid.
Setr.: (Setir) Örtme, kapama, gizleme.
Setr.: (Setir) Örtme, kapama, gizleme.
Hayz.: Hayız. (C.: Hiyaz) KADINlara mahsus aybaşı. KADINın âdet hâli. Böyle bir KADINa hayize denir. (KADINı döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veyâ çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o KADINın "aybaşısı" denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiyetçe, bu halde bulunan bir KADIN, namaz kılamaz, oruç tutamaz ve cinsî münasebette bulunamaz, haramdır.)
Uzvî.: (Uzviye) Uzva ait. Canlı. Organik.
Gusül.: Boy abdesti. Temizlenmek. Maddi, manevi temizlik için şartları dahilinde yıkanmak. Taharet-i Kübrâ da denir
Mahremiyet.: Gizlilik. Mahrem olma hali.
Temessül.: Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek
Muayyen.: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Şefkat.: Başkasının kederiyle alâkalanmak, acıyarak sevmek. Yardıma, sevgiye muhtaç olanlara karşılıksız olarak merhamet ve sevgiyle yardıma koşmak. Karşılıksız, sâfi, ivazsız sevgi beslemek
Zifaf.: Gerdeğe girmek. Gerdek.
İtibar.: (İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veyâ sözünü makbul farzetmek. * Taaccüb etmek. * Şeref, haysiyet. * Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri. * Ticarette söz veyâ imzaya olan itimad.
İhmal.: Ehemmiyet vermemek. Yapılması lâzım bir işi sonraya bırakma. Dikkatsizlik. Başlayıp bırakmak. Terk etme
Sâfiyet.: Saflık, hâlislik, temizlik.
Tâzim.: Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât HAKkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Araz.: İşâret, alâmet. * Tesâdüf, rast gelme. * Kaza. Felâket. Zâtî olmayan hâl ve keyfiyet.
Mesh.: El sürme. * Silme. * Abdest alırken başı ıslâk temiz el ile sığamak. * Taramak.
Câiz.: Mümkün, olur, olabilir. * Fık: Yapılması sahih ve mübah olan herhangi bir fiil veyâ akit.
Recm.: Taşlamak, taşa tutmak, taş ile insan öldürmek.
İnd.: Arapçada zaman veyâ mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir.
İncizab.: Cezbedilme, çekilme.
Tezâhür.: Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş. * Birbirini korumak, birbirine arka olmak. * Arkalaşmak; yâni birbirine yardım etmek.
Terkib.: Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek. * Birbirine karıştırılmış maddeler.
Telezzüz.: Tat ve zevk almak. Zevklenmek.
İhtilam.: Uyurken cenabet olmak, düş azmak. Ergenlik.
Cimâ.: Cinsi münâsebet. Çiftleşmek. * Zamm etmek.
Himmet.: Kalbin bütün kuvveti ile Cenâb-ı HAKk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * ALLAH İndinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.
Nazar.: Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce.
Ehemmiyet.: Mühim olma, ağırlık, değerlilik, dikkate değer olma, dikkat ve ihtimam, kıymet, nazar-ı dikkati çekme.
Mutedil.: Yavaş ve mülâyim. Ne pek az, ne pek çok olan. Orta hâlli. İtidalli.
Mıntıka.: (Mıntıka) Muayyen bir yer. Havali. Taraf. Kısım. Kuşak. Kenar. Yeryüzünde bir kısım. Bölge.
Âdet.: KADINı aybaşı hayzı görmesi, aylık kanama olması.
Mütenâsib.: Uygun, aralarında muntazam bir nisbet bulunan, muvâfık, birbirine mensub ve müşâbih olan.
Nârin.: f. İnce, zayıf, nazik.
“BAŞINIZI MESHEDİN!” âyet emridir :
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُوا مَاء فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَـكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
--- "Ya eyyühellezine amenu iza kuntüm ile’s- salati fağsilu vücuheküm ve eydiyeküm ile’l- merafiki vemsehu bi ruusiküm ve ercüleküm ilel ka'beyn ve in küntüm cünüben fettahheru ve in küntüm merda ev alâ seferin ev cae ehadüm minküm mine’l- ğaiti ev lamestümün nisae fe lem tecidu maen fe teyemmemu saiydan tayyiben femsehu bi vücuhiküm ve eydiküm minh ma yüridüllahü li yec'ale aleyküm min haraciv ve lakiy yüridü li yütahhiraküm ve li yütimme ni'metehu aleyküm lealleküm teşkürun.: Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı da (yıkayın). Eğer cünüb oldunuz ise, boy abdesti alın. Hasta, yahut yolculuk halinde bulunursanız, yahut biriniz tuvâletten gelirse, yahut da KADINlara dokunmuşsanız (cinsî birleşme yapmışsanız) ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin. ALLAH size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz." (Mâide 5/6)
"CENNET ANALARIN AYAĞININ ALTINA SERİLMİŞTİR"
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “CeNNet ANAların ayakları altındadır!”
(Es-Siracu'l-Münir: 2/217)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
SIRR-ı SU
MÜNiR DERMAN
kaddesallahu SIRRahu
“Kâinâtta ne varsa, ALLAH'ın Kudret ve GüçLeri'nin görünüşüdür. "Her şey ALLAH’ı tesbih ediyor durmadan. Siz bunu göremezsiniz.”
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
“Tusebbihu lehu’s semâvâtu’s seb’u vel ardu ve men fîhinn (fîhinne), ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ (gafûren).: Yedi gök, yer ve bunların içindekiler, (hepsi ve her şey) O’nu tesbih edip durmaktadır. O’nu övgüyle tesbih etmeyen ve hamdini yerine getirmeyen hiçbir şey yoktur. Ancak siz onların (yerdeki ve gökteki bütün varlıkların) tesbihlerini (ALLAH’ın emri ve takdiri ile hareket ettiklerini, onların kendilerine mahsus ibâdet, zikir ve hizmetlerini gafletiniz sebebiyle) anlayamazsınız. Gerçekten O Halîm (çok müsamahalı ve yumuşak tavırlıdır), Gafûr (Bağışlayıcıdır).” (İsrâ 17/44)
Bütün bu görünüş ve kudretler de HAKk’ın görünüşüdür. Burada tesbih demek, durmadan muayyen bir intizam içinde kaynaşma demektir ki herşeyin aslını teşkil eden Atom Âlemidir.
Değişmeyen bir nizam ve kanun halinde bu tesbih devamlıdır.
HAKk Güçleriyle her yerde hazır ve nazırdır. Her şeyi muhittir. Kaplamıştır.
Her şey yerde ve semâlarda ALLAH’ın Azîz Ve Hâkim olduğunu durmadan tesbih ediyor....
Atomların kaynaşmaları HAKk’ın Varlığını isbat ediyor, haykırıyor.
İlim ve Fen bu güçlerdeki değişmeyen kanunları bulmuş.
Her türlü Fen Dalı ortaya çıkmıştır.
Bunlardan da keşifler, icâdlar bulunmuştur.
Ay'a gitmeye kadar.
Değişmeyen kanunların güç ve kudretleriyle...
Fizik, kimya, mekanik, kâinâttaki işleme, oluş kanunlarının değişmeyen neticeleri bunların hepsi...
SU.: Hidrojen ve Oksijenden ibârettir.
Kimya bunu ortaya çıkardı.
Câzibe Kanunu, Fizik ve bütün buna bağlı oluşlar, buluşlar, bunların inceliklerini, sırlarını matematik yardımıyla hesap ederek ortaya çıkarıldı Aklın acz içine gireceği noktalara kadar matematik ile varıldı...
Bu hesapların bulduğu neticelere harfiyyen riâyet edilerek icâd edilen vasıtalar harekete geçirildi.
Ve Ay’a kadar varıldı.
Hiç şaşmadan, matematiğin buluşlarına hürmet, HAKk’ın Kudretlerinin değişmeyen kanunlarına hürmet demektir...
Bir elektrik enerji kaynağından gelen görülmeyen enerjiyi hararet, ziyâ, güç haline getirmek için onun usul ve kanunu üzere ona kati riâyet edilmesi gerekir.
Aksi olmaz.
Nasıl bir düğmeyi çevirerek o enerjiden elde edilen kudretle bir makineyi harekete geçiriyoruz.
Biz burada hareketi temin için bir vasıta oluyoruz.
O enerji, biz değiliz...
Bizim elimiz onu harekete geçirdi.
Bu işte, iyi örnek, o düğmeye târif ve usûlü üzere dokunmak kâidelere bağlı olmak demektir.
Ceryana el süremezsiniz.
Yanarsınız veya sarsılırsınız..
Kuru el az, yaş el daha çok tehlikeye ma’ruzdur.
Düğmeye basmak.: Enerjiyi harekete geçirmek için bir emirdir.
“OL!.” demektir.
Kapamak “OLma!. Dur!” demektir değil mi?...
Evet mi? Soruyorum.
Evet!.
O halde dinle.:
Bir fabrikada makinaları işletmek için şarteli açmak lâzımdır. Bu bir nevi elektrik enerjisinin makinalara gelmesine emir vermektir.
Fakat o enerji asıl elektrik merkezinden geliyor.
Siz yalnız bunu açıyorsunuz.
Vücûd Makinasındaki bütün, kudret HAKk’ın Güçlerinden geliyor.
Onu edeble, usûlü üzere çevirmek, için düğmeye basmak HAKk’ın İsmiyle olur.
BeSMeLe, yani "OL!" "KûN!" emri budur.
Sendeki kudretin harekete geçirilmesi için HAKk’ın İsmini anmak lâzımdır.
Makinaya temiz bakılır, yağı, yakıtı en iyi cinsten temin edilir değil mi?
Evet aksi makina bozulur... Değil mi?.
O halde.
Evet!
Yine dinle.:
Sana iş gören makinaya nasıl bu hususlara dikkat ederek bakıyorsan, vücûduna da öyle bakacaksın.
“Falan marka yağ en iyisidir.
Falan marka yakıt en iyisidir!” diyorsun...
Onları daima arıyorsun.
O halde...
Daha sözüm yok, aklın var uzun uzun düşün bakalım nereye varacaksın...
Bugünkü insanlar eskilere nazaran daha çok;
Evinin boyasına, perdesine, mobilyasına, elbisesine, konforuna musluğuna, helâsına, banyosuna baktığı kadar kendine bakmıyor...
Geçmişin sahifelerini çevirin.
Hor gördüğün geçmişte güzel bir eskiyi güzel bir yeni yapın...
İslâmda.: BeSMeLe "KÛN!" Emrinin yâni "OL!" Emrinin anahtarıdır.
Şartelidir.
BeSMeLe.: Âyettir.:
“İnnehu min suleymâne ve innehu bismillâhi’r rahmâni’r rahîm.”
إِنَّهُ مِن سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
“İnnehu min suleymâne ve innehu bismillâhi’r rahmâni’r rahîm (rahîmi).: "Bu mektup (peygamber) Süleyman’dandır ve Rahman, Rahim olan Allah’ın adıyla (başlamakta)dır." (Neml 27/30)
Kur'ÂN-ı Kerîm =>ALLAH Kelâmı, abdestsiz okunamadığı gibi BeSMeLe de abdestsiz söylenemez.
Kur’ÂN arapça değildir.
ALLAH'çadır.
Kafana itiraz etme arzusu getirme.
Böyledir.
Bugün BeSMeLe ciklet gibi olmuştur.
Bu durumda BeSMeLeden fayda göremezsin...
Çünkü düğmeye tam basmazsan zil çalmaz.
Cikletten bir fayda bekleme.
Çenen yorulur.
Geviş, getirmek insanlara ait değildir.
Hırsızlık ve taklid de doğru değildir.
Her işte HAKk’ın verdiği enerjiyi kullanmak için BeSMeLe lâzımdır.
Bunu da söylemek için abdest lâzımdır.
“Abdestsiz: Yeme. İçme. kelâm etme” diyoruz!
Sen HAKk’ın güçlerinin Naib Makinasısın...
O’na lâzım malzemeyi O’nun İsmini anmadan yani "OL!." diye bilmek için...
Abdest alırken: Zihnen, dili kıpırdatmadan söyle...
Gidâ.: HAKk’ın Ni’meti "Binimeti Rabbike Fehaddis" (Duha 93/11)
İçme.: SU’dan halkedildik. "Vecealna Minel Mâi Küllî Şeyin Hay"
(Enbiyâ 21/30)
Kelâm: Sen "Kul"sun.
Kul =>ALLAH Namı’na konuşan demektir.
Kur’ÂN-ı Kerîm’de "Kul" ->HAKk’ın Namına söyle demektir.
Söz vahyin devamıdır.
Güzel sözler lâzım, çirkinler değil...
Hudud dışı sözler vardır. Bilmeden söylenmiştir.
Mesnevîde, Mevlüdde Fakat bunların hepsinin ne Hazreti Mevlânâ’dan ne de Süleyman Çelebî'den çıktığına kâni değilim...
Bu büyük insanlardan sonra Yahudi Parmağı ile kitaplarına sokulmuştur.
Bu hal hiç yorulmadan isbat edilir...
Müstehcen Hikâyeler, Müzik, Azrail'e fenâ görevler yükletilmesi..
Hakiki BeSMeLe ile.:
Deniz yarılmıştır.
Ölüler diriltilmiş.
Ay ikiye ayrılmıştır.
HAKk’ın Kudretlerinin insandan suduru,
HAKk’ın İzniyle "KûN!" lâfzı kullanmakla olmuştur..
DUÂ nedir?
Hakiki DUÂ kabul olunur.
Buna şüphe etmeyin...
DUÂ HAKk’ın sende bulunan kudretleriyle HAKk’a dönmek.
HAKk’a ilticâ etmektir.
Hakiki DUÂ yapmazsan kabul olmadığı gibi küfür derecesine iner.
Dikkat buyrulursa Resûlü Ekrem.: "Bana selâvat getirmeden niyazlar yerine çıkmaz" buyurmuştur...
"Ben onları seçerim. Sizin bir yanlışlık ve isyan hududuna girmemeniz için." Bir nevi sansür oluyor..
Çünkü "Ben ahlâkı tamamlamak için "Rahmetenlilalemîn" olarak gönderildim!" demişlerdir.
O halde dediklerimiz doğrudur.
Hülâsa.: BeSMeLe, Âyet-i Kerimedir.
Abdestsiz Âyet-i Kerime okunmaz.
O halde abdestli gez, abdestsiz konuşma, yeme, içme, böyle olan insan Hazreti İnsandır.
O kimse yeryüzünde ALLAH'ın görünür gücü gibidir.
BeSMeLe.: "B, S , M , L, He"
Bi İsmi Muhakkak o İsimle demektir.
"O İsim ile" Her şeyde O vardır demek değildir; Dikkat edin!..
Her şey O'ndandır.
O'ndan zuhur etmiştir.
Zuhur eden ne varsa O yaratmıştır.
O'nun zâhir teceilisidir.
Her şey O'nundur.
Her şeyin başlangıcı O dur.
Ben de O'nun yarattığı bir kulum!..
Her hareketim O'ndan.
Ben de her hareketime her işime O'nunla birlikte başlarım.
Ben O'ndan ayrı değilim.
Zâten hiç bir şey O'ndan ayrı olamaz...
Beni serbest bıraktığı, bana cüz'i bir irade verdiği için, ben gurur duymam.
Ben O'nun yarattığı bir mahlukum, O'nun arzu ve isteği ile şükran ve hamdimi bildirmek için her işime O'nun ismiyle başlarım.
O'nunla beraber başlarım...
Çünkü ben, O'ndan bir parça, bir zerreyim.
Bir motorun kendisi işlemez, onu işleten içine giren benzindir.
Ateş alır, gaz olur, kuvvet ve enerji olur.
Motoru işletir.
Vüçudda bir motordur.
Onu işleten HAKk’ın verdiği ve ondan bir zerre olan, onun emrinden olan RûHtur.
RÛH ölmez.
Bütün bunlar rızık perdesinin altına gizlenmiştir.
Onlar da bir çok perdeler altına gizlenmiştir
"LEN TERANİ.: BENi göremezsin!" dedi.
"LEN ERA.: BEN görünmem!" demedi.
Ondan olan RÛH hiçbir vakit ona saldırmaz!
RÛH, ALLAH'ı idrak edecek kabiliyet ve kudrette yaratılmıştır.
İnkâr edenlere şaşmamak mümkün değil.
Onlar akıl ile bu hüsrana düşmüşlerdir.
Aklın ötesinde, aklın durduğu hududdan sonra HAKk’ı idrak hududu başlar.
Bütün kâinât, HAKkın güçlerinin, kudretlerinin görünüşüdür. Bu güçler de HAKk’ın görünüşüdür.
Perdeler vardır insanın gözünde.
Perdeler vardır insanın kulağında.
Perdeler vardır insanın akıl ve idrâkinde.
Merak etme bu perdelerin arkasındakini, çünkü o perdelerin arkasından geldik arz üzerine, seyretmek için kendi kendimizi...
Buraları mantık ile zedeleme.
Bunlar aklın hududu dışındadırlar.
Bu gibi şeyleri akıl ve mantık ile çarpıştırmadan kabul etmek lâzımdır.
Mantık demek bir işte akıl kadrosuna sokmak için bu işte pürüz varmı yok muyu bulma meleke ve usulüdür.
Mantık dünyadaki ruhî ve maddî ahengin içinde anlayamadıklarımızı anlamağa çalışırken lâzım olan aklın bir klavuzudur.
Bir mıknatıs ile çekmek gibi.
Fakat yalancıları değil de hakikatları çekme.
Yalancılar ortada kalır...
Buralarda felsefe ve metafizik tepinmeye başlar.
Bunun gibi düşünceler.: İnsanı meçhul ve mevhum hiçbir yerden alır ve hiç bir şeye götüren yolların klavuzu ve haritasıdır.
1-) Bismillah.
2-) Bismillahi ALLAHu Ekber.
3-) Bismi yâ Rahmân.
4-) Bismi yâ Rahîm.
5-) Bismillahi Hal’iku Ekber.
6-) Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.
7-) Euzurbillahimine’ş-şeytaniracim Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm..
Kul eûzu bi rabbi’l- felâk ve,
Kul eûzu bi rabbi’n- nâs..
İki sûrede Medine’de nâzil olmuştur.
"VALLÂH. BÎLLAH.”
"O, ALLAH var ya bütün sonsuz kâinâtı muhittir."
“Şah damarımdan bana daha yakîn olan O’nda, erir ve yok olurum. O’nunla birlikte söylerim ki!” demektir.
Bu aynı zamanda en büyük yemindir.
Ve aynı zamanda çok tehlikeli bir lâfızdır.
Çok müslümanlar bu lâfzı ağızlarından eksik etmezler.
Büyük gaflet içindedirler.
Küfre insanı sokar hatta haberi olmadan insan kâfir olur.
Bütün BeSMeLelerin zamanı nerelerde söyleneceğine geçmeden evvel şunları söylemek isteriz.
Bunların bir kısmı.:
1-) Yalnız söyleyenin kendi işitmesi, başkasının işitmemesi gerekenleri vardır. Yalnız dil oynatmak ve kendi kendine söylemek.
2-) Başkasının duyması gerekenleri vardır.
3-) Tamamiyle gizli söylenenleri vardır.
4-) BeSMeLe HAKk’ın.: “KÜN!. OL!” Emrinin Anahtarıdır.
"BeSMeLesiz İşlerde Hayır Yoktur!” hadis-i şerif.
Yani o işte HAKk’ın İzni alınmamıştır.
Düşünülürse BeSMeLesiz başlayan her iş ve harekette HAKk’ı unutmak gizlidir.
Bunun altında da çok ince tehlikeli inkâr saklıdır.
Amma bu “AZîM” denilen müsamaha, HAKk’ın hoş görme hududu içindedir.
Fakat bu da incelerin incesi bir hududdur.
Akla gelip de fiili, hareki ve söze intikal etmiyen düşüncelere verilen isimdir.
“AZîM” böyle bilinmelidir.
İslâm Dini çok ince bir Dindir ve ALLAH'ın İndinde en makbul bir Dindir.
Âyet-i Kerime ile HAKk bunu bildirmiştir..
"BeSMeLe, abdestsiz iken kat'iyen sesli söylenmez."
BİSMİLLAH.:
Abdestsiz söylenebilir ve kimse duymamalıdır.
İçten söylenecek ve fakat dil oynatılacak sessiz bile olsa dili oynatmak dil ile ikrâr demektir.
Abdestli iken sesli duyulacak sûrette söylenir.
Niçinleri var: Abdestsiz kimse “Nâs” dır.
Lâalettayin bir insandır.
İmânı izhâr için kendi kendinde gizli insan demektir.
Abdestli insan “MÜ’MİN” dir.
Âdemîyyetini izhâr ve kendi kendine tasdik için sesli duyulacak sûrette söyler"
Abdest alacağın zaman sesli olarak:
“Euzubillahimine’ş-şeytani’r-racim” SUya daha dokunmadan evvel söylenir.
Eller yıkanır, ağıza SU verilir.
Sonra tekrar ellere başlarken “Bismillah” söylenir.
Yâni SUya temas ettiği zaman...
Teyemmümde hepsi sessiz ve zihnen Bismillah...
Gusülde "sessiz" “Euzubillahimine’ş-şeytani’r-racim. Bismillah.”
Bu BeSMeLe SUya hürmeten cesedin söyleyişidir.
Cimâ’da, başlarken “Sessiz” “Euzubillahimine’ş-şeytani’r-racim”
Gusülde evvelâ abdest alınır.
Sonra ağız ve burun 3 er defa yıkanır bu farzdır.
Abdestte ağız ve burun yıkamak sünnettir.
Gusülde ağız yıkamağa "MAZMAZA" denir.
Bu olmadan gusül olmaz.
Sonra başından aşağı SU dökülür.
Bu cesedin bir nevi istiğfarıdır.
Sonra sağ omuzdan, sonra sol omuzdan SU dökülür.
Bunlar “Hafaza Meleklerinin” tekrar sana yanaşmasının ve gusül yaptığının şahâdetidir.
Cimâ’da Hafaza Melekleri ve bütün haramlarda içkide, kumarda, zinâda çekilirler, onların çekildiği zaman insan mü’min değildir. Kâfirlerde, münkirlerde münâfıklarda Hafaza Melekleri çekilirler.
"Zinâ yapan o anda mü’min değildir" Hadis-i Serif.
Kadın olsun erkek olsun...
Hafaza Meleklerinin çekilmesi, HAKk’ın Rahmetinin hududsuz olduğunu ilândır.
Kul tövbeye gitsin diye.
Livata yapanlar küfürdedirler. Tövbeleri makbul değildir.
Av yaparken, abdestli olmak, Kurşun atarken veya hayvan ile avlarken, şahini salarken Bismillah.
Balık avlarken ağı veya oltayı atarken abdestli Bismillah...
Hayvan keserken, abdestli olmak lâzımdır.
Sesli başkasının ve hayvanın duyacağı şekilde.: “Bismillah ALLAHu Ekber!.” “ALLAH” sessiz söylenecek.
“Ben Bunu Yapmıyorum!.” demektir
Abdestsizken yemek yersen “TUZ” ile başla.
Ve sesli olarak “Bismillah” de.
TUZ ile başla. Ve sesli olarak “Bismillah!” de.
TUZ ile değilse sessiz söyle.
Sebebini de sorma..
Abdestli iken de TUZ ile başlamak ve TUZ ile bitirmek İYİdir ve Sünnetir.
Abdestli yemek yemek, en doğrusudur.
“İYİ” dir, Sözünü İslâm lügatında; “çirkindir, fenâdır, iyidir” kelimelerinin anlaşıldığı mânâ değildir.
İYİdir.: “Bunda HAKk’ın Rızası var” demektir.
Sünnet, Sünnet-i Resûl demektir..
SU içerken iş bambaşkadır.
Abdestsiz olarak yalvarırım SU içmeyin.
Sebebini de merak edip sormayın!..
SUyu mümkünse oturarak, çökerek için.:
"Bismillah yâ Rahmân!." deyin.
İçtikten sonra da.: “Ve Cealnâ Mine’l- Mai Külle Şeyin Hay” diyerek.: “Elhamdülillah Yâ Vâcid!” söyleyin...
"Sıcak ve soğuk SUya, yemeğe üfürmeyin (soğutmak için.)" Hadisi Şeriftir.
Üfürmekte nimete karşı ince bir hakaret ve hürmetsizlik gizlidir.
Bunu söyleyemem sebebi çok mühimdir, söyleneni yaparsanız iyi olur. Sözümüz o kadar...
Resûlü Ekrem'in bazı hadislerinde emir gizlidir.
“Yapınız!.”
Bazılarında da ihtiyarî bırakılmıştır.
İhtiyara bırakmakda da büyük bir şey gizlidir.
Bu sebep bilinirse o Hadisin bildirdiği şey insana âdeta farz olur.
Terki, insanı felâkete götürür.
O zaman tahammülün üstünde bir yük olur.
Böyle hadisleri söyledikleri zaman sorulan suallere Resûlüllah cevap vermemişlerdir.
İbâdetlerde "Sünneti Müekkide" ve "Gayri Müekkide"ler vardır.
Te’kid edilmiş yâni yapılması muhakkak lâzımdır.
Te’kid edilmeyenlerde kendileri terk ederek ümmetine fazla külfet vermemişlerdir.
Bunların hakikati anlaşılırsa, o zaman insan tedirgin olur ve terkinde küfre bile gidebilir...
Küçük bir misâl verelim :
1-) Daima abdestli bulunmak.
2-) Gece namazı kılmak.
3-) Yerde yatmak.
Resûlü Ekrem’e farzdır, ümmetine bir şey değildir.
Soğan ve sarımsak ve bazı gidâları yemek Resûlü Ekrem’e haramdır. Ümmetine mübahtır.
Cünüb olduğu zaman, gusül ümmetine farzdır.
Hakikatlara vukufu olan öyle büyük kullar vardır ki.
HAKk’ı bir an unuttukları zaman gusül etmeye mecbur olurlar. Bu gusül çok mühimdir.
Sorma!. Sen bildiğin guslü yap o sana yeter artar bile...
Guslü icâb eden hallerde insan herşeyi unutur.
Kendini ve HAKk’ı dahi...
Ondan dolayı cesedin tövbesi için gusül emr olunmuştur.
HAKk’ın neden halk ettiğini bildirmediği ve her şeyi ondan halk ettiği SU, ile yıkanmak emri bundan dolayıdır.
SU içmesi men’ edilen bir hastanın diline SU damlatılırsa ferahlar, “neden?” bunda birşey gizlidir.
SU olmadığı zaman cesedin yaratıldığı, toprak, ile teyemmüm edilmesi bildirilmiştir.
Toprak olmasaydı.
SU görünmezdi.
HAKk SUyu göstermek için toprağı halketti.
SU ile toprak sarmaş dolaş oldu.
Ve HAKkbu hakikati, Kadir bilen ahbaplığı sevdi, ondan insanı halketti.
Ve kendi emrinden bu hamura RÛHu gönderdi.
Onun için toprak insana şöyle söyler.:
“ALLAH seni benden yarattı. Yine bana vereceğini va’d etti. Borç vermekle ödenir!.
Bunda ince İlâhî bir haykırış gizlidir.
Kudreti İlâhîye evvelâ SUdan.
Sonra benden geçerek, insanda tecellî etti.
Yol o halde bendedir.
Tekrar oraya Benim Yolumdan geçilerek gidilir.
Size temiz pâk olarak karıştık, döndüğünde sende Bize temiz gelirsen ne sen ne de ben utanırız.
Huzurda...
ALLAH, SUyu neden halkettiğini bildirmedi.
Beni neden halkettiğini hiç haber vermedi.
Biz HAKk’ın kudretinin bilinmeyen perdesiyiz...
Topraktan halkedildiniz.
Tekrar bize döneceksiniz.
Tekrar biz de, “SÛR” ile dirilip HAKk’ın Huzuruna hep birlikte çıkacağız.
Aman, bize sorulacak suallerde bizi müşkül duruma sokmayınız...
İndi İlâhîde bizim şahâdetimiz çok makbul ve doğrudur.
Kâinâtta her şeye rızık bizden verilir.”
Söylemiş ya bir HAKk Dostu.:
“Benim sadık dostum kara topraktır!.”
Ayakta SU içmek mecburiyetinde kalırsınız.:
Sağ ayak başparmağını yukarı doğru kaldırıp :
“Allahümme salli alâ men şerebe kâimen ve kuuden. Şerebe.: ALLAHım.! Ayakta ve oturarak SU içene salât et!.” diyerek içmelidir.
Bu hadistir.
Sağ ayak başparmağını yukarı kaldırmakta “BABENSKΔ refleksi müsbettir.
Mide yolundan içilen SU bağırsağa geçmez.
"TABES" denilen, hastalıkta mide plöründe şiddetli sancılar olur.
Bu plörün kapamasıdır.
Burada da babenski müsbettir.
Ayakta mide yolu açılır.
SU doğrudan bağırsağa geçer.
Parmağı yukarı kaldırırsan yol kapanır.
O an için SU midede kalır...
En iyisi oturarak içmektir...
BeSMeLe.:
ALLAH’ın kullara en büyük hediyesidir.
HAKk ile temas ve onun insana bahşettiği kudret ve kuvvetler, BeSMeLe kullanmak ile mümkündür.
HAKk’ın Kudret ve Güçlerini kullanmak için müsaade almaktır. Âdeta HAKk’ın Kapısını çalmak bununla olur.
Bugün müslüman geçinenler BeSMeLeyi âdeta ağızlarında çiklet yapmışlardır.
Bu hal günahmıdır?.. Hayır...
HAKk’ın İsmine birşey yapamazsın...
Fakat ondan zerre kadar fayda göremezsin...
Bu hal devam ederse cesedin utanır ve yavaş yavaş kendini helâka getirir. Seni...
Böyle olan “SEN” nedir bilirmisin?
Cesedin ile RÛHun arasına giren “Nefis”sin.
Sen nefisle tamamiyle bitişiksin.
Âdeta osun.
Fakat sen değilsin...
Aynaya baktığın zaman kendinsin ama sen aynada görünen değilsin...
HAKk’ın Kapısını çalmak BeSMeLe iledir.
Senin verdiğin kudretle senin yerine iş göreceğim müsaade et.
Kulların kapısını çalmakta selâm ile olur.
Evine girerken sol ayağını evvela çıkar, yere basmadan evin içine at. evin içine basarken “Selâmun aleykum” de..
Sağ ayağını da çıkarıp basarken “BİSMİLLAH” söyle.
Çıkarken evinden ilk defa sağ ayağınla “BeSMeLe” çekerek çık!..
Arzuladığını ondan sonra oku...
"Es Selâm" deme!..
Harf-i Târifli selâmın nerede söyleneceğini de öğren...
Benden değil!..
Kitaplardan, hocalardan.
Bana sorma seste çıkarma!.
Benim sözlerim zordur.
O kadar!..
Ben ne sana benzerim ne de sen bana!..
Bu bir makam veyahut kibir, büyüklük meselesi değildir.
Belki senin ayarına kadar bile ulaşamamış bir kulum...
HAKk Katında ben bir “HİÇ”im.
HAKk’ın benim yanımdaki kıymetini çoğaltmağa çabalıyorum. Gölgesi görünmeyen HAKk’ın gölgesini takip ediyorum.
Saman çöpünde perdelenen zikri işitmezsen bile o zikri sezmeye çabala!
Her türlü ince bidâtten, ince şirkten, ince haramdan kurtulmak lâzımdır.
"Es Selâm" ALLAH’ın Kulunu koruyan gizli İsmidir.
Bu esmâdan dolayı biz :
“Selâmet ile git!
Maa’s-selâmi!
HAKk’ın Hıfzı senin üzerinde olsun!.
"Es Selâm" Esmâsının Melekleri seninle olsun!.”
Eskiden “sağlimen geldim!” diye telgraf veya mektup yazarlardı.
Bu, ALLAH'ın es Selâm Esmâsının Melekleriyle geldim, getirildim.
“Selâmet ile... HAKk’a bin şükür olsun!” demektir.
“Selâmün aleyküm. Es selâmu aleyküm.
"Aleyküm es Selâm. Ve aleyküm es Selâm.”
Bunları da bugün dejenere ederek ağzımızda çiklet yaptık...
Bu hal hiç doğru değildir.
“Ne yapalım?” dersen.
Her yerde söyleme.
"Merhaba" kâfidir.
“Merhaba” demek benden çekinme, bensen sana zarar gelmez demektir.
"Es Selâm"ı bilene söylersem iyi olur.
Bilmeyene söylemem.
Amma sen de bilmiyorsun.
O halde "Merhaba" da kal!.
Senin için iyi olur..
Eskiden sağ eli alına getirip ağıza doğru indirirlerdi.
Bir de ağızdan yukarı alına kaldırırlardı.
Bunların mânâları büyüktür.
Ne zaman öyle ve ne zaman böyle yapılır bilmek lâzımdır.
Bugün dünya bunu bilmeyenlerle doludur.
Ondan dolayı bunun modası geçti diyorlar.
İyi diyorlar, zirâ insan hem kendi günaha girer ve küfre...
Bu senin, benim veya üç sapığın işi değildir.
HAKk istemedi.
Artık lâyık görmedi de bugünün insanlarından sildi...
“Modası geçti!.” diyorlar.
Buda çok iyidir.
Pirinç, ayıklanıyor, kimse farkında değildir.
Bu lafı bile anlamadınız.
Anlıyamazsınız!
Öğrenemezsiniz de!..
Yukarda dedik ya sözlerimiz zordur.
El ile selâmın "Nahr" ile alakası vardır.
Tekbir getirirken eller göğüs hizasına kaldırmak mânâsınadır.
Boğazlamak mânâsına değildir.
Bayram Namazı ve Kurban Bayramında, Kurban kesmek HAKk’ında sarih bir emir olmadığı.
Yalnız bazıları ALLAH'dan başkası namına Kurban keserdi. Bunun ürerine ALLAH Namına olması emrolundu.
Hazreti Ali Efendimize nahr HAKk’ında sorulmuş ve bu cevabı vermişlerdir.
“Namaz kıl ve tekbir getirirken ellerini göğüs = Nahr hizasına kaldır!”
Resûlü Ekrem.: “Yâ Cebrail, burada Nahr nedir?”
(Cebrâil aleyhisselâm) .: “Yâ Resûlullah! Bu hayvan boğazlamak değildir.
ALLAH namaz için tekbir getirileceği zaman ellerini göğüs hizâsına kadar kaldırmayı emrediyor.
Rüküda eğildiğinde de, secdeye vardığında da böyle yapacaksın...
Çünkü bu bizim ve yedikat gökteki Meleklerin namazıdır, salâtıdır.
Her şeyin bir süsü vardır, namazın süsü ise her tekbirde elleri kaldırmaktır!.”
"Bayram Namazındaki tekbirleri düşünmek lâzımdır."
"Ahkamü’l- KUR’ÂN fî ihtilaf-ı eimme."
Vitir Namazında.: Üçüncü rekatta tekbir alıp Kunut DUÂsını okumak.
Bu bambaşka bir tekbirdir.
Vitir Namazı vâcibdir.
Bunun HAKk’ında bir çok rivâyet vardır.
Bu namaz “Tek” kılınır.
Yalnız teravih de cemaatle kılınır.
Bunun sebebi de mühimdir.
Öğrenmek lâzımdır.
Merak edersen, boş merak değil.
Öğrenirsen o namaza başka bir kıymet vermek gerekir ki ihmali insanı küfre götürür “YESTEHZİUN.: Alay edenler” Zümresine sokar.
Onun için babandan öğrendiğini yap.
Bunlar HAKk’ında binlerce eser yazılmıştır, yıllarca evvel...
Bu kitaplar bugün çürümekte, bazıları güvelenmekte, rutubetten yazıları kaybolmadadır.
Anadolu’nun her köşesinde kütüphâneler tozlar içindedir.
Bunları bugün ancak meraklı ilim adamları belki inceleyebilirler.
O da bilselerdi..
Tarihe kızılmaz.
Aktörlerine kin beslenmez.
İlerleyiş sebeblerini gerileyiş sebeblerini düşünmek lâzımdır.
Mâziyi birden kötülemek doğru değildir.
Dededen kalma Örf Âdetleri bırakmak ve değiştirmek hakiki insan işi değildir.
Taklid çok büyük helâk vasıtasıdır.
Eski yazı ile bağlantımızdan ayrıldıkça tarihimizde, kültürümüzde kayboluyor ve olmuştur da...
Geçmişin sahifelerini çevirin!
Geçmişte güzel bir eskiyi güzel bir yeni yapın!
İnsanlık.: Fâni İnsanın ölmezliğidir.
Örf ve âdetlerinizi öldürmeyin!.
Aynaya baktığınız zaman nasıl görünüyorsanız hiç olmazsa öyle görünün!..
Ayna hiç olmazsa yalan söylemez.
ALLAH’ın, Resûlullahın, herhangi bir Gönül Erinin yanında makam, mertebe, rütbe aramayın..
Onların sizin yanınızdaki kıymetini ölçün.
Çoğaltın o zaman hakiki kıymetinizi belki bulabilirsiniz...
"HAKk’a yakın olanlara v, kul farkına varmadan onun matlubu içinde tecellî eder yâni arzusu ne ise onun içinde tecellî eder."
Bu sözü gönül ve akıl laboratuvarında en ince tahlilden geçirin.
Boş söz değildir.
“Hemen anladım!” da deme çok düşün...
İçinde büyük bir yol bir müjde gizlidir.
Tekrar ediyorum anlaşılması güçtür.
Matematik problemi gibidir.
Bu problemin altında hakiki "KUL" gizlidir.
Onun nasıl olacağını bul!..
“Nasıl bulacağım?” deme!
HAKk’ın Emirlerini Resûlü Ekremin bildirdiklerini yap!..
Daimâ abdestli ol.: Abdestsiz, konuşma, yeme, içme böylelikle =>Şeytan sana yanaşamaz...
Daimâ aklın değilse bile, cesedin huzurdadır.
Hafaza Melekleri seni daima korurlar.
Hafaza Melekleri nedir?.
Biri sağda diğeri solda.
Omuz hizasındadırlar.
Namazda onlara da selâm verilir.
Senin RÛHun, Levhi Mahfuzdan, Ana Rahmine geldiğinde, onlarda birlikte gelirler.
Seninle birlikte büyürler.
Birlikte doğarlar.
RÛHunu teslim edinceye kadar seninle birliktedirler.
Bunların vâzifeleri nelerdir.
Bildiğin kadar kâfi.
Bunların ne olduğunu, ne iş gördüklerini HAKk’ın Emirlerini tamamiyle yaptığın zaman öğrenebilirsin...
Onları görüp anlayanlar, dünyada iken dünyayı terketmiş gibidirler...
Hırs bilmezler.
Bütün arzuları HAKk’ın Arzularıdır.
Ne rızık verilirse ona şükrederler.
Hamd içindedirler...
Bilmezsin =>Resûlü Ekrem yerde bir post üzerinde yaşardı...
Yediği şeyler bugünün fakirinin bile anlayamayacağı tarzda idi.
Elbisesinde yama bile vardı.
Bu basit, sâdelik içinde icâb ettiği zaman semâvâti gezerdi..
Şimdiki insanlara bak,
Evlerine bak, yediklerine göz at, hırslarına bak, arzularına bak, hareketlerine bak...
Çıldırmak işten bile değil...
Bir endişe, bir korku içindedirler.
Yek diğerine saldırıyorlar.
HAKk’tan uzak olduklarını bu halleriyle âdeta haykırıyorlar.
“BeSMeLe”yi hakkıyla söylemek nasibine ALLAH cümleyi kavuştursun!
DUÂmız bu olsun!..
Nizam.: Sıra, dizi, düzen. Dizilmiş olan şey, sıralanmış. * İcaba göre yapılan kanun. Bir kaideye binaen tertib olunmak ve ona binaen tertib olundukları kaide. * Bir işin sebat ve kıyamına medar, sebep olan şey ve hâlet.
Tesbih.: Sübhânallah demek. Cenâb-ı HAKk'ı şânına lâyık ifâdelerle yâdetmek. Yâni: ALLAH'ın Zâtında, Sıfâtında ve Ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifâde etmektir. (Bak: Sübhan)
Câzibe.: Çekme kuvveti. * Mc: Letâfet zamanı. Hüsn-ü Cemâl..
Riâyet.: İyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek. * Uymak, tâbi olmak. * Otlamak veya otlatmak. * Hıfzetmek, korumak..
Ziyâ.: Işık, aydınlık, Nûr. Rûşenlik.
Iltica.: Sığınmak. Melce' ve penâha varmak. Birinden himâye istemek.
Idrak.: Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirmek. Fehim. Yetiştirmek
Mantık.: (İntak. dan) Konuşturan, söyleten. * Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim. Akıl kaidesi. * Akıl, nutuk, söz.
Mevhum.: Aslı olmayıp evham mahsulü olan. Vehim.
Müsamaha.: (c.: Müsamahât) Hoş görürlük, dikkat etmemek, aldırış etmemek. Kusurlara göz yummak.
Intikal.: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. * Göçmek, geçmek. * Sirâyet. Bulaşmak. * Bir şeyin miras olarak kalması. * Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak
İzhâr.: Açığa vurma. Meydana çıkarma. * Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek. * Yalandan gösteriş.
Mazmaza.: Gusül veya abdest alırken, elleri yıkadıktan sonra üç kere ağız dolusu SU alıp ağızda çalkalamak.
Hafaza.: (Hâfız. c.) Muhafızlar. Muhafız melekler.
Cimâ.: Cinsi münâsebet. Çiftleşmek. * Zamm etmek.
Müekked.: Te'kidli, kuvvetli, sağlamlaştırılmış, kuvvetlendirilmiş. Tekrar edilmiş.
“Allahümme salli alâ men şerebe kaimen ve kuuden.: ALLAHım.! Ayakta ve oturarak SU içene salât et!.”
Nahr.: Boğazlamak. Bir hayvanın göğsü üstünden bıçak vurup boğaz damarını kesmek. * İki şeyin birbirine göğüs göğüse olması. * Boyun. Boğaz çukuru. * Sadır. * Gündüzün evveli. * Namazda kıyamda iken sağ eli sol elin üstüne koymak.
Örf.: İnsanlar arasında güzel görülmüş, red ve inkâr edilmeyip mükerreren yapılagelmiş olan şeydir. Bu kelime; ihsan, ma'ruf, cud, sehâ, bezl ve atâ olunan, atiyye, tanımak, bilmek, biliş, ikrar eylemek, arka arkaya tetebbu ve tevâli etmek, ALLAH celle celâlihu tarafından ulülemre ve Sultana tevdi' olunan hüküm, müstahsen, yani Hazret-i Peygamberin (aleyhisselâm) iyi gördüğü şeyler, gibi mânâlara gelir.
وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
“Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyk (ileyke), kâle len terânî ve lakininzur ile’l- cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu li’l- cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelu’l- mu’minîn (mu’minîne).: Mûsâ, belirlediğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de RABBi onunla konuşunca.; "RABBim (ne olur), bana Kendini göster, Sana bakıp (göreyim)" dedi. (Cenâb-ı HAKk ise. "BENi (burada ve dünya gözüyle) asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de BENi göreceksin." RABBi dağa tecellî edince, onu paramparça etti. Mûsâ bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde.: "SEN NE YÜCEsin (RABBim! Dünya gözüyle ZÂTını görme isteğimden dolayı) SANA tevbe ettim ve ben (Yüce ZÂTının asla görülemeyeceği, ancak Esma ve Sıfatlarının tecellîsinin seyredileceği gerçeğine) iman edenlerin ilkiyim!" diye (yalvardı).” (A’râf 7/143)
فَقَدْ كَذَّبُواْ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءهُمْ فَسَوْفَ يَأْتِيهِمْ أَنبَاء مَا كَانُواْ بِهِ يَسْتَهْزِؤُونَ
“Fe kad kezzebû bi’l- hakkı lemmâ câehum, fe sevfe ye’tîhim enbâû mâ kânûbihî yestehziûn (yestehziûne).: (Bu yüzden) Kendilerine Hakk (Kur’ÂN) gelince, O’nu yalanlamışlardır; fakat alaya aldıklarının (Kur’ÂN’ın ve Resûlullah’ın bildirdiği) haberleri onlara gelecek (ve yakında gerçeği anlayacaklardır).” (En’âm 6/5)
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
“E ve lem yerellezîne keferû ennes semâvâti ve’l- arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ mine’l- mâi kulle şey’in hayy (hayyin), e fe lâ yu’minûn (yu’minûne).: O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişik iken, Biz onları (sonradan) ayırdık ve (Dünyâ’yı yaşama müsait kılıp) her canlı şeyi SU’dan yarattık. (Bilimin en son verileri de bu doğrultudadır.) Yine de onlar hâlâ inanmayacaklar mı?” (Enbiyâ 21/30)
[Not: Şu anda bile insan bedeninin %70’i, yani 80 kg’lık bir kimsenin 56 kg’ı SUdan ibârettir. Kanımız da SUdan müteşekkildir. Tüm hayvan çeşitlerinin, bitkilerin, sebze ve meyvelerin de önemli kısmı SUdan meydana gelir. Yani hayat SUyun sâyesinde devam etmektedir.]
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min habli’l- verîdi.: Şu kesin bir gerçektir ki, insanı elbette BİZ yarattık ve (her an) nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu (ve içinden neler geçirip durduğunu dahi) biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. (akrebiz-akrabayız.Bütün organlarını, organizmalarını, hücre yapılarını ve hayat sırrını her an BİZ her ÂN Yeniden yaratıp yararlandırmaktayız.)” (Kâf 50/16)
وَأَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ
“Ve emmâ bi ni’meti RABBike fe haddis.: Ve fakat, RABBinin ni'metlerini artık anlat.” (Duhâ 3/11)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
كُلُّ كَلَامٍ أَوْ أَمْرٍ ذِي بَالٍ لَا يُفْتَحُ بِذِكْرِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَهُوَ أَبْتَرُ، أَوْ قَالَ أَقْطَعُ
Yüce BeSMeLe ile (Allah’ı anarak) başlanmayan her anlamlı söz veya iş, bereketsizdir/sonuçsuzdur.” buyurmuştur.
(İbn Hanbel, Müsned, 2/360)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Zâni zinâ ederken mü’min olarak zinâ etmez. Hırsız hırsızlık yaparken mü’min olarak çalmaz. Şarabı içtiği anda mü’min olarak içmez.” buyurmuştur.
(Müslim, Îmân, 100.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kişi zina edince imân ondan çıkar ve başının üstünde bir bulut gibi muallâk durur. Zinâdan çıkınca, imân o kişiye geri döner.” buyurmuştur.
(Ebu DAVÛD, Sünnet 16, (4690); Tirmizî, İman 11, (2627).)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “MuhaMMed’e ve onun Âl-i Beyti’ne salâvât getirilmedikçe, yapılan her DUÂ mahcuptur / perdelidir/engellidir (İlahî kabul huzuruna çıkamaz).” buyurmuştur.
(Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, h. no.17278; bu hadisin senedinin sahih olduğunu belirtmiştir..)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU[/size]
M. DERMAN
ANKARA - 1987
ABDEST.
"Abdest".: İslâmiyette vardır diğer dinlerde yoktur.
Abdest almak Âyet-i Kerime ile târif ve bildirilmiştir.
(Mâide 5/6)
Farz-ı Ayındır.
Şek şüpheden ârî farzdır.
İbâdetlerde muhakkak lâzımdır.
İnsan hayatı dünyada bulunması bir nevi ibâdettir.
Dünyaya niçin geldiğini anlayan sözün doğruluğunu derhal anlar.
Abdest nedir?
Niçin emr olunmuştur?
Temizliktir.
SU bulunmazsa teyemmüm yapılır.
O halde temizlik değildir.
İslâmın târif ettiği temizliği olmayan abdest alamaz.
İslâmi temizlik nedir?
HAKk’ın emirlerine itaat, yasaklarını yapmamak, vücuda dıştan içten haram sokmamak, yalan söylememek..
O halde abdest nedir?
Niçin alınır ve niçin emr olunmuştur.
Abdest başlarken besmele çekmeyen kişi için abdest yoktur.
1- Abdest evvelâ şâhidli bir niyettir.
Niyet.: ALLAH'a karşı söz vermedir. Bir mukaveledir.
Şâhid.: Görünen maddî bir şâhid. Görünmeyen iki şâhid muvacehesinde ALLAH'a karşı söz verme abdest almaktır.
Haktan bir nevi’ izin için hazırlanmaktır.
Güçleriyle insanda görünen, HAKk’ın Kudretlerini kullanmaya hazırlanmaktır.
Görünen şâhid.: Cesed, SU veya TOPRAK...
Görünmeyen şâhidler.: Hafaza Melekleridir.
ALLAH ile temas, alış veriş, konuşma, sözleşme, ancak abdest aldıktan sonra mümkündür.
Yoksa edeb dışıdır.
"Kul İşi" değildir.
Ama niçin diğer dinlerde abdest yoktur.
HAKk bunu niçin emretmiştir, esâs SIRR buradadır.
Bu SIRRrı bilirsen, sezersen abdestsiz:
Yeme, içme, konuşma, yemek pişirme, çocuğa süt verme!
Bunları tatbik çok zor gelir.
Fakat alışırsan o kadar da kolaydır.
Herkes bunu yapsaydı.: Haram diye bir şey konuşulmazdı.
O zaman İslâmda haram olanın diğer dinlerde haram olmamasının sebep ve SIRRını anlarsın...
O zaman yine Resûlullah'ın niçin:
"Son Peygamber olduğunu"
"Habibullah olduğunu",
"RAHMEtel li’l- Âlemin olduğunu",
"Mi’râca niçin teşrif ettirildiğini",
"Namazın niçin mi’râcda, arada vasıta olmadan kendisine emrolunduğunu" bütün uçsuz bucaksız kâinâtın onun yüzünden yaratıldığını anlarsın....
Abdesti bozan şeyler vardır bilirsiniz.
HAKk’a verdiğin SÖZ hükümsüz kaldığı için abdest bozulur.
Bu ne demektir.
Söz verme şu:
Âyetteki gizli mânâ...
O mânâ nedir?
Ellerimden,
Yüzümde ne varsa o uzuvlardan,
Düşüncemde ne varsa onlardan,
Ayaklarımdan, Senin sevmeyeceğin şeylerden, işlerden kendimi koruyacağım!
İrâdem haricinde olanlardan Sen beni koru Yâ RABBÎ!..
“Sana secde yapacağım!.” demektir.
“Rûhen mi’râc istiyorum!.” demektir.
Abdesti bozan şeyleri düşün.
Hepsi irade dahilinde olanlardır.
Verdiğin söz, HAKk ile yapacağın mukavele bozulmuş hükümsüz kalmıştır.
Ondan, tekrar abdest almak lâzımdır.
“Senin verdiğin nimeti rızkı yiyeceğim.”
Her şeyi ondan yarattığın SUyu içeceğim.
Nimetlerini hazırlayıp pişireceğim.
Evlâdıma süt vereceğim!"
Bunların hepsi abdestli olarak yapılır.
“Konuşma => Kelâm”
“Senin yerine "KUL” olarak konuşuyorum!” yine abdestli olmak lâzımdır.
Amma böyle olmazsa ne olur.
“Günâh mıdır?” Hayır...
Böyle olmak başka türlü "KUL” olmak demektir...
Resûl-ü Ekrem'e her zaman abdestli bulunması emr olunmuştur.
Abdestsiz konuşmazlar, ağızlarına birşey almazlardı.
Şimdi hemen diyeceksiniz ki :
“O Peygamberdi!.”
Evet... Ama bizde onun ümmetiyiz...
Değil mi?..
O halde... Sen düşün ne demek istediğimizi!..
Resûl-ü Ekrem'in yolunda yürümek evvelâ ceseden sonra rûhendir.
Ceseden abdest, namaz, oruç.
Rûhende de sen düşün onu!
Bunu söylemek bana düşmez.
Sana hakaret olur, günâha giremem
Resûl-ü Ekrem her sahabe ile konuşurdu.
Ona ma’lum olurdu.
Namaz abdesti olmayan sahabenin elini tutmazdı.
Büyük insanlar bilirim ki,
Abdesti olmayana ellerini vermezlerdi...
Bir gün RAHMEtullahı Aleyh hocama namaz abdestsiz gittim. Yanına yanaşacağım zaman.
“Sakın konuşma! Git, abdest al gel! Beni deniyor musun?” diye yüksek sesle bağırdı.
Onlar herşeyi bilirler.
Fakat yüze vurmazlar...
HAKk’ın.: “Mükâfatını bizzât kendim vereceğim!” dediği oruç var ya abdestli olmalıdır.
Diğer ibâdetlerin mükâfatını başkası mı veriyor?
O mükâfat nedir?
Cesedi midir?
Rûhî midir?
Onu bir bilsen bütün günlerinin oruçlu olmasını istersin.
Amma o da bir bakıma doğru olmaz.
Oruçta ALLAH'ın kuluna vereceği en büyük mükâfat gizlidir.
Fakat oruç yalnız yememek, içmemek, cinsi temas yapmamak değildir...
Abdestli olmak lâzımdır.
Yalan, haram, hiddet, küfür, kalb kırma, sinirlenme...
Dedikodu. Böyle olan oruç, oruç değildir.
"Aç durmak"tır, bunun mükâfatı yoktur.
HAKk’ın emrini güya yerine getiriyoruz.
ALLAH hatalarımızı bağışlasın.
Mağfiret buyursun...
(Mâide Sûresi) Abdest âyeti (5/6) : Medine'de emr olunmuştur. Ondan sonra namaz beş vakit olarak tesbit edilmiştir.
Ezân hicretin birinci senesi meşru olmuştur.
Resûl-ü Ekrem, abdest âyeti gelmeden evvel Mekke'de sabah ve akşam namaz kılarlardı.
Ellerini ve ağzını yıkarlardı.
“Ve, Bu abdest benden evvelki Peygamberlerin abdestidir.” buyurmuşlardır.
Abdest kelimesi farsçadır:
Âb = SU
Dest = EL
SUlu eL.
EL ile SU al mânâsınadır...
Abdest bir de dilimizde def-i hacet mânâsına kullanılır.
Doğru olmamakla beraber :
"Abdestim" var. Yâni.: “Helâya gideceğim!”
Veyahut .: “Abdest bozacağım !” demekle de habersiz şunu söylüyoruz :
“Ben daima abdestliyim abdesti bozacağım, tekrar abdest alacağım!.” mânâsını taşımaktadır ki,
Bu, insanın daimâ abdestli olmasını, sessiz sözsüz haykırmaktadır.
Tekrar edelim.
"Helâya gideceğim!" =>"SU’ya ihtiyacım var.” demektir.
Bu söz aynı zamanda habersiz abdestin lüzumlu farz olduğunu ilân eder.
Arapçada "Vuzu’u" kelimesi abdest almanın mukabilidir.
Vücuddaki azaları yerli yerine hazırlamak, koymak demektir.
Abdest âyeti Medine'de nazil olmuştur.
Mâide Sûresi 5/6 Âyet-i Kerimede "Gasele" yıkamak lâfzı kullanılmıştır.
1-) Yüzünüzü yıkayınız.
2-) Ellerinizi dirseklere kadar yıkayınız.
3-) Başınızı da mesnedin.
4-) Ve ayaklarınızı da aşık kemiklerine kadar yıkayınız.
Bu dört şeyin yıkanması ve mesh edilmesi “Vuzu’u” dur.
Bu uzuvları yerli yerine "vaz" etmek koymak, hazırlamak demektir.
Abdestsiz kimse “Nâs”dır.
Lâalettâyin bir insandır.
Abdestli insan “Mü’min”dir.
Yâni her an huzura çıkmaya hazırdır.
Abdestsiz ”mü’min değildir.” demek değildir.
Dikkat et!
Burası öyle kolay anlaşılır lâkırdı değildir.
Kendinde gizli olan imanını izhar için abdest alması, yâni Âdemîyyetini izhar ve kendi kendine fiili olarak tasdik içindir. Melekler "Âdemîyyet" e secde ettiler. Cesede değil!..
SUve TOPRAKtan yaratılan cesedini göstermesi lâzımdır.
"Âyet" vücudda yaktığım bir şule olan rûha : "FAGSÎLU" emirdir.
O zaman abdest alacağın zaman sesli olarak,
SUya daha dokunmadan.: “EUZÜBlLLAHÎMİNEŞŞEYTANÎRRACİM" diyerek insaniyetten ayrılıp, yâni "“Nâs”lıktan ayrılıp, "Âdemîyyet" tarafına fiili olarak cesed sokulur.
Eller yıkanır.
Ağıza SU verilir.
Sonra tekrar ellere başlarken.: “Bismillah” söylenir.
Yâni SUya temas ettiğin zaman...
Abdest HAKk’ında diğer bildiğin hususlar "İlmihâl" kitaplarında var onları muhakkak bilmen lâzımdır.
Şimdi burada çok dikkatli dinle, birşey anlatacağım bilgi için.: Fizikte ve kimyada bir madde başka bir hale tehavvül ederken hacmi büyür.
Bir damla SU, BUHAR olurken "Avkadro-Anper" kanununa göre, 24 hacim BUHAR olur.
Meselâ.: Bir kilo SU, BUHAR olduğu zaman koskoca görünür, bir BULUT olduğunu farzedelim.
Bu BULUtun ağırlığı yüz gramdır eğer BULUtu tartabilirsek...
Bin gram SU BUHAR olup, BULUt olduğu zaman yüz gram olmuştur.
Bu yüz gram BULUt yağmura tahavvül ederse onbin gram SU olur.
Eğer yüz gram BULUt kar olursa beşbin gram KAR olur.
Bu kar yâni beşbin gram kar, SU olursa onbeşbin gram SU olur.
Fizik, kimya bilmezsen bu hadise karşısında bocalar kafan durur.
Bu ne demektir bilir misin?
Tahavvül ve Tahvildeki HAKk’ın Güçlerinin görünüşüdür.
Tahavvül "Tahvil" başka şekile girmek, fakat aslını kaybetmemektir.
Tahavvül devamlıdır.
Tahvil = Muraddır.
Yağmura onun için "RAHMEt" İsmi verilmiştir.
Bir damla SU bir kaya kovuğuna girse, v olsa kayayı çatlatır.
Bir gemiyi yürütür...
Bir damla SU BUHAR yâni HAVA olarak otomobil lastiği içine girerse tonlarca yükü taşıyacak kuvvet ve kudret ortaya çıkar...
Daha anlatmıyorum...
Bu heybet ve değişmeyen ALLAH Kanunu'nun karşısında...
Sen düşün!..
Abdest aldıktan sonra mümkünse havlu ile ıslak yerlerini kurulama!..
Bırak vücudun o SUyu emsin, vücudun sıcaklığı onu tekrar BUHAR yaparken semâya yükselsin, sonra RAHMEt olmak için v, BULUt olsun...
Yağmur DUÂsı nedir bilir misiniz?..
Yağmur DUÂsındaki abdest alma da bambaşka bir abdesttir.
Artık biraz da siz anlayın...
SUyu ve HAVAyı kirletmek İslâmda haramdır.
ALLAH'ın SUya ve HAVAya verdiği güçlere hakarettir.
Burada birşeyi hatırlatıp bitireceğiz.
SU içine büyük ve küçük abdest bozmayınız.
Kedi ne yapıyor dikkat ediniz...
Kedi yürürken bile ıslak yere basmaz.
ATEŞ üzerine idrar yapmayınız...
Bunların sebepleri vardır.
“Bu işleri yapmak günâh mıdır?” diye sorarsanız...
Kaba olarak hayır...
Fakat “Günâh” nedir onu hakkı ile bilmek lâzımdır.
Bizim bildiğimiz, öğrendiğimiz günâhı bile bilmiyoruz.
Ecir, sevap der dururuz, bunu bile bilmeyiz.
Söyler dururuz...
Onun için öğrendiğinizi yapınız...
Fakat daima abdestli olmayı katiyen ihmal etmeyiniz...
Bize de DUÂ ediniz!..
"Ümmetim yağmur gibidir, evveli mi, sonu mu hayırdır bilinmez." Hadis.
Enes radiyallahu anhu'den rivâyetle:
"Ümmetimin durumu yağmurun durumu gibidir. Başı mı daha hayırlı, sonu mu daha hayırlı olduğu bilinmez."
(Taberânrnin Kebirinden.)
Sözünü söyliyen mübarek dudaklardan yarın âhirette :
"Yâ İlâhi bu kimse benim ümmetimdendir."
Kelâmını işitmek cümleye nasip eyleye...
ÎZA GADABE AHADÜKÜM FELYETEVEZZA Bİ'L-MÂİ FE-İNNE GADABE MİN NâR.
"Sizden biri öfkelendiği zaman hemen SU bulsun.
Ve o SU ile abdest alsın ki,
Yüreğindeki öfke ATEŞini söndürür."
(Hadis)
Atiyye el-Ûft (r.a.) rivayet ediyor:
"Öfke şeytandandır. Şeytan da ATEŞten yaratılmıştır. ATEŞ ancak SUyla söndürülür. Öyle ise biriniz öfkelendiği zaman abdest alsın."
(İ.Ahmed, Müsned, 4:226.)
Abdestin Hülâsası :
Büyük ALLAH Dostlarından bir zât, talebeleriyle birlikte gidiyorlarmış, bir aralık Şeyh diyelim ayrılmış.
Abdest bozmuş.
Ve hemen elli metre ilerde büyük bir dere aktığı halde hemen TOPRAKla teyemmüm yapmış.
Talebeleri.: "Efendim SU şurada niçin teyemmüm yaptınız"
"Evet, doğru, SUya varıncaya kadar ya ölürsem.
Hiç olmazsa cesedimi kurtarırım!" buyurmuşlardır.
Bu abdestli olmanın ne kadar ehemmiyetli olduğunu aktaran bir hadisedir.
Efendim, biz bunları hiçbir kitabta görmedik, kimse de söylemedi diye itiraz edip mütaala yürütme!
İster yap, ister yapma!..
Yapmamanın günâhı yoktur.
Yapmanın da sevabı yoktur.
Bundan daima HAKk’la birlikte olmak vardır.
Her şeyde sevap ve günâh arama.
İnsâniyetine hakaret etmiş olursun.
Bunların hepsi yazılmış ve iz3ah edilmiştir;
Sen kitap okumuyorsun.
Bu kitapların çoğu bugün rutubetli kütüphanelerde kendi kendilerini yok etmek için güvelerle arkadaş olmuştur.
Söylenecek söz yok.
Ara bul! Oku!
Bunu da yapamıyorsan yahut yapamazsan.
O halde sözlerimize de itimat et!..
Bu ticaret değildir.
Para istemiyoruz.
Burada yeri yoktur.
Neyi ve neye ishat arıyorsun...
Kur'ÂN-ı Kerim'de "Fatır" Sûresi vardır.
"FATIRISSEMÂVATIVELARD"
Fatır = Yaratan, hak eden mânâsınadır.
Sûrede "Tebdilen", "Tahvilen" lafızları vardır.
Âyet-i kerimede : "Sen ALLAH'ın Kanununda bir değişiklik, sen ALLAH'ın Hükmünde bir düzensizlik göremezsin."
Kâinâtta bir ahenk vardır.
Bu değişmez.
Başka kılığa girmez.
Bozulmaz.
Bozulma diye bir şey yoktur.
Bu ahenkten ayrılmadır.
Bu ahenk ALLAH'ın tekvin kanunudur.
Bu kanun ALLAH'ın hududsuz güç ve kuvvetlerinin görünüşüdür. Bu ahenk de HAKk’ın bir nebze görünüşüdür.
Bütün bu ahenk "fizik, kimya, mıknatısı, elektiriği, meteorolojik" görünür, görünmez idrak edilir, edilmez bir düzendir.
Ahenktir. Armonidir...
ALLAH lügatında bu ahengin ismi "Sünnetullah"dır.
"Sünnetullah" ne tebdil edilir, ne de tahvil edilir ve ne de değiştirilebilir...
Burada kelimelerin lügat mânâlarını söyliyelim:
TEBDİL: Değiştirmek. Değiştirilmek. Başkası tarafından...
Bu kelimenin mânâsı bilgi ile anlaşılır...
Basit olarak misâl verelim.
Tebdili HAVA.
Tebdili mekân,
Tebdilde: Size göre öyle görünürse de Sünnetullah yine değişmez.
Mânâları vardır.
Sünnetullahı Cenâb-ı HAKk da değiştirmez.
Nizam kurulmuştur.
"YÂ HABİBIM KALDIR BAŞINI BAK. YORULUR ÖNÜNE DÜŞER. TEKRAR KALDIR BAK. BİR YERDE KUSUR BULAMAZSIN. ÇÜNKÜ ALLAH NE VARSA HEPSİNİ KUSURSUZ HALKETMIŞTÎR." Tebâreke Sûresi...
BEDEL : Mukabil kıymeti. Aynı. Başka şekilde görünüşte ona denk demektir.
TEBEDDÜL: Değişmek. Başka hale "kendiliğinden" gelmek...
TEBADÜL: Birbirinin yerine geçmek. Birbirine bedel olmak.
TEBDİLEN: Âyet-i Kerimede. Değiştirmek sûretiyle tanınmıyacak tarzda olma. Başka şekilde görünme.
TAHVİL: Başka şekle girmek, fakat, aslını kaybetmemek mânâsına gelir ki, aslı "Havil", Lâ havle velâ kuvvetdeki havildir. Bu davranış mânâsındadır.
Bir damla SU sıcağa maruz kalırsa BUHAR olur.
BULUt olur.
Bu “Havıl” dan müştak tahavvüldür.
Bu iş bir tahvildir.
Tehavvül ve tahvil budur.
Başka şekle girmek fakat aslını kaybetmemek.
Tahavvül devamlıdır.
Tahvil muraddır.
"Bu da bölünmez bunu da göremezsiniz." Âyet...
Tahvilin aslını anlamak güçtür.
Kur'ÂN'daki mânâ SÜNNETULLAH değişmez.
ALLAH'ın “KûN” Emri ile yaratılan değişmez demektir.
Sizin gördüğünüz başka şekilde görünüştür.
Devlet tahvilleri meselâ:
Bunu câhil bir adama sorarsan bu paradır desen inanmaz. Para burada başka türlü olmuştur.
“Damlanın BUHAR, BULUt oluşu" gibi.
Fakat o câhil adam bunu göremez.
Tebdil ve tahvil kelimeleri sinonim kelimeler değildir. Homonim kelimelerdir.
Nâs dediğimiz zaman insan akla gelir.
Fakat bu dişi ve erkek demektir.
Fakat dişi başkadır.
Erkek başkadır.
Dişi erkek olmaz, erkek de dişi olmaz.
Âyet-i Kerimedeki tahvilen başka türlü olmaz.
Değişmek. Değiştirmek...
Âyetteki:
"Tebdilen, Tahvilen"
ALLAH'ın Kanununda bir değişiklik ve hikmette bir düzensizlik göremezsin, demektir.
Bunların daha derin mânâlarını halvette öğrenmek gerekir... Zirâ:
Islâmda: Tebdil ve Tahvil ile uğraşmak yasaktır.
Hatta haramdır.
Zira yukarıdaki âyete şüphe ile inanmak bu düşüncede gizlidir.
Heykel yapmak, bir nevi tebdil ve tahvildir.
Nebatata aşı yapmak. Haramdır. Aynıdır.
Sun'i ilkah haramdır. Aynıdır.
Bu husus incelerin incesidir. Dikkat buyrula.
Herkese değil... O halde kime!
Âhenge kendisini tamamiyle verene...
Çünkü (Tebdil ve Tahvil) “KûN” emriyle “feye KûN” Emri arasındaki olaylar değişmezler.
Bu iş “KuL” İşi değildir. “HAKk”ın İŞidir.
Peygamberlerin mu’cizeleri:
Bu “Tebdil ve Tahvil” arasında ceryan eder.
Bu iş bize fevkalâde gelir...
"O" Oksijen gazı ile "H2" Hidrojen gazı görünmez.
Bir elektrik şeraresiyle birleştikleri zaman "H2O" SU olur görünür.
SU da tekrar aynı usul ile gaza ayrılır...
İşte bu hadise: Tebdil ve Tahvil'in en güzel târifini ifâde eder.
Mu’cizeler de bu tarzda “İzn-i İlâhî” ile vuku’ bulur.
"Her meydana çıkıp zuhur eden"o zuhur eden şeyin içinde kalandır.
Asıl değişmez...
Bir tohum içinde bir orman gizli.
Bu tohumu ekersen, tohum kaybolmaz.
Öyle görünürse de o tanınmayacak bir hale gelmiştir.
Tebdil olmuştur.
Kim tohum?..
“Orman ortaya çıktı mı,
O zaman tohum ormana tahvil olmuştur.” deriz.
Bu görünür, görünmez hadisede HAKk’ın Kudretlerinin başka şekilde görünüşü de “Elektrik Enerjisi”,
Bir yerde aydınlık yapar.
Diğer yerde bir makineyi harekete geçirir.
Başka bir yerde bin türlü şekilde görünür.
Fakat elektrik değişmez.
Kuvveti başka şekillere Tebdil ve Tahayyül etmiştir...
Kur'ÂN-ı Kerîm'deki lâfızlar üzerinde uğraşmak doğru değildir.
Emirleri aynen kabul etmek gerekir.
Bir şeyin tetkiki içinde daima aslını öğrenmek düşüncesi hâkimdir.
Fakat bu HAKk’ın Emirleri ve Âyet Lâfızları üzerinde olmamalıdır.
Bu husus "Mülhimun" tarafından fehmolunur, anlaşılır...
Ondan dolayı bu hususlar üzerinde uğraşmamanızı utanarak size tavsiye etmeği bildirirken ne sizin ve ne de benim bu hususla bir gücenme vesilesi olmamasını dilerim...
Bu bir makam veyahut kibir, büyüklük meselesi değildir.
Belki sizin ayarınıza kadar bile ulaşamamış bir kulum.
HAKk Katında ben bir hiçim...
HAKk’ın benim yanımdaki kıymetini çoğaltmağa çabalıyorum.
Gölgesi görünmeyen “HAKk’ın GöLge”sini takip ediyorum.
Saman çöpünde perdelenen zikri işitmezsem de bile o zikri sezmeğe çalışıyorum.
Her türlü ince bid'atten, ince şirkten, ince haramdan kurtulmak lâzımdır.
Perdeler vardır ->İnsanın gözünde.
Perdeler vardır ->İnsanın kulağında.
Perdeler vardır ->İnsanın akıl ve düşüncesinde.
Merak etmeyin bu perdelerin arkasındakini, çünkü o perdelerin arkasından geldik.
Arz üzerine seyretmek için kendi kendimizi.
Bir gün vakit gelince delip perdeyi arkasındakini görmek için döneceğiz geldiğimiz yere...
Sakat topallar vardır =>Rakkasalerle alay etmeğe kalkarlar.
Kekemeler vardır =>Hatiplerle konuşma yarışına yeltenirler.
Himmet ağalar,
Beyler vardır,
=>Himmet vermeğe uğraşırlar.
Bunların peşine takılan salaklarla dolu cemiyet...
Yalancı Mürşidler vardır.
Velîlerin Makamlarını hor görürler.
Kendi kendilerine mertebe makam, nişan verirler.
İnsan, kendi değerini hakikatini =>ALLAH'ın Sesi'ne kulak verdiği zaman anlar...
ALLAH'ın Sesi nedir?
Resûl-ü Ekrem'in ağzıyla bize bildirdiği EMİRLERdir.
Yerde “ALLAH'ın Sesi” her ÂN mevcuddur.
O ses görünür...
Onsuz boş yer yok...
Âdeta “O SES” sende devam ediyor...
HAKk’ın Yanında makam ve kıymetinizi aramayınız.
HAKk’ın sizin yanınızdaki kıymetini bulun çoğaltın.
İnsan çok büyük bir mahluktur. Amması vardır.
Bu “amma” nedir?
Onu söyleyemem..
Hepimiz utancımızdan yerlere girmek için birbirimizden kaçarız.
Burada bir şey söyleyeceğiz.
Çok kısa, bunun izâhı ciltlerle kitab olur.
Bütün peygamberler =>ALLAH tarafından kelâmla gönderilmiştir. Cezbe ve tasarruf ile değil..
Bu lafa dikkat et!
Ne demek isteniyor?..
Bunu anlamadan Peygamber nedir anlaşılmaz.
İşte ciltlerle izâhı yapılacak söz budur..
“Gaybî” dediğimiz hakikatler, sonsuz denecek mesafeler kat’ederek söz haline ınkilab eder.
Lafız sûretine giren fâillerin hakikatleri o zaman kulaklara erişir...
Buradaki sonsuzu, uzaklığı anlatmak veya anlamak mümkün değildir...
Yalnız beşerî olarak akla sokmak için bir benzetme yapalım:
Ziyâ saniyede 300.000 km. sür’atte seyreder.
Güneşten bize bu sür’atte gelen ziyâ 500 ışık yılında gelir diyorlar.
Bunu dimağ düşünemiyor.
Aynı zamanda bize o kadar yakın ki, onu da görüp analayamıyoruz.
Burada sür'at , mesafe, uzakık, yakınlık diye bir şey yok.
Bunlar bize göredir.
PENHANİ PEYDA NEVVARİ MÜLİM,
ETMEKTE DURMADAN BÜTÜN MEVÂLİM,
ZİKR-İ HALLAKİ DÂİM,
ALLAHU EKBER! ALLAHU EKBER!.
O halde artık sözümüz yok.
Secdeye kapan!..
Bizden SELÂM OLsun size!..
Hülâsa ederek “Tebdilen ve Tahvilen” lafızları şu küçük sözlerimizde gizlidir.
Bunu üzerinde Fennî, İlmî düşünmek gerektir.
HAVA olmazsa =>SU olmaz.
SU olmazsa =>HAVA olmaz.
HAVA olmazsa =>ATEŞ olmaz.
TOPRAK olmazsa =>SU görünmez.
HAVA bizim mekânda.
Madde vardır...
“Telakki ve fikrimize göre” HAVAnın bir ağırlığı vardır.
O halde basit olarak “görünmez bir maddedir” diyebiliriz.
Soğuduğu zaman BUHARı yağmura veya kara çevriliyor.
Tonlarca ağırlık ortaya çıkarılıyor.
Ve bunlar mekânda görünür bir madde oluyorlar.
O halde netice olarak düşünebiliriz;
HAVA =>SUyu husule getirdi.
O zaman SUyun mevcudiyyeti için =>bir mekân lâzım.
O da TOPRAK
TOPRAK olduğu zaman =>SU göründü.
Toprağın teşekkülü için “Kant-Laplace” Nazariyesine göre evvelce ATEŞ vardı.
Soğudu ve TOPRAK teşekkül etti.
ATEŞin mevcudiyeti için =>HAVA muhakkak lâzımdı.
O halde ilk evvel ->HAVA vardı.
İsmini söylemiyeceğim, bir zâttan bir mektup aldım.
Çok soru soruyor...
Sorularını burada yazmıyorum.
Kendileri biliyor sorularını...
Yaşlı olgun bir zâta benziyor.
Kendisini görmedim.
Bazı kitaplarımızı okumuş, okuyormuş...
Bize mektubunda "Efendi Hazretleri" diye hitâb ediyor.
Kendi kendimize hicâb duyduk.
“Efendi” Kelimesi nereden gelmiştir.
Söyliyemem. Şaşırırsınız.
Siz arayın.
Hakikî ve Mânevî bir hadiseden sonra bu kelime kabul edilmiştir.
İnsanın mânevî Âdemiyet Hamulesini taşıdığı için o tarafına verilen isimdir.
“Efendi” demekte o şahsın âdemiyetine hürmet gizlidir. Görünmiyen mânevî tarafına...
“Bey” ise cemiyetteki mertebe ve makama insaniyet tarafına tâzimdir.
Cesede ait kısmına. Bulunduğu duruma verilen bir lâkaptır.
"Efendi" diye birine hitâb olunursa, onun Âdemiyet tarafına hitâb olunmuş olur.
"Efendi Hazretleri" ise o şahsın Mânevî Makamına hürmet ve tâzim için kullanılır...
Bu t3abiri kullanma çok ince bir edebe ve kayda tâbidir. Bilmeden söylemek doğru olmaz.
Peygamber Efendimiz’e =>“Peygamber Efendim!” denilmez. Niçin?
Bu çok büyük bir meseledir.
Bunu düşünmek gerek...
Efendi Kelimesini beğenmediğimizden mi yoksa kapıcıya “Bey” lâkabını lâyık görmediğimizden mi?...
“Hatun” Kelimesi ANAlarımızla beraber kaybolup gitti...
“Hazret” mânâ itibariyle.: Hazır bulunan, HAKk Emirlerine her ÂN amade, huzur, zât mânâsınadır..
Hazreti Ömer dediğinizde Ömer'in huzuru, zâtı demektir.
Halife Hazretleri denildiği zaman üzerine aldığı mânevî mes'uliyetin verdiği makamda oturmanın lâkabıdır.
O makamda oturan Resûlullah'ın Vekili olur.
"SULTANIM" sözü de bambaşkadır.
Bunları bilmeden mırıldanmak kat'iyen doğru değildir.
Mektup yazan muhterem zât bize "Efendi Hazretleri" diye hitâb ediyor...
Nerede biz. Nerede bu hitâb...
İnsan evvelâ hakiki kul olur.
Efendi olur.
Tevfik ve Himmet gelirse o zaman belki bu hitaba lâyık olur.
Biz ise KUL OLmağa çabalıyoruz...
Bilgi hududum içinde öğrendiğim kadar size tavsiyeye geçiyorum...
Bize bir kıymet vererek, gönderdiğiniz mektuba evvelâ teşekkür eder, aynı ağırlıkla muhabbet ve hürmetlerimi ifâde ederim.
Bütün sorularınıza bir bütün halinde cevap veriyorum...
Buyurun:
İmkânınız varsa.
"Daima abdestli bulunun!", bu lâfa çok dikkat edin.
Aman sakın ihmâl etmeyin!..
Abdestsiz;
"Konuşmayın, yemeyin, içmeyin!. Az yeyin, az uyuyun!.”
Çok gülmeyin, fakat gözünüz yaşlı olsun!..
"Tek hayvanın etini yeyin. Karışık hayvan eti karıştırmayın. Tek hayvanın sütünü,
Tek hayvanın yağını,
Tek hayvanın yoğurduğunu,
Tek tavuğun yumurtasını...
Tek tarlanın her türlü mahsulünü, sebzesini.
Tek tarlanın buğdayından yapılan ekmeği.
Tek ağacın veya yerin meyvesini.
Tek hayvanın peynirini yeyin!
Şişe SUyu içmeyin!.."
“Haramlar bellidir. Helâllar da bellidir.” dedik.
Bunlar arasında "olanlar" çok şüphelidir.
Mânevî Hayatında bir ilerleme yoksa =>Boşuna kürek çekiyorsunuz demektir.
(Bu arada "Onlardan" haberiniz olmadan o akıntıya kürek çekmiş olursunuz...)
Kendinizi kurtarmak için o zaman uğraşın!..
Birini bulun...
Buldunuz amma...
Şüpheden kurtulamıyorsunuz.
Sözüme burada gücenmeyin!
Çünkü bu soruları sormazdınız.
Demek ki, nasip değilmiş...
O zaman, mütemâdiyen TÖVBE edin! AĞLAyın!
Az yiyin, az uyuyun, namazınızı bırakmayın, abdestli bulunun!..
Dışarıda yalnız iken nasılsanız evinizde de öyle olun!
Başka başka, çeşit çeşit haletlerde görünmeyin!..
Her ne pahasına olursa olsun...
Bu haller münâfıklık halleridir.
Münâfıklık şüpheden doğar, insan bilmeden münâfık olur gider...
Söylediklerim tamam olmadan...
Halvete yanaşmak yok!..
Yanaşırsın amma...
Bir günlük halvete değil.
Bir saatlik halvete tahammül edemezsiniz.
Ve çıktığın zaman doğru tımarhaneye gidersin...
Hakiki halvete girersen...
Oradan insan:
Ya velî, ya meczûb, ya mecnûn, ya deli veyahutta ölü çıkar...
Cemiyetteki hakiki halvete sokacak büyükler bugün gizlidirler. Onları ancak kalb perdesi açık olanlar güçlükle sezerler.
Onları Hızır’dan öğrenmek ancak mümkündür.
Böylelerinin ne zaman sohbetlerine girmiş veya sevgilerini kazanmış iseniz o zaman onlar kaç yaşında iseler bu dünyadan göçtükten sonra bağlılığını kaybetmemiş isen, o yaşta sana hemen himmetleri ulaşır...
Halifesi olursun...
Yaşın hemen gelmiş ise, hemen olursun.
Bunu da unutma!..
Bu değişmiyen mânevî bir kanun gibidir.
Resul-ü Ekrem Mânevî Mirası’nı bu şekilde bırakmıştır...
Bu lâkırdıları dünyadaki kulaklar artık kimseden işitmiyecektir. Çünkü işitecek kulak artık kalmadı...
Şükredin halinize...
Elhamdülillah...
ALLAH'a sığının!..
SELÂM OLsun BİZden =>Size...
Tevfik.: Uygun düşürme. * Uydurma. Muvafık kılma. * Cenâb-ı HAKkın kuluna yardım etmesi.
Himmet.: Kalbin bütün kuvveti ile Cenâb-ı HAKk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * ALLAH İndinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.
Halvet.: Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik.
Tahavvül.: (Hâl. den) Birinden diğerine geçmek. Tebdil olunmak, değişmek. Dönmek. Bir hâlden başka bir hâle geçmek.
TAHVİL.: Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. * Döndürmek. * Faizli borç senedi.
TEBDİL.: Değiştirmek. Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek..
Tahvilen.: Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. * Döndürmek. * Faizli borç senedi.
Sünnetullah.: İlâhî kanunlar. * Kanun, âdet. (Bak: Âdetullah)
Mülhim.: Kalbe feyiz veren, ilham eden ALLAH (c.c.)(Hadis, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattir. M.)
Telakki.: Karşılamak. Almak. Kabul etmek. * Şahsi anlayış ve görüş.
PENHANİ PEYDA NEVVARİ MÜLİM
ETMEKTE DURMADAN BÜTÜN MEVÂLİM
ZİKR-İ HALLÂKİ DÂİM
ALLAHU EKBER! ALLAHUEKBER!.:
Görünen görünmeyen NÛRlarıyla,
Bütün âlemeler HALLÂK celle celâlihu’yu zikirleri devamlı,
ALLAHu EKBER!. ALLAHuEKBER!.
الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ
ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنقَلِبْ إِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِأً وَهُوَ حَسِيرٌ
"Elleziy haleka seb'a semavatin tibakan ma tera fiy halkirrahmani min tefavutin ferci'i’l-basare hel tera min futurin. Summerci'i’l-basare kerreteyni yenkalib ileykelbesaru hasien ve huve hasiyrun.: O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. RAHMÂN olan ALLAH'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir." (Mülk 67/3-4)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُوا مَاء فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَـكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
"Ya eyyühellezine amenu iza kuntüm iles salati fağsilu vücuheküm ve eydiyeküm ile’l- merafiki vemsehu bi ruusiküm ve ercüleküm ile’l- ka'beyn ve in küntüm cünüben fettahheru ve in küntüm merda ev ala seferin ev cae ehadüm minküm mine’l- ğaiti ev lamestümü’n- nisae fe lem tecidu maen fe teyemmemu saiydan tayyiben femsehu bi vücuhiküm ve eydiküm minh ma yüridüllahü li yec'ale aleyküm min haraciv ve lakiy yüridü li yütahhiraküm ve li yütimme ni'metehu aleyküm lealleküm teşkürun.: Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı da (yıkayın). Eğer cünüp oldunuz ise, boy abdesti alın. Hasta, yahut yolculuk halinde bulunursanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız (cinsî birleşme yapmışsanız) ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz TOPRAKla teyemmüm edin de yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin. ALLAH size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz." (Mâide 5/6)
الْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَاعِلِ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا أُولِي أَجْنِحَةٍ مَّثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Elhamdü lillahi fâtiri’s- semavati ve’l- ardi caili’l- melaiketi rusülen üli ecnihatim mesnâ ve sülase ve ruba' yezidü fi’l- halki ma yeşa' innellahe ala külli şey'in kadir.: Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan ALLAH'a hamdolsun. O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. Şüphesiz ALLAH, her şeye gücü yetendir." (Fatır 35/1)
اسْتِكْبَارًا فِي الْأَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِ وَلَا يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا بِأَهْلِهِ فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ الْأَوَّلِينَ فَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا وَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا
“İstikbaran fi’l- erdi ve mekra’s- seyyi' ve la yehiykul mekru’s- seyyiü illa bi ehlih fe hel yenzurune illa sünnetel evvelin fe len tecide li sünnetillahi TEBDİLA ve len tecide li sünnetillahi TAHVİLA.: Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? ALLAH'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, ALLAH'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın." (Fatır 35/43)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Oruç bir kalkandır. Oruçlu kimse kötü söz söylemesin ve câhillik yapmasın (yânî câhiliyet fiillerinden birşey yapmasın). Eğer herhangi bir kimse kendisiyle döğüşmeye yâhud söğüşmeye girişirse, ona iki defa “Ben oruçluyum” desin. Nefsim elinde olan ALLAH'a yemin ederim ki, oruçlu ağızın kokusu, Yüce ALLAH Katı’nda Misk Kokusundan daha temizdir.
Yüce ALLAH.: “Oruçlu kimse BENİM için yemesini, içmesini, cinsî arzusunu terk eder. Oruç, doğrudan doğruya BANA edilen (riyâ karışmayan) bir ibâdettir. Onun ecrini de doğrudan doğruya BEN veririm. Hâlbuki diğer güzel amellerin hepsi on misli ile ödenir." buyurdu.” buyurdu.
(Ebu Hureye radiyallahu anhu’dan; Buharî, Kitabü’s- Savm)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
ANKARA - 1987
OT ve GÜL..
MÜNİR DERMAN
Kaddesallahu sırrahu..
ALLAHÜMME ENTE’L- MENNÂN BEDİu’s- SEMÂVÂTİ
VE’L-ARD ZÜ’L-CELÂLİ VE’L-İKRAM
YÂ HAYYu YÂ KAYYUM YÂ ALLAHU CELLâ CELÂLEHu...
Kitaplarımızı okumuş bir zât bizi aramış. Geldi buldu.
Kılığıma baktı şaşırdı. Basit bir elbise içinde gördü, yanımda bizi sevenlerden üç muhterem zât vardı.
Onlardan çekinerek oturdu yanımıza...
Çay ısmarladık, içti.
Bir aralık.: “Falan kitapları siz mi yazdınız?” dedi.
“Öyleymiş!” dedim.
“Çok beğendim!” dedi.
Damdan düşer gibi.: “Bir mürşid arıyorum!.” dedi.
“Ermiş bir velî bulmak arzuluyorum. Nerede bulabilirim?
Birçok şehirlerde, kasabalarda varmış bana isimlerini bildirdiler. Gitsem mi acaba ne dersiniz? Nasıl bulabilirim?” İlâve etti.: “Menfaat için yalancı mürşidler, şeyhler varmış, bunları nasıl anlıyayım? Hakikisi var mı?” diye sordular...
Ben henüz cevap vermeden, beni sevenlerden yaşlı muhterem zât.:
"Beyefendi! Hakiki Velî olmaz olur mu?” dedi.
“O hâlde nasıl bulacağım?”
“Yalancı ve sahteleri ayıkla... Geride kalanın içinde vardır, bulursun!.” dedi.
“Nasıl ayıklıyayım?...”
Bunun üzerine bizim Muhterem Zât hiddetle karışık bir üzüntü ile güldü...
“Beyim dedi, sen evvelâ kendini ayıkla. Pirinç nasıl seçilir öğren, ondan sonra... Benim bildiğim bu kadar!.”
Adam çok ma’lumatlı ve çok konuşan bir zâttı.
O da içerledi.
“Peki nasıl ayıklıyayım kendimi onu söyle bakalım?” dedi.
Âdeta alay ediyordu....
Bizim muhterem ipleri kesti.
Koyuverdi kendini.
“Bak Beyim!.” dedi:
“Sana bir şey öğreteceğim, öyle yap, hem de kırk gün...
Ondan sonra işte adresim. Gel bana, seni ayıklarım ve güzel bir pilav yapıp yerim!.” dedi...
“Namaz abdestsiz konuşma, yeme, içme, evinde abdestsiz yemek pişirme, sabah namazını vaktinde kıl!.
Bu dediklerimi bir gün, hatta bir saat hatta dakika kaçırırsan tekrar birden başlıyacaksın kırk gün istisnasız devam...
Diğer kılmadığın vakit namazlarını istemiyorum!.” dedi.
O zât kızararak.: “Benim namaz kılmadığımı nereden biliyorsun?”
“Gayet basit bunları kılmayan bu gibi sualleri sormaz da ondan!.. Size bir şey söyleyeyim.” dedi.
“Meczub bir dervişe sormuşlar:
“Sen akşamki zikirde cezbeye tutulmadın.
Sebebi nedir? Her ÂN cezbede olurdun...
Derviş.: “Halkada bir Kâmil vardı. Dervişin ne olduğunu hakkıyla bilen biri idi. Kendine hürmetten cezbeye kapılmadım. Tek başıma olsaydım Cezbe Ummanına dalar cuş-u-huruş'a gelir şelâle gibi akmağa başlardım.
“Utandım!.” dedi ve ilâve etti.:
“Ben de kendimden utandım da daha konuşmayacağım!.” dedi.
Gelen Zât saatine baktı. Ayrıldı gitti.
Bizim Muhterem bana döndü.:
“Hocam ma’zur gör, ben konuştum kusura kalma bağışla!.” dedi..
“Az kaldı adamı dövecektim!.” dedi.
Ben de.: “Sinirlenme!.” dedim...
“Dervişten bahsettin!.” dedim.
“Derviş kimdir bilir misin?” diye sordum.
“Siz lütfedin Hocam!.” dedi...
“Ermiş Dervişin hâl dizgini elindedir. Dilediği ÂNda salıverir, istedıği ÂNda çeker. Sen dizginleri bıraktın rahvanı aldın!.” dedim...
“Atını rahvana kaldırdığın için terkine binemedi!
Saatına baktı. Vakit geldiği için gitti...
Ne kendini üzersin!.”
Bak ben sana bir küçük hikaye anlatayım dedim
Dinle.:
Kurumuş OTla bağlanmış taze GÜL demetini gördü.
“Bu kuru OT ne oluyor da GÜL ile bulunuyor?” dedi.
Bu sözden OT ağladı.:
“Rengim, güzelliğim yok. Kokum yok.
Ben de GÜLün bittiği bahçenin OTuyum...
GÜL, dalından kopmuş, henüz taze daha solmadı.
Onun solması benim gibi de olmaz.
Ben ise çoktan kurudum.
Öldüm, ölüm de bir işe yarıyor.
Ya beni bir hayvan yer.
Ya böyle GÜL demetine bağlarlar ip olarak..
Ben yeşil bir OT iken yanımda bir mezar vardı.
Üzerinde şöyle yazılı idi:
“Keramet, kol kuvvetinden daha iyidir.
Ağıza yumruk vurmak hüner değildir.
Elinden gelirse bir ağızı tatlandır..
Sözlerime alınma!..
Ümit olmasa bile ALLAH, Kulu’na bir çâre bulup kurtarır.
"Hızır Hikâyesi", ALLAH Yardımının perdeli bir tezâhürü olduğunu çok az insan bilir!.”
Adam içerledi v’un bu sözlerinden.:
“Ben Abid’im. Bunları bilirim!
Sen ne oluyorsun da bana nasihat veriyorsun!..”
OT.:
“Doğru söylüyorsun.
Ben kuru bir OTum.
Ama yine câhilsin ...
Gemisini kurtaran Kaptan->Abiddir.
Sen kurtulduğunu zannediyorsun ...
Amma, benim söylediğim sözler ise bir Ârifin Sözleridir.
Ârif ise.: SU’ya düşenleri kurtarmaya çalışır.
Abid’sin amma. Ârif değilsin!.”
Bu sözler üzerine Âbid iyice sinirlendi.
Bu sessiz sözsüz konuşmayı dinleyen GÜL söze karıştı.:
“Dünyada hiç kimse benim rengimi çirkin görmez.
Kokumun fenâ olduğunu da kimse söyleyemez.
Koku almayan, rengimden, gözü görmeyen kokumdan, her ikisini alıp görmeyen de ismimden anlar GÜL olduğumu ...
Sen Abidsin amma ...
Ne koku alıyorsun.
Ne görüyorsun ...
Benimle o hor gördüğün vakti ile yemyeşil OT, şimdi kuru, san amma ...
Benim yapraklarım rengi ondan aldı.
Sen hiç ALLAH Sözü duymadın mı?
"Ve’n- necmü ve’ş- şecerü yescüdan." Çimen ve ağaçlar secde ediyorlar.
وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
"Ve’n- necmu ve’ş- şeceru yescudan.: Bitkiler ve ağaçlar secde ederler." (Rahmân 55/6)
Siz bunları göremezsiniz...
Asıl hüner o kurumuş OTtaki ZİKRi görmeye gayret et!..
O zaman hepsinin GÜL gibi güzel ve kokulu olduğunu anlar duyarsın!..
Tatlı sözlerin kokusunu herkes alamaz.
Ey Abid! Ârif olmaya çalış!.”
GÜL devam etti.:
“Birgün ben bahçede dalımda iken iki Zât bahçede konuşuyorlardı.
Birbirlerine.: “Bak ne güzel GÜL!” diye söyleşiyorlardı.
Birisi diğerine söyledi.:
“Ben geçenlerde hamama gittim.
Kil ile yıkanıyordum.
Beni yıkayana sordum.
“Bu kile ne karıştırdınız ne güzel kokuyor?”
Yıkayıcı.: “Efendim kil öyle kokar. Bir şey karıştırmadık!”
O sırada kil.:
“Efendim, benim kokum yoktur.
Ben bir iki gün v ile arkadaşlık yaptım.
Koku ondan bana sindi!.” dedi
GÜL.: “Ben sözleri işittiğim zaman utandım.
Kibre gitmemek için kendimi gizlemeye çalıştım.
Ama olmadı. Ağlamaya terlemeye başladım.
Sen Abid olduğunu HAKk YoLu’nda olduğunu iddia ediyor ve söylüyorsun.
Şu OTu hor görerek ALLAH'dan utanmıyor musun?..”
Hayalî bir inanışla âdeta zoraki bir ibâdet peşinde koşanlara bu sözler birşey haykırıyor.
Biliyor musun ...
ALLAHDostlarındaki zâhiri tavazu’ ve edeb iç âlemlerindeki edebin görünüşüdür.
Cenâb-ı HAKk’ın Kendi Azameti ile örttüğü kimseyi görmek kolay değildir.
Bir Saman Çöpünde perdelenen ZİKRi işitmezsen bile o ZİKRi sezmeye çabala...
Onlardaki ZİKRi sezenler, işitenler vardır.
Kurumuş çöpte ZİKRi duyanlar ise bambaşkadırlar onlar ...
Kâinatta ne varsa canlı cansız hepsi HAKk’ın Güçlerinin, Hünerlerinin görünüşüdür.
HAKk da bu güçlerde görünür.
O’nu görmeye uğraş!..
Kunduz’un eti yenmez.
Kürkü çok kıymetlidir.
Bu kürkü giyenler dışa çok ehemmiyet vererek bir şeylerini gizlemek için uğraşanlardır.
Şu sözler küçültülmüş bir hakikatin mikroskobik ifâdesidir.
O hâlde cesedi ile bu mekânda gönlü ile sonsuzlukta olanların sözlerini dinlemek lâzımdır.
GÜL nihâyet şu sözleri söyledi o Abide.:
“Namaz. Oruç. Hac. Zekât bunların hepsi dünyada kullara farz olduğunu bildiği hâlde bunları yapmadığından dolayı azâb yoktur.
O azâbı dünyada çeker.
Fakat “zekât vermediği takdirde” sorgu vardır.
Bunda ALLAH'ın verdiğini ALLAH'ı inkâra doğru götüren bir koku vardır.
Herkes bunu alamaz...
Sabrın yüzünü hakka çevir.
Tatlı dili halka döndür.
O zaman GÜL gibi açılırsın....
Benim gibi açılıp GÜLmek istersen, sabırlı ve herşeye karşı yumuşak ol!..
Bilir misin kılıç yalnız İPeği kesemez.
Her dâne inci olsaydı, katır boncuğu gibi çarşı inci ile dolardı...
ŞeytÂN ne söyledi bilir misin?
Bu söz nebatlara.
Ağaçlara. Çiçeklere. GÜLLere.
Hayvanlara. Dağlara. Taşlara değil...
"Âdem Oğullarından ->kötü işten başka bir şey gelmez!"
Bizi utandıracak çok müthiş bir söz bu....
ŞeytÂN bundan dolayı insana secde etmedi...
ŞeytÂNın en doğru söylediği söz budur.
Zira bunu söylemek ona verilen vazifenin ismidir.
“OT” kurudu diye çiğneme.
Öldü diye yakma ...
Ölüm, ALLAH'ın Emri..
ALLAH'ın Emrine sebeb aranmaz.
Ölüm, zulüm değildir.
Buradaki EMiR, bildiğimiz emir değildir.
KûN EMRi ile yaratılan bütün kâinattaki âhengin içinde mevcud demektir.
OT’a hakaret ettin.
Büyük küfre girdiğinin farkında mısın?
Bir de “Abidim!.” diyorsun...
Küçük bir misâl:
Güneş doğar. Batar.
Bu, HAKk’ın böyle Takdiridir.
Niçin böyledir?.
Buna cevap aranmaz.
İnkıyad edilir. Kabul edilir.
Ölüm de bunun gibidir.
“Herkes ölecek.!”
Bâki kimse yok demektir.
Herkes ölümü tadacak.
Ölüm HAKk’a kavuşmaktır.
Yâni ALLAH'ın Takdiri olan “Hak olan şey”e dönmek demektir.
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
"Küllü nefsin zaikatü’l- mevt ve nebluküm bi’ş- şerri ve’l- hayri fitneh ve ileyna türceun.: Her CANlı =>ÖLümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz." (Enbiyâ 21/35)
Burayı çok oku.! Anlamak güç, fakat kolaydır.
Eğer kendi kendinle isen...
Bir zerrenin deryâya kavuşması gibi..
Ben bir OTum. Çiçeğim...
Bir Ârif bul da önünde tövbe et!
OT’u hor görme!
Ölümünde bile onu ALLAH bir hayvana rızık olarak ayırdı...
Meczûb.: Başkasının te'siri ile hareket hâlinde olan. Cezbedilmiş. Aklı gitmiş olan. Aşk-ı İlahî ile kendinden geçmiş. * Deli. Divâne. Mecnun.
Ma’zur.: Özürlü. Özrü olan.
İstisnâ.: Ayırmak. Kaide dışı bırakmak. Müstesna kılmak. * Arapçada istisnâ kelimeleri şunlardır.
Cezbe.: Tas: Meczubiyet, istiğrak. ALLAH'ı hatırlayıp ALLAH SEVgisi ile kendinden geçer bir hâle gelme.
Cuş u Huruş : f. Kaynayıp taşma. Neş'e ve âhenk. Coşup taşma.
Rahvan.: Gevşek, sölpük, rahâvetli.
Kerâmet.: ALLAH celle celâlihu İndinde makbul bir VeLî Abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) Lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük Mârifet. Velâyet Mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.
Abid.: İbadet eden. Zâhid. Çok ibadet eden. * Köle.
Âdeta.: Âdet olduğu üzere, her vakitki gibi, alelâde. Bayağı sûrette, âdi bir sûretle. Düpedüz.
Cenâb: Büyüklük ifâde etmek için, hürmet maksadı ile söylenir. Cenâb-ı HAKk, Cenab-ı Resül-i Kibriyâ aleyhisselâm... gibi.
ALLAHÜMME ENTE’L- MENNÂN BEDİü’s- SEMÂVÂTİ
VE’L-ARD ZÜ’L-CELALİ VE’L-İKRAM!.
YÂ HAYYU YÂ KAYYUM YÂ ALLAHU CELLA CELÂLEHU...
ALLAHım!
Eşi, benzeri olmayan, hayret verici güzellikte olan gökleri ve yeri ezelde örenksiz halkeden Celâl ve İkram sâhibi SENsin!
Ey Varlığı, diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her ÂN için tutan, daimî her şeye her hususta iktidarı yeten ALLAH celle celâlihu!.
Ey başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve Ezelden Ebede Kaim, Dâim ve Var olan ALLAH celle celâlihu!.
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
ANKARA 1987
KERÂMET
Kerâmet, HiMMet,
İsm-i A’zam, Hâlvet,
"Îza Hulîyet Kulibet", Mu’cize..
"Dünya iyi ve temiz, ruhanî adamlardan, evliyâlardan hali olursa yıkılır." Hadis.
"Öyle kapalı kapılar vardır ki, Râsih Âlimlerden başkalarına açılmaz"
"RÂSİHÛNE FÎ’L- İLMİ”
Her Sırr ifşâ edilmez.
Her gerçek söylenip açıklanamaz.
“Öyle ilim vardır ki gizlenmiş inci gibidir. Onu ancak ALLAH'ı Bilen Âlimler bilir." Hadis.
ALLAH’a karşı mağrur olanlar onları yalanlar.
Bu sırları bilenlere, ifşâ etmemeleri vâcib olur.
"Kerâmet"
"İsm-İ Azam"
“Herkes Herşeyî Anlayıp Kucaklıyamaz"
"HiMMet"
Yüzüne baktığın sana ALLAH'ı hatırlatan kimse ile sohbet et, arkadaş olmağa çalış, işte o kimse VeLîdir.
Kerâmet Velîlerden sudur eder.
Bu bağlı olduğu Nebî'nin mu’cizesidir.
Yüzlerindeki hâlavet, renk, haraketleri sözleri hep bir Kerâmettir.
"Kerâmet evliyâya haktır. Evliyâ da zâhir olan Kerâmeti inkâr eden dinden çıkar!.” (Fetvâ)
Kerâmet Kelimesi=>“kereme” lütfetmek masdarından gelir.
Ekrem =>Kerem sâhibi, kendisine İlâhî Lütuf bahşedilmiş
İkram =>Lütfetmek, takdim, taltif etme.
Mükrim =>İkram eden.
Mükerrem =>İkram ve lütfedilmiş.
Kirâm =>Kendisine lütuf verme izni verilmiş kimseler. İlâhî Kerem’e kavuşmuşlar...
KERÂMET=>Lütfün verildiği kuvvetin tecellîsi, ortaya çıkması. Lütfü İlâhîden nâsib alabilen, insanın bu lütfün kudretini izhâr etmesi keyfiyeti..
Kâinâtta ne varsa maddî ne türlü hareket varsa ruhî ve ruhanî =>ALLAH'ın Kudret ve Güçlerinin görünüşüdür.
Bütün bunlarda HAKk’ın Güç ve Kudretleriyle görünüşüdür.
"Her meydana çıkıp zuhur eden =>O zuhur eden şeyin içinde kalandır.”
Bazı sözler vardır.
Bu lafları akla sorarsan akıl halledemez.
Bu gibi şeyleri başka türlü konuşmak gerekir.
Bu sözleri başka ve çok düşünmek gerek.
Ondan sonra anlamak mümkündür.
Fakat herkesin kâri değildir.
Merak işi de değildir...
Her insanda bir çok İlâhî Esmâların benzerleri vardır.
Bu esmâlar içinde Muradı İlâhî ne ise o Esmâlardan biri o kimsede Galibdir.
Bazı esmâlar her insanda mevcûd ve müşterektir..
Bazı esmâların tecellî miktarları farklıdır.
Böyle farklı esmâların tecellîsi insanlardaki karakter nevilerini husule getirir.
Umumî ibâdet bu esmâların insanda mevcûd benzerlerini olgunlaştırır.
Bu sûretle o insan şah damarından daha yakın olan HAKk’a yanaşmağa başlar.
"Ve İlâ RABBike Fergab"...
Yâni hak kudret ve güçleriyle insanda gizlenmiş olduğundan insan kendi kendine yanaşmağa başlar.
"Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrım."
"El Însane Sirri ve Ene Sırrehu"
Hadis-i Kudsî. Budur.
Bu benzer esmânın hududuna girildiği takdirde o esmâ kuvvetli bir mürşidin yardımıyla iyice ortaya çıkar.
Mürşidin vereceği, ilim değildir.
Söz değildir.
Mânevî HiMMettir.
“HİMMET” nedir?
Bunu bilmek çok güçtür.
HiMMet =>HAKk’tan ->Resûlü Ekrem’e ->Oradan Mürşide erişen bir şerâredir ki tâlibde bulunan İlâhî Güçleri ateşler ve harekete geçirir...
Mürşidin tâlibde ortaya çıkaracağı işte bu esmâ ile "İSM-i A’ZAM",
Yâni “ALLAH” Lâfzını hakkıyla söylemek ve tesirini görmek imkânı hasıl olur..
O Esmâ benzeri, o kulun “ALLAH” Lâfzına yanaşmasını temin eder.
O esmâ, o kulun ""İSM-i A’ZAM""ı olur..
İnsanda meknuz Hakk güçlerinin ateşlenmesini temin eden lafz, söz budur.
HiMMet.: Mürşide ->Resûl kanalından gelen şerareyi vermeğe verilen isimdir.
Yoksa hakiki "İSM-i A’ZAM"ı yalnız Resûlü Ekrem söyleyebilir.
Büyük Velîler, Resûlü Ekrem yardımıyla bundan istimdad ancak edebilirler...
Bir çok DUÂlar, bir çok âyeti kerimeler vardır ki “v” burada gizlidir diye bildirilmiştir.
"İSM-i A’ZAM" gizli değildir.
Ona varılabilmesi için DUÂ ve âyetlerde istiane edilen şeyler tam hakkıyla yapılırsa, yoluna girilir demektir.
"İSM-i A’ZAM"’ın insanı kapladığı anda, o insandaki düşünce ALLAH'ın Düşünce ve Arzusu yerine geçer.
O insan istediği şeyi aklından geçirir geçirmez o vâki’ olur. Zuhur eder.
Bir anda “Tayy-i Mekan” eder.
İstediği yerde kelâmıyla, şekliyle veya cesediyle bulunur...
Kerâmet ise ->İnsanda Galib olan Esmânın hududuna girenlerde tabii bir hadise gibi tecellî eder.
Bulutun bir anda yağmur olması gibi...
O esmâya teveccüh eder. Arzusu, istediği husul budur.
Bazan haberi olmadan o esmâ ile dolmuştur.
Kerâmet zâhir olur.
Farkında değildir.
Çünkü onun için tabii bir hâldir.
Etrafındakiler Gönül Sâhibi iseler, onlar bunu anlarlar.
Kerâmeti Gönül Sâhibi olmıyanlar; Bilgi, ilim, görüş şeklinde idrak ederler.: “Çok akıllı adam nasıl biliyor!.” diye söyler dururlar.
Bazı zavallılarda rûh çağırmağa kalkarlar, yıldızlara bakarlar, fal açarlar.
Bu hâller insanın kendi kendini tahkir etmesidir ki insanı helâke götürür.
İslâmda küfürdür.
ADAM VARdır =>“ALLAH!.” der ->Tayy-i Mekân eder. Bir anda Arşa
yükselir.
ADAM VARdır =>“ALLAH!.” der ->Hemen canını verir.
ADAM VARdır =>“ALLAH!.” der ->Bayılır, yıkılır.
ADAM VARdır =>“ALLAH!.” der ->Bir şey olmaz. Odun gibi durur.
ADAM VARdır =>“ALLAH!.” Demez!.
ADAM VARdır =>“ALLAH!.” Diyemez!..
Hazreti Ömer Medine'de bir Cuma günü hutbe okurken Şam'da harb eden ordunun arkasından çevrildiğini =>"EL BASÎR Esmâsiyle birdenbire görür" Ve hutbeden.: “El Cebelü Yâ Sariye Cebel!” diye iki defa bağırır.
Cemaat şaşırır.
Fakat o anda ES SEMİ’ Esmâsiyle Sariye ve bütün asker Şam'da harb meydanında bu sesi duyarlar.
“Bu Emirü’l- Mü’minin”in sesi diye.
Hemen Dağı arkalarına alırlar.
Tehlikeden masun kalırlar.
Zirâ düşman o anda arkadan orduyu kuşatmak üzeredir.
Bunun üzerine cemaat Hazreti Ali'ye sorarlar.: “Emirü’l- Mü’minin Hutbede bağırdı bu ne demektir?”
Hazreti Ali.: “Sariye geldiği zaman ona sorun!.” buyurmuşlardı.
Mısırı fetheden "Amr îbnil As"a yazdığı mektup Nil Nehri’ne atılıyor.
Nil feyazân ediyor...
Mektub.:
“Hattaboğlu Ömer'den Mısır'ın Nil Nehri’ne!
"Ey Nil!. Daha önceden akıyordun. Şimdi akmıyormuşsun!. ALLAH için skıyorsan âdetin vechile Ak!.
Yoksa Kendi Başına akıyorsan Mısır Halkının sana ihtiyacı yoktur!.."
Bu şikâyet gibi görünürse de büyük bir hikmetin şekil ve söz değiştirerek ifâdesidir.
Bu mektup Kumandan Amr İbnil As tarafından NİL Nehri’ne atılır.
Nil coşarak akmağa başlar.
Burada mektupta gizli kapaklı HAKk’a DUÂ olduğu gibi Nil'i şikâyet vardır.
Burada “EL ALÎM” Esmâsiyle HAKk’tan Ömer niyâz ediyor.
“Bu nasıl olur?
Bu nasıl iştir?”
Diye düşünme!
Akıl bunu hâlledemez.
Bunu ya kabul eder veya tepinmeye başlar.:
“Böyle olmaz!.” diye...
Bu işler her kesin kâri değildir.
Akıllı diye geçinen sapıklara sözümüz yok...
Fâkir bir insana bunu söylesen.
“Olur mu olmaz mı?” diye bir söz çıkarmaz ağzından.
Gözlerinden sessiz yaşlar döker.
Tasdik ve İmân işte budur...
Cesur İnsan, ALLAH'tan en çok korkan insandır.
ALLAH’tan korkan, âdildir.
Doğrudur. Merhamet ve Şefkat timsâlidir.
Çünkü bu hasletler ALLAH'ın kula bahşettiği kendi esmâlarının tecellîsidir.
Böyle kimseler ALLAH ile Dosttur.
ALLAH'tan korkmanın altında ALLAH SEVgisi gizlidir.
Onun altında da ALLAH'ın kula karşı SEVgisi perdelenmiştir.
Böyle hâle erişmiş kul neye bakarsa ne düşünürse ALLAH ile birliktedir.
Onun gözü Kalb Gözüdür.
HAKk’ın Makarri olan kalbin gözü.
Düşüncesi HAKk’ın isteğidir.
Hazreti Ömer bu mertebede idi.
Kendi arzu ve istekleri için muhtelif âyeti kerime nâzil olmuştur.
Hazreti Ömer de : ALLAH’ın Adaleti, ALLAH’ın Merhamet ve Şefkati HAKk’ın gözü arzu ve istekleri bütün heybetiyle tecellî etmişti.
Ömer yeryüzünde ALLAH’ın “Zaptiye Nazırı” idi.
Hazreti Ömer kendinden bile korkardı.
Kendisinde insanın büyüklüğü tezâhür etmişdi.
“Resûlü Ekrem müstesnâ” Ömer gibi insanın büyüklüğü tecellî eden insan gelmedi, gelmemiştir.
Ömerin her hareketi, düşüncesi İlâhî Süzgeçten geçtikten sonra tecellî ederdi.
HAKk’ın Arzusu, İslâmın özü, düşüncesi, herşeyi Ömer'de âşikar tecellî etmişti.
Ömer'de ”İslâm gözle görülür, kulakla işitilir, bütün heybet ve İlâhî Güzelliği ile tecellî ederdi... “
İşte Resûlü Ekrem'in mübârek sözü.:
“Benden sonra Peygamber gelseydi Ömer gelirdi.” buyurmuşlardır.
Resûlü Ekrem'in DUÂsı ile kırkıncı Müslüman oldu.
Herşey aşikâra çıktı.
Tâ-Hâ Sûresinin ilk ayetleri Ömer'in Rûhunda inkılâb yapmak için nâzil oldu.
Ömer'in bütün akıl, düşünce ve benliği yıkandı, değişti.
Sert bir arslanın kuzu olması gibi...
Resûlü Ekremdeki bütün Esmâlar kendi arzuları verilmiştir.
HAKk’a Teveccüh ederek bütün mu’cizelerini izhâr buyurmuşlardır.
Hatta selâmını getirenler bile Kerâmetinden faydalanırlar...
Medine den Yemen Vâlisi “Ukayre”ye Resûl'ün mektubunu getiren azâdlı kölesinin karşısına yolda çıkan arslana.: “Ya Esed! Ben Resûlüllah'ın azâdlı kölesiyim. Mektup getiriyorum!.” diye bağırması arslanın çekilmesini temin etmiştir..
O hâlde tebliğ edilen emirleri hatasız, eksiksiz yapmaya gayret edin. Kendinizde bulunan esmâları harekete getirin.
Kendini İlâhî Esmâlarla süsle...
İçini Resûlüllah ile doldur!.
ALLAH’ta erimeye gayret et!.
O zaman ne kadar kıymetli mahlûk olduğunu anlarsın...
Azîz Müslümanlar!.
Kıymetinizi bilin, vakit kaybetmeyin...
Tövbe Kapıları açıktır.
Vakit yoktur deme...
Secdeye kapan...
Bütün güzelliklerini ortaya çıkarmaya gayret et...
Bu sözleri bu diyarda ALLAH’ın bir Ni’meti bil!
Durma!..
Yalnız şunu unutma;
Helâl bellidir.
Haramda bellidir.
Bu ikisinin arasında insanların bilmedikleri çok şüpheli şeyler vardır.
Hele bu zamanda bu zihniyet içinde bu şüpheli şeyler milyonlarcadır.
Helâle, haram karışmıştır.
Bunu ayırmak ayıklamak İmkan Hududlarının sonundadır.
Bir lokma helâl rızık alabilmek için, tırnaklarla kilometrelerce tünel açmaktan daha çok güçtür.
Haram ise bugünün insanlarının helâli mubahı mesâbesindedir.
Haramîyyet iki türlüdür :
1-) Yakın Haramîyyet. Bellidir. Anlaşılır.
2-) Uzak Haramîyyet. Anlaşılmaz.
Yemesinde dinen bir sakınca olmayan gıda helâldir.
Fakat, senin vücûdun o anda o helâl lokmayı cesed veya rûh için haram yapar.
Veyahut sen temizsin gelen rızıkta bozukluk vardır.
Senin vücûdunu harama sokar.
Midende ülser vardır. Ekşi sana dokunur.
Şeker hastalığı vardır. Şeker sana dokunur.
Ekşi ve şekerde kabahat yoktur.
Senin vücûdunda kabahat vardır.
Midendende...
Senin vücûdun temizdir.
Bozulmuş bir şey yersen ishal olur, kusarsın, zehirlenirsin...
Bu misâller kaba şekilde amma yukarıda anlatmak istediğimizi az çok idrak ettirir.
Dedelerimiz zamanındaki şehirlerde, köylerde bugün bereket kalmamıştır.
Büyük şehirlerde yemek artıkları helâlara gidiyor.
Bu büyük bir Küfran-ı Ni’mettir.
Ekmek ve karbon hidratlı gıda hep lağımlara gidiyor.
Bunlar ne olur garip şey.
Böyle düşünenlere cevap.: "Hiç bir şey olmaz" kâfidir..
Leş böceğini bala sokarsan ölür.
Bunlar karasinek gibi mahluklardır.
Leşede konar balada konar..
Lağımlar utanıyor insanların yaptığı bu mülevves harekete.
Şeytan yapacağını yapmıştır.
Beşeriyette artık herkesin şeytanı kendisi olmuştur.
Buna çâre yoktur.
Ölüp dirilmedikten sonra, o da şüphelidir.
Zirâ CeheNNem Azâbı müthiştir.
Orada İnsan ne ölür, ne yaşar...
Ne yapalım diye hiç düşünmeye hacet yoktur.
Şehirlerden uzaklaş.
Bir kulübeye bile olsa dahi razı ol...
Çekil hemen...
Birâz düşünürsen söylediklerimizin doğruluğunu anlarsın.
Deliler bile idrak etseler tekrar bir derece daha çıldırırlar.
=>Bu sözlerden...
Bu gün din, ahlâk, terbiye, ailevi duygular hepsi uçmuş gitmiştir.
Yerine dinsizlik, ahlâksızlık, sosyal doktrinler, iktisâdi, sosyal sapık bilgi ve âdetler girmiştir.
İktisâdi buhran, hükümet buhranı, bilmem geçim buhranı, pahalılık buhranı...
Bunlar yerden çıkmadı.
Havadan gelmedi...
İnsanlar yaptı bunları...
Hem cesede, hem rûha büyük hakaret yapılmış insanlarla dolu cemiyet...
“Sodom Gâmora”ların hüküm sürdüğü bir kitle hâline gelmiş.
“Kavm-i Lût” âdeta modern cihâzlarla, süslerle terakki vasıtalarıyla küfürde daha çok tekamül ederek yeniden dünyaya gelmiştir.
“Kavm-i Lût”un bir “Ba’sü Bade’l- Mevt” işidir bugün...
Profesörlerin, hükümet adamlarının, milletlerin çâre aradığı buhrana karşı çâre bulunamaz, bulunamayacaktır da...
Çünkü bu çâreler yerde gizli değildir.
Bir yerden gelmeyecektir.
Çâre kendimizdedir..
Teker teker kendimizi doğru yola götürmemiz lâzımdır.
Bir ağacın yaprakları kışa yakın sararır yavaş yavaş dökülürse beşerîyette bu hâldedir.
"Yapraklarını dökmeyen yeşil kalan ağaçlar vardır." bunları unutmamak lâzımdır.
Son baharda yapraklar niçin sararır düşer.
Yapraklar asitleşirler.
Niçin asitleşirler?.
Onunda kimyevî izâhı var.
Diğerleri niçin yeşil kalırlar onlarında kimyevî izâhı var.
Bunlar ALLAHın kurduğu Tabiat Kanunları icabıdır...
Velhâsıl bunlar âhir zaman icâblarıdır.
Önüne geçilmez.
Yakında birçok milletler dünya yüzünden silinecektir.
Bugün Perşembe 07.11.1974 tarihtir.
Salgın hastalıklar, açlık, susuzluk, âfetler ve yek diğerine saldırmalar çoğalacaktır.
Birçok milletlerde ihtilâl çıkacak ve çok insan telef olacaktır.
Bu uzak değildir.
Dünyada artık sükun denilen şey kalmayacaktır.
Söylediklerimiz Resûlü Ekrem'in Hadislerinden müstahreçtir.
Az konuştuk. Daha çok şeyler vardır.
Ortaya çıkması yakındır. Fakat söyleyemem.
Akü muvâzenenizi kaybeder, derin bir ümitsizlik içine düşer, huzurunuz kalkar, perişân olursunuz.
Zâten huzursuzsunuz...
Onun için size tavsiye ederim;
Sakin, kalabalık olmayan yerlere hemen çekilin!.
Haramdan kaçın!.
Namazınızı ihmal etmeyin!
Sabahları leş gibi uyumayın!..
Vakit kaybetmeyin zaman az.
Tövbe edin!
DUÂ edin!
ALLAH’a sığının!.
Resûl'ün Ruhanîyyetinden yardım taleb ediniz...
Daimâ abdestli bulunun!.
Bu son lakırdıya çok dikkat edin.
Ama sakın ihmal etmeyin!.
Az yiyin, az uyuyun, çok gülmeyin, fazla ağlayın...
Başka başka, çeşit çeşit hâletlerde görünmeyin.
Her ne pahasına olursa olsun...
Bu hâller münâfıklık hâlleridir.
Münâfıklık şüpheden doğar.
İnsan bilmeden münâfık olur gider.
Bu lakırtıları dünyadaki kulaklar artık kimseden işitmiyecektir.
Çünkü işitecek kulak artık kalmadı.
Şükrediniz hâlinize.
ALLAH’a sığının!
Selâm olsun bizden size!..
Hali.: Tenhâ. Boş. Sahipsiz. Issız. İçinde bir şey olmama..
Sudur.: Olma, meydana gelme. Sâdır olma. * (Sadr. .) Göğüsler, sadırlar..
Şerâre.: (Şerâr) Kıvılcım. Elektrik kıvılcımı.
Tâlib.: İsteyen, istekli. * Talebe, öğrenci..
Meknuz.: Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.
İstimdad.: Medet ve yardım istemek.
İstiâne.: DUÂ. Yardım istemek. İâne istemek.
Masun.: Korunan, mahfuz, emin, muhafaza olunan. * Sâlim, sağlam..
Feyazan.: f. Suyun çok olup taşması, çoşması. * Bolluk, fazlalık, feyiz..
Makarr.: (Karar. dan) Karar yeri. Karargâh. Kararlı yer. Merkez. Pâyitaht..
Teveccüh.: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. * Mânen üzerine düşme. * Ait olmak. * Hoşlanmak. * Sevgi, alâka..
"El Cebelü Yâ Sariye Cebel!.: Yâ Sâriye dağa! Dağa!.”
Vech.: (Vecih) Yüz, çehre, surat. * Tarz, üslub. * Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe. * Tarih. * Suret. * Sebeb. * Bir şeyin nefsi ve zatı. * Semt. Cihet. * Münâsebet.
Zaptiye.: Jandarma veya polis kuvveti. Memleket içi âsâyiş ve intizâmı te'min maksadı ile çalışan hükümet kuvveti.
Esed.: Arslan, şîr.
Küfran.: Nankörlük etmek. ALLAH'ın İhsân ve İnâyetine mukabil teşekkür etmeyip fiilen veya kavlen inkâr etmek.
Ba’sü Bede’l- Mevt.: Öldükten sonra dirilmek.
Sodom ve Gomora.: Lût Gölündeki batık şehirler.
Râsih.: (c.: Râsihîn-Râsihûn) (Rüsuh. dan) Temeli kuvvetli, sağlam. * Bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan. * İyice oturmuş, dem ve damarlarına yerleşmiş, temeli sağlam ve kuvvetli olan.
Rüsuh.: İlim ve fennin derinliğine vukufiyet. Sağlamlık. Devamlılık. Yerinde, sağlam, sâbit ve devamlı olmak. * Meharet, meleke..
RÂSİH.:
Sözlükte “(bir şey) bulunduğu yerde yerleşip kalmak, sabit ve sağlam olmak, (bir konudaki bilgi) şüpheden uzak olup kesinlik kazanmak” anlamındaki “rusûh” kökünden türeyen “râsih” (sabit olan) kelimesinin çoğuludur (Lisânü’l-ʿArab, “rsḫ” md.; Ebü’l-Bekā, s. 465). Kur’ân-ı Kerîm’de iki âyette.: “er-râsihûn fi’l-ilm” terkibinde geçmekte (Âl-i İmrân 3/7; en-Nisâ 4/162), hadislerde de aynı mânâda kullanılmaktadır (Dârimî, “Ferâʾiż”, 8.).
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır kaddesâllahu sırrahu.: İlimde derinleşenlerin eğilmeyen, eğrilikten hoşlanmayan, bildiğinin ve bilmediğinin farkında olabilen, bildikleri vasıtasıyla bilmediklerini çözümlemeye gücü yeten ilim erbâbı olduğunu belirtir. Ona göre ilimde Rüsûh Sâhibi olanlar Muhkem ve Müteşâbih Âyetlerin Hakikatine imân eder, fitne ve belâdan uzak durur, haddini bilir ve İlm-i İlâhîye havâle edilmesi gereken hususları O’na havâle eder.. (Hak Dini, II, 1044-1045).
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
“Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât (muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ve’r- RÂSİHÛNE FÎ’L- İLMİ yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi RABBinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l- elbâb (elbâbi).: Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın Esâsıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat kalblerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini ALLAH'dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sâhibleri ise.: "Biz O'na îmân ettik, hepsi RABBimizin Katındandır" derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulû’l- Elbâb (daimi zikrin ve sırların sâhibleri) (tezekkür edebilir).” (Âl-i İmrân 3/7)
لَّكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَالْمُقِيمِينَ الصَّلاَةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أُوْلَئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا
“Lâkini’r- RÂSİHÛNE FÎ’L- İLMİ minhum ve’l- mu’minûne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike ve’l- mukîmîne’s- salâte ve’l- mu’tûne’z- zekâte ve’l- mu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhir (âhiri). Ulâike se nu’tîhim ecran azîmâ (azîmen).: Fakat, onlardan İLİMDE DERİNLEŞMİŞ olanlar ve mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Ve namazı ikâme edenler, zekâtı verenler, ALLAH'a ve Âhiret Gününe inananlar; işte onlara “büyük ecir” vereceğiz.” (Nisâ 4/162)
فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ
وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ
“Fe izâ feragte fensab.
Ve ilâ RABBike fergab.: Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul, Ve öyleyse RABBine rağbet et (O'na yönel, O'nu öv, hamdet, zikret, tesbih et).” (İnşirâh 94/7,8)
İsmail Hakkı Bursevî, Tefsirinde bunu En’âm Sûresinin -sır kelimesinin geçtiği- 3. âyetinin açıklamasını yaparken söz konusu etmiştir. (bk. Ruhu’l-Beyan, 3/8)
Oradaki ifade tarzı şöyledir.: “İnsanın sırrı benim sırrımdır, benim sırrım da onun sırrıdır.”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH celle celâlihu.: “سر الإنسان سري وسري سره /Sırrı’l-İnsâni ->SIRRî ve SIRRî ->Sırrıhu.: İnsânın Sırrı ->BENim Sırrımdır. BENim Sırrım da ->İnsânın Sırrıdır.” buyurdu.” buyurmuştur.
(Bursalı, Rûhu’l-beyân, 3: 6, 7; 3: 379.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH ->Âdem’i kendi sûretinde yarattı.” buyurmuştur.
(Buharî, İstizân, 1)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İlim kaybolmadıkça, depremler çoğalmadıkça, zaman kısalmadıkça, karışıklıklar ortaya çıkmadıkça, herc yâni cinâyetler artmadıkça ve elinizde mal çoğalıp taşmadıkça kıyamet kopmaz.” buyurmuştur.
(B1036 Buhârî, İstiskâ, 27.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kıyamet Alâmetlerinden bazıları şunlardır.: İlmin kaldırılması, cehâletin artması, zinânın çoğalması, şarap içmenin yaygınlaşması, erkeklerin azalıp kadınların çoğalması. O derecede ki elli kadına bir erkek düşecektir.” buyurmuştur.
(B5231 Buhârî, Nikâh, 111.)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
ANKARA - 1987
"İSM-i A’ZAM"
Eselüke Allahümme bi’l-İsmi’l- Mektubi alâ Veraka’l- Zeytun.:
Zeytun yaprağı üzerine yazılı isim hürmetine!.
İSM-i A’ZAM'ı biliyorum amma!
Ona yanaşmak temizliğine varamadım.
Nasıl buğulu göz yerini bildiği şeyi görüp tutamaz.
Ses mevcûddur. Kulakta kir vardır. Az duyar.
Güzel koku mevcûddur. Burunda nezle vardır. Koku almaz.
Akıl vardır, maddenin şüphe, tereddüd, gafleti içinden çıkamaz.
Temiz dediğin bir SUyun içinde mikroskopla bakarsan milyonlarca mikrobun raks ettiğini görürsün...
İSM-i A’ZAM, Resûlü Ekrem'in ahlâk, sîret, yaşayış, harekat, sünnet, Mübârek Nâsiyesinde lemean etmektedir.
İSM-i A’ZAM'ı bilenler, Resûl'den aksetmiş insân tahammülüne tenezzül etmiş miktarından istifâde ederler.
Onda tecellî eden İSM-i A’ZAM, Ayı ikiye böler.
Mûsâ denizi açar.
Resûl'den akseden İSM-i A’ZAM’dan.:
Tayy-i Mekân, Keramet, Harikulâde hadiseler tezâhür eder. NÛRundan müstefid olunur.
Aksetmiş olanların yanında bulunanlar bir aydınlığa girerler. Nereden geldiğini keşfedemezler.
Ayna olmasa ->kendini,
Kulak olmazsa ->sesini,
Burun olmasa ->kokuyu alamadığım gibi.
Temizliğin gayesine varmadan da ->bu akis sana vurmaz. Gelmez.
Röntgen Şua’ı görünmez.
Görünmesi için muayyen tertibat ve cihâzın mevcudiyeti lâzımdır.
Amma şu bildiğim İSM-i A’ZAM'ı bildiğim kadar anlatayım buyurun dinleyin..
Çok dikkatli dinleyin!
Zirâ karışık...
Ben öyle anladım da ondan...
Görmek için IŞIK lüzumludur.
Işığın görünmesi için, fdan geçmesi lâzımdır.
Işığın saniyede sürati 300.000 kilometredir.
Sesin saniyede sürati 350 metredir.
Kilometre değil dikkat buyurun!..
Sesin işitilmesi için HAVAya ihtiyaç vardır.
Ses dalgalarının intişarı için.
SU olmayınca dalga olmadığı gibi...
HAVA olmayınca da ses yoktur.
SU’yun olması için TOPRAK lâzımdır.
TOPRAK olmasaydı SU olmazdı.
SU olmasaydı HAVA olmazdı.
HAVA olmasaydı ses olmazdı ve SU görünmezdi.
TOPRAK oldu.
Sonra SU.
SUdan HAVA oldu, o zaman en evvel var olan IŞIK göründü.
ATEŞ ve hararet husul buldu.
HAVA olmazsa hararette yoktur.
Uzayda hararet yok.
Hâlbuki GÜNEŞ görünmüyor karanlık uzay.
Güneşin görünmesi için HAVAya lüzum vardır.
Biz görüyoruz.
Görünmeyen GÜNEŞin şua’ları HAVA tabakasında görünüyor ve hararet veriyor.
Evvelden TOPRAK SUyun görünmesini temin etti.
SUdan HAVA oldu.
Var olan SU görünmeye başladı.
Mekân TOPRAK oldu, SUdan HAVA teşekkül etti.
Böylelikle ATEŞ göründü ve ses duyuldu.
Ve SUdan geçen “HAYy”dan her şey halkoldu.
SU görünmez oldu.
HAVA oldu, sonra göründü SU oldu.
SU görünmez oldu, ziyâ göründü.
SU görünmez oldu HAVA oldu, SES duyuldu.
"TOPRAK + SU + HAVA + ATEŞ" diye
"ANÂSIR-ı ERBAA" dört esas element denilmiştir..
Hülâsa edersek.:
HAVA olmazsa SU olmaz.
SU olmazsa HAVA olmaz.
HAVA olmazsa ATEŞ olmaz.
TOPRAK olmazsa SU olmaz, görünmez.
Bunları çözmek çok güçtür.
HAVA bizim mekânda,
Madde vardır telâkki ve fikrimize göre “HAVAnın bir ağırlığı vardır, o hâlde basit olarak.: görünmez bir maddedir” diyebiliriz.
HAVA soğuduğu zaman, BUHARı ->Yağmura veya ->Kara çevriliyor ve bunlar mekânda görülür bir MADDE oluyorlar.
O hâlde diyebiliriz.:
HAVA SUyu husule getirdi.
O zaman SUyun mevcudiyeti için bir mekân lâzım.
O da TOPRAK...
TOPRAK olduğu zaman SU göründü.
TOPRAĞın teşekkülü için “Kant-Laplace” Nazariyesine göre evvelce ATEŞ vardır.. soğudu.
Ve TOPRAK teşekkül etti.
ATEŞin mevcudiyeti için HAVA muhakkak lâzımdır.
O hâlde ilk evvel HAVA vardı..
TOPRAKta =>İlâhî Esmâların, nakışları tenezzülen tahammül hududuna girmesi için TOPRAKta muhtelif cevherler hazırlandı.
Madenler, Nebatlar.
“Safi” Nakşının muhafazası oldu.
İnsan, Hayvan, Nebat bünyelerinde bulunan cevherlerin hepsi TOPRAKta mevcûddur.
Bu cevherlerin toplanmasını, SU ile karışması bir organizma yaptı.
“HAYy” ın görünme YUVAsını teşkil etti.
CANLIlık husul buldu.
Hayvanın, nebatın, mikrobun, insânın içinde barınacak bir yuvası vardır.
EL HAYy’ın diğer Esmâlarla barınacak yuvası evi (Kabanın kabası bir misal olarak) YARATIKLar oldu.
EL HAYy Esmâsının yanına diğer İlâhî Esmâlar toplandı.
Bu miktar ->İklimlere göre nasıl hayvan ve nebat, çiçek, maden cevherleri varsa ->İnsanlara göre de Murad böyle tecellî etti. Irklar. İnsan cinsleri oldu..
Her insân bir Esmânın Gâlibiyeti ile süslendi.
Bazı Esmâlar müşterek.
Bazı Esmâların miktarları farklı insânlarda tecellî etti...
Hayvan ve nebatlarda da böyle oldu.
Hepsinin hassaları ayrı ayrı.
Birinin terkibinde olan diğerinin terkibinde yok gibi.
Bir diğerinde fazla, öbüründe başka bir hassa...
Bazı nebat zehirlidir.
Bazısı değil..
Bazı hayvan sadıktır.
Bir diğeri değil.
Nankördür, yırtıcıdır..
Bazı maden sert.
Bazı maden yumuşak.
Bazısı tatlı, bazısı acı.
Bazısı serinlik verir.
Bazısı yakar..
Bunların aslına varmak için, yâni hangi Esmânın, hangi hassanın bulunduğunu anlamak için tahlil gerekir...
Falan nebatta şu hassa. Şu kimyasal madde vardır.
Falanda falan vitamin var. Falanda yok.
Falan şifâ vericidir. Diğeri değil...
Falan güzel kokar. Diğeri değil.
Bunların aralarındaki fark hep birdir aslen...
İnsandaki Esmânın şiddet ve azlığına göre, his ve duygu değişiklikleridir.
Zirâ her şey güzel yaratılmıştır.
Burada Beşerî İlimle, mukavemet bünye, tahammül kelimelerinin ifâdeleri ortaya çıkar.
Leş kokar.
Leş kuşları sinekleri.
Bazı leş yiyen hayvanlar için bu koku yoktur..
İnsan kendindeki asıl Gâlib Esmâya vardı mı bunların hep bir olduğu görülür.
Çirkin yoktur.
Pis koku yoktur.
Yakan yoktur.
Zehirleyen yoktur.
İlâhî Esmâ vardır...
O da =>Uyumayan doğurmayan yemeyen, eşi olmayan TEKk olan ALLAH'ın Tecellîsidir.
Kudretlerin, Güçlerin görünüşüdür.
Göz görür.
Eşyânın dışını görür, içini göremez.
Sonu olanları görür, sonsuzları göremiyor.
Bazan büyüğü küçük, küçüğü büyük görür.
Yıldızlar büyüktür.
Küçük görünür.
Göz kendinden çok uzak ve çok yakın da göremiyor.
Fakat AKIL için uzak yakın yoktur.
Göz yanılmasının çeşitleri çoktur.
Fakat AKIL bundan münezzehtir....
Sesleri, kokuları, tatları, sıcaklığı, soğukluğu, işitme, koklama ve tatma duygularını göremez.
Gördüğü şeyleri de dışarıda görür yerli yerinde.
İçinde değil.
Ses duyulur, fakat kulakta değil.
Sesin çıktığı yerdedir.
Sanki kulak oraya uzanmıştır gibi.
“Gören O, işiten O”.
Senin içinde O'dur.
O hâlde kendini göstermek için.: “Âlemleri yarattım!” diyor Cenâb-ı ALLAH...
İnsan bu mânâya, bu künhe varması için aslına dönmesi lâzımdır.
Asıl nedir?
Temizlik esas cevher...
Safîyyet... Billurlaşma...
Bunlar için İSLÂM vardır.
İnsan yaratıldığı için, künhüne varmak için İSLÂM vardır.
İSLÂM olacağı için insân vardır.
Buradaki İSLÂM kelimesi.:
"eslemnâ ve lemmâ" Âyet-i Kerimesidir.
HAKk'ın görünen kudret ve güçlerinin bir parçası olduğunu anlayarak.
HAKk'a teslim olan demektir.
Onun için, insân mü’min doğar, aslına döneceği, çözüleceği zaman, yaklaştığı an mü’min ölür.
“ÖLüm ÂNı” =>İnsanda bulunan Güç ve Kudretlerinin geri alınması ALLAH’a teslim edilmesidir.
Bu hadis.: “Son demde bunları insân anlar.” demektir.
“Ha demek böyle imiş!” der, inanmış olur.
“Mü’min ölür!” demektir.
Temizlikte, aslında güzel olan şeyler hep güzel olduğu gibi görünür.
Temizlik olmadı mı duyguların perdelenmesi neticesi onları çirkin, fenâ koku, nefret verici olarak duyar görür işitir.
Bu temizlenmemenin neticesidir ki buda bir nevi’ isyan sayılır...
"Bir anne çocuğun pisliğinden, salyasından, tiksinmez, insân, kendi salyasından, tükrüğünden, pisliğinden tiksinmez. Ve başkasının ki ona çok fenâ gelir..."
Buralara varmak için İSLÂM vardır.
Çirkin, fenâ koku, iyilik mefhumuna giremez.
Görünen şeylerin hepsi tahammül hududunun cilveleridir.
Nasıl ki mikropları görsek, korkudan helâk oluruz.
Hakiki temizliğe vardı mı yine helâk oluruz, bunlar tahammülün muhtelif şekilleridir.
Resûlü Ekrem, ölmüş, taaffün etmiş köpeği görmüş.
Pis kokuyu almamış.
“Bak ne güzel dişleri var!.” buyurmuşlar...
İşte bu temizliğe varmak =>Kendinde meknuz olan Gâlib Esmânın Tecellî Kudretiyle tesbih ve raksa girebilmek demektir.
“Vele Zîkrullahü Ekber” En büyük zikir, sende olan GÂLİB ESMÂ ile, O’nun büyük zikrine kendini sokabilmektir.
O zaman, sendeki tecellî eden ALLAH’ın sana nâsib, olmuş Gâlib Esmâ ile görür, işitir, hareket edersin ki, o senin için "İSM-i A’ZAM" olur.
"Bütün Peygamberler =>ALLAH tarafından kelâmla gönderilmiştir. Cezbe ve tasarruf ile değil!"
Bu lafa dikkat et, ne demek isteniyor bunu anlamadan Peygamber nedir anlaşılmaz!..
Kalb ->Gönlün AYNAsıdır.
Gönül ->RÛHun AYNAsıdır.
Kalb nedir? Gönül nedir? bunu bilmek lâzım.
RûH ->Hakikat-i İnsanîyyenin AYNAsıdır.
Hakikat-i İnsanîyye nedir?
Bunu da bilmek lâzımdır bütün inceliği ile...
Gaybî Hakikatlar sonsuz denecek kadar uzak mesafeler kat ederek, söz hâline inkılâb eder.
Lafz Sûretine giren faillerin hakikatları o zaman kulaklara erişir.
Bu ihsân, Evliyâullaha verilmiştir.
O zaman o Velî =>“HAKk”ı ->Halk Aynasında ve Halkı da ->HAKk Aynasında ->HAKk’ın Kemâlini görür ve HAKk Aynasında halkın yokluğunu görür..
Bu insân “İNSÂN-ı KÂMİL” o zaman =>“İSM-i A’ZAM bir SIRRdır!” diye söyler...
Bir çok İSM-i A’ZAM DUÂları.
Âyetleri işâret buyurulmuştur.
Bunların oradaki Esmâların, İsimlerin El ADL Esmâsı ile taksimindeki hikmeti ifâde içindir.
Ve onların yardımı ile, kendinde meknuz Gâlib Esmâya temizlikle yanaşmak, kılavuz o Esmâların hürmetine Gâlib Esmâya vusul yolları olarak fehmedilmelidir.
Bu da =>Mekân diye kabul ettiğimiz yerdeki fizikî, kimyasal hassa ve kanunları husule getiren Esmâ Tecellîsinin madde olarak tahlil ve tetkik ederek onlardan birçok Kudretlerin ALLAH’ın verdiği kabiliyet.
İsti’dad, akıl hududu dahilinde Kudretin Azametini idrak için kesitler, füzeler binlerce icatların ortaya çıkmasına Muradı İlâhî izin verilmesindendir.
"Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz!"
Tebşir-i Peygamberisi..
"Kâinâtın yaradılışını anlamak isterseniz, arzı dolaşınız, tetkik ediniz!" Hadis-i Kudsî bunu açıklar...
“Bilen ile bilmeyen bir olurmu?” Âyet.
Bütün bunlar Kur'ÂN-ı Kerîmde.:
Âyât-i Müteşabihat.: Mânâsı gizli âyetler.
Âyât-i Mühkemât.: Mânâsı açık ve sarih âyetler ki bunlara vusul için yollar ve riâyet edilmesi icâb eden ve vusulde yapılması mecburi olan şeylerdir...
İbâdet insânı değiştirmez. İnsanda meknuz olan bir hassayı ortaya çıkarmak için yapılır.
Âyât-ı Mu’tade.: Akıl sahasında olan âyetler.
Bunlardan Esmâların Tecellîleri ile tekevvün eden her şeyin tetkikine insânı sevkeden usûl ve yollardır.
Âyât-ı Gayri Mu’tade.: Akıl sahasının haricinde olan yaradılış ve hadisat kanununun dışında kalan âyetlerdir..
Bunlar vasıtası ile, insân aslını anlamaya gayret eder.
Resûller yol gösterir, îzah ve tefsir ederler...
Bunların birçoklarını ancak “EHLULLAH” anlarlar.
Çünki onun tahammül hududuna yanaşmak temizliğine “Tevfik-i İlahi” ile vasıl olmuşlardır.
Ondan dolayı cehâlet ayağı ile bu hududlara vurmamak, basmamak lâzımdır. İsyan, şirk ve küfre yuvarlanır insân...
Derler ki.: "El Ârif Lâ Yetekellem Ve’l- Mütekellim Lâ Ya’rif."
Duygu organlarını kontrol altında tutarak RÛHun üfleyişlerine kulak verenler, bu işi anlamaya namzed olabilirler.
Bütün Esmâların ->En Büyük Esmâ ile irtibatlığı da bu temizlik derecesine göre yakınlık, uzaklık meselesidir.
Mansur idâma götürülürken HAKk’a DUÂ etti.:
“Yâ RABBî!. Benim idamımı seyretmek için gelenleri, idamıma hükmedenleri affet!
Bana açtığın sırları, onlara da açsan veyâ onlardan gizlediğin sırları benden de gizlemiş olsan bu hâl başıma gelmezdi!.”
Kollarından astılar.
Ayaklarını kestiler, sonra kollarını ve başını vurdular...
Mansur şöyle söylüyordu başı vurulmadan:
“Era Kademi.: Ayaklarımı görüyorum.
Erake Demmî.: Kanım akıyor.
Ehâne Demî.: Kanıma ihânet oldu.
Ehanedemi.: Yazık oldu kendimi anlatamadığıma!."
Mansur'un son sözleridir bunlar...
İSM-i A’ZAM'ın beyhude aranmamasına en büyük söylenmiş sözlerdir.
İSM-i A’ZAMı arama!..
İSM-i A’ZAM seni bulsun!..
İSM-i A’ZAMı sende gizli olan İSM-i A’ZAM’ın Sâhibiyle birlikte bulabilirsin.
Abdestsiz gezme!.
Konuşma!. Yeme!. İçme!..
Yalan söyleme!..
Namazını terketme vaktinde kıl!.. Yeter!..
Mansur’un.: "Ene’l- HAKk!" demesi insânın idrak kubbesini tiril tiril titretti.
Bu sözlerden, bu sözleri söyleyenlere Şer'-i Tekellüf yoktur.
Aklında böyle sözlerden hissesi yok.
Cüneyd.: "ALLAH cübbemin altındadır!”
Bestamî ve Mansur da görüldü.
Bu sözler, her yerde küfürdür..
Cüneyid'e sordular.: “Mansur’un dediğinin te’vili varmıdır?”
“O sözün te’vili gününde değil Kerbelâ Günündeyiz!.”
Mansur'a.: “Vaz geç tövbe et!.” dediler.
“Sözü kim söyletti ise, sözü geri almayı da o dilesin!” ..
“Ben ALLAH’ım!.” diyorsun, Hem de günde bin rekat namaz kılıyorsun!”
“Birbirimizin kadrini yine BİZ biliriz!.”
Şeriatta idâm vardır, fakat işkence yoktur.
Mansur'un başına gelenler de hâlin de hissesi vardır.
O zamanın azgın zâhir adamlarının hırsı vardır.
LÂ İLÂHE İLLÂ ALLAH =>Eşyâyı mânâda görmektir.
O'ndan gayri ne varki!..
Şimdi hatırlatırım.:
Mansur.:
“Ben ALLAH'ım!” demedi.
“Ben HAKk’ım!.” dedi.
“Ben ALLAH'ım!” demesine imkân var mıdır?..
Mûsâ.: "Yâ RABB!. Bana kendini göster!.” dedi.
RABB ->Dağda tecellî etti.->Dağ eridi.. Dikkat!..
ALLAH'a mekân verilmez...
RABBi’s- Semâvât.
RABBi’l- Maşrikeyn.
RABBi’l- Ard.
RABBi’l- Mağribeyn.
RABBi’l- Felâk.
RABBi’n- Nâs..
Mezarda.:
“RABBın kim?” sorulacakmış...
“ALLAH'ın kim?” değil!
RABB başka, HAKk başka şeyler ve başka mânâlardır.
Bu sözlere şaşırmayın... Düşünün!..
Bunları hâllet ondan sonra, İSM-i A’ZAM’ı bul!
Son SÖZ.:
Resûlü Ekrem.: “Mi’râcda ALLAH'ı gördüm!” demiyor.
“RABBım’ı gördüm!.” buyuruyor.
Bütün “SIRR” bu sözlerdedir...
Biz bundan sonra susarız!..
İSM-i A’ZAM.: ALLAH'ın Kur'ÂN ve Hadis-i Şeriflerde zikredilen yüz isminin mânâca en câmi' olanıdır. İSM-i A’ZAM, diğer isimlerin de mânâlarını içinde toplar. Her İsm-i İlâhiyenin de, her mahlukun da bir a'zamlık mertebesi vardır. (İSM-i A’ZAM herkes için bir olmaz, belki ayrı ayrı oluyor. Meselâ: İmâm-ı Ali (kerremallahu vechehu) hakkında: "Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddûs" altı isimdir. Ve İmâm-ı A'zamın İSM-i A’ZAMı, "Hakem, Adil" iki isimdir. Ve Gavs-ı A'zamın İSM-i A’ZAMı, "Yâ HAYy'dır." Ve İmâm-ı Rabbâninin İSM-i A’ZAMı. "Kayyum" ve hâkeza.. pek çok zatlar daha başka isimleri İSM-i A’ZAM görmüşlerdir. L.)
Eselüke Allahümme bi’l-İsmi’l- Mektubi alâ veraka’l- zeytun .: ALLAHım! SENden zeytin yaprağına yazılan hakkı için/hürmetine isterim!.”
Lemean.: Parlama, parıldama.
Hassa.: (c.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir..
Tahammül.: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak.
Tenezzülen.: Alçak gönüllülükle, tevâzu ve mahviyet içinde, kibirsizlikle.
Tezâhür.: Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş. * Birbirini korumak, birbirine arka olmak. * Arkalaşmak; yâni birbirine yardım etmek.
Tecellî.: Görünme. Bilinme. * Kader. * ALLAH'ın Lütfuna uğrama. * İlâhi Kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Tayy-i Mekan.: Mekânı ortadan kaldırmak. Bir şahsın bir anda muhtelif yerlerde görünmesi.
Keramet.: ALLAH celle celâlihu İndinde makbul bir Velî Abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) Lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.
Anâsır-ı Erbaa.: Dört unsur: TOPRAK, HAVA, SU, SU (veya ATEŞ).
Telâkki.: Karşılamak. Almak. Kabul etmek. * Şahsi anlayış ve görüş.
Müstefid.: (c.: Müstefidân) İstifâde eden, fayda gören, faydalanan.
Şua.: Bir SU kaynağından uzanan SU telleri.
Intişar.: Dağılmak. Yayılmak. Üremek. * Tıb: Yorgunluktan damar şişip kabarmak. Umumileşmek.
Hararet.: Sıcaklık.
Muhtelif.: Çeşitli. Bir türlü olmayan. Birbirine uymayan.
Safi.: Katışıksız. Temiz, süzülmüş ve temiz. * Bozuk olmayan. Hâlis.
Hayy.: Diri, canlı, sağ. * Bir şeyi cem' ve ihraz eylemek.
Nebat.: (c: Nebatât) TOPRAKtan yetişen, biten her çeşit şey. Bitki. * Yemen diyarında bir kabile adı.
Husul.: Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.
Müşterek.: Birlikte, ortak kullanılan. * Elbirliğiyle yapılan, birlik.
Tahlil.: Mürekkep bir cismi tetkik etmek için esas unsurlara ayırma, çözümleme. Terkibin zıddıdır..
Terkib.: Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek. * Birbirine karıştırılmış maddeler..
Künh.: Bir şeyin aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi..
Hiss.: Duymak. Farkına varmak. Duygu. * Bir kimsenin haline acıyıp rikkat ve şefkat eylemek. * Bir şeyi idrak edip şuur hâsıl eylemek. Bedendeki his uzuvlarından birisini müteessir eden bir şeyin mevcudiyetini idrak eylemek.
Mukavemet.: Karşı durmak, dayanmak. Karşı koymak. Muhalefetle kıyam etmek.
Cevher.: Bir şeyin özü, esası. * Kıymetli taş. * Çelik üzerindeki nakış. * Edb: Noktalı harf.
Mefhum.: Anlaşılan. Mânâ. İfade. Sözden çıkarılan mânâ.
Taaffün.: (Ufunet. den) Çürüyüp kokuşma. Leş kokusu. Fena ve pis kokular.
Meknuz.: Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.
Tesbih.: SübhânALLAH demek. Cenab-ı HAKk'ı şânına lâyık ifâdelerle yâdetmek. Yâni: ALLAH'ın Zâtında, Sıfatında ve Ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifâde etmektir.
Tahammül.: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak..
Cezbe.: Tas: Meczubiyet, istiğrak. ALLAH'ı hatırlayıp ALLAH sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme.
Tasarruf.: İdare ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdare etmek. Sâhiblik. Kullanma hakkı. * (Para veya mal) artırma. * Bir şeye karışıp müdahale etme.
Vusul.: Ulaşma, erişme, varma, yetişme.İstidad: Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil. * Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. ALLAH Tealâ Hazretlerinin insânlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
Müteşabih.: Birbirine benzeyenler. * Fık: Mânası açık olmayan âyet ve hadis. Kur’ÂN-ı Kerim'in ve hadislerin mecazî mânalara gelen ifâdeleri. "Muhkem" olmayan âyet veya hadis. * Zâhirî mânası kastedilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla hakikatlerin beyanında kullanılan ifâde.
Muhkem.: Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. * Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.
Mu’tade.: Mu'tâd olduğu gibi. Alışıldığı üzere. Akıl içide.
Ehlullah.: ALLAH'a itaat edip, O'nun sevgisi ile O'na yaklaşmış olan Veli. ALLAH'ın sevgisine mazhar olan Evliya.
Mütekellim.: Söyleyen, konuşan, nutuk söyleyen. * Gr: Söyleyen, birinci şahıs.
Şer'î.: Şeriata uygun, İSLÂM iyetçe makbul olan. İlâhî kanuna dair. Meşru'.
Tekellüf.: Kendi isteğiyle külfete girmek, bir zorluğa katlanmak.
Te’vil.: (Tef'il veznindendir) Bir nesneye redd ve irca' etmek. Döndürmek. Te'vil kelimesi, bazı müfessirlere göre, rücu' mânasına olan "Evl: " den alınmıştır. Müfessirlerce: Bir âyet-i kerimenin mânasını bir nesneye irca' ile beyan etmektir.
el ADLu celle celâlihu.:
El ADLÜ.: Adl kelimesi çeşitli türevleriyle birlikte 28 âyette geçmektedir.
Zâtında, Sıfatlarında, İsimlerinde, Fiillerinde ve Halkettiği her şeyde mutlak adaletli olan ALLAHu ZÜ'L-CELÂL'in sözünün âdil olduğu beyân buyurulmuştur. 1 âyette ALLAHu ZÜ'L-CELÂL'in Adalet Sıfatı olarak kullanılmış sözünün adaletli olduğu ifâde edilmiştir.:
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
“Ve temmet kelimetu RABBike sıdkan ve adla(adlen), lâ mubeddile li kelimâtih (kelimâtihî), ve huve’s- semîu’l- alîm (alîmu).: Ve RABBinin sözü sadakatle ve adaletle tamamlandı. O'nun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur. O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.” (En'âm 6/115)
El ADLü.: Hakkaniyet ve adâlet üzere olan, zulmetmeyen. İ'tidal üzüre olup ifrat, tefrit ve hevâsız olan... Hükmünde hakk olan, doğruluktan ayrılmayan ve âdiller âdili olarak da tek olan. Mutlak âdil, asla zulmetmeyen zulmü kullarına da yasaklayan, hakkaniyyetle hükmeden, hakkı söyleyen ve hakk olanı lâzım ve lâyıkınca yapan ALLAH-u ZÜ'L-CELÂL.
قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Kâleti’l- a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â (şey’en), innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Bedevîler, dedi ki: "İmân ettik." De ki: "Siz imân etmediniz; ancak.: "İSLÂM (müslüman veya teslim) olduk deyin. İmân henüz kalblerinize girmiş değildir. Eğer ALLAH'a ve RESÛLÜ'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz ALLAH, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucurât 49/14)
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
“Utlu mâ ûhıye ileyke mine’l- kitâbi ve ekımı’s- salât (salâte), inne’s- salâte tenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munker (munkeri), ve le zikrullâhi ekber (ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn (tasneûne).: (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. ALLAH'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. ALLAH yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)
أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
“Em men huve kânitun ânâe’l- leyli sâciden ve kâimen yahzeru’l- âhırete ve yercû rahmete rabbih (rabbihî), kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn (ya’lemûne), innemâ yetezekkeru ulû’l- elbâb (elbâbi).: Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibâdet) eden, âhiretten sakınan ve RABBinin Rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki.: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sâhibleri öğüt alıp düşünürler." (Zümer 39/9)
Resûl-ü Ekrem bir gün Mekke-i Mükerreme’de Sahabeleriyle giderken yolda bir köpek lâşesi görürler.
Sıcaktan lâşe kokmuş, teaffün etmiştir.
Hazreti Ebu Bekir.: “Yâ Resûl-u ALLAH bu taraftan teşrif edin!.” diye Resûl-ü Ekrem’in önüne geçmiş.
Resûl-ü Ekrem âsalarını uzatarak .:
“Ya Ömer bak ne kadar güzel dişleri var!.” buyurmuştur.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.” buyurmuştur.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her şeyin bir yolu var. CeNNetin YoLu ->İLİMdir.” buyurmuştur.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İLİM Çin’de bile olsa ->Gidiniz, alınız, tahsil ediniz.” buyurmuştur.
(Beyhaki, Şuabu’l-İman, Beyrut, II. 254)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hikmet mü’minin yitik malıdır; nerede bulsa alır.” buyurmuştur.
(Tirmizî, İlim 19)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kadın ve erkek her Müslüman’a =>İLİM ÖĞRENmek FARZdır.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Mukaddime, 17)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
ANKARA - 1987
HİMMEt
HİMMEt =>Kelime mânâ itibariyle =>Kuvveden fiile çıkarılmak. Kasıd ve irade olunan husus. Cem’i->Himem.
HİMMEt =>Mürşidin vereceği bir kıvılcımdır.
İlim değildir. Söz değildir.
HİMMEt Nedir?.
Bunu bilmek. Anlamak. Anlatmak çok zordur.
HİMMEt vermek de çok zor ve güçtür.
Ve tehlikelidir.
Her Velî ve Mürşid HİMMEt vermeğe me’zun olmadığı gibi, HİMMEt verme kudretine de mâlik değildir.
HAKk =>Kudret ve güçleri insanda gizlenmiştir.
Bu güçleri ortaya çıkarmak için de HAKk’tan=>Resûlullah’a oradan =>Mürşide erişen bir KIVILCIM vardır.
“Bu KIVILCIM ile bir ÂNda tâlibde bulunan güçleri işletmeğe HİMMEt derler!” diye târif edebiliriz.
HİMMEt almak da çok zor ve güçtür.
HİMMEt =>Padişah'ı tahtan ayırır.
Umur-u Devlet kalmaz.
HİMMEt =>Bâzan da insanı mânevî bir tahta çıkarır.
“Ricâlin HİMMEti Dağları Yerinden Oynatır!” derler.
Bâzen HİMMEt =>Bir bakışla verilebilir...
HİMMEt alan =>Verenin kudretine göre=>Büyük mânevî bir kudrete mâlik olur.
Bunu ya bilir. Ya bilmez!.
Akşemseddin =>Hâlvet HİMMEti isteyen Fatih Sultan'dan kaçtı. Umur-u Devlet gider...
Şeyh Vefâ ne Fatih'i ne de Bayazid'i kabul etmedi.
Onlara yüzünü göstermedi.
Hatta Bayazid cenâzesini görmek için tabut kapağını açtı.
Şeyh Vefâ eli ile yüzünü kapamıştır.
Bazıları da vardır yüzünü göstermekle, nazar etmekle hemen HİMMEt ederler ki, bu kendi iradeleri haricindedir.
Tâlib derhal başkalaşır kimsenin yüzüne bakmazlar.
Necmeddin-i Kübrâ kendisi istemeden kendinden keramet ve HİMMEt husule gelirdi.
Bir gün kırda gidiyordu; Bir şahin bir kırlangıcı yakalamak için havada uçuyordu.
Necmeddin-i Kübrâ'nın bir aralık gözü kırlangıca nazar etti. Kırlangıç döndü şahini tuttuğu gibi yere yurdu.
Bu gibiler Büyük Velîlerdir.
Tâlibe habersiz HİMMEt ederler.
Onlar başkalaşırlar.
Kendileri haberleri olmadan âdet, huy değiştirirler.
Başkalaşırlar. Bilgileri değişir.
Sapık fikirlerden ayıklanırlar.
Akılları haberleri olmadan başlarına gelir.
HAKk’ın Emirlerini yapmağa başlarlar.
Bu hâllerine etrafı şaşmağa başlar.
Bu gibiler haberleri olmadan kimden geldiği belli olmıyan küçük bir HİMMEt almışlardır.
HİMMEt Vermenin =>Zamanı Saati, Dakikası vardır.
O ÂN, Murad, HAKk’tan gelmeden HİMMEt vermek imkânsızdır.
Amma DUÂ ile bu imkân hududuna girebilir.
HİMMEt verecek bu durumu sözleriyle.
Hareketleriyle izhâr edebilir.
Sözleriyle. Nasihatleriyle. Hareketleriyle, Tâlibin bunu anlaması lâzımdır.
Nasihat evvelâ cesede, sonra emirlere taalluk eder.
HAKk’ın Muradı henüz sudur etmemiştir.
Zamanı vardır.
Eşref Saat gelmemiştir diye gizli kapaklı olarak söyler. Bazan da sükût eder.
HİMMEt edecek kimseyi tâlib bilmez.
Bazı namsız, nişânsız büyükler vardır.
Hakiki SULTÂN’ın yanında ->SultÂNdırlar.
Halk arasında hakir görünürler.
Onları herkes bilemez.
Sezenler vardır.
Onların sözleri, tavsiyeleri, ikazları, nazarları da HİMMEttir.
HAKk’ın Emirlerini yapmak.
Nehiylerinden kaçmak.
İbâdet, zikir insanı değiştirmez.
İnsanda gizli ve HAKk’a yanaşmak kapılarını bulmağa o kimseyi hazırlar.
Kuvvetli bir Mürşidin hâlvetine girmek.
Orada her emrin, nehyin sebeb ve niçinlerini görerek öğrenmek tâlibe lâzımdır.
HAKk’ın İsmiyle yemeğe başlar.
Abdestli olarak.
“Elhamdülillah” ile son lokmayı bitir.
Araya da sen dikkat et!
İlk lokma ile son lokma arasına...
Neye dikkat dedik?.
Onu söyliyemem, bana hakaret olur.
Çok yeme!. Az ye!. Helâl ye!.
“Bir lokma helâl rızık yüz lokma içine haram karışmış lokmadan daha doyurucudur ve vücud için şifâlıdır. Hayırlıdır.”
Bu Hadis-i Şerifte bütün Hakiki İslâmın Sırrı gizlidir.
İçini kimseye gösterme!
Tâ ki dışın içinin süsleriyle süslenmiş ondan sonra dıştan için görünür.
Onu ancak Velî görür.
Bunu görürse HİMMEt etmek o VeLîye âdeta farz olur.
“İlme’l- Yakîn” =>Yâni görerek. Öğrenerek. İlimle her şeyin aslını öğrenmek.
Parazit fikir ve düşüncelerden kurtulmak.
Sonra da “Ayne’l- Yakîn” ile =>Hakikati görerek, meselenin aslına “HAKke’l- Yakîn” ile =>Hakikatını bilmek.
Sonra o büyükten HİMMEt alarak “Sırre’l- Yakîn” Deryâsı’na düşmek...
Sırre’l- Yakîn gönül kilidi açılmış, Zâhir Ummanı ile Bâtın Ummanı birbirine karıştıran bir hududdur.
“Dünyâ ve Dünyâ Ehlinden gönül bağlarını kesmeden Vilâyet Kokusu koklanamaz!” buyrulmuştur.
Bedevî Hazretleri peçeli gezerlerdi.
Kime nazar etse HİMMEt ederdi o ÂNda...
Bağdat'a geldiği zaman Abdülkadiri Geylânî ve Rufaî Hazaratı ile görüştü.
Abdülkadiri Geylânî ve Rufaî Hazretleri kendilerine.:
“Bizde her yerin tasarruf anahtarları vardır. Nerede arzu ederseniz söyleyin verelim!” buyurdular.
Bedevî Hazretleri.: “Benim onlara ihtiyacım yok. Ben istediğimi EL FETTÂH'dan alırım!.” dedi.
Abdülkadiri Geylânî Hazreti Bedevî için.:
“SUBHANALLAH!. O, öyle bir DENİZ ki nereden akar ve nerede biter bilinmez!.” demişlerdir.
İbrahîmî Matlubî =>Şeyh ve Hocası olmıyan tek Büyük Velîdir. Doğrudan doğruya İnâbeyi =>Resûlü Ekrem'den almıştır.
“Bir sinek, bir kartalı kaldırdı vurdu yere bende gördüm izini!”
Bu garib mısra ile Yûnus, HİMMEtin ne olduğunu “Necmeddinî Kübrâ' yı telmihen”bunu söylüyor..
Hülâsa.:
HİMMEt, Müridi nefs ile dünyâ sevgisinden soyar.
HİMMEt, Mürşide Resûlü Ekrem Kanalı’ndan gelen ŞERÂREyi vermeğe verilen isimdir.
KELİMELER :
El Fettâhu celle celâlihu.:
HİMMET.: Kalbin bütün kuvveti ile Cenâb-ı HAKk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.
Cem’i.: Çoğulu
Himem.: (HİMMEt. c.) HİMMEtler.
Me’zun.: İzinli, izin almış. Salâhiyetli. * Diplomalı. İcâzetli.
Umur.: (Emir. c.) Emirler. İşler. Hususlar. Maddeler.
Umur-u Devlet.: Devlet İşleri.
Ricâl.: (Recül. c.) Erkekler, er kişiler. * Mevki sâhibi kimseler, Devlet Adamları. * Yaya olanlar.
Necmeddin-i Kübrâ.: (Mi: 540 - 618) İran Mutasavvıflarının en mühim şahsiyetlerindendir. Kübrevîyye veya Zehebîyye İsmi ile anılan Tarikatın kurucusu sayılır. İsmi: Ahmed bin Ömer Eb-ul Cenâb Necmeddin Kübrâ el-Hivakî el-Harzemî. Münazara ve mübaheseyi çok sevdiği ve her münazarada hasımlarını yendiği için kendisine “Et Tâmmetü’l- Kübrâ” lâkabı verilmiş, sonradan sadece “Kübrâ”denilmiştir. Moğolların Harzem'i istilâsında şehri terk etmeyerek, onlara karşı kahramanca çarpışarak şehid düşmüştür. (K.S.)
İzhâr.: Açığa vurma. Meydana çıkarma. * Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek. * Yalandan gösteriş.
Taalluk.: Bağlılık. Münasebet. Alâkalı oluş. Ait olma. * Dünyâ alâkası. * Sevme.
Tasarruf.: İdare ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdare etmek. Sâhiblik. Kullanma HAKkı.
Nazar.: Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce.
Sudur.: Olma, meydana gelme. Sâdır olma. * (Sadr. c.) Göğüsler, sadırlar.
Eşref saat.: Saatlerin şereflisi. Uğurlu ve işlerin rast gittiği, DUÂ ve dileklerin kabul edildiği an.
Hakir.: Küçük. Ehemmiyetsiz. Kıymetsiz. İtibarsız. Kudretsiz.
Nehiy.: Yasak etmek. Menetmek. * Gr: Emrin menfi şekli.
Hâlvet.: Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik.
İnâbe.: Günahları terk ile HAKka dönüş. HAKka tâbi bir mürşide bağlanmak.
Telmih.: (c.: Telmihât) Lâyıkiyle ve kâmilen keşfedip nazara arzetmek. * Bir şeyi açıkça söylemeyip başka bir mâna ifade için söz arasında mânalı söylemek. İmâ ile söz arasında başka bir mânayı ifade etmek. * Edb: İbârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, ata sözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etmek..
Şerâre.: (Şerâr) Kıvılcım. Elektrik kıvılcımı. Müsbet ve menfi (+ ve -) elektrik kutuplarının birbirine çok yakın olmasından veya dokunmasından hâsıl olan kıvılcımların parlayışı.
Yakîn.: Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek. (Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsâlinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i Yakîn denir, Ma'rifet-i Yakîn denilmez. Ayne’l- Yakîn: (kelimenin merfu hali Aynu’l- Yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşâhede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine İlme’l- Yakîn deniyor. Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona Ayne’l- Yakîn bilmek deniyor. Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi'den olan ilmimizin derecesine de HAKka’l- Yakîn deniyor. (HAKka’l- Yakîn.: Abdin sıfatları, Cenâb-ı HAKk'ın Sıfatlarında fâni olup, kendisi onunla ilmen ve şuhuden ve hâlen bekâ bulmaktadır. (Ö. Nasuhi Bilmen.)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
ANKARA - 1987
HÂLVET
Resûlullah.: “Bana edeb ve irfânı RABBim öğretti. Ve ne güzel edeblendirdi."
Nübüvvet ve Risâlet Vazifesinin gayesi.: Kendisinin haiz bulunduğu ahlâki üstünlüğü tâlim ve yaymaktan ibarettir.
Bu tâlim iki cephelidir.:
Dış cephe. İnsanı dünyada ahenkli ve huzur içinde sevgiyle yaşayışını temin ederek insanı disiplin altına alan İlâhî Emirler ve Resûlün Tavsiyeleriyle dolu ibâdetlerdir...
İnsan ALLAH SEVgisiyle dolu olan içinde bulunan HAKk Esmâlarının süslerini dış ahenge uydurması...
Bu âhengi temin eden Peygamberin bildirdiği HAKk’a giden şose üzerinde yürüyendir.
Bu gibilerin büyükleri İlâhî bir huzur, zevk ve sevgi içindedirler. Bunu şöyle târif ederler:
“Lev alîmte muluki mâ nahnu fîhi min el lezzeti ile harebetne bîsuyufi.: Bizim duyduğumuz lezzet ve İlâhî Zevki hükümdârlar bilseydi elimizden almak için bizi kılıçla parçalarlardı.”
Bir gün Resûl-ü Ekrem mübârek dudaklarından şu sözleri işittiler. Muhterem Sahabeleri...
“Mu'minune lâ yemutune be’l- yenkulu min dâri’l- fenâ ile’d- dârü’l- beka.: Mü’minler ölmezler. Fâni ve muvakkat dünyadan bâki ve ebedî olan Âhiret Evine göçerler. Taşınırlar...” Hadis.
Burada “mü’minler ölmezler!” diyor. Bunlar insanlardır. İnananlar da inanmıyanlar da insanlardır.
Onlar ölmezler mi?.
O hâlde bu ne demektir.
“Her kim hâlisen lillah 40 gün sabaha erişirse hikmetler kalbinden lisâna ulaşır.” Hadis.
Hac yapanlar bilirler.
Mine'nin sol tarafında Hirâ Dağı vardır.
Resûl-ü Ekrem burada kapanmıştır.
HÂLVEte girmiştir...
SUyun içine yanan bir şey katma.
Söndürmek için...
SUyu ATEŞin üzerine dökerek söndür.
CeNNetin altından ırmaklar akar.
CeheNNemde ATEŞ Var...
Mümkün olduğu kadar ayağının altında TOPRAk yoksa düşünce ile TOPRAğa bastığını bir kırda namaz kıldığını düşünerek namazını kıl!..
KÂBE'ye yalınayak gir!..
Evde, apartmanda namaz kılarken yalınayak ol!..
Buralarda hakiki namaz kılınmaz ama ne yapalım!..
Abdestsiz konuşma!. Yeme!. İçme!.
Abdestsiz iken abdest yaparken, def-i hacet esnâsında konuşma!..
Bilhassa akşam yemeklerinde abdestin olduğu hâlde bir defada yemek için abdest al!..
O abdest bilir misin rızkı temizler...
Sol el ile yemek yeme!
Birine bir şey verirken sağ elle ver!.. İyi olur!
“Günâh mıdır?” diyeceksin? “Hayır!”
Sen dediğimiz gibi yap!..
Yalnız sağ elinle yemek ye!
Bunu hiç unutma!
Bu hâl İslâm'ın rızkını CESEDi olarak HAKk’ı tasdik olur...
HÂLVEt..
HÂLVEt Kelimesi, helâ kökünden gelir.
Hâlli. Yehlü. Hâle. Boşluk demektir.
Bu boşluk herkesin bildiği anladığı boşluk değildir.
Bu boşluğun altında bir gizlilik gizlidir.
HÂLVEt Kelimesi bu boşluğu hissedip görüldüğü fehmedilip anlaşıldığı bir mekan mânâsıdır.
Bu mekân bir yerdir.
“Bir odadır.
Bir çile hücresi”dir.
Amma. Mânevî görünmez bir mekândır.
Mekânda mekansız boşluk!..
“HÂLVEt” =>Dünya Adamı olmaktan çıkıp Başka Âlem Adamı olmağa niyet ve namzed için girilir, insan mekândadır.
Amma aslı lâ-mekândandır.
Boş olarak boşluğa girip dolu çıkmak işte son söz ve târif...
HÂLVEtte lâ-mekânın ne olduğu insanın aslı öğretilir.
ÂDEM ile CESED ->HÂLVEtte ayrılmadan ayrılır.
Ayna misâli.
Aynada kendini gördüğün gibi...
Biraz secdelerden söz etmek lâzımdır.
Secde-yi Tilâvet.: Kur'ân-ı Kerim'de 14 yerde secde âyeti vardır. Bu âyetler teneffüs edilir edilmez işitenlerde dahil olduğu hâlde hemen secde iktiza eder.
Bir kısmının tehiri câizdir.
Bir kısmının tehiri kâtiyen câiz değildir.
Bir kısmının da tilâvet edildiğinde, duyulduğunda dünya kelâm yapmadan secde yapılması iktiza eder.
Namaz içinde bile olsa derhal yapılması lâzımdır.
Abdestli olmak lâzımdır.
Abdestsiz bir kimse işitirse dünya kelâmı yapmadan hemen abdest veya teyemmüm edip secde etmesi lâzımdır.
Tilâvet Secdesi, İbâdet secdesi değildir.
Doğrudan doğruya Tâzim Secdesidir.
Her işiten kulağa ve telâffuz eden ağza farzdır.
Tilâvet Secdesi SIRRdır.
Söylenemez.
Sebebi gün gibi âşikârdır.
Tahammülü güçtür.
Tilâvet Secdesi “es Semi” ile RÛHa farzdır
İbâdet Secdesi =>Kul olarak RÛH ve CESEDe farzdır.
Ve en kıymetli SECDEdir.
İçinde Rıza-yı İlâhî gizlidir.
Şükür Secdesi =>ER RAHÎM, EL GANÎYYü Esmâlarına tâzimdir. Ve CESEDe farzdır. RÛHa değil!..
Sehiv Secdesi =>Nefsin tövbesi ve fiili hatanın tâmiri içindir Fiilidir. Vâcibdir.
Bir de Hiçlik Secdesi vardır.
HÂLVEtte öğrenilir.
CESEDinle dünyada gönlün ile sonsuzlukta olduğunu anlayacağın secde...
Resûl-ü Ekrem Ramazan Ayının 17. nci günkü gecesi Hirâ'da...
Bir gece evvel larında gördüğü melek:
Akıl ve mantığı berhava edecek kadar müthiş bir tecellî oluyor.
Bir kurşunun bir ciğeri delip geçmesi ve hemen çıkıp gitmesi gibi...
Bir anda:
Perdeler Açıldı Ötenin Ötesinde
Ona Göründü Melek Bu Dünya Perdesinde :
“İKRA!.: Oku!.”
Emrini bildirdi.
İlk âyet...
“ALLAH'ın ismiyle oku!.”
Denildiği zaman.
O büyük insan hiç bir kıymet ölçüsüyle ölçülemiyen tevazu’ gösterdi.
Kendini lâyık görmedi buna...
“Ben okuma bilmem!” buyurdu.
Melekte yazı yoktu.
Yazı bilmiyen okuyamaz.
Amma söylenen kelâmı tekrar eder.
3 defa.: “Ben okuma bilmem!.” diye tekrarladılar.
Bu tevazu’ karşısında âyet şöyle devam etti.
“Seni halk eden Ekrem olan ALLAH'ın İsmiyle oku!. Söyle!. Tekrar et!
Ki O ALLAH insanı da bir alakadan yarattı."
“Seni alâkadan yarattık!.” buyurulmuyor.
RESÛL'e verilen ALLAH'ın en büyük taltif ve mertebe nişanı...
RESÛL olmasına NÛRuna hitap...
Sonsuzluk âlemi kadrosundan bir şahsîyet Cebrâil...
ALLAH'ın büyük meleği, HAKk’ın sessiz, sözsüz, harfsiz kelâmını vahyi, Resûl'e taşıyan melek...
Akıl isimli paraşüt =>öteden gelen müthiş kasırgaya karşı sigara kağıdından daha aciz kalır...
Onun için buralara yanaşmak, bunlar hakkında konuşmak herkesin kârı değildir...
İlk âyet.
Sûrenin-ismi “ALAK” kan pıhtısı mânâsınadır.
İnsanın bundan halkedildiğini vücûd güzelliğini bundan aldığı bildirilir.
Bu sûrenin bir kısmı Hirâ'da bir kısmı da Mekke'de nâzil olmuştur.
Son âyet nâzil olduğu gün, Resûlüllah kendine inanan 3-5 kişi ile oturuyordu.
Yanlarında bir çok tanıdığı kimse, akrabası, müşrikler vardı.
“ALLAH'a kulluk et! Secde et!.” âyetini Cebrâilden alır almaz Resûl-ü Ekrem okudu.
Yâni hiç bir kulağın alamıyacağı vahiyi kendi vücûdlarında kelâm hâline gelir gelmez okudu ve hemen secde ettiler.
Orada oturan müşriklerde neye uğradıklarını anlamadan secdeye vardılar.
“Göklerde yerde bulunanlar, güneş, ay, yıldız, dağlar, ağaçlar, hayvanlar, bir çok insanlar ALLAH'a secde ederler..”
Soğuk demir döğülmez.
Kıpkızıl demir doğulur ve istenilen şekle sokulur.
HÂLVEtin Adâbı vardır.
Birdenbire insana çok ağır ve zor gelir.
Soğuk demiri döğmek için bir çok malzeme lâzımdır.:
1-) Körük,
2-) Kömür,
3-) Ateş,
4-) Örs,
5-) Varyoz,
6-) Demirci..
Bu miktar malzeme ne için ve kim için?..
Demiri istenilen şekle sokup kendinde gizli kıymeti her yerde geçer, görünür kıymet hâline getirmek...
Bu kıymet demirin kendi içinde gizli...
Demir, demir ismini alıncaya kadar da toprak ile karışık bir hâlde çıkartılır...
İzâbe Fırınlarında yakılır.
Temizlenir. SAf demir olarak ortaya çıkar!
Saf olarak da duramaz, kıymetin ortaya çıkmasını ister.
Bu olmazsa paslanır.
Paslanma her madende yoktur da niçin demirde vardır.
Oksijen alır oksidasyon olur.
Kimyevî olan bu paslanmada bir şey gizlidir.
Bir mânevî mânâ da taşınmaktadır.
Kâinâtta fizikî, kimyevî, RÛHî devamlı bir mücâdele mevcuddur.
Bu mücadele hayatîyyetin tam kendisidir.
Hak ile Bâtıl.
Vücûd ile Hamule-yi Âdem hep mücâdelededir.
Menfi tarafın tecellîsi yüzünden insan elinin altındaki RÛHundaki gizli hazineyi gösteremez ve mücevheri taş ocaklarında ararız.
Âdeta insan kendini hapiste hisseder.
Fakat hapishâne insanın içindedir.
Oradan çıkmak lâzımdır.
İşte bu basit söylenen durum insanın hakikatini perdeler. Buradan çıkmak için HÂLVEte girmek gerek...
HÂLVEte girecek de evvelâ kendi hususî hayatında riyâzat yapmış ve bazı hususlarını hazırlamış ise iş daha kolaylaşır.
“ERBAİN” denilen ilk 40 günlük çile vardır.
Burada çile, dert, meşakkat demek değildir
Her namzedin kendi yaradılış isti’dadına göre buradaki işler, HÂLVEte sokacak zât tarafından tâlim edilir.
Bu diyârın yolları karışıktır.
Bir sürü yol isimleri vardır.
Şu levhayı nerede görürsen o yola doğru gideceksin :
“Birbirinizin gizli taraflarını araştırmayın!
çünkü bazı def'alar zann ve şüphe günahtır!
gıybet etmeyin! çekiştirmeyin!..”
Cenâb-ı ALLAH SETTÂRdır.
SETTÂR'ın Tecellîsi, CESEDi gizlemeden başlar.
RÛHa kadar uzanır ki; topyekün ismi “Utanma” duygusu ile insanda tecellî eder.
Setr-i Avret örtünme en basit görünür şeklidir.
Utanma hissi, bir çok hayvanlarda da mevcûddur.
Dikkat edilirse görülebilir.
Köpeğe dikkat edin!.
Hakiki Tevazu’, utanma diyârının kapısıdır.
“Kibirli insandan kaçınız!.” Hadis-i Şerif...
Mütekebbir, zâlim, yalancı, münâfık kişilerde tevazu’ yoktur.
Utanmayı unutmuşlardır.
Gıybet eden, dedikodu yapan, hased eden kimse, zâhiren nasıl görünürse görünsün.
Sözlerinde HİKMEt bile olsa şirktedir.
Kendisi bile bu hâlinin farkında değildir.
Bu gibilere HÂLVEt haramdır.
Bunlara inceliklerin, küçük sırların kapıları daima kapalıdır.
Ve daima kapalı kalacaktır.
Bu huylar HAKk Katında insanı er geç mahcup yapar.
HAKk’ı gücendirir, zelîl düşürür.
Bunlar “SÂHÛN” ve “MÂÛN” durlar...
Fezâda hava yoktur.
Onun için burada nasıl câzibe olmadığından, insan boşlukta yürüyebilir.
Aya gidenlerin havada buluşmaları gibi.
Buradaki boşlukta da insanın içinde bulunan şüphelerin, giderildiği asıl kendini bulduğu yer mânâsına HÂLVEt denilmiştir.
Çok sıcak, çok soğuk diye şikâyet etmemelidir.
Şikâyet etmemek de kifâyet etmez.
Serinlemek veya ısınmak için telaşa tevessül etmemek gerekir. Sabırda doğru değildir.
Atı güneşin altına koy!.
Bir tarafa gitmez.
Yağmur ve soğuğun altında da kımıldamaz.
Bu sabır veya bilmemezlik duygusuzluk değildir. “TESLİMİYETTİR”.
Enerji sarf etmeden düşünmeden...
Üzerine konan sinekleri kovmuyor.
Yanına gelenlere sinekler konmasın diye değil, her türlü basit olayı bile gidişini kader çizgisine sokuyor demektir.
Velîyullah her şeyi kader çizgisine sokabilen müstesnâ insandır.
Rüyâda insan uçar, uyanıkken yapamadığı şeyleri yapar.
Zirâ kendini kader çizgisini terketmiş olduğundan asıl insandaki şüphe ve tereddüdden ayrı kudret ortaya çıkar...
Meselâ: At aç kalsa hırsızlık yapmaz..
Kedi kalsa yapar.
Kurt sürüye saldırır.
Balıklar yek diğerini yerler.
Tedâvi olunuz!
Bir işe tevessül edeceğiniz zaman tedbirleri alınız!
Sonra tevekkül ediniz!..
Bunların hepsi insanlarda Çenâb-ı ALLAH bir mâsiyet istediğindendir.
İbâdette bu mâsiyetin arzulandığı için emrolunmuştur.
Bunlardaki tembellik, vesilelerle, hafif terkler, mâsiyetin zulandığının delilleridir.
Bu arzunun gizlenmesi Cenâb-ı ALLAH istediğinden bunu bildirmemiştir.
Günah, küfür, azâb hududları ile aşırı gidip de SIRR ortaya çıkıp inkara gidilmemesi merhametin ve mağfiretin hakikati nihâyetsiz vüs'ati belli olmasın diyedir...
Hakikatte ne inkâr vardır, ne de küfür...
Bunlar işte böyle bu kadar.
Fazlası söylenemez.
Azîzlerim!..
İslâmda yemeğe başladıktan sonra, konuşmak, sohbet etmek, yarı bırakmak doğru değildir.
Rızka hürmetsizlik olur.
Yemekten sonra da ağzı tamamiyle yıkamak lâzımdır.
Ağızda kalan rızık ve yemek parçaları kalmasın diye.
Zirâ, ağız konuşma cihâzı olduğundan yine rızkın parçalarına bir nevi’ ince ve gizli bir hürmetsizlik vardır.
Bu hususu çok derin ve günlerce düşünmek lâzımdır.
Dişler rızkın değirmenidir.
Bu değirmene haram sokmamak lâzımdır.
Vücûdun en mukavim ve ölümden sonra bile yok olmayan uzvu dişlerdir.
Diğer kemiklerde uzun yıllar sonra erirler.
Fakat dişler bâki kalır.
Dişlere bir çok hastalıklar ariz olur.
Çürürler dökülürler.
Bilerek veya bilmeyerek alınan haram şeylerden dolayı dişler çürür.
Vücûda arız olan ağrılar veya hastalıklar bir hikmete bağlıdır. Hepsinin mânevî bir hatadan ileri geldiğini anlamak güçtür.
Bunu HAKk gizlemek için hastalıkların tekevvünü için soğuk, sıcak, gıda, mikropları perde yapmıştır.
Biz sebebleri bunlara bağlarız.
Her hastalığın altında bir İhtar-ı Rahmâni gizlidir.
Veyahut vücûdu kurtarmak çabası saklanmıştır.
Bazı hastalıklar vardı ki; bunların altına HAKk eceli gizler.
Ve ölen vücûd kurutulur.
Hatta şehid olanlar da vardır.
Hastalıkların husule getirdiği sızı ve ağrılar vücûdun istiğfarı ve haykırışlarıdır.
Bunları RÛH duyar...
Diş ağrısını ise doğrudan doğruya Cenâb-ı HAKk verir.
Buna tahammül etmek çok büyük bir müjde ve iyilik gizlidir.
Diş ağrısını mümkün olduğu kadar insan söylememelidir. Haktan istimdad etmelidir.
Aksi HAKk’ı Halka şikâyet ve hatta isyan vardır.
Bu söylediklerim diş ağrısında tedâvi olmayınız değildir!
Diş ağrılarında tövbe ve istiğfar etmelidir.
Tedâvi olurda ağrı geçerse, ağrının mânevî, sebebini araştırmalı insan hatasını anlıyarak ve hata için tövbe ve istiğfar etmelidir.
Değirmen taşını çeviren SUdur veya başka bir kudrettir. Değirmen taşı kendiliğinden dönmez, taşın arasına kum ve çakıl atarsan değirmen taşı hassasını kaybeder, onun için konulan buğdayı tam UN yapmaz.
Bundan dolayı HAKk’ın verdiği rızıkta haram varsa karıştırmış isen rızkın değirmeni olan dişleri bozarsın.
İyi çiğnenmiyen yemek miğdede hazmolmaz.
Miğdeyi zamanla bozar.
Bütün vücûd işlemesi bozulur.
Mide hastalıklarının hep bu sebepten ileri geldiğini, ince bir düşünce kontrolünden geçirebilirsen söylediklerimizi belki anlayabilirsin!
Hiç i’tiraz ve münâkaşa kapısını açayım deme, ben doktorum. İnsan i’tirazlarını ben sizlerden daha iyi bilirim.
Kabul etmezsen gül geç!
“Saçmadır!” de!..
Eğer Hocanın söylediği sözlere.: “Hayır!” dersen Hocanın sana hiç bir cevabı yoktur.
Eğer ben sana.: “Hayır!” dersem.
Seni yalancı çıkarmış olurum, eğer.: “Evet!” dersem, kendimi yalancı yerine koymuş olurum :
“el beyyinetu ale’l- müddei ve’l-yeminu alâ men enkere.: İddia edene delil. İnkâr edene yemin lâzım.”
Fetvâsında şahsî işler için hâkim huzuruna aittir.
Bu fetvâyı bu gibi sözlere tatbik etmek mümkün değildir. Bundan dolayı yukarda söylediğimiz gibi cevap:
Hiddetsiz, buğursuz, sükuttur...
Resûl-ü Ekrem'in Torunu Hazreti Hüseyin abdest alırken sapsarı kesilir ve düşecek gibi olurdu.
Ona sordular.: “Ne sebeble bu hâle geliyorsun?”
“Kimin huzuruna çıkmak için hazırlandığımı görmüyor musunuz?.”
Biri ona en çirkin hakaret tavriyle boyuna lâf attı.
Fakat cevap alamadı.
Sonunda şöyle seslendi.: “Seni kasdediyorum anlamıyor musun? Niçin susuyorsun?”
“İşte onun için susuyorum ya!.”
Büyük bir Sahabenin dişi ağrımış Resûlullah'ın yanına 3 gün gitmemiş.
Ağrı geçmiş.
Huzuru saadete gitmiş.
Sormuş.: “Nerede idin?”
“Biraz rahatsızdım Yâ Resûlullah!” demiş.
Bir müddet sonra dişi tekrar ağrımaya başlamış:
Resûl-ü Ekrem'e belli etmemek kalblerini müteessir etmemek için söylememiş.
Amma gözlerinden ağrının şiddetinden yaşlar gelmeye başlamış.
Resûlullah.: “Ne oluyor?” diye sorunca:
“Ben doğru söylemedim Yâ ALLAH'ın Resûlü!
Dişim ağrıyordu. Huzurunuza gelemedim.
Şimdi tekrar ağrımaya başladı.
Elimde olmadan gözümden yaş geliyor!.”
“Bana niçin söylemedin!”
“Yâ Resûlullah! ALLAH'ı size şikâyet mi edeyim?”
Dişler HAKk Katında en kıymetli uzuvlardandır.
Ölümden sonra uzun seneler kemikler bâki kalır.
Bir gün aşınırlar.
Fakat dişlere bir şey olmaz.
Diş çürümesi bu sebebten ötürüdür.
Çürümeden de dişler düşebilir.
Çocuklarda ilk dişler dökülür ve yerine tekrar çıkar.
20'lik dişler vardır. Sonunda çıkar.
Seyrek dişler, sık dişler, eğri dişler, muntazam dişler.
Rızık dişlerle çiğnenir.
O dişleri temiz tut!
Haram için değirmen yapmamağa gayret et!
Resûl-ü Ekrem'e misvak kullanmak farzdı.
Resûl-ü Ekrem.: “Korkuyorum ki, misvak ümmetime de farz olacak!”
Bu korku ne idi:
Bunu anlıyan ya çıldırır, ya büyük bir makama atlar.
Bütün insana arız olan ağrılar, vücûdun kendi evcaıdır.
Diş ağrısı HAKk tarafından verilir ve ondan dolayı bu şiddetli ağrıya “Eyyühe’l- Vecâ!.: Yâ Ağrı!.” hitabiyle okunarak tesviye DUÂ edilir.
“Yâ ağrı!. Yâ ALLAH'ım! Verdiğin bu ağrının gitmesini murad et!.” demektir.
Bu gibi ağrıya sabır ve tahammül etmek kudretine sahip olabilirsen bilmeden büyük bir tövbe ve iyi iş yapmış olursun.
Diş ağrısında HAKk, kulun tahammül ve HAKk’a Bağlılığını ölçer.
Haram girmeyen vücûddaki dişler HAKk Katında hiç çekinmeden sahibine şefaat ve şâhidlik eder.
Dişleri utandıracak bir harekette bulunmamak lâzımdır.
Böyle olursa çıkan dişlerinizin birlikte kabre konulmasını vasiyet ediniz.
Yoksa değil ha! Çok dikkat etmek lâzımdır.
Diş hakkında kitaplar dolusu lâkırdı söylemek mümkündür.
Fakat bundan fazlası doğru olmaz.
O zaman bütün dişlerinizi söktürür veya ağzınızı tamamiyle kapar ne yemek yer, ne de konuşursunuz.
HÂLVEtte diş için bir tek kelime söylenir.
O zaman mürid ya tahammül edemez çıldırır.
Mecnun olur. Kalır.
Veyahut karanlık hücre ERBAİN'e sokulur.
Oradan bambaşka dışarı çıkar.
O insan o zaman başka bir insandır.
Böyle kulları bu asırda bulmak âdeta mümkün değildir. Vesselâm.
En iyi bilen ALLAH'tır...
Şimdi size HÂLVEt diye bahsettiğimiz yere girmek için, bir çok hususların tamamlanması gerektiği hakkında bir iki söz söyleyeyim.
HÂLVEtin birinden diğerine geçilir “7 Oda”sı vardır.
Buradaki odalar Konak Odası değildir....
İlk Odasının kapısının önünde ayakkabı çıkarılacak yerdeki sözlerden biraz mikroskobik olarak bahsedeceğim ve fakat kısa olarak...
Bu kapıda bir ses duyulur ama bu kulakla değil.
Çünkü o gizli bir âletten gelen sestir.
Nasıl ki rızık, cana RÛH hatırı için verilmiştir.
Rızık bitmeden can çıkmaz.
Rızık bitti mi, RÛHu kabz için melek gelir.
Melek RÛHa iltifat ve refaket için teşrif eder.
RÛH, bu hadiseden korktuğu için iltifat olsun diye ölüm zamanını HAKk kuldan gizlemiştir.
Bu hadis-i kudsîdir.
“Herkes ölümü tadacak!” demek bu güzel anı yaşıyacak demektir.
Hastalıklar daima cana ait bozukluklardır.
Bu seste bunun gibidir.
Bir nevi HÂLVEte girmek için refakat sesidir.
Şimdi buyurun bu seslerden bazılarını söyleyelim.:
1-) Bütün mahluklara karşı devamlı, sonu gelmez bir şefkat içinde bulunun!..
Bir gün gelir sizde bulunan ve HAKk tarafından kula bahşedilen “Rahîm” Esmânız “ER RAHÎM” ile kopmaz bir irtibat temin eder.
Bu arada “MERHAMET” Hamuleniz daima nöbette bulunsun!
Bir SU Deposu gibi, lüzumunda derhal musluğu açabilesiniz...
O zaman “ER RAHMÂN” ile kopmaz bir bağ temin etmiş olursunuz...
2-) Tevazu’yu vücûdunuzun en mühim bir parçası olarak biliniz!. “EL MÜTEKEBBİR” Esmâsına büyük hürmet içinde olursunuz... HAKk’ın SEVgisini kazanırsınız...
3-) İsminiz bedeninizle birlikte “SABIR” olsun.
ALLAH'ın en büyük Esmâlarından biri olan “ES SABÛR” ile zırh giymiş olursunuz.
Sabır zâten büyük bir zaferdir.
Sabrın sonunda bir şey beklemeyin ki, sabrınız, devamlı olsun.
Sabredin sonunda kavuşacağın şu derde sabredeyim iyi olurum gibi mülâhazalarla izâh edilen sabır anlattığımız sabır değildir. Onu insanlar icâd etmişlerdir.
4-) ALLAH'tan daima korkun, emirlerini yapın!
Nehiylerin sur'et-i kat'iyette kaçın!..
“ALLAH'tan KORKMAK” demek bu korkunun altında ALLAH'ın SEVgisi gizlidir.
ALLAH'ı tesbih vardır ki; bu en büyük zikirdir.
Velîlik Hududu’na bu kapıdan girilir...
CESEDî olarak başlıyan ALLAH Korkusu: daimi abdestli olmaktır. Gusül icâb ettiği zaman kelâm etmeden, mideye bir şey göndermeden evvel gusletmek.
Ağzı daima temiz tutmak CESEDi korkutur.
Altında bu korkunun ALLAH SEVgisi gizlidir.
HAKk SETTÂR olduğu için sen korku ile ALLAH SEVgisini örtüyorsun.
Dikkat et! Gâfil olma!..
SETTÂR İsmini tesbih ediyoruz demektir.
Niçinini bir bilsen!
Bu incelikleri anlamak için hususî isti’dad lâzımdır.
Resûl-ü Ekrem'e “Misvak Kullanmak” farzdı. Biliyorsun!
5-) Daima fâkirliği tercih et! Kanaatkar ol.
Daimâ boynun bükük olsun!
Hiddetten korkudan, sabırdan, isyandan çekinmek için değil.
Huzurda imiş gibi ol!
Bu halinde daima namazdasın demektir.
CESEDini aç bırak!..
Bu “ER REZZÂK” ile verilen rızka karşı bir şükür ve kanaatkâr olmak demektir.
Sedef aza kanaat ederek SU altında beklediği için ALLAH içini İNCİ ile süsleyip doldurdu...
6-) Çok uyumaktan kaç!..
Resûl'e gece namazı farzdı.
Bize bir şey değildir.
Gece “DEYYÂN” ile sohbet edenleri görür duyarsın...
7-) Gözün daimâ yaşlı olsun! ALLAH'ın en çok SEVdiği şey gözyaşıdır. Bunu unutma!
8-.) Resûl-ü Ekrem'in ismi söylendiği zaman, işittiğin anda “sallallahu aleyhi vesellem”i söyle...
Selâvat-i Şerife işittiğin zaman onu söylemeyi unutma!..
Bundan HAKk’ın Evvel ve Âhir olan Resûlü'nü tasdik gizlidir.
ALLAH'ı tesbih ve hamdetmiş olursun.
Ve kendinde gizli NûR-u Resûl'e karşı da tâzim yapmış olursun...
9-) Öfke, hiddet, hırs, sabırsızlık, İslâmın malı değildir.
Dedikodu, münâkaşa, gıybet, tamahkârlık, kibir, yalan, iftira, münâfıklıktır.
Sonunda küfre gider.
ALLAH'ın Gazâbına uğrarsın.
Gazâb işkence değildir.
ALLAH'ın SEVgisini kendi kendine tepmektir.
ATEŞ mukaddestir. “Yakmaz!”
Sen temiz olarak ATEŞin yanına yanaşmadığın için yanmak hassası olan bir nesne oldun demektir.
ATEŞe yanacak madde olarak, girersen yanarsın.
Yanmıyacak hâlde temiz olursan sana Gül Bahçesi olur ATEŞ... Amyant yanmaz. Hatta ATEŞte soğuk durur. Bu bir madendir. Bunu düşün!..
Gazâbı İlâhî “DEDİĞİMİZ” de bunun gibidir.
Bu da korku gibidir.
Altında ALLAH'ın SEVgisi gizlidir.
“ALLAH'ın Rahmeti =>Gazâbına galibtir.” Âyeti budur...
İrade-yi cüz'iye bunları tefrik için kula hak tarafından bahşedilmiştir.
ALLAH'ın.: “Kulun tahammülünden fazla yük vermez!” âyeti AALLAH SEVgisini gizli bir sırr olarak beyan eder.
10-) Utanma insanın elinde olmayan İlâhî bir haslettir.
Bu hasleti muhafaza etmek için HAKk’ın Emirleri vardır.
Bu derece derecedir.
Bu his ortadan kalktığı zaman o kimse veya kadın HAKk’ın SEVgisini tepmiş demektir.
Bu his insanlardan kalktı mı =>ALLAH'a kasem ederim ki.:
O, ALLAH'ı ve Resûl'ü tanımıyor.
Hüsran Çukuruna düşmüştür...
Eski Devirlerde gençler NûR yüzlü, terbiyeli, mütevazi, basit ve temiz bir elbise HAKk’ın Emirlerine mutî, baba ve anaya hürmet edenler kadrosunda idiler.
Bu günkü hokkabaz kılıklı, köpek tabiatlı, iğrenç, ne İslam ne Hıristiyan ne olduğu meçhul bir mahluktur...
Kızlar, mahcup, temiz yüzlü, kadınlığa yakışır işlerle meşgul GÜL gibi idiler.
Şimdikileri târif mümkün değildir.
Yaşlı erkekler, mütevazi, olgun, NûR yüzlü idiler.
Şimdikiler ne olduğu meçhul münâfık kılıklı kara yüzlü, yobaz gibi saldırgan mahluk hâline gelmişlerdir.
Ninelerimiz, seccade üstünde bembeyaz yaşmaklı GÜL kokan CeNNetlik Annelerdi...
Şimdikiler, sinirli, dedikodu kaynağı, utanmaz acuze yüzlü dişiler hâline gelmişlerdir.
Bütün eskilerin içleri ALLAH ve Resûl ile dopdolu idi...
Şimdikilerin; İçleri müzik, dedikodu, isyan, Mideleri haram ile dolu.
Zikirleri şarkı, hareketleri tepinmek. Kavm-i Lût'un Torunları hâlindedirler...
Dışı süslemeğe “ilericilik, medeniyet” diyorlar.
İçi süslemeğe de “gericilik” ismi vererek, bu iki grup bilmeden, İnanmadan, yekdiğerine saldırıp durmaktadır.
Gerici diye, ilericilik diye bir şey yoktur.
Bunlar muhtelif karakterde güyâ dindârın münâkaşası ve kavgasıdır.
Her ikisi de CeheNNemliktir, İlâhî SEVgiyi kaybettiklerinden hüsranlarının farkında olmadan, derdin nereden geldiğini bilmeyen kendi kendine hakaret eden kitlelerden ibârettir.
ALLAH'a ve Resûl'e hakiki bağlı olanlar ancak dışlarını gösterirler içlerini göstermezler.
Gösteremezler.
Çünkü HAKk onları kendi himâyesine almıştır.
Bugün dindâr görülen topluluklarda, münâfık ve kendi kendine mertebe verip ağzından büyük laflar çıkaran, yalancı kâzib mürşidlerle doludur, Cemiyet...
“Aman Efendim kerametini gördük. Bildiğin gibi değil...
Toplanıyoruz ziyaretine gidiyoruz. Yardım ediyoruz.
Bir görsen!..”
“Peki ne gördün anlat bakalım!.
İçimdeki mezbeleyi gördün mü?.”
“Nereden göreyim efendim?.”
“Ya!.. Göremezsin.. Onu görenler bu kubbenin altında binlerce vardır.
Onların listesinde bu adam var mı, biraz da onu düşün!.”
“Efendim Mekke'ye gitti geldi.”
Ama ne ile, tayyare ile...
Tayyaresiz gidenleri sen bir görsen kafan boynunla birlikte yerinden sökülür.
Çıldırırsın. Tımarhâne bile seni almaz...
O hâlde; Sukut ve sâkin ol!
"ALLAH her yerde hazır ve nazırdır."
Kelâmı kitap hâlinde elinde...
Resûl'ün RÛHanîyeti her an mütecellî.
Bunlar yetmiyor mu sana da, başka tarafta yer arıyorsun...
Evin temiz, sade ve mütevazı bir köşesinde, basit bir seccade üzerinde hepsini bulmak mümkün.
Ne tepinip duruyorsun... Haydi git işine!..
Cenâb-ı HAKk her yerde hazır ve nazırdır.
Bu ne demektir?
Güçleriyle yarattıkları her şey, her varlık, güçlerin görünüşüdür. Bütün bu güçlerde HAKk’ın görünüşüdür.
ALLAH'ın Arşını kimse bilmez.
Melekler bile bilemezler.
Cebrâil'in bilgisi de görmeğe ait bir bilgi değildir.
Levh-i mahfuza dayalı bir bilgidir.
Meleklerin bilgisi Resûlullah'ın bilgisi gibi değildir.
İnsanlar ancak maddî varlıkları incelemeğe imkân bulabilirler.
Selâm olsun size.
Hem de "ES SELÂM” ile...
Es Selâm =>Nedir bilir misiniz?..
Bilirsin tabiî. Biz de bir şey söyliyelim:
SUya düşene kurtarma simidi atılır.
Boğulmaktan kurtulur.
Onu kurtaran simit midir? Yoksa atan mıdır?
Es SELÂM’ı böyle düşünürsen iyi olur.
Hep Erenler “HU!” ile kaldırdılar, “HU” perdesin.
Gördüler “HU” kaplamış =>On Sekizbin Âlemi.
ZÂT-ı HAKk’ı buldular, buluştular “HU” ile.
“HU” nedir?
Perde nedir?
Onsekiz Bin Âlem nedir?
“ZÂT-ı HAKk” nedir?
Bunları öğren!..
Biz bugünün insanları:
Bu “HU”yu unuttuk.
Nefes almayı bile...
Havayı ciğerlerimize dolduruyoruz. Oksijen alarak.
Kanı hücreleri temizliyoruz. Karbondioksit çıkarıyoruz.
Havayı kirlettik, tekrar verdiğimiz karbondioksiti ciğerlerimize sokuyoruz.
CESED ne oluyor biliyor musunuz?
İnsanın ilk defa CESEDi kâfir olur.
İlâhî Âhenkten ve o âhengin serdiği endamı kaybeder bilir misin?.
RÛH’un kâfir olması çok güçtür.
O =>HAKk’ın Emrindedir de ondan...
CESEDin cüz'i iradenin emrine verilmiştir.
Nefsinle onu kirletme...
RÛHunla CESEDin sarmaş dolaş olursa o zaman,
İnsanın şüphe ile baktığı Ötelerin Âleminde utanmazsın...
Sözümüz bu kadar dön geri!.
Biraz dolaş ormanda. Eline balta alma sakın!..
Tekrar gel, ikinci HÂLVEt Odasına girelim...
Bak Resûl-ü Ekrem bir hadisinde ne buyurmuş,
Bu herkesi korkutmalıdır.
“Yakında öyle bir fitne kopacak ki, o fitnede insanların bedenleri ölürken kalbleri de ölecek. İnsan o fitneye mü’min olarak girip sabaha kâfir çıkacak. Aksine kâfir olarak girip mü’min çıkacak!”
ALLAH'ı tam bilen için, CeNNet onun için yük olur.
CeNNette en büyük perde... Kime?. HAKk’a...
CeNNettekiler CeNNete ısınırlar ve bağlanırlar.
Ve ALLAH dışında birşeye gönül verdiklerinden ALLAH ile aralarına perde çekilir...
CeNNetten HAKk’ın Cemâli görünecektir.
Dikkat et “CeNNette değil” ...
...Mekân verilen ALLAH'a...
CeNNet =>HAKk ile senin aranda perde o hâlde, bir daha o hâlde...
Sual yok! Eğer sual sorarsan şimdi bu satırları okuduğun zaman aklına gelen sual...
HAKk’ın Varlığını inkar ediyorsun bu sualinle.
Bunun farkında mısın?
ALLAH'ın Kelâmını böyle bildirdi.
Aman dikkat et! Kabul edersen azîz ol!..
Şüphede isen hiç olmazsa efendiliğini bozma çekil git!..
HAKk Emirlerini lekesiz, hurdasız yapan bir mü’minin ayağının altını öperim!..
Körlerin Âleminde, görenlerin görmediği bir dünya vardır. Dilenci körlerden bahsetmiyoruz.
Mikroplarda görünmez ama, yaptıkları işleri düşünmek kâfidir.
Çok ince fakat basit görünen güç bir şey söyliyeyim;
Uzun günlerde sıcak, terlemiş bir oruçlu insan serinlemek isterse yüzüne, başına SU sürerse orucuna zarar vermez.
Biz.: “Bunu düşünmek bile doğru değildir!” deriz.
Ama dikkat edin!
Bundan ibâdete, oruca karşı bir nevi usanç anlamı kokusu taşır ki, doğru değildir.
İşte İslâm'ın inceliği şu basit olayda gizlidir...
Bilir misin körlere deliler yol gösterir?
Deli saçmaları içinde akıllı sözlerde gizlidir.
Çılgınlık içinde zekâ lem’aları parlar.
RÛH =>CESEDde muayyen bir müddet İlâhî Süsleriyle dünya yüzünde görülür. Sonra gider.
İbâdet dünyaya ait İlâhî bir SıRRdır.
İmanın müsbet emirleri bu ibâdettir.
Günah ise menfi “yasaklar” icâbıdır.
Ve bunların hiç biri imanın zâtı üzerine müessir değildir.
Bunları geniş olarak ayırmaK için bir çok İlâhî Tavsiyeler vardır ki, bunların hepsi Resûlün Dış Hayatındaki Yaşayışı ve Sünnetleridir.
Bunları bir levha yaparsak şu yazı ortaya çıkar:
“CESEDinle>Dünyada=>RÛHun ile sana senden yakın olan ALLAH ile ol!..”
BİLmeyenlere =>BİLen OLsun!..
BİLenlere =>SELÂM OLsun!..
HÂLVEt.: Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik.
Haiz.: Bir şeye sahip olma. Sahip. Mâlik. * Yer tutan. * Akranından mümtaz olan.
Tâlim.: Öğretmek. Yetiştirmek. Alıştırmak. Belli etmek. İdman.
Halisen.: f. Hâlise yakışır bir surette. Hâlis kimselere mahsus bir niyet ve fiil ile.
Lillah.: ALLAH için. ALLAH yoluna. ALLAH aşkına.
Hikmet.: İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. (Buna İlm-i Hikmet deniyor) * Herkesin bilmediği gizli sebeb. Kâinattaki ve yaradılıştaki İlâhî gaye. * Ahlâka ve hakikata faydalı kısa söz. * Sır. * Bilinmeyen nokta. İlim, adâlet ve hilimin birleşmesinden doğan değerli sıfat. * Kuvve-i akliyenin vasat mertebesidir. Hakkı hak bilip imtisâl etmek, batılı batıl bilip içtinab etmektir. * ALLAH'a itaat, fıkıh ve sâlih amel. * Akıl, söz ve hareketteki uygunluk. * Hak emre uymak. * ALLAH'ın yarattıklarında tefekkür.
Hâli.: Tenhâ. Boş. Sahipsiz. Issız. İçinde bir şey olmama.
TİLÂVET.: Okumak. Takib etmek, arkasına düşmek.
Tehir.: Geciktirme. Sonraya bırakma.
Kâfiyen.: Kifayet eden. Vâfi, başka şeye ihtiyaç bırakmayan. Yeten, yetişen, elveren.
Câiz.: Mümkün, olur, olabilir. * Fık: Yapılması sahih ve mübâh olan herhangi bir fiil veya akit.
Iktiza.: Lâzım gelme, gerekme. * Lâzım, ihtiyaç. Gerek. * İşe yarama.
Telâffuz.: Söyleyiş, söyleniş. * Ağızdan çıkan lâfız.
Berhava.: (Berhevâ) f. Boş, faydasız. * Havaya uçurulmuş. Havaya gitmiş.
Taltif.: İltifat etmek. Bir iyilik yaparak gönül almak. Yumuşatmak.
Hirâ.: Mekke-i Mükerreme'nin civarında bulunan ve Hz. Peygamber'e (A.S.M.) ilk vahyin geldiği mağaranın ismidir. Bu mağaranın bulunduğu dağa Hırâ dağı denildiği gibi, Harrâ veya Cebel-i Nur da denilmektedir.
İzabe.: Eritmek, eritilmek. Su gibi akıcı hale koymak. Yumuşatmak. Islah etmek.
Hayatiyet.: Canlılık. Hayat işaretinin, alâmetinin görünür olması.
ERBAİN.: Kırk. Tasavvuf çilesinde kırk gün devam eden tek başına zikrediş.
ZANN.: şüphe. Zannetmek, samak. Sezme.
Setr-i avret.: Başkalarına gösterilmesi haram olan yerleri örtmek. Şer'an örtülmesi lâzım gelen yerlerini örtmek.
Tevessül.: ALLAH'ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. * Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak. * Hırsızlık.
Tevekkül.: İşi başkasına ısmarlamak. * Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini ALLAH'a bırakmak. ALLAH'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini ALLAH'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. * Yeis ve kederden uzak olmak. * Âcizlik göstermek
Mâsiyet.: İtaatsizlik, günah, isyan
İhtar.: Hatırlatmak. Dikkati çekmek. Tenbih. Uyarma. Kalbe gelen doğuş, ilham
Fetvâ.: Bir hâdise, bir muâmele hakkındaki hükm-ü şer'îyi ehli olanın haber vermesi ve o hükme dair verilen mâlumat, bilgi.
Buğur.: Bagilikler. Azgınlıklar. Haddini tecavüzlük.
Misvak.: Kullanılması pek çok faydalı olan ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ehemmiyetle tavsiye ettiği, diş fırçası vazifesini de gören, hoş kokulu ve meyvesiz bir ağacın dallarından kesilip kullanılan parça.
VECÂ.: Sızı, ağrı, acı. Ağrıyıp acımak.
Şefkat.: Başkasının kederiyle alâkalanmak, acıyarak sevmek. Yardıma, sevgiye muhtaç olanlara karşılıksız olarak merhamet ve sevgiyle yardıma koşmak. Karşılıksız, sâfi, ivazsız sevgi beslemek.
Nehiy.: Yasak etmek. Menetmek. * Gr: Emrin menfi şekli.
Tekevvün.: (C.: Tekevvünât) Vücûda gelmek. Meydana geliş. * şekillenmek. * Var olmak.
Husul.: Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.
CESED: Ten, gövde, vücut, beden. RÛHsuz vücûd.
Kanaatkar.: f. Kanaat sâhibi. Kanaat edip az şeyle iktifâ eden.
Tâzim.: Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Mutî.: İtaatli. Terbiyeli. İsyan etmeyen. * Rahat.
Mahcub.: Utanan. Utangaç. * Perdeli, örtülü. Kapalı. * A'ma. * Yaşmak veya perde ile mestur olan.
Acuze.: Saçı ağarmış kocakarı.
Muayyen.: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Esmâ-yı Şerifler.:
Er Rahmânü.: Genellikle merhamet eden ve mahlûkatının tümüne önceden ve şartsız ni'met veren bağışlayıcı, yargılayıcı, yâr muamelesi yapan cüm haiz leye Evvelî Rahmân. Âfâkî, vücûdî.. Merhameti zâtına mahsus ve sınırsız olan ALLAHu zü’L-CELÂL. Özdeki “nun” un (Nûrullah) “mim” hakk olup Rübûbîyyet rüyetine çıkış çekirdeği Koşulsuz ve genellikle tüm mevcûdatına RAHMAN olup hayat için lâzım ve lâyıkı bağışlayan ALLAHu zü’L-CELÂL.
Er Rahîmü.: Hakka inanıp hayrı işleyen kullarına merhametiyle beraber muhabbeten Muhammedî Neşe'yi yaşatan ve âhirinde ihsan edici olan ALLAHu zü’L-CELÂL. Koşullu, hakka iman ve hayrı amel edinen kullarına özellikle dünya, din ve âhiretlerinde RAHÎM olan ALLAHu zü’L-CELÂL. Özellikle hak edene (şartlı: kurallara uyan mü'mine) çok merhamet edip esirgeyici. Mü'mine Âhirî Rahîm. Enfüsî, vücubî...
Es Selâmü.: Selâm, selâmet ve esenlik sahibi. Fâni, gelip geçici olmaktan, ayıp, âfet ve zevâlden beri' ve selâmette olan. Her selâmetin menbağı ve selâmete erdiren... Mutlak eman, sulh ve teslim kaynağı olan ALLAHu zü’L-CELÂL.
El Mütekebbiru.: Büyüklenmeye, ululanmaya, kibriyâya tek ve ortaksız sahib olan, Kibriyâsı bozulmayan ve izhâr eden. Kibredene haddini bildiren. Azamet sahibi... En büyük olmaya mutlak hakk sahibi olan ALLAHu zü’L-CELÂL (Küçültücü anlamdakı kibirden (büyüklenmek) değil de, azamet bildiren kibriyâ (büyük olmak)dan türer...
Er Rezzâku.: Yaratıklarına tek ve mutlak rızıklarını vericiolan ALLAHu zü’L-CELÂL. Bütün mahlûkatının rızkını maddî, mânevî; her zaman, her yer ve her hâlde lâzım ve lâyıkınca veren.
El Hakku.: Varlığı mutlaka, fiilen olan. Varlığı ve ulûhîyyeti doğru, gerçek, lâzım ve lâyık olan. Varlığı hiç değişmeyen, ibâdete lâyık ve her hakkın sahibi olan. Âdil-i Mutlak Vâcib-i Lizâtîhi... Varlığı mutlaka zaruri olan, olmaması imkansız, lâzım ve lâyık olan. Tüm hakikatlerin kaynağı Mutlak HAKk. Bizzât ve sürekli olarak varlığı, gerçekliği ve Ulihîyyeti mutlak ve fiilen geçerli olan ALLAHu zü’L-CELÂL.
Es Sabûru.: Çok sabır gösteren, sabbar. Mutlak sabrın sahibiolan ALLAHu zü’L-CELÂL.
El Ganîyyü.: Herşey'e sahib olup, hiçbir cihetle kimseye ihtiyacı olmayan Ganî-yi Mutlak (celle celâluhu). Başkalarına muhtaç olmayıp mutlak zengin olan; varlığında, sıfat, esmâ, fiil ve eşyâlarında ihtiyaçtan münezzeh olan ALLAHu zü’L-CELÂL.
El Settârü’l- uyub.: Ayıpları, kusurları örten. Kusurları göstermeyen, günahları bağışlayan ALLAH celle celâlihu..
Settar.: Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten.
EL DeyyâN.: Herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren. HAKk TeALÂ. Kahhar. Hâsib. Hâkim. Kadîr. Râi. Cenâb-ı HAKk.
YÂ HUu.: El Hüve.: O..
Tirmzî'nin esma listesi.: “ Hüveallahullezi lîlâhe illâ hüve.: O ALLAH ki O'ndan başka gerçek ilâh yoktur” ile başlar.
O =>O'dur, O =>Kendisidir. Gayrın zıddıdır. Bu târif El HÂLİK Tealâ için geçerli olduğu gibi halkı için de aynen geçerli olup her zerre kâinâtta TEK BAŞına olup,
İkİ ŞEYy =>aynı ÂN, aynı zam ÂN ve aynı HÂLde aynı YERde BİR ŞEYy asla olamaz. Bu ise Yüce Yaratıcımızın Uluhîyyet Hüneri ve Vahdanîyyet Yansımasıdır.
İlâhî Hüvîyyet (hüvelik) =>Mutlak “BİR” lik (Vahdanîyyet) ve Mutlak “VAR” lık (Yaratıcımızın Vâcibü'l-Vücûd oluşu) Ezelliği-Ebedliğidir. İnsanlar için de “hüve” kullanılır. Ancak, Mutlak ve Kâmil “Hüve” ALLAHu zü’L-CELÂL'dir. Mevcûdun şahsına tahsis edilen hüveliği (O'luğu); Mutlak Vücûd'dan bahşedilen imkanın, sınırlı, sorumlu, izâfi ve geçici kullanışıdır. Varlığı Kendi ZÂTından olan Vâcibü'l-Vücûd'un Hüvîyyetinin Mâhîyyetini BİLmek ise ALLAHu zü’L-CELÂL'in ve dolyısıyla Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in bildirdiği kadar mümkün olup gayrısı safsatadır.
Hüvîyyetullah ise tevhidî olup ZÂT'ına Mahsus ve Mutlaktır. Gerçek olan “HUu” da O =>ALLAHu zü’L-CELÂL'dir.
اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ
الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ
عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
“Ikra’bismi RABBikellezî halak (halaka).
Halaka’l- insâne min alak (alakın).
Ikra’ ve RABBukel ekrem (ekremu).
Ellezî alleme bi’l- kalem (kalemi).
Alleme’l- insâne mâ lem ya’lem.:
Yaratan RABBinin İsmi ile oku.
İnsanı bir alaktan (embriyodan- aşılanmış yumurtadan) yarattı.
Oku ve senin RABBin, sonsuz Kerem Sâhibidir.
Ki O, kalem ile öğretti.
İnsana bilmediği şeyleri öğretti.." (Alak 96/1-5)
كَلَّا لَا تُطِعْهُ وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ
“Kellâ, lâ tutı’hu vescud vakterib. (Secde Âyeti): Hayır! Ona uyma! ALLAH'a secde et ve (yalnızca O'na) yaklaş!” (Hac 22/18)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِّنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ وَمَن يُهِنِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن مُّكْرِمٍ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يَشَاء
“E lem tera ennallâhe yescudu lehu men fi’s- semâvâti ve men fî’l- ardı ve’ş- şemsu ve’l- kameru ve’n- nucûmu ve’l- cibâlu ve’ş- şeceru ve’d- devabbu ve kesîrun minen nâs (nâsi), ve kesîrun hakka aleyhi’l- azâb (azâbu), ve men yuhinillâhu fe mâ lehu min mükrim (mukrimin), innallâhe yef’alu mâ yeşâ’(yeşâu).(Secde Âyeti).: Göklerde ve yeryüzünde olan kimseler, Güneş, Ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve (yürüyen) hayvanlar ve insanlardan çoğu; görmüyor musun (görmedin mi) ki ALLAH'a secde ediyorlar. (İnsanların) çoğunun üzerine azâb hak oldu ve ALLAH, kimi zayıf düşürürse (alçaltırsa) artık ona ikram eden yoktur. Muhakkak ki ALLAH, dilediğini yapar.” (Hac 22/18)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيراً مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
“Yâ eyyyuhellezîne âmenûctenibû kesîran mine’z- zanni, inne ba’da’z- zanni ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ (ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûh (kerihtumûhu), vettekullâh (vettekullâhe), innallâhe tevvâbun rahîm (rahîmun).: Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır. Ve tecessüs etmeyin (merak edip insanların hatalarını araştırmayın). Sizin bir kısmınız diğerlerinin dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olunuz. Muhakkak ki ALLAH, tövbeleri kabul eden ve RAHÎM olandır." (Hucurât 49/12)
أَرَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ
فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ
وَلَا يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ
فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ
الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ
الَّذِينَ هُمْ يُرَاؤُونَ
وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ
“E raeytellezî yukezzibu bi’d- dîn (dîne).
Fe zâlikellezî yedu’ul yetîm (yetîme).
Ve lâ yahuddu alâ taâmi’l- miskin (miskîni).
Fe veylun li’l- musallin (musallîne).
Ellezîne hum an salâtihim sâhûn (sâhûne).
Ellezîne hum yurâûn (yurâûne).
Ve yemneûnel mâûn (mâûne).: Dîni yalanlayanı gördün mü? Oysa yetimi itip kakan işte odur. Ve miskini (yoksulu, çalışmaya gücü olmayanı) doyurmaya teşvik etmez. İşte o namaz kılanlara yazıklar olsun. Onlar ki, namazlarından gâfil olanlardır/namazlarını ciddiye almazlar.. Onlar riyâ yapanlardır (gösteriş için yapanlardır). Ve mâûna (zekâta ve yardımlaşmaya) mâni’ olurlar.” (Mâûn 107/1-7)
لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih (bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ ale’l- kavmi’l- kâfirîn (kâfirîne).: ALLAH kimseyi gücünün yettiğinden başkasıyla mükellef kılmaz (sorumlu tutmaz). Kazandığı (dereceler) onundur ve iktisap ettiği (kazandığı negatif dereceler) de onundur (sorumluluğu onun üzerindedir). RABBimiz! Şâyet unuttuysak veya hata yaptıysak bizi aheze etme (sorgulama). RABBimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bizim üzerimize ağır yük yükleme. RABBimiz, takat (güç) yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme. Ve bizi af ve mağfiret et ve bize rahmet et (Rahîm Esmâsı ile bize tecelli et, Rahmet NûRunu gönder). sen bizim MEVLÂmız'sın. Artık kâfirler kavmine karşı bize yardım et.” (Bakara 2/286)
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
“Kullu nefsin zâikatu’l mevti summe ileynâ turceûn (turceûne).: Bütün nefsler ölümü tadıcıdır. Sonra BİZe döndürüleceksiniz.” (Ankebût 29/57)
عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: بَادِرُوا بِاعْمَالِ فِتَناً كَقِطَعِ اللَّيْلِ الْمُظْلِمِ يُصْبِحُ الرَّجُلُ مُؤْمِناً، وَيُمْسِي كَافِراً وَيُمْسِي مُؤْمِناً وَيُصْبِحُ كَافِراً يَبِيعُ دِينَهُ بِعَرَضٍ مِنَ الدُّنْيَا[. أخرجه مسلم والترمذي .
Ebu Hüreyre radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Karanlık gecenin parçaları gibi olan fitnelerden önce, hayırlı ameller işlemede acele edin. O fitne geldi mi kişi mü'min olarak sabaha erer de kâfir olarak akşama girer. Mü'min olarak akşama erer de kâfir olarak sabaha ulaşır; dinini basit bir dünya menfaatine satar.” buyurdu.
(Müslim, İmân 186, (118); Tirmizî, Fiten 30, (2196))
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH celle celâlihu mahlûkatın olmasına hükmettiği zaman (Müslim rivâyetinde ALLAH celle celâlihu yarattığı zaman) yanında bulunan Arşın üstündeki bir kitâba şunu yazdı.: “Muhakkak ki rahmetim gazâbımı galebe çalmıştır.” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre radıyallahu anhu’dan; Buhârî, Tevhid 15; Müslim, Tevbe 14-2751; Tirmizî, Da’avât 109-3537)
de Bir rivâyet inise.: "Rahmetim, Gazâbımı geçti.”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben, misvak kullanmakla o derece emredildim ki, bu konuda bana vahiy indirileceğinden korktum.” buyurmuştur.
(Ebu Yala ve İbn Hanbel, İbn Abbas’tan naklen rivayet etmiştir. Müniziri, hadisin sahih olduğunu bildirmiştir. (bk. et-Terğib, 1/101)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Misvak kullanmam öyle emredildi ki, bana farz olacağından korktum.” buyurmuştur.
(et-Terğib, 1/101-102).
İbn Mâce’nin Ebu Umame’den naklen yaptığı rivayete göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Cibril/Cebrâil her gelişinde bana misvak kullanmamı o kadar tevsiye etti ki, bana ve ümmetime farz kılınacağından korktum.” buyurdu.
(bk. et-Terğib, 1/101-102)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
ANKARA - 1987
ÂB-DEST
"ÂBDESt" =>İslâmiyette vardır diğer dinlerde yoktur.
ÂBDESt almak Âyet-i Kerime ile târif ve bildirilmiştir.
(Mâide 5/6)
Farz-ı Ayındır.
Şek şüpheden ârî farzdır.
İbâdetlerde muhakkak lâzımdır.
İnsan’ın =>Hayat-ı Dünyada bulunması bir nev’î ibâdettir.
Dünyaya niçin geldiğini anlayan sözün doğruluğunu derhal anlar.
ÂBDESt nedir?
Niçin emr olunmuştur?
Temizliktir.
Su bulunmazsa TEYEMMÜM yapılır.
O halde temizlik değildir.
İslâmın târif ettiği temizliği olmayan ÂBDESt alamaz.
“İslâmî Temizlik NEdir?”
=>HAKk’ın Emirlerine itaat, yasaklarını yapmamak, vücûda dıştan içten haram sokmamak, yalan söylememek...
O halde ÂBDESt nedir?
Niçin alınır ve niçin emr olunmuştur.
ÂBDESt başlarken besmele çekmeyen kişi için ÂBDESt yoktur.
ÂBDESt =>Evvelâ şâhidli bir niyettir.
Niyet =>ALLAH'a karşı söz vermedir. Bir mukaveledir.
Şâhid =>Görünen maddî bir şâhid. Görünmeyen iki şâhid muvacehesinde ALLAH'a karşı söz vermek =>ÂBDESt almaktır.
HAKk’tan bir nev’î izin için hazırlanmaktır.
Güçleriyle insanda görünen, HAKk’ın Kudretlerini kullanmaya hazırlanmaktır.
Görünen Şâhid =>CESED, SU veya TOPRAk...
Görünmeyen Şâhidler =>Hafaza Melekleridir.
ALLAH ile temas, alış veriş, konuşma, sözleşme =>Ancak ÂBDESt aldıktan sonra mümkündür.
Yoksa edeb dışıdır.
“Kul İşi” değildir.
Ama niçin diğer dinlerde ÂBDESt yoktur.
HAKk bunu niçin emretmiştir, esas SIRR buradadır.
Bu SIRRı bilirsen, sezersen ÂBDEStsiz;
=>Yeme, içme, konuşma, yemek pişirme, çocuğa süt verme!
Bunları tatbik çok zor gelir.
Fakat alışırsan o kadar da kolaydır.
Herkes bunu yapsaydı =>Haram diye bir şey konuşulmazdı.
O zaman İslâmda haram olanın diğer DîNlerde haram olmamasının sebeb ve SIRRını anlarsın...
O zaman yine Resûlullah'ın niçin:
=>"Son Peygamber olduğunu"
=>"Habibullah olduğunu",
=>"Rahmetel li’l- Âlemin olduğunu",
=>"Mi’raca niçin teşrif ettirildiğini",
=>"Namazın niçin mi’racda, arada vasıta olmadan kendisine emrolunduğunu."
Bütün uçsuz bucaksız Kâinâtın onun yüzünden yaratıldığını anlarsın....
ÂBDESti bozan şeyler vardır bilirsiniz.
=>HAKk’a verdiğin SÖZ hükümsüz kaldığı için ÂBDESt bozulur.
Bu ne demektir.
Söz verme şu =>Âyetteki gizli MÂNÂ...
O mânâ nedir?
“Ellerimde,
Yüzümde ne varsa o uzuvlarından,
Düşüncemde ne varsa onlardan,
Ayaklarımdan, SENin sevmeyeceğin şeylerden, işlerden kendimi koruyacağım!
İrâdem haricinde olanlardan SEN beni koru Yâ RABBî!.
SANA secde yapacağım!.
Ruhen mi’rac istiyorum!.” demektir.
ÂBDESti bozan şeyleri düşün.
Hepsi irâde dahilinde olanlardır.
Verdiğin SÖZ =>HAKk ile yapacağın mukavele bozulmuş hükümsüz kalmıştır.
Ondan dolayı =>Tekrar ÂBDESt almak lâzımdır.
“SENin verdiğin ni’meti RIZKı yiyeceğim!
Her şeyi ondan yarattığın SUyu içeceğim!
Ni’metlerini hazırlayıp pişireceğim!
Evlâdıma SÜT vereceğim!.”
Bunların hepsi =>ÂBDEStli olarak yapılır.
Konuşma = KeLâm..
“SENin yerine “KuL” olarak konuşuyorum!.”
=>Yine ÂBDEStli olmak lâzımdır.
“Amma böyle olmazsa ne olur?. Günâh mıdır?.” =>Hayır...
Böyle olmak başka türlü “KuL” OLmak demektir...
Resûl-ü Ekrem'e;
=>Her zaman ÂBDEStli bulunması emr olunmuştur.
=>ÂBDEStsiz konuşmazlar, ağızlarına birşey almazlardı.
Şimdi hemen diyeceksiniz ki :
“O =>Peygamberdi!.”
Evet... Ama bizde O’nun ÜMMetiyiz...
Değil mi?..
O halde... Sen düşün ne demek istediğimizi!..
Resûl-ü Ekrem'in YoLunda yürümek evvelâ ceseden sonra ruhendir.
Ceseden ÂBDESt, namaz, ORUÇ.
Ruhende de sen düşün onu!
Bunu söylemek bana düşmez.
Sana hakaret olur, günâha giremem!.
Resûl-ü Ekrem her sahabe ile konuşurdu.
O’na ma’lum olurdu.
Namaz ÂBDESti olmayan sahabenin elini tutmazdı.
Büyük insanlar bilirim ki,
ÂBDESti olmayana ellerini vermezlerdi...
Bir gün Rahmetullâhî Aleyh Hocama namaz ÂBDEStsiz gittim. Yanına yanaşacağım zaman.
“Sakın konuşma! Git, ÂBDESt al gel! Beni deniyor musun?” diye yüksek sesle bağırdı.
Onlar herşeyi bilirler.
Fakat yüze vurmazlar...
HAKk’ın.: “Mükâfatını bizzât KENDİM vereceğim!” dediği ORUÇ var ya =>ÂBDEStli olmalıdır.
Diğer ibâdetlerin mükâfatını başkası mı veriyor?
O mükâfat nedir?
Cesedi midir?
Ruhî midir?
Onu bir bilsen bütün günlerinin ORUÇlu olmasını istersin.
Amma o da bir bakimâ doğru olmaz.
ORUÇta ALLAH'ın Kuluna vereceği en büyük mükâfat gizlidir.
Fakat ORUÇ yalnız yememek, içmemek, cinsî temas yapmamak değildir...
ÂBDEStli olmak lâzımdır..
Yalan, haram, hiddet, küfür, kalb kırma, sinirlenme...
Dedikodu. Böyle olan ORUÇ, ORUÇ değildir.
"Aç durmak"tır, bunun mükâfatı yoktur.
HAKk’ın Emrini güya yerine getiriyoruz.
ALLAH hatalarımızı bağışlasın.
Mağfiret buyursun...
(Mide Sûresi) ÂBDESt Âyeti (5/6) =>Medine'de emr olunmuştur. Ondan sonra namaz beş vakit olarak tesbit edilmiştir.
Ezan hicretin birinci senesi meşru olmuştur.
Resûl-ü Ekrem, ÂBDESt âyeti gelmeden evvel Mekke'de sabah ve akşam namaz kılarlardı.
Ellerini ve ağzını yıkarlardı.
Ve.: “Bu ÂBDESt benden evvelki Peygamberlerin ÂBDEStidir.” Buyurmuşlardır.
ÂBDESt kelimesi Farsçadır.:
Âb =>Su
Dest =>El
Sulu el.
“El ile su al!” mânâsınadır...
ÂBDESt bir de dilimizde def-i hacet mânâsına kullanılır.
Doğru olmamakla beraber :
"ÂBDEStim" var. Yâni.: “Helâya gideceğim!.”
Veyahut.: “ÂBDESt bozacağım !.” demekle de habersiz şunu söylüyoruz.:
“Ben daimâ ÂBDEStliyim ÂBDESti bozacağım, tekrar ÂBDESt alacağım!.” mânâsını taşimâktadır ki,
Bu =>İnsanın daimâ ÂBDEStli olmasını, sessiz sözsüz haykırmaktadır.
Tekrar edelim.:
"Helâya gideceğim!. =>Suya ihtiyacım var!” demektir.
Bu SÖZ aynı zamanda =>Habersiz ÂBDEStin lüzumlu FARZ olduğunu ilân eder.
Arapçada "Vudû’u" kelimesi ÂBDESt almanın mukabilidir.
Vudû’u =>Vücûddaki azaları yerli yerine hazırlamak, koymak demektir.
ÂBDESt Âyeti Medine'de nâzil olmuştur.
“Maide Sûresi 5/6” Âyet-i Kerimede "Gasele" yıkamak lâfzı kullanılmıştır.
1-) Yüzünüzü yıkayınız.
2-) Ellerinizi dirseklere kadar yıkayınız.
3-) Başınızı da meshedin.
4-) Ve ayaklarınızı da aşık kemiklerine kadar yıkayınız.
Bu dört şeyin yıkanması ve meshedilmesi "Vuzû’u" dur.
Bu =>uzuvları yerli yerine "va’z" etmek koymak, hazırlamak demektir.
ÂBDEStsiz kimse “Nâs”dır.
Lâalettayin bir insandır.
ÂBDEStli insan “Mü’min”dir.
Yâni her “ÂN” huzura çıkmaya hazırdır.
ÂBDEStsiz =>“Mü’min değildir!” demek değildir.
Dikkat et!
Burası öyle kolay anlaşılır lâkırdı değildir..
Kendinde gizli olan imânını izhar için ÂBDESt alması, yâni Âdemîyyetini izhar ve kendi kendine fiili olarak tasdik içindir.
Melekler =>"Âdemîyyet"e secde ettiler. =>Cesede değil!..
SU ve TOPRAKtan yaratılan CESEDini göstermesi lâzımdır.
"Âyet" vücûdda yaktığım bir şu’le olan RûHa =>"FAGSÎLU" emirdir.
O zaman ÂBDESt alacağın zaman sesli olarak,
Suya daha dokunmadan: Euzüblllahîmineşşeytanîrracim" diyerek insaniyetten ayrılıp, yâni “Nâs”lıktan ayrılıp, "Âdemîyyet" tarafına fiili olarak cesed sokulur..
Eller yıkanır.
Ağıza su verilir.
Sonra tekrar ellere başlarken.: “Bismillah!.” söylenir.
Yâni suya temas ettiğin zaman...
ÂBDESt hakk’ında diğer bildiğin hususlar "İlmihal" Kitaplarında var onları muhakkak bilmen lâzımdır.
Şimdi burada çok dikkatli dinle, birşey anlatacağım bilgi için.:
Fizikte ve kimyada bir madde başka bir hale tehavvül ederken hacmi büyür.
Bir damla su, buhar olurken "Avkadro Anper" kanununa göre, 24 hacim buhar olur.
Meselâ: Bir kilo su, buhar olduğu zaman koskoca görünür, bir bulut olduğunu farzedelim.
Bu bulutun ağırlığı yüz gramdır eğer bulutu tartabilirsek...
Bin gram su buhar olup, bulut olduğu zaman yüz gram olmuştur.
Bu yüz gram bulut yağmura tahavvül ederse onbin gram su olur.
Eğer yüz gram bulut kar olursa beşbin gram kar olur.
Bu kar yâni beşbin gram kar, su olursa onbeşbin gram su olur.
Fizik, kimya bilmezsen bu hadise karşısında bocalar kafan durur.
Bu ne demektir bilir misin?
Tahavvül ve tahvildeki HAKk’ın Güçlerinin görünüşüdür.
Tahavvül "Tahvil" başka şekile girmek, fakat aslını kaybetmemektir.
Tahavvül devamlıdır.
Tahvil = Muraddır.
Yağmura onun için "Rahmet" ismi verilmiştir.
Bir damla su bir kaya kovuğuna girse, buhar olsa kayayı çatlatır.
Bir gemiyi yürütür...
Bir damla su buhar yâni hava olarak otomobil lastiği içine girerse tonlarca yükü taşıyacak kuvvet ve kudret ortaya çıkar...
Daha anlatmıyorum...
Bu heybet ve değişmeyen ALLAH Kanunu'nun karşısında...
Sen düşün!..
ÂBDESt aldıktan sonra mümkünse havlu ile ıslak yerlerini kurulama!..
Bırak vücûdun o suyu emsin, vücûdun sıcaklığı onu tekrar buhar yaparken semâya yükselsin, sonra rahmet olmak için buhar, bulut olsun...
Yağmur DUÂsı nedir bilir misiniz?..
Yağmur DUÂsındaki ÂBDESt alma da bambaşka bir ÂBDESttir.
Artık birâz da siz anlayın...
Suyu ve havayı kirletmek İslâmda haramdır.
ALLAH'ın suya ve havaya verdiği güçlere hakarettir.
Burada birşeyi hatırlatıp bitireceğiz.
Su içine büyük ve küçük ÂBDESt bozmayınız.
Kedi ne yapıyor dikkat ediniz...
Kedi yürürken bile ıslak yere basmaz.
Ateş üzerine idrar yapmayınız...
Bunların sebepleri vardır.
“Bu işleri yapmak günâh mıdır?” diye sorarsanız...
Kaba olarak hayır...
Fakat “Günâh” nedir onu hakkı ile bilmek lâzımdır.
Bizim bildiğimiz, öğrendiğimiz günâhı bile bilmiyoruz.
Ecir, sevâb der dururuz, bunu bile bilmeyiz.
Söyler dururuz...
Onun için öğrendiğinizi yapınız...
Fakat daimâ ÂBDEStli olmayı katiyen ihmal etmeyiniz...
Bize de DUÂ ediniz!..
"Ümmetim yağmur gibidir, evveli mi, sonu mu hayırdır bilinmez." Hadis.
Enes'den (radiyallahu anhu) rivâyetle.: “Ümmetimin durumu yağmurun durumu gibidir. Başı mı daha hayırlı, sonu mu daha hayırlı olduğu bilinmez.”
(Taberânî’nin Kebirinden.)
Sözünü söyliyen MÜBAREK DUDAKLARDAN yarın âhirette.: "Yâ İlâhî!. Bu kimse benim ÜMMetimdendir!." kelâmını işitmek cümleye nâsib eyleye...
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Îza Gadabe ahadüküm felyetevezza bi’l-mâi fe-inne Gadabe min Nâr.: Sizden biri öfkelendiği zaman hemen su bulsun. Ve o su ile ÂBDESt alsın ki, Yüreğindeki öfke ateşini söndürür.” (Hadis)
Atîyye el-Ûft radiyallahu anhu rivâyet ediyor.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Öfke şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş ancak suyla söndürülür. Öyle ise biriniz öfkelendiği zaman ÂBDESt alsın.”
(İ.Ahmed, Müsned, 4:226.)
ÂBDEStin Hülâsası :
Büyük ALLAH Dostlarından bir zât, talebeleriyle birlikte gidiyorlarmış, bir aralık Şeyh diyelim ayrılmış.
ÂBDESt bozmuş.
Ve hemen elli metre ilerde büyük bir dere aktığı halde hemen toprakla TEYEMMÜMüm yapmış.
Talebeleri.: "Efendim su şurada niçin TEYEMMÜMüm yaptınız"
"Evet, doğru, suya varıncaya kadar ya ölürsem. Hiç olmazsa cesedimi kurtarırım!" buyurmuşlardır.
Bu ÂBDEStli olmanın ne kadar ehemmiyetli olduğunu aktaran bir hadisedir.
Efendim, biz bunları hiçbir kitabta görmedik, kimse de söylemedi diye itirâz edip mütaala yürütme!
İster yap, ister yapma!..
Yapmamanın günâhı yoktur.
Yapmanın da sevabı yoktur.
Bundan daimâ HAKkla birlikte olmak vardır.
Her şeyde sevâb ve günâh arama.
İnsânîyyetine hakaret etmiş olursun.
Bunların hepsi yazılmış ve izâh edilmiştir;
Sen kitap okumuyorsun.
Bu kitapların çoğu bugün rutubetli kütüphânelerde kendi kendilerini yok etmek için güvelerle arkadaş olmuştur.
Söylenecek söz yok.
Ara bul!. Oku!.
Bunu da yapamıyorsan yahut yapamazsan.
O halde sözlerimize de i’timâd et!..
Bu ticâret değildir.
Para istemiyoruz.
Burada yeri yoktur.
Neyi ve neye isbat arıyorsun...
Kur'ÂN-ı Kerîm'de “Fâtır Sûresi” vardır.
“fâtırı’s- semâvâti ve’l- ardı”
Fatır = Yaratan, halk eden mânâsınadır.
Sûrede “Tebdilen, Tahvilen” lafızları vardır.
Âyet-i kerimede .: “Sen ALLAH'ın Kanununda bir değişiklik, sen ALLAHın Hükmünde bir düzensizlik göremezsin!.”
Kâinâtta bir ahenk vardır.
Bu değişmez.
Başka kılığa girmez.
Bozulmaz.
Bozulma diye bir şey yoktur.
Bu ahenkten ayrılmadır.
Bu ahenk ALLAH'ın Tekvin Kanunudur.
Bu kanun ALLAH'ın hududsuz güç ve kuvvetlerinin görünüşüdür. Bu ahenk de HAKk’ın bir nebze görünüşüdür.
Bütün bu ahenk =>fizik, kimya, mıknatısı, elektiriği, meteorolojik görünür, görünmez idrak edilir, edilmez bir düzendir.
Ahenktir. Armonidir...
ALLAH Lügatında bu ahengin ismi “SÜNNETULLAH” dır.
"SÜNNETULLAH" ne tebdil edilir, ne de tahvil edilir ve ne de değiştirilebilir...
Burada kelimelerin lügat mânâlarını söyliyelim:
TEBDİL: Değiştirmek. Değiştirilmek. Başkası tarafından...
Bu kelimenin mânâsı bilgi ile anlaşılır...
Basit olarak misâl verelim.
Tebdili hava.
Tebdili mekân,
Tebdilde: Size göre öyle görünürse de SÜNNETULLAH yine değişmez.
Mânâları vardır.
SÜNNETULLAHı Cenâb-ı HAKk da değiştirmez.
Nizam kurulmuştur.
“Yâ Habibım kaldır başını bak. yorulur önüne düşer. tekrar kaldır bak. bir yerde kusur bulamazsın. çünkü ALLAH ne varsa hepsini kusursuz halketmıştîr.” Tebâreke Sûresi...
BEDEL.: Mukabil kıymeti. Aynı. Başka şekilde görünüşte ona denk demektir.
TEBEDDÜL.: Değişmek. Başka hale "kendiliğinden" gelmek...
TEBADÜL.: Birbirinin yerine geçmek. Birbirine bedel olmak.
TEBDİLEN.: Âyet-i kerimede. Değiştirmek sûretiyle tanınmıyacak tarzda olma. Başka şekilde görünme.
TAHVİL.: Başka şekle girmek, fakat, aslını kaybetmemek mânâsına gelir ki, aslı “Havil”=>“Lâ havle velâ kuvvete”deki havildir. Bu davranış mânâsındadır.
Bir damla su sıcağa ma'ruz kalırsa buhar olur.
Bulut olur.
Bu “Havıl”dan müştak tahavvüldür.
Bu iş bir tahvildir.
Tehavvül ve Tahvil budur.
Başka şekle girmek fakat aslını kaybetmemek.
Tahavvül devamlıdır.
Tahvil muraddır.
“Bu da =>Bölünmez bunu da göremezsiniz.” Âyet...
Tahvilin aslını anlamak güçtür.
Kur'ÂN'daki mânâ =>“SÜNNETULLAH” değişmez.
ALLAH'ın =>“KûN!. Ol!.” Emri ile yaratılan değişmez demektir.
Sizin gördüğünüz başka şekilde görünüştür.
Devlet Tahvilleri meselâ:
Bunu câhil bir adama sorarsan bu paradır desen inanmaz. Para burada başka türlü olmuştur.
“Damlanın buhar, bulut oluşu” gibi.
Fakat o câhil adam bunu göremez..
Tebdil ve Tahvil Kelimeleri sinonim kelimeler değildir. Homonim kelimelerdir.
Nas dediğimiz zaman insan akla gelir.
Fakat bu dişi ve erkek demektir.
Fakat dişi başkadır.
Erkek başkadır.
Dişi erkek olmaz, erkek de dişi olmaz.
Âyeti kerimedeki tahvilen başka türlü olmaz.
Değişmek. Değiştirmek...
Âyetteki:
"Tebdilen, Tahvilen"
ALLAH'ın kanununda bir değişiklik ve hikmette bir düzensizlik göremezsin, demektir.
Bunların daha derin mânâlarını hâlvette öğrenmek gerekir...
Zirâ Islâmda =>Tebdil ve Tahvil ile uğraşmak yasaktır.
Hatta haramdır.
Zirâ yukarıdaki âyete şüphe ile inanmak bu düşüncede gizlidir.
Heykel yapmak, bir nev’î tebdil ve tahvildir.
Nebatata aşı yapmak. Haramdır. Aynıdır.
Sun'i ilkah haramdır. Aynıdır.
Bu husus incelerin incesidir. Dikkat buyrula.
Herkese değil... O halde kime!
Ahenge kendisini tamamiyle verene...
Çünkü “Tebdil ve Tahvil” "KûN" Emriyle =>feye KûN Emri arasındaki olaylar değişmezler.
Bu iş kul işi değildir. HAKk’ın İşidir.
Peygamberlerin mu’cizeleri:
Bu “Tebdil ve Tahvil” arasında ceryan eder.
Bu iş bize fevkalâde gelir...
"O2" Oksijen gazı ile "H2" hidrojen gazı görünmez.
Bir elektrik şeraresiyle birleştikleri zaman =>H2O su olur görünür.
Su da tekrar aynı usul ile GAZa ayrılır...
İşte bu hadise, “Tebdil ve Tahvil”in en güzel târifini ifâde eder.
Mu’cizeler de bu tarzda "İzni İlâhî" ile vuku' bulur.
“Her meydana çıkıp zuhur eden =>O zuhur eden şeyin içinde kalandır.”
Asıl değişmez...
Bir tohum içinde bir orman gizli.
Bu tohumu ekersen, tohum kaybolmaz.
Öyle görünürse de o tanınmıyacak bir hale gelmiştir.
Tebdil olmuştur.
Kim tohum?..
Orman ortaya çıktı mı,
“O zaman tohum ormana tahvil olmuştur.” deriz.
Bu görünür, görünmez hadisede HAKk’ın Kudretlerinin başka şekilde görünüşü de “Elektrik Enerjisi”;
Bir yerde aydınlık yapar.
Diğer yerde bir makineyi harekete geçirir.
Başka bir yerde bin türlü şekilde görünür.
Fakat elektrik değişmez.
Kuvveti başka şekillere Tebdil ve tahayyül etmiştir...
Kur'ÂN-ı Kerîm'deki lâfızlar üzerinde uğraşmak doğru değildir.
Emirleri aynen kabul etmek gerekir.
Bir şeyin tetkiki içinde daimâ aslını öğrenmek düşüncesi hâkimdir.
Fakat bu HAKk’ın Emirleri ve âyet lâfızları üzerinde olmamalıdır.
Bu husus "Mülhimun" tarafından fehmolunur, anlaşılır...
Ondan dolayı bu hususlar üzerinde uğraşmamanızı utanarak size tavsiye etmeği bildirirken ne sizin ve ne de benim bu hususla bir gücenme vesilesi olmamasını dilerim...
Bu bir makam veyahut kibir, büyüklük meselesi değildir.
Belki sizin ayarınıza kadar bile ulaşamamış bir kulum.
HAKk Katında ben bir hiçim...
HAKk’ın benim yanımdaki kıymetini çoğaltmağa çabalıyorum.
Gölgesi görünmeyen “HAKk’ın Gölge”sini takip ediyorum.
Saman çöpünde perdelenen zikri işitmezsem de bile o zikri sezmeğe çalışıyorum.
Her türlü ince bid'atten, ince şirkten, ince haramdan kurtulmak lâzımdır.
Perdeler vardır ->İnsanın gözünde.
Perdeler vardı ->İnsanın kulağında.
Perdeler vardır ->İnsanın akıl ve düşüncesinde.
Merak etmeyin bu perdelerin arkasındakini, çünkü o perdelerin arkasından geldik.
Arz üzerine seyretmek için kendi kendimizi.
Bir gün vakit gelince delip perdeyi arkasındakini görmek için döneceğiz geldiğimiz yere...
Sakat topallar vardır ->Rakkâsalerle alay etmeğe kalkarlar.
Kekemeler vardır ->Hatiblerle konuşma yarışına yeltenirler.
Himmet ağalar, Beyler vardır ->Himmet vermeğe uğraşırlar.
Bunların peşine takılan salaklarla dolu cemiyet...
Yalancı Mürşidler vardır.
Velîlerin Makamlarını hor görürler.
Kendi kendilerine mertebe makam, nişan verirler.
İnsan, kendi değerini hakikatini ALLAH'ın Sesi’ne kulak verdiği zaman anlar...
ALLAH'ın Sesi nedir?
Resûl-ü Ekrem'in Ağzıyla bize bildirdiği emirlerdir.
Yerde ALLAH'ın Sesi her ÂN mevcûddur.
O Ses görünür...
Onsuz boş yer yok...
Âdeta o Ses sende devam ediyor...
HAKk’ın Yanında makam ve kıymetinizi aramayınız.
HAKk’ın sizin yanınızdaki kıymetini bulun çoğaltın.
İnsan çok büyük bir mahluktur. Amması vardır.
Bu “amma” nedir?
Onu söyleyemem..
Hepimiz utancımızdan yerlere girmek için birbirimizden kaçarız.
Burada bir şey söyleyeceğiz.
Çok kısa, bunun izâhı ciltlerle kitab olur.
Bütün Peygamberler =>ALLAH tarafından KELÂMla gönderilmiştir. =>Cezbe ve Tasarruf ile değil..
Bu lafa dikkat et!
Ne demek isteniyor?..
Bunu anlamadan Peygamber nedir anlaşılmaz.
İşte ciltlerle izâhı yapılacak söz budur..
Gaybî dediğimiz hakikatler, sonsuz denecek mesafeler kat’ ederek söz haline inkilab eder.
Lafız sûretine giren fâillerin hakikatleri o zaman kulaklara erişir...
Buradaki sonsuzu, uzaklığı anlatmak veya anlamak mümkün değildir...
Yalnız beşerî olarak akla sokmak için bir benzetme yapalım:
Ziyâ saniyede 300.000 km. sür’atte seyreder.
Güneşten bize bu sür’atte gelen ziyâ 500 ışık yılında gelir diyorlar.
Bunu dimâğ düşünemiyor.
Aynı zamanda bize o kadar yakın ki, onu da görüp analayamıyoruz.
Burada sür’at , mesafe, uzakık, yakınlık diye bir şey yok.
Bunlar bize göredir.
Penhani Peyda Nevvari Mülim
Etmekte Durmadan Bütün Mevâlim
Zikr-ı Hallaki Dâim
Allahu Ekber!. Allahu Ekber!.
O halde artık sözümüz yok.
Secdeye kapan!..
Bizden selâm olsun size!..
Hülâsa ederek “Tebdilen ve Tahvilen” lafızları şu küçük sözlerimizde gizlidir.
Bunu üzerinde fennî, ilmî düşünmek gerektir.
Hava olmazsa su olmaz.
Su olmazsa hava olmaz.
Hava olmazsa ateş olmaz.
Toprak olmazsa su görünmez.
Hava bizim mekanda.
Madde vardır...
“Telâkki ve Fikrimize göre” havanın bir ağırlığı vardır.
O halde basit olarak “görünmez bir maddedir” diyebiliriz.
Soğuduğu zaman BUHARı YAĞMURa veya KARa çevriliyor.
Tonlarca ağırlık ortaya çıkarılıyor.
Ve bunlar mekanda görünür bir madde oluyorlar.
O halde netice olarak düşünebiliriz;
Hava suyu husule getirdi.
O zaman suyun mevcudîyyeti için bir mekan lâzım.
O da toprak..
Toprak olduğu zaman su göründü.
Toprağın teşekkülü için “Kant-Laplace” Nazariyesine göre evvelce ateş vardı.
Soğudu ve toprak teşekkül etti.
Ateşin mevcudiyeti için hava muhakkak lâzımdı.
O halde ilk evvel hava vardı.
İsmini söylemiyeceğim, bir zâttan bir mektup aldım.
Çok soru soruyor...
Sorularını burada yazmıyorum.
Kendileri biliyor sorularını...
Yaşlı olgun bir zâta benziyor.
Kendisini görmedim.
Bazı kitaplarımızı okumuş, okuyormuş...
Bize mektubunda.: "Efendi Hazretleri" diye hitab ediyor.
Kendi kendimize hicâb duyduk.
“Efendi” Kelimesi nereden gelmiştir.
Söyliyemem. Şaşırırsınız.
Siz arayın.
Hakiki ve Mânevî bir hadiseden sonra bu kelime kabul edilmiştir.
İnsanın mânevî Âdemîyyet Hamulesini taşıdığı için o tarafına verilen isimdir.
Efendi demekte o şahsın Âdemîyyetine hürmet gizlidir. Görünmiyen mânevî tarafına...
“Bey” ise cemiyetteki mertebe ve makama İnsanîyyet tarafına tâzimdir.
Cesede ait kısmına.
Bulunduğu duruma verilen bir lâkabdır.
"Efendi" diye birine hitab olunursa, onun Âdemîyyet tarafına hitab olunmuş olur.
"Efendi Hazretleri" ise o şahsın Mânevî Makamına hürmet ve tâzim için kullanılır...
Bu ta’biri kullanma çok ince bir edebe ve kayda tabidir. Bilmeden söylemek doğru olmaz.
Peygamber Efendimize =>”Peygamber Efendim” denilmez. Niçin?
Bu çok büyük bir meseledir.
Bunu düşünmek gerek...
Efendi Kelimesini beğenmediğimizden mi yoksa kapıcıya “Bey” lâkabını lâyık görmediğimizden mi?...
“Hatun” kelimesi ANAlarımızla beraber kaybolup gitti...
Hazret =>Mânâ i’tibariyle hazır bulunan, HAKk Emirlerine her ÂN amade, huzur, zât mânâsınadır.
Hazret-i Ömer dediğinizde =>“Ömer'in Huzuru, Zâtı” demektir.
Halife Hazretleri denildiği zaman üzerine aldığı mânevî mes'uliyetin verdiği makamda oturmanın lâkabıdır.
O makamda oturan Resûlullah'ın Vekîli olur.
"SULTÂNım" sözü de bambaşkadır.
Bunları bilmeden mırıldanmak kat'iyen doğru değildir.
Mektup yazan Muhterem Zât bize "Efendi Hazretleri" diye hitab ediyor...
Nerede biz. Nerede bu hitab...
İnsan evvelâ hakiki kul olur.
Efendi olur..
Tevfik ve Himmet gelirse o zaman belki bu hitaba lâyık olur.
Biz ise kul olmağa çabalıyoruz...
Bilgi hududum içinde öğrendiğim kadar size tavsiyeye geçiyorum...
Bize bir kıymet vererek, gönderdiğiniz mektuba evvelâ teşekkür eder, aynı ağırlıkla Muhabbet ve Hürmetlerimi ifâde ederim.
Bütün sorularınıza bir bütün halinde cevap veriyorum...
Buyurun.:
İmkânınız varsa =>"Daimâ ÂBDEStli bulunun", bu lâfa çok dikkat edin.
Aman sakın ihmal etmeyin!..
ÂBDEStsiz;
"Konuşmayın, yemeyin, içmeyin!. Az yeyin, az uyuyun!
Çok gülmeyin, fakat gözünüz yaşlı olsun!..
Tek Hayvanın etini yeyin. Karışık hayvan eti karıştırmayın.
Tek Hayvanın sütünü,
Tek Hayvanın yağını,
Tek Hayvanın yoğurduğunu,
Tek Tavuğun yumurtasını...
Tek Tarlanın her türlü mahsulünü, sebzesini.
Tek Tarlanın buğdayından yapılan ekmeği.
Tek Ağacın veya yerin meyvesini.
Tek Hayvanın peynirini yeyin!
Şişe SUyu içmeyin!.."
“Haramlar bellidir. Helâllar da bellidir!” dedik.
Bunlar arasında "olanlar" çok şüphelidir.
Mânevî Hayatında bir ilerleme yoksa =>“Boşuna kürek çekiyorsunuz!.” demektir.
(Bu arada "Onlardan" haberiniz olmadan o akıntıya kürek çekmiş olursunuz...)
Kendinizi kurtarmak için o zaman uğraşın!..
Birini bulun...
Buldunuz amma...
Şüpheden kurtulamıyorsunuz.
Sözüme burada gücenmeyin!
Çünkü bu soruları sormazdınız.
Demek ki, nâsib değilmiş...
O zaman, mütemadiyen tövbe edin! Ağlayın!
Az yiyin, az uyuyun, namazınızı bırakmayın, ÂBDEStli bulunun!.
Dışarıda yalnız iken nasılsanız evinizde de öyle olun!
Başka başka, çeşit çeşit hâletlerde görünmeyin!..
Her ne pahasına olursa olsun...
Bu haller münâfıklık halleridir.
Münâfıklık şüpheden doğar, insan bilmeden münâfık olur gider...
Söylediklerim tamam olmadan...
Hâlvete yanaşmak yok!..
Yanaşırsın amma...
Bir günlük hâlvete değil.
Bir saatlik hâlvete tahammül edemezsiniz.
Ve çıktığın zaman doğru tımarhaneye gidersin...
Hakiki hâlvete girersen...
Oradan insan =>Ya Velî, ya Meczûb, ya Mecnûn, ya Deli veyahutta Ölü çıkar...
Cemîyyetteki hakiki hâlvete sokacak büyükler bugün gizlidirler.
Onları ancak kalb perdesi açık olanlar güçlükle sezerler.
Onları Hızır’dan öğrenmek ancak mümkündür.
Böylelerinin ne zaman sohbetlerine girmiş veya sevgilerini kazanmış iseniz o zaman onlar kaç yaşında iseler bu dünyadan göçtükten sonra bağlılığını kaybetmemiş isen, o yaşta sana hemen himmetleri ulaşır...
Halifesi olursun...
Yaşın hemen gelmiş ise, hemen olursun.
Bunu da unutma!..
Bu değişmiyen mânevî bir kanun gibidir.
Resul-ü Ekrem mânevî mirâsını bu şekilde bırakmıştır...
Bu lâkırdıları dünyadaki kulaklar artık kimseden işitmiyecektir. Çünkü işitecek kulak artık kalmadı...
Şükredin halinize...
Elhamdülillah...
ALLAH'a sığının!..
SELÂM OLsun BİZden sİZe...[/color]
Muvacehe.: Karşı, ön. * Yüzyüze gelme. Yüzleşmek. * Huzurunda olmak.
Nev’î.: Nev'e ait, çeşit ile alâkalı. Çeşitli.
Tevfik.: Uygun düşürme. * Uydurma. Muvafık kılma. * Cenâb-ı HAKkın kuluna yardım etmesi.
Himmet.: Kalbin bütün kuvveti ile Cenâb-ı HAKk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * ALLAH İndinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânev’î yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.
Hâlvet.: Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik.
Tahavvül.: (Hâl. den) Birinden diğerine geçmek. Tebdil olunmak, değişmek. Dönmek. Bir hâlden başka bir hâle geçmek.
Tahvil.: Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. * Döndürmek. * Faizli borç senedi.
Tahvilen.: Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. * Döndürmek. * Faizli borç senedi.
Tahayyül.: (c.: Tahayyülât) Hayale getirmek. Hayalde canlandırmak. Fikir kurmak..
SÜNNETULLAH.: İlâhî Kanunlar. * Kanun, âdet. (Bak: Âdetullah)
Mülhim.: Kalbe feyiz veren, ilham eden
ALLAH celle celâlihu (Hadis, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattir. M.)
Telâkki.: Karşılamak. Almak. Kabul etmek. * Şahsi anlayış ve görüş.
Lâlettayin.: Özensiz bir biçimde, gelişigüzel, herhangi, sirâdan.
Nâs.: f. İnsanlar..
İzhâr.: Açığa vurma. Meydana çıkarma. * Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek..
Cezbe.: Tas.: Meczubîyyet, istiğrak. ALLAH celle celâlihu'ı hatırlayıp ALLAH celle celâlihu sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme..
Hamule.: f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü..
Mülhim.: Kalbe feyiz veren, ilham eden ALLAH celle celâlihu..
Müştak.: (şevk. den) Arzu ve iştiyak gösteren, fazla istekli..
Sinonim.: Eş anlamlı..
Homonim.: Eş sesli..
Penhani Peyda Nevvari Mülim
Etmekte Durmadan Bütün Mevâlim
Zikr-i Hallâki Dâim
ALLAHu Ekber! ALLAHu Ekber!.:
Görünen görünmeyen nurlarıyla,
Bütün âlemeler HaLLâk celle celâlihu’yu zikirleri devamlı,
ALLAHu Ekber!. ALLAHu Ekber!.
الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ
ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنقَلِبْ إِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِأً وَهُوَ حَسِيرٌ
“Ellezî halaka seb'a semâvâtin tibâkâ (tibâkan), mâ terâ fî halkı’r- rahmâni min tefâvut (tefâvutin), ferciı’l- basara hel terâ min futûr (futûrin). Summerciı’l- basara kerreteyni yenkalib lieyke’l- basaru hâsien ve huve haşir (hasîrun).: Gökleri yedi tabaka (7 kat) olarak yaratan O'dur. RAHMÂN'ın yaratmasında bir uyumsuzluk göremezsin. Haydi bakışını çevir (tekrar bak), bir yarık (çatlak) görüyor musun?. Sonra iki defa (iki kere, defalarca) daha bakışını çevir (bak). Bakışın âciz ve yorgun olarak sana (geri) döner.” (Mülk 67/3-4)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kumtum ile’s- salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ile2l- merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâ’l- ka’beyn (ka’beyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum mine’l- gâitı ev lâmestumu’n- nisâe fe lem tecidû mâen fe TEYEMMÜMemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minh (minhu) mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirekum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Namaza kalktığınız zaman yüzlerinize ve dirseklerinize kadar ellerinizi YIKAyın ve başlarınıza meshedin ve ayaklarınızı da topuklarınıza kadar yıkayın. Eğer cünüb iseniz o takdirde iyice yıkanıp temizlenin (boy abdesti alın). Eğer hasta veya yolcu iseniz veya biriniz tuvâletten gelmişse veya kadınlara dokunmuş (temas etmiş) ise, eğer su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa TEYEMMÜM edin. Ve de ondan yüzlerinize ve ellerinize mesh edin, (sürün). ALLAH size güçlük çıkarmak istemez, sizi temizlemek ve sizin üzerinizdeki ni’metini tamamlamak ister. Umulur ki böylece siz şükredersiniz.” (Mâide 5/6)
الْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَاعِلِ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا أُولِي أَجْنِحَةٍ مَّثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Elhamdu lillâhi fâtırı’s- semâvâti ve’l- ardı câili’l- melâiketi rusulen ulî ecnihatin mesnâ ve sulâse ve rubâa, yezîdu fî’l- halkı mâ yeşâu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Hamd; gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlara sâhib melekleri, resûller (elçiler) kılan ALLAH'a aittir. Yaratmada dilediğini arttırır. Muhakkak ki ALLAH, herşeye KÂDİRdir.” (Fâtır 35/1)
اسْتِكْبَارًا فِي الْأَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِ وَلَا يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا بِأَهْلِهِ فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ الْأَوَّلِينَ فَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا وَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا
“İstikbâren fî’l- ardı ve mekre’s- seyyii, ve lâ yahîku’l- mekru’s- seyyiu illâ bi ehlih (ehlihî), fe hel yenzurûne illâ sunnete’l- evvelîn (evvelîne), fe len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ (tebdîlen), ve len tecide li sunnetillâhi tahvîlâ (tahvîlen).: Yeryüzünde kibirlendiler ve kötü hile düzenlediler . Oysa kötü hileler, sâhibinden başkasına isâbet etmez (ulaşmaz). Öyleyse onlar, Evvelkilerin Sünnetinden başkasını mı gözlüyorlar (bekliyorlar)? Halbuki ALLAH'ın SÜNNETİnde asla bir tebdil (değişiklik) bulamazsın. Ve ALLAH'ın SÜNNETİnde asla bir tahvil (değişme) bulamazsın.” (Fatır 35/43)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ORUÇ bir kalkandır. ORUÇlu kimse kötü söz söylemesin ve câhillik yapmasın (yânî Câhiliyet Fiillerinden birşey yapmasın). Eğer herhangibir kimse kendisiyle döğüşmeye yâhud söğüşmeye girişirse, ona iki defa.: “Ben ORUÇluyum!” desin. Nefsim Elinde olan ALLAH'a yemin ederim ki, ORUÇlu ağızın kokusu, ALLAHu zü’L-CeLÂL Katı’nda misk kokusundan daha temizdir. ALLAHu zü’L-CeLÂL.: “ORUÇlu kimse BENİM için yemesini, içmesini, cinsî arzusunu terk eder. ORUÇ, doğrudan doğruya BANA edilen (riyâ karışmayan) bir ibâdettir. Onun ecrini de doğrudan doğruya BEN veririm. Hâlbuki diğer güzel amellerin hepsi on misli ile ödenir!" buyurdu.” buyurdu.
(Ebû Hureyre radiyallahu anhu’dan; Buharî, Kitabü’s-- Savm)
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anhın rivâyetine göre, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Âdemoğlunun işlemiş olduğu her iyilik ve ibâdet, sevâb bakımından on katından yedi yüz katına, ALLAH’ın dilediği sayıya kadar artar.
ALLAH buyuruyor ki.: “Ancak ORUÇlu böyle değildir. Çünkü ORUÇ sırf BENİM Rızam için tutulmuştur, BANA aittir. O zevkleri ve yemesini BENİM için bırakır.”
ORUÇlu için iki sevinç vardır.: Birinci SEVinci İftar Vaktindeki SEVincidir. Diğeri de, RABBine kavuşup mükâfatını aldığı zamanki SEVincidir.
ALLAH’a yemin ederim ki, ORUÇ tutanın ağzının kokusu, ALLAH Katında misk kokusundan daha hoştur!." buyurdu.
(İbni Mâce, Sıyam: 1)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.: “Ya Resûlallah!. Bana hayırlı bir amel tavsiye eder misiniz?” dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ORUÇ tut, çünkü oruca denk bir ibâdet yoktur" buyurdu.
Tekrar sordum.: "Bana güzel bir iş yapmamı tavsiye eder misiniz?"
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ORUÇ tutmaya bak. Çünkü ALLAH Yanında onun kadar sevâblı bir ibâdet yoktur" buyurdu.
(Ebu Ümame radiyallahu anhu’dan; Nesâi, Sıyam: 43)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ORUÇ, içinin çektiği yiyecek ve içeceklerden kimi alıkoyarsa, Cenâb-ı HAKk ona Cennet meyvelerinden yedirir ve SUlarından içirir." buyurdu.
(İmâm Ali kerremallahu vechehu’den; Kenzü’l-Ummâl, 3:329)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her şeyin bir kapısı vardır. İbadetin kapısı da ORUÇtur.” buyurmuştur.
(Damra ibni Habîb radiyallahu anhu’dan; Kenzü’l-Ummâl, 8:447)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benim ümmetimin misâli, yağmurun misâli gibidir. Evveli mi daha hayırlıdır, sonu mu daha hayırlıdır, bilinmez!” buyurmuştur.
(Tirmizî, Edeb, 81/2869; Ahmed, III, 130)
كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
“Kuntum hayra ummetin uhricet li’n- nâsi te’murûne bi’l- ma’rûfi ve tenhevne ani’l- munkeri ve tu’minûne billâh (billâhi), ve lev âmene ehlu’l- kitâbi le kâne hayran lehum, minhumu’l- mu’minûne ve ekseruhumu’l- fâsikûn (fâsikûne).: Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslm'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve ALLAHa imân edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden imân edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.” (Âl-i İmrân 3/110)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetim, evveli mi sonu mu daha hayırlıdır kesin bilinmeyen yağmur gibidir.” buyurmuştur.
(Enes b. Mâlik radiyallahu anhu’dan; Ebû Davûd Teyalisî ve Tirmizî; el-âamili Ahkâmîl-Kur'ÂN, IV, 172.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kendisinden sonra CeheNNem olan bir HAYRda, hiçbir HAYR, sonra CeNet olan (gelen) ŞERde hiçbir ŞER yoktur.” buyurmuştur.
(Râgıb el-İsfahânî, el-Mufredât s. 160.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetimin hayırlıları onun ilkinde ve sonundadır. Bu ikisi arası vasattır. Eğri büğrüdür..” buyurmuştur.
(Urve b. Ruveym radiyallahu anhu’dan; İbn Kuteybe, Tevîlü Mutelifil-Hadîs, s. 107.)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
ANKARA - 1987
ÂB-DEST
"ÂBDESt" =>İslâmiyette vardır diğer dinlerde yoktur.
ÂBDESt almak Âyet-i Kerime ile târif ve bildirilmiştir.
(Mâide 5/6)
Farz-ı Ayındır.
Şek şüpheden ârî farzdır.
İbâdetlerde muhakkak lâzımdır.
İnsan’ın =>Hayat-ı Dünyada bulunması bir nev’î ibâdettir.
Dünyaya niçin geldiğini anlayan sözün doğruluğunu derhal anlar.
ÂBDESt nedir?
Niçin emr olunmuştur?
Temizliktir.
Su bulunmazsa TEYEMMÜM yapılır.
O halde temizlik değildir.
İslâmın târif ettiği temizliği olmayan ÂBDESt alamaz.
“İslâmî Temizlik NEdir?”
=>HAKk’ın Emirlerine itaat, yasaklarını yapmamak, vücûda dıştan içten haram sokmamak, yalan söylememek...
O halde ÂBDESt nedir?
Niçin alınır ve niçin emr olunmuştur.
ÂBDESt başlarken besmele çekmeyen kişi için ÂBDESt yoktur.
ÂBDESt =>Evvelâ şâhidli bir niyettir.
Niyet =>ALLAH'a karşı söz vermedir. Bir mukaveledir.
Şâhid =>Görünen maddî bir şâhid. Görünmeyen iki şâhid muvacehesinde ALLAH'a karşı söz vermek =>ÂBDESt almaktır.
HAKk’tan bir nev’î izin için hazırlanmaktır.
Güçleriyle insanda görünen, HAKk’ın Kudretlerini kullanmaya hazırlanmaktır.
Görünen Şâhid =>CESED, SU veya TOPRAk...
Görünmeyen Şâhidler =>Hafaza Melekleridir.
ALLAH ile temas, alış veriş, konuşma, sözleşme =>Ancak ÂBDESt aldıktan sonra mümkündür.
Yoksa edeb dışıdır.
“Kul İşi” değildir.
Ama niçin diğer dinlerde ÂBDESt yoktur.
HAKk bunu niçin emretmiştir, esas SIRR buradadır.
Bu SIRRı bilirsen, sezersen ÂBDEStsiz;
=>Yeme, içme, konuşma, yemek pişirme, çocuğa süt verme!
Bunları tatbik çok zor gelir.
Fakat alışırsan o kadar da kolaydır.
Herkes bunu yapsaydı =>Haram diye bir şey konuşulmazdı.
O zaman İslâmda haram olanın diğer DîNlerde haram olmamasının sebeb ve SIRRını anlarsın...
O zaman yine Resûlullah'ın niçin:
=>"Son Peygamber olduğunu"
=>"Habibullah olduğunu",
=>"Rahmetel li’l- Âlemin olduğunu",
=>"Mi’raca niçin teşrif ettirildiğini",
=>"Namazın niçin mi’racda, arada vasıta olmadan kendisine emrolunduğunu."
Bütün uçsuz bucaksız Kâinâtın onun yüzünden yaratıldığını anlarsın....
ÂBDESti bozan şeyler vardır bilirsiniz.
=>HAKk’a verdiğin SÖZ hükümsüz kaldığı için ÂBDESt bozulur.
Bu ne demektir.
Söz verme şu =>Âyetteki gizli MÂNÂ...
O mânâ nedir?
“Ellerimde,
Yüzümde ne varsa o uzuvlarından,
Düşüncemde ne varsa onlardan,
Ayaklarımdan, SENin sevmeyeceğin şeylerden, işlerden kendimi koruyacağım!
İrâdem haricinde olanlardan SEN beni koru Yâ RABBî!.
SANA secde yapacağım!.
Ruhen mi’rac istiyorum!.” demektir.
ÂBDESti bozan şeyleri düşün.
Hepsi irâde dahilinde olanlardır.
Verdiğin SÖZ =>HAKk ile yapacağın mukavele bozulmuş hükümsüz kalmıştır.
Ondan dolayı =>Tekrar ÂBDESt almak lâzımdır.
“SENin verdiğin ni’meti RIZKı yiyeceğim!
Her şeyi ondan yarattığın SUyu içeceğim!
Ni’metlerini hazırlayıp pişireceğim!
Evlâdıma SÜT vereceğim!.”
Bunların hepsi =>ÂBDEStli olarak yapılır.
Konuşma = KeLâm..
“SENin yerine “KuL” olarak konuşuyorum!.”
=>Yine ÂBDEStli olmak lâzımdır.
“Amma böyle olmazsa ne olur?. Günâh mıdır?.” =>Hayır...
Böyle olmak başka türlü “KuL” OLmak demektir...
Resûl-ü Ekrem'e;
=>Her zaman ÂBDEStli bulunması emr olunmuştur.
=>ÂBDEStsiz konuşmazlar, ağızlarına birşey almazlardı.
Şimdi hemen diyeceksiniz ki :
“O =>Peygamberdi!.”
Evet... Ama bizde O’nun ÜMMetiyiz...
Değil mi?..
O halde... Sen düşün ne demek istediğimizi!..
Resûl-ü Ekrem'in YoLunda yürümek evvelâ ceseden sonra ruhendir.
Ceseden ÂBDESt, namaz, ORUÇ.
Ruhende de sen düşün onu!
Bunu söylemek bana düşmez.
Sana hakaret olur, günâha giremem!.
Resûl-ü Ekrem her sahabe ile konuşurdu.
O’na ma’lum olurdu.
Namaz ÂBDESti olmayan sahabenin elini tutmazdı.
Büyük insanlar bilirim ki,
ÂBDESti olmayana ellerini vermezlerdi...
Bir gün Rahmetullâhî Aleyh Hocama namaz ÂBDEStsiz gittim. Yanına yanaşacağım zaman.
“Sakın konuşma! Git, ÂBDESt al gel! Beni deniyor musun?” diye yüksek sesle bağırdı.
Onlar herşeyi bilirler.
Fakat yüze vurmazlar...
HAKk’ın.: “Mükâfatını bizzât KENDİM vereceğim!” dediği ORUÇ var ya =>ÂBDEStli olmalıdır.
Diğer ibâdetlerin mükâfatını başkası mı veriyor?
O mükâfat nedir?
Cesedi midir?
Ruhî midir?
Onu bir bilsen bütün günlerinin ORUÇlu olmasını istersin.
Amma o da bir bakimâ doğru olmaz.
ORUÇta ALLAH'ın Kuluna vereceği en büyük mükâfat gizlidir.
Fakat ORUÇ yalnız yememek, içmemek, cinsî temas yapmamak değildir...
ÂBDEStli olmak lâzımdır..
Yalan, haram, hiddet, küfür, kalb kırma, sinirlenme...
Dedikodu. Böyle olan ORUÇ, ORUÇ değildir.
"Aç durmak"tır, bunun mükâfatı yoktur.
HAKk’ın Emrini güya yerine getiriyoruz.
ALLAH hatalarımızı bağışlasın.
Mağfiret buyursun...
(Mide Sûresi) ÂBDESt Âyeti (5/6) =>Medine'de emr olunmuştur. Ondan sonra namaz beş vakit olarak tesbit edilmiştir.
Ezan hicretin birinci senesi meşru olmuştur.
Resûl-ü Ekrem, ÂBDESt âyeti gelmeden evvel Mekke'de sabah ve akşam namaz kılarlardı.
Ellerini ve ağzını yıkarlardı.
Ve.: “Bu ÂBDESt benden evvelki Peygamberlerin ÂBDEStidir.” Buyurmuşlardır.
ÂBDESt kelimesi Farsçadır.:
Âb =>Su
Dest =>El
Sulu el.
“El ile su al!” mânâsınadır...
ÂBDESt bir de dilimizde def-i hacet mânâsına kullanılır.
Doğru olmamakla beraber :
"ÂBDEStim" var. Yâni.: “Helâya gideceğim!.”
Veyahut.: “ÂBDESt bozacağım !.” demekle de habersiz şunu söylüyoruz.:
“Ben daimâ ÂBDEStliyim ÂBDESti bozacağım, tekrar ÂBDESt alacağım!.” mânâsını taşimâktadır ki,
Bu =>İnsanın daimâ ÂBDEStli olmasını, sessiz sözsüz haykırmaktadır.
Tekrar edelim.:
"Helâya gideceğim!. =>Suya ihtiyacım var!” demektir.
Bu SÖZ aynı zamanda =>Habersiz ÂBDEStin lüzumlu FARZ olduğunu ilân eder.
Arapçada "Vudû’u" kelimesi ÂBDESt almanın mukabilidir.
Vudû’u =>Vücûddaki azaları yerli yerine hazırlamak, koymak demektir.
ÂBDESt Âyeti Medine'de nâzil olmuştur.
“Maide Sûresi 5/6” Âyet-i Kerimede "Gasele" yıkamak lâfzı kullanılmıştır.
1-) Yüzünüzü yıkayınız.
2-) Ellerinizi dirseklere kadar yıkayınız.
3-) Başınızı da meshedin.
4-) Ve ayaklarınızı da aşık kemiklerine kadar yıkayınız.
Bu dört şeyin yıkanması ve meshedilmesi "Vuzû’u" dur.
Bu =>uzuvları yerli yerine "va’z" etmek koymak, hazırlamak demektir.
ÂBDEStsiz kimse “Nâs”dır.
Lâalettayin bir insandır.
ÂBDEStli insan “Mü’min”dir.
Yâni her “ÂN” huzura çıkmaya hazırdır.
ÂBDEStsiz =>“Mü’min değildir!” demek değildir.
Dikkat et!
Burası öyle kolay anlaşılır lâkırdı değildir..
Kendinde gizli olan imânını izhar için ÂBDESt alması, yâni Âdemîyyetini izhar ve kendi kendine fiili olarak tasdik içindir.
Melekler =>"Âdemîyyet"e secde ettiler. =>Cesede değil!..
SU ve TOPRAKtan yaratılan CESEDini göstermesi lâzımdır.
"Âyet" vücûdda yaktığım bir şu’le olan RûHa =>"FAGSÎLU" emirdir.
O zaman ÂBDESt alacağın zaman sesli olarak,
Suya daha dokunmadan: Euzüblllahîmineşşeytanîrracim" diyerek insaniyetten ayrılıp, yâni “Nâs”lıktan ayrılıp, "Âdemîyyet" tarafına fiili olarak cesed sokulur..
Eller yıkanır.
Ağıza su verilir.
Sonra tekrar ellere başlarken.: “Bismillah!.” söylenir.
Yâni suya temas ettiğin zaman...
ÂBDESt hakk’ında diğer bildiğin hususlar "İlmihal" Kitaplarında var onları muhakkak bilmen lâzımdır.
Şimdi burada çok dikkatli dinle, birşey anlatacağım bilgi için.:
Fizikte ve kimyada bir madde başka bir hale tehavvül ederken hacmi büyür.
Bir damla su, buhar olurken "Avkadro Anper" kanununa göre, 24 hacim buhar olur.
Meselâ: Bir kilo su, buhar olduğu zaman koskoca görünür, bir bulut olduğunu farzedelim.
Bu bulutun ağırlığı yüz gramdır eğer bulutu tartabilirsek...
Bin gram su buhar olup, bulut olduğu zaman yüz gram olmuştur.
Bu yüz gram bulut yağmura tahavvül ederse onbin gram su olur.
Eğer yüz gram bulut kar olursa beşbin gram kar olur.
Bu kar yâni beşbin gram kar, su olursa onbeşbin gram su olur.
Fizik, kimya bilmezsen bu hadise karşısında bocalar kafan durur.
Bu ne demektir bilir misin?
Tahavvül ve tahvildeki HAKk’ın Güçlerinin görünüşüdür.
Tahavvül "Tahvil" başka şekile girmek, fakat aslını kaybetmemektir.
Tahavvül devamlıdır.
Tahvil = Muraddır.
Yağmura onun için "Rahmet" ismi verilmiştir.
Bir damla su bir kaya kovuğuna girse, buhar olsa kayayı çatlatır.
Bir gemiyi yürütür...
Bir damla su buhar yâni hava olarak otomobil lastiği içine girerse tonlarca yükü taşıyacak kuvvet ve kudret ortaya çıkar...
Daha anlatmıyorum...
Bu heybet ve değişmeyen ALLAH Kanunu'nun karşısında...
Sen düşün!..
ÂBDESt aldıktan sonra mümkünse havlu ile ıslak yerlerini kurulama!..
Bırak vücûdun o suyu emsin, vücûdun sıcaklığı onu tekrar buhar yaparken semâya yükselsin, sonra rahmet olmak için buhar, bulut olsun...
Yağmur DUÂsı nedir bilir misiniz?..
Yağmur DUÂsındaki ÂBDESt alma da bambaşka bir ÂBDESttir.
Artık birâz da siz anlayın...
Suyu ve havayı kirletmek İslâmda haramdır.
ALLAH'ın suya ve havaya verdiği güçlere hakarettir.
Burada birşeyi hatırlatıp bitireceğiz.
Su içine büyük ve küçük ÂBDESt bozmayınız.
Kedi ne yapıyor dikkat ediniz...
Kedi yürürken bile ıslak yere basmaz.
Ateş üzerine idrar yapmayınız...
Bunların sebepleri vardır.
“Bu işleri yapmak günâh mıdır?” diye sorarsanız...
Kaba olarak hayır...
Fakat “Günâh” nedir onu hakkı ile bilmek lâzımdır.
Bizim bildiğimiz, öğrendiğimiz günâhı bile bilmiyoruz.
Ecir, sevâb der dururuz, bunu bile bilmeyiz.
Söyler dururuz...
Onun için öğrendiğinizi yapınız...
Fakat daimâ ÂBDEStli olmayı katiyen ihmal etmeyiniz...
Bize de DUÂ ediniz!..
"Ümmetim yağmur gibidir, evveli mi, sonu mu hayırdır bilinmez." Hadis.
Enes'den (radiyallahu anhu) rivâyetle.: “Ümmetimin durumu yağmurun durumu gibidir. Başı mı daha hayırlı, sonu mu daha hayırlı olduğu bilinmez.”
(Taberânî’nin Kebirinden.)
Sözünü söyliyen MÜBAREK DUDAKLARDAN yarın âhirette.: "Yâ İlâhî!. Bu kimse benim ÜMMetimdendir!." kelâmını işitmek cümleye nâsib eyleye...
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Îza Gadabe ahadüküm felyetevezza bi’l-mâi fe-inne Gadabe min Nâr.: Sizden biri öfkelendiği zaman hemen su bulsun. Ve o su ile ÂBDESt alsın ki, Yüreğindeki öfke ateşini söndürür.” (Hadis)
Atîyye el-Ûft radiyallahu anhu rivâyet ediyor.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Öfke şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş ancak suyla söndürülür. Öyle ise biriniz öfkelendiği zaman ÂBDESt alsın.”
(İ.Ahmed, Müsned, 4:226.)
ÂBDEStin Hülâsası :
Büyük ALLAH Dostlarından bir zât, talebeleriyle birlikte gidiyorlarmış, bir aralık Şeyh diyelim ayrılmış.
ÂBDESt bozmuş.
Ve hemen elli metre ilerde büyük bir dere aktığı halde hemen toprakla TEYEMMÜMüm yapmış.
Talebeleri.: "Efendim su şurada niçin TEYEMMÜMüm yaptınız"
"Evet, doğru, suya varıncaya kadar ya ölürsem. Hiç olmazsa cesedimi kurtarırım!" buyurmuşlardır.
Bu ÂBDEStli olmanın ne kadar ehemmiyetli olduğunu aktaran bir hadisedir.
Efendim, biz bunları hiçbir kitabta görmedik, kimse de söylemedi diye itirâz edip mütaala yürütme!
İster yap, ister yapma!..
Yapmamanın günâhı yoktur.
Yapmanın da sevabı yoktur.
Bundan daimâ HAKkla birlikte olmak vardır.
Her şeyde sevâb ve günâh arama.
İnsânîyyetine hakaret etmiş olursun.
Bunların hepsi yazılmış ve izâh edilmiştir;
Sen kitap okumuyorsun.
Bu kitapların çoğu bugün rutubetli kütüphânelerde kendi kendilerini yok etmek için güvelerle arkadaş olmuştur.
Söylenecek söz yok.
Ara bul!. Oku!.
Bunu da yapamıyorsan yahut yapamazsan.
O halde sözlerimize de i’timâd et!..
Bu ticâret değildir.
Para istemiyoruz.
Burada yeri yoktur.
Neyi ve neye isbat arıyorsun...
Kur'ÂN-ı Kerîm'de “Fâtır Sûresi” vardır.
“fâtırı’s- semâvâti ve’l- ardı”
Fatır = Yaratan, halk eden mânâsınadır.
Sûrede “Tebdilen, Tahvilen” lafızları vardır.
Âyet-i kerimede .: “Sen ALLAH'ın Kanununda bir değişiklik, sen ALLAHın Hükmünde bir düzensizlik göremezsin!.”
Kâinâtta bir ahenk vardır.
Bu değişmez.
Başka kılığa girmez.
Bozulmaz.
Bozulma diye bir şey yoktur.
Bu ahenkten ayrılmadır.
Bu ahenk ALLAH'ın Tekvin Kanunudur.
Bu kanun ALLAH'ın hududsuz güç ve kuvvetlerinin görünüşüdür. Bu ahenk de HAKk’ın bir nebze görünüşüdür.
Bütün bu ahenk =>fizik, kimya, mıknatısı, elektiriği, meteorolojik görünür, görünmez idrak edilir, edilmez bir düzendir.
Ahenktir. Armonidir...
ALLAH Lügatında bu ahengin ismi “SÜNNETULLAH” dır.
"SÜNNETULLAH" ne tebdil edilir, ne de tahvil edilir ve ne de değiştirilebilir...
Burada kelimelerin lügat mânâlarını söyliyelim:
TEBDİL: Değiştirmek. Değiştirilmek. Başkası tarafından...
Bu kelimenin mânâsı bilgi ile anlaşılır...
Basit olarak misâl verelim.
Tebdili hava.
Tebdili mekân,
Tebdilde: Size göre öyle görünürse de SÜNNETULLAH yine değişmez.
Mânâları vardır.
SÜNNETULLAHı Cenâb-ı HAKk da değiştirmez.
Nizam kurulmuştur.
“Yâ Habibım kaldır başını bak. yorulur önüne düşer. tekrar kaldır bak. bir yerde kusur bulamazsın. çünkü ALLAH ne varsa hepsini kusursuz halketmıştîr.” Tebâreke Sûresi...
BEDEL.: Mukabil kıymeti. Aynı. Başka şekilde görünüşte ona denk demektir.
TEBEDDÜL.: Değişmek. Başka hale "kendiliğinden" gelmek...
TEBADÜL.: Birbirinin yerine geçmek. Birbirine bedel olmak.
TEBDİLEN.: Âyet-i kerimede. Değiştirmek sûretiyle tanınmıyacak tarzda olma. Başka şekilde görünme.
TAHVİL.: Başka şekle girmek, fakat, aslını kaybetmemek mânâsına gelir ki, aslı “Havil”=>“Lâ havle velâ kuvvete”deki havildir. Bu davranış mânâsındadır.
Bir damla su sıcağa ma'ruz kalırsa buhar olur.
Bulut olur.
Bu “Havıl”dan müştak tahavvüldür.
Bu iş bir tahvildir.
Tehavvül ve Tahvil budur.
Başka şekle girmek fakat aslını kaybetmemek.
Tahavvül devamlıdır.
Tahvil muraddır.
“Bu da =>Bölünmez bunu da göremezsiniz.” Âyet...
Tahvilin aslını anlamak güçtür.
Kur'ÂN'daki mânâ =>“SÜNNETULLAH” değişmez.
ALLAH'ın =>“KûN!. Ol!.” Emri ile yaratılan değişmez demektir.
Sizin gördüğünüz başka şekilde görünüştür.
Devlet Tahvilleri meselâ:
Bunu câhil bir adama sorarsan bu paradır desen inanmaz. Para burada başka türlü olmuştur.
“Damlanın buhar, bulut oluşu” gibi.
Fakat o câhil adam bunu göremez..
Tebdil ve Tahvil Kelimeleri sinonim kelimeler değildir. Homonim kelimelerdir.
Nas dediğimiz zaman insan akla gelir.
Fakat bu dişi ve erkek demektir.
Fakat dişi başkadır.
Erkek başkadır.
Dişi erkek olmaz, erkek de dişi olmaz.
Âyeti kerimedeki tahvilen başka türlü olmaz.
Değişmek. Değiştirmek...
Âyetteki:
"Tebdilen, Tahvilen"
ALLAH'ın kanununda bir değişiklik ve hikmette bir düzensizlik göremezsin, demektir.
Bunların daha derin mânâlarını hâlvette öğrenmek gerekir...
Zirâ Islâmda =>Tebdil ve Tahvil ile uğraşmak yasaktır.
Hatta haramdır.
Zirâ yukarıdaki âyete şüphe ile inanmak bu düşüncede gizlidir.
Heykel yapmak, bir nev’î tebdil ve tahvildir.
Nebatata aşı yapmak. Haramdır. Aynıdır.
Sun'i ilkah haramdır. Aynıdır.
Bu husus incelerin incesidir. Dikkat buyrula.
Herkese değil... O halde kime!
Ahenge kendisini tamamiyle verene...
Çünkü “Tebdil ve Tahvil” "KûN" Emriyle =>feye KûN Emri arasındaki olaylar değişmezler.
Bu iş kul işi değildir. HAKk’ın İşidir.
Peygamberlerin mu’cizeleri:
Bu “Tebdil ve Tahvil” arasında ceryan eder.
Bu iş bize fevkalâde gelir...
"O2" Oksijen gazı ile "H2" hidrojen gazı görünmez.
Bir elektrik şeraresiyle birleştikleri zaman =>H2O su olur görünür.
Su da tekrar aynı usul ile GAZa ayrılır...
İşte bu hadise, “Tebdil ve Tahvil”in en güzel târifini ifâde eder.
Mu’cizeler de bu tarzda "İzni İlâhî" ile vuku' bulur.
“Her meydana çıkıp zuhur eden =>O zuhur eden şeyin içinde kalandır.”
Asıl değişmez...
Bir tohum içinde bir orman gizli.
Bu tohumu ekersen, tohum kaybolmaz.
Öyle görünürse de o tanınmıyacak bir hale gelmiştir.
Tebdil olmuştur.
Kim tohum?..
Orman ortaya çıktı mı,
“O zaman tohum ormana tahvil olmuştur.” deriz.
Bu görünür, görünmez hadisede HAKk’ın Kudretlerinin başka şekilde görünüşü de “Elektrik Enerjisi”;
Bir yerde aydınlık yapar.
Diğer yerde bir makineyi harekete geçirir.
Başka bir yerde bin türlü şekilde görünür.
Fakat elektrik değişmez.
Kuvveti başka şekillere Tebdil ve tahayyül etmiştir...
Kur'ÂN-ı Kerîm'deki lâfızlar üzerinde uğraşmak doğru değildir.
Emirleri aynen kabul etmek gerekir.
Bir şeyin tetkiki içinde daimâ aslını öğrenmek düşüncesi hâkimdir.
Fakat bu HAKk’ın Emirleri ve âyet lâfızları üzerinde olmamalıdır.
Bu husus "Mülhimun" tarafından fehmolunur, anlaşılır...
Ondan dolayı bu hususlar üzerinde uğraşmamanızı utanarak size tavsiye etmeği bildirirken ne sizin ve ne de benim bu hususla bir gücenme vesilesi olmamasını dilerim...
Bu bir makam veyahut kibir, büyüklük meselesi değildir.
Belki sizin ayarınıza kadar bile ulaşamamış bir kulum.
HAKk Katında ben bir hiçim...
HAKk’ın benim yanımdaki kıymetini çoğaltmağa çabalıyorum.
Gölgesi görünmeyen “HAKk’ın Gölge”sini takip ediyorum.
Saman çöpünde perdelenen zikri işitmezsem de bile o zikri sezmeğe çalışıyorum.
Her türlü ince bid'atten, ince şirkten, ince haramdan kurtulmak lâzımdır.
Perdeler vardır ->İnsanın gözünde.
Perdeler vardı ->İnsanın kulağında.
Perdeler vardır ->İnsanın akıl ve düşüncesinde.
Merak etmeyin bu perdelerin arkasındakini, çünkü o perdelerin arkasından geldik.
Arz üzerine seyretmek için kendi kendimizi.
Bir gün vakit gelince delip perdeyi arkasındakini görmek için döneceğiz geldiğimiz yere...
Sakat topallar vardır ->Rakkâsalerle alay etmeğe kalkarlar.
Kekemeler vardır ->Hatiblerle konuşma yarışına yeltenirler.
Himmet ağalar, Beyler vardır ->Himmet vermeğe uğraşırlar.
Bunların peşine takılan salaklarla dolu cemiyet...
Yalancı Mürşidler vardır.
Velîlerin Makamlarını hor görürler.
Kendi kendilerine mertebe makam, nişan verirler.
İnsan, kendi değerini hakikatini ALLAH'ın Sesi’ne kulak verdiği zaman anlar...
ALLAH'ın Sesi nedir?
Resûl-ü Ekrem'in Ağzıyla bize bildirdiği emirlerdir.
Yerde ALLAH'ın Sesi her ÂN mevcûddur.
O Ses görünür...
Onsuz boş yer yok...
Âdeta o Ses sende devam ediyor...
HAKk’ın Yanında makam ve kıymetinizi aramayınız.
HAKk’ın sizin yanınızdaki kıymetini bulun çoğaltın.
İnsan çok büyük bir mahluktur. Amması vardır.
Bu “amma” nedir?
Onu söyleyemem..
Hepimiz utancımızdan yerlere girmek için birbirimizden kaçarız.
Burada bir şey söyleyeceğiz.
Çok kısa, bunun izâhı ciltlerle kitab olur.
Bütün Peygamberler =>ALLAH tarafından KELÂMla gönderilmiştir. =>Cezbe ve Tasarruf ile değil..
Bu lafa dikkat et!
Ne demek isteniyor?..
Bunu anlamadan Peygamber nedir anlaşılmaz.
İşte ciltlerle izâhı yapılacak söz budur..
Gaybî dediğimiz hakikatler, sonsuz denecek mesafeler kat’ ederek söz haline inkilab eder.
Lafız sûretine giren fâillerin hakikatleri o zaman kulaklara erişir...
Buradaki sonsuzu, uzaklığı anlatmak veya anlamak mümkün değildir...
Yalnız beşerî olarak akla sokmak için bir benzetme yapalım:
Ziyâ saniyede 300.000 km. sür’atte seyreder.
Güneşten bize bu sür’atte gelen ziyâ 500 ışık yılında gelir diyorlar.
Bunu dimâğ düşünemiyor.
Aynı zamanda bize o kadar yakın ki, onu da görüp analayamıyoruz.
Burada sür’at , mesafe, uzakık, yakınlık diye bir şey yok.
Bunlar bize göredir.
Penhani Peyda Nevvari Mülim
Etmekte Durmadan Bütün Mevâlim
Zikr-ı Hallaki Dâim
Allahu Ekber!. Allahu Ekber!.
O halde artık sözümüz yok.
Secdeye kapan!..
Bizden selâm olsun size!..
Hülâsa ederek “Tebdilen ve Tahvilen” lafızları şu küçük sözlerimizde gizlidir.
Bunu üzerinde fennî, ilmî düşünmek gerektir.
Hava olmazsa su olmaz.
Su olmazsa hava olmaz.
Hava olmazsa ateş olmaz.
Toprak olmazsa su görünmez.
Hava bizim mekanda.
Madde vardır...
“Telâkki ve Fikrimize göre” havanın bir ağırlığı vardır.
O halde basit olarak “görünmez bir maddedir” diyebiliriz.
Soğuduğu zaman BUHARı YAĞMURa veya KARa çevriliyor.
Tonlarca ağırlık ortaya çıkarılıyor.
Ve bunlar mekanda görünür bir madde oluyorlar.
O halde netice olarak düşünebiliriz;
Hava suyu husule getirdi.
O zaman suyun mevcudîyyeti için bir mekan lâzım.
O da toprak..
Toprak olduğu zaman su göründü.
Toprağın teşekkülü için “Kant-Laplace” Nazariyesine göre evvelce ateş vardı.
Soğudu ve toprak teşekkül etti.
Ateşin mevcudiyeti için hava muhakkak lâzımdı.
O halde ilk evvel hava vardı.
İsmini söylemiyeceğim, bir zâttan bir mektup aldım.
Çok soru soruyor...
Sorularını burada yazmıyorum.
Kendileri biliyor sorularını...
Yaşlı olgun bir zâta benziyor.
Kendisini görmedim.
Bazı kitaplarımızı okumuş, okuyormuş...
Bize mektubunda.: "Efendi Hazretleri" diye hitab ediyor.
Kendi kendimize hicâb duyduk.
“Efendi” Kelimesi nereden gelmiştir.
Söyliyemem. Şaşırırsınız.
Siz arayın.
Hakiki ve Mânevî bir hadiseden sonra bu kelime kabul edilmiştir.
İnsanın mânevî Âdemîyyet Hamulesini taşıdığı için o tarafına verilen isimdir.
Efendi demekte o şahsın Âdemîyyetine hürmet gizlidir. Görünmiyen mânevî tarafına...
“Bey” ise cemiyetteki mertebe ve makama İnsanîyyet tarafına tâzimdir.
Cesede ait kısmına.
Bulunduğu duruma verilen bir lâkabdır.
"Efendi" diye birine hitab olunursa, onun Âdemîyyet tarafına hitab olunmuş olur.
"Efendi Hazretleri" ise o şahsın Mânevî Makamına hürmet ve tâzim için kullanılır...
Bu ta’biri kullanma çok ince bir edebe ve kayda tabidir. Bilmeden söylemek doğru olmaz.
Peygamber Efendimize =>”Peygamber Efendim” denilmez. Niçin?
Bu çok büyük bir meseledir.
Bunu düşünmek gerek...
Efendi Kelimesini beğenmediğimizden mi yoksa kapıcıya “Bey” lâkabını lâyık görmediğimizden mi?...
“Hatun” kelimesi ANAlarımızla beraber kaybolup gitti...
Hazret =>Mânâ i’tibariyle hazır bulunan, HAKk Emirlerine her ÂN amade, huzur, zât mânâsınadır.
Hazret-i Ömer dediğinizde =>“Ömer'in Huzuru, Zâtı” demektir.
Halife Hazretleri denildiği zaman üzerine aldığı mânevî mes'uliyetin verdiği makamda oturmanın lâkabıdır.
O makamda oturan Resûlullah'ın Vekîli olur.
"SULTÂNım" sözü de bambaşkadır.
Bunları bilmeden mırıldanmak kat'iyen doğru değildir.
Mektup yazan Muhterem Zât bize "Efendi Hazretleri" diye hitab ediyor...
Nerede biz. Nerede bu hitab...
İnsan evvelâ hakiki kul olur.
Efendi olur..
Tevfik ve Himmet gelirse o zaman belki bu hitaba lâyık olur.
Biz ise kul olmağa çabalıyoruz...
Bilgi hududum içinde öğrendiğim kadar size tavsiyeye geçiyorum...
Bize bir kıymet vererek, gönderdiğiniz mektuba evvelâ teşekkür eder, aynı ağırlıkla Muhabbet ve Hürmetlerimi ifâde ederim.
Bütün sorularınıza bir bütün halinde cevap veriyorum...
Buyurun.:
İmkânınız varsa =>"Daimâ ÂBDEStli bulunun", bu lâfa çok dikkat edin.
Aman sakın ihmal etmeyin!..
ÂBDEStsiz;
"Konuşmayın, yemeyin, içmeyin!. Az yeyin, az uyuyun!
Çok gülmeyin, fakat gözünüz yaşlı olsun!..
Tek Hayvanın etini yeyin. Karışık hayvan eti karıştırmayın.
Tek Hayvanın sütünü,
Tek Hayvanın yağını,
Tek Hayvanın yoğurduğunu,
Tek Tavuğun yumurtasını...
Tek Tarlanın her türlü mahsulünü, sebzesini.
Tek Tarlanın buğdayından yapılan ekmeği.
Tek Ağacın veya yerin meyvesini.
Tek Hayvanın peynirini yeyin!
Şişe SUyu içmeyin!.."
“Haramlar bellidir. Helâllar da bellidir!” dedik.
Bunlar arasında "olanlar" çok şüphelidir.
Mânevî Hayatında bir ilerleme yoksa =>“Boşuna kürek çekiyorsunuz!.” demektir.
(Bu arada "Onlardan" haberiniz olmadan o akıntıya kürek çekmiş olursunuz...)
Kendinizi kurtarmak için o zaman uğraşın!..
Birini bulun...
Buldunuz amma...
Şüpheden kurtulamıyorsunuz.
Sözüme burada gücenmeyin!
Çünkü bu soruları sormazdınız.
Demek ki, nâsib değilmiş...
O zaman, mütemadiyen tövbe edin! Ağlayın!
Az yiyin, az uyuyun, namazınızı bırakmayın, ÂBDEStli bulunun!.
Dışarıda yalnız iken nasılsanız evinizde de öyle olun!
Başka başka, çeşit çeşit hâletlerde görünmeyin!..
Her ne pahasına olursa olsun...
Bu haller münâfıklık halleridir.
Münâfıklık şüpheden doğar, insan bilmeden münâfık olur gider...
Söylediklerim tamam olmadan...
Hâlvete yanaşmak yok!..
Yanaşırsın amma...
Bir günlük hâlvete değil.
Bir saatlik hâlvete tahammül edemezsiniz.
Ve çıktığın zaman doğru tımarhaneye gidersin...
Hakiki hâlvete girersen...
Oradan insan =>Ya Velî, ya Meczûb, ya Mecnûn, ya Deli veyahutta Ölü çıkar...
Cemîyyetteki hakiki hâlvete sokacak büyükler bugün gizlidirler.
Onları ancak kalb perdesi açık olanlar güçlükle sezerler.
Onları Hızır’dan öğrenmek ancak mümkündür.
Böylelerinin ne zaman sohbetlerine girmiş veya sevgilerini kazanmış iseniz o zaman onlar kaç yaşında iseler bu dünyadan göçtükten sonra bağlılığını kaybetmemiş isen, o yaşta sana hemen himmetleri ulaşır...
Halifesi olursun...
Yaşın hemen gelmiş ise, hemen olursun.
Bunu da unutma!..
Bu değişmiyen mânevî bir kanun gibidir.
Resul-ü Ekrem mânevî mirâsını bu şekilde bırakmıştır...
Bu lâkırdıları dünyadaki kulaklar artık kimseden işitmiyecektir. Çünkü işitecek kulak artık kalmadı...
Şükredin halinize...
Elhamdülillah...
ALLAH'a sığının!..
SELÂM OLsun BİZden sİZe...[/color]
Muvacehe.: Karşı, ön. * Yüzyüze gelme. Yüzleşmek. * Huzurunda olmak.
Nev’î.: Nev'e ait, çeşit ile alâkalı. Çeşitli.
Tevfik.: Uygun düşürme. * Uydurma. Muvafık kılma. * Cenâb-ı HAKkın kuluna yardım etmesi.
Himmet.: Kalbin bütün kuvveti ile Cenâb-ı HAKk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * ALLAH İndinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânev’î yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.
Hâlvet.: Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik.
Tahavvül.: (Hâl. den) Birinden diğerine geçmek. Tebdil olunmak, değişmek. Dönmek. Bir hâlden başka bir hâle geçmek.
Tahvil.: Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. * Döndürmek. * Faizli borç senedi.
Tahvilen.: Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. * Döndürmek. * Faizli borç senedi.
Tahayyül.: (c.: Tahayyülât) Hayale getirmek. Hayalde canlandırmak. Fikir kurmak..
SÜNNETULLAH.: İlâhî Kanunlar. * Kanun, âdet. (Bak: Âdetullah)
Mülhim.: Kalbe feyiz veren, ilham eden
ALLAH celle celâlihu (Hadis, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattir. M.)
Telâkki.: Karşılamak. Almak. Kabul etmek. * Şahsi anlayış ve görüş.
Lâlettayin.: Özensiz bir biçimde, gelişigüzel, herhangi, sirâdan.
Nâs.: f. İnsanlar..
İzhâr.: Açığa vurma. Meydana çıkarma. * Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek..
Cezbe.: Tas.: Meczubîyyet, istiğrak. ALLAH celle celâlihu'ı hatırlayıp ALLAH celle celâlihu sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme..
Hamule.: f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü..
Mülhim.: Kalbe feyiz veren, ilham eden ALLAH celle celâlihu..
Müştak.: (şevk. den) Arzu ve iştiyak gösteren, fazla istekli..
Sinonim.: Eş anlamlı..
Homonim.: Eş sesli..
Penhani Peyda Nevvari Mülim
Etmekte Durmadan Bütün Mevâlim
Zikr-i Hallâki Dâim
ALLAHu Ekber! ALLAHu Ekber!.:
Görünen görünmeyen nurlarıyla,
Bütün âlemeler HaLLâk celle celâlihu’yu zikirleri devamlı,
ALLAHu Ekber!. ALLAHu Ekber!.
الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ
ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنقَلِبْ إِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِأً وَهُوَ حَسِيرٌ
“Ellezî halaka seb'a semâvâtin tibâkâ (tibâkan), mâ terâ fî halkı’r- rahmâni min tefâvut (tefâvutin), ferciı’l- basara hel terâ min futûr (futûrin). Summerciı’l- basara kerreteyni yenkalib lieyke’l- basaru hâsien ve huve haşir (hasîrun).: Gökleri yedi tabaka (7 kat) olarak yaratan O'dur. RAHMÂN'ın yaratmasında bir uyumsuzluk göremezsin. Haydi bakışını çevir (tekrar bak), bir yarık (çatlak) görüyor musun?. Sonra iki defa (iki kere, defalarca) daha bakışını çevir (bak). Bakışın âciz ve yorgun olarak sana (geri) döner.” (Mülk 67/3-4)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kumtum ile’s- salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ile2l- merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâ’l- ka’beyn (ka’beyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum mine’l- gâitı ev lâmestumu’n- nisâe fe lem tecidû mâen fe TEYEMMÜMemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minh (minhu) mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirekum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Namaza kalktığınız zaman yüzlerinize ve dirseklerinize kadar ellerinizi YIKAyın ve başlarınıza meshedin ve ayaklarınızı da topuklarınıza kadar yıkayın. Eğer cünüb iseniz o takdirde iyice yıkanıp temizlenin (boy abdesti alın). Eğer hasta veya yolcu iseniz veya biriniz tuvâletten gelmişse veya kadınlara dokunmuş (temas etmiş) ise, eğer su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa TEYEMMÜM edin. Ve de ondan yüzlerinize ve ellerinize mesh edin, (sürün). ALLAH size güçlük çıkarmak istemez, sizi temizlemek ve sizin üzerinizdeki ni’metini tamamlamak ister. Umulur ki böylece siz şükredersiniz.” (Mâide 5/6)
الْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَاعِلِ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا أُولِي أَجْنِحَةٍ مَّثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Elhamdu lillâhi fâtırı’s- semâvâti ve’l- ardı câili’l- melâiketi rusulen ulî ecnihatin mesnâ ve sulâse ve rubâa, yezîdu fî’l- halkı mâ yeşâu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Hamd; gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlara sâhib melekleri, resûller (elçiler) kılan ALLAH'a aittir. Yaratmada dilediğini arttırır. Muhakkak ki ALLAH, herşeye KÂDİRdir.” (Fâtır 35/1)
اسْتِكْبَارًا فِي الْأَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِ وَلَا يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا بِأَهْلِهِ فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ الْأَوَّلِينَ فَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا وَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا
“İstikbâren fî’l- ardı ve mekre’s- seyyii, ve lâ yahîku’l- mekru’s- seyyiu illâ bi ehlih (ehlihî), fe hel yenzurûne illâ sunnete’l- evvelîn (evvelîne), fe len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ (tebdîlen), ve len tecide li sunnetillâhi tahvîlâ (tahvîlen).: Yeryüzünde kibirlendiler ve kötü hile düzenlediler . Oysa kötü hileler, sâhibinden başkasına isâbet etmez (ulaşmaz). Öyleyse onlar, Evvelkilerin Sünnetinden başkasını mı gözlüyorlar (bekliyorlar)? Halbuki ALLAH'ın SÜNNETİnde asla bir tebdil (değişiklik) bulamazsın. Ve ALLAH'ın SÜNNETİnde asla bir tahvil (değişme) bulamazsın.” (Fatır 35/43)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ORUÇ bir kalkandır. ORUÇlu kimse kötü söz söylemesin ve câhillik yapmasın (yânî Câhiliyet Fiillerinden birşey yapmasın). Eğer herhangibir kimse kendisiyle döğüşmeye yâhud söğüşmeye girişirse, ona iki defa.: “Ben ORUÇluyum!” desin. Nefsim Elinde olan ALLAH'a yemin ederim ki, ORUÇlu ağızın kokusu, ALLAHu zü’L-CeLÂL Katı’nda misk kokusundan daha temizdir. ALLAHu zü’L-CeLÂL.: “ORUÇlu kimse BENİM için yemesini, içmesini, cinsî arzusunu terk eder. ORUÇ, doğrudan doğruya BANA edilen (riyâ karışmayan) bir ibâdettir. Onun ecrini de doğrudan doğruya BEN veririm. Hâlbuki diğer güzel amellerin hepsi on misli ile ödenir!" buyurdu.” buyurdu.
(Ebû Hureyre radiyallahu anhu’dan; Buharî, Kitabü’s-- Savm)
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anhın rivâyetine göre, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Âdemoğlunun işlemiş olduğu her iyilik ve ibâdet, sevâb bakımından on katından yedi yüz katına, ALLAH’ın dilediği sayıya kadar artar.
ALLAH buyuruyor ki.: “Ancak ORUÇlu böyle değildir. Çünkü ORUÇ sırf BENİM Rızam için tutulmuştur, BANA aittir. O zevkleri ve yemesini BENİM için bırakır.”
ORUÇlu için iki sevinç vardır.: Birinci SEVinci İftar Vaktindeki SEVincidir. Diğeri de, RABBine kavuşup mükâfatını aldığı zamanki SEVincidir.
ALLAH’a yemin ederim ki, ORUÇ tutanın ağzının kokusu, ALLAH Katında misk kokusundan daha hoştur!." buyurdu.
(İbni Mâce, Sıyam: 1)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.: “Ya Resûlallah!. Bana hayırlı bir amel tavsiye eder misiniz?” dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ORUÇ tut, çünkü oruca denk bir ibâdet yoktur" buyurdu.
Tekrar sordum.: "Bana güzel bir iş yapmamı tavsiye eder misiniz?"
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ORUÇ tutmaya bak. Çünkü ALLAH Yanında onun kadar sevâblı bir ibâdet yoktur" buyurdu.
(Ebu Ümame radiyallahu anhu’dan; Nesâi, Sıyam: 43)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ORUÇ, içinin çektiği yiyecek ve içeceklerden kimi alıkoyarsa, Cenâb-ı HAKk ona Cennet meyvelerinden yedirir ve SUlarından içirir." buyurdu.
(İmâm Ali kerremallahu vechehu’den; Kenzü’l-Ummâl, 3:329)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her şeyin bir kapısı vardır. İbadetin kapısı da ORUÇtur.” buyurmuştur.
(Damra ibni Habîb radiyallahu anhu’dan; Kenzü’l-Ummâl, 8:447)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benim ümmetimin misâli, yağmurun misâli gibidir. Evveli mi daha hayırlıdır, sonu mu daha hayırlıdır, bilinmez!” buyurmuştur.
(Tirmizî, Edeb, 81/2869; Ahmed, III, 130)
كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
“Kuntum hayra ummetin uhricet li’n- nâsi te’murûne bi’l- ma’rûfi ve tenhevne ani’l- munkeri ve tu’minûne billâh (billâhi), ve lev âmene ehlu’l- kitâbi le kâne hayran lehum, minhumu’l- mu’minûne ve ekseruhumu’l- fâsikûn (fâsikûne).: Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslm'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve ALLAHa imân edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden imân edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.” (Âl-i İmrân 3/110)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetim, evveli mi sonu mu daha hayırlıdır kesin bilinmeyen yağmur gibidir.” buyurmuştur.
(Enes b. Mâlik radiyallahu anhu’dan; Ebû Davûd Teyalisî ve Tirmizî; el-âamili Ahkâmîl-Kur'ÂN, IV, 172.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kendisinden sonra CeheNNem olan bir HAYRda, hiçbir HAYR, sonra CeNet olan (gelen) ŞERde hiçbir ŞER yoktur.” buyurmuştur.
(Râgıb el-İsfahânî, el-Mufredât s. 160.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetimin hayırlıları onun ilkinde ve sonundadır. Bu ikisi arası vasattır. Eğri büğrüdür..” buyurmuştur.
(Urve b. Ruveym radiyallahu anhu’dan; İbn Kuteybe, Tevîlü Mutelifil-Hadîs, s. 107.)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
ANKARA - 1987
"MU’CİZE"
ALLAH'ın Kudretini =>Kulu vasıtasiyle göstermek arzusunun kendi izniyle Tabiî Kanunların üstünde yaptırdığı akıl durduran hadiseler,
vak'alar, gösterilere mu’cize deriz.
HAKk’ın arzuladığı, kula verdiği kıymeti izhâr için akıl durduran işler mu’cize değildir.
Onun üzerinde bir hadisedir.
Meselâ Şakki’l- Sadr, Mi’rac ->bunlara mu’cize demek işin içine beşerî vasıta yapmak olur.
Mi’râc, mu’cize değildir.
HAKk’ın Kudretinin delilidir. Âyetidir.
Kur'ÂN =>Mu’cize değildir. Kelâmullahtır.
Peygamber efendimize VAHİY ile indiği için.
Resûl-ü Ekrem'in =>“Rahmetenli’l-âlemîn” olduğunun delilidir.
Vahiy =>Zâhiri duygudan gizli söze derler..
Resûl-ü Ekrem'e verilen büyük kıymetin ve kendisinden sudur eden fevkalâde hadiseler mu’cizedir.
Mübârek parmaklarından su akıtması.
Bir kap yemekle açları doyurması mu’cizedir.
Başının üzerinde ne tarafa gitse bir bulutun onu takib etmesi BurhÂNdır. Mu’cize değildir.
Şakki’l- Kamer hadisesi =>Mu’cizedir.
Evliyâda görülen kerâmete “mu’cize” demek doğru değildir.
Onlar, Resûl-u Ekrem'in mu’cizelerinin daha küçük şekilde Resûlullah Namına ve İzn-i İlâhiyle yaptıkları harikulâde fiillerdir.
Kerâmet göstermek bile evliyânın utanarak yaptığı fiillerdir. Bâzende kendilerine haramdır.
Resûl-ü Ekrem'in Mu’cizelerini taklid etmek gibi bir hudud ve edeb harici bir şey telakki etmelerindendir.
İ’câz.: Aciz kılmak...
Mu’ciz.: Acze düşüren. Aciz kılan.
Mu’cize.: Bu kelime âyet ve hadislerde geçmemiştir.
ASLı ise =>Âyât, Burhan. Alâmet, Delil kelimeleridir.
Maddî Âlemde gece, gündüz, ilkbahar, kış çiçeklerin açması, ağaçların yemiş vermesi, yıldızların muayyen zamanlarda hareketleri Tabiî Kanunlara tabi’dir.
Veyahut onların işlemelerindeki değişmeyen İntizam, İlâhî Âheng =>Tabiî Kanun ismini alır..
Ruhanî Âlem de kendine mahsus değişmiyen kanunlara tabi’dir. Onun da arz ve güneşi, gece ve gündüzü, bahar ve sonbaharı vardır.
Günâhlar, ihtiraslar sapıklıklar arzın ufuklarını kararttığı zaman “SEMAVÎ BİR NûR” doğar.
Günâhların, fenâlıkların sonbaharı sarardığı solduğu sıralarda "NÜBÜVVET'in Baharı onu yeniden canlandırır.
Güneşe, arza, kamere arz üzerinde vukû’ bulan hadiselere hakim olan kanunlar nasıl değişmezse.
Azâb, Rahmet, Risâlet, Nübüvvet gibi hâdisatta muayyen kanunlara tabi’dir.
Bu kanunlar da değişmezler.
İlâhî Nizam bu değişmiyen kanunlar şeklinde tecellî eder.
Peygamberler de muayyen zamanlarda gelirler.
Ve muvaffak olurlar...
Rûhumuz, nefsimiz içimizdeki Gizli Kuvvet nasıl bizim Maddî Vücudumuza hakimse,
Peygamberlerin “RûH-u A’ZAM”ı da ALLAH'ın emriyle cihana hakimdir.
RûH-u A’ZAM =>İsm-i A’zam değildir.
İsm-i A’zam ile yâni anahtar olarak RûH-u A’ZAM harekete geçer.
Ruhanî Cihânın Kanunları =>Maddî Cihanın Kanunlarını teshir ettiğinden RûH-u A’ZAM =>Arz’dan Semâ’ya bir lahzada yükselir..
Bir darbe ile denizleri ayırır.
Bir işâretle Kameri böler.
Büyük cemaatleri birkaç lokma ile doyurur.
Parmaklarından su akıtır.
Bir nefesle hastaları kurtarır, ölüleri diriltir.
Körlerin gözlerini açar.
Bir avuç toprakla orduları eder.
Velhasıl, dağlara taşlara sulara karalara dirilere ve ölülere sözünü dinletir...
Muayyen zamanda çiçeklerin niçin açıldığı,
Ağaçların niçin yemiş verdiği,
Bir takım yıldızların niçin fasılalarla göründüğü,
Balın niçin tatlı olduğu,
Arz ve Kamerin hatta Güneşin niçin hareket ettiği,
Bir tohumun nasıl bir ağaç olduğunu,
Aldığımız gıdanın nasıl ete ve kana tahvil ettiğini bilmezsek:
Peygamberlerin de niçin muayyen zamanlarda zuhur ettiklerini, niçin harikulâde hareket yaptıklarını bilemeyiz.
Bütün bildiğimiz Peygamberlerin gelip bunları yaptıklarıdır...
Her milletin kendine mahsus mürşidleri vardır...
Bunlar hakkında mütalâa yürütmek; henüz görülmeyen bir rüyayı tâbire kalkmak gibidir.
Bugün ne kadar garib bir Dünyada bulunuyoruz.
GüL Bahçesi var.
GüL yetiştirip satanlar da var.
GüL seyredilir, vazoya koyanlar, henüz koklayanlar çok...
GüL İnsanlar şişelerde...
Fakat GüLden hisse alıp =>GüL OLmak istiyenler yok!.
KiLe sormuşlar.: “Ne güzel kokun var?.”
KiL Tevazu’ ile şöyle demiş.: “Aslında bende koku yoktur!.”
“Peki nereden bu koku?”
“Bir iki gün hakiki GüLLe arkadaşlık yaptım. Ondan bana sindi!.” demiş,
Ve ağlamağa başlamış.
Terlemiş ve etrafını bir kOKU doldurmuş...
Ey dinleyenler!.
Siz de GüL gibi İnsanlarla sohbet edin!
Onlarla arkadaşlık yapın!
Onların gördüklerini duyduklarını bildiklerini başkaları görmemiş, duymamış ve bilmemiştir...
Buda'nın, Mûsâ'nın, İsâ'nın tarihte müseccel öyle hareketleri var ki;
İskender'in Fütuhatını, Napolyon'un Harekatını inkâr etmek nasıl mümkün değilse onları da inkâra imkân yoktur...
Onların gelişleri bir mu’cizedir.
Hazreti Resûl'e inanan ilk insan Hazreti Hatice idi.
Hazreti Hatice =>Kamerin inşikakını beklemedi.
Peygamberin =>Fukaraya yardım, zavallılara, borçlulara, muavenet, yurtsuzları yolda kalanları himaye ettiği için...
İman etmişti...
Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Zeyd İbni Harise hiç bir mu’cize istemeden imân ettiler.
Hazreti Resûl; Nuh Tufanına uğrayanların, Şap Denizinin derinliklerinde boğulanların, İsâ'nın nefesiyle dirilenlerin evladlarına, bütün beşerîyyete hitâb ediyordu.
Nuh Tufanını, Kızıl Denizin yarılmasını, ölülerin dirilmesini inkâr edip, tenkid edenlere de hitâb ediyordu...
Cihân şümul her canlıyı çağırıyordu.
Fazilet, doğruluk insan severlik duygularıyla ALLAH'a bağlanmalarını bildiriyordu.
Para, toprak, ücret istemiyordu...
İmparatorluk, saraylarda yaşamak peşinde değildi.
Beşerîyyete acıdığından bunları yapıyordu.
Ve o mütevazi büyük insan, toprak üzerine serili bir hasırın üstünde bir deve postunda yatar,
Yamalı temiz elbise giyer,
Toprak kap yemek yer,
Evini süpürür,
İcâb ettiği zaman bu basit gibi görünen Dünya’dan ayrılarak =>Semâvât’a geçerdi...
Mu’cize.: İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak ALLAH tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerâmetten yüksek, fevkalâde hâdise. * Mu'cize, Hâlik-ı Kâinat tarafından peygamberlerin hakkaniyetine ait bir tasdiktir. Sahih hadislerle mu'cizeler haber verilmiş ve tesbit edilmiştir
Vak'a.: Hâdise. Olup geçen şey. Mes'ele. * Birini bir defada yere düşürmek. * Muharebe. * Vuku bulan.
Mi’rac .: Merdiven, süllem. * Yükselecek yer. * En yüksek makam. * Huzur-u İlâhî. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin, Receb Ayının 27. gecesinde Cenâb-ı HAKk'ın Huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir.
Vahiy.: Bir fikrin, bir hakikatın veya emrin ALLAH celle celâlihu tarafından Peygambere bildirilmesi. * Lügatte vahiy.: Kelâm, kitap, işâret, irsal, ilham, ifham, emir, teshir, bir şeyi harfiyyen i'lâm, bazı hususî maksadları tebliğ gibi mânalara gelir. *
Şeriatta vahiy.: Dilediği ahkâmı, esrar ve hakaikı Peygamberan-ı zî-Şanına rüya, ilham, kitap, irsal-i melek yollarından biriyle Cenâb-ı HAKk'ın bildirip ifham buyurması demektir
Fevkalâde.: Âdetin fevkinde. Ayrıca, hususî sûrette. Bilinenlerin üstünde. Müstesna ve yüksek bir sûrette.
Nübüvvet.: (Nebi. den) Peygamberlik, Nebî olmak, Nebîlik. ALLAH celle celâlihu'nun Emriyle vazifeli olarak insanları doğru yola çağırmak.
İfham.: İkna edip sükût ettirmek. Delil göstermekle ve isbat etmekle galip gelmek..
Tabiî Kanunları.: Tabiat icabı olan. Tabiatla alâkalı. Normal. Kendiliğinden..
Hâdise.: (c.: Hâdisat, Havadis) Vâkıa, olay. Yeni bir şey, ilk defa olan. Haber..
Teshir.: Büyüleme, sihir yapma, aldatma. * Yemek ve içmeğe muhtaç etme..
Lahza.: Göz açıp kapayacak kadar kısa zaman. Bir an. En kısa zaman. Göz ucu ile bir bakış. Zaman.
Tahvil.: Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. * Döndürmek. * Faizli borç senedi..
Zuhur.: Meydana çıkmak. * Ansızın meydana gelmek. * Baş göstermek. Görünmek..
Müseccel.: (Secl. den) Kayda geçmiş, sicilli. * Mahkeme defterine geçirilmiş. * Kimseden men'olunmayan mübah nesne..
İnşikak.: İkiye ayrılma. Çatlama. Yarılma.
Muavenet.: Yardımcılık. Yardım. Teâvün.
Şümul.: Kaplamak. İhtivâ etmek. İçine almak. * Hükmü altına almak..
Mütevazi.: (Vezy. den) Birbirine müvazi olan. Paralel..
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
ANKARA - 1987
YEMİN!.
YEMİN.: İnsanın mânevî varlığının, lekesiz, dürüst köşesinden hakikati söylemenin en büyük mukaddes şâhid olarak gösterdiği kelâmdır.
Bütün insanlarda bu mevcuddur.
Sözle, hareketle, işâretle tezâhür eder.
En asil kudsalından başlıyarak muhtelif şekil ve sözlere bürünmüştür.
Bu da insanların inanma ve inanmamanın çarpışması neticesi husule gelmiştir.
Hâlbuki bu çeşitlerinin hiçbiri hakikat değildir.
ÎSLAMDA YEMİN.:
ALLAH'ı şâhid tutarak yâni onun görücü, işitici, her yerde hazır ve nazır olduğunu, sana senden yakın bulunduğunu, kendinin onun halkettiğini, rızkını, her şeyi onun verdiğini, onun mahlûku olduğunu, kâfi olarak bilip iman ederek: Söz vermektir.
Doğruyu söylemektir. Hareket etmektir.
YEMİNde insanı küfür, isyan ve cehenneme götürecek ve hayatta iken bile zelil ve hüsrana, helâke götürecek taraflar olduğu gibi,
Söylenmesi doğru olmıyan büyük bir Sırr-ı İlâhî de gizlidir.
YEMİN kadrosu çok geniş mânevî bir meseledir.
Dinsiz bile bunun farkındadır.
Fakat idrak edememiştir.
Dindar olanlar bile bunun tamamiyle farkında değillerdir.
"Sık sık YEMİN edenlerden kaçınız!." Hadis.
Çok insanlar.: "Vallah, Billah" lâfızlarını ağızlarından eksik etmezler.
Bu en büyük YEMİN ve en tehlikeli lâfızdır.
Mânâsı şudur.:
O ALLAH var ya O büyük, bütün sonsuz kâinâtı muhittir.
Şah damarından daha yakındır.
Her yerde hazır ve nazırdır.
Es Semi’ ve el Basîrdir.
O’ndan hiçbir şey gizli değildir.
Her şeyin yaratıcısı olan O’nda erir yok olur.
“O’nunla birlikte söylerim ki” demektir.
“O’nu zorla kendime ortak ederek birlikte söylüyorum!” demektir.
"Alış verişte, vesairede YEMİN etmek. mala kiymet vermeğe giderse bereketi mahvetmeğe en büyük sebebdir." Hadis.
YEMİN bir defa kendi varlığını şâhid tutarak yapılır.
Bir de şâhid tutarak YEMİN yapılır.
Aralarında azîm fark mevcuddur.
Cenâb-ı ALLAH; Yıldızların mevki’lerini, geceyi, bir yıldızı, âhiret gününü, kıyameti şâhid tutarak YEMİN eder.
Resûlullah Efendimiz.: “Rûhumu Yed-i Kudretinde tutan ALLAH’ıma kasem ederim ki...” “ALLAH biliyor ki” demektir.
Bir de Cenâb-ı ALLAH Zât-ı Ahadîyyeti üzerine YEMİN eder.
Bu azîm bir YEMİNdir.
Bunda şüphe eden bile kâfir olur. Tövbesi yoktur.
"Yalan, Yalancı Şâhidlik" en büyük ALLAH'ı inkârdır.
Ebu Cehil’in azâbından fazla azaba insanı dûçar eder.
“Hayatınıza bile mal olsa, yalan söylemeyiniz! yalancı şâhidlik yapmayınız!.” Hadis.
Doğru olarak şâhidlikte bile YEMİN etmeyiniz!
Kendinizi ve size sizden yakın olanı örselemiş olursunuz.
Hakiki insan yalan söylemez, bilmez...
Ancak mühim, hayat-ı ailevî, vatanî, meselelerde hakiki adâlet divanları size YEMİN teklif edildikte.:
“ALLAHım şâhiddir O muhakkak biliyor ki, söylediğim doğrudur. İçinde zerre kadar şüphe yoktur!” tarzıdır. Buna çok dikkat etmek lâzımdır.
Şimdi ise =>“Namusun” üzerine YEMİN oluyor.
"Namus" nedir ki acaba?..
Şaşırmayın dinleyin =>"Namus" târif edilemez.
Her şahsın düşüncesine göre izâh edilemiyen bir şey ifâde eder.
Namus HAKk’ın önünde kıl kadar bile olsun hakikat olan her şeyden hareket, fiil, söz, düşünce olarak sapmamaktır. Doğruluğun gâyesi demektir.
Lügata bakarsanız =>“İffet, İsmet, Nezâhet, Edeb, Hayâ, Doğruluk” gibi fezâil-i insanîyyetin hulâsa-yı maânisini câmi bir kelime-yi mukaddese muttasıfı beynennas daima aziz ve muhterem olur.
Bundan başka: Melâike, vahiy, arapçada ve farsçada aynı kelime mevcuddur.
"Cebrâil"e =>Namus-u Ekber ismi verilir. Doğruyu hakikati getirdiği için...
Bazı kimseler... YEMİNi âdeta fiilî, harekî, lafzî olarak ağzında sakız yapmıştır.
“VALLAH BÎLLAH” kelimeleri herkesin ağzında mütemâdiyen söylenmektedir.
Bu lâfız çok tehlikeli bir sözdür.
Söylemek doğru değildir.
Mânâsı.: “O ALLAH var ya bütün sonsuz kâinâtı muhiddir. Şah damarından bana daha yakın olan O'nda erir yok olurum. O'nunla birlikte söylerim ki!” demektir.
Bazı kimseler değil aşağı yukarı herkes.:
1-) ALLAH canımı alsın ki,
2-) Çocuğumun ölüsünü öpeyim ki,
3-) ALLAH kahretsin ki,
4-) Hayrını görmiyeyim ki,
5-) Anam avradım olsun ki, (anamla zin3a yapayım demektir)
6-) Kur'ÂN'a el basayım,
7-) Orospu çocuğu olayım ki,
Gibi sözlerle YEMİN edenler çoktur.
Bunların hepsi küfürdür.
Tehlikelidir, hakiki İslâma...
İnsanı kâfir yapar dikkat!..
Bu gibi lâkırdılar diğer dillerde yoktur.
Yalnız bizim Ülkemizde vardır.
Başka dillere tercüme edilse bile mânâsını bir türlü anlıyamazlar.
Hıristiyanlarda =>Put üzerine, Hazreti İsâ'ya ve İncil'e dayanarak YEMİN ederler.
“Bu üç şey şâhid olsun ki, doğruyu söylüyorum!” tarzındadır.
İslâmiyetten evvel eski Türkler de YEMİN bir türlü idi.
"Gök Tanrı şâhid olsun!.”
İşte o kadar...
Bazı Türk Kabilelerinde de: Avrat, at, kılıç üzerine YEMİN ederlerdi.
Bu da şu tarzda olurdu:
“Bu üç şeyin kudsîyeti üzerine muhakkak doğru söylüyorum!.” şeklinde idi...
Hakiki islâm’da her şeye YEMİN etmez.
Çünkü yalan söylemez.
YEMİN teklif edilirse.: “Rûhumu Yed-i Kudretinde tutan, kul olduğum ALLAH, şâhid olsun ki, doğruyu söylüyorum!.” işte o kadar...
Kur'ÂN-ı Kerim'de “و” harfi vardır.
Bir çok âyetlerde bu harfle haşlar.
Bu “و” bir nev'i YEMİNdir.
“Bu doğrudur. Buna şüphesiz inanın!” mânâsını taşır...
“و” Kat'iyet. Doğruluk, hakikat ifâde eder.
و و و و و و و
7 tane VAV... Büyük olan Kudsî olan bu hakikati ifâde eder.
Eski hattatlarımız bunu gâyet güzel levha hâlinde yazmışlardır.
Şu şekilde:
Bu imanın en büyük YEMİNin yazı halinde ifâdesidir.
Bu yedi “VAV”ın ayrı ayrı mânâları vardır.
Bu husus SIRRdır.
Bunu bilen de vardır.
Bu sırda tek “VAV” hâlinde hattatlar tarafından yazılmıştır. Şekil bir işârettir. Asıl ondaki mânâdır.
وَاللّه daki bu “و” ı herkes bilmez.
Büyük Velîlerin bilgisi hududu içindedir.
Bizler bilemeyiz...
“لاَحَوْلَ ولاَقُوَّةَ” buradaki “و” lar “حَوْلَ” ve “قُوَّة”ın Zât-i Âhadîyyete ait olduğunu bunda mânen elde edilebilecek insanoğlu için büyük mânevî kudret, mârifet, tasarruf, kerametin anahtarı olduğu ifâde edilmiştir.
Diye Büyük Velîler ifâde etmişlerdir..
İsm-i Azam'a da buradan varılır...
Velhasıl YEMİN insanlar arasında doğru olup olmayanın tefriki için yapılır.
O hâlde “Doğru” hakikattir. Değişmeyen İlâhî bir mihenktir.
ALLAH'a inanan doğrudur demektir. Kuldur.
Kul doğrudan başkasını ne yapar ne söyler!
O hâlde, böyle insanlar arasında YEMİN olmaz. Yapılmaz.
Ondan şüphe edene doğruyu anlatmak, öğretmek isbat etmek lüzumsuzdur.
“Benim söylediğim doğrudur! İnanmak sana kalmıştır!.” ... Kâfidir.
Hadiste Resûl-ü Ekrem şöyle buyuruyor.:
"Helâk olacağınızı bilseniz yalan söylemeyiniz!."
Yalan söylemeyenin bir şeyin yalan ve doğru olduğunu isbata ALLAH yanında lüzum yoktur.
ALLAH =>Âlimü’l- Habîr’dir.
Her şeyi bilir. Açığı da, gizliyi de, doğruyu da, eğriyi de, yalanı da...
YEMİN etmek hakiki kula yaraşmaz...
Kime neyin doğru veya yalan olduğunu isbata çalışıyorsun...
Şâhidlik de aynıdır.
“Gözle gördüğünü, kulakla işittiğini, hakikatini ortaya çıkarmak için çalışan, HAKk’ın Kanunuyla hüküm verecek Makamlar Huzurunda söylemek.”
Şâhidlik diye târif edilir...
İslâmda 4 şâhid esastır.
4 kişi aynı şeyi söylerse zâhiren şâhidlerin söylediği doğru ve hakikât olarak kabul edilir.
3'ünün doğruyu söylediği, birinin de yalan söylediği anlaşılsa bile, 3'ü iftira makamına düşerler...
Bu 4 kişinin de aynı hadisede görmesi, işitmesi, bulunması şarttır...
Tek şâhid olursa o zaman YEMİN teklif edilir.
Bu YEMİN de Adâlet Makamında huzurunda olur ki, şâhid Adâlet Makamı olur o zaman...
Yalanı =>Hakikât diye şâhidlik eden YEMİN eden kimse küfürdedir. Kâfirdir. Kâfir, HAKk’ı hiçe sayan ALLAH'ı inkâr eden demektir.
Bazıları kâfir, şeytan diye söylerler.
Şeytan, kâfir değildir, HAKk’a inanmış O’nun meleğidir.
Kendisi bir vazife ile mükeilefdir.
LÂNET.:
Kur'ÂN-ı Kerim'de, "Şeytan" =>Müfred olarak, meleğin üzerine aldığı vazifenin ismidir.
Cem’i olarak geçen lâfız ise insanlar arasında geçen fenâ, kötü, HAKk’ın men’ ettiği arzu hilâfına olan fiillerdir.
Lânetlenmiş fiillerdir. Hareketlerdir. İşlerdir.
Şeytan yaptığı bu işlerden dolayı mes'ul değildir.
Fiilleri yapan insanlar bunlardan mes'uldürler...
Şeytana küfredilmesi de küfürdür.
Lânet edilir. O kadar.
O da HAKk Namına, bu da şahsına değil, yapacağı vazifelere yaptırdığı fenâ, kötü işlere lânet edilir...
Şeytan olmasaydı;
HAKk’ın, CeNNet ve GeheNNemi halk etmesindeki Murad belli olmazdı...
Şeytan CeNNet'te Havva'yı kandırmıştır.
Men’ edilen “meyve”yi yedirmiştir.
Şeytan niçin Âdem'i kandırmadı da Havva'yı kandırdı.
Bu büyük bir SIRRdır.
HAKk’ın Muradının âdeta bir Kanunudur.
Şeytan Âdem'e secde etmedi.
Havva'ya secde meselesi mevzu’u bahis değildir.
Bazı kabahat gibi görünen şeyler bazı hakikat ve sırların örtülmesi içindir.
Yalan, bundan dolayı İslâm'da haramdır.
Hatta şirktir. Niçin şirktir?
Yalan =>Bu büyük bir meseledir.
Havva'ya hususî bir rûh nefhedilmiştir.
"Tek candan" "Nefsin vahidetin".
Bu husus, rûhtan ötürü =>“CeNNet anaların ayağının altına serilmiştir.” bu Hususî Rûhtan ötürü.
Analara süt verilmiştir.
Analara göz yaşı verilmiştir.
HAYy Tezgâhı verilmiştir.
Bazı ibâdetler, bazı uzvî sebebler perdesi altına gizlenerek kadına bağışlanmıştır.
Hayızlı kadınlara namaz bağışlanmıştır =>Kaza etmez.
Oruç değil =>Kaza eder.
Bu bağışlamada büyük bir SIRR gizlidir.
Hayız Perdesi altında, hayız olan kadın, bittikten sonra gusleder.
Bu =>Cünüblük Guslu değildir.
Cimâ’ yapmamıştır.
Bu gusül nedir bilir misin? Bilmezsin. Bilme daha iyi...
Cumâ Namazı kadınlara farz değildir.
Kadınlardan imam olmaz.
Peygamber, Nebî gelmez.
HAKk Perdelerinden mahremiyet, setr-i avret kadınlaradır. HAKk’ın en büyük yarattığı =>KADINdır.
Amma bunun ne olduğunu kimse idrak edememiştir.
İdrak eden de söylememiştir.
Söyleyemez de...
“KADIN şeytandır!"
“KADIN insanı baştan çıkarır!.”
Bunlar lâkırdı değildir.
Hakikât değildir.
Zayıf, sapık kimselerin sözüdür.
Bunda da bir şey ifâde edilmektedir...
Rüyada bile şeytanın temessül edemeyeceği nesneler şunlardır.:
1-) Bulut.
2-) Su.
3-) Horoz. Muayyen bir cins horoz, her horoz değil.
4-) Koç, koyun
5-) Siyah gül.
6-) Kadın, Huri. Hazreti Havva. Hazreti Meryem. Hazreti Fatıma. "Huri" nedir? Bilebilsen çıldırırsın!..
7-) Resûl-ü Ekrem...
8-.) Dört büyük melek...
KADIN =>Şeytan İşlerinin aksettirilmek istediği bir aynadır.
Âdemi Havva kanalıyla kandırdı. O kadar...
KADINa =>Şeytan denilemez!..
KADINı yoldan çıkaran erkektir!..
Irzına geçen erkektir!
Fahişe yapan erkektir!
Cünüb yapan erkektir!
Hangi temizlikten, iffetten bahsediyorsun =>“Havva'yı şeytan kandırdı!” diye söylüyorsun...
“Neyi sevelim Yâ Resûllullah?”
“Namazı! Namazı! Namazı!”
“Kimi sevelim Yâ Resûllullah?”
“Ananı! Ananı! Ananı!.”
İşte muhterem Sahabelerin Resûllüllah'a sorup aldıkları Cevab-ı Resûl bu!..
Üç defa söylemelerindeki murad...
“ALLAH için sev!
Benim için sev!
Kendin için sev!.”
KADINlardan bundan dolayı “Nebî/Peygamber” gönderilmemiştir. Nebîlik muvakkattir.
KADINın işi ise muvakkat değildir.
HAKk’ın en çok kıskandığı duygu da Ana’ya verdiği Ana Şefkatidir.
Hafaza Melekleri ana yolundan bahşolunur insanlara...
Zifafta erkeğin kılacağı 2 rekat namaz bunun içindir.
Bu bahis çok derin SIRR Deryâsıdır. Uzundur.
Daha bildiğim kadar söylersem çıldırmak işten bile değildir.
KADINa eziyet edenin sonu hüsrandır.
Bunu unutma!.. O kadar!..
Resûl-ü Ekrem.: “Bana 3 şey HAKk tarafından sevdirildi.” buyuruyor.
“Sevdim!” demiyor,
“Sevdirildi!” bunda ince, gizli bir emir ve mecburiyet vardır.
1-) Kadın
2-) Güzel koku
3-) Gözümün nuru namaz!
Bu basit bir söz değildir. Düşünmek gerek!..
Namazın bağışlandığı hiç bir makam yoktur.
Yalnız KADINa hayız zamanında bağışlanır...
Şunu da unutma!
KADINdaki "fadıl/fazl" erkekten 7 misli fazladır.
Bunu anlatmak çok zordur.
Araştır, âlimlerden sor! Kitap karıştır. Öğren!..
Ben anlatamam!..
Şunu da unutma!..
KADINlardan Büyük Velîler gelmiştir.
Şimdi bile vardır...
Hazreti Adeviye, Tilmizeyi Sakâfi, Gül Hatun =>Evliyâ kadın, Kar Yağdı Sultan, Lohusa Sultan...
Daha yüzlerce, binlerce HAKk’ın Perdesi altında gizli...
Evliyâ Kadınlar kimseden himmet almazlar.
Onlara HAKk Tarafından kendilerine verilir.
Temizlikleri, iffetleri, ibâdetleri HAKk’a ve Resûle bağlılıkları yüzünden...
Velhasıl YEMİN; ALLAH'ı şâhid tutarak onunla birlikte doğruyu söylediğini sözle ifâde etmek ve bildirmektir.
YEMİN ederken abdestli olmak, düşünülürse farzdır.
Abdestsiz YEMİN de HAKk’a karşı hürmetsizlik vardır.
Bu hususa çok dikkat edilmelidir.
Hakiki Mü’min yalan söylemez.
Yalan söyleyen Hakiki Mü’min de yoktur.
O hâlde şüphe ve vehim mümin işi değildir.
O zaman YEMİN edecek mesele kalmaz...
"ALLAH'ım şâhiddir ki, söylediğim doğrudur!.".
YEMİN tarzı en doğrusudur.
"Sık sık YEMİN edenlerden kaçınız!"
İşte Resûl-ü Ekrem'in hadisi budur.
Aynı zamanda =>“Kaçınız da siz de, sizden kaçılacak duruma düşmeyiniz!” demektir.
Sözümüz burada bitti!
HAKk =>Doğru YoLda yürümenize yardımını esirgemesin.
Bu da =>DUÂmızdır.
HAKk =>Kabul ederse...
İnşâALLAHı Rahmân...
YEMİN.: Sözü ALLAH celle celâlihu'ı zikrederek kuvvetlendirmek. Kasem. * El tutuşarak, ALLAH'a bağlılıklarını bildirerek, ALLAH'a ve birbirlerine söz vererek ahitleşmek. * Mübarek. * Sağ taraf, sağ el.
Mukaddes.: (Kuds. den) Takdis edilmiş olan. Temiz ve pâk. Noksan ve kusurdan müberra ve uzak olan. Her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan münezzeh ve uzak olan. Kudsi.
Muhit.: İhata eden. Etrafını kuşatan, çeviren. * Etraf. Çevre. * Büyük deniz. Okyanus. * Mc: Büyük âlim.
Es Semiğ.: Es Semîu.: Her sesi ve sessizliği işiten ve duyan. Mutlak duyucu olan ALLAHu zü’L-CeLÂL.
El Basir.: El Basîru.: Vâkıf-hâbir-âşinâ-hâzır-nâzır olarak açığı ve gizliyi gören... Mutlak görücü ve basîretin sahibi olan ALLAHu zü’L-CeLÂL.
Namus.: Irz, iffet, edeb, hayâ. * Şeriat. * Melâike. * İrade-i İlâhiyenin tecellâsi. * Nizâm. * Emniyet ve istikâmet gibi faziletlerin muhassalası olan pek kıymetli haslet. * Bir kimsenin mahrem, gizli esrarı olup işleri ve hallerinin iç yüzüne vakıf ve muttali kimseye denir. * Hayırlara ait gizli hâllerin hâmil ve vâkıfı olan. Bu mânada Cebrâil Aleyhisselâm'a ıtlak olunur. Sair melâikenin vâkıf olmadıkları vahyin sırlarına vakıf ve mahrem olması cihetiyle ona namus-u ekber denilmiştir. * Hâzık. * Mahir. * Av ve tuzak. * Nemmam mânâsiyle fitneci ve koğucu. * Birisinin hilesine siper ettiği şeye ve arslan yatağına da bu mâna verilmiştir. * Temizlik, doğruluk.
İffet.: Namus. Temizlik. Perhizkârlık. Nefsi behimî temayüllerden men etmek. Helâla razı olup haramdan kaçınmak.
İsmet.: Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk. * Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (as.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar.
Nezâhat.: Ahlâk temizliği, temizlik. * İncelik, rikkat.
Fezâil.: Faziletler.
Fazilet.: Değer. Meziyet, iyilik, ilim ve iman, irfan itibarı ile olan yüksek derece. Dinî ve ahlâkî vazifelere riayet derecesi. Fazl ve hüner cihetiyle olan yüksek derece. Bir şeyin başka şeylerden cemal ve kemal ve fayda cihetiyle üstünlüğü, müreccah olmasına sebep olan keyfiyet.
Yed-i kudretinde.: Kudret elinde.
Lânet.: Nefret. Tiksinti. ALLAH'ın rahmetinden mahrumiyyet.
Hilâf.: Ters, karşı, zıd. Karşı koymak. Muhalefet etmek.
Setr-i avret.: Başkalarına gösterilmesi haram olan yerleri örtmek. Şer'an örtülmesi lâzım gelen yerlerini örtmek.
Cünüb.: Cenâbetlik. Şer'an yıkanıp temizlenmeye mecburiyet hâli. * Irak, uzak, baid.
Hafaza.: (Hâfız. C.) Muhafızlar. Muhafız melekler.
Zifaf.: Gerdeğe girmek. Gerdek.
Fadıl.: (Fâzıl) Fazilet sâhibi. Üstün kimse.
Dûçâr.: düşmüş, uğramış ve tutulmuş
İffet.: Namus. Temizlik. Perhizkârlık. Nefsi behimî temayüllerden men etmek. Helâla razı olup haramdan kaçınmak..
İsmet.: Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk..
Nezâhet.: Ahlâk temizliği, temizlik. * İncelik, rikkat..
Edeb.: Terbiye. Kavlen, fiilen insanlara lütuf ile muamele etmek. Güzel ahlâk. Usluluk. Hayâ.
Hayâ.: Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak..
Kat'iyet.: Kesinlik, kat'ilik.
Fezâil.: Faziletler..
Yed-i Kudret.: Kudret eli..
Mihenk.: (Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti. * Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.
Helâk.: Yıkılma, bitme, mahvolma. * Harislik ve pek düşkünlük. * Azab. Korku, havf. * Fakr.
Müfred.: (Müfret) Tek, yalnız.
Cimâ’.: Cinsi münâsebet. Çiftleşmek.
Setr-i Avret.: Başkalarına gösterilmesi haram olan yerleri örtmek. Şer'an örtülmesi lâzım gelen yerlerini örtmek..
Muvakkat.: Vakitli. Geçici. Fâni. Devamlı olmayan.
Bahş.: f. Bağış. Verme. İhsan..
Fâzıl.: (Fâdıl) Fazilet sâhibi. Üstün kimse..
Vehm.: (Vehim) Mübhem ve mânasız korku. * Belirsiz fikir ve düşünce. * Cüz'i mânaların anlaşılmasına yarayan bir idrak kuvveti..
Lafz-Lâfız.: Ağızdan çıkan söz, kelime. * Bir şeyi atmak..
لاَّ يُؤَاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فِيَ أَيْمَانِكُمْ وَلَكِن يُؤَاخِذُكُم بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ
“Lâ yuâhızukumullâhu bi’l- lagvi fî eymânikum ve lâkin yuâhızukum bi mâ kesebet kulûbukum vallâhu gafûrun halîm (halîmun).: ALLAH, kasıdsız, gelişigüzel YEMİNlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, cezâlandırmaz. Lâkin bilerek, kasıdlı yaptığınız, zihnen ve kalben sorumluluğunu yüklendiğiniz YEMİNler sebebiyle sizi sorumlu tutar. Ve ALLAH, GAFÛR'dur, HALÎM'dir/ALLAH çok bağışlayıcı, Kudretli, Âdil ve Müsamahakârdır, fırsatlar ve imkânlar tanır.” (Bakara 2/225)
لاَ يُؤَاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَكِن يُؤَاخِذُكُم بِمَا عَقَّدتُّمُ الأَيْمَانَ فَكَفَّارَتُهُ إِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكِينَ مِنْ أَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ أَوْ كِسْوَتُهُمْ أَوْ تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلاَثَةِ أَيَّامٍ ذَلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ وَاحْفَظُواْ أَيْمَانَكُمْ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Lâ yuâhizukumullâhu bi’l- lagvi fî eymânikum ve lâkin yuâhizukum bimâ akkadtumu’l- eymân (eymâne), fe keffâretuhu it’âmu aşereti mesâkîne min evsatı mâ tut’ımûne ehlîkum ev kisvetuhum ev tahrîru rakabeh (rakabetin) fe men lem yecid fe sıyâmu selâseti eyyâm (eyyâmin) zâlike keffâretu eymânikum izâ haleftum vahfezû eymânekum kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihi leallekum teşkurûn (teşkurûne).:ALLAH sizi, YEMİNlerinizdeki boş sözlerden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat, akid yaptığınız YEMİNlerden dolayı sorumlu tutar. Artık onun kefâreti (cezâsı), ev halkınıza yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu yedirmeniz veya onları giydirmeniz ya da bir köle azâd etmenizdir. Fakat kim bunları bulamazsa, o takdirde üç gün oruç tutsun. İşte bu, YEMİNlerinizi bozduğunuz zaman onların (YEMİNlerinizin) kefâretidir. Ve YEMİNlerinizi koruyun (onları bozmaktan sakının). ALLAH, Âyetlerini size işte böyle açıklıyor, umulur ki böylece siz şükredersiniz.” (Mâide 5/89)
إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً أُوْلَئِكَ لاَ خَلاَقَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلاَ يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fî’l- âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevme’l- kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm (elîmun).: ALLAH’a verdikleri ahdini/taahhüdlerini ve YEMİNlerini, servet, makam, mevki gibi geçici dünya menfaatlerine, birkaç pula değişenlerin, işte onların âhirette, ebedî yurtta nâsibleri yoktur. Kıyamet Günü ALLAH onlarla konuşmayacak, onların yüzüne de bakmayacaktır, onları günahlarından arındırmayacak, vicdânlarını temizlemeyecektir. Onlara can yakıp inleten müthiş bir azâb vardır.” (Âl-i İmrân 3/775)
ذَلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللَّهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ عِندَ رَبِّهِ وَأُحِلَّتْ لَكُمُ الْأَنْعَامُ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ
“Zâlike ve men yuazzım hurumâtillâhi fe huve hayrun lehu inde rabbih (rabbihî), ve uhıllet lekumul en’âmu illâ mâ yutlâ aleykum fectenibûr ricse mine’l- evsâni vectenibû kavle’z- zûr (zûri).: İşte böyle, kim ALLAH'ın haramlarına (yasaklarına) hürmet ederse, o zaman bu, RABBinin Katında kendisi için hayırlıdır. Ve size okunanlar (yasak olduğu bildirilen hayvanlar) hariç, hayvanlar size helâl kılındı. Artık putların pisliğinden ve yalan sözden/ yalan yere yalancı şâhidlikten içtinap edin (kaçının)..” (Hac 22/30)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “YEMİN edecek kişi ALLAH dışında hiçbir şey üzerine YEMİN etmesin!.” buyurmuştur.
(Nesâî, “Eymân”, 4)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH dışında bir şey üzerine YEMİN eden kimse şirk koşmuştur” buyurmuştur.
(Müsned, II, 34)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH, atalarınızın üstüne YEMİN etmenizi yasaklamıştır.” buyurmuştur.
(Buhârî, “Eymân”, 4; ayrıca bk. Müslim, “Eymân”, 1-6; Ebû Dâvûd, “Eymân”, 3-5; Nesâî, “Eymân”, 1-12)
Benzerii hadisler gereği YEMİN =>“Vallahi, Billâhi, Tallahi”; “Rahmâna YEMİN olsun ki”; “Canım elinde bulunan ALLAH’a YEMİN olsun ki”; “ALLAH’ın Kudreti üzerine YEMİN ederim ki” ifâdeleriyle yapılır.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir müslümanın malıyla ilgili haksız yere YEMİN eden kişi ALLAH’a kavuştuğunda O’nun Gazâbıyla karşılaşır” buyurmuştur.
(Buhârî, “Eymân”, 17; Müslim, “Îmân”, 218-224; ayrıca bk. Müsned, II, 361-362)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ettiğin YEMİN arkadaşının anlayacağı mânâ üzerinedir” ve, “YEMİN, YEMİN ettirenin niyetine göredir” buyurmuştur.
(Müslim, “Eymân”, 20, 21)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Da’vâsını delille isbat etmek da’vâcıya, YEMİN ise davalıya düşer” buyurmuştur.
(Tirmizî, “Aḥkâm”, 12)
Ebû Bekre radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: "En büyük günahı size haber vereyim mi?" buyurdu.
Biz.: “Evet, yâ Resûlallah!” dedik.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH'a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek" buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve.: "İyi belleyin, bir de YALAN SÖYLEMEK, YALANCI ŞÂHİDLİK yapmaktır!." buyurdu.
Bu son cümleyi sürekli tekrarladı. Biz daha fazla üzülmesini arzu etmediğimiz için.: "Keşke sussa!." diye temennide bulunduk.” dedi.
(Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti'zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân 143. Ayrıca bk. Tirmizî, Şehâdât 3, Birr 4, Tefsîru sûre(4), 5.)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ =>SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
LÂ MEKAN I
LÂ-MEKAN...
MEKÂN...
ZAMAN...
VAKİT...
MÜDDET...
Bu kelimelerin ifâde ettikleri mânâ inceliği ve hakikatinin bu günkü dilimize ve başka dillere tercümesi olmaz.
Olursa da kupkuru bir mânâ soysuzluğuna gidilmiş olur.
Lâ mekan; Mekân, Zaman, Vakit, Müddet kelimelerinin ifâde ettikleri mefhumlarla sezilir.
Mekân olmadı mı, Zaman mevzûbahis değildir.
Zaman yok farzedilirse Vakit, kendiliğinden kaybolur.
Vakit olmadı mı Müddet konuşulamaz.
Zaman, devamlı bir nehir gibi akar gider.
Bu nehrin mebâ’ı yoktur, bilinmez.
Döküldüğü mansab deryada meçhullerin meçhuludur.
Mekân, Zaman akışına girdiği anda Vakit sözü ortaya çıkar.
O zaman Müddet mefhumu Mekâna verilir.
Görünmez Mekânsızlık ve görünür Mekân arasında insan istifâde etsin, HAKk’ı tanısın diye Müddet murad edilmiştir.
Bu Kitabda bunların mânâ ve incelikleri anlatılır.
Namaz ve Vaktinin esrarı etrafında laflar edilecektir.
Anlamayanlar Tasavvufî bir kitab zannederlerse azîm hataya düşmüş olurlar.
Tasavvuf nedir?
Bunu anlatmak, yazmak mümkün değildir.
Tasavvuf, yaşanılan mânevî bir hâlin tümüdür.
Bu hâl ne târif edilir ne izâh edilir.
Tasavvuf hakkında yazı yazılmaz.
Yazılmıştır, ama bu bir nev’î resim üzerinde geniş bir ormanı seyretmektir.
Bu resmin içine giremezsin, o resimde orman değildir!
“Bu iş Tevfik-i Rabbânîyyeye mazhar olan, Geniş Gönül Sâhibi Hakk Dostu olanların yaşadığı Manevî Âlemdir..” diye târif etmişlerdir bazı büyükler...
“Başka bir âlemden bulunduğumuz âlemi seyretmek hüneri.” diye târif edenler de vardır.
İnsanın Âdemîyyet Meretebesinde, bu âlemde iken “ASLı” ile temas kurup yaşamak hüneridir.
Gel bunu izâh et bakalım!..
Mümkün değil!..
O hâlde sus!..
“Lev âlimet el meluki mâ nehnu fihi min lezzeti li harabteni!.: Bizim bu hâletteki duyduğumuz zevki Sultanlar bilselerdi bizi kılıçtan geçirirlerdi, elimizden almak için!” demişlerdir.
O büyük insanlar...
Tasavvufî Söz, ötenin lakırdılarıdır.
Cesedi ile Mekânda, Gönlü ile Sonsuzlukta olanların sözleridir..
Rüzgâr görülmez!..
Yaprakları salladığı, tozları uçurduğu, yaptığı işlerin görülmesiyle sezilir.
Aslı gözle görülmez.
Yaptığı işi görürüz.
Sesini iştiriz o kadar...
Eskiden böyle kimseler vardı, onların İç Âlemlerini bilmek mümkün değildi.
Dışları görünürdü..
Sözlerinden mânâ çıkarılan manevî bir Zevk Âlemine doğru, yani “ASL”ına doğru hayal gibi bir seyahat yapardı.
Bu gün ÖZü kayboldu o HÂLin.
O Sözlerin mânâları anlaşılmadan o laflara “Tasavvufî Sözler” dediler.
Halbuki katiyyen değil..
Tasavvuf bir HÂLETtir...
ALLAH ile beraber oturmak hünerine ve tevfikine kavuşmuş insana Mutasavvuf verilebilir!
“Verilir!” demiyoruz dikkat buyurun.
Laf çok incedir!.
Hakiki ”Ehl-i Tasavvuf” diyebilmek için :
Sünnet-i Resûlullah’a tamamen ittiba’ edip, şeriattan kıl kadar ayrılmayan,
HAKk’ın Emirlerini bihakkın yapan,
Kendisini her türlü rûhî ve maddî şâibelerden kurtarmış kimselerin verdikleri makamdır.
Kendisin bilmeyenlerin, o hâli yaşamayanların, ikrâra varmayıp şüphede olanların verdiği ise isimdir!
“Ehl-i Tasavvuf”, Evliyâlardır..
İzn-i İlâhî ile Velâyet Makamına ulaşanlardır.
Resûlullah’dan sonra Nebîlik, İzn-i İlâhî ile Velâyet Makamı'na tahavvül etmiştir ki bunlar Resûlullah’ın Vârisleridir.
“Benim âlimlerim Beni İsrail peygamberi gibidirler!”
Hadisindeki Âlim =>Velî demektir.
Velîlik =>Kul ile MEVLÂ’sı arasındaki perdenin kalkmasıyla başlar.
İlim ile inanç arasında ince bir çizgi vardır.
İnsan mânâ duvarlarını aşıp öteye geçmek fıtratında yaratılmıştır.
İnsan ilk defa ilk defa cesedini küfre sokar sonra kâfir olur.
Rûhun kâfir olması çok güçtür.
Onun için şeriat ilk defa cesedi disiplin altın alır.
Sonra o zemin üzerinde rûhun serbest olarak HÂLIK’ine dönmesini sağlar..
Böylelikle ibâdetlerle hakiki kul olur...
İnsan aradıklarının ASLını, İç Âleminde görebilir.
Su dediğimiz zaman, bardağa konan ile anlatılmış olmaz.
Yemek yiyorsun yemekten bir şey mi bekliyorsun?
Hayır!..
Aç olduğun için yiyorsun ve açlığın gidiyor..
Açlık niçin murad edilmiştir?
Tıbbî ve İlmî cevaplara gitme!
Onlar mantık doyurmak içindir.
Onları sormuyorum.
Süâl çok ince.
Mânevî bir mânâ ve hakikatı bağırmaktadır.
Çok düşünmek lâzımdır.
Münakaşa etmeye lüzum yoktur!..
Bilmediğini, bilenden sormak kâidedir.
O da ancak hatalarını düzeltmek istiyorsan.
Merak ettiğin bir şeyi sorma!
Öğrendikten sonra yapmazsan küfre gidersin..
Bilmeden yapılan affedilir.
Bildikten sonra yapmak cezâyı dâvet eder.
Küçük bir söz edeyim.:
Domuzdan maada her hayvanın zâhiri, hâl-i hayatta iken tâhirdir.
Hayvanın derisi necis ile mülâkî olmadıkça tâhirdir.
Fil, köpek derisi bile..
Bâtindaki necâsetin hükmü zâhir olmaz.
İnsan bile bâtınen hâmil-i necaset olur.
Barsaklarında pislik doludur amma namazı sahihtir.
Def’i hacet ve idrardan sonra abdest bozulur.
Necis zâhir oldu diye...
Şeriat Emirleri çok incedir.
Kılı kılına riâyet etmek İslâmın şiârıdır.
İstisnâsı yoktur.
Rüyâda bile aksini yaparsa rüyâda kâfir olur..
Cennette Âdem’e verilen emir.: “Şundan sakın yeme!” emri ne ise “İslâma haram olan şeylere yaklaşma!” emri de aynı emirdir.
ALLAH’ın bahşettiği bir feyiz vardır ki kul bu mazhariyyetten dolayı her şeyin aslına vukuf peydâ eder. Bu feyiz ile beslenir.
Bu hâli “Tasavvuf” diye târif ederler.
Kulun yaptığı iş yaratılış itibariyle ALLAH’ın İradesiyledir.
O iş kul tarafından elde etme, ve kazanma itibariyle de kulun iradesiyledir.
Bu ince hakikatı iyice anlamak gerekir İslâma...
Kâinâtı kucaklayan hakikatın insanlığa ait olan kısmı ki, ismi “ŞERİAT”tır.
Her meydana çıkıp zuhur eden şeyin Aslı, Sırrı =>O zuhur eden şeyin içinde kalandır.
Bu sözümü çok düşünmek gerek!..
Bazı sözler vardır akla sorarsan, akıl halledemez.
Bu gibi şeyleri başka türlü konuşmak gerekir...
Hülâsa “Tasavvuf” derle ALLAH’ın bir SIRRIdır.
Öğrenilmez, öğretilmez, Târif edilmez, ULAŞILır..
İşte o kadar!...
Tasavvufî Kitaplar,
Tasavvufî Sözler,
Tasavvufî Cümleler bu şeyler yoktur...
Ulaşılan bir makamdır "Tasavvuf”...
Bir perde arkasıdır.
O ne târife edilir, ne söze ne kelimeye gelir...
Tasavvuf hakkında süal sormak bile abestir.
İlâhî Sırrların açıklanmaması için Şeriat Kaideleri vardır.
Şeriat Kaideleri, Sırları insânın lisânı ile anlatabilmek kudretidir.
İdrak edilse bile laf ile kelimeler ile anlatmak mümkün olmadığından kelimeye vurduğumuz zaman küfür şeklinde fehmedilir..
Mekân.: (Kevn. den) Yer. Durulan yer. Ev, hane, mesken. Mahal.
Vakit.: Vakt. (Vakit) Zaman. Saat. Çağ. Mevsim. * Boş zaman. * Geçim. * Fırsat. * Muayyen, belli bir zaman.
Müddet.: Belli ve muayyen vakit.
Mefhum.: Anlaşılan. Mânâ. İfade. Sözden çıkarılan mânâ.
Mevzûbahis.: Kendisinden bahsedilen. Bahis konusu.
Mansab.: Varılan ve bağlanılan yer. Mansıb.
Nev’î.: Nev'e ait, çeşit ile alâkalı.
Hüner.: f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret.
Hâlet.: Suret. Hâl. Keyfiyet.
Şâibe.: Leke, kir. * Süprüntü. Pislik. * Kusur. Noksan. Hata. Eksiklik.
Tahavvül.: (Hâl. den) Birinden diğerine geçmek. Tebdil olunmak, değişmek. Dönmek. Bir hâlden başka bir hâle geçmek.
Mantık.: (İntak. dan) Konuşturan, söyleten. * Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim. Akıl kaidesi. * Akıl, nutuk, söz.
Hâlet.: Sûret. Hâl. Keyfiyet..
İttiba’.: Tabi' olma. Arkasından gitme. İtaat etme. Tebaiyyet ve imtisal etme.
Şâibe.: Leke, kir. * Süprüntü. Pislik. * Kusur. Noksan. Hata. Eksiklik..
İkrâr.: Açıktan söylemek. Kabul ve tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar vermek. Mukarrer kılmak..
Tahavvül.: (Hâl. den) Birinden diğerine geçmek. Tebdil olunmak, değişmek. Dönmek. Bir hâlden başka bir hâle geçmek..
Hâlık.: Yoktan yaratan. Yaratıcı. ALLAH celle celâlihu..
MEKÂN.: Sözlükte “olmak” anlamındaki kevn (kiyân, keynûne) masdarından türetilmiş ism-i mekândır ve “oluşun meydana geldiği yer” demektir. Çoğulu emkine, bunun da çoğulu emâkindir. Kelimenin kökünün “saygın bir yere sahip olmak” mânasındaki mekâne masdarıyla da irtibatı vardır. Nitekim klasik fikrî eserlerde “yer kaplamak” anlamında kullanılan ve bu masdardan türetilen temekkün aynı kökten gelmeyen mekân terimiyle kavramsal bir ilişki içindedir. Kur’ân-ı Kerîm’in birçok yerinde geçen mekân kelimesi (meselâ bk. Yûnus 10/22; Meryem 19/22; el-Hac 22/26; Sebe’ 34/51) gündelik dildeki mânasıyla nesnelerin veya kişilerin bulunduğu yeri ifade etmektedir..
Mekânı olmayan, mekânsız. Yersiz yurtsuz, belli bir adresi olmayan..
LÂ-MEKÂN.: İnsânoğlu AKLI için gerekli olan üç boyutlu somut MEKÂN, ZamÂN gibi ALGılardan münezzeh ALLAH Katı/İndi gibi soyut kavram..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ÜMMetimin âlimleri =>İsrâiloğullarının Peygamberleri gibidir.” buyurmuştur.
(Fahreddin Razî, Tefsir, VIII/302; Neysaburî, Tefsir: I/264; Keşfu’l-Hâfâ: II/64)
“Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar. Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa, DîN de SÜNNEtin birer birer terkiyle ortadan kalkar.” buyurmuştur.
(Darimî, Mukaddime 16)
مَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاء مِنكُمْ وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
“Mâ efâ allâhu alâ resûlihî min ehli’l- kurâ fe lillâhi ve li’r- resûli ve lizî’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni vebni’s- sebîli key lâ yekûne dûleten beyne’l- agniyâi minkum, ve mâ âtâkumu’r- resûlu fe huzûhu ve mâ nehâkum anhu fentehû, vettekûllâh (vettekûllâhe), innallâhe şedîdu’l- ikâb (ikâbi).: ALLAH'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, ALLAH, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. ALLAH'tan korkun. Çünkü ALLAH'ın azâbı çetindir..” (Haşr 59/7)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Size emrettiklerimi yerine getirin, yasaklarımı da gücünüz yettiğince terk edin." buyurmuştur.
(Müslim, Fedâil, 130.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "İçinizde BENden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şâhid olacaktır. Size sünnetimi, hidâyete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş Halifelerinin Sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, âdeta dişlerinizle tutun, sonradan çıkacak şeylerden sakının. Çünkü her uydurma bid'at, her bid'at sapıklıktır!." buyurmuştur.
(Ebu Davûd, Sünne, 5.)
"Biz hiçbir şey bilmezken ALLAH bize Hz. MuhaMMed (aleyhisselâm)'i Peygamber olarak gönderdi. Biz, Hz. MuhaMMed (aleyhisselâm)'i neyi, nasıl yaparken görmüşsek, onu öylece yaparız." buyurmuştur.
(Nesai, Taksir 1.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ümmetimin fesad zamanında, unutulmuş sünnetlerimden birini ihyâ edene yüz şehid sevâbı verilir." buyurmuştur.
(Bağavî, Mesâbîh, 1/40, no: 130; Munâvî, Feyzu’l-Kadîr, 6/261, no: 9171-9172.)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
LÂ MEKAN I
LÂ MEKAN...
MEKÂN...
ZAMAN...
VAKİT...
MÜDDET...
NAMAZ VAKİTLERİNİN ESRAR VE HAKİKATİ...
Lâ-Mekanın idraki inananlar için ”Mekan, Zaman, Müddet” Kelimelerinin ifâde ettiği mefhumlarla sezilir.
Her ÂN =>“Yok OLup<>Var OLma” mevcuddur.
"E fe ayînâ bi’l- halkı’l- evvel (evveli), bel hum fî lebsin min halkın cedîd."
Bu hâl devamlı ilâhî esmâların tecellîleri icâbıdır.
Bir elektrik lambası bir saniyede 60 defa yanar söner, bu Mekansızlığı ve Zamansızlığı idrak hassamız olmadığından biz lambayı devamlı yanıyor görürüz..
Mekan, Zaman, Müddetler kısaldıkça idrak hassalarımızdan uzaklaşır.
Nihâyet bir hududa kadar gelir ki, artık onu ne görür ne işitir ne de idrak edebiliriz.
Bu hududdan sonra LÂ-MEKAN başlar.
"Bu hudud" da Mekansızdır.
Başlamak kelimesi burada yalnız LÂ-MEKANın mevcudiyeti var demektir.
Akıl hududunun ötesi.
Sidresi..
Aslında ne Zaman, ne Mekan, ne Müddet vardır.
Yokluk bile yoktur.
Yalnız HAKk TeALÂ vardır.
Resûlü Ekrem buyurmuştur.: “Dünyâ =>Bir ÂN’dan ibârettir."
Bunların idraki için.: “HAKk Dünyâyı yedi günde halk etti!.” buyurmuştur.
Asırlar, yıllar, aylar, günler, saatler, dakikalar, saniyeler, saliseler, rabialar, hamiseler ilaâhir =>“ÂN”lara kadar gider.
Zaman yok, azaldıkça hassamızdan ve idrakımızdan her şey uzaklaşır...
Kâinâttaki intizam ve işleme, İdrak Hududumuza girmeyen Mekansızlık ve Zamansızlığın idraki içindir.
Hepsinin ifâde mefhumu bir =>“ÂN”dır.
O kadar...
Görünmez Mekansızlık ve görünür Mekan arasında kul istifâde etsin HAKk’ı tanısın diye “Müddet” murad edilmiştir...
Her =>“ÂN”da ondan istifâde etmelidir...
Resûlü Ekrem Mübârek Ayakları şişinceye kadar geceleri huzurda namazda dururlardı..
“Rızık” da bu uzanan =>“ÂN” için verilmiştir.
LÂ-MEKANa intikal edildiğinde, onun için CeNNet de Ni’metler vardır.
Fakat Dünyâdaki gibi değildir.
Rızık, HAKk’ın en büyük Ni’metidir.
RûHun Cesedde kalmasını te’min eder.
Rızık Cesede, Mekanda RûHun hatırı için verilmiştir.
Orada def-i hâcet, bevil, uyku, yorgunluk, ihtiyarlama denilen hâller yoktur.
İhtiyarlama insanın Fâni olduğunu, HAKk’ın Bâki olduğunu, her ÂN Ceseden ilân edip haykirân bir Hakikat-ı İlâhîyedir.
Mekansızlık, HAKk’ın Mağfiret ve Rahmetiyle dopdoludur. Orada Rahmân ve Rahîm Esmâları temevvüç eder.
HAKk’ın Mağfiretinin hududu yoktur.
“Ben ihtiyarlayan bembeyaz olmuş kuluma, sual sormaktan hicâb ederim!” buyuruyor HAKk TeALÂ bir Hadis-i kudsîde...
Hadis-i Kudsîler =>LÂ-MEKANdan gelen İlâhî Lafızların, Muradların Resûl tarafından bize nakil ve tercümeleridir.
Kur’ÂN ise doğrudan doğruya sessiz, sözsüz İlâhî Emir Dalgalarının Resûlü Ekrem'in Mübârek Vücudlarında ses, söz hâlinde nebeân edişidir.
Hadis-i Şerifler de =>Resûlü Ekrem'in kendi düşünce, görüş, tavsiye ve sözleridir.
Kur’ÂN Lafızları insan sesi ile tecellî ettiği zaman onlardan bir NÛR çıkar. Hadis-i Kudsîlerde Resûl'e aksetmiş NÛRlar görünür. Hadis-i Şeriflerde Resûl'ün kendi NÛRları nebeân eder.
Onun için Kur’ÂN, Hadis-i Kudsî, Hadis-i Şerifler bu NÛRun görülmesiyle anlaşılır...
Hadisin doğru olup olmadığını, Büyük Velîler bu NÛRu görerek anlarlar.
Onun için Resûlü Ekrem.: “Benden bir hadis rivâyet ederlerse, aklınıza vurun kabul ederse bendendir. Etmezse benden değildir!.” buyurmuştur.
“Herkes bu NÛRu göremez, akıl idrak eder. Ona danış!” demektir.
Akıl zâten insanlara doğru ve yanlış terazisi için verilmiştir.
Fizikî bir kanun icabı terazi icad edilmiştir ki:
HAKk’ın ÂdilL olduğunun, fizik kanunu şeklinde görünmesidir. Terazilerini doğru tartınız demek, ALLAH’ın EL ADLÜ Esmâsına hürmet edin!
Hakk terazide tecellî ediyor demektir.
Hile sokarsanız şirk içinde olursunuz. Âdil-ADLÜ Esmâsına fiilen hakaret olur.
Aman dikkat edin!..
Yanlış tartanlara yazık olsun, onların hâli çok müthiştir.
Her ÂN =>Zamansızlık ve Mekansızlıktan =>Mekana ve Zamana GELiş vardır.
Yine her ÂN =>Zaman ve Mekandan =>Zamansızlık ve Mekansızlığa
AKış vardır.
Kötürüm Kadının rüyada Resûl-ü Ekrem elinden tutuyor.
Ayağa kaldırıyor.
İkinci adımını attığı zaman kadın uyanıyor ve ayaklarının açıldığını görüyor.
Resûlü Ekrem aç uyuyan bir adama rüyâda ekmek veriyor. Adam rüyâda ekmeğin yarısını yiyor, uyandığı zaman elinde yarım ekmek buluyor.
Zamansızlık ve Mekansızlıktan Zaman ve Mekana geliş...
Gaflette olanlar, münkirler, akıllı diye geçinenler bunu anlıyamazlar.
Hül3asa edersek:
- Vakit, LÂ-MEKANın Mekanda idraki için takdir edilmiştir.
- Zaman, Muradın devamını bilmek içindir.
RûH için ZAMAN, MEKAN mevzubahis değildir.
Cesed bir Mekanda, Mekan olduğu için Zamanla mukayyed olur. Vakitle mukayyed değildir.
Cesed Mekanda olduğundan ve kendiside bir Mekan olduğu için mahluktur ve ibâdette Cesede ta’dil-i erkan emrolunmuştur.
RûH bu Mekanda, yâni Cesedde oturduğu için vakitle mukayyed olur.
Ziyâ sürati bu ölçüye göre saniyede üç yüzbin kilometredir. RûHun ise sürati hesap kadrosuna girmez...
Kâinâtta bütün yaratılan, hesaba girmez yıldızlar, seyyâreler her şey bir Mekan içindedirler.
Zaman ve Vaktin tezâhürü için Cenâb-ı HAKk bir merkezi sabit kılmıştır.
"Ve’ş- şemsu tecrî li mustekarrin lehâ, zâlike takdîru’l- azîzi’l- alîm."
Bütün seyyarat bunun etrafında muayyen bir zamanda dönerler...
Ve kendi etraflarında da dönerler.
Bu dönüşleri vakitleri husule getirirler :
“yusebbihu lehu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard.”
Semâvât ve arz HAKk’ı tesbih ederler...
Namütenahi Mekanda... durmadan... diğer yaratıklar da kendi etrafında dönerken vakitle HAKk’ı tesbih ederler...
Arz yuvarlak olduğundan Vakitle olan bu tesbih vakitle mukayyed gibi görünürse de devamlıdır.
Çünkü dönmede vakit her an değişmektedir.
Ve tesbih devamlı olması için...
"Fe lillâhil hamdu rabbi’s- semâvâti ve rabbi’l- ardı rabbi’l- âlemin (âlemîne). Ve lehu’l- kibriyâu fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve huve’l- azîzu’l- hakîm” Âyetine uyulmak muradına göre.
İbadatın vakti de farz kılınmıştır.
Ve ibadat bundan dolayı Vakitle mukayyeddir.
Kaza yapıldığında kaza müddeti zamanla mukayyed olmakla beraber vakitle mukayyed değildir.
Zirâ kılmadığı zaman arz üzerinde kılınacak kaza namazının her ÂN vakti mevcuddur.
Hatta “Fetvâ-yı Hindi” de: Farzın kazası olduğu gibi Vâcibin, Sünnetin de kazası vardır.
Bu mesele kaza müddetinin vakitle mukayyed olmamasındandır.
Yalnız sabah namazının kazası yoktur.
Olsa bile ki olur, bu ince bir hikmettir.
Bu, vaktinde kılınmasının tavsiye ve ihtarını haykırmaktadır ki Cenâb-ı HAKk’ın ne kadar Rahîm olduğunu beyan etmektedir.
Bundan dolayı Resûlü Ekrem bir Hadis-i şerifte :
“Sabah uykusu insanın rızkına mânidir.” buyurmuştur...
Çünkü sabah şükür vaktidir.
Yukarıda beyan edilen “Velîllahilhamd” âyet-i kerimesi Resûlü Ekrem’e Allahu âlem sabah vaktinde hassaten inzal buyrulmuştur...
Sabah namazını kaçırmayın diye tavsiyelerimiz buna işarettir.
Daima abdestli olun!
İsrarımız ise “Yüsebbihu lehu” âyetinin her an içinde bulunmanız içindir.
“Daha açıklayamam!” zirâ huzurunuz kaçar.
Belki de bana hiddet eder nereden hocamın peşine düştük diye kendi kendinize üzülürsünüz...
Amma hemen terkedebilirsiniz beni...
Ben üzülmem bir zarara da uğramam.
Amma söylediklerimi hududları içinde ömrünüz boyunca devam etmeğe sa’y ederseniz, bana çok DUÂ edersiniz. İnşâllahı rahmân...
Bunlar sizin içinizde kalsın, kimseye ifşâ etmeyin!
Sonra bana ciddi zarar vermiş olursunuz.
Hakk yardımcınız olsun!..
Diğer öğle, ikindi, akşam, yatsı vakitlerini söyliyemem...
Yalnız ikindi vaktine de çok dikkat edin!..
İnsanlar hele bu son asırda.
Diyanet işleri, saat ve dakika ile bu vakitleri harap edip karışık bir hâle sokmuştur...
Hayvanat, nebatat bu vakitleri dakika şaşmadan bilirler...
İnsanlar ise gafletin insana lüzumlu hududunu çok aşmışlardır. Gaflet lâzımdır.
Hududu aşarsa, küfre ve inkara, gizli şirke kadar yol alır...
Bu lafları şimdiye kadar bazı kulaklar müstesnâ, hiçbir kulak duymamıştır.
Benden sonra da duymuyacaktır da!..
Allahu âlem bu böyledir...
Elbette olur bir gün sırrımız ayan
O zaman anlayalar kim idük biz
Bir alâmet belirir vakti gelince
Biz bu âlemden öteye göç edince...
Şimdi namaz vakitlerinden ve sırlarından birâz bahsedeyim :
Bu vakitlerden beş vakit namaz rek'atlerinin adedinin ve sünnetlerinin müekkede ve gayr-i müekkedelerin sırlarını öğrenmek mümkün olacaktır.
"Bil fetvâ-yi Hindiye" şöyle bir kayıt mevcuddur:
“Vel kazayi farzil fi’l- farz ve vâcibü’l- fi’l- vâcib ve sünnetin fi’s- sünneti "
(El babü’l- hadi aşare fi’l- kazayi’l- fevahid" sayfa 121, Cilt I)
Farzın kazası, vâcibin kazası, sünnetin kazası...
“Ben müslümanım!” diyen sabah namazında kalkar!
Eğer namaz kılmamaktan utanmıyorsa o İslâm değildir.
Bu meselede özür kelimesi mevzuu bahis değildir.
İslâmda namazın bağışlandığı hiçbir makam yoktur.
“Bizim namazımız kılınmıştır!” diyenler varmış.
Eğer bu sözü söyleyenler varsa, onlar tamamiyle münkir olmakla beraber tamamiyle küfür içindedirler demektir.
Asıl kâfir bunlardır.
Şeriat:
İnsan vücud makinasının RûH hesabına HAKk’ın istediği şekilde işlemesinin târifnâmesidir.
Cesedin RûHu kandırmaması ve RûHun da Cesedi fenâ kullanmamasını te’min eder:
Cesedî disiplin, gıdai disiplin, muvazene.
Sonra RûHu tekâmülü te’min vardır.
Resûlullah'ın buyurduğu:
“Benden sonra Ümmetim dediğim kitleler 73 fırkaya ayrılacak tek bir fırka kurtulur ötekiler cehennemliktir!” buyurmuştur.
Bu mezhepler; işlenmiyen zekâları sönmeye, düşünmiyen dimağları küflenmeye yüz tutturdu.
Zekâyı söndürdü, fikri kuruttu, hayatı kuruttu.
İslâm âleminin gerileme ve çözüşünü hazırlıyan birinci sebep. Bütün bu mezheplerin hepsi EŞARÎ'de toplandı...
ESRAR : (Sır. c.) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler. * Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde. * Elinde ve el ayasında olan hatlar.
Mefhum : Anlaşılan. Mânâ. İfade. Sözden çıkarılan mânâ.
Hassa : (c.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat. * Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.
Def-i hâcet : Abdest bozmak.
Bevil : Sidik, idrar.
Nebeân.: Kaynayıp yerden çıkmak. Pınar suyunun çıkışı. Fışkırmak..
Temevvüç.: (c.: Temevvücât) Dalgalanmak. Çalkanıp dalga dalga olmak.
EL ADLÜ : : Hakkaniyet ve adâlet üzere olan, zulmetmeyen. İ'tidal üzüre olup ifrat, tefrit ve hevâsız olan...Hükmünde hakk olan, doğruluktan ayrılmayan ve âdiller âdili olarak da tek olan. Mutlak âdil, asla zulmetmeyen zulmü kullarına da yasaklayan, hakkaniyyetle hükmeden, hakkı söyleyen ve hakk olanı lâzım ve lâyıkınca yapan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Münkir : (Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakikatı tasdik etmiyen, dinsiz.
İfşâ : (c.: İfşâât) Duyurmak. Fâşetmek. Meydana çıkarmak. Gizli bir şeyi herkese duyurmak.
Seyyâre.: Bir yerde durmayıp yer değiştiren. * Gökte veyâ güneş etrâfında dolaşan yıldız. Gezegen.
Mukayyed.: Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı. * Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. Bağlanmış.
أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ
“E fe ayînâ bi’l- halkı’l- evvel (evveli), bel hum fî lebsin min halkın cedîd (cedîdin).: Yoksa BİZ, ilk yaratışta âciz miydik? Hayır (öyle değil), onlar (ölümden sonra) yeniden yaratılıştan şüphe içindeler.” (Kaf 50/15)
وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
“Ve’ş- şemsu tecrî li mustekarrin lehâ, zâlike takdîru’l- azîzi’l- alîm (alîmi).: Ve Güneş, onun için istikrarlı kılınan (yörüngesinde) akar gider. İşte bu AZÎZ ve ALÎM olan (en iyi bilen) ALLAH'ın takdiridir.” (Yâsîn 36/38)
هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Huvallâhu’l- hâliku’l- bâriû’l- musavviru lehu’l- esmâu’l- husnâ, yusebbihu lehu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı) ve huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: O ALLAH ki; YARATAN'dır, BÂRİ'dir (yokken var eden), MUSAVVİR'dir (şekil verendir), güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nu tesbih eder. Ve O; AZÎZ'dir (yücedir), HAKÎM'dir (hüküm ve hikmet sâhibidir).” (Haşr 59/24)
فَلِلَّهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَرَبِّ الْأَرْضِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Fe lillâhil hamdu rabbi’s- semâvâti ve rabbi’l- ardı rabbi’l- âlemin (âlemîne). Ve lehu’l- kibriyâu fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: Öyleyse hamd, göklerin ve yerin RABBi ve âlemlerin RABBi, ALLAH'a mahsustur. Göklerde ve yerde Büyüklük ve Azamet, O'na mahsustur. Ve O, AZÎZ'dir, HAKÎM'dir (hüküm ve hikmet sâhibidir).” (Câsiye 45/36-37)
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
"Yusebbihu lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı’l- meliki’l- kuddûsi’l- azîzi’l- hakîm (hakîmi).: Göklerde ve yerde olanların tümü, Melik; Kuddüs; Aziz; Hakim olan Allah'ı tesbih eder.” (Cumâ 62/1)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
LÂ MEKAN I
LÂ MEKAN...
MEKÂN...
ZAMAN...
VAKİT...
MÜDDET...
VAKİT.:
Her Namazın bir VAKti vardır.
Namazın farz olmasının şartı =>VAKİTtir.
VAKİT girmeden o namaz farz olmaz.
Bu VAKİT, insanın bulunduğu yere göredir.
Namazın devamlı farz oluşu her an dünyada namaz VAKti oluşundandır.
Dünyanın yuvarlak olması güneşe göre bu VAKtin hududunu çizer.
Bir yerde şu Namazın VAKti bitti mi diğer bir yerde başlar.
Sabah Namazı Kulluk Namazıdır. İbâdet Namazı değildir.
İnsan kulluğunu unutmasın diye...
Kulluğu unutmak, fâni olduğunu unutmaktır..
Her şey fânidir. HAKk bâkidir.
Mi’râcda Resûlü Ekrem =>"Bir yay boyu" yanaştı.
Tanrılık iddiası olmasın diye “KuL” olduğu için...
Kula borç olanları yapmak bir nev’î sessiz bir bâkilik iddia kokusu taşır ki küfre kadar, şirke kadar varır...
“Ölümden korkmak da bir nev’î bâkilik arzusundandır.”
Sabah Namazı kılmayan kulluğu bir nev’î inkârdır.
İbâdet Namazı Öğle Namazı ile başlar.
Sabah Namazı sünneti ile birlikte Öğleye kadar kılınır. Kaza olarak değil...
Öğle, İkindi, Akşam ve Yatsı Namazlarını da İbâdet Namazı olarak söylersem huzurunuz kaçar, perişân olursunuz...
İbâdet Namazları ile Cenâb-ı HAKk, kendilerine farz olan, yâni ALLAH’ın sana rızık verdiğinden bu rızka şükran borcunu eksik etme!
Nankörlük hududuna girmemek için farziyet konmuştur...
Biz size emrettik niye yapmadın diye, İrade-yi Cuziyeye hesâb sorulsun diye farzdır.
“Emretmedin!. =>Ben de yapmadım!.” kul diyemesin...
Namazların VAKİTlerin de Cenâb-ı HAKk =>“Emrimi tuttu kulum!” diye El Ganîyy Esmâsı ile tecellîsi devamlı olduğundan, VAKİTte =>ALLAH’ın vereceği bir borç vardır KuLa...
Kaza yalnız senin borcunu öder. Rızkın borcunu...
O rızka haram karıştırma...
Ganîyy mukabilinde ALLAH bir şey istemez.
Onun için haram sokmazsan tekrar ALLAH'ı borca sokarsın o sana bir borç verir, VAKİT =>Bu borcun verileceği zamandır.
Bu hediyemi KuL alsın, mahrum olmasın diye namaz VAKti de farzdır.
Mi’râc olan namazda=>Cesed de birşey kazanır.
Onun için Ta’dil-i Erkân da farz kılınmıştır.
Bunu yâni cesede verilecek hediyeyi söylemem...
Ama anahtar verebilirim “Tay-yı Mekân” bunu birâz derin düşün...
Bazı şeyler vardır ki söylenmesi, görülmesi için muayyen bir yer lâzımdır.
O da =>“Hâlvet”dir.
Namazda cesed, Burak olduğu için cesede ->Tay-yı Mekân vâcibdir.
Yâni, mümkündür demektir.
VAKİT dedik...
Namaz VAKİTlerini takvim, saat, dakikalar hakkıyla gösteremez.
Güneş doğmadan ortalık ağarmadan Sabah Namazının kılınması lâzımdır.
Bu senin borcunun VAKtidir.
Kulluğun borcu ->şükrü içindir.
Şükretmek RûHlara ->cesede inmeden evvel öğretilmiştir.
Her insan, hayvan, nebat, maden bu şükrü yaratılmadan evvel öğrenmiştir.
Kuzu sabah meler. Kuş öter.
SU içen bir hayvan kuyruğunu sallar.
Ağaç SU emer; yaprakları canlanır.
Toprak SU alır kokusunu verir ->toprak kokar.
Bu bir nev’î şükürdür.
Aslında vardır.
Hamd sonradan öğretilmiştir.
Resûlü Ekrem öğretmiştir. Onun için gönderilmiştir.
Şükür ile ->mahluk CeNNete girer.
Hamd ile ->CeheNNemden kurtulur...
Kanatlı Hayvanların bir çoğu SUyu ağızlarına aldıkları zaman ağızlarını semaya doğru kaldırırlar yutmak için...
Bazıları da kaldırmaz.
O hâlde yutmak için değildir.
Başka bir şey için...
O hayvanın yutması öyle murad edilmiştir.
Bir şeyi bildirmek için.
Horozun SU içişine dikkat edin!..
Sabah Namazında senin borcun ile VAKİT yekdiğeriyle birleşmiştir.
Sünneti ile farz arasında VAKİT boldur.
Sünnet-i Müekkede’dir.
Bunu düşün!..
Onun için Öğleye kadar müsaade var.
Var amma!..
Ağam, Paşam “Amma”nın da “Amma”sı vardır dikkatli olmak lâzımdır.
Sabah Namazının tam VAKtinde bazı hadiseler olur.
Onlara dikkat etmek Tâzimdir.
Horoz sabahtan çok evvel uyanır... Ötmeye başlar. Ötmesi melâikeleri gördüğü içindir.
Uzun bir müddet sonra seher meltemi eser. On dakika kadar sürer.
O zaman yalnız hayvanlardan kuzu ve koyunlar meler.
Sabah Yıldızı kımıldar, rüzgar kesilir kesilmez şebnem düşer.
Bir ot vardır ki şebnem içinden çıkar.
Şebnem çıktımı Yıldız taş kesilir kımıldamaz.
Tam Sabah Namazı VAKtidir.
Bu bahis çok uzundur.
“Seher VAKti ve Şebnem” diye Risâlemize merak edenler müracaat edebilirler...
Bu zaman için Resûlü Ekrem buyurmuştur.
Bütün DUÂlar kabul olunur.
Zirâ DUÂ edenin DUÂsına melâikeler o VAKİT arza inerler “Âmin!” derler...
Her ne ise bu bahis uzundur dedik...
Mevzu’dan dışarıya çıkmıyalım...
Güneş tam “Semtü’l- Re’s”e geldiği zaman gölge bile kalmaz.
O zaman Öğle VAKtine yâni İbâdet VAKtine girecek zaman geliyor demektir.
Seferde ya güneşi kovalarsın, ya güneşten aksi tarafa gidersin. VAKİT arası daralır.
Ondan Seferi Namazlarda “İki rekat kıl!” emri vardır.
VAKti kaçırmayasın diye kolaylıktır.
Külfet kolaylığı değil.
Seferde VAKİT daraldığı veya uzadığı için sebebleri var.
Amma söylenmez dedik ya...
Seyahatte daima Namazı kıldığın VAKİT başka VAKte intikal ettiğinden senin VAKtin belli olsun diye misâfire ->2 rekat olur. 4 rekat değil.
Kolaylık değil dikkatli ol!..
Güneş tam tepeye geldiği zaman senin bulunduğun yerin mukabil tarafında gece yarısıdır.
Batacağı zaman başka bir yerde sabah oluyor demektir.
Bu cümleleri çok düşünmek lâzımdır.
YâSîn Sûresinde =>"Ve'l- kamere kaddernâhu menâzile hattâ âdekel urcûnil kadîm (kadîmi). Leş şemsu yenbegî lehâ en tudrikel kamere ve lel leylu sâbikun nehâr." (YâSîn 36/39. 40) Âyetini oku bakalım!
Burada ne gizlidir.
Diğer bir âyette Şems sabittir.
Bütün seyyarat onun etrafında ve kendi etrafında dönerler.
Dünya da döner.
Niçin dönüyorlar, VAKİTler niçin güneş ile ayar edilmiştir.
Sebeb ve Hikmetleri vardır.
HAKk niçin böyle murad buyurmuştur.
Hakiki muradı anlarsa insan çıldırır...
Amma çıldıranlar bunları öğrendikten sonra mı çıldırırlar diyeceksin...
Hayır efendim bu çıldırma başka çıldırmadır.
İfâde kelimesi yoktur da "Çıldırma!" diyoruz.
Bu çıldırmadan daha üst bir çıldırmadır.
Deliler bunu öğrendikleri zaman 3-4 derece daha çıldırırlar.
Bulunduğun yerde sabah olurken başka yerde Akşam oluyor.
Öğle olurken başka bir yerde gece yarısı.
Gece yarısı olurken başka bir yerde Öğle oluyor.
İkindi olurken başka bir yerde Yatsı oluyor.
Yatsı olurken başka bir yerde İkindi oluyor.
Gece yarısı olurken başka bir yerde Öğle oluyor.
Bunlar senin bulunduğun yere göredir.
Güneş batmasına göredir.
Her dakika farkında olmadan VAKİT durmadan değişiyor...
O hâlde arzın her tarafında her an namaz VAKti vardır. Durmadan değişiyor o hâlde VAKİT kısadır demektir.
Aslında VAKİT de yoktur.
Bulunduğumuz yere göredir. VAKİT mefhumu...
Kâinât devamlı bir tesbih, niyaz ve secde hâlindedir...
Biz İkindiye daha var, Öğleyi kılarım, Akşama var, İkindiyi kılarım Yatsıya var, Akşamı kılarım, sabaha çok var Yatsıyı kılarım! diye debelenir dururuz.
Bu hâllerle borcumuzu öderiz.
Kaza yapmadık amma...
ALLAH’ın bize vereceği VAKtin mükafatını HAKk’ın borcu bize ne olur...
VAKtin hesâbı vardır bu hesâb cezâ değildir.
Niçin verdiğini kabul etmedin cevap veremezsin!..
Namaz VAKİTleri de kadir gecesi gibi gizlenmiştir.
Bu da bir hikmettir.
Kul arasın bulsun!..
Bir hadiste .: "Namaz VAKti geliyor diye câmi kapısında veya seccade önünde bekliyen insan CeNNet kapısında bekler gibidir."
CeNNet verilen bir nimettir. Alınan değil!
İşte bu "VAKİT" dir.
Namaz VAKti yanaştığı zaman Kerremallahu vechenin yüzü bembeyaz olurmuş, huzura VAKtinde çıkmak endişe ve korkusu.
Acaba VAKİT tamam mı değil mi korkusu...
Onun için Hazreti Ali Efendimize ->Kerremallahü veche denilmiştir.
"ALLAH onun yüzünü aziz kılsın!" demektir.
Bu ismi Resûlü Ekrem koymuştur.
Bugün hakiki namaz VAKİTlerini ancak güneş battığı zaman saat 12.00'dir.
Her yer buna göre ayar ederse dünyanın her yerinde saat 12'de güneş batar...
Eskiden güneş saatleri vardı.
Her yerde muvakkithâneler vardı.
Herkes saatlerini burada ayar ederlerdi.
Bunların ayarının kontrolünü müftüler Tâkip ederlerdi...
Gündoğduğu zaman, düz bir yerde bir asanın boyu 4 mislidir. Bunun gölgesi kaybolup da aksi tarafta 1/5 (Beşte bir) olduğu zaman Öğle VAKtidir.
Üç mislini geçerken İkindi.
Dört misli olduğu zaman Akşam oluyor.
Kaybolur olmaz Akşam Namazı VAKtidir.
Bu güneş saati bulutlu havalarda güneş battığı zaman 12.00'ye ayar edilen saatle tesbit edilirdi...
Devr-i saadette saat icad edilmemişti.
Abbasiler devrinde saat Harun-u Reşid zamanında Araplar tarafından icad edilmiştir.
İkindi çok ehemniyetlidir.
Onun için sünneti gayr-i müekkededir.
VAKİT girdiği zaman sünnet bırakılır.
VAKte uyulur.
Amma, bu VAKti bilenler içindir.
Arada VAKİT girerse Gayr-i mMekkededen dolayı VAKtin borcunu alabilirsin...
Hâlbuki bizde müezzinin kadıkâmetis-selâh dediği zaman biz VAKİT diye namaza başlarız.
VAKti bir nev’î kendimiz tayin ediyor ve ona göre de namaz kılıyoruz.
Hatta bazı imamlar müezzin kâmeti bitirmeden namaza başlarlar.
Sorarsanız hemen başlamak lâzımdır.
Kitaplarda öyle yazar.
Yazar ama VAKtin tam girdiği sirâya tesâdüf etmesi lâzımdır. VAKİTten istifâde ve bu VAKtin farzını edâdır.
Bu an meselesidir.
Unutmayalım ki dünya dönüyor.
Biz tam VAKİT geçtiği ve henüz girmediği zaman elimizdeki saate uyarak sonunda da "ALLAH kabul eder." deriz.
Evet Namazı kabul eder ancak Ta'dil-i Erkanla kabul edilir.
Fakat VAKtin hululünde HAKk’ın vereceği nimet ve feyizden istifâde edemeyiz.
VAKtin kazası yoktur...
Bunu hiç düşündünüz mü?
Ömründe İkindi Namazının sünnetini kaçırmamış insan ararlar. Bütün Hocalarımız bunun kıymeti hakkında kelâm etmişlerdir. Bunu kaçırmamış olanlar CeNNete namzeddirler.
Onların topluluğunda yapılan umumî DUÂlar esnasında bulunurlarsa bütün DUÂlar kabul olunur.
Yalnız DUÂların aynı maksadla olması lâzımdır.
Yağmur DUÂları, felâket DUÂları, âfet DUÂları gibi DUÂlardır...
Yatsı Namazı bambaşkadır.
Cuma Namazı da çok büyük ehemmiyet taşır.
VAKİT bakımından yalnız hakiki, ilâhî borç verileceği zamana tesâdüf ederse bütün niyazlar kabul olunur.
Bu VAKtin kıymeti o kadar büyüktür ki, o günkü Öğle Namazı VAKt-i zuhur ismini alır.
Ve kılınması cuma VAKtinin feyzinden istifâde edilemediyse Öğle Namazının borcunu kaybetmemek lâzımdır.
Cuma sûresinde:
"Cuma Namazından sonra "fenteşiru" dağılınız, yayılınız, bir yere kapanmayınız!" niçin bildirilmiştir?
Cuma günü feyiz çoktur.
Melekler salâvâtları Resûle o gün arzederler.
Melekler sizleri görür.
Fakat siz onları göremezsiniz.
Amma.: "İçlerine dağılınız, yayılınız. Gizlidirler. Amma hiç olmazsa aralarında bulunursunuz." demektir.
Cuma kılınmıyan yerde Öğle Namazı niyetiyle kılınır.
Unutma!..
Onun için câmilerde kurân okuyanlar, vaaz edenlerin VAKte dikkat etmeleri gerekir...
Bunlar öyle ayar edilmelidir ki kâmet getirildiği zaman tam VAKİT girdi mi imam "ALLAHu Ekber." demelidir.
Onun için iftitah tekbiri farzdır.
Hâlbuki imam müezzinin bitirdiği anı VAKİT zanneder.
Belki VAKİTtir.
Belki de VAKİT geçmiştir.
Veya henüz girmemiştir.
Bu inceliklere göre biz ancak borcumuzu ödeyebiliyoruz. VAKİTlerimizin hakiki olup olmadığını bilemiyoruz.
Bugün cemiyette namaz VAKİTlerini ancak Cenâb-ı HAKk bilir... Bilenlerde vardır...
Amma onlarda bu asırda gizlidirler...
Hocam Rahmetulah aleyh ile câmiye giderdik.
Bazan kendisi saatine bakardı minareden ezân daha okunmamışken namaza başladığını çok defalar görmüştüm. Fakat sormaktan haya etmiştim.
Sonraları öğrendiğimde bunu anlayabilmiştim...
Güneş doğarken, güneş batarken, güneş semtül-resse geldiği zaman, gölge kaybolduğu zaman Kerahat VAKti ismini alır... Güneş doğmasına yakın bütün hayvanat, nebatat secde ve tesbihtedir.
"Çimen ve ağaç secde ediyor." "Ven necmu ve'ş- şeceru yescudân" siz bunu göremezsiniz.
Güneş doğarken kuşlar öterler.
Güneş göründü mü birden bire susarlar.
Batarken ötmeye başlarlar.
Battı mı hemen susarlar...
Bunu sabahtan horozlar haber verirler.
Bu zamanda melaikeler inerler.
Horoz bunları görür ondan öter.
Onun için bir hadiste.: "Horoza söğmeyiniz" buyrulur.
Horoz kurban edilebilir.
Amma bıçak vurmayın!...
Tavuk, hindi, kaz, kurban edilmez.
Dikkat buyrula!..
Şeytan =>"Bulut, SU, koyun, horoz, şekline temessül etmez, edemez"
Ona öyle emr olunmuştur.
Horoz döğüştürmek çok fenâ bir harekettir. Haramdır.
“Efendim biz bir yerde tesâdüf etmedik haram olduğuna!”
Evet ammaaa.
Cemiyet, diğer gün gibi belli haramları bilmiyor, bu basit gibi görünen haramı nereden bilsin...
Sonra gördüğünü yapmıyorsun, görmediğini nereden yapacaksın...
Meselâ.:
Çocuğa yalancı meme vermek haramdır. Aldatmaktır.
Olta ile balık tutmak haramdır. Aldatmak vardır.
Yaş meyve ve nebatı ateşe atmak haramdır. Yasaktır.
Taş yakarak kireç yapmak haramdır.
Eski Câmilerde horosan denilen harç kullanılırdı.
Kurumuş kendir ve yumurta beyazı karıştırılır ve eski kaleler ve câmilerde bu kullanılırdı...
Efendi bunları kullanmağa cevaz varmı?
Var!..
“Sarımsak soğan helaldir. =>Yiyen mescidimize gelmesin! Buyurur Resûlü Ekrem. Amma kendi Zât-ı Muallâlarına bunları yemek haramdır...
Bunları düşün sonra cevaz var mı yok mu hükmünü sen ver...
Ben bunları Rahmetulahı aleyh Hocam''dan öğrendim.
Her Velînin kelâmı başkadır.
Her biri kendi makamına göre konuşur.
Her Velî, yeni bir anlayış getirir.
Kendinden önce gelene nâsib olmayan bir mânâ ve irfan yolu açar.
Hocamın söylediklerini söylüyorum... O kadar!..
Bir hadiste buyrulur.: "Her âyetin bir Zâhiri bir de Bâtını vardır. Bir de Matla'ı, ve Haddı vardır."
Zâhiri.: Akla uyan mânâsıdır.
Bâtını.: İlâhî Eşyaya karşı duyulan Mârifet Hâlidir.
Mârifet hâli demek.: Kul ile Mevlâsı arasındaki perdenin kalkmasıdır.
Matla’ı.: İç ve dış mânâların birleştiği noktadır.
Hadd.: Külli varlığın müşâhedesine erdiren yoldur.
Bu hâller yediye hatta yetmişe kadar gider.
İnkârda olan, yaşadığı devirdeki Evliyâdan faide alamaz.
Onlar ancak irşad ederler.
Hilme bürünmüşlerdir.
Affederler, halkın ayıbını örterler, cefâya dayanırlar.
Aslında ALLAH’tan gelen, fakat zâhirde kullardan gelen hâllere razı olurlar.
Bunlar âşikar olsaydılar; halk da eziyet etmiş olsalardı, HAKk ile çekişmeğe ve muharebeye girmiş olurlardı...
Onların böyle gizlenmesi HAKk tarafından halka bir merhamettir.
Halka belli olan bir Velî ancak zâhirdeki ilmi ile belli olur.
Velâyet Sırrını kimseye göstermezler.
Her Velîyi gizleyen bir çok perdeler vardır. Bu perdeler çeşitlidir.
Herkes Velîyi anlıyamaz. Bir çoğu inanamaz. Mu’teriz kalır.
Bu da bir sırdır.
Eğer halkın hepsi onun büyüklüğünü kabul etseydi yalan isnad edenlere karşı hayır hâlinden alacağı ecri bulamıyacaktı.
Şâyet hepsi yalancılık isnad etseydi o zaman da tasdik edenlerin tasdiki için HAKk’a şükredemiyecekti...
İman ikiye ayrılır.:
1-) Sabır
2-) Şükürdür.
Burası uzundur. Bu kadar kâfidir..
Mevzu’a gelelim;
Bir yerde Sabah olurken başka yerde Akşam oluyor.
Öğle olurken başka yerde gece yarısıdır.
İkindi olurken başka yerde Yatsıdır.
Akşam olurken başka yerde Sabahtır.
Yatsı olurken başka yerde İkindidir.
Gece yarısı başka yerde Öğledir.
Şimdi Sabah Namazından sonra kâmetsiz 3 rekat Akşam...
Öğle Namazı.
Son sünnet 2 rekat ->Teheccüd yerinedir.
İkindi ilk Gayr-i Müekkede Sünnet ->Yatsıya mukabildir.
Akşam 2 sünnetdir ->Sabah yerinedir.
Yatsı 4 Gayr-i Müekkede Sünnet ->İkindi yerinedir..
Böylelikle VAKtin borcu bilinmeden verilmiş olur.
Bu hâl gece ile gündüze göredir.
Fakat her an dünyanın her yerinde 5 VAKİT her an mevcûddur.
Sabah olurken başka yerde Akşam oluyor.
Sabah Sünneti evvel iki rekattır.
Ve Sünnet-i Müekkededir.
Akşam VAKti çok kısa olduğundan sünneti sonradır.
Bu Sünnet ->başka yerdeki Sabah Namazı VAKtidir.
O VAKti tamamlar.
Akşam olurken başka yerde sabah henüz olmamıştır.
Olunca Akşam kılınmıştır.
Akşamın Sünneti ->Sabah VAKti girdiği için onun yerine geçer ve müekkededir.
Öğle olurken başka yerde gece yarısıdır.
Öğlenin son sünneti de ikidir.
Teheccüd 2 rekattır.
Son Sünnet gece Teheccüd VAKti girmiştir.
Sünnetler cemaatle kılınmaz.
Sebebi =>Herkes ayrı ayrı mukabil VAKİTlerin VAKİT borcundan istifâde etsinler diyedir.
Herkes mertebesine göre kazanç bulur.
Bunlar ümmetin gizli olan bu VAKİTlerden mahrum olmaması için Resûle HAKk tarafından verilmiş bir hüccettir.
Sünnetlerle VAKİTlerin borcu ödenir.
O Hüccet-i Resûl kendi sünnetleri içinde gizlenmiştir.
Bu Resûlün namaz sünnetlerinde, müekkede ve gayr-i müekkede olmak üzere ümmetine ALLAH’ın büyük bir lütfunu gizliyerek hediye etmiştir.
Gayr-i Müekkede Sünnetler VAKtin darlığından dolayıdır.
Abdest, gusül, ve ibâdete ait bütün sünnetlerde birçok şeyler gizlidir.
İbâdet dışı Ahlâkî, RûHî, Nefsi Sünnetlerde de Resûlün kulluğu gizlidir.
Onun için şeriat, Resûlün dışıdır.
Bâtını, Nûr Âlemidir.
O Nûr Âleminin Kapıları ->Resûlün bütün Sünnetleridir.
Bildiğimiz Sünnet Olmak büyük bir hikmet taşımaktadır.
Zâhir olarak büyük Cesedî temizlik ve uzva ariz olan bir çok hastalıklardan kurtulur, sünnet olan.
Fakat, o hastalıkların mevcudiyeti de sünnetin sırrını gizlemek içindir.
Bu SIRR Resûlün ->Sünnetli doğması sebebinde gizlidir...
Hocam Rahmetulah aleyh, Resûlü Ekrem'in sünnetli doğmasının sebeb ve sırrını söylemişti.
Fakat söylememe izin vermemişti.
Siz de, (Hocama itaat etmek mecburiyetinden dolayı) beni bağışlayın, söyleyemem...
“Niçin söylememe müsaade etmiyorsun?” dediğim de, iki defa.: “Sünnet mi olmak istiyorsun?” diye tebessüm etti.
Sözlerimizde birçok “Söylenemez, söylemem, söyliyemem!” gibi İnsana garip gelen laflarımız vardır.
Bunların sırlarını benden yüz sene sonra gelecek bir Velî açıklıyacağını Rahmetulah aleyh Hocam söylemişti.
Benim iznim yoktur o kadar.
Beni bağışlayın yalnız, size bulutlu, gölgeli, gece yıldızlara bakıp da bir şeyler sezerek akla dökülemeyecek bazı anahtarlar verebilirim...
Bunları ancak ben öldükten sonra sohbetlerinizde bulunanlar anlayacaklardır.
O zaman onların da bana DUÂ ve mağfiret niyazlarını eksik etmemelerini dilerim.
Bir kısım Salâvât-ı Şerifeden bahsedeceğim.:
1-) Es salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ Resûlullah.:
Bu salâvât-ı şerife.: Efendimizin Resûllüğüne İslâmın hürmetidir, borcudur.
Resûlün Hakkını kaza etmektir.
Bize her şeyi öğrettiği için bu hakkı kaza ediyoruz demektir.
Kaza kelimesi ->Ödenecek borç demektir.
Bu kelimeyi çok düşünün bir çok yerlerde kullanılır...
Aleyke =>Sana olsun.
Yâ Resûlullah =>Fe inneke Rahmetelli’l- âlemin.
ALLAH’ın DUÂsı ve Rahmeti SANA OLsun.
ALLAHümme saLLi aLâ MuhaMMed.:
Sâlli.: DUÂ et! (emirdir.)
Alâ.: O’na
Salat, Arapçada mastardır.
Salli alâ MuhaMMed.: DUÂ edin MuhaMMed’e.
Salli alâ MuhaMMed.: Erkan MuhaMMed veya Terham alâ MuhaMMed.
Salâvât II. Hicri Yılda emr olunmuştur.
Peygamberimizin üzerine olan hakkı kaza etmektir..
ALLAHûmme salli alâ âli MuhaMMed.:
Yâ İlahî MuhaMMedin Kendine Mağfiret Et!.
Âl Kelimesi arapçada kendisi demektir.
Âl-i Mûsâ, Âli İsa; Mûsâ'nın kendisi ve İsa'nın kendisi demektir.
Âli MuhaMMed ise =>Ehl-i Beyt'tir..
2-) Essalâtü ve’s-Selâmü aleyke Yâ Habîballah.:
Peygamberliğine Salâvattır. Vâcibdir.
3-) Essalâtü ve’s-Selâmü aleyke Yâ Seyîde’l- Evveline ve’l- Âhirin.:
Nebîliğine Salâvattır. Farzdır. Âyetle sabittir.
Yâni Peygamberliğine inanmak ve Peygamberliğini tasdik etmektir..
Cuma Günleri çok salâvât getirmek lâzımdır.
Yemeğe otururken.: “Essalâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Habîballah!” deyip
Besmele ile başlamak, abdestli olmak lâzımdır.
Yatarken.: “Essalâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Resûlullah!” ve ondan sonra bilinen ve sevilen âyetleri okumak.
Abdestli olmak lâzımdır..
Ezân okunurken, Namaza giderken.: “Essalâtü ve’s-selâmü aleyke yâ seyyide’l- evveline ve’l-âhirin."
Sabah kalktığın zaman abdest aldıktan sonra.:
"Essalâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Resûlullah!
Essalâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Habîballah!
Essalâtü ve’s-selâmü aleyke yâ seyyide’l- evveline ve’l- âhirin!"
Hemen bir secde yap!
Secdede.: "Elhamdülillahi RABBi’l- âlemîn. Hamden kesiren tayyiben mubâreken fih" söyle!.
“M” Harfi ile başlayan Resûlün İsmi Mübârekleri olan salâvâtları sessiz söyle, abdestsiz ağzına alma!..
Çok dikkat etmek lâzımdır.
Resûlü Ekrem’den bahs olunurken =>Daimâ “M” harfi ile başlayan Mübârek İsmi ile söyleme!..
Çok dikkatli ol!.
“Resûlü Ekrem Sallallahü aleyhi vesellem, Resûlullah Efendimiz” diyebilirsiniz...
Ekrem =>ALLAH’ın verdiği İsimdir. Sonunda “Efendimiz” deme!.
Bir yerde “M” ile başlıyan ismini işitirsen içinden.: “Sallallahü aleyhi vesellem” de!.
Unutma!. Hem kendin içindir bu...
Hem de söyliyenin bilmeden yaptığı mânevî kusurdan onu kurtarırsın. Ecir vardır.
Ecir İltifat-ı İlâhîyedir, unutma!..
O adamı ikaz edeceğim diye uyarma!.. O alışmıştır. Terk çok güçtür.
Hataya girer bilmeden yapması kusur olur, kusur hoş görülebilir...
“Bunları yaparsam ne olur?” deme!..
Himmet Kapılarının açılmasına sebeb hazırlamış olursun. Himmet verecekler bunu senin yüzünden okurlar unutma!..
"Şimdi bu bir nev’î söylenemezdir."
Şimdi anladınız mı?.. En basitidir bu...
Yapmamanın cezâsı vardır çekilir sonunda kurtulunur.
Hazmedemiyecekler şüpheye düşerler. Bid'ate girerler, küfre giderler.
Kusurlar ihtar edilmezler.
Edilmeden tekrar kusur yapılırsa hesâb vardır.
Hesâbın da sonu yoktur gelmez.
Hesâb CeheNNemden korkunçtur.
HAKk’a sığınırım.
Bu =>“Yâ Hasreten ale’l- ibâd..”
ALLAH’ın Emirlerini ve Resûlün Bildirdikleri ile alay, istihza âyetine girer.
MâazALLAHu TeALÂ!.
ALLAH hıfz buyursun...
Onun için büyük insanların yanlarında Himmet Kapısından girebilmek için senelerce uğraşanlar vardır.
Kusurlarını o Büyük Hakiki Velî yüzlerine vurmadığı için oldukları yerde sayar dururlar, senelerce...
Kusurları yapanlar kendi kendine idrak eder.
Hiç kimseye arz etmeden tövbe ederse, bir daha yapmazsa bu kusurdan kurtulabilir.
Buradaki TÖVBE =>Tövbeye ->Tövbe etmektir.
Çok güçtür. ALLAH muvaffak buyursun!..
İhtiyaçlar içinde bulunan bir insanın artık hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.
Tövbeye tövbe eden, artık tövbeye ihtiyaç gösterecek bir durumdan kurtulur.
Zirâ HAKk ->o’nu mahfuz kılmıştır.
Ondan sonra asıl ince tövbeler, istiğfarlar gelir.
Resûlü Ekrem her gün yetmiş defa istiğfar ederlerdi.
Tövbe.: Bütün irâde ve aklı kullanarak peşiman olup bir daha yapılmıyacağına kâfi söz vererek ALLAH'tan yardım istemektir.
İstiğfar => DUÂ değildir.
“DUÂ’nın kabulü için muayyen temizliğe mâni’ olacak kusurların yapılmayacağına gayret edeceğim, bir daha yapmıyacağım!” diye söz vermektir.
HAKk’ın yardımını taleb etmektir...
Resûlü Ekrem Süheylî Rumî için.: “O iyi bir kuldur. ALLAH'tan korkmasaydı dahi hiç günah işlemezdi. Çünki kusur nedir bilmezdi ömründe..” Hadisdir.
ALLAH korkusu.: Kusur yapar da Hâlik’ı gücendirmek endişesidir.
“Re'si’i- Hikmeti Mehafetullah.: Hikmetlerin başı ALLAH korkusudur.”
Buradaki korku. ALLAH'tan korkmak değildir.
“Kusur yapacağım da RABBimi inciteceğim!” korkusudur.
Sevgiden gelen korku ->korkudan gelen korku değildir.
Gaflete girme!..
O hâlde:
1-) VAKİT geldiği zaman namaz farz oluyor. Girmeden farz değil.
Sabah Namazını kıldın...
Öğle VAKti, Öğleyi de kıldın...
İkindiyi de kıldın...
Akşam oldu, Akşamı kıldın...
Yatsıya birbuçuk saat var...
Acele olarak tayyare ile meselâ Batıya doğru hareket ettik.
Harekat ettiğin yerde henüz Yatsı VAKti girmemiş!
Fakat bu ara zamanda tayyare çok süratli gidiyor.
Gideceğin yere vardın.
Baktın, ki güneş henüz orada batmamış.
Yirmi dakika veya yarım saat sonra orada güneş battı Akşam Ezânı okunuyor.
Şimdi ne yapacaksın?
Bunun cevabı basit değildir.
Ona göre düşün!..
2-) Ramazan, Oruçlusun. Akşama yarım saat var.
Tayyareye bindin batıya hareket ettin.
Tayyare süratli gidiyor.
Sizin saatinize göre Akşam oldu fakat güneş henüz batmamış yola devam ettikçe batıya gittiğin için güneş bir türlü batmıyor.
Oruç devam ediyor o hâlde bu hâlde durumun nedir?...
Bu iki sual doğuya doğru giderken de aynı durumun aksi de bu vaziyette ne olacak?.
Öğle Namazını kıldın doğuya doğru tayyare ile hareket ettin. Senin saatine göre İkindi henüz olmadı fakat çok süratli gittiğin için bir de baktın ki güneş batmış, Akşam olmuş İkindi ne oldu. Durumun nedir?
Ve aynı zamanda oruçlusun, oruç bozulacak mı?
Namaz =>VAKİTle farzdır.
Oruç da güneş doğmadan batışına kadar emr olunmuştur.
Bu durumlarda büyük olduğu kadar çok ince meseleler vardır. Frankkfurt'tan Amerika'ya Los Angelous'a saat Öğle 13.50 tayyare kalkıyor 4,5 saatte Amerika'ya varıyor.
Henüz sizin saatinize göre İkindi ve Akşam olmadan Amerika'da güneş doğmak üzeredir.
VAKİTler ve oruç ne olacak?.
Henüz Akşam olmuyor fakat Sabah oluyor.
Burada çok düşünme!
Kimseye de sorma!
Sorarsan birçok fetvâlar verilir.
Kıyaslar yapar bu işlerden fetvâlar, kıyaslar birşey ifâde etmezler.
Ancak bu gibi fetvâ ve kıyaslardan bid'atler doğar.
Bid'atlerin hiçbiri makbul değildir.
Ne şekilde olursa olsun...
VAKİT =>Farzdır ve muayyendir. Uzun olmayan bir süredir.
VAKtin tam olduğunu bugün bulmak çok güçtür.
Meselâ:
Öğle VAKti tam olduğunu farzedelim:
Niyet şöyle olur.: “Öğle VAKtinin meselâ Dört rek'at farzını kılmaya..”
VAKİT geçti fakat İkindiye daha çok var.
O zaman.: “Öğle Namazının dört rek'at farzını kılmaya niyet ettim!” diyeceksin... Bu kaza değildir.
Kaza demek, ödenecek borç demektir.
Borç ödendi fakat VAKİT gelmeden namaz farz olmadığı için tam VAKtinde namaz kılman namazda HAKk’ın o zaman kula vereceği bir borçtan bu mahrum kalır...
Bu kitap büyük bir kitaptır.
Amma maddî imkân bulamadığımızdan hülâsa ederek bu kadarını neşredebildik.
HAKk ömür verir ve maddî imkân verirse tamamı çıkabilir...
Bu sözlerimizin hülâsası şu.:
Namazınızı terketmeyin!
Daimâ abdestli olun!
Yalan, dedikodu, gıybet yapmayın!
Kanaatkâr olun!
İnsanları, hayvanları nebatları lekesiz gönülden seviniz!.
Bazı Dostlarım vardır söz ve hareketlerinden dışından içlerini görmek mümkündür.
Bazıları vardır dışından içini görmek mümkün değil.
Zirâ dışı içinden utanıyor, buğulanıyor.
Bu buğunun tahlil raporu ve tenkidi şu.:
Dedikodu, arkadan söyleme.
Saçlarıma karışan, Namazıma, param olmadığı hâlde parama karışmak gibi lâkırdıları kulaklarınızla duyulmayan şeylerle haber alıyorum.
Ben kimsenin yüzüne vurmam.
Bu gibiler VAKİT varken başka kapı arasınlar!
Ben doğruluğu kendim için deniyorum!
İnsanlara elçi değilim ki, onlardan istiyebileyim...
Doğruluk, Merhamet, Adâlet, Kanaat Hasletlerinin güzel olduğunu anlatıyorum.
Kimseyi zorlamak hakkını HAKk kimseye vermedi!..
Resûlü Ekrem bile, söyledi geçti.
ALLAH da insana büyük, geniş bir serbestiyyet vermiştir.
Kimse hakkında hüküm ve fikir, düşünce serdetmem!
Benim indimde doğru olmaz.
HAKk’ın serbest bıraktığı akıl verdiği insana karışmak iznim yok...
Resûlullah bile böyle işe karışmadı.
Ben neyim ki karışayım!..
Böyle hususlar karşısında ancak kendimi deneyebilirim hepsi o kadar...
Herkes körlere acır, fakat hakikati görenlere kimse acımaz!..
Her tohumun içinde büyük bir orman gizlidir.
Tohumu tohum, ormanı orman bilir.
O kadar...
Bu SIRRI bilemez.
ALLAH en iyisini bilendir...
Bu ormana gireceklerin elinde balta bulunmaz!.
El Ganiyyü celle celâlihu.:
El Hâliku celle celâlihu.:
İrade-yi Cuziye.: ALLAH tarafından insanın kendi salâhiyetinde bıraktığı istek, arzu. İnsanın herhangi bir tarafa meyletme kuvveti ve isteği. Az ve zayıf irade.,
Ta’dil-i Erkân.: Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : "Secdeyi sükunetle yerine getirmek ve iki secde arasında "Sübhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rüku'dan sonraki kıyamda sükunet üzere olmak ve namazın bütün DUÂlarını dikkatle okumak. Namazın her rüknünü yerine getirmek, acele ile kılmamak" gibi..
Tay-yı Mekân.: Mekânı ortadan kaldırmak. Bir şahsın bir anda muhtelif yerlerde görünmesi..
Tâzim.: Hürmet. Riâyet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Matla’.: Güneş veya yıldızların doğdukları yer, ufuktan çıktıkları yer. * Yıldız veya güneşin zuhur etmesi. * Edb: Kaside ve gazelin kafiyeli olan ilk beyti. (Bak: Mûsârra')
Hadd.:Hudut. Çizgi. Sınır. * Cürüm. * Salahiyyet. * Şeriatça verilen cezâ. * Derece. Son derece. Münteha.
Mu’teriz.: İtirâz eden. Kabul etmeyen. Bir şeyi beğenmeyip bozulmasını isteyen, aksini iddia eden.
Ecir.: Ecr. (c.: Ücur) Bir iş, bir hizmet mukabilinde verilen şey. * Ahirete aid mükâfat, hayır cezâ. * Ücret, mukabil, karşılık. Sevab. * Tıb: Kırılan bir uzvun sarılması.
Himmet.: Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı HAKk'a ve sâir mukaddesâta yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * ALLAH İndinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.
Yekdiğeri.: Bir başkası..
Sünnet-i Müekkede.: Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in devam edip pek az terk etmiş olduğu SÜNNEttir..
Semtü’l- Re’s.: Tepe noktası..
Mukabil.: Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı.
Muallâ.: Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek.
Cevaz.: Müsaadeli. Ruhsat, izin. Câiz olma.
Hilm.: Doğuştan olan huy yumuşaklığı. Şiddete tahammül. Nefsini heyecandan korumak. * Vakar. Sükûn..
Mu’teriz.: İ’tiraz eden. Kabul etmeyen. Bir şeyi beğenmeyip bozulmasını isteyen, aksini iddia eden..
İsnad.: Bir söz veya haberi birisine nisbet etmek. * Peygamberimiz aleyhisselâm'ın Sözlerini sırası ile kimlerden nakledildiğini bildirmek. * Bir nesneye, bir şeye dayanmak. * Birisi için, bir şeyi yaptı demek..
Gayr-i Müekkede Sünnet.: Tekrarlanmamış ve takviye edilmemiş. * Zannî ve kat'î delil ile sâbit olmayıp, Peygamberimiz aleyhisselâm'ın bazan devam buyurdukları iş veya amel..
Uzv.: (Uzuv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ..
Ariz.: Enli, geniş..
İltifat.: Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek. * Dikkat, itina.
Bid'at.: (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler. * Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler. Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet (toplum) hayatındaki ilişkilerde, terbiye ve ahlâk kurallarında, ibadet hayatında yani dinin hükmettiği her sahada, dine uygun olmayan şekiller, tarzlar, kurallar, âdet ve alışkanlıklardır ki, insanı sapıklığa götürür. Din âlimleri tarafından din namına beğenilen ve dinle ilgili yeni icad ve hükümlere bid'a-yı hasene; beğenilmeyip tasvib görmeyenlere de bid'a-yı seyyie denilmektedir.
Hıfz.: Saklama. Koruma. Siyanet. Muhafaza. * Ezber etmek. Hatırda tutmak. Kur'an'ı ezberde tutmak..
Muvaffak.: Başarmış. Gâyesine erişmiş. Ulaşmış. Başarılı.
Mahfuz.: (Hıfz. dan) Hıfzolunmuş, saklanılmış. * Ezberlenmiş. Hafızaya alınmış. * Korunup gözetilmiş. * Gizlenmiş, saklanmış.
Fetvâ.: Bir hâdise, bir muâmele hakkındaki hükm-ü şer'îyi ehli olanın haber vermesi ve o hükme dair verilen mâlumat, bilgi..
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
“Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ.: Böylece iki yay mesafesi kadar, (hatta) daha yakın oldu.” (Necm 53/9)
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ
لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
“Ve'l- kamere kaddernâhu menâzile hattâ âdekel urcûnil kadîm (kadîmi). Le'ş- şemsu yenbegî lehâ en tudrike'l- kamere ve lel leylu sâbikun nehâr(nehâri), ve kullun fî felekin yesbehûn (yesbehûne).: Ve Ay, kurumuş hurma salkımı dalı gibi bir şekil (bedir şeklinden hilâl) haline dönünceye kadar ona menziller takdir ettik. Güneş'in Ay'a yetişmesi ve gecenin gündüzü geçmesi mümkün olamaz. Ve hepsi feleklerinde (yörüngelerinde) yüzerler (seyrederler).” (Yâ-Sîn 36/39-40)
وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
“Ven necmu ve'ş- şeceru yescudân (yescudâni).: Yıldızlar ve ağaçlar, ikisi de (ALLAH'a) secde ederler.” (Rahmân 55/6)
كَانُوا قَلِيلًا مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
"Kânû kalîlen mine'l- leyli mâ yehceûn (yehceûne). Ve bi'l- eshârihum yestağfirûne.: Onlar geceden uyudukları şey (zaman parçası) çok az olanlardı. Ve onlar, seher VAKİTlerinde mağfiret dilerler.” (Zâriyât 51/17-18)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “RABBimiz Tebâreke ve TeaLâ her gece, gecenin son üçte biri kaldığı sırada Dünyâ Semâsına nüzûl eder ve şöyle buyurur.: “BANA DUÂ eden var mı, DUÂsına icâbet edeyim? İstediğini vereyim. BANA istiğfar eden var mı, onu mağfiret edeyim?” buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radiyallahu anhu’den; Buhârî, Teheccüd, 14)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Gecede bir saat vardır. Müslüman bir kulun dünyâ ve âhiret işinden istediği her hangi bir hayır varsa ve DUÂsı o saate gelirse muhakkak ALLAH ona dileğini verir. Bu her gece vardır.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Vitr, 16; Neseî, Mevâkit, 35)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Saatlerin efdali gecenin son kısmıdır.” buyurmuştur.
(İbn-i Hanbel, IV, 385)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Üç kişi vardır ki onlar İblis’ten ve askerlerinin şerrinden masûndurlar:
1-) Gece ve gündüz ALLAH’ı çok zikredenler,
2-) Seher VAKİTlerinde istiğfar edenler,
3-) ALLAH’ın haşyetinden ağlayanlar.” buyurmuştur.
(Ali el-Müttakî, XV, 841/43343)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Horoza sövmeyiniz. Çünkü o namaz için uyandırır." buyurmuştur.
(Zeyd İbni Hâlid el-Cühenî radıyallahu anh'den; Ebû Dâvûd, Edeb 115. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 115; V, 193)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Horozun öttüğünü işittiğiniz VAKİT, ALLAH'tan lutfunu ihsan etmesini isteyiniz; çünkü o bir melek görmüştür. Eşeğin anırmasını işittiğiniz VAKİT de şeytandan ALLAH'a sığınınız; çünkü o bir şeytan görmüştür." buyurmuştur.
(Buhârî, Bed'ü'l-halk 15; Müslim, Zikr 82; Ebû Dâvûd, Edeb 115; Tirmizî, Daavât 56).
وَإِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الأَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَقْصُرُواْ مِنَ الصَّلاَةِ إِنْ خِفْتُمْ أَن يَفْتِنَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُواْ لَكُمْ عَدُوًّا مُّبِينًا
“Ve izâ darabtum fî’l- ardı fe leyse aleykum cunâhun en taksurû mine’s- salâti, in hıftum en yeftinekumullezîne keferû. İnne’l- kâfirîne kânû lekum aduvven mubînâ (mubînen).: Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfirlerin size kötülük edeceklerinden korkarsanız, o takdirde namazdan kısaltmanızda, size bir günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin için apaçık düşmandır.” (Nisâ 40/101)
Peygamberimiz’in yolculuğa çıkarken ve yolculuktan döndükten sonra iki rek‘at namaz kıldığı rivayet edilmektedir. (bk. Müslim, “Müsâkat”, 21)
Evden ayrılmadan önce Sefer Namazı kılınır.
İki Re ’kat kılınacak Sefer Namazının, İlk Rekâtında ->Fâtiha’dan sonra Kâfurun (Kul yâ Eyyuhe’l- Kâfurun),
İkinci Rekâtında ->İhlâs (Kul hu Vallâhu Ehad) Sûreleri okunur.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Medîne’ye hicret ettiğinde Ebû Eyyûb radiyallahu anhu’n Evine misafir oldu. Yemek yediği VAKİT artanını Ebû Eyyûb’e gönderdi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bir gün yemeği hiç yemeden ona geri göndermişti. Ebû Eyyûb radiyallahu anhu, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e gelip durumu öğrenmek isteyince;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "O yemekte sarımsak vardı!" buyurdu.
Ebû Eyyûb radiyallahu anhu.: "Sarımsak haram mıdır, Yâ Rasûlullah!" diye sorunca,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hayır, fakat ben kötü kokusundan dolayı hoşlanmam.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Etıme, 40)
Ubeydullah b. Ebî Yezîd (radiyallahu anhum)’in Babasından rivâyete göre, Ümmü Eyyûb o’na şöyle anlattı.:
“Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Medîne’ye hicret edip geldiğinde onlara misâfir olmuştu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, için içersinde bu (soğan, sarımsak) sebzelerinin bulunduğu ağır bir yemek yaptılar. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, o yemekten hoşlanmadı ve Ashabına.: "Siz o yemekten yiyin. Ben sizden biri gibi değilim, ben yanımdaki melek arkadaşımı o koku ile rahatsız edip incitmekten endişe ederim.” buyurmuştur.
(Müslim, Eşribe 31; İbn Mâce, Etıme 59)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her bir âyetin bir zâhiri bir bâtını vardır. Her ayet için bir had (sınır) ve her had için bir matla' (hakikatini müşahede yeri) vardır.” buyurmuştur.
(Taberî (310/922), MuhaMMed b. Cerir, Câmiü'l-Beyân an Te’vili Âyi’l-Kur’ân (Tahk.: Abdullah b. Abdülmuhsin-i Türkî) 1/22 (Riyad 2003)
Âyetin Had ve Muttala Mânâsı.:
Zâhir ->Bir şeyin yüzü,
Bâtın ->İçi;
Had ->Derinliği,
Muttala’ ->Yüksekliği anlamındadır.
Yâni Âyet bir meseleyi ele alırken bütün derinliği ve yüksekliği ile ele alır ve öyle tasvir eder. Meselenin yüzü, içi, derinliği ve yüksekliği tam ihatalı bir şekilde tasvir ve târif edilir.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hikmet =>Mü’minin kaybolmuş malıdır; onu nerede bulursa alır” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Zühd, 15; Tirmizî, ilim,19.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hikmetin başı =>ALLAH Korkusudur.” buyurmuştur.
(Muhammed Abdurrauf el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr Şerhu’l-Camii’s-Sağîr, Matbaatu Mustafa Muhammed, Mısır 1938, III, 574, hadis no: 4361.)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
LÂ MEKAN I
LÂ MEKAN...
MEKÂN...
ZAMAN...
VAKİT...
MÜDDET...
SALÂT/NAMAZ VAKTİ"nin =>ESRÂRI.:
SALÂt kelimesi yanlız Kur’ÂN-ı Kerim’de kullanılmıştır.
DUÂ mânâsına gelir.
Namazda okunan “Fâtiha =>DU” olduğundan Kur’ÂN’da SALÂt kelimesi kullanılmıştır.
Namazda Fâtiha okunmasının hikmeti, ALLAH’ın varlığı üzerinde zihni durdurmak güç olduğundan Kur’ÂN- okumakla, ALLAH’ı tesbih ederken Uluhîyyet üzerinde durmak imkânı hasıl olur.
Namazda ALLAH ile mülakat vardır.
Şah damarından daha yakın olan ALLAH ile yakınlık uzaklık derece i’tibariyledir..
Mesâfe değildir...
Namaz Kelimesi, Farsçadır.
Aslı Sanskritçe'den gelmedir. Eğilmek anlamına gelir.
Namaz, mi’râcdır. Namaz ALLAH’a yanaşmanın merdivenidir.
“Namazın yarısı benim için, yarısı kulum içindir.” Hadis-i Kudsî.
Namaz hicretten 18 ay evvel Mi’râc Gecesinde doğrudan doğruya Resûl Ekreme emr olunmuştur.
Arada Cebrâil/Vahiy Meleği girmemiştir.
Diğer emirler vahiyledir.
Namaz başkadır.
Rebiülevvel’de Hicret olduğuna göre "Leyle-yi Mi’râc" Receb ayının 27 sine tesâdüf etmistir.
Sonradan namaz âyeti kerimeyle te’kiden bildirilmiştir.
Namaz =>Emr-i İlâhî ile farzdır.
Şekli de =>Tâ’lim-i İlâhî ile farz kılınmıştır.
Namazın Hikmeti ->Dünyâda vâcibin zimmetten sükûtu ve ukbada sevâb husulüdür.
Sevâb demek ->ALLAH'ın FazL Kapısının açılmasına sebep olan dini bir tâbirdir.
FazL Kapısı, sana senden yakın olanla senli benli konuşmak imkânıdır.
Bir İltifat-ı Rabbânidir, bir mükâfattır.
FazL Kapısında "El Ganîy" Esmâsı tecellî ettiğinden her iyi amele 10 misli kazanç verilir.
Verilen bu kazanç nedir?
İşte onu söyliyemem!.
Söylemem sen emri yap!.. O kadar!..
"Her ayın 3 gününü oruçlu geçiren bütün ayı oruçlu geçirmiş olur" Hadis-i şerif...
Bu cevap yetmez mi?..
Kötülük, nefsin vâridâtından hasıl olduğundan cezâ bire birdir. Çünkü ALLAH zâlim değildir. ÂDİLdir.
Cezâda ADL Kapısı açılır.
"Nefsi’l- Levvâme" İnsÂNın kendi kendini kötülük yaptığında suçlu görmesi.
ADL Kapısı’nın aralığından sızan bir duygudur.
Başlangıcı olmıyan, başlangıcının da sonu olmıyan, sonun HAKk’ı için Gönül Aynasında kendini ara!..
Yapamıyorum deme!..
SECDeye başını koy ->Kendini küçük görme!..
Zavallı bir adama, kum ile karışık bir oda dolusu pirinci ayırt et demişler...
“Yoksa kafanı vururuz!”
İmkân haricinde bir iş...
“Sabaha kadar bu olacak!.”
Bu zavallının karınca arkadaşları varmış.. Onlara derdini söylemiş.
Sabaha kadar kumlar bir tarafa, pirinçler bir tarafa ayrılmış... Şaşa kalmışlar...
Sende bir Karınca Arkadaş bul!.
Herkesi hor görme!.
Kibri bırak!..
O karınca gibi gördüğün belki =>Bir ÂRİF OLur...
Ârif demek, sende senin mahremini, gizli tarafını bulan ve seni karşısında tek kelime söyleyemiyecek hâle getirendir.
Bu işlere ne kadar bakarsan o kadar görünür.
Karaya mensub olanlar, Denize mensub olanların işlerinden birşey anlıyamazlar.
Diken ile Gül yan yana, omuz omuzadır bilir misin?..
"Hafizu ale’s- salevati ve’s- salati’l- vüsta."
Âyet-i Kerimesi namazın farzîyyet ve beş vakit olmasına delildir.
Cem’i Salâtin muhafazası emr olunuyor.
Bir de Salât-u Vusta vardır.
Bir vasatı tasavvur edilecek cemi’in en azı dörttür.
Bunun ortası olması için beş olması iktizâ eder.
Ekâlli Mutesâviyine munkasım,
"Ekâlli Mutesâviyyini munkasım.. iki adet-zevce adet ki ferd tavassut ederse beş olur."
"İnnellaha teâlâ feraza alâ külli müslimin ve müslimetin fi küllin yevmin ve leyletin hamse salâvât".. hadistir.
“ALLAH’ın Emri bütün kadın ve erkek müslümanlara gece ve gündüz 5 vakit namazdır.”
Namazda =>Rükû’, Sücud, Ka’de, vardır.
İnsÂN vücûdu bu hareketi yapmak için =>“Bel, Diz, Ayak Mafsalları” ona göre yaratılmıştır.
Namazda Cesedî Hareketler =>Rükû’, Sücûd, Ka’de ve diğer hareketler “Namazın Erkânı”dır.
“Ta’dil-i Erkan” ismi verilir ve CESEDE farzdır.
Namaz =>Mi’râctır.
Mi’râc Resûlü Ekremden başkasına yalnız Rûhendır.
Hiç bir Peygamber Ceseden mi’râc yapmamıştır.
Mekke'den Kudüs’e kadar “İsrâ” Ceseden olmuştur.
Bu, Namazda Ta’dil-i Erkânın Farzîyyetini ilân eder.
Aynı zamanda “Tay-yı Mekân”ın mümkün olduğuna işârettir.
Ondan ötesi Sırların SIRRıdır. Ahadîyyet ifâdesidir...
Namaz kılan RÛHtur.. Cesed değildir.
Ta’dil-i Erkân Cesedin RÛHla birlikte hareket etmemesi için Cesedi bir nev’î disiplin altında durdurmaktadır...
Bu bahis uzundur. İleride tafsilen izâh edilecektir.
Baş yere koymak isteniyor.
Namazda koymasak olmaz mı? Olmaz...
Kimin başı yere gelmemiş.
Dünyâya hakim Büyük İskender bile bugün bir harabede yatıyor.
Namaz niçin emr olunmuştur;
Muhakkak ki kullara bir şeyle bir şeyin arasındaki Hatt-ı Faslı gizlemek ve KULunu sevdiği için bir hataya girmesin diye emr olunmuştur.
Namaz o hâlde nedir ki? Bu Hatt-ı Fasl’ı temin ediyor.
Kelime-yi Şahâdet, Hac, Zekât, Salât, Savm bunlarda bir şeyin bir şeyle temasını kesmek ve yanaştırmak için köprülerdir.
FARZLar =>ALLAH’a yanaşmak için şekil değiştirmiş bir durumun fiili hareketleridir.
O hâlde gizlenen şey “FARZ”dır.
Bu köprüleri geçmek için “ŞAKk-ı SADR” geçirmek gerekir... Ve ondan sonra “ve ilâ RABBike fergab” ancak ondan sonra yaklaş emri çıkıyor.
Kula “ŞAKk-ı SADR”, ibâdetleri hakiki Ta’dil-i Erkânı ile yapmasıyla mümkün oluyor demektir.
Ta’dil-i Erkân o hâlde,
RÛHla CESEDin bilmediğimiz bağlanışında gizli bazı Ulvî Hasletleri ortaya çıkarmak gâyesine matuftur.
Bu hareketler senelerce vücûddaki bu hasletleri ortaya çıkarır. Herhangi bir şeyi yerine getirmek veya harekete geçirmek için sallarız.
Bunun gibi...
Bunun izâhı kelimelere girmiyor.
Bundan birşey anlamıya çalışınız!..
Sana senden yakın olanla temas ancak böyle mümkündür.
O hâlde namaz ALLAH’a yanaşmanın merdivenidir.
İnsÂNı maddeden soyar, temas kabiliyetini yükseltir.
Kulun teslimîyyetini görünce ünsiyet başlar.
O vakit İnsÂN “Âdem” olur.
Makam-ı Teslimîyyet =>“İbrahîm Makamı”dır.
Zor bir makamdır.
“Yavrunu Bana Zebhet Emri” =>Tam Teslimîyyetin, Murad-ı İlâhî olduğunun ifâdesidir.
Bu Makamda, İlâhî Dâvet vâki’ olur. Yanaş!..
İşte bu dâvete “NAMAZ” denir...
“Namazın yarısı benim için, yarısı kulum içindir.” buyrulmuştur.
Şimdi aklımıza gelmiştir.
Efendim Kur’ÂNda, Cenâb-ı HAKk niçin doğrudan doğruya 5 vakit demedi de, namazları muhafaza edin, “Orta Namazı” da paşam!.
Bu Kur’ÂN’ın SIRRıdır.
Bu SIRRı ANLAmak için namazın Resûle doğrudan doğruya emr olunması ve Vahiy Meleğinin araya girmemesi sebebini bilmek lâzımdır.
ALLAH Kelâmı olması burada...
Bunları açıklayamayız,..
Hele senin alnın SECDede ezilsin...
Bakalım. Hele hele.
Bunlar senelerce SECDeden başını kaldırmıyanlara bile nasip olmuyor.
Nasip olup bu sırları bilenlerde az değildir...
Ta’dil-i Erkânda hareketler, İnsÂNı bulunduğu hâlden başka bir hâle sokmaz değiştirmez.
Var olan bir şeyi ortaya çıkarır.
“Rükû’, sücud, Varlık Halkasını =>ALLAH Kapısına vurmaktır!” hadis.
Vurmasını bilirsen devlet baş gösterir.
Vücûd =>Makarr-ı İlâhî olduğuna göre, varlık madde evin kapısının üstündeki kapıyı çalma halkası da onu vurmak içeriye bir nev’î işittirmek olur.
O da ölmeden evvel, vücûd şâibesini yok etmektir.
Yâni temizliğin maddeden başlayıp RÛHî en ince hasletlere kadar temizlenmesi, şaffaflaşmasıdır.
“ŞAKk-ı SADR” da budur.
Ondan sonra “YAKLAŞ!” Emrine göre yaklaşmak gerekmektedir.
Gıybet, hased, yalan, dedikodu, haram lokmanın yasaklanması buralara gitmek imkânına namzed kulu korumak içindir, konulmuştur.
O hâlde namazın kendisi =>Farzdır.
Şekli de =>Tâlim-i İlâhî ile Farzdır.
Vakitleri de farzdır. Vakit girmeden namaz farz olmaz.
Namaz, İnsÂNı tabiat, madde libasından soyar.
İmkân elbisesinden çıkarır.
Nâsut Zindanından azâd eder.
Namaz bütün ibâdetlerin envâ’ına şâmil bir Fihrist-i NURÂNî’dir. Kulun Dergâh-ı Uluhîyyetde kendi aczini ilân ettirir.
Ve Merhamet-i İlâhîye önünde SECDe ettirir.
Asıl NAMAZ =>İbâdet hâlinden AŞKk ile DUYarak, TADarak KILınan NAMAZdır.
Kıyamda işle meşgul, rükû’da hayali ile sücudda alavere ve dalaveresiyle meşgul olarak fizikî hâlde kılınan namaz değil... Namazda Ta’dil-i Erkân, Erkân-ı Mahsusası ile hakkını vermek olduğu gibi, enfüste Huzur-u İlâhîyeye girince Âlem-i Nâsuttan soyunmaktır.
NAMAZ =>DİNin Direği =>ALLAH’a YAKLAŞmanın Merdivenidir.
ALLAH’a muhatab =>İnsÂNdır.
Herhangi bir kimse Makam-ı Âdemîyyet’e ayak bastı mı, ona imân teklif olunur.
Yâni.: “Kimsin, nereden geldin, ne olacaksın, nereye götürüleceksin?.” denir.
Bu makama sahip olana “MÜ’MİN” derler.
Bu kâfi gelmez.
ALLAH, kulun inandığına teslim olmasını ister.
Teslim olur. İnanırsa =>İSLÂM OLUR.
“MÜ’MİN” başka “İSLÂM” başka dikkat et!..
HAKk’a teslim olmak demek =>“Elhamdu Lillahı Rabbi’l- Âlemîn!” Rütbe ve SIRRına varmak demektir..
Herhangi bir belâ karşısında kaşlarını çatmamak hünerdir.
Bu çok zor bir makamdır.
Makam-ı Teslimîyyettir.
Hazreti İbrahîm'in Makamıdır..
Şimdi senin söylediğin =>“Elhamdu Lillahı Rabbi’l- Âlemîn!”i bu ölçü ile ölç! Tart, bakalım ne kadar yaya, ne kadar yavan olduğunu anla!..
Emeklerin boşuna gitti gider!.
Kulun teslimîyyetini görünce Dâveti İlâhîye vâki’ olur.
İşte bu dâvete “NAMAZ” denir...
“Namazın Yarısı BENim İçin, Yarısı Kulum İçin” buyrulmuştur.
Tekbir alınır..
Kalben ve lisânendir. Burada el ile işâret vardır.
Bütün âza ile kıbleye teveccüh etmektir.
"FEVELLİ VECHEKE ŞADRAL MESCİDİL HARAM" emriyle
me’mur olduğundan sair âzasiyie de teveccüh ettiği gibi.
Adres-i İlâhî olan KIBLEye mütevveccih bulunarak.:
"Ya RABBî sen beni ahsen-i takvim SIRRına mazhar olarak halk ettin,
Beni kendine muhatap tuttun,
Ben de yüzümü senden gayrisine çevirmedim!
Zâlime, zulme, küfre, münafıka meyletmedim !
İnsÂNi veçhimi takdim ediyorum!" diye ellerini kulaklarına kaldırır Dünyâyı arkada bırakır.
Yüz çevresini ALLAH’a arz eder tekbir alır.
ALLAH’ın Büyüklüğünü ilan eder. "ALLAHÜ EKBER!"
"ALLAHU EKBER!" demek : "ALLAH" O büyük yok mu, işte O'nun şanını haykırıyorum demektir.
Tanrı uludur bu mânâda değildir...
Kâbe bir sûrettir.
Bütün melek cin ve mahlükâtın SECDe noktası...
Nûr-i İlâhînin esrar adesesi, bütün ilâhî feyz ve ışıkları bir noktada toplıyan ve yeryüzü perdesine aksettiren yerdir. Kâbe...
KıBLe =>Zâhirde =>BEYTULLAH..
KıBLe =>Hakikatte =>NûR-u MîM..
KıBLe =>SıRRda =>ALLAH celle celâlihu’dur.
"Namazda açılır perdeler ötenin ötesinde
Sûret-i Rahmân görünür Kâbe’nin perdesinde"
Namazda HAKk ile mülâkat, konuşma vardır.
NAMAZ =>Avam/ilimsiz halk için =>Huzur-u Bâri’dir.
NAMAZ =>Havâss için =>Uruc-u İlâhîdir..
Tekbirden sonra huzura girer.
Elini bağlar.
İftitah Tekbirinde el ile işâret vardır.
Sağ elini sol elinin bileğine halka yapar.
Sol el =>Amel-i Şeytan vasıtasıdır...
“Fenâ düşüncelerimi bağladım. Söz veriyorum. Şâhidim olsun!”
İşâret Parmağı şâhiddir.
“Belâ kâdirîne alâ en nusevviye benânehu”
Bu parmak vücûdda ALLAH’ın hesâbına çalışan ve O'nun İstihbarat Me’murudur.
Her işe “BESMELE” ile başladığı hâlde, namaza besmele ile başlanmaz.
İster huzurda, ister uructa olsun.
ALLAH ile aranda perde yoktur.
İnsÂN =>ALLAH İLEdir… MUSALLİ...
İsim ile başlamak burada edebe münafî olduğundan tesbih ve takdis ile başlanır.
İnsÂN ilmen, ahlaken kendisinden büyük bir ZÂT’a ismen hitâb etmez.
Ona lâyık bir sıfat arar....
“SUBHÂNEKE ALLAHÜMME VE BÎHAMDİKe” DUÂsı ile başlar.
Ba’dehu/ondan sonra Euzu besmele okunur.
Bu KIYAM =>Makam-ı Beşerîyyettir.
Biz, namaz kılarken bunların hiç birinden haberdâr değiliz.
Sebebi ise biz taklid olarak namaz kılıyoruz.
Yalnız Cenâb-ı ALLAH’ın Lütuf Kapısı büyük olduğundan:
Bunlar Ehl-i Hakîk’i takliden kapıya kadar gelmişler.
Kovmayın içeri alın!.
ALLAH’ın İltifâtından hissedâr olsunlar.
Amma, bunlar birinci sırada değillerdir...
“SUBHÂNE” ile =>Huzurda.: “Kulum buyur selâmını kabul ettim! Arzun nedir?” hitabı çıkar.
“Euzu Besmele” ile =>“Ya RABBî, beni fenâ düşüncelerden, şeytandan muhafaza buyur! Ma’ruzâtım vardır!.”
“Peki kulum. Koruyacağım!.”
“Şimdi İSMİNLe başlıyorum!.”
BesmeLe çekersin...
Bismillâhi’r- rahmâni’r- rahîm.
El hamdu lillâhi Rabbi’l- Âlemîn (âlemîne). Er RAHMÂNi’r- RAHÎM. Mâliki yevm’i-d dîn (dîne). İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn (nestaînu).:
Yâ ALLAH!. SENinle SANA ibâdet eder, SENin Kapından başka kapı çalmayız. İbâdetimiz CeNNet talebi değildir!" deyince,
Cenâb-ı HAKk.: “Lebbeyk!/Emret” der. “Ne istiyorsun kulum! İsteğine muntazırım!.” buyur.
Burası =>Dünyâ Makamıdır kul istediğini ister...
Sırat-ı Müstakîm =>Kur’ÂN-ı Azîm’i ister, Ahlâk-ı Resûlü ister, Tevhidi ister!.
Daha yüksek makamlar ister...
“O hâlde belini bük!. Oraya dimdik girilmez!.” Emri çıkar.
Kul belini büker.
Rükû’ye gider...
Perde açılır... Kudret-i ilâhîye görünmeye başlar...
O Azametin karşısında And/KuL gayr-i ihtiyarı “SUBHÂNe RABBiye’l- Azîm!.” demeye Başlar.
Gördüğü Azamet karşısında bunları söyler...
Biz Rükû’a bunları görmek değil “SUBHÂNe RABBiye’l- Azîm!.” demek için gideriz!.
“Efendim. Hoca efendi ben bunları göremiyorum!.”
Sen jimnastik yapıyorsun. Namaz kılmıyorsun ki...
“Sen bunları gördün mü?!”
Sana ne!..
Görmesem 48 senedir hayvan gibi yatar kalkar mıydım...
“Bana da öğret!.” dersen...
“Pek alâ” derim...
Kibrini, gururunu yere at... Gel!..
O zaman bir şey bildiğini zannediyorsun amma...
Sende hiçbir şey yok!
Yok olanlara söylüyorum. Kendini kandırıyorsun...
İslâmîyyette kibir yok... özür yok. =>TESLİMÎYYEt var!..
Namazda SECDe Penceresinden gören göz, ne güzel gözdür...
Görmeye lâyık olmıyan hâle gelmemiş göze de gözükmez.
“GÖRmediğim ALLAH’a SECDE Etmem!.” diyor Cenâb-ı Ali Keremullâhi vecheh...
İslâm olmak kolay. Hepimiz Müslümanız.
“Müslümanım!” demek güç...
Kendimizi ölçelim tartalım...
O zaman dilimiz dolaşmağa başlar...
KADIN =>Ellerini erkek gibi yukarı kaldırmaz.
“Ellerini aşağı çek!.
Aynı hukukta değilsin...
Ay hâllerinde huzura çıkamazsın...
Elini az aşağıdan tut!..
Göbek hizâsında ellerini bağlıyamazsın.
Bizzât bir şeye mâlik değilsin.
Gururlanmıyasın diye ellerini göğsüne bağla!..
HAYy Esmâsının =>TEZGÂHIsın.
Çocuğun Sâhibisi sen olmadığını bilirsin...
Bu işi gördüğünden sana FAZL Kapılarım daha çok açıktır!.
5 vakit namazını kılar, Müstakîm gidersin, erkekten 7 defa daha erken BANA kavuşabilirsin!.
Bundan dolayı =>Doğumda RÛHunu teslim edersen şehid olursun...
“Cennet anaların ayağı altındadır!.”
"Rükû’ ve SECDe =>Varlık Halkasını =>ALLAH Kapısına vurmaktır." Hadis.
Rükû’ da Birinci “SUBHÂNe RABBiye’l- Azîm!.”.. Azamet-i İlâhîye =>Efâl Kaydından münezzehtir.
Rükû’ da İkinci “SUBHÂNe RABBiye’l- Azîm!.”.. Azemet-i İlâhîye =>Itlak Kaydından münezzehtir..
Olduğuna delâlet eder.
Bundan sonra =>“Semi ALLAHu limen Hamîdeh!.”
ALLAH benim hamdimi işitti çok şükür...
Doğrulur...
“Kulum bu âlemde hiçtir.
Âlem-i Lâhuta çık bakalım...
“Saray-ı Lâ-Mekân”ı gezmek ister misin?..”
“Aman Yâ RABBî!.. İhsÂN buyur!.”
Oraya beli bükük girilemez.
HAKk’a yanaşmağa buradan başlar...
“Başını yere koy!.” Emri çıkar... Hakikat Perdesi açılır...
Birinci SECDe.:
Namaz ASLından ->Mahv ve Fâni olur.
Yâni CESEDden =>RÛH ayrılır. Beşerîyyetten kurtulur.
ALLAH Namına her şeyden soyunduğuna işârettir.
Kendine kendinden yakın olana yanaşmağa başlar...
ikinci SECDe.:
Vücûd Kokusu’ndan eser kalmaz...
Kendini HAKk’a terkettiğine, yok olduğuna işârettir.
Bundan sonra tamamen Perde-yi Hakikat açılır...
“SUBHÂNe RABBiye’l- ALÂ!” demeye başlar...
Birincisi =>Mertebe-yi Rububîyetten,
İkincisi =>Mertebe-yi Uluhîyyetten,
Üçüncüsü =>Her türlü Kuyudattan münezzeh olduğuna işâret ve isbattır.
İşte bu SECDe =>“İBÂDET SECDESİ” dir.
SECDelerin en makbulü, İnd-i İlâhî’de en SEVİLENidir. Bunda RİZÂ gizlidir.
Hazreti Âdeme yapılan Secde başkadır. “Tâzim-i Tahiyyat Secde”sidir.
Birinci KA’DE/oturuş =>ALLAH’a SEYRe işârettir.
Beşerîyyetten soyunup VÂHDETe SEYR vardır.
SEYRde KESRET olmadığından yalnız “Etehiyyât” okunur.
İkinci KA’DE/oturuş =>VAHDETten KESRETe rücû’/dönüş olmakla Efendimize SALÂVÂt mevcûddur.
Mi’râcdan dönüş kendindeki ”NÛR-u MiM”yyedir.
Salâvât.. Haaa unutma!..
Namaz tamam olur.
Kesret Âlemine girilir ve =>SELÂM verilir...
Mi’râc bir ÂN’da =>"Turfetü’L-AYN” içinde olmuştur.
Burak.: Burak “yıldırım” kelimesinden müştakktır.
Sen de NAMAZda bir ÂN’da bu Mi’râcı =>RÛHunla yaparsın...
Gaflette olursan, bu Mi’râcdan haberin olmaz...
Çünkü bir ÂN olması =>Tahammül edemez İnsÂN, şimşek çakar gibi bir ÂN dadır.
Musallinin/Nasmaz kılanın mi’râca hürmetsizliği, yâni habersiz olması İnsÂNı =>Ta’dil-i Erkan ile Mukayyed kılmıştır.
Bundan dolayı haberin olmaz Mi’râcdan...
ALLAH’ın HUZURU’ndan ayrıldığı için.: “ALLAHümme ente’s-SELÂM ve minke’s- SELÂM. Tebârekte YÂ ze’L- CELÂLİ ve’L-İKRÂM!” söylenir...
Yâni.: "Yâ ALLAH SELÂM SENİN İsmindir, İsmin SENden sudur eder.
Her İkrâm ve İhsÂN ile mütecelî ve senden gayri yoktur!."
Bunu ANLAyanLar =>Huve’L-EVVEL ->Huve’L-ÂHİR ->Huve’L-ZÂHİR Huve’L- BÂTIN SIRRInın Mânâsına aşma olur.
Namazı hakkıyla kılanlar, bu hâlleri zevk edenler, birinci sınıf mü’minlerdir.
Biz onları taklid ediyoruz!.
ALLAH’ın Rahmeti vâs’ olduğundan, bizim takliden yaptığımız şu ibâdetimizde de elimizi boş çevirerek göndermez.
Defteri amalimize bir-şeyler yazılır.
Bunu Cenâb-ı HAKk bildiği için, Ta’dil-i Erkânı da Tâlim ile Farz kılmıştır.
Hiç olmazsa, hareketi, yatıp kalkmayı doğru yapsınlar diye...
Namazın Hakikatına vasıl olup, zevken kılanlar ondan ayrılmak istemezler...
Hazreti Ali Efendimiz, almış olduğu yaranın tedâvisinde yarasına el sürülse çok vecağ/acı-sızı duyuyordu.
Kendisini tedâvi edecek Cerraha.: “Beni namaz masasında ameliyat yapınız, orada huzuru izzette zevke daldığım zaman hiçbir şeyden haberim olmaz!.” buyurmuştur.
Nerede biz?!..
Henüz pirenin ısırmasından haberdâr olur ->çifte atarız...
Verilen şeye rağbet edenin nâsibi yoktur.
Rağbet ->Verilen şeye değil =>Onu VERENedir.
Dikkat et bu lâfa... Günlerce oku!.. Düşün hele!..
Doğruluk ve İbâdet Ehli, öyle bir deryadadır ki, dalgaları onları döğer, onlarda RABBlerine boğulanlar gibi yalvarır ve kurtuluş isterler...
“Sana hizmet edeyim, beni irşad eyle!.” dediler ona...
“ALLAH’a hizmet et!.
Yoksa yaklaşmak istemiyor musun?.”
Nedir onun bunun peşinden koşar durursun!.
Bir damla bal, bir gemi ziftinin getiremiyeceği sineği toplar...
Namazı kılmıyan mü’mindir amma...
Resûlü Ekrem’i ancak dürbünle seyreder, müslümanlar arasındadır.
Tamamiyle terkederse küfre girer.
Namaz için iskat yaparlar.
Olmaz!. Onbin defa olmaz!.
Namaz Borcunu hiçbir şey ödemez!.
Çünkü, NAMAZ =>İnsÂN OLmanın ŞÜKRÜdür.
Resûlü Ekrem kendi arzusu ile mi’râc yapmadı, HAKk’ın Emriyle Mi’râca götürüldü.
“Namaz =>Mi’râcdır!.” buyrulmuştur.
Te’kid.: Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma. * Üsteleme. Bir iş için evvelce yazılan bir yazıyı tekrarlama..
Tâ’lim.: Öğretmek. Yetiştirmek. Alıştırmak. Belli etmek. İdman.
Zimmet.: Himayeyi te'min eden ittifak. * Borç. * Alâkalı. * Uhde. * Vicdan. * Mes'uliyet. * Üst. Üstte olan şey. * Koruma zorunda kalma..
Ukba.: Âhiret, öbür dünya, bâki olan âlem. * Cezâ.
FazL.: Âlimlere yakışır olgunluk. * İmân, cömertlik, İhsÂN, kerem, ilim, ma'rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet. * Artmak. * Artık..
ADL.: HAKkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk. * Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek..
El Ganiyyü.: Herşey'e sahib olup, hiçbir cihetle kimseye ihtiyacı olmayan Ganî-yi Mutlak (celle celâluhu). Başkalarına muhtaç olmayıp mutlak zengin olan; varlığında, sıfat, esmâ, fiil ve eşyâlarında ihtiyaçtan münezzeh olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Levvâme.: (Levvâme) Levm ve itâbedici. Zemmeden, çekiştiren, dedikodu yapan. Serzenişte bulunan. Başa kakan, paylayan.
ŞAKK.: Yarık, çatlak. Yarılma, çatlama. * Yırtma. Kırma.
SADIR.: Sadr. Kalb, göğüs, ön.
Muntazır.: Bekleyen. Gözleyen. Birisinin gelmesini bekleyen.
Müştakk.: (Müştak) (Şakk. dan) Gr: Başka kelimeden ayrılmış, başka kelimeden çıkmış, türemiş. * İştikak etmiş, aralarında mâna ve terkib ciheti ile münâsebet; siga ciheti ile mugâyeret olmak üzere diğer kelimeden ihraç olunmuş kelime..
Tavassut.: Vasıtalık. * İyi ile kötü arasında mu'tedil olanını almak.. Ara bulma için araya girmek. Aracılık. Vasıtalık. * İyi ile kötü arasında mu'tedil olanını almak..
Ta’dil-i Erkan.: Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : "SECDeyi sükunetle yerine getirmek ve iki SECDe arasında "Sübhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rükû’'dan sonraki kıyamda sükunet üzere olmak ve namazın bütün DUÂlarını dikkatle okumak. Namazın her rüknünü yerine getirmek, acele ile kılmamak" gibi.
Tafsil.: Etraflı olarak bildirmek. * Açıklamak, şerh ve beyan etmek. İzah etmek..
Ünsiyet.: Alışkanlık, dostluk. Birlikte düşüp kalkmak. Ahbablık..
Makarr.: (Karar. dan) Karar yeri. Karargâh. Kararlı yer. Merkez. Pâyitaht.
Nev’î.: Nev'e ait, çeşit ile alâkalı.
Şâibe.: Leke, kir. * Süprüntü. Pislik. * Kusur. Noksan. Hata. Eksiklik..
Haslet.: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
SADR.: Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. * Kalb, göğüs, ön.
ŞAKk.: Yarık, çatlak. Yarılma, çatlama. * Yırtma. Kırma.
Namzed.: (Nâm-zed) f. İsteyen veya istenilen kimse. * Sözlü. Nişanlı. * Bir vazifeye tayin edilmesini isteyen veya istenilen kişi. Aday..
Nâsut.: İnsÂNlık. İnsÂNlar ve onlarla alâkalı şeyler..
Şâmil.: Çevreleyen, içine alan, ihtivâ eden, kaplayan. * Çok şeye birden örtü ve zarf olan. * Fazla şeyleri veya kimseleri ilgilendiren.
Bari’.: Bir kalıptan döker gibi, düzgün, tertipli ve güzel yaratan. Aza ve cihâzatları birbirine mütenasip ve kâinattaki umumî nizama ve gâyelere uygun ve münasebettar olarak halkeden Cenâb-ı HAKk (c.c.)
Avam.: Halktan ilmi irfanı kıt olan kimse. Okuyup yazması az olan. Fakirler sınıfından. * Tas : Hakikata tam erememiş, tevhidin derin hakikatlarından haberi olmayan. * Halkın ekserîyyeti..
Havâss.: (Hâss - Hâssa. c.) Hâslar. Hâssalar. Keyfiyetler. Hususlar. * Dindarlık ve doğruluğu ile, ilmiyle âmil olup mâneviyat mertebelerinde yükselmekle makbul ve muteber olan zatlar. * Zenginler sınıfı. * Kur'ÂNî ve manevî sırlara ve hususlara vâkıf bulunan, ilim, ibadet, tâat ve takva yolunda yükselerek mümtaz olan Evliyâullah. Herkesin hürmet ettiği büyük zevât. * Manevî te'sir için okunan DUÂlar..
Münafî.: Zıt, uymaz, aksi, aykırı. Mugayir ve muhalif olan..
Ba’dehu.: Ondan sonra..
İltifât.: Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek. * Dikkat, itina.
Ma’ruzât.: (Ma'ruz. c.) Arz olunanlar. Arzedilenler, takdim edilenler. Küçükten büyüğe bildirilenler..
Muntazır.: Bekleyen. Gözleyen. Birisinin gelmesini bekleyen.
Itlak.: Salıvermek. Bırakmak. Koyuvermek. Serbest bırakmak. Serbest olup her tarafta bulunmak. Cezadan kurtarmak. * Boşama. Boşanma. Afvetmek.(...Elbette mutlak ve muhit olan o ef'âlde iştirak muhaldir. İmkânı yoktur. Evet, ıtlakın mahiyeti iştirake zıddır. Çünkü, ıtlakın mânası, hatta mütenahi ve maddi ve mahdut bir şeyde dahi olsa, yine istilâkârane ve istiklâldarane etrafa, her yere yayılır, intişar eder. Meselâ: Hava ve ziya ve nur ve hararet, hatta su, ıtlaka mazhar olsalar, her tarafa yayılırlar. Ş.)
Mahv.: Harab olma. Yıkılma. Ortadan kalkma. Çökme. Bozulma. * Tas: Beşeri noksanlıklardan kurtuluş hâli..
Veca’.: Sızı, ağrı, acı. Ağrıyıp acımak..
El Ganiyyü celle celâlihu.:
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ
“Bismillâhi’r- rahmâni’r- rahîm. El hamdu lillâhi Rabbi’l- Âlemîn (âlemîne). Er RAHMÂNi’r- RAHÎM (rahîmi). Mâliki yevmi’d- dîn (dîne). İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn (nestaînu). İhdina’s- sırâte’l- mustakîm (mustakîme). Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayri’l- magdûbi aleyhim ve lâ’d- dâllîn(dâllîne).: RAHMÂN ve RAHÎM olan ALLAH'ın İsmi ile. Hamd, âlemlerin RABBi olan ALLAH'adır. RAHMÂN'dır, RAHÎM'dir. Dîn Gününün Mâlikidir.
(ALLAH'ım!) Yalnız SANA kul oluruz ve yalnız SENden İSTİANE isteriz (meded umarız).. Hidâyet eyle bizi doğru yola, O yol (Sırat-ı Mustakîm) ki; üzerlerine ni’met verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gazâb duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (ALLAH'a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.” (Fâtiha 1/1-7)
حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُوا لِلّهِ قَانِتِينَ
"Hafizu ale’s- salevati ve’s- salati’l- vüsta ve kumu lillahi kânitîn.: Namazlara ve orta namaza devam edin. ALLAH'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın." (Bakara 2/238)
أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
"Elem neşrah leke sadrek.: Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?" (İnşirah 94/1)
وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ
"Ve ila RABBike ferğab.: Ve yalnız RABBine yönel.” (İnşirah 94/8)
وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُوا مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
“Ve iz cealnel beyte mesâbetel li’n- nasi ve emna, vettehizu mim mekâmi İbrahîme müsalla, ve ahidna ila İbrahîme ve ismaiyle en tahhira veytiye li’t- taifine ve’l- akifine ve’r- rukkei’s- sücud.: Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) İnsÂNlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahîm'in Makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahîm ve İsmail'e.: “Tavaf edenler, ibadete kapananlar, Rükû’ ve SECDe edenler için Evim'i temiz tutun!” diye emretmiştik.” (Bakara 2/125)
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ
فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ
“Felemma beleğa meahüs sa'ye kale ya büneyye inni era fi’l- menami enni ezbehuke fenzur maza tera kale ya ebetif'al ma tü'meru setecidüni in şaellahü mine’s- sabirin. Felemma eslema ve tellehu li’l- cebin.: Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince.: “Yavrucuğum! Rüyâda seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?” dedi. O da cevaben.: “Babacığım! Emr olunduğun şeyi yap. İnşALLAH beni sabredenlerden bulursun!” dedi. Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca:" (Sâffât 37/103)
قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاء فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوِهَكُمْ شَطْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
“Kad nerâ tekâllube vechike fî’s- semâi, fe le nuvelliyenneke kıbleten terdâhâ, fe velli vecheke şatra’l- mescidi’l- harâm (harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum şatrah (şatrahu), ve innellezîne ûtû’l- kitâbe le ya’lemûne ennehu’l- hakku min rabbihim ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ya’melûn (ya’melûne).: BİZ, senin (İlâhi Emri bekleyerek), yüzünü göğe çevirdiğini görüyorduk. Artık mutlaka seni razı (hoşnut) olacağın KIBLEye döndüreceğiz. Bundan sonra yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve siz nerede olursanız (namazda) yüzlerinizi o yöne çevirin. Ve muhakkak ki kendilerine kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir hak (gerçek) olduğunu elbette bilirler. ALLAH onların yaptıklarından habersiz değildir.//(Ey MuhaMMed!) BİZ senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir KIBLEye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, Ehl-i Kitab, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. ALLAH onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara 2/144)
بَلَى قَادِرِينَ عَلَى أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ
“Belâ kâdirîne alâ en nusevviye benâneh (nehu).: Hayır, BİZ, o’nun parmak uçlarını bile yeniden düzenlemeye KÂDiRiz.” (Kıyâmet 75/4)
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ
“Fe lemmâ belega meahu’s- sa’ye kâle yâ buneyye innî erâ fî’l- menâmi ennî ezbehuke fanzur mâzâ terâ, kâle yâ ebetif’al mâ tû’meru setecidunî inşâallâhu mine’s- sâbirîn (sâbirîne).: (Çocuk) Onun yanında koşma (ve hafiften iş tutma) çağına eriştiğinde (Hz. İbrahim oğluna.:.) "Yavrucuğum," dedi. "Ben rüyâmda seni boğazlayıp (kurban ettiğimi görüyorum, şimdi bak düşün); görüşün nedir? (Söyle!)" Dedi ki (oğlu İsmail).: "Babacığım, emr olunduğun şeyi yap. İnşaallah, beni sabredenlerden bulacaksın." (Sâffât 37/102)
كَلَّا لَا تُطِعْهُ وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ*
“Kellâ, lâ tutı’hu vescud vakterib. (Secde Âyeti).: Hayır! Ona uyma! ALLAH'a secde et ve (yalnızca O'na) yaklaş!.” (Alak 96/19)
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
“Utlu mâ ûhıye ileyke mine’l- kitâbi ve ekımı’s- salât (salâte), inne’s- salâte tenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munker (munkeri), ve le zikrullâhi ekber (ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn (tasneûne).: (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitâb'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. ALLAH'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. ALLAH yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)
Ebû Hüreyre radiyallahu anhu.: “Dostum bana üç şeyi tavsiye etti: Her ay üç gün oruç tutmamı, kuşluk vakti iki rekât namaz kılmamı ve uyumadan önce vitir namazını kılmamı.” dedi.
(Buhârî, Savm, 60; Müslim, Müsâfirîn, 85)
Ebu’d-Derdâ radiyallahu anhu.: "Habibim (dostum) bana üç şeyi tavsiye etti ki yaşadığım müddetçe bunları bırakmayacağım: Her ay üç gün oruç tutmamı, kuşluk vaktinde iki rekât namaz kılmamı ve vitir namazını kılmadan uyumamamı tavsiye etti.” dedi.
(Müslim, Müsâfirîn, 86)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Her ay üç gün oruç tutmak, bütün ömrü oruçla geçirmek gibidir." buyurmuştur.
(Abdullah b. Amr b. el-Âs radiyallahu anhu’dan; Buhârî, Savm, 59; Müslim, Sıyâm, 193, 197)
Muâze el-Adeviyye radiyallahu anha.:
“Resûlullah, her ay üç gün oruç tutar mıydı?” diye Âişe’ye sordum.
“Evet” dedi.
“Ayın hangi günlerinde oruç tutardı?” dedim.
“Ayın hangi günleri olduğuna bakmaksızın oruç tutardı.” dedi.
(Müslim, Sıyâm, 194)
Ebû Zer radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ayda üç gün oruç tutacaksan, ayın on üçüncü, on dördüncü, on beşinci günlerinde tut!” buyurdu.
(Tirmizî, Savm, 54)
Katâde b. Milhân radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, dolunaylı günlerde yani her ayın on üç, on dört, on beşinci günlerinde oruç tutmamızı isterdi.” demiştir.
(Ebû Dâvûd, Sıyâm, 68)
İbn Abbâs radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem evinde de olsa yolculukta da olsa, dolunaylı günleri oruçsuz geçirmezdi.” demişitir.
(Nesâî, Sıyâm, 70)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Namaz mü'minin mi'râcıdır." buyurmuştur.
(el-Munavî, Feyzu’l-Kadir, 1/497; el-Kari, Şerhu’l-Mişkat, 2/523; el-Alusi, 6/361; Razî, 1/226; Suyutî (ve ğayruhu), Şerhu süneni İbn Mâce, Keratişi, ts, 1/31.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Namaz, dinin direğidir.” buyurmuştur.
(Tirmizî, İman 8.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Namaz, mü’minin miracı ve cennetin anahtarıdır.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Taharet 3.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur.” buyurmuştur.
(Beyhekî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Namazı kasten terk eden kâfirdir.” buyurmuştur.
(Taberânî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Namaz kılmayanın Müslümanlığı yoktur.” buyurmuştur.
(Bezzâr.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Namaz kılmayanın diğer amellerini ALLAHu TeALÂ kabul etmez. Tevbe edinceye kadar da ALLAH'ın Himâyesinden uzak olur.” buyurmuştur.
(İsfehânî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Beş vakit namazı terk eden, ALLAH'ın Hıfz ve Emânından mahrum olur.” buyurmuştur.
(İbni Mâce.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Doğum yaparken veya lohusa iken ölen kadın şehîddir.” buyurmuştur.
(Ebu Davûd, Cenâiz, 14.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hâmile iken, doğururken veya lohusa iken ölen müslüman kadın şehîddir.” buyurmuştur.
(Taberanî.)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
LÂ MEKAN I
LÂ MEKAN...
MEKÂN...
ZAMAN...
VAKİT...
MÜDDET...
SALÂT-EZÂN-TERAVİH-SALÂVÂT.:
"İnsanlar, EZÂN okumaktaki ecir ve sevâbı bilseler, her birisi.: “Ben okuyacağım!” diyerek kılıç ile vuruşurlar!” H. Şerif.
Namaza başlamadan ve namaz vakitlerinde “EZÂN” okunur.
EZÂN, lugatta isimdir.
Te'zin.: Okumak vakit bildirmek mânâsına gelir.
Müezzin.: Fâiline, okuyana denir.
EZÂN.: Arabça bir kelimedir. EZÂN eski tâbiriyle lafz-ı arabî ile âkülden sudur-u rahmettir.
Okuyanın bâliğ olması şart değildir.
Sıfat-ı Şer’iyyesi.: EZÂN, Sünnet-i Müekkededir.
Medine-yi Münevverede meşru’ olmuştur. Hicretin ikinci senesindedir.
Evvelce "Es salât! Es salât!.: Namaza! Namaza!.” diye nidâ ederlerdi.
Câmiye giren müezzin kâmet getiriyor, imam kâim oluncaya kadar oturmak lâzımdır.
Ayakta durmamalıdır. Aksi mekruhtur.
Mekruh, câmi içinde büyük hürmetsizliktir.
Günâha karşı ayna tutmağa benzer.
“İnsanlar, EZÂN okumaktaki ecri sevâbı bilseler, her birisi ben okuyacağım diyerek kılıç ile vuruşurlar" Hadis-i Şerif..
Burada kısa olarak Cenâze Namazına temas edelim.
Cenâze Namazı Hazret-i İnsanın kıymetini bildirir.
Rûha kılınır, CeSeDe değil.
Yâni Nazargâh-ı İlâhî olan kalbin hizâsında durulur.
Hemen söyliyelim =>Herkesin Cenâze Namazı kılınmaz!.
Resûlü Ekrem Efendimize Taraf-ı İlâhîden ilham ile emir gelmiştir.
Bir sahabenin ölümünde Resûlü Ekrem karşısına alarak ayakta kılmıştır.
Tek başına ondan sonra meşru’ olmuştur.
“Münâfıkların Namazını kılma!. Ve cenâzelerini kabre kadar teşyi etme!."
Hayatta olanlara Cenâze Namazı kılınmaz.
Zirâ nefesleri bâkidir, ölümden sonra kılınır, ölüm Âlem-i Fenâya işârettir.
Cenâze Namazı RûHa kılınır, onun için Cenâze Namazının;
Yarısı tenzihidir. Yarısı tesbihidir.
Rükû’ ve sücud onda yoktur.
Mürtedin, müşrikin, münâfıkın Cenâze Namazı kılınmaz.
Cenâze Namazında EZÂN okunmaz...
Cenâze Namazı yalnız İslâm Dinindedir. Diğer gelmiş geçmiş dinlerde yoktur.
Kur’ÂN-ı Kerimde Cenâze Namazı için sârih bir âyet yoktur. Hicretin 9 uncu senesinde meşru’ olmuştur.
Farz-ı Kifâyedir.
Cenâze Namazı DUÂdır.
Cenâzenin yanında başkası olmazsa, tek kişi olursa o kimseye Farz-ı Ayın olur.
Cemaat şart değildir. Kadın da kılar.
Yalnız kıldığında : Selâm verileceği zaman niyet edilir.
Sağdaki ve soldaki Hafaza Meleklerine sonra ilk defâ sağa ve sola selâm verilir...
1-) Hafaza melekleri nedir? Neyi hıfzederler?
RûH Levhten ayrılıp anne rahmine geldiği zaman iki yavru melek ile birlikte gelir.
2-) Niçin ilk defâ sağa selâm verilir ?
Hafaza Melekleri;
İnsanda bulunan ilâhî emanetin cüz'i irâde ile fenâ kullanmağa kul gitmesin.
Haramdan, fenâlıktan uzaklaşsın diye insanı ikaz edip doğru yola sevkeden, fenâ ile kötüyü ayırmayı akla ilham eden hususî meleklerdir.
Namaz kılan bir insan, vehleten doğru yola devâm eden fenâlıklardan kaçan bir insan olarak kabul edilir ve düşünülür. Bundan dolayı namaz kılan mü’minin Hafaza Meleklerine selâm ve teşekkürüdür.
Cemaatla kılınan namazda ise evvelâ İmama sonra en sağdaki mü’mine tekrar İmama en soldaki mü’mine selâm niyetle selâm verilir.
Bu sûretle bütün cemaatin Hafaza Meleklerine birlikte teşekkür edilmiş olur.
Sağdaki melek cana ait “HAYy Esmâsı”nın hadimidir.
Soldaki melek RÛHun hadimidir.
Sağ âhirete, tekrar dirilecek CeSeDdeki “HAYy”a...
Sol dünyâya, aynı zamanda selâmıdır.
Bir nev’î dünyâda imtihan geçiren RûHa selâmdır.
Hepsi birlikte CeSeDin RûHa, RûHun CeSeDe karşılıklı selâmıdır.
Topraktan halk olunan CeSeDi temiz tutmak, alındığı gibi geri vermek niyetinde olan CeSeDin HAYy ile birlikte toprağa götürüleceğine dâir olan vefânın daima bozulmadığını burada RûH ilân ediyor demektir.
Bundan dolayı RûHun emrinde olan CeSeDin temiz olmasından dolayı namaz mi’râcdır.
CeSeDin tamamiyle her türlü şaibeden uzak tutulmasından CeSeDe bir ikram verilir...
O da namazda, RûHla birlikte mi’râca Tadil-i Erkân ile iştirâk eder ki Tadil-i Erkân da farzdır.
Mi’râcda Resûlü Ekrem Kudüs’e kadar CeSeDle teşrif etmişlerdir.
Onun için CeSeDin son haddinde temizlenmesi neticesi de CeSeDe => Tayy-i mekân vâcib olur, mümkündür demektir.
Velîlerin Tayy-i mekân etmeleri bundan mümkündür.
Ve haktır...
Burada birâz düşünmek için her İslâmın bildiği bir şeyi tekrarlamak isteriz, fakat birâz bunun üzerinde fikir yürütmek gerek...
İbâdet, nefsin zâhirinin meşguliyetidir.
Teravih Namazı, Ramazan Ayının sünnetidir. Orucun değil...
Teravih Namazı “oruca” bağlı değildir.
Terhîva.: Huzurla oturuş...
Tervih.: Beklemek...
Teravih oradan gelir, teravih 20 rekattir. Teravih sünnettir.
Cemaatle kılındığı gibi yalnız da kılınır.
Resûlü Ekrem hiç çorap giymemişlerdir. Bu sıhhî bakımdandır.
Yalnız mânevî tarafında Resulü Ekrem'e ait bir hürmet gizlidir.
Teravih Namazını çıplak ayakla kılmakta büyük bir SIRR gizlenmiştir.
Resûlün sünnet olarak buyurduğu teravihe hürmettir, tâzimdir.
Teravihte "salli alâ MuhaMMed" söylendiği zaman burada salâvat getirmek farzdır.
Teravih sünnettir. Cemaatle kılınır ve bundan dolayı Resûle hürmeten NûRuna salât getirilir.
Devâmlı olarak "salli alâ MuhaMMed" demek de doğru değildir.
ALLAH’ı ve melekleri tesbihlerinden alıkoymak vardır burada Dikkat et!..
Zirâ, “NûR-i MuhaMMediye salât edin!” demektir.
Namazda olan bir insana.: “Seni acele telefondan istiyorlar!” diyerek Namazı bozmasına benzer bu iş.
Teravih 20 rekattır.
Şimdi, Günlük namazlarda 20 rekattır.
FARZ Olan Namazlar.:
Sabah Namazı ->2 (Müekkede)
Öğle Namazı ->4 (Müekkede)
İkindi Namazı ->4 (Müekkede)
Akşam Namazı ->3 (Müekkede)
Yatsı Namazı ->4 (Müekkede)
Vitr ->3
TopLaM =>20 Rekat..
SÜNNET Olan Namazlar.:
Sabah Namazı ->2 (Müekkede)
Öğle Namazı ->6 (Müekkede)
İkindi Namazı ->4 (Gayri Müekkede)
Akşam Namazı ->2 (Müekkede)
Yatsı Namazı ->6 (2 Müekkede + 4 Müekkede)
TopLaM =>20 Rekat..
3 de VİTİR vardır.
SÜNNET de İlâhî Emrin hikmeti gizlidir.
Sünnet, vahyin devâmıdır. Resûle itaatin derecesi ölçülüyor...
Namazların farz bakımından bir kısmı 4 rekat bir kısmı 2 rekat, bir kısmı 3 rekattır. Bunlar 3 cinstir.
4 Rekatlı Namazlarda, İlk iki rekatı kesrete işârettir. Zammı Sûre okunur.
Son iki rekatı vahdetten kesrete işârettir.
MüSALLİ namaz kılan, burada her türlü dünyâ işlerinden soyunduğu için hafi gizli okunur. RABBinde yok olmuştur.
Fatiha burada kâfi gelir. Zammı sûreye lüzum yoktur.
Öğle, İkindi namazları Gündüz Namazıdır.
Diğer 3 vakit salât-ı leyl dir.
Gündüz geceyi, gece de gündüzü aradığı için...
Mertebe-yi Bâtın =>Zâhir olmak için Mertebe-yi Zâhiri arar. Mertebe-yi Zâhir =>AsLı olan Mertebe-yi Bâtını ister.
"Tohumdan zâhir olan ağaç ortaya çıktı mı tohum kaybolur bâtın olur.
Ağaç gayeye vasıl olunca meyve verince tekrar bâtını aradığından tohum yarar onda gizlenir!."
"İnsan bâtından zâhir olmak için dünyâya gelmiştir. Bâtını aradığından dünyâyı terkederek göçer bâtın olur."
Zâhir namazları, Öğle, İkindi Namazları bunu talep ettiğinden kıraatleri gizli ve bâtın olur..
Diğer 3 vakit Akşam, Yatsı, Sabah Namazları ise Gece Namazları olduğundan zuhuru ararlar. Ve ona işâreten kıraatleri cehrî ve zâhir olur.
Akşam Namazı =>Mevsimin sonu âhirete doğru gidiş...
Mahlukat ve insanın akıbetini, dünyânın kıyamet ihtidasında harabiyetini ihtar eder..
Yatsı Namazı =>Gündüz âleminin bütün asarının siyah kefenle örtülmüş Kahhâr Sıfatının tasarrufunu ilân eder.
Bir âyette : “Her namazı kılınız hele ikindi namazını sıkı muhafaza ediniz!” buyrulmasında büyük incelikler vardır...
Öğle Namazı =>Sırf zâhiri,
Yatsı Namazı =>Sırf bâtınî olup edâya dahi vakit geniş olduğundan farzdan sonra 2 şer rekat sünnet kılınır.
Sünnet Namazları =>ALLAH’a KURBîYYET içindir.
Bazı UREFÂ Akşam Namazından evvel Sünnet Namaz kılarlar. Farzın kazası vardır. Sünnetin kazası yoktur.
Amma Fetevâ-yı Hindîyye’de şöyle bir işâret vardır :
“Farzın kazası, vâcibin kazası, sünnetin kazası vardır.” denilmiştir...
Sünnet Namazları,Talib-i Vâhid olduğundan hem zammı sûre ve hem de hafi okunur.
Vakt-i mahsus ile edâsı yoktur. Farz Namazlara tabidir.
Namazda konuşmak. ağızla bir şey çiğnemek. Namazın aslını bozar.
Yâni, Mi’râciyetini Tadil-i Erkân yerinde yapılmış ise Tadil-i Erkân bozulmaz. Zirâ, Tadil-i Erkan CeSeDe ait bir farzdır.
Resûlü Ekrem =>Mekke’den Kudüs’e kadar “Abd/KuL” olarak RûH ve CeSeDle birlikte teşrif etmişlerdir.
Öte tarafı hakkında konuşma yapılmaz. Bir yay boyu kadar yanaştılar.
İnsan fânidir. Tanrı olamaz.
Bundan dolayı teşrifleri bir yay boyu kadar yanaşmıştır.
Sidretü’l- Müntehâya geldikleri zaman,
Cebrâil.: “Buradan öteye ben geçemem Yâ Resûlullah!” demişlerdir.
Artık aşikâr olarak Huzur-u ilâhiyeye, senli ve benli kalmaları için geçmek Cebrâil'in edebinin dışındadır.
Ondan dolayı.: “Ben geçemem yanarım!” demişlerdir.
RûHan diğer Peygamberler mi’râc yapmışlardır.
CeSeDen Mi’râc =>Yalnız "RESÛLÜ EKREM"e müyesser olmuştur. RABBi’l-Âlemîn, Habîbine öyle murad ve ihsan buyurmuştur.
Namazda olan bir mü’min RûHan mi’râcda demektir.
Namazda konuşursa birşey çiğner, yerse,
Konuşmak, yemek CeSeDde vâki’ olduğundan mi’râca CeSeDi de iştirâk ettirmiş olur. Resûlü Ekremi taklid olur.
Cebrâil ile geçemediği yerden edeb dışı bir hareket yapmış olur insan...
Bu hata bir cezâ-yı müstelzim olmadığından ancak namaz bozulur, iadesi icâb eder.
Hatta imamla namaz kılarken aşikâr okumalarda, imamın yanlış okuması veya unutması hâlinde arkadan cemaat içinden söylemek de câiz değildir.
İmam bu gibi hâllerde hemen rükû’a varmak için “ALLAHU EKBER!” der.
Namaza devâm eder.
Efendim “söylenir!” diye islami kitaplarda kayıt var, diyeceksiniz...
Bunu bizde biliyoruz amma...
Söylenmez efendim işte o kadar!..
Siz isterseniz söylersiniz.
HAKk önünde mi’râca kabul edilen bir mü’minin gâyet edebli olması meselesidir.
Bu münâkaşa olur olmaz meselesi değildir.
Daha birâz işi derinleştirirsek o zaman namaz bile kılamazsın...
Namazlar oluyor olmuyor diye de bir şey söylemiyoruz.
Hakiki Mi’râc olan Namazı anlatıyoruz.
Kıldığımız namazlar, o da gayret edersek ancak Tadil-i Erkân olarak CeSeD Namazlarıdır.
O da açık söylemek lâzımsa bir abdest alıp yatıp kalkıyoruz o kadar...
Kabul oluyor mu, olmuyor mu hakkında söz söylemek yetki ve kudretimiz de yoktur.
Zirâ, bid’at, münâkaşayı öğrenmedik... Bilmeyiz de...
Ya dikkat edersin. Yahut bildiğin gibi hareket edersin.
Tepişmeden birşey çıkmaz.
Biz, derin durgun sular gibiyiz...
Mülâyim, halim, sessiz, namsız, nişânsız, rütbesiz, makamsız bir kuluz...
Kaynarsak dibten kaynarız.
Bir damlamız buhar olursa gemileri yürütürüz.
Bir damlamız donarsa koskoca kayayı çatlatırız...
"Sakın Şahs-ıHâlim’in gazâbından,
Zira yumuşak huylu atın çiftesi pektir!."
Resûlü Ekrem bir gün ashabına namaz kıldırıyordu.
Okuduğu sûrenin bir âyetini terketmişti.
Namazdan sonra cemaata sordu.: “Ben ne okudum?” Cemaat sustu.
Ubeyye Radiyallahu anh.: “Falanı okudun, falanı terkettin yâ Resûlullah!” dedi.
Resûlü Ekrem.: “Namaza gelip saflarını tamamlayıp Peygamberi arasında bulunan kavimlere ne oldu. Hangi sûrenin okunduğunu bilmiyorlar.
Dikkatli olun İsrâil oğullarına ve onların yoluna sapmayınız...
ALLAH Mûsâ'ya bildirdi.:
Huzura varıyorlar bedenleriyle lisanlarını bana veriyorlar.
Ve fakat kalbleriyle uzaklaşıyorlar.
Yaptıklarının nasıl olduğunu bilsinler!..”
Sabah Akşam, Yatsı Farzlarında Kirâat =>Cehridir yâni âşikâr okunur.
Diğer Öğle Ve İkindi Namazlarında gizlidir.
Niçin?.
Sebepsiz değildir.Sebebini söyledim.
Bu namazlarda da cehrî idi.
Fakat Resûlü Ekrem, Öğle ile Vusta Namazını yâni İkindini hakiki olarak sonraları emretmiştir.
Sünnetlerde imam meselesi mevzu’u bahis olmadığından her şahsın kendine âidiyeti itibariyle okuma hakkıdır.
Namaz; Azizler, idman değildir. Yatmak kalkmak hiç değildir.
“Emrolundu diye yapıyorum!” deme...
“Resûlü Ekremin arkasından mi’râca gitmek HAKk’a kavuşmak zevk ve neş'esine varmak için kılıyorum!” demelidir.
Cennete gireceğim hülyaları, cehennem azâbından korkma endişeleriyle kılınan namaz ne mi’râcdır, ne namazdır, o idman bile değildir.
İsmi de yoktur...
Kötü bir harekette ister namaz içinde olsun.
Geçmiş namaz, oruçlar ibâdetler sarsılır.
Bütün haramlarda yapılan ibâdetler sarsılır.
Bu hâlde olanlar ibâdetlerini bile tekrar kaza edemezler.
Haram yemek, ne sûretle olursa olsun...
Gıybet, iftirâ, yetim malı yemek...
Bu hâllerde insanın geçmiş namazları ve oruçları ve ibâdetleri sarsılır, bozulur.
Bazı hâllerde bunları insan kaza bile edemez...
Çok dikkatli olmak lâzımdır.
Sünnet-i Resûlden ayrılmak derece derece, harama doğru gider.
Haram para ile veya mübadele ile alınmış bir gömlek, yâni vücude değen gömlek veya iç çamaşırı “40 gün Namazın kabulünü ref’ eder.”
Ondan sonra ne olur, 40 gün bilâ özür namaz kılmıyan küfre girer Küfür de olanın Namazı kabul olunmaz..
"Namaz gidince din ve islam yoktur. Ve bizimle kâfir ve müşrikler arasındaki fark namazı terktir!” Hadis.
ALLAH’a ve peygambere şek şüphesiz inanan kimse emirleri yapmaz, yasakları terk etmezse o kimse İslâm değildir.
Bizden bildirmek, sizden düşünmek gerek, ALLAH HAKkı için söylediklerimiz de doğrudur.
Sözlerimizin hepsi 5 vakit Namazı kılanlara aittir.
Yalan bilmeyen, dedikodu yapmıyan, gıybet etmiyen, midesinde haram bulunmıyan ALLAH Resûlünün emirlerini yapan kullara söylüyorum.
Namaz kılmıyanlara sözümüz yoktur.
Onları tenkid etmiyoruz. Hakir görmüyoruz. Buna hak ve selâhiyetimiz yok.
HAKk’ın yarattığı insanlardaki süslerin, HAKk’ın verdiği güzelliklerin, nasıl ortaya çıkacağı ve yarın HAKk’ın huzurunda utanmamamız ve rizâsına kavuşmak için yolları haykırıyoruz. İnsanın bir beşeri ve bir de ilâhî tarafı vardır.
Beşeri tarafını tamamiyle silip, ilâhî tarafı ile görünmek hünerine vasıl olursa insan, o insana “Mutasavvıf” ismi verilebilir.
Bu Âlim =>VeLîdir.
Tasavvuf da =>Onun yaşadığı HÂLdir.
Bu hâl lafla, kitapla anlatılamaz!.
Nebîlik, Resûlullah'ın Dünyâ Hayatındaki tavrı, RûHu mübârekleri CeSeD-i Muallâlarında bulunduğu zaman...
Resûlullah, Âlem-i Mânâya teşrif ettikten sonra, Nebîlik =>Velâyet Makamına izin ile çevrilmiştir.
İşte bu makamı işgal eden =>“VELΔdir...
Namaz =>Mi’râcda doğrudan doğruya Resûl’e emrolunmuştur. Sonra âyet ile te’kid edilmiştir. Hicretten 13 ay evvel.
Abdest =>Abdest Medine’de âyet ile emrolunmuştur.
Gusül =>Resûlü Ekrem abdest emrolunmadan evvel namazdan evvel ellerini yıkar, ağzını yıkardı.
“Eski peygamberler böyle yapardı.” buyurmuştur.
Buna ittibâen misvak kullanmak sonradan kendilerine farz olmuştur.
Bu bir nev’î eski peygamberlerin fiillerini tasdik demektir.
Cenâze Namazı =>Cenâze Namazı Medine'de meşru’ olmuştur.
9 uncu Hicri senesinde, Farz-ı Kifâyedir.
Âyet olmadığı hâlde niçin farzdır ve niçin kifâyedir. Bu ne demektir?
Teyemmüm =>Hepsi İslâm Dininde vardır.
Diğer Dinlerin hiç birinde bunlar yoktur.
Diğer Peygamberlerin haberleri hep.:
“Tek tanrının kullarısınız.
İnsanlar kardeştir.
Birbirinizi seviniz.
Çalışınız.
Fenâlık yapmayınız.
Yalan söylemeyiniz!.”
Salât onlarda =>DUÂ idi.
Hatta Resûlü Ekrem, Peygamberlik gelmeden gusül yaptı mı, var mıydı bilmiyoruz. Uydurma rivâyetlerin kıymeti yoktur.
ALLAH’ın yanında sizin kıymetinizi aramayın!.
ALLAH’ın sizin yanınızdaki kıymetini ölçün!..
O zaman kendi kıymetinizi anlarsınız!..
ALLAH’tan ayrılmayan insanın fotoğrafını kudret makinası çekmiştir.
Arş’da onu seyretmeye gayret et!..
Arş’ın Penceresi, kalbin gönül kısmındadır. O aralıktan bakmaya çalış!..
Tevhide girmeye savaş! Ama çok güçtür.
Tevhid, bire girip kaybolmadır. Vâhid’de Ahad’ı bulmadır.
Görüneni görmede hüner yoktur.
Görülemeyeni görmede hüner vardır.
Görülemeyen âlemin, maddî âlemdeki eşyada tel tel titreşimlerini ve işâretlerini sezenlere selâm olsun...
Dışa ehemmiyet verip yürüyenler birşeylerini bilerek veya bilmeyerek gizlemek için uğraşanlar.
Bu iç ve dış dengesini muhafaza etmek isterseniz hiç olmazsa dürbin ile içinizi seyrediniz.
Buna muvaffak olursanız dürbini atınız...
Mahmut Sebuktekin, Bastamî'nin mezârını ziyarete gitmiş... mezâr başında bir derviş görmüş...
Dervişe, Bastamî ne söylemiştir.
Derviş.: "Beni göreni cehennem ateşi yakmaz Sultanım!.” demiştir.
Sebuktekin.: “Bu söz doğru değildir. Çünki Ebu Cehil, Peygamberi gördüğü hâlde cehenneme yuvarlandı... Bastamî bu sözü nasıl söyler!.”
Derviş gözlerini tavazu’ ile yere eğerek.: “Evet Sultanım doğrudur. Ebu Cehil, Peygamberi Abdülmuttalibin yetimi olarak gördü. Peygamber olarak görseydi akibeti böyle olmazdı!.” der..
Gönlü derin bilgi kapılarına açık insanlara söylüyoruz, bunları maddî ölçülerle ölçmek mümkün değildir.
Bunları kurcalamak bir çocuğun oyuncağını bozduğu gibi, kurcalamak olur ki, bunun sonu ifâde, ve anlamdan yoksun olmağa kişiyi götürür.
İç Âlemini maddeye sığdırmaya çabalamak doğru değildir.
Bu hâl el ile tutulamayan hava gibi lüzumlu ve insan gönlüne lâzım bir şeyin kaybolduğunun delilidir.
“Görmez misin! İşitmezmisin!” demiyoruz dikkat et!
Görmek ve işitmek arasında fark var.
Biz birşey söylüyoruz nedenini düşün hele.
Hem içeriden üfülerken ses çıkaran hem de içe çekme olmadan. Kamıştan çıkan nağmeleri...
Gaflet ve ALLAHtan uzak kalma şemsiyesini başından kaldır... İnsan ALLAH'ın yanındaki kıymetini kat'iyen aramamalıdır. ALLAH'ın sizin yanınızdaki kıymetini ölçün!
O zaman kendi insan kıymetinizi anlarsınız...
İslâmda küfür =>Hakikati örtmek ve perdelemektir.
Bu işleri beş duygu ile veya tasavvurları ile anlamağa çalıştığı zaman insan açık veya gizli putperest durumuna düşer.. "İnsanda zâhir olduğum kadar hiçbirşeyde zuhur etmedim.” Hadis-i Kudsî'de HAKk bildiriyor...
O hâlde ALLAH'ın cilvesinden korkmalıdır.
Birçok mubah gibi görünen hareketler ve gıdalar vardır ki zâhiri, ALLAH'ın bir ikramıdır. Bâtını ise imtihandır..
Hallaç idam edilirken HAKk’a şöyle DUÂ ediyordu :
«İdamımı isteyenleri ve seyre gelenleri affeyle!..
Bana açtığın SIRRları onlara da açsan veya onlardan gizlediğin şeyleri benden de gizlesen bu hâl başıma gelmezdi!”
İnsan kendi değerinin, kıymetini ALLAH'ın sesine kulak verdiği zaman anlar. İnsan çok büyük şerefli bir mahluktur.
Amma.. Amması var!.
Bunu söyleyemem!.
Hepimiz utancımızdan yerlere girmek için kaçarız.
Söylemem dedim.
Evet. Öyle meseleler vardır ki inanılmadığı takdirde insan kâfir olur.
İnsanda bir kalb vardır. RûH vardır. SıR vardır.
Hafi vardır. Ihvâ vardır.
Bu “LÂ İLÂHe İLLâ ALLAH”da gizlidir.
“Bununla insan TEVHİDe girer!” demişlerdir.
TEVHİD demek =>"Vâhid" de =>"Ahad"ı BULma.
BİR’e girip kaybolmadır...
O "BİRin" selâmı üzerinize olsun!..
Her meydana çıkıp zuhur eden şey'in aslı, sırrı o zuhur eden şey'in içinde kalandır.
Bu sözü çok düşünmek gerekir...
Bazı sözler vardır. Akla sorarsan akıl hâlledemez.
Bu gibi şeyleri başka türlü konuşmak gerek...
Bütün kâinat HAKk’ın Güç ve Kudretlerinin görünüşüdür.
Bu güçlerde HAKk’ın görünüşüdür.
İlim ile inanç arasında ince bir çizgi vardır.
İnsan mânâ duvarlarını aşıp öteye geçmek fıtratında yaratılmıştır.
İnsan aradığının ASLını =>İç Âleminde görebilir...
Her tohumda bir orman gizlidir.
Tohumda ormanı görmelidir.
Bu ormana ve gizlendiği yere balta ile girmemelidir.
Kendinde tanımadığın çok Ulvî Bir Dost taşıyorsun.
ALLAH Kudret ve Güçleriyle insanın görülmeyen içinde Âdemiyyet Hamulesine sarılmıştır.
Fakat bunu BİLen çok azdır.
Onu BİLen=>Ölümden, İhtiyarlıktan, Izdırabdan kurtulmuştur.
Çünki ölümün, ihtiyarlığın, ızdırâbın ne olduğunu öğrenmiştir. Biliyor demektir.
İnsan Rahîm ve Rahmân Gözüyle bakıp yek diğerini sevseydi HAKk’ın Cenneti dünyâdan görülürdü.
Bu ince sırları bilmeyenler, bilmek istemeyenler, kibir içindedirler.
Zâlimdirler.
İnsanlık asırlardır bu gibilerinin körlüğü yüzünden, derdi, ızdırâbı, açlığı, huzursuzluğu kendinden ayrılmaz bir arkadaş yapmıştır.
Bundan dolayı insanlar güvenmenin ne olduğunu unutmuşlardır. Bugün...
Fakat ALLAH, her yerde bütün güçleriyle hazır ve nazırdır.
Onsuz boş mekân yoktur.
Görünür görünmez hepsi bu güçlerin görünüşüdür.
Güçler de HAKk’ın görünüşüdür.
“Şah damarından size yakınım.” HAKk Kelâmı bu demektir.
HAKk herşeyden kudreti ile herşeye yakındır demektir.
Bu yakınlığı perdeleyen NEFStir.
Ulemâ NEFSleri mertebe mertebe târif etmiştir.
Nefs-i levvâme.
“Her NEFS ölümü tadacaktır.”
Nefsin kaldıramadığı yükü ALLAH teklif etmez.
Bunlar hangi NEFSlerdir. Bunları bilmek ve ayırmak lâzımdır.
Kendi nefsini suçlayan insanı şâhid tutarım.
Her NEFS ölümü tadacaktır.
Burada “zâika” lafzı tad’dır.
O hâlde ölümde bir tad, bir zevk var demektir.
NEFS =>İslâm Lügatından başka bir dilde yoktur.
NEFS denilen insana bitişiktir. Gölgesinden insana daha yakındır.
Âdeta insanın içindedir, insanın kendisidir.
Lügat mânâsı, birşeyin zâtı, aynı fakat o değil.
Aynada insan kendini görür, fakat o görünen değildir.
ALLAH ile Kulun Âdemiyeti arasında en büyük perde NEFStir. Nefsini bilen rabbını bilir.
Haramlar, yasaklar bu perdeyi kaldırmak için kula bahş edilen imkânlardır. Çârelerdir.
Günâh =>HAKk’ın emirlerine muvafık olmayan ameller. Burada amel ne demektir onu bilmek gerekir.
Haram =>Şer'an memnu olan şey. Helâlin zıddı. .
Küfür =>Vahdâniyyet ve Nübüvveti inkâr, îmanın zıddı.
Bir şeyi nefse mal eden iddiacıdır. Küfre kadar uzar.
NEFSi insanın bütününden süzmek, ayırmak, çıkarmak için düşüncede, fikirde NEFSi şahıslandırmak gerekir...
RûHun zıddı olmaktan çıkıncaya kadar NEFSle mücâdele lâzımdır.
Herşey ALLAH ile Kâimdir.
Herşey O’na karşı yoklukta...
Herşey ALLAH ile beraber yoğrulmuş, kudretleriyle, güçleriyle bütün kâinâtta...
Cenâb-ı ALLAH bunlardan hissedilebilecek ve idrak olunamayacak bir anda insanı kudretleriyle, güçleriyle terkeder.
Bu ÂN ALLAH’ın insana en yakın olduğu andır ki, o varlığın ölüm ÂNıdır.
Bunu Kıyamet Sûresinde bildirmektedir.
Hiçbir ressamın çizemediği, hiç bir fikrin tasvir edemiyeceği, hiçbir RûHiyatçının tahlil edemeyeceği bu an HAKk tarafından Kıyamet Sûresinde âdeta görünmektedir.
Bu ÂN en büyük merasimin yapıldığı dakikadır diyelim.
Azrâil, RûHa refâkat için teşrif eder.
Bu ÂN çok tatlı bir ÂNdır.
Her NEFS ölümün zâikasını tadacaktır.
Tatmak zâika lafzı ile bildirilmiştir.
Zâika, zevke müteallik bir lafızdır.
İnsanın asıl kıymetinin anlaşıldığı ÂNdır.
Aslına, vatanına, yaratıcısına kavuşmaktır.
Bütün akılların idrak edemiyeceği ALLAH Sırrının çözüm noktasıdır burası.
CeSeDde ondan sonra süsleriyle bir taze yaprağın yavaş yavaş sararıp, kuruyup, çürüyüp aslına varması gibi, CeSeD de toprakta erimeye gider.
Bütün yapraklar toprağa doğru düşerler, havaya doğru yükselmezler.
Yalnız bütün ağaçların yaprakları göğe bakar.
Yere düşerken de yine yüzü göğe doğru olarak düşerler.
Resûl-ü Ekrem'in şehâdet parmakları ile "EL Refik-i Alâ" demeleri bunun izharıdır.
İmanlı gitmek bunu evvelce imanlı olarak idrak etmiş, küçük bir şüphesi olan insanın hakikati yavaş yavaş anlayarak idrak etmesidir.
Şeytanın kandırması tamamiyle zâikayı acı dert bilenlerin akıbetinde görülür.
Ölümü de yokluk bilenlerin akibetinde vâki’ olur.
Şeytan RûHa Mûsâllat olmaz. NEFSe Mûsâllat olur.
NEFS ile RûHu ayıranlara şeytan yanaşamaz.
Ölüm Perde.
Âhiret Perde.
Cennet Perde.
Cehennem Perde.
Dünyâ Perde.
CeSeD Perde.
Güzel Haberler Perde.
Sözler Perde!.
Kime Perde?
Kimi gizliyor bu perdeler, Yetmişbin perde?..
HAKk bu kâinatı, herşeyi görünür, görünmez her varlığı çift yarattı.
Müsbet. Menfi,
Dişi, Erkek,
Hayır ve Şer,
Hayat ve Ölüm de kudretini bu zıtların birleşmesinde izhar etti.
Dişi erkek birleşmesinin altında HAYy Kudreti gizli.
Canlılar, nebatlar bu birleşmenin altında gizli.
Bu perdeler o kadar yakın ki bu yakınlık uzaklığı doğurur. Sonsuzluğa kadar uzuyor. Sonsuzlukta bu yakınlıktan daha yakın. Kâinatta herşeye...
Şiddetle zâhir olduğundan bu zuhur HAKk’ın Perdesidir...
“Lenterâni.: BENi göremezsin".
“Lenerâ.: BEN görünmem!” demiyor.. O hâlde düşün!..
“BEN, herşeyde zâhirim. VARım.
Yalnız insanda zâhir olduğum kadar hiç bir şeyde zâhir olmadım.”
Hülâsa.: “Ben görünmem!” diyor.
O hâlde Perdelerin ne olduğunu anladınız mı?
"Görünmemezlik =>Asıl Perde".
Dünyâda senin haberin olmadan ALLAH İsmi sana daima yoldaş, senden ayrılmaz.
Âdeme secde emrolundu meleklere...
Secdeyi emredene secde ediliyor. Bu secdede perdedir.
HAKk bu perdeyi yapmak için, insanı topraktan halk etti.
Meleklerin hocası şeytan secde etmedi.
Bu bütün perdelerin en gizli ve büyük perdesi.
Şeytan deyip geçme!
HAKk’ın büyük SIRRını gizliyor ve ilân ediyor.
Âhiretde, cennetde, cehennemde artık şeytan yok...
Söz edilmiyor.
Vazife bitti. Şeytan =>ASLına döndü!.
Neyi ki ALLAH zannediyorsun o zannettiğin şey ALLAH’a perdedir. Şeytan dedikodu etmez ve bilmez.
Meleklerde bu hâl yoktur...
ALLAH ötelerin, ötelerin sonu gelmez ötelerin ötesindedir.
Bu öte o kadar yakındır ki, aralık yoktur.
Gözle görülemiyecek ve akıl ile düşünebilecek mesafeden daha yakındır.
ALLAH lügatta "Yoktan var eden" demektir.
Bu zıtları birleştiren kudrettir...
Aklın durduğu ve kıpırdamaz olduğu bu noktada sonsuz kudrettir ki ALLAH'tır.
“ALLAHU EKBER!” diyoruz.
Bu “ALLAH büyük!” demek değildir.
“ALLAH =>İşte O büyük. Herşeyi muhit olan, yalnız O vardır!” demektir.
ALLAH'ı, kendi kudret ve akıl seviyene indirmeğe savaşma.
Sence birleştirilmesi muhal olan bu tezâdı, bu zıtları önceden birleştirilemez zannediyorsun.
ALLAH herşeyi takdir eder, cebr etmez.
Bütün SIRR bu noktadadır.
ALLAH’ın bu takdiri =>Kaza ve Kader ile bildirilir.
Kaza ve Kader olmasa insan hiç bir şeye muktedir olamaz.
Müsbet/+ ve Menfi/- elektrik kutuplar birleşmeden ziyâ olmaz.
Basitlerin basiti târif, izâh işte budur.
ALLAH, mahlukun herşeyin ne yapacağını önceden bilir.
Bu bilginin belirttiği çizgiler =>Kaderdir.
Akla bundan başka birşey söylenemez.
ALLAH, kulunu muhtar yaratmıştır.
Hem de önceden bunları muhit olduğu gibi akıl almaz tezâdı birleştiren Kudrettir.
Resûl-ü Ekrem zamanında kendilerine hiç kimse i’tikadi meselelerle, ALLAH'ın Sıfatları hakkında sual sormamıştır.
İtikadi meseleler başıboş felsefî fikirle izâh edilemez.
Bunu düşünmek bile İslâmda küfürdür.
SALÂVÂT.:
Salât =>Arapçadır Mastardır. DUÂ, mağfiret, rahmet mânâlarını taşır...
Salâvât, ikinci hicri yılda emrolunmuş.
“Ben ve meleklerim nebîye salâvât getiriyoruz, sizde getirin.”
Bu Âyet-i Kerimeye göre Resûle Salâvât getirmek farzdır.
Buradaki salâvât =>Resûlün yaratıldığı NûRadır.
Yâni HAKk, NûRunun, kudretinin, güçlerinin hakikatini bildiren Resûlde tecellî eder. Risâlettir.
Resûlü Ekrem de, bu NûRa salâvât getirirlerdi. Şahıslarına değil. Taşıdıkları Mir-i Risâlete...
CeSeDleri bu NûRun ma’kesi olan mekandaki varlığı kul olarak. Nebîlik bu NûRun icâblarını izhar ve tebliğ ettikleri müddet.
RûHları her iki lâmekan ile mekânı kelâm ile birleştiren HAKk’ın NûRunun makesi.
Bunların cümlesi HAKk’ın Namına olması. Resûlullah =>HAKk’ın Elçisi olmasıdır.
Bunların böyle olduğunun “Delil, Burhan, Âyet” isbatcısı mu’cizeleridir.
Şakkı’l- Kamer, Fevkalâde gösterdiği bütün akılları durduran mu’cizeleridir.
Şakkı’l- Sadır, üzerinde bulut gitmesi, Mi’râc, bunlar mu’cize değildir.
Kur’ÂN-ı Kerim mu’cize değildir =>ALLAH Kelâmıdır.
Bütün bunlar =>Peygamber OLduğunun delilidir.
Selâvat da =>CeSeDlerine, NûRlarına, Nebîliğine, taşıdıği NûRa yapılır.
NûRlarına salâvatı kendileri getirirler.
Diğerleri ona iman edenlerin getirecekleri salâvatlardır ki bunlar Peygamberimizin üzerine olan hakkını kaza etmektedir.
Essalâtu vesselâm...
HAKk’ın Mağfireti ve Selâmı
Yâni CENÂB-ı ALLAH'ın Melâikeleriyle getirdiği salât var ya O =>
Aleyke=>SANA OLsun.
Yâ RESÛLULLAH... ALLAH'ın Mağfireti ve Rahmeti SANA OLsun!” demektir.
“ALLAHümme!. Yâ RABBî! SALLi =>DUÂ et! Mağfiret et! Rahmet gönder!.” Bu =>EMİRdir.
Alâ =>O’na.
KİME?,
=> “M”e.
SALLİ ALÂ “M” =>O’na EDİN!.
Yâni “M” =>Bunu derhâl yapmak lâzımdır.
BU TARZ FARZDIR. TEHİR EDİLMEZ!
Bu Erham “M” =>Terham aLâ “M” demektir.
“ALLAHÜMME SALLİ ALÂ ÂL-i “M”in Kendisine mağfiret et!" demektir.
ÂL =>Arapçada kendisi demektir.
Meselâ ÂL-i MÛSÂ =>MÛSÂ'nın Kendisi.
ÂL-i “M” ise =>EhL-i Beyt aleyhumusselâmdır..
ALLAHÜMME SALLİ ALÂ “M”.. Bu salâvat =>NûRu’na. ARŞ’a.
Ve ALÂ AL-i “M” =>NûRu’na, NûRu taşıyan KENDİSİne.
ALLAHÜMME SALLİ ALÂ SEYYÎDÎNA ve NEBÎYYENÂ “M” =>Resûlün Kendisine, Nebîliğine, NûRuna.
Bazı Salâvat-ı Şerifelere de devâm Şefâat-i Resûle mazhariyeti hazırlar..
Şimdi birçok misâller verelim.
Üzerinde tahlil ederek mânâlarını anlamağa çalışınız.:
Es SALÂTU VESSELÂMİ ALEYK YÂ RESÛLLULLAH..
(Ey ALLAH’ın ResûLü)
YÂ HABÎBALLAH (Ey ALLAH’ın SEVgiLisi)
YÂ HALÎLULLAH (Ey ALLAH’ın Sadık Dostu)
YÂ NEBİYALLAH (Ey ALLAH’ın Nebîsi, HAKk’ın NûRuna ma’kes/yansıtıcı olan)
YÂ NÛRu’L-ARŞULLAH (Ey ALLAH’ın ARŞının NûRundan yaratılan NûR)
YÂ RÛHu’L-CESEDi’L- KEVNEYN (Ey Âlem-i Cismâniyle, RûHanînin NûRunu AKSeden CeSeDî)
YÂ AYNe’L- HAYATi’d- DAREYN (Ey Dünyâ ve Âhiretin Hayatının görünen gözü)
YÂ RESÛL-ü RABBİ’L-ÂLEMÎN (Ey Âlemlerin RABBinin Resûlü)
Bir çok salâvât-ı şerifeler bildirilmiştir.
Bunlar içinde Resûlü Ekrem'in RûHanîyetinden mu’cizevî bir şekilde temas mümkündür.
Velî'lerde görülen birçok kerâmetlerin bu gibi Salâvat-ı Şerife ile mümkün olduğunu büyükler söylemişlerdir..
Bu Salâvat-ı Şerifenin hangisi olduğu hakkında Hakiki Mürşidler telmihen müridlerine bildirir iseler de bu bir nev’î mürşidin o müride bu husustaki iznidir.
Eğer o mürid, bunu haketmiş ise o müride Rical-i Gayb tarafından ya doğrudan doğruya veya rüyâda bildirilir..
EZÂN.: Namaza dâvet ve Vahdaniyet-i İlâhîyyeyi ve Hakaik-ı İslâmiyyeyi âleme, kâinata ilân etmek için minare ve emsali mahallerde edilen nidâ. Kamet getirmek. * Bildirmek..
Te'zin.: Ezân okutma. * Bağırıp ilân etme..
Müezzin.: (c.: Müezzinîn) Ezân okuyan.
Sudur.: Olma, meydana gelme. Sâdır olma. * (Sadr. c.) Göğüsler, sadırlar..
Bâliğ.: (Bâliğa) Yetişmiş. Olgun yaşına gelmiş. Aklı kemal bulmuş, erişmiş, varmış..
Meşru’.: Doğru. Hak. Şeriatın kabul ettiği. Haram ve yanlış olmayan.
Kâim.: Ayakta duran. Mevcut. Baki. * Vaktini ibadetle geçiren..
Mekruh.: İğrenç, nahoş görülen şey. * Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi caiz olmayan iş. * Mihnet. Şiddet..
Sarih.: Açık, belirli âşikâr. Sâf ve hâlis olan..
Teşyi.: Uğurlamak. Gideni selâmetlemek. Yolcu etmek. * Cesaretlendirmek.
Tenzih.: Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Cenâb-ı HAKk'ı her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek. * Kabahati yok olduğu anlaşılmak ve onu ifâde etmek.
Tesbih.: Sübhânallah demek. Cenâb-ı HAKk'ı şânına lâyık ifâdelerle yâdetmek. Yâni: ALLAH'ın zâtında, sıfatında ve ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifâde etmektir. (Bak: Sübhan)
Farz-ı Ayın.: Herkesin yapmaya mecbur olduğu farz. Namaz kılmak, yalan söylememek, imân etmek, oruç tutmak gibi.
Cüz'i irâde.: İradeden bir cüz. ALLAH tarafından insana verilen irâde. (Bak: İrâde)
İkaz.: Uyandırmak. Gafletten kurtarmak. Tenbih.
Hafaza.: (Hâfız. c.) Muhafızlar. Muhafız melekler.
Hadim.: (Hidmet. den) (c.: Huddâm) Hademe, hizmetçi, hizmet eden, işe yarayan. * İmân ve İslâmiye'te ve millete faydalı olmağa çalışan..
Kurbiyyet.: Yakınlık kazanmak. Yakınlık. Bir şeye kendi gayretiyle yakınlaşmak.
Urefâ.: (Ârif. c.) İrfan sâhibi kimseler. (Bak: İrfan)
Müstelzim.: Lüzumlu, gerektiren. Mucib ve sebep. Bais olan. Bir şeyin lüzumunu deruhde eden.
Bid’a.: (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler. * Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler. Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet (toplum) hayatındaki ilişkilerde, terbiye ve ahlâk kurallarında, ibadet hayatında yani dinin hükmettiği her sahada, dine uygun olmayan şekiller, tarzlar, kurallar, âdet ve alışkanlıklardır ki, insanı sapıklığa götürür. Din âlimleri tarafından din namına beğenilen ve dinle ilgili yeni icad ve hükümlere bid'a-yı hasene; beğenilmeyip tasvib görmeyenlere de bid'a-yı seyyie denilmektedir.
Ref’.: Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. * Lağvetme, hükümsüz birâkma. * Gr: Arapça bir kelimenin sonunu merfu' (ötreli) okumak.
Muallâ.: Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek.
Teşrif.: Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. * Bir yere buyurmak.
Te’kid.: Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma. * Üsteleme. Bir iş için evvelce yazılan bir yazıyı tekrarlama.
Farz-ı kifâye.: Bir kısım müslümanların yapması ile diğerlerinin günâhtan kurtuldukları farz. Cenâze Namazı kılmak gibi.
Ulvî.: (Ulviye) Yüksek, yüce. * Manevî ve göğe mensub.
Ulemâ.: (Âlim. c.) Âlimler. Osmanlı devrinde yüksek ilim ve fıkıh âlimleri. İlmiye mensubları.
Şakki’l- kamer.: Ayın iki parça olması mu'cizesi. (Kur'ÂN-ı Kerimin Nass-ı Kat'isi ile de sâbit olan ve mütevâtir olarak da bilinen Peygamberimiz Hazret-i MuhaMMed Aleyhissalâtü Vesselâmın parmağının işâreti ile ayın iki parçaya ayrıldığı hadisesi ki, büyük mu'cizelerindendir.)
Ma’kes.: Akis yeri. Akseden yer. (Ayna güneşin ma'kesi olduğu gibi.).
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanlar ezân okumanın ve namazda birinci safta bulunmanın ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, sonra bunları yapabilmek için kur’a çekmek zorunda kalsalardı kur’a çekerlerdi. Şâyet câmide cemaate erken yetişmenin ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, birbirleriyle yarışa girerlerdi. Eğer Yatsı Namazı ile Sabah Namazındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek ve sürünerek de olsa bu iki namaza gelirlerdi.” buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Buhârî, Ezân 9, 32, Şehâdât 30; Müslim, Salât 129. Ayrıca bk. Tirmizî, Mevâkît 52; Nesâî, Mevâkît 22, Ezân 31)
Büreyde radıyallahu anh’den; rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bizimle onlar arasındaki ayırıcı temel unsur namazdır. Namazı terk eden kimse küfre düşer.” buyurmuştur.
(Büreyde radıyallahu anh’den;Tirmizî, Îmân 9. Ayrıca bk. Nesâî, Salât 8; İbni Mâce, İkâmet 77)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Men arefe nefsehu =>fekad arefe RABBehu.: Nefsini/Kendini TANıyan/BİLen => RABB ’ini TANır/BİLir.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfu’l-Hâfâ, II, 236.)
حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ
“Hâfizû alâ’s- salavâti ve’s- salâti’l- vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn (kânitîne).: Salâvât'a (ALLAH'tan gelen Nûrlara, namazlara) ve Salât-ı Vusta’ya/orta namaza hafîz olun (koruyun, bu namaza kesintisiz devam edin). Ve kalkın, ALLAH için kânitin olun (ALLAH'ın huzurunda huşû’ içinde ve saygı ile uzun süre durun)!” (Bakara 2/238)
وَإِذَا نَادَيْتُمْ إِلَى الصَّلاَةِ اتَّخَذُوهَا هُزُوًا وَلَعِبًا ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَعْقِلُونَ
“Ve izâ nâdeytum ile’s- salâtittehazûhâ huzuven ve leıbâ (leıben) zâlike bi ennehum kavmun lâ ya’kılûn (ya’kılûne).: Onlar, siz birbirinizi namaza çağırdığınızda onu alay ve oyun (konusu) edinirler. Bu, gerçekten onların akıl erdirmeyen bir topluluk olmalarındandır.” (Mâide 5/58)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِي لِلصَّلَاةِ مِن يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ nûdiye li’s- salâti min yevmi’l- cumuati fes’av ilâ zikrillâhi ve zerûl bey’a, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).: Ey iman edenler! Cuma günü namaza nidâ olunduğu zaman (çağrıldığınız zaman) hemen ALLAH'ın Zikrine koşun ve alışverişi bırakın. İşte bu, sizin için daha hayırlıdır, keşke bilseniz.” (Cumâ 62/9)
وَلاَ تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِّنْهُم مَّاتَ أَبَدًا وَلاَ تَقُمْ عَلَىَ قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُواْ وَهُمْ فَاسِقُونَ
“Ve lâ tusalli alâ ehadin minhum mâte ebeden ve lâ tekum alâ kabrihi, innehum keferû billâhi ve resûlihî ve mâtû ve hum fâsikûn (fâsikûne).: Onlardan ölen bir kimsenin üzerine, namazı ebediyyen (hiçbir zaman) kılma ve onun kabri başında durma. Çünkü onlar, ALLAH'ı ve O'nun Resûl'ünü inkâr ettiler ve onlar fâsık(lar) olarak öldüler.” (Tevbe 9/84)
ALLAHu zü’L- CeLÂL’imiz =>NaHNu AKREB!. MERKEZde.:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve lekad halakne'l-insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve NaHNu AKREBu ileyhi min habli'l-verîdi.: Andolsun, insanı BİZ yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. BİZ o’na şahdamarından daha YAKINız/AKREBiz/Akraba..” (Kâf 50/16)
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
“Kullu nefsin zâikatu’l- mevti summe ileynâ turceûn (turceûne).: Her can ölümü tadacaktır. Sonunda BİZe döndürüleceksiniz. ” (Ankebût 29/57)
إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
“İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ (teslîmen).: Şüphesiz, ALLAH ve Melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de O’na salât edin ve tam bir teslimiyetle ona selâm verin!.” (Ahzâb 33/56)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
NÛR
BAŞ GÖZÜ.
KALB GÖZÜ
GÖNÜL GÖZÜ.
NÛR.:
Baş Gözü, El Basîr Esmâsının Kudretiyle, eşyâyı mekânda gören gözlerdir.
Bu görmede ziyâya ihtiyaç vardır.
Ziyâsız da görürler.
Uykuda, rüyada görmeler yine aynı gözlerle vâki’dir.
Amma Gönül Gözüne bu ÂNda biraz yanaşır. Bundan dolayı görür.
Uyanık iken Gönül Gözü de bazen görür.
Mekânda olan eşyâyı röntgen gibi her zerresini gören gözler de Gönül Gözleridir.
Baş Gözü ikidir =>Tek görür.
Gönül Gözü ikidir =>Tek görür.
Zaman ve mekân dışı, mesafe mefhumu olmadan, Baş Gözünün görmediği, görülmeyeni gören gözlerde Kalb Gözüdür.
Kalb Gözü birdir, her cihetten, zaman ve mekânda, fakat bunların dışındakileri görür.
Kalb Gözü, ziyâ, mekan ve zaman, bu göz için yoktur.
Aynı Baş Gözü ile kalbe bakar, oranın perdesinde görür, o ÂNda zaman ve mekân yoktur.
Mesafe, uzaklık, yakınlık yoktur.
Yanında imiş gibi bütün, her ciheti görüp, hatta konuşup yanında imiş gibi...
Tayy-i Mekân,
Tayy-i Dil,
Tayy-i Kelâm,
Tayy-i Renk,
Tayy-i Koku,
Tayy-i cesed ->mümkün olur..
Radyo ->Tayy-i Ses.
Televizyon ->Tayy-i Sûret,
Renkli Televizyon ->Tayy-i Renk.. Âletlerini insan kafası buldu..
Bu İlâhî Kanunların fizikî sûrette tecellî ettiren isbatlarıdır.
Bir insan bir ÂNda veya bir eşy bir aÂNda, dünyanın bir ucundan diğer ucuna gidebilir.
Belkis’in tahtının bir ÂNda Hadramut’tan Kudüs’e gelmesi...
Bir Velî bir ÂNda burada iken, çok uzaklara ruhen olduğu gibi ceseden de Tayy-i mekân eder.
Binlerce kilometre uzakta olan diğer biri ile, yan yana imiş gibi konuşur ve birbirlerini görebilirler.
Veyahut bütün mevcudîyyeti ile yek diğerinin yanına gidebilirler.
Bunu yapabilenler, her istediği eşyâyı veya şahsı da Tayy-i Mekân ettirebilirler.
Bazan bunlar sûretlerini gösterirler.
Aynı zamÂNda yüzlerce yerde görünebilirler.
"NÛR-u Resûlullah"
NÛR =>İLâHî NÛRun ->ZÂTULLÂHdan aksetmiş, Rahîm Sıfatına bürünerek Tahammül Hududuna girmiş şeklidir. Ziyâ değildir.
Rahîm, tatlı İlâhî bir NESNEdir.
İşte bu NÛRu Tahammül Hududuna indiren Resûlü Ekreme =>"Rahmeten li’l- âlemîn" denilmiştir.
NÛR =>ALLAH’ın ZÂTI’’nın ÖZÜndeki güçlerden bir gücün Özel İsmidir. ZÂTI’ndan başkasına verilmez.
Bütün Peygamberler ->siyah saç, siyah gözlüdür.
Sarı saçlı ve mavi gözlü Peygamber yoktur. Sonradan saçları beyazlaşanlar vardır.
Büyük Velîlerde sarı saçlı tesadüf edilmemiştir. Mavi gözlü de görülmemiştir.
Saçların =>Muhtelif renkli ->siyah, kumral, sarı, kızıl oluşunda...
Gözlerin =>Siyah, mavi, yeşil, kahverengi, lacivert, menekşe renk oluşunda...
Çok büyük bir hikmet ve SIRR vardır.
Bunların açıklanması doğru değildir. İnsanlar birbirine girerler.
Siyah NÛR =>Baş Gözüne ->Gök Mavisi ve yeşil renk hâlinde görünür.
Bütün nebatat dikkat edilirse hep yeşil renktedir.
Siyah Renk, en ziyâde Beyaz Rengi, Beyaz Renkte en çok siyah rengi en temiz ve saf olarak, en ince noktasına kadar gösterir...
Resûlullâh efendimizin saçları, kılları, gözleri Siyah Renkte idiler...
ALLAH YoLunda ÇİLE çekmek büyük bir nâsibdir. Herkese müyesser olmaz.
“Gözle görünen el ile tutulan, mekânda yer işgal eden her şeye ->MADDE” diyoruz.
Dünyada maddenin son kapısı KÂBE’dir.
Resûlü Ekrem =>KÂBE’de doğdu.
Orada büyüdü.
Vahiyi orada aldı.
Mi’râca oradan yükseldi.
Peygamberliğini orada ilân etti.
Orada evlendi. Çocukları orada doğdu..
"NÛR" kelimesinin ifâde ettiği mânâ bir SIRRdır, insanın aklına, ışık, parlaklık gelir.. Amma "NÛR"da ışık üstünde bir SIRRdır.
Nereye vurursa =>Eşyâ ->Gölgesiz olur.
NÛR Kelimesini insanlar şu lâflarda kullanırlar.:
NÛR Yüzlü.. insan...
NÛR indi... mezara...
NÛR gibi... temiz, parlak, saf...
Siyah NÛR, Yeşil NÛR sözleri de vardır.
NÛR =>HAKk’ın bir SIRRıdır.
"NÛRu’s- Semâvât.. ALLAH Semâvâtın NÛRudur.” ÂLeMin NÛRNÛRu..
Bu sözden ->Bir Kapı Aralığı BULmaya çalış...
Asıl SIRR olan NÛRun, Işık ile alâkası yoktur.
NÛR =>Işık altına gizlenmiş karanlıktır. Her yerde tecellî eder.
Karanlığı Siyah Renk temsil eder.
KÂBE örtüsü siyahtır. Hacerü’l- Esved siyahtır.
Siyah Irk, bir şey ifâde eder haykırır.
Hakiki sarık siyahtır. Cübbe siyahtır.
Hakiki toprağın rengi siyahtır.
Kömür siyahtır. Mürekkep siyahtır.
Siyah Rengi bürünmüş bir çok hayvanlar vardır.
Lekesiz Siyah Kedi ->Hırsız değildir.
Lekesiz Siyah Tavuk ->Kesmeyiniz. Yumurtasının yalnız sarısını yiyiniz...
Lekesiz Siyah Horoz ki çok nâdir bulunur. ->Kesmeyiniz.
Siyah Saç. Siyah Göz.
Siyah Elbise.
Siyah Örtü.
Matem âlemeti olarak, siyah tercih edilir. ->Hatadır.
Yanan her şey siyah olur.
Siyah gül vardır. Çok enderdir.
Resûlü Ekrem.: “Sarı Irkta, Sarı insÂNda hayır yoktur!” buyurmuştur.
Beyaz ve Siyah Irk veya insan buyurmamıştır.
Bazı şeyleri Baş Gözü ile görmek için karanlıkta ancak görebiliriz.
Veyahut o şeyler kendilerini bize karanlıkta gösterirler.
Yıldızları karanlıkta görebiliriz veyahut bize kendilerini karanlıkta gösterirler.
Cenâb-ı HAKk, karanlığa, sabah yıldızına, yıldızların mevkilerine kasem eder, yemin eder onları şâhid tutar gösterir...
Uyurken gözlerimizi yumarız.
İçimize döneceğimiz zaman gözlerimizi yumarız.
Fazla ziyâ gözlerimizi kamaştırır.
Karanlık kamaştırmaz.
Niçin?..
Gafil olma “Hakiki NÛR->KARANLIKtadır.” demektir.
Hatta gözler fazla ziyâya bakarsa, artık görmez olur. Karanlığa dalar.
“Gözlerim karardı! Bir şey göremedim! Göremiyorum!.” deriz...
Cebrâil âleyhisselâm, Resûl’e ilk defa -> Perdesinde karanlıkta Hira Dağı’nda KARANLIK SİYAH NÛR içinde görünmüştür.
Unutmayın ki ALLAH ->"SETTÂR"dır.
HAKk’ın methetdiği "Zeytun" evvelâ Yeşil sonra Kırmızı Siyah olduğu zaman Kuzgunî Siyah olur..
"ALLAHumme bi’l-İsmi’l- mektubu alâ veraki’l- zeytun"
Hacerü’l- Esved ->Semâvî bir taştır.
İlmi olarak izâh etmek icâb ederse semâvâttaki herhangi bir yıldızdan kopan bir parçanın arza düşmüş olmasıdır.
Bu gibi Hacer-i Semâvîler her devirde, her zaman ara SIRRa vâki’ olmaktadır. Müzelerde çok teşhir edilmektedir.
Hacerü’l- Esvedin hangi Yıldızdan düştüğü malûmdur.
Büyük Velîler bunu söylemektedirler.
“SIRRını ve Yıldızı gizlemek için âşikâr olarak CeNNetten gelmiştir.” sözü hakiki İslama kâfidir, incelenmemesi için bu söz yeter...
Resûlü Ekrem’in bu Taşa kıymet vermesi bambaşka bir SIRRdır.
Zâti Risâletleri hürmet ve tâzim ettiği için bize de bunu tereddüd etmeden yapmamız lâzımdır.
Burada münakaşa, söz ve sual doğru olmaz.
Hangi Yıldız olduğunu söyleyemem.
Zira o Yıldıza daha gelmeden, bilinmesi icâb eden SIRRlar ve nice meseleler vardır.
Hazreti Debbağ.: “Beyti’l- Ma’mûr’den kalma yakuttur. Nûh Tufanı’ndan sonra siyah olmuştur!” der.
Bunlar da bilmek ancak makamına yetişmeden söylenmez.
Cenâb-ı HAKk Kelâmı’nda.: “Yıldızların, yıldızların mevkilerine kasem ederim!” buyuruyor.
Bu Kelâm-ı Celîl insana bir şey telkin etmelidir.
Ve susmalıdır!.
Bu gün Hacerü’l- Esved, asırlardan beri tavafta öpülüyor.
Sağ el işaret parmağı ile meshedilir.
İ’tikâle uğruyor.
Ziyâret edenler bunu bilirler.
Aşına aşına şeklini değiştirmektedir, bunu düşünmek lâzımdır.
Bu bir şeyi, sessiz sözsüz haykırmaktadır.
Bir gün... Evet bir gün ne olacak?..
"Kaybolduğu zaman =>Kıyamet!." yeter bu kadar...
Herkeste Hacerü’l- Esved vardır.
Bunu, Büyüklerin tesadüfen veya bilerek sohbetlerinde bulunanlar az çok bilirler.
"Hacerü’l- Esved" Kelimesi =>Tercüme edilemez!.
Mânâsı =>"Siyah Taş"dır, fakat Hacerü’l- Esved ->İsmi Hâss’dır. O taşın İsmidir.
Hâss Esmâların hiç bir dinde tercümesi yoktur.
"Hacerü’l- Esved" söylendiği zaman o taş hatıra gelir taşlar içinde Siyah Renkte bir Taş değildir.
Dünya yüzünde tektir. Bir tanesi daha yoktur.
Bazı câhiller, mürşidler, hoca diye kisve giyenler vardır. Sorarsanız “Siyah Bir Taştır” diye kıymeti zedelediklerinin farkında olmadan kendi cehillerini, kendi kendilerine izhâr ve teşhir ederler.
Zaman-ı Câhiliyette o taş yine Mekke'de idi.
Mekke'nin Uluları dört Kabile Büyüğü bu taşı ta’mir edilen KÂBE’de yerine koymak için nerede ise “bu şeref bana aittir!.” tefahhurü içinde kavga edeceklerdi.
Resûlü Ekrem o zaman gençti ve Mekke'de “Emîn” İsmini almışlardı.
Niza’ın önüne geçmek için, üstlerindeki libası çıkarıp yere serdi ve taşı elleriyle alarak libasının ortasına koydu ve dört ucundan Kabile Büyüklerine yerine kadar taşıttı ve tekrar mübârek elleriyle alıp yerlerine koymuşlardı.
Bu vak’ayı her müslüman bilir...
Bu tesadüf değildir.
Daha İslâm dini ortada yok...
Resûlü Ekrem Peygamber olacağını bilmiyordu...
Hac Mevsimi ->Hacerü’l- Esvedin Dünyâya düştüğü zamana tesadüf eder.
HAKk’ın Arzusu böyle idi. Böyle oldu...
KÂBE’yi ziyâret edenlerin, bu taşa el sürmeleri, onların cesedlerinin şahâdetidir.
“Ben de KÂBE’yi ziyârete geldim!.”
Hacerü’l- Esved o Hacıyı, cesedi için şahâdet edecektir.
O taşa sürülen el veya parmak Hakiki Emirleri yapıyorsa, o eli ateş yakmaz!.
Böyle rivâyet etmişlerdir ALLAH’ın Büyük Velîleri.
Bu Ateş =>Cehennem ateşi, Dünyâ Ateşi, her türlü Ateş...
“Resûlü Ekremi mi’raclarında götüren "BURAK" beyaz bir At şeklindedir.” söylerler.
Bu At da =>SİYAH NÛR idi. Beyaz sûretinde görülmüştür.
Ashab-ı Kehf’in bir Köpeği vardır. "KITMİR" cinstir.
Bu köpek, KUZGUNÎ SİYAHtı..
Nereden yazıyorum, “nereden biliyorsun?” diye aklınıza gelecektir?
Sana isbat ile mükellef değilim.
O köpeği ben gördüm.
Şimdi bana “Deli!.” diyeceksin.
“Sen nereden göreceksin, ne zaman gördün?” suallere gitme!..
Ben icâb ederse bu söz için adam tepelerim...
Sen hakkımda istediğini düşün.
Bana birşey yapamazsın.
Kendini hırpalamış olursun. Kendine yazık olur!..
“Acâib!.” de geç!..
İstersen müsaade ediyorum bu adam “Delidir!.” de...
Ama bu işi bilen bulunur.
Onun yanında söylersem.
“Falanca böyle diyor!” diye, deli olduğunu ilan etmiş olursun...
Ben senin nazarında “Deli!.”yim.
Amma, Sen Hakiki Delisin...
Güle güle YoLuna devam et!.
Sözlerimi bitiriyorum bu bahis uzundur..
Hac mevsimi Hacerü’l- Esved’in Dünyâya düştüğü güne tesâdüf eder.
Bu taş ALLAH'ın kasem ettiği bir Yıldızdan düşmüştür.
Ve sabaha karşı düşmüştür.
Ve Cuma gününe tesadüf eder.
Onun için Cuma gününe tesadüf ederse "Haccü’l- Ekber" olur.
Hac ->Bu yıldızdan düşen Hacerü’l- Esved içindir..
Daha söyleyemem dilim tutulur...
Abdü’l- Kadiri Geylânî,
Ahmede’r- Rüfaî,
Bahaddin Nakşibend,
Hacı Bayrami Velî,
Hacı Şabâni Velî,
Hacı Bektaşi Velî
Ahmedi Yasevî,
Beyazidi Bestamî
Dussukî,
Aziz Mahmud Hüdaî,
Ümmi Sinân,
Muhiddini Arabî,
Mazbut Şemail Kitaplarına göre bu Büyük Velîlerin saçları ve gözleri siyahtırlar..
Hazreti Ali
Hazreti Fatma
Caferi Sâdık (Tayyâr)
Şemâilde bildirildiğine göre saç ve gözleri siyahtırlar..
El Basîru celle celâlihu.:
Es Settâr celle celâlihu.:
El Basîru.: Vâkıf-hâbir-âşinâ-hâzır-nâzır olarak açığı ve gizliyi gören... Mutlak görücü ve basîretin sahibi olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Belkis.: Süleymân (aleyhisselâm) zamanında, Yemen'de Sebe şehrinde hükümet süren Himyerîlerden bir melikedir. Süleymân (aleyhisselâm) bunu Filistin'e çağırdı, geldi ve iman etti.
Hadramut.: Yemen civarında bir ülke.
Tahammül.: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak.
NESNE.: Şey, herhangi bir şey.
El Settâr.: Ayıpları, kusurları örten. Kusurları göstermeyen, günahları bağışlayan ALLAH celle celâlihu..
ALLAHumme bi’l-İsmi’l- mektubu alâ veraki’l- zeytun.:[/color] ALLAHım! Zeytin yaprağına yazılmış olan İsim hürmetine isterim!
Beyti’l- Mamure.: İ'mar edilmiş ev. * KÂBE'nin bir ismi.
Telkin.: (c.: Telkinât) Zihinde yer ettirmek. Fikir aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce. * Yeni müslüman olana İslâm esaslarını anlatmak. * Ölü gömüldükten sonra imam tarafından söylenen söz.
İzhâr.: Açığa vurma. Meydana çıkarma. * Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek.
Teşhir.: Göz önüne serme, gösterme. Sergi serip âleme ilân etme.
Tefahhur.: (c.: Tefahhurât) (Fahr. dan) Övünme, fahirlenme..
Kisve.: Elbise. Kılık. Hususi kıyafet. Küsve. Kisbet.
Niza.: Çekişme, kavga.
Ashab-ı Kehf.: Kur'ÂN-ı Mu'ciz-ül BeyÂN'da bahsi geçen ve devirlerinin zâlim padişahından gizlenerek ve onun şerrine âlet olmaktan çekinerek, beraberce bir mağaraya saklanıp, Rabb-ı Rahîmlerine sığınan, dindâr ve makbul Büyük Zâtlar. İsimleri rivâvette şöyle sıralanır: Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernüş, Debernüş, Sâzenüş, Kefeştatâyüş. Kendilerine sâdık köpeklerinin adı da Kıtmir'dir.
Mazbut.: Zabtolunmuş, elegeçirilmiş. * Sağlam. * Yazılmış. Kaydedilmiş. Hatırda tutulmuş. Derli toplu. * Muhâfazalı. Korunmuş. * Belli, belirtilmiş.
Şemâil.: (Şimal. c.) Huylar, ahlâklar, tabiatlar..
İ’tikâl.: (Ekl. den) Kemirme, kemirerek yeme.
Hâss. (c.: Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu. * Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan. Umumi olmayıp mahsus olan. * Tam ayar olan, yabancı maddelerle karışık olmayan ve içinde bozuk bulunmayan. Tek, münferid. * Saf.
Hâss.: (c.Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu. * Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan. Umumi olmayıp mahsus olan. * Tam ayar olan, yabancı maddelerle karışık olmayan ve içinde bozuk bulunmayan. Tek, münferid. * Saf.
حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ
“Hâfizû alâ’s- salavâti ve’s- salâti’l- vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn (kânitîne).: Salâvât'a (ALLAH'tan gelen Nûrlara, namazlara) ve Salât-ı Vusta’ya/orta namaza hafîz olun (koruyun, bu namaza kesintisiz devam edin). Ve kalkın, ALLAH için kânitin olun (ALLAH'ın huzurunda huşû’ içinde ve saygı ile uzun süre durun)!” (Bakara 2/238)
اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
“ALLAHu nûru’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), NÛRun alâ NÛR (nûrin), yehdîllâhu li NÛRihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle li’n- nâs (nâsi), vallâhu bi kulli şey’in ALÎM (alîmun).: ALLAH, göklerin ve yerin NÛRu'dur. O'nun NÛRu, içinde misbah (lâmba) bulunan kandil (ışık saçan bir kaynak) gibidir. Misbah, sırça (cam) içindedir. Sırça (cam), inci gibi (parlayan) yıldız gibidir. Doğuda ve batıda bulunmayan mübarek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı, ona ateş değmese de kendi kendine ışık verir. NÛR üzerine NÛRdur. ALLAH dilediğini NÛRuna hidâyet eder (ulaştırır). Ve ALLAH, insanlara örnekler verir. Ve ALLAH, herşeyi en iyi bilendir.” (NÛR 24/35)
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
“Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l- âlemin (âlemîne).: (Resûlüm!) BİZ seni ancak/yalnızca âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)
فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ
وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَّوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ
“Fe lâ uksimu bi mevâkii’n- nucûm (nucûmi). Ve innehu le kasemun lev ta’lemûne azîm (azîmun).: Artık hayır/başka söze gerek yok.! Yıldızların mevki’lerine yemin ederim. Ve muhakkak ki o, gerçekten çok büyük bir yemindir, keşke bilseniz.” (Vâkı’a 56/75-76)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
İHRAM
1- İHRAM NEdir.:
Hareme kelimesinden çıkan bir şeyin ismi olarak kullanılır. İsm-i âlettir.
Bir şeyi gizleyen mahremiyete alan nesne demektir.
“RûHa mı? Cesede mi?”
Bu suâle cevap vermiyoruz. Sonra vereceğiz..
Beyaz bezden giyelim. Çıplak olarak giyilir.
Herkesin bildiği İHRAM budur.
Niçin beyazdır?
Beyaz renk fennî ve sıhhî bakımdan sıcak şua’ları ültraviyoleyi aksettirir.
Serin tutar.
Koyu renkler hararet şua’larını emdiğinden kışın renkli elbiseler giyilir.
İHRAMa girmeyi HAKk HACC için emretmiştir.
Bunların hepsine “evet doğrudur!” deriz.
Şimdi:
1-) Niçin HACta İHRAMa girmek emrolunmuştur.
2-) Niçin beyazdır.
3-) İHRAM bezi neden yapılmalıdır.
Yün, Pamuk=Keten gibi iptidaî hayvanî ve nebatî malzeme vardır.
Bunlardan hangisinden olacaktır.
Veya hangisinden olmayacaktır.
Ve niçinleri!. Bu niçinlerin mânevî sebepleri nelerdir?
HACC maddî bir şekilde görünürse de mânevî bir ibâdettir. Bu laflarımıza hemen cevap vermeyin ya yanlış söylersiniz, yahutta bilmezsiniz.
Biraz sabredin. Dinleyin!..
İHRAMa girmek =>Sessiz, sözsüz cesedin niyetidir.
Burada cesedin fâni olduğunu unutma!..
Aslı olan toprağa döner karışır..
HACCta en mühim dikkat edilecek şey nedir?
İHRAM en mühim nesnedir.
Hem maddeye bürünmüş HACCın mânevî tarafını gözleyen dikişsiz beyaz dokuma bez..
Kapalı Çarşıdan alınan hazır kimin yaptığı belli olmayan İHRAM olmaz.
İHRAMın yapılma ve hazırlanması bir meseledir.
Hellab=Hellabe=Nisan Yağmuru veya Yağmur Suyu ile yıkanmış bez..
Anan veya Refikan gusül abdestli olarak bu bezi yıkıyacak ve sana hazırlayacak. Erkek yıkayamaz.
Arabî Ayın yâni Gök Ayının başlarında, tek günlerde yıkanacak.
HACCtan sonra zemzemle bunu kendin yıkayacak, kurutacaksın.
O senin kefenin olacak.
Böyle vasiyet edeceksin.
Bu kefenle de mezarda sorgu melekleri sana iltifat ederler.
Çarşıdan satın aldığın İHRAM değil bu..
2- İHRAMı GİYMe MESELEsi.:
Temizlik yapıldıktan sonra, gusül ve tekrar abdest. Giyeceksin.
Çıkarana kadar abdestin bozulmamalıdır.
Bu çok zor olmakla beraber mümkündür.
İHRAMlı iken yemek yeme! Hatta su bile içme!..
Zâten KâBe'de zemzemden başka su içme!..
Fazla da içme bir bardak yeter..
Sebebini sorma. Anlaman lâzım.
Dayanamamak meselesi burada yoktur.
HACC dayanma “Es Sabûr” Esmâsına sarılmak hikâyesidir.
İHRAMlı iken uyumak mecburiyetinde iken başını, ayaklarını katiyen örtme!.
İHRAMdan çıkıncaya kadar yalınayak kal!. Erkekler için..
Bu HACCın en büyük kabulünde esastır.
İHRAMda iken yaş ve yeşil bir şey koparma ot bile..
Daha ileri gidebilirsen kuruyu bile koparma..
İHRAMda iken insan HAKk’ın vereceği tahammül ve kuvvet içindedir Kul..
Orası; uyumak, içmek, acıkmak, bunalma yeri değildir.
Bu inceliği şu misâl ile anlatayım;
Oruçlu bir insan sıcakta bunalır.
Yüzüne serinlik için su vurur.
Veya ağzını çalkalarsa, oruca zerre kadar zarar gelmez.
Kime sorarsan sor.
Hangi kitaba bakarsan bak!
Alacağın cevap =>“Bozulmaz. Zarar gelmez!.”
Cevâbını alırsın..
Şimdi iyi dinle..
Biz başka türlü diyoruz.
Sizce bozulmazsa amma.
Bizce oruç sarsılır..
Resûlü Ekrem Efendimiz.:
“Yalan, Dedikodu, Gıybet, Şehvetle Namahreme Bakmak. Hem Abdesti Ve Hemde Orucu Bozar..”
Bu serinlemede mikroskopik usanç ve tahammülsüzlük gizlidir.
Usanmasan, terlemesen bunu serinleme işi yapmazdın..
İşte bu İslâmın en ince noktasıdır.
Oruçta, namazda, zekâtta, hatta bu ince noktalar mevcuddur.
Onun için İslâm olmak kolaydır. Devam ettirmek çok zordur.
Sevaplar, ecirler, sadakalar hep ->insana mânevî zevk ve kuvvet veren güzel sözler ve hareketlerdir.
ALLAH'ın kulunu teşvik etmesidir..
Günahlar, haramlar ise, HAKk’ın Kulunu sevmesinin devamı için, “Kulum Benden ayrılmasın!” diye duyduğu kuşkunun giderilmesi için tavsiyelerdir.
Tövbe ve istiğfar hataların affedilmesine, kulu sevkederek HAKk’ın sevgisinin devamını ve ALLAH''ın kulunu çok sevdiğinin delilleridir.
KÜFÜR =>ALLAH''ı unutmak, kendi kendini azâba atmak demektir.
ALLAH' Kulunu cehenneme atmaz =>Kul kendi kendine girer.
Bunu unutmayanlardan olmaya gayret etmek İslâmın en başta gelen şartıdır..
Bu satırları okuduktan sonra, bana soracağın suale gelelim :
“İHRAMlı iken, abdest bozacak hâl zuhur etti. Ne olacak?.”
Bu normal olarak olur.
Olacak oluyor. Şimdi ne olacak..
Müsaade edin. Bağışlayın. Onu söylemem!..
Onu söylersem İHRAMa girmenin SIRRını söylemiş olurum. Tehlikelidir.
Hatırına burada gelecek düşünceler olacak..
HACCın, şeklî bir HACCtır.
Âdeta Cenaze Namazı ->“Farz-ı Kifâyedir.” diye düşün. İ’tikafta öyledir.
HACCta öyledir.
Her hâlde müstesnâ bir kul bulunur.
HACCta da bildirilen tarzda İHRAM içinde..
ALLAH''ın Defterine yazılı kullar eksik değildir. Bu kubbe altında..
Belki o kulu =>HAKk’ın Defterine yazılı olduğunu bilmez. Bildiği dakikada uçar gider. HAKk’a doğru dakikasında..
ALLAH' =>O gibi kullarla sohbet nâsib eyleye..
İHRAMa girip KâBe’ye ayak atarken, yalın ayak ol!.
Oranın toprağına ayakların bassın..
Şimdi oranın toprağını da, taşlarla süsleyip örttüler. Bu da hatadır!.
Eskiden HACCa yürüyerek giderlerdi.
Bir çok bid’atlerle HACC bugün süslenmiştir.
Dekor şeklinde.. Fiil ve hareket şeklinde.
Bunlar için delil denilen para sızdıranlar vardır.
Ayak bastı paraları vardır.
Bu bid’atler hiç güzel değildir. Güzel de olsa!.
Resûlü Ekrem şöyle buyurmuştur.: “Bid’at fitnenin bir koludur.”
Bunu düşünmek lâzımdır.
HAKk’ın Emrine tam şartıyla hazırlanmak bir KUL =>“BEYTULLAH’a ZÎYARETE GİDİYOR” ona delile lüzum yoktur.. OHAKk’ın Misâfiridir.
Onunla ALLAH''ın arasına girmek doğru değildir. Haramdır.
Bu “DOĞRU DEĞİLDİR” sözünü açıklarsam ne büyük bir uçuruma düşüldüğü ortaya çıkar.. Söyliyemem..
Bugün tamamiyle şeklî olan HACılıklar hemen silinip gider =>“HACıyım!.” diyenlerden..
HACC =>Cesede FARZdır..
Bu ziyâret “ALLAH''ın ->Mü’minler üzerindeki topraktan Yaratma Hakkıdır RûHa değil..
İHRAMa girdikten sonra, RûHa tavâf da farzdır. Girmeden farz değildir.
Fakat İHRAMa girmeden Cesede farzdır. KâBe’yi gördüğü ÂNda..
Kıyamet, HACerü’l- Esved tükenmeden, Zemzem kesilmeden kopmaz..
Evvelâ Mekke'de kopar. Bir Cuma günü. Sonra, biraz sonra Medine'de. Resûlün Cesedi 4 Melâike vasıtasiyle arzdan ref’ olunur.
Ve kıyamet o zaman kopar..
KâBe'nin Toprağını mermerlerle süsleyip örttüler. Mübârek Toprakları, binâlarla, asfaltlarla kapadılar.
ALLAH''ın insana verdiği ayaklar, o toprağa çıplak değmiyor.
Bu hususu =>“Cenâb-ı HAKk korumadı değil. Oralara, bugünün şekil ve menfaat, cehennemden korkup cennet hülyalarıyla ne yaptığını bilmiyenlerin ayakları basıp kirletmesin!” diye..
Eski Büyük Câmilerin zemini hep topraktır. Üzerine bir hasır veya kilim, halı serili idi.
Secde toprak üstünde olur.
Resûle yerde yatmak farzdır.. Bunu unutma!..
Daha söylersem saçlarınızı yolarsınız..
ZEMZEM: Cebrâil'in KâBe'den aldığı toprağı, iki avuç ARŞ’ın altından SU aldı Harç Suyunun.
EL GANî Hürmetine o toprağın altında gelen SUdur..
Resûlü Ekrem, Cebelü Rahme'ye karşı vakfeye duruyor.
Eller o tarafa, doğru uzatılıyor.
Güneş batıncaya kadar DUÂ edilir. Bu ne demektir?.
Nemire Mescidi’nde öğle ve ikindi birlikte kılınır. Öğle vakti, Mescide girilmezse namaz, vaktinde kılınır.
Bu da mühim bir mesele ve sırdır. Niçin?.
O mevki’de Resûlü Ekrem bir Mescid inşâ ettirmiştir. Yapılan Câmiler Mescidler gelişi güzel değildir. Yapıldıkları yerin mânevî bir kıymet ve sebebi vardır. Onun için.: “Mescidi tamir ediniz, fakat yıkmayınız!.” diye HAKk’ın Âyeti vardır.
1-) BİSMİLLAHİ ALLAHÜEKBER!.: HAKk’ta ERİmek.
2-) Taşlama.: Kalbindeki Şeytânî Amelleri boşaltmak. Bunu meâlen tasdik taşları şâhid göstererek.
3-) Kurban.: ALLAH' YoLunda her şeyi düşünmeden yapabilmek.
4-) Tavâf.: Yaratıldığın toprağa, yâni insanın kendi kendine, aslına secdesi demektir.
Resûlü Ekrem, hayatında çorap giymemişlerdir.
Sebebi sağlık bakımındandır. Çorap sebep değildir.
Bunda da büyük, yalnız Resûl’e ait bir hürmet gizlidir. Bunun sırrı Teravih Namazında gizlidir.
Teravih Namazını çıplak ayak kılmakta büyük bir hürmet gizlidir..
TERAVİH =>”SALLİ ALÂ MUHAMMED!.” söylendiği zaman işte bu FARZdır.
Teravih Sünnettir. Ve cemaatle kılınır..
Bundan dolayı Resûle hürmeten NÛRU’na salât getirilir. Cemaatle kılınan yegâne Sünnet Namazdır.
Devamlı “SALLİ ALÂ MUHAMMED” demekte doğru değildir.
ALLAH''ı, Melekleri tesbihlerinden alıkoymak vardır. Burada. Dikkat et!.
Zirâ, burada =>“NÛR-u MUHAMMEDİ’ye salâvat edin!” demektir.
Namazda olan bir insana ->“Seni acele telefonda istiyorlar!.” diyerek namazı bozmağa benzer, bu iş!.
El Ganiyyü celle celâlihu.:
Es Sabûru celle celâlihu.:
İHRAM.: HACıların örtündükleri dikişsiz elbise. * Yün yaygı. Büyük yün çarşaf. * Fık: HAC veya umreyi yada her ikisini eda etmek için mübah olan şeylerden bazılarını nefsine menetmek ve onlardan sakınmak.
Refika.: Ortak, arkadaş, eş, yardımcı, yoldaş
Iltifat.: Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek. * Dikkat, itina. * Edb: Bir mevzu anlatılırken, o anda kalbe doğan bir ilham coşkunluğu ile -mevzu dışına çıkmadan- sözün ve hitabın yönünü değiştirme san'atıdır.
Es Sabûru.: Çok sabır gösteren, sabbar. Mutlak sabrın sâhibi olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Ganiyyü.: Herşey'e sahib olup, hiçbir cihetle kimseye ihtiyacı olmayan Ganî-yi Mutlak (celle celâluhu). Başkalarına muhtaç olmayıp mutlak zengin olan; varlığında, sıfat, esmâ, fiil ve eşyâlarında ihtiyaçtan münezzeh olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Cebelü Rahme.: Arafat Dağı..
مَا كَانَ لِلْمُشْرِكِينَ أَن يَعْمُرُواْ مَسَاجِدَ الله شَاهِدِينَ عَلَى أَنفُسِهِمْ بِالْكُفْرِ أُوْلَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ
إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّهِ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَأَقَامَ الصَّلاَةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَلَمْ يَخْشَ إِلاَّ اللّهَ فَعَسَى أُوْلَئِكَ أَن يَكُونُواْ مِنَ الْمُهْتَدِينَ
“Mâ kâne lil’- muşrikîne en ya'murû mesâcidallâhi şâhidîne alâ enfusihim bil’- kufr (kufri), ulâike habitat a'mâluhum ve fîn nâri hum hâlidûn (hâlidûne). İnnemâ ya'muru mesâcidallâhi men âmene billâhi vel’- yevmil’- âhıri ve ekâme’s- salâte ve âte’z- zekâte ve lem yahşe illâllâhe fe asâ ulâike en yekûnû minel’- muhtedîn (muhtedîne).: Müşriklerin, ALLAH'ın mescidlerini imar etmeleri olmaz. Kendilerinin (nefslerinin) küfürlerine (inkârlarına, kâfirliklerine) şahitler iken. İşte onların amelleri hebâ olmuştur. Ve onlar, ateşte ebedî kalacak olanlardır. ALLAH'ın Mescidlerini ancak, ALLAH'a ve âhiret gününe (ruhu ölmeden evvel ALLAH'a ulaştırma gününe) îmân eden ve namazı ikâme eden ve zekât veren ve ALLAH'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların böylece hidâyete erenlerden olması umulur.” (Tevbe 9/17-8)
Kur'ÂN-ı Kerîm’de İHRAM Âyetleri.: Mâide 5/1,2,95,96..
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَوْفُواْ بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُم بَهِيمَةُ الأَنْعَامِ إِلاَّ مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû evfû bil’- ukûd (ukûdi) uhıllet lekum behîmetul’- en’âmi illâ mâ yutlâ aleykum gayre muhillî’s- saydi ve entum hurum (hurumun) innallâhe yahkumu mâ yurîd (yurîdu).: Ey imân edenler! Akidleri(n gereğini) yerine getiriniz. İhramlı iken avlanmayı helâl saymamak üzere (aşağıda) size okunacaklar dışında kalan hayvanlar, sizin için helâl kılındı. ALLAH dilediğine hükmeder.” (Mâide 5/1)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim bizim bu dinimizde ondan olmayan bir şey/bid’at ortaya çıkarırsa, o şey kabul edilmez.” buyurmuştur.
(Buhari, Sulh 5)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bundan sonra söyleyeceğim şudur ki: Sözün en hayırlısı ALLAH’ın Kitabıdır. YoLLarın en hayırlısı Muhammed’in YoLudur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan bid’atlardır. Her bid’at dalâlettir, sapıklıktır.” buyurdu.
(Müslim, Cum’a 43-İbni Mâce, Mukaddime 7)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim İslâm’da güzel bir işe öncülük eder ve kendisinden sonra bununla amel edilirse, kendisinden sonra o işi yapanlar gibi sevap alır. Üstelik onların sevaplarından da bir şey eksilmez. Kim de İslâm’da kötü bir davranışa ön ayak olur ve kendisinden sonra bununla amel edilirse, kendisinden sonra onu yapanlar gibi günah alır. Onların günahlarından da bir şey eksilmez.” buyurdu.
(Cerîr b. Abdullah radiyallahu anhu’dan; Müslim, İlim, 15)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benden sonra yaşayanlar nice ihtilaflar
görecek. Öyle ise size Sünnetimi ve hidayet üzere olan Hulefâ-i Râşidîn’in Sünnetini hatırlatırım, bunlara uyun ve dört elle sarılın. Sonradan çıkarılan şeylere karşı da son derece dikkatli ve uyanık olun. Zirâ ( sünnette bulunana zıt olarak ) her yeni çıkarılan şey bir bidattir,
her bid’at de sapkınlıktır.” buyurdu.
(Ebû Dâvûd, Sünen, 6)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH', bid’atını bırakmadıkça bid’at sahibinin amelini kabul etmeyi reddeder.” buyurdu.
(Abdullah b. Abbâs radiyallahu anhu’dan; İbn Mâce, Sünnet, 7)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim bizim bu dinimizde olmayan bir şeyi sonradan ortaya koyarsa, o reddedilir.” buyurdu.
(Âişe radıyallahu anha’dan;Müslim, Akdiye, 17; Buhârî, Sulh, 5)
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
SEHER VAKTİ...
SEHER VAKTİ...
ŞEBNEM VE SABAH YILDIZI... SERA...
Seher Vakti bir yel eser.
Bu yelde birşeyler gizlidir.
Bir çok şeyleri, sırları perdeler.
Bir çok işler görür.
Kırmızı ile siyah arası renkte bir gül vardır.
Kır çiçeği mine vardır.
Kır menekşesi vardır.
Kır menekşesinin koyu pembe ve mavi renkte olanı vardır.
Buradaki mavisidir.
Birde bir ot vardır, kırlarda, ismini söyliyemem...
Bu çiçeklere, HAKk’a yakın olanların veyahut HAKk’ın yakın olduğu kimselerin ruhî zikir ve niyazları tesir eder.
Bu çiçeklerden HAKk’ın çok sevdiği göz yaşına benzer, saf ve temiz “Es SELÂM” ile yıkanmış bir su damlası çıkar.
Dışardan gelmez.
İnsÂNlar bunu dışarıdan üzerine düşen SU buharından sanırlar.
Değildir, işte bu damla SUya “ŞeBNeM” derler.
Gece yağan rutubet “çiğ” demektir.
Bu ŞeBNeMdeki SIRR için, Seher Yeli eser.
Bunu, bu olayın zikir ve niyazını “RûH-u RESÛL’e” iletir. Abdestli, gözü yaşlı uyumayanların SELÂMını götürür HAKk SEVgilisine...
"İnnilte Yâ Reyhü’s- Sâbâ yövmel ile’l- Ardı Haremi bellig Selâmî Ravzâten fî Nebiyyî Muhteremî.:
Ey Sâbâ Rüzgârı sen her gün Harem-i Şerife gidersin.
Ne olur SELÂMımı Resûlü Ekremin Ravzasına ilet, tebliğ et!.."
Göz yaşı, SU, ŞeBNeM, GÜL kOKUsu...
İşte Seher Vakti bu...
Bu MeLTeM on dakika eser.
Bu Rüzgâr eserken koyunlar, kuzular melerler:
Başka hayvanlar buna iştirak edemezler.
Çünkü koyunu Cebrâil kucaklamıştır.
Aman dikkat et!
Ama kim dikkat edecek kim?..
Kim görecek?..
ŞeBNeMe basma sakın!..
Bulursan sağ el işaret parmağı ile gözlerine sür bu ŞeBNeMi...
Sebebini sorma sakın...
Burada sebeb sormak şüphe alâmetidir.
Ben ve bir çokları bu ŞeBNeM için can veririz...
Eğer Sabah Yıldızı varsa, onun göz kırpmasını, bu ŞeBNeMdeki aksini görebilirsin.
ARŞ’ı seyredersin...
HAKk’a kasem ederim!
Cenâb-ı HAKk Kelâmında Sabah Yıldızına kasem eder bilir misin?..
Bu arada bir KERVAN geçer.
Sonra ŞeBNeM düşer, sonra YEL eser...
Bu YEL eserken Sabah Yıldızına bak, titrer durur.
YEL kesildimi, taş kesilir ve titremez durur...
MeLTeM kesilirken tam Sabah Namazı Vaktidir.
Hemen huzura dur!.
Bu MeLTeM sırasında ne kelâm, ne SU, ne yemek, ne de düşün. Mebhud ol!.
Kul yanaşmazsa bile, HAKk Kuluna yanaşır...
Bunu da unutma!..
Bu asırda bu lâfları kimseden duyamazsın.
Ni’met gelir, kadri bilinmezse gider. Ve bir daha dönmez...
Bu vakitte uyuyanlar, uyumuş olanlar ne kadar hazineler kaybetmiştir.
Bilir misin?...
Bu Seher Vakti kışın bambaşkadır.
Çiçek yoktur.
Kışın, bu YELde bir koku da vardır.
Bir defa bunu teneffüs eden, en şiddetli soğuklarda üşümez.
Bilâkis terler. Bu ter, ne mübârek terdir bilir misin?...
Kışın bu Seher Yeli’ni teneffüs eden çok az insÂN vardır. Azdan da daha az...
O kimseler bellidirler.
Amma her göze görünmezler.
O gözlerde onları görecek kudret yoktur.
Baş gözü vardır iki tanedir, tek görür.
Aydınlık ve ziyâda görür.
Bazen bu baş gözü, gönül gözüne uzaktan yanaşırsa, rüyâda da ziyâ olmadan görür.
Ziyâda uyanık iken, gönül gözü de bazan görür.
Fakat insÂN bunun farkında olamaz..
Bir de Kalb Gözü vardır.
Ziyâ, mekan, zaman onun için yoktur.
Aynı baş gözü ile kalbe bakar, oranın perdesinde görür, işitir, duyar karşısındakinin düşüncesini anlar o zaman onun için zaman ve mekân yoktur.
Mesafe, uzaklık, yakınlık da yoktur.
Yanında imiş gibi bütün her ciheti görür, duyar, konuşur.
Tayy-i Mekân,
Tayy-i Dil,
Tayy-i Kelâm,
Tayy-i Renk,
Tayy-i Koku,
Tayy-i Cesed, mümkün olur..
Radyo ->Tayy-i Ses,
Televizyon ->Tayy-i Sûret,
Renkli televizyon ->Tayy-i Renk..
Bunları insÂN kafasının, İlâhî Kanunları fizikî süretle tecellî ettiren basit ispatlardır..
Bir insÂN bir anda veya bir eşyâ bir anda dünyanın bir ucundan, diğer ucuna gidebilir.
Bir Velî bir ÂNda burada iken çok uzaklara Rûhen olduğu gibi, Ceseden de Tayy-i Mekân eder.
Binlerce kilometre uzakta olan diğer biri ile, yan yana imiş gibi konuşur ve birbirlerini görebilirler.
Veyahut bütün mevcudîyyetiyle, yekdiğerinin yanına gidebilirler.
Bunu yapabilenler her istediği eşyayı veya şahsı da Tayy-i Mekân ettirirler.
Bazan bunlar sûretlerini gösterirler.
Aynı zamanda yüzlerce yerde de görünebilirler.
Belkıs'ın tahtının bir ÂNda Hadramut’tan->Kudüs'e gelmesi...
Nebatat renklerini bu ŞeBNeMden alırlar...
ALLAH.: “Her şeyi SUdan halkettik.” buyurur.
SU’yu neden halkettiğini bildirmemiştir.
ALLAH'ın CELÂL ve CEMÂL Sıfatlarının aksettiği AYNA=>SU’dur.
Gayıp Halkasına girmiş, imân sâhibi insÂN =>ALLAH ile Peygamber arasındadır.
İnsÂN ile ALLAH arasında =>SU vardır.
İnsÂN ile ARŞ arasında da o bilmediğimiz “ŞEBNEM-i Mübârek” vardır.
"Geceye kasem ederim!
Yıldızların mevki’lerine kasem ederim!
Seher Vaktine kasem ederim!
Sabah Yıldızına kasem ederim!."
Tâ Hâ Sûresinde “Tahte’s- SERÂ" Kavl-i Celîli vardır.
"SERA" nemli toprak demektir.
Bunları düşün!..
“Seher Vakti kalkamıyorum.
Gaflet geliyor.
Biliyorum amma yapamıyorum!.”
Bunlar Hakiki İnsÂN sözleri değildir.
Âyet vardır.: "Cehennemde insân ne yaşar ne ölür!"
Cenâb-ı HAKk Cehennem Azâbından cümleyi korusun!..
Burada bir şey anlatacağım: 15-16 yaşlarında vardım.
Çok yıl oldu.
Hocam bizi çileden erbâinden çıkardı.
Mevsim yazdı...
Sabaha karşı Trabzon’da bizi “KALE BOYU” derler.
Oradan Kireçhâne Köyü tarafına yolladı.
“Korkma git!.” dedi.
Kalktım gittim.
Bir yaz gecesi dik hava...
Dağda bir ağaç dibine oturdum.
Hava açık... Yıldızlar pırıl pırıl...
Sabah Namazına durdum...
Bitti DUÂ ediyordum.
Oturduğum yerin sol yanı tarafında taşlar vardı.
Orada bir şey parıldıyordu.
Gittim baktım.
Bir ot üzerinde ŞeBNeM vardı.
O parlıyordu.
Biliyorum ya, işaret parmağımla, gözüme süreyim dedim. ŞeBNeM büyüdü büyüdü bir balon gibi beni kapladı. Kendimdeyim amma, bir hâl geldi bana...
Her taraf ışık...
Cam bir dünya ortasındayım.
Her tarafı görüyorum.
Korkmadım amma, irkildim.
Birden balon patladı, sessiz olarak, başım elbisem her tarafım serpilmiş gibi ıslandı...
Tan yeri ağarıyordu.
Kalktım dönüyordum.
Siyah sarıklı nur yüzlü, uzun boylu bir Zât, birdenbire belirdi...
“HAKk nâsib ederse her şey olur oğlum!” dedi.
“Söyleme kimseye o “Otu” hem de gördüğünü. Hatırlatmak için söylüyorum!. HAKk’ın Selâmı üzerine olsun!.” dedi birden kayboldu.
Hocama geldim...
“Gel çorba iç!.” dedi... Gülüyordu.
“Yağmur mu yağdı, üzerin ıslak!.” dedi.
“Hayır, Hocam!.” dedim....
“Biliyorum, biliyorum bir damla SU seni gusletti. Abdest aldırdı.
Bundan sonra abdestsiz kat’iyyen bulunma!..
Ne kelâm, ne SU, ne yemek, yeme sakın!.” dedi.
Üstümü sıvazladı. Gözlerimden öptü.
ŞeBNeMden konuştuk da bu hadise aklıma geldi.
Garip hayal bir hikâye olarak siz de dinlemiş olursunuz...
Bu devirde hakikat, hayal ile birbirine karışık bir şey oldu.
Ne oldu biliyor musunuz?.
İnkâr...
Bir sabah vakti idi. Mevsim yaz.
Yemyeşil çimenlerle örtülü bir ormanda dolaşıyordum.
Rahmân Sûresi’ni çok yavaş sesle okuyordum. Birden bire yağmur çiseler gibi oldu. Çimenler ıslandı.
Her hâlde Hellab veya Hellabe denilen Yaz Yağmuru idi...
Bir türlü kestiremedim, zirâ havada bulut yoktu...
Çimenler ve yeşil ağaçlar hem memnun görünüyorlar, canlılık ve renkleriyle, fakat garip olan, hem de ağlıyorlardı.
Âdeta bunu lisanen söylüyorlardı.
Bu sesdir, fakat kulaklarla duyulmaz.
Bu nasıl lâkırdı, evet öyledir.
Hakiki laf da budur..
Şu âyete inanmıyor musunuz =>“ve’n- necmü ve’ş-şecerü yescüdân.”
"Çimen ve ağaçlar secde ediyorlar."
“Yusebbihu lehu mâ fi’s-semâvâti ve’l-ard ve hüve’l-Azîzü’l- Hakim.”
"Bütün semâvâtta ve arzda ne varsa, hepsi ALLAH’ı tesbih ve zikrediyorlar. Fakat siz bunları görüp duyamıyorsunuz."
Yeşil ağaçlara sordum.: “Niçin ağlıyorsunuz? Hem de memnunsunuz!.”
“Memnunuz zirâ daimâ HAKk’a şükür ve niyaz içinde olmamızı bize nâsib etmiş ezelden beri..
Niçin ağladığımızı merak ettiniz.
Yaş yalnız gözden gelmez, öyle gözler vardır ki kupkurudur.
Göz yaşı HAKk’ın “ER RAHÎM Esmâsı”ndan nâsib alandan gelir.
Bundan dolayı ALLAH’ın İndinde göz yaşından makbul ve temiz bir şey yoktur.
Zirâ göz yaşı, HAKk’ın ER RAHÎM Kanalından süzüldüğü için, içinde hile ve yalan yoktur.
Tam hakiki, şeksiz HAKk’ı bilmek gizlidir.
Niçin ağladığımızı söyleyemeyiz.
Şu karşıda kurumuş yerde yatan arkadaşımızdan sorun!.” dediler.
“O ölü bir ağaç!.” dedim.
“Evet doğrudur. Fakat ölüler vardır, daimâ onlar diridir. Diri görünenler vardır, onlar hakiki ölüdürler. Sen git sor görürsün!.” dediler.
Kütüğün yanına çömeldim.
“Bunlar niçin ağlıyor, HAKk’ın Mahlûklarından olan kardeşim!.” dedim...
Kütük ben daha sormadan.:
“Beni gördüler de, belki bizim sonumuz da böyle olursa diye ağlıyorlar!.” dedi.
“Hâlbuki ben ölü, kurumuş görünüyorum, ben ölmedim. Kalıp değiştirdim, daha birçok kalıplara gireceğim!. Niçin ağladıklarını biraz sonra söyüyeceğim dinle!.” dedi. Diz çöktüm.
“Bana yaslan memnun olurum!.” dedi.
“Bir gün bu yeşil ormanda uyurken, beni balta ile kestiler...
Dallarımı kırdılar. Yapraklarımı çiğnediler!
Adıma “Odun” ismini verdiler.
Dedelerimizi toprak altından çıkardılar “Kömür” dediler.
Beni yaktılar adıma “Ateş” dediler.
Hâlbuki yaş ağaç kesmek, Ateşe atmak, Yaprak ve çiçekleri çiğnemek, ne kadar büyük zulümdür!
ALLAH zâlimleri sevmez, zirâ kendisi zâlim değildir, RAHÎM ve RAHMÂNdır...
İnsÂNlara hiç bilmedikleri faydalarımız vardır.
Cenâb-ı HAKk bizim hürmetimize gökten yağmur indirir. Ciğerlerinize giren havayı biz daimâ temizleriz.
HAKk Kelâmında tesbih ve devamlı zikrimizi ilân eder. Bunu bilmezsiniz.
Bizim hakikatimizi bilseniz ve secdelerimizi görebilseniz çıldırırsınız!..
Böyle olmanıza rağmen bütün işkencelere ses çıkarmayız, bedDUÂ da etmeyiz.
Bizim kadar HAKk’a mutî’ hiç bir yaratık yoktur.
Bizim bu hududsuz sabrımızı bilmezler.
Bu sessizliğimize karşı bizi kendi aralarında tahkir makamında kullanırlar :
"Odun gibi adam";
"Hissiz adam",
"Kaba adam",
"Vurdum duymaz adam" mânâsına kullanır.
Amma bu lakab da kendi hâllerine aittir.
Bazen insÂNlar içine giriyoruz, bundan dolayı ismimize ÂDEM diyorlar.
İşte aha bu garip şeye ağlıyorlar arkadaşlarım!
HAKk’a en çok nazı geçen yaratık SUdur.
Çünkü Cenâb-ı HAKk SUdan herşeyi halketti.
Amma, SUyu neden halkettiğini bildirmedi.
Sırrı ifşâ etmeyelim diye de bizim lisanımızı size öğretmedi.
Fakat biz sizleri ne lisan konuşursanız konuşun anlarız.
Zirâ biz->ALLAH Lisânı biliriz...
“Yüsebbîhu lehu mâ fi’s- semâvâtî ve’l-ard.”
Âyet-i Kerimesinde.: "Arz ve semâvât da ne varsa ALLAH’ı tenzih Ve tesbih eder!"
Bunların lisanı işte budur. ALLAHça’dır.
Onun için HAKk’ı tesbih edenin lisanını biz sessiz, sözsüz de anlarız.
Sen herkes gibi değilsin anlıyoruz.
Ağaç kesmezsin, dal koparmazsın, çiçek koparmazsın, yaş hiç bir şeyi ateşe atmazsın.
Nasıl biliyoruz gördün mü?.” dedi.
Doğruldum. Biraz yürüdüm.
ER RAHMÂN Sûresi’ni okumaya başladım. Sesli okuyordum.
HAKk’a kasem ederim ki, başım döndü düşecektim oradaki ağaçların secde ettiklerini, kıbleye doğru gördüm.
Belki “rüyâ” diyebilirsiniz buna.
Amma ben gördüm.
Tekrar kasem ederim ki, gördüm...
Ben Velî değilim.
Velînin ayaklarının altını öperim.
Amma ben de bir kulum.
HAKk nâsib etti gördüm işte...
Bir şey iddiâ etmiyorum, fakat gördüğümü söylüyorum.
ELHAMDÜLİLLAH...
ALLAH en iyisini bilendir...
SEHER.: Tan. Sabah olmağa başladığı vakit. * Fık: İkinci fecirden biraz evvel olan vakit."Seherlerde eser bâd-ı tecelliUyan ey gözlerim vakt-i seherde."
SERA.: Yer, toprak. Arz. * Malı çok olmak. Zengin olmak.
Es Selâmü.: Selâm, selâmet ve esenlik sâhibi. Fâni, gelip geçici olmaktan, ayıp, âfet ve zevâlden beri' ve selâmette olan. Her selâmetin menbağı ve selâmete erdiren... Mutlak eman, sulh ve teslim kaynağı olan ALLAHu zü'L- CELÂL.
ŞeBNeM.: f. Çiğ. Rutubet. Gece nemi. Neda.
Kasem.: Yemin. Ahdetme.
Kat’iyyen.: Kat'i ve kesin olarak. * Aslâ, hiçbir zaman..
Mutî’.: İtaatli. Terbiyeli. İsyan etmeyen. * Rahat..
Tahkir.: Hareket etmek. Hor görmek. Küçük görmek. Aşağı ve alçak addetmek..
وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Vallâhu halaka kulle dâbbetin mi’n- mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih (batnihi) ve minhum men yemşî alâ ricleyn (ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’ (erbain), yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in KADÎR (kadîrun).: ALLAH, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... ALLAH dilediğini yaratır; şüphesiz ALLAH her şeye kadirdir.” (Nûr 24/45)
لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرَى
“Lehu mâ fi’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı ve mâ beynehumâ ve mâ tahte’s- serâ.: Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O'nundur.” (Tâ-Hâ 20/6)
إِنَّهُ مَن يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَإِنَّ لَهُ جَهَنَّمَ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيى
“İnnehu men ye’ti rabbehu mucrimen fe inne lehu cehennem (cehenneme), lâ yemûtu fîhâ ve lâ yahyâ.: Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür ne de yaşar!” (Tâ-Hâ 20/74)
ثُمَّ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَى
“Summe lâ yemûtu fîhâ ve lâ yahyâ.: Sonra onun içinde (ateşte) ölmez ve de hayat bulmaz.” (A’lâ 87/13)
وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
“Ven necmu veş şeceru yescudân (yescudâni).: Yıldızlar ve ağaçlar, ikisi de (ALLAH'a) secde ederler.” (Rahmân 55/6)
هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Huvallâhul hâlikul bâriûl musavviru lehul esmâul husnâ, yusebbihu lehu mâ fîs semâvâti vel ard(ardı) ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).: O ALLAH ki; Yaratan'dır, Bâri'dir (yokken var eden), Musavvir'dir (şekil verendir), güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nu tespih eder. Ve O; Azîz'dir (yücedir), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (Haşr 59/24)
SEHER VAKti DUÂ-NAMAZI.:
الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ
“Ellezîne yekûlune rabbenâ innenâ âmennâ fagfir lenâ zunûbenâ ve kınâ azâben nâr(nâri).
Es sâbirîne ves sâdıkîne vel kânitîne vel munfikîne vel mustagfirîne bil eshâr(eshâri).:
Onlar (takva sahipleri): “Rabbimiz, biz hiç şüphesiz mü'min olduk (îmân ettik), artık bizim günahlarımızı (sevaba çevirerek) bize mağfiret et ve bizi ateş azabından koru.” derler.
(Onlar), sabredenler, sâdıklar (ahdlerine vefa edenler), kânitîn olanlar (Allah'ın huzurunda saygı ile duranlar), infâk edenler (Allah için verenler) ve seherlerde mağfiret dileyenlerdir.” (Âl-i İmrân 3/16-17)
وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
“Ve bil eshârihum yestağfirûne.: Ve onlar, seher vakitlerinde mağfiret dilerler.” (Zâriyât 51/18)
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ نَّجَّيْنَاهُم بِسَحَرٍ
“İnnâ erselnâ aleyhim hâsiben illâ âle lût(lûtin), necceynâhum bi sehar(seharin).: Biz de onların üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Yalnız Lut ailesini (bu azabtan ayrı tuttuk;) onları seher vakti kurtardık;” (Kamer 54/34)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “RABBimiz Tebâreke ve Teâlâ her gece, gecenin son üçte biri kaldığı sırada Dünyâ Semâsına nüzûl eder ve şöyle buyurur.: “BANA DUÂ eden var mı, DUÂsına icâbet edeyim? İstediğini vereyim. BANA istiğfar eden var mı, onu mağfiret edeyim?” buyurur.” buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radiyallahu anhu’den; Buhârî, Teheccüd, 14)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Gece yarısında Semânın Kapıları açılır ve bir münâdî şöyle seslenir.: “Hiç DUÂ eden var mı, icâbet olunsun, bir şey isteyen var mı verilsin, bir sıkıntıda olan var mı kurtarılsın.” Her hangi bir DUÂ ile DUÂ den hiç bir müslüman yoktur ki ALLAH TeALÂ ona icâbet etmiş olmasın. Ancak şehveti için koşan zinâkâr kadınla, ayyaş ve işret ehli müstesnâ.” buyurmuştur.
(İbn Hanbel, IV, 217, III, 34, 43, 94)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Gecede bir saat vardır. Müslüman bir kulun dünyâ ve âhiret işinden istediği her hangi bir hayır varsa ve DUÂsı o saate gelirse muhakkak ALLAH ona dileğini verir. Bu her gece vardır.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Vitr, 16; Neseî, Mevâkit, 35)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir koyun sağacak kadar bir süre de olsa geceleyin kalk ve namaz kıl!” buyurmuştur.
(Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, III, 18-19; Zebidî, İthafu’s-saâde V, 476)
Ebû Zerr radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e sordum: “Gecenin hangi vaktinde kılınan namaz daha faziletlidir?” diye sordum.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Gecenin eksilmeye başlayan yarısındaki namaz.” buyurdu. demiştir.
(krş. İbn Hanbel, Müsned, V, 179)
Âişe radiyallahu anha'ya.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (gece) namazını "Hangi saatte kılardı?" diye sordum.
Âişe radiyallahu anha.: “(Horoz) sesini duyunca kalkar, namaz kılardı.” diye cevab verdi.
(Buhârî, teheccud 7; rikâk 18; Müslim, musâfirîn 131; Nesâî, kıyâmu'1-leyı, 8; Ahmed b. Hanbel, VI, 110, 147, 203, 279. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/133.)
Âişe radiyallahu anha.: “Seher vakti, Peygamber (aleyhisselâm)i benim yanımda ancak uyurken bulurdum.” buyurmuştur.
(Buhârî, teheccüd 8; enbiyâ 38; Müslim, musâfirîn 132; Ahmed b. Hanbel, VI, 161, 270. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/134.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Geceyi altı bölüme ayırıp ilk üç bölümünde uyuyup dördüncü ve beşinci bölümlerini de ibâdetle geçirmek müstehabtır. Çünkü bu saatlerde Cenab-ı HAKk Kullarına nidâ ederek.: "DUÂ eden yok mu, DUÂsını kabul edeyim; isteyen yok mu, istediğini vereyim; günahının affını isteyen yok mu, affedeyim" buyurur.” buyurmuştur.
(Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/135.)
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
İSLÂMda NEZÂKET ve GÖZYAŞI
İslâm Mecmuasını, okuyan genç bir zâttan mektup aldım.
Temiz İslâm terbiyesinin süslediği, benliğinin içinden gelen duygularla :
"Siz nasıl bir insansınız ki yazılarınızı okudukça içimde bir başkalık duyuyor. Bilmediklerimi sizden öğrenmek istiyorum" diyor.
Ve NEZÂKETin İslâm çerçevesinde târifini istiyor...
Vazifem icâbı işlerim çok, ayrı ayrı cevap yazmak zor...
Ecri de tepmek istemem...
Genç arkadaş!. Ben Âlim değilim..
Herkes gibi bir Türk ve İslâm çocuğuyum...
Künyem işte bu kadar.
Sırrımın açıklanmamasını bana bağışlanmasını dilerim...
Beni dinleyin;
Dimağın bir kaç santimetre küp boz rengindeki maddesi, içine her şeyi sığdırmak isteği gülünç bir iddiadan başka bir şey değildir.
Şekillendirilmiş bir şeyden başka anlayamamak beşere mahsus acizlerinden biridir.
İşte, her şeyi görünebilir bir hâle getirmek arzusu biz insanlara buradan gelmektedir.
NEZÂKET, insanların yaradılışındaki gizli, ulvî hasletlerin rencide edilmemesini arzulayan hakiki ruhun akıl ve idrak dışında kalan fiilî en güzel hareketidir.
Bir nev’î cesedin Tadil-i Erkânıdır.
NEZÂKET hasleti ile baha değil bahâne kazanılır...
NEZÂKET şümulü içine giren her türlü hareketin kökünde =>Şefkat, adâlet nüveleri bulunur.
Akıl ve mantık hududu içine NEZÂKET girerse, riyâ ve dalkavukluk sahrasına girer insanoğlu...
NEZÂKET hasletleri yeşermiş bir insan, târif edemeyeceğim, bir huzur ve rahatlık buharı içinde hisseder kendisini...
Bu rahatlık ve huzur, NEZÂKETin akıl ve idrakiyle alâkası olmadığının baş delilidir.
İlâhî ve Mânevî Menba’ın gizlendiği ve inci dâneleri gibi ruha akan ulvî his ve fikirlerin geçebileceği ve tezâhür edeceği menfezlerdir.
NEZÂKET tezâhürleri...
NEZÂKET denilen târifi mümkün olmayan hareketler, düşünce ve sözlerin, ulvî hislerin idrak ve akla dökülme yollarıdır.
NEZÂKETte şefkat, merhamet, tevâzu’ ve sevginin, bilinmeden zedelenmesini koruma gaye ve esası gizlidir.
Bu gaye ve amaç, cemiyetlerin, dinlerin, Peygamberlerin mücâdele ve irşadları hüsn-ü ahlâk çerçevesi içinde kitleleri huzura kavuşturmaktır.
NEZÂKET insana geçtiği dakikada, insan ahlâk halitasına karışmış demektir.
NEZÂKET denilen şey ne ise, sinir ve asabiyet hâllerini gemleyip zekâsının işlemesine en büyük yardımcıdır.
NEZÂKETte bulunan en büyük ecirdedir.
Kâinat ve cemiyet şuurunun derinliklerini bilenler veya sezenler NEZÂKETtedirler daima...
“Dehâ ->Izdırabların mecmuasıdır!” demek
“Zedelenmemek için duyduğu NEZÂKETin kırılacağını sezip büyük şefkat duyan!” demektir.
“Vücudum büyüse büyüse de bütün CeheNNemi doldurabilsem!.” demişti =>Refik-i Resûllullah...
NEZÂKET çerçevesi içindeki anlama çevrilmek:
“Şefkat, merhamet, hürmet, hüsn-ü ahlâka doğru koşmak” demektir.
Rahîm, şefik hasletleri içinde bulunanlar NEZÂKET zırhını giyerek bu güzel ilâhî hasletleri devam ettirenlerdir.
Bu iki ciheti bağlayan göz yaşıdır.
Göz yaşı, akıl ve fennin inanma vasıtası olan laboratuvarında muayene edilmiş:
% 98.702 Su
% 0.030 Üre
% 0.620 Şeker
% 0.648 Tuz
Raporu verilmiş ve kitaplara geçmiştir..
Göz yaşı hipertoniktir.
Yâni kanın kesâfetindedir...
HAYy’ın devamına kaderle bahşedilen Er Rezzâk Esmâsiyle yıkanan, içinde aklın alamadığı değişmeyen madde ve cevherler bulunan kandan süzülür GÖZYAŞI...
Bütün ruhî tezâhürler zamanında biyolojik olarak tad değiştirir GÖZYAŞI.
Ağlayan, gülen ve muhtelif sebeplerden gelen göz yaşları durmadan terkib değiştirir.
İnsan uzviyet ve ruhunun bütün değişikliklerini GÖZYAŞInda bulmak ve keşfetmek mümkündür...
Ruhî ve uzvî çalışan beşer makinasının imâl ettiği göz yaşı insan denilen mahlukun şebnemidir...
Şefkat, acımak, hürmet ve sevgidendir.
Gözden gelen yaşlar, canlıların kendilerini ceseden ve ruhen unutup HAYy Esmâsının Rahmân Çeşmesinden gelen damlalarıdır. Hayvanların bir çokları ağlar bilir misiniz?
At ve köpek...
Vücudda göz yaşı kadar temiz ve berrak ve mübârek bir nesne yoktur.
Göz yaşı ilk görünüşte canlının yaratıcısı ile, irtibâtın en samimî en yakın olduğu zamanın zâhiri habercisidir...
Rikkat, şefkat ve sevgi hissinin son haddinin canlıda tezâhürünün ifâdesidir...
Göz yaşında sahibi için yalan yoktur. Olamaz...
Şefkat, iyilik ve yardıma karşı duyulan ifâdesi mümkün olmayan minnet ve şükran duygusunun söz kalıbına girmeyen sessiz, sözsüz insan özünün izâhını göz yaşı yapar.
İnsan yüzü sessiz GÖZYAŞI dökerken en güzel ifâdesini alır...
Çirkin bile sessiz ağlarken güzeldir.
Güzelleşir ALLAH anılırken,
Resûle teveccüh edildikçe,
Adâlet, Doğruluk, İnsanlık, Şefkat Hisleri konuşulurken,
Vatanî, millî olaylar karşısında iftihar duyarken,
Sessiz, sözsüz ruhun asâletini ortaya dökenlerin ilk işaretidir, GÖZYAŞI...
Bu İnci Damlaları dünyalara bedeldir.
Bir Hadis-i Kudside.: "Bana karşı duyulan sevgi ve havfdan gelen gözyaşlarını ben yere dökmem. Yeri mahvederim!."
GÖZYAŞInın sahibi kimse, temiz, sabırlı, mütevekkil, kanaat, rızkından başkasına verme hasletlerini kendinde cem’ ederse, hakiki imana girmeğe başlar, O zaman:
ALLAH zikredilirken, Kur’ÂN okunurken, kalbleri titreyenlerden gelen GÖZYAŞI âyetle sabittir.
Hakiki iman etmiş onlardır.
Bunların İnd-i İlâhîde dereceleri büyüktür.
GÖZYAŞI; HAYyın, Hayyü lâyemuta yanaşarak mağfiret ve şefkat deryasına, şefkatin tekrar karıştığını bildiren, insanların en lekesiz, riyâsız bulunduğu demlerin işaretçisidir...
Çok gülme esnasında gözden gelen yaş, insandaki yaradılış edebinin kendi kendine utanarak nefsinin.:
“Bu ne yaptığını bilmiyor, Yarabbi affet!.” demesidir.
Onun için Resûl (sav) ancak tebessüm ederdi.
Katiyen güldüğü vâki’ değil...
“Rabbikellezi Halâk.: Seni yaratan ALLAH ,
"Halâkâl insane min âlak.: İnsanı alâkadan halk etti!"
“Seni alâkadan halk etti!” demiyor.
“Büyük edeb-i ilâhî”dir bu.
Gâyet tabiî Habibullah,ALLAH ’ın bu edebine karşı her türlü edeb dışı hareketten muarradır, münezzehtir.
Zira Resûl bunun için :
“El edebi, hayrun mine’z-zehebi.: EDEB ->altından hayrlıdır.” buyurmuştur.
Zira edeb bir kıymettir.
Bir cevherdir aslında...
İlâhi Esmâlar aynen insanda mevcuttur.
Bir iki misal verelim.:
El Basîr, Es Sem'i, Es Sabûr bu Esmâlar kullara şu şekilde sudur etmiştir...
1-) İnsanlara verilenler ve geri alınmayıp irademize tâbi olanlar.
2-) İnsanlarda mevcuttur, irademize verilmemiştir.
3-) Vardır. Her insanın yaradılış tiynetine göre, bu esmâlarını çalıştırır, kuvvetlendirirse insanlara vâcib olan Velîlik mertebesine yanaşabilirler...
Essem'i.: İrademizde değildir. Bir sesi duymayın bakalım. Elinizde değildir.
ALLAH bize şah damarlarımızdan daha yakındır...
“İnnâliahe Yuhibbü’l-rakiku’s-savt.: ALLAH yavaş konuşanları sever"..
“Lâterfe'u Esvateküm Fevkassavten Nebîyyi...
Ud'u tadarruanve hufve..”
Hadis ve Âyetleri, her yerde hazır ve nazır olan ALLAH ’a karşı edebin bir şeklidir.
Resûl (sav) ses gelen tarafa döneceği zaman başını döndürmezler bütün cesedi mübârek ile dönerlerdi ses alma uzvunun esmâsına hürmeten, edeben başını çevirmezlerdi.
Her yerde hazır ve nazır, şah damarlarımızdan bize yakın olan ALLAH ile konuşuyor gibi sesin yavaş söylenmesi, edebin ifâdesidir.
Bağırarak söylemek bunları işitmiyor musun gibi hakâret hududuna girer.
İnceliğe bakınız..
Bu NEZÂKETi daha bir çok misallerle genişletelim.
Mezârlar Rahmet-i İlâhîyyeye en çok muhtaç yerlerdir.
Mezârlara hurma ve misüllü ağaç dikiniz.
Nebatlar, ALLAH ’ın Er Rezzâk Esmâsiyle beslendiklerinden toprakta yatana rahmet akmasına vesile olurlar.
Resûlullâh onun için işaret ederek tatlı bir NEZÂKET içinde bu emri vermiştir.
Nebatata. Er Rezzâk. El Hâlık, El Bedi’ Esmâları ile ölüye Er Rahmân Er Rahîm İsimleri sızar..
Toprak ile teyemmüm, rahmet ile yıkanmak demektir.
Rahmet herşeyi temizler.
Tekrar SUyu görünce abdest almak Rahmetin sıkıntı hâlinde insana yetişmesine karşı gölde görülen SU olan rahmet ile şükrün ifâdesidir.
“Gâyet ince ve büyük bir edeb ile karışık..”
ALLAH daima kendi Zâtı Ecelli Alâ’larına Esmâsiyle tesbih ettirmek Mu’tad-ı Ezelîyyesi’ndedir.
Mezârlara girildikte selâm vermek her yerde durmadan bu tesbihata, Sıfat-ı İlâhîyyeye karşı kulun edeb içinde bir tâzimidir.
“Kabirlerden başınız sıkıldığı zaman yardım isteyiniz!” hadîs-i şerifi, nehirler gibi mezârlara durmadan akan rahmet deryasının El Gafûr kolundan kulun istianesi demektir.
El Gafûr Esmâsının yardımı tecellî edince insan, Cenâb-ı Rabbilâleminin, Er Rahîm Esmâsının namütenahi şefkatine girmiş bulunur.
O zaman şefkatin muhafızı El Kadîr tecellîsi başlıyarak “Kabirlerden istiane” Hadis-i Mübârekinin doğruluğu kendiliğinden bütün aydınlığı ile ortaya çıkar.
Sünnet-i Resûlüllah Emr-i İlâhînin Nezd-i Sübhânîyye’de nasıl arzu buyrulduğunun, âdâb-ı muaşeretinin ümmete verilmiş bir hâlidir ki, Saray-ı İlâhîyyeye o edeb ile ancak kabul olunacağının ilânıdır.
Saray-ı İlâhînin teşrifat nazırları tarafından Resûlüllah efendimize tâlim ettirilen bu edeb Sünnet-i Resûlullâh başlığı altında Resûlü Ekrem tarafından ümmetine hedîyye edilmiştir.
Bu edebe sarılma, elzemdir.
Divan sarayına kabul edebilmek için...
Bu sünnetlerden bazılarını Resûlullâh arzu ettiğiniz zaman yapmazsanız diye buyurması ümmetinin her ferdinin şahsîyyetine de ayricâ bir paye vermek NEZÂKETinin ifâdesidir.
Diğer taraftan kullarda biraz da Beşerîyyet kokusunun kalmasını arzu etmelerindendir.
“Kâbe”ye gelipte beni ziyâret etmeyen bana cefâ verir!” buyurmaları:
Ümmetine;
Rahmet-i İlâhîyye benden dağılır. Şefaat Yevm-i Kiyâmette Cenâb-ı HAKk tarafından bana verildiğinden benim şefaatimi o muhteşem günde istemeniz için benden ümmetimin utanmaması, serbestçe şefaat istemeleri için ziyâretlerini işaret buyurmuşlardır.
Eğer ziyâret etmezseniz benden şefaat istemek hicâbınız olur. O zaman ümmetim bana müracaat etmedi diye cefâ duyarım. Bu cefâ yine ümmetim içindir, insanlar ara sıra ziyâret etmediklerinden hiç olmazsa bir defa selâm verip hatırlarını sormadıkları kimselerden bir şey ricâ edecekleri zaman sıkılırlar. Utanırlar.
Evlâdınız hayat boyunca sıkıldığı veya rahatlık içinde iken bir şey ricâ etmese, siz için için üzülürsünüz : “Evladım benden bir şey istese de alışsa!” diye...
“Her sıkıntısını bana söylese, elimden geleni ona yapsam!” dersiniz.
İşte Resûlün cefâ duyuşu bunun en büyüğüdür.
Tabi'inden bir âmâ Hz. Ayişe'yi ziyârete gelir.
Hz. Ayişe'nin ayakları çıplaktır...
Hz. Ayişe derhâl ayaklarını tesettür için örter...
Âmâ bunun farkına varır:
“Yâ Ayişe benim gözlerim görmüyor, bunu siz de biliyorsunuz niçin telâş edip örtünüyorsunuz!" der.
Hz. Ayişe.: “Evet bu doğrudur. Sen beni görmüyorsun.. Ben seni görüyorum. Bu kâfi değil mi?.”
Dinin Emr-i İlâhîyye, Emr-i Resûle verdiği kıymetten doğan NEZÂKETe bakınız...
Bir gün Resûlü Muhteremin Fem-i Saadetlerinden şu mübârek sözler dökülmeğe başladı.
Muhterem Sahabeler can kulağıyle dinliyorlar.
Hz. Ayişe de bir köşede büyük bir edeb ve hayranlık içinde Resûlü dinliyor...
“İnsanları cennete götüren amelleri değildir, ALLAH 'ın Rahmetidir.”
Mecliste derin sükut daha derinleşti.
Kimsede söz söyleyecek mecal zâten kalmamıştı.
Yalnız Hz. Ayişe.: “Yâ Resûlallah senin bu kadar amellerin, seni cennete götürmez mi?..” dedi.
Resûlün mübârek ağzından şu kelimeler dökülmeğe başladı.: "Yâ Ayişe ALLAH 'ın mağfireti ve Rahmeti yetişmezse, hayır!" buyurdular.
Bir gün Resûlü Ekrem bir hadiseden dolayı tatlı bir hiddet içinde Ayişeye.: “Elin kırılsın!” demiş...
O sırada Hz. Ayişe kollarını mütemâdiyen yokladığı ve bulunduğu yerde düşünceli düşünceli dolaştığı görüldü...
Bir aralık Resûlü Ekrem bu hâli görerek.: “Sen çıldırdın mı yâ Ayişe ne yapıyorsun?” demiş...
Hz. Ayişe.: “Hangi kolum kırılacak ona bakıyorum Yâ Resûlallah!.”
Hz. Resûlü Ekrem mübârek gözleri dolarak, Ellerini semâya doğru kaldırarak.: “Yâ RABBî ben de insanım. İnsanlar gibi hiddetleniyorum, hangi mü'mine bu yolda beddua edersem bu bedduayı onun hakkında, hayra tebdil eyle yâ RABBî!.” buyurmuşlardır...
İslâm NEZÂKETinin, dikkat buyurursanız, zirvesine çıkıyor Resûlü Ekrem...
Onun için kim hesaba çekilirse azâba uğrar.
Her kim ince hesaba çekilirse helâk olur.
Mübârek ve kat'i sözleri NEZÂKETten ayrılmamanın en kat'i ve gizli emirleri mahiyetindedir.
Dinin verdiği NEZÂKETte, İslâmlığın adâleti gizlidir... Usame Ordusu yola çıkmadan Hz. Sıddıkın tavsiyelerine bakınız.:
1-) Kadınları, çocukları, ihtiyârları öldürmeyiniz!
2-)Yemiş veren ağaçlan, kesmeyiniz!
3-) Mamur bir yeri katiyen tahrib etmeyiniz!
4-)Gıdadan başka bir maksadla koyun veya deve kesmeyiniz, hududu tecavüz etmeyiniz!
5-) Yolda manastırlara çekilmiş, mağaralara sığınmış adamlara rast geleceksiniz. Onları kendi hâlleri ile inandıkları ile baş başa bırakınız!
6-) Hiç bir şeyden korkmayınız! ALLAH sizinle beraberdir...
Bir İslâm Kumandanı, elçi olarak bir imparatorun huzurunda:
İmparatorun şa'şaa ve tantanasını ve azametini görerek.: “Bizim hükümdarımızın hiç kimse üzerinde hakk-ı rüçhanı yoktur. Zina irtikâb edecek olursa, en âdi bir adam gibi kırbaçlanır!.. Hırsızlık ederse cezâsını bulur ki bu cezânın azamisi elinin kesilmesidir!"
Dinin inceliklerini hakikatini anlamadan ona dil uzatan, lüzumsuz bir doğmadan ibaret olduğunu takma mantık ve felsefelerle tenkid etmeye yeltenen bazı âlim bilgisizlere cevap vermek iktizâ ederse deriz ki:
Hükümdarın huzurunda bulunan ve elçilik sıfatıyla gelen basit bir elbise içinde bulunan muhterem şahsa madde gözü ile bakan, o kumandanın gözündeki ilâhî kıvılcımları ve göğsündeki imanın şiddetle büyüklüğünü idrak etmeyerek basit bir düşünce ahengi için kıvranan hükümdara verdiği suali hatırlatırız.
Hükümdar.: “Be elçi şu kılığına bak, şu kılıcının kınına bak eski, delik deşik bir sahtiyân parçası... Bir de benim kılmama bak üstü yakutlarla süslü!.”
Elçi Kumandan.: “Evet üstümüz başımız yırtık. Kılmamızın kılıfı âdi bir sahtiyân üstünde yakut ve sebercet yok. Bunu diline dolama!.”
Hükümdarın bu Elçiye karşı gösterdiği alay gibi,
Sokma ilimden, güya dehasından çıkıyormuş gibi ben fizik bilirim, ben kimya bilirim, ben şunu bilirim, ben bunu bilirim diye mırıldayan âlim taslaklarına bizim mırıltımız da şudur.
Senin bu bildiklerinin özünü bende bilirim...
Sen şunu bilir misin ki kınıyla alay ettiğin o kötü kının içindeki kılıcın hâlis çelikten olduğu ve çok keskin olduğunu... bilmezsin değil mi... nereden bileceksin...
Bazı din ve ilim yapıyorum diye ötede beride mırıldanan softalar akılları kesmediği hâlde ötede beride bazı yazılarımız için mırıltı ediyormuş...
Onlara cevap değil de bizi okuyanların ve zevk duyanların üzülmemesi için onların hiç bir şey bilmediklerini İslâm NEZÂKETi içinde formüle edeceğim:
1-) İlme’l- Yakîn.
2-) Ayne’l- Yakîn.
3-) Hakke’l- Yakîn.
Diye tâbirler vardır. Bunlar nelerdir? Bunları bile bilmezler.
Okuma, yazma, insanların zâhiri tâlimidir.
Hakiki tâlim ve terbiyenin mi’yârı, okuma yazmadan çok yüksektir...
Bu gibilere şu küçük hikâye ile cevap vereceğim, yalnız bir an için gözlerini yumsunlar...
Bir adam gözü kapalıdır.
Elini ateşe uzatsa, ateşin sıcaklığından onun ateş olduğunu, anlar ve söyler.: “Bu =>İlme’l- Yakîn.'dir.
Gözünü açıp ateşi görünce.
Bu ateşdir der... Bu =>Ayne’l- Yakîn.’dır.
Elini ateşin içine sokunca eli yanar.
Ve ateşin hakikatini anlamış olur.
Buna da =>Hakke’l- Yakîn..” derler ALLAH YoLunda onların lügatında..
Vicdanları gâyet müsterih ve sakin bazı sâlih insanlar vardır ki kalblerinde ve sözlerinde teselli eden huzur ve sükuna iştirak edilmedikçe yanlarına yaklaşılamaz.
Bu sükuna iştirak göz yaşıyla karışık NEZÂKETin sembolü olarak yanaşabilinir.
Ne mutlu buNEZÂKETe erişmiş olanlara..
Göz yaşı ile rûhun bir alâkası vardır.
Üzüntülerde gözlerimizden yaş gelir.
Bunun sebebi henüz anlaşılamamıştır.
Gülmede gözden yaş gelmesinin de sebebi meçhuldür.
Cenâb-ı ALLAH GÖZYAŞInı çok SEVer.
GÖZYAŞI gelmesine sedef gibi görünen hâller vardır.
HAKk ile KuLun yaklaştığı zaman gelen yaş var.
HAKk’tan uzaklaştığı zaman gelen yaş vardır.
Bunların tadı, terkibi, hep başka başkadır.
Kahkaha ile gülmeği Resûl men’ etmiştir.
GÖZYAŞIna burada hakaret vardır.
Fazla kahkahada göz yaşı gelir.
Bu yaş kahkahayı yapana göz yaşının acımasıdır bunu unutma!..
Mecmua.: Toplanıp biriktirilmiş, tertip ve tanzim edilmiş şeylerin hepsi. * Seçilmiş yazılardan meydana getirilen kitap. Risâle. * Kolleksiyon.
Tezâhür.: Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş. * Birbirini korumak, birbirine arka olmak..
Ulvî.: (Ulviye) Yüksek, yüce. * Manevî ve göğe mensub.
Hüsn-ü ahlâk.: Ahlâk güzelliği.
Halita.: Karışık halde olan. Karma. İki veya muhtelif maddelerden yapılmış. * Madenlerin birbirleriyle birleşmelerinden hâsıl olan mürekkep madde.
Asabiyet.: Sinirlilik. Fart-ı gayret. İmân ve İslâmiyeti, kendi akrabasını, vatanını, din veya milliyetini müdâfaa etmek gayreti. Hamîyyet.
Tadil-i erkân.: Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : "Secdeyi sükunetle yerine getirmek ve iki secde arasında "Sübhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rüku'dan sonraki kiyâmda sükunet üzere olmak ve namazın bütün duâlarını dikkatle okumak. Namazın her rüknünü yerine getirmek, acele ile kılmamak" gibi.
NEZÂKET.: Naziklik, incelik, zariflik. Kaba olmamak. Edeb, terbiye.
Mu'tad.: Âdet. Âdet edilen iş. İtiyad edilen. Alışılmış olan.
Şefkat.: Başkasının kederiyle alâkalanmak, aciyârak sevmek. Yardıma, sevgiye muhtaç olanlara karşılıksız olarak merhamet ve sevgiyle yardıma koşmak. Karşılıksız, sâfi, ivazsız sevgi beslemek.
Dehâ.: Çok akıllılık. Zekiliğin ve anlayışlılığın son derecesi. İleri görüşlülük, geniş ve çok güzel fikir sâhibi olmak.
Refik.: Ortak, arkadaş, eş, yardımcı, yoldaş.
Hüsn-ü ahlâk.: Ahlâk güzelliği.
Kesâfet.: Bulanıklık. Kir. Açık veya berrak olmamak. * Kalınlık, yoğunluk, kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak.
Er Rezzâku.: Yaratıklarına tek ve mutlak rızıklarını vericiolan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL. Bütün mahlûkatının rızkını maddî, mânevî; her zaman, her yer ve her hâlde lâzım ve lâyıkınca veren.
Uzviyet.: Uzuv oluş. Canlılık. Canlı uzva ait..
Terkib.: Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek. * Birbirine karıştırılmış maddeler..
Menfez.: Nüfuz edecek delik, pencere. Delik. Ağız. Yarık. Girilecek yer..
Haslet.: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat..
Dimağ.: Beyin. Kafanın içi..
Irtibât.: Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık. * Düşmana karşı cenk için hudutta at sahibi olmak.
Havf.: Korku, korkutmak.
Nezd.: f. Yan. Yakın. Karib. * Göre, nazarında, fikrince. (Arapçadaki "ind" mânâsındadır)
Hayyülâyemut.: Ölümsüz diri ALLAH celle celâlihu..
Lâyemut.: Ölmez. Mahvolmaz. Hayatı sona ermez.
Muarra.: Fenalıktan uzak. Boş. Beri. Yüksek. Temiz. Çıplak..
Mi’yâr.: Ölçü. Bir şeyin kıymet ve vasfını gösterir olan. Ölçü. Bir şeyin kıymet ve vasfını gösterir olan..
Âdâb-ı muaşeret.: Beraber yaşayışta, hoş ve İslâmca yaşama ve geçinme usulleri. Peygamberin (aleyhisselâm) sünnetine uygun olan hareket. İnsanlara karşı edebli olma, insanca ve İslâmca yaşama âdâbı. Adâba dair Sünnet-i Peygamberîyeye uymak.
Namütenahi.: Nihayetsiz, sonsuz.
İstiane.: DUÂ. Yardım istemek. İane istemek.
El Edebi hayrun mine’z-zehebi.: Edeb altından hayırlıdır.
Tebdil.: Değiştirmek. Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek.
Tecavüz.: Haddini aşma. Söz veya hareketle ileri gitme. * Aleyhine hareket etme. * Zorlama. * Geçme. * Sataşma, saldırma, sarkıntılık.
Şa'şaa.: Parlama. Zahirî parlak görünüş. * Bir şeyi birbirine katıp karıştırmak.
Tantana.:Çok lüks içinde olmak. Gösteriş. Gürültü patırtı.
Rüçhan.: Üstünlük, yükseklik, üstün olma. Fazilet, haslet veya her hangi bir şey cihetiyle diğerinden üstün olmak.
Hakk-ı rüçhan.: Üstünlük hakkı.
İrtikâb.: Bir işe girişmek. * Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak. * Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak.
Tenkid.: Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını bulup meydana çıkarmak.Tenkid yapıcı veya yıkıcı olabilir. Tenkitten maksat, doğrunun ve yanlışın iyi niyetle ortaya konulması, hakikate ulaştıracak yolun ve imkânların gösterilmesidir. Sadece yanlışı söylemek, doğruyu göstermemek yıkıcı bir tenkiddir. Tenkid edenin, tenkid edeceği mesele hakkında bilgili olması gerekir. Tenkide his, ihtiras, menfaat, peşin hüküm araya girmemeli, tenkid konusunda Hz. Ali'nin (kerremallahu vechehu) şu sözünü unutmamalıdır.: "Sen hakikatı insanla bilemezsin, önce hakikatı tanı, sonra ehlini de tanırsın." (Bak: Gıybet)
.: Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek.(Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine ilm-el yakîn deniyor. Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona ayn-el yakîn bilmek deniyor. Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi'den olan ilmimizin derecesine de hakk-al yakîn deniyor. (Hakkalyakîn: Abdin sıfatları, Cenab-ı HAKk'ın sıfatlarında fâni oluş.
Men’.: Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek.
El Gâfiru.: Mağfiret edip tüm suçları bağışlayan, yarlıgayan, merhamet eden. Afvedip bağışlama hakkının mutlak sahibi olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Gaffâru.: Kullarının hata ve günâhlarını çokça örten, kapayan, bağışlayan ve affeden... Kullarının hata, noksan ve günahını çok çok afveden, yarlıgayan ve bağışlayan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL..
Es Semîu.: Her sesi ve sessizliği işiten ve duyan. Mutlak duyucu olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL..
El Bedîü.: Eşsiz, benzersiz, zıdsız güzellikte olan. Benzersiz şeyleri vücûda getirişte benzersiz olan. Sanatkâr-ı Mutlak olup seyrâna seren...Eşsiz, örneksiz ve benzersizliği mutlak olup, mahlükatını da her zerrenin şahsına mahsus eşsizlik, örneksizlik ve benzersizlik kimlik ve kişiliği içinde Ulühîyyeti hakkı olarak yaratma kudretiyle yaratan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL..
El Mübdi’ü.: Yok iken ilk defa ortaya koyan, icâd eden, yaratan. Zâtının ibtidası ve ilki olmayan. Halkını eşsiz ve örneksiz olarak ortaya çıkarıp aşikâr kılan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL..
El Kadîru.: Her hususta mutlak kudret (güc, tâkat, varlık, ehliyet, kabiliyet, becerebilme, zenginlik, ALLAH Tealâ'ya mahsus ezelî ve ebedî ve şu anda bütün kâinâtta tasarruf etme sıfatı) sahibi ve kudretin asıl kaynağı ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL..
El Kâdiru.: Kudreti (gücü) ve iktidarı olan (işi yapabilen, gücü yeten). Gücünü Zâtından alan... Mutlak kudret sahibi ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL..
El Muktediru.: Külli şeyi halkeden mutlak gücü yeten iktidârı olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL..
El Hâliku.: Eşyâyı örneksiz, misilsiz, tek olarak mutlak yaratıcı olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL..
El Hallâku.: Mahlûkatını halk eden, yaratan, mahlûk olmayan ve yaratılmayan tek takdir eden, takdirine göre icâd eden ve şeklini, ölçüsünü v.s. lâzım ve lâyıkıyla tasvir eden Hallâk (celle celâluhu)... Mutlak Hâlik, yaratıcı, yaratan, var eden ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL..
Lemyezel.: Devamlılık, bâkilik, zeval bulmazlık..
Rüçhan.: Üstünlük, yükseklik, üstün olma. Fazilet, haslet veya her hangi bir şey cihetiyle diğerinden üstün olmak..
Müsterih.: (Rahat. dan) İstirahat eden, rahat bulan..
وَيَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا*
“Ve yahırrûne li’l- ezkâni yebkûne ve yezîduhum huşûâ (huşûan).: Ve çeneleri (alınları) üstüne kapanırlar. Ve huşû’ları artarak ağlarlar.” (İsrâ 17/109)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ الْوَرِيدِ
“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min habli’l- verîdi.: Ve andolsun ki insanı BİZ yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve BİZ, ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf 50/16)
أَفَمِنْ هَذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ
وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَوَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَ
“E fe min hâze’l- hadîsi ta’cebûn (ta’cebûne). Ve tedhakûne ve lâ tebkûn (tebkûne).: Yoksa bu söz size acayip mi geldi? Ve siz gülüyorsunuz ve ağlamıyorsunuz.” (Necm 53/59-60)
اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
“Ikra’bismi rabbikellezî halak (halaka). Halaka’l- insâne min alak (alakın).: Yaratan RABBinin İsmi ile oku. İnsanı bir alaktan (embriyodan) yarattı.” (Alak 96/1-2)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Az gül. Çünkü çok gülmek kalbi öldürür (katılaştırır).” buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd, 2; İbn Mace, Zühd, 19)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hiç kimse kendi ameliyle cennete girmez.” Buyurunca,
“Sen de mi ya Resûlallah!” dediklerinde de,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Evet ben de meğer ki RABBim beni Rahmetinin kucağına almış olsun.” buyurmuştur.
(Buharî, Rikak, 18; Müslim, Münafikîn, 71-73.)
Abdullah İbni Mesud radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Bana Kur’ÂN oku!” buyurdu.
Ben.: “Yâ Resûlullah!. Kur’ÂN sana indirilmişken ben mi sana Kur’ÂN okuyayım?” dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kur’ÂNFkur'ân’ı başkasından dinlemekten pek hoşlanırım!” buyurdu.
Bunun üzerine ben kendilerine Nisâ Sûresini okumaya başladım. “Her ümmetten bir şâhid getirip seni de bütün bunlara şâhid tuttuğumuz zaman onların durumu nice olur?” anlamındaki âyete geldiğimde.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şimdilik yeter!” buyurdu.
Bir de baktım Resûlullah, iki gözü iki çeşme ağlıyordu.
(Buhârî, Tefsîru sûre (4), 9, Fezâilü’l- Kur’ân 33, 34; Müslim, Müsâfirîn 247. Ayricâ bk. Ebû Dâvûd, İlim 13; Tirmizî, Tefsir 5)
فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا مِن كُلِّ أمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلَى هَؤُلاء شَهِيدًا
“Fe keyfe izâ ci’nâ min kulli ummetin bi şehîdin ve ci’nâ bike alâ hâulâi şehîdâ (şehîden).: Artık her ümmetten bir şâhid (resûl) getirdiğimiz zaman ve seni de onların üzerine şâhid olarak getirdiğimiz zaman (halleri) nasıl olacak?” (Nisâ 4/41)
Enes İbni Mâlik radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir benzerini daha önce asla duymadığım pek etkili bir hitâbede bulundu ve.: “Eğer siz, benim bildiklerimi bilseydiniz, mutlaka az GÜLER, çok AĞLARdınız.” buyurdu.
Enes, bunun üzerine.: "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı, yüzlerini kapatıp hıçkıra hıçkıra ağladı!” demiştir.
(Buhârî, Küsûf 2, Tefsîru sûre (5), 12, Nikâh 107, Rikak 27, Eymân 3; Müslim, Salât 112, Küsûf 1, Fezâil 134. Ayricâ bk. Tirmizî, Zühd 9; Nesâî, Sehv 103, Küsûf 11. 23; İbni Mâce, Zühd 19)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH Korkusuyla GÖZYAŞI döken kişi, sağılmış süt memeye dönmedikce CeheNNeme girmez. Cihad Tozu ile CeheNNem Dumanı asla bir araya gelmez.” buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Tirmizî, Fezâilu’l-cihâd 8; Zühd 9. Ayricâ bk. Nesâî, Cihâd 8; İbni Mâce, Cihâd 9.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Başka bir gölgenin bulunmadığı Kiyâmet gününde ALLAH TeALÂ, yedi sınıf insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:
1-) Âdil devlet başkanı,
2-) RABBine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,
3-) Kalbi mescidlere sevgi ile bağlı müslüman,
4-) Birbirlerini ALLAH için sevip birliktelikleri ve ayrılıkları ALLAH için olan iki insan,
5-) Güzel ve mevki sahibi bir kadının gayr-i meşru dâvetine “Ben ALLAH ’tan korkarım!” diye yaklaşmayan yiğit,
6-) Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,
7-) Tenhâda ALLAH ’ı anıp GÖZYAŞI döken kişi!.” buyurmuştur.
(İbni Ömer radiyallahu anhu’den; Buhârî, Ezân 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91. Ayricâ bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât 2.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH Katında hiçbir şey, iki damla ve iki izden daha sevimli değildir: ALLAH korkusuyla akıtılan GÖZYAŞI damlası ve ALLAH yolunda dökülen kan damlası. İki iz ise, ALLAH yolunda çarpışırken alınan yara izi ve ALLAH ’ın emrettiği farzlardan birini yerine getirmekten kalan kulluk izidir.” buyurmuştur.
(Ebû Ümâme Suday İbni Aclân el-Bâhilî radıyallahu anh’den; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 26.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sinek başı kadar bile olsa GÖZünden ALLAH korkusuyla YAŞ çıkan ve bu yaşı yanaklarına değecek kadar akan hiçbir mü’min yoktur ki ALLAH onu ateşe haram etmesin!” buyurmuştur.
(İbn-i Mâce, Zühd, 19)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH ’ı anarken, ALLAH korkusu ile GÖZünden YAŞ akana, kıyamette azâb olmaz.” buyurmuştur.
(Hâkim.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH Korkusuyla AĞLAyan göze, CeheNNem Ateşinin dokunması haramdır.” buyurmuştur.
(Nesaî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kıyâmette herkes AĞLAyıp GÖZYAŞI dökecektir. Ancak dünyada ALLAH korkusuyla, bir damlacık GÖZYAŞI dökenler ağlamayacaktır.” buyurmuştur.
(İsfehanî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH korkusuyla, GÖZünden YAŞ akan mümini, HAKk teALÂ ateşten koruduğu gibi, ateşi de onun NûRundan korur.” buyurmuştur.
(İbni Mâce.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH için GÖZlerinden YAŞ akan mü’minin vücudunun, CeheNNem Ateşinde yanması haramdır. Bir damla GÖZYAŞI ile yanağı ıslanan kimsenin yüzü, hiçbir zaman darlığa düşmez. Kıyamette her şey ölçülür, tartılır. Bunlardan ALLAH korkusu ile akan GÖZYAŞI, ateş deryasını söndürecek güçtedir.” buyurmuştur.
(Beyhekî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Vücudu ALLAH Korkusu ile ürperen kimsenin günahları, ağaçtan yaprakların dökülmesi gibi dökülür.” buyurmuştur.
(Beyhekî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAHu TeALÂ, Hazret-i Mûsâ’ya buyurdu ki.: "BENden korkup AĞLAyarak yapılan ibadet, diğer ibadetlerden üstündür.” buyurmuştur.
(Taberanî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Cenab-ı HAKk, yemin ile buyuruyor ki.: "Dünyada benden korkarak AĞLAyanı, CeNNette ebedî güldürürüm.” buyurmuştur.
(Beyhekî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Sağılan süt, tekrar memeye girmediği gibi, ALLAH korkusundan AĞLAyan da ateşe girmez.” buyurmuştur.
(Tirmizî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAHu TeALÂnın Himâyesinden başka hiçbir himayenin bulunmadığı kıyamette, himayesine aldığı yedi kimseden biri de, yalnız iken ALLAH ’ı anıp GÖZünden YAŞ akan kimsedir.” buyurmuştur.
(Buharî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH Korkusu ile gözden akan bir damla GÖZYAŞIndan veya ALLAH YoLunda akıtılan bir damla kan damlasından daha kıymetli, ALLAH indinde bir damla yoktur.” buyurmuştur.
(Tirmizî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: AĞLAyın, ağlayamazsanız, kendinizi zorlayın, hüzünlenin! Kıyametteki azâbın dehşetini bilseniz, ayakta duramayacak hale gelinceye kadar namaz kılar, sesiniz kısılıncaya kadar AĞLArsınız.” buyurmuştur.
(Buharî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Her mü’min dağlar kadar günah ile Mescidimizde bulunsa, AĞLAyan şu kişinin hürmetine oradakilerin hepsinin günahları affolur. Çünkü melekler.: "Ey RABBimiz, AĞLAyanları, ağlamayanlara şefaatçi kıl!" derler.” buyurmuştur.
(Beyhekî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Peygamberler kabirlerinde diridirler" buyurmuştur.
(İbn Mâce, Cenâiz 65.)
El Basîru celle celâlihu.:
El Bedîü celle celâlihu.:
El Gâfuru celle celâlihu.:
El Hâliku celle celâlihu.:
El Hallâku celle celâlihu.:
El Hayy celle celâlihu.:
El Kâdiru celle celâlihu.:
El Kadîru celle celâlihu.:
er Rahmânu celle celâlihu.:
er Rahîmu celle celâlihu.:
Er Rezzâku celle celâlihu.:
Es Sabûru celle celâlihu.:
Es Sâmi'u celle celâlihu.:
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
SADAKA!.
"Kıyamet Günü hesap görülünceye kadar, herkes SADAKAsının gölgesinde olacaktır!" Hadis.
SADAKAda HAKk’ın Rızası gizlidir.
SADAKA zekâtın gözle görülemiyecek kadar küçülmüş nüvesidir.
Yüzünü kızartarak SADAKA isteyen bir Dilenciye ihtiyacından çok SADAKA vermişti.
Kâbe’de tavaf esnâsında birinin uzanmış uyuduğunu gördü. Uyandırdı.
Tebessüm ederek burada uyumanın hürmetsizlik olduğunu, yarın azaba dûçar olabileceğini tatlılıkla söyledi. Ve tavafına devam etti.
Yaptığı bu ikazın doğru olduğunu düşündü ve ferahladı.
O gece rüyasında İki Nurâni Zâtın kendisine geldiğini gördü.
“Biz Resûllullahın Elçileriyiz. Hemen önümüze düş! Seni mahkemeye götüreceğiz!” dediler.
Adam titremeye başladı.
Bir çölde ağaçlıklı bir yere geldiler,
Adamlar, içeri girdiler.: “Yâ Resûllullah getirdik!” dediler.
Mahkeme kurulmuş uykudan uyandırdığı Adam da orada ayakta duruyor.
“Bu mü’min kardeşini uyurken uyandırmışsın, İstirahatine mâni olmuşsun, seni şikâyet ediyor. Ne diyeceksin?”
“Evet bu doğrudur onu uyandırdım!”
Titreyerek.: “Yâ Resûllullah, onu orada uyuduğu için, hürmetsizlik saydım, bir azâba uğramaması için uyandırdım. Onu rahatsız etmek bile aklımdan geçmedi!.”
Resûl-ü Ekrem, şikâyet eden adama sordu.: “Bu cevaba ne dersin?”
“Mâdemki böyle rahatsız etmek değil, bana iyilik maksadıyla yapmış, ben hakkımı helâl ediyorum!” dedi.
Adam uyandığı zaman heyecandan titriyordu. Utandı ve ağladı.
Sabah namazını kıldı, Kâbe'yi tekrar tavafa başladı.
Birden o adamı orada gördü.
Yanına yanaştı.: “Şu yaptığını gördün mü? Beni Resûllullah’a şikâyet etmişsin!”
Adam hâlâ titriyordu. Gözlerinden de sessiz yaşlar akıyordu.
Rüyada şikâyet eden adam.: “Sen bana başkasına yüz kızartmayayım diye bol SADAKA vermiştin. Belki hatırlamazsın. Maksadım şikâyet değil, seni Resûlullah ile görüştürmekti.
Ama sen utancından hep yere baktın da, oturan Resûllullaha bakmadın!” dedi.
ALLAH için ihtiyacı olana yardım etmek, yedirmek, içirmek, giydirmek...
Güzel söz söylemek. Teselli etmek bunların hepsi boy boy, derece derece SADAKAdır bunu unutma!..
"Kıyamet Günü hesap görülünceye kadar herkes SADAKAsının gölgesinde olacaktır." Hadis-i Şerif.
Baha ile değil, bahâne ile ALLAH'ın Rızası kazanılır. Resûlüllahın SEVgisi elde edilir.
SADAKA verirken, yaparken gizli yap!
Yardım ettiğin kimseyi örselemeden.
Gururuna toz kondurmadan yap!..
Dilenerek değil.
Sözle değil.
Hâli ile ihtiyacını sessiz, sözsüz anlatana SADAKA ver!..
Câmi Kapılarında, dükkân dükkân gezen, kapı kapı dolaşan, onlar HAKk’tan başkasından rızık isteyen, küfre yakın delâlet içinde bulunanlardır.
İhtiyacını ALLAH'tan isteyene HAKk bir kulu vesile ederek SADAKA verdirir.
O hâlde SADAKA vermek için HAKk YoLunda kuyruğa gir, bekle!.
Sana da bir iş havale edilir.
SADAKAyı verdiğini “Kimseye” söyleme!
Falancaya yardım edecekler.
Elinde makbuz dolaşma!
HAKk’ın Rızası zorla alınmaz.
Dikkat et küfre girme!..
"Sâil" =>Âhiret Postacısıdır.
“Âhirete göndereceğin bir şey var mı?” diye sormaktır.
SADAKA âhirette bizim azığımızdır.
Bunu unutma!..
"Sâil" dilenci değildir.
Sakın aldanma!..
O dilenciye SADAKA verirsen, onu o işe teşvik ediyorsun demektir.
Dikkat et!..
Kula el açanın =>Ya HAKk’a el açmaktan yüzü yok, veyahut küfürde olduğunun farkında değil!
Dilekcilik bugün küfür mesleği hâline gelmiştir.
Zekâtını vermeyip SADAKA veren delâlettedir. (Şüphede).
SADAKA verip, zekâtını vermeyen ise Cehennemdedir. (İnkârda)
Birinde şüphe, diğerinde inkâr vardır.
Malına, vücuduna, haram giren kimsenin, ne SADAKAsı, ne de zekâtı İnd-i İlâhîde makbul olmadığı gibi “söylemiyorum” alana da helâl değildir.
Ne demek istediğimizi İz’ân Sâhibi anlar.
"Küçük günâhlar israr ile büyür. Büyük günâhlar da istiğfar ile erir gider." Hadis.
SADAKA =>HAKk’ın Esmâlarını Fiilî Zikirdir.:
Para ve mal ile yardım =>El Mâlik,
Yiyecek ile yardım =>El Rezzâk,
Güzel ve teselli edici sözler =>El Kelim, El Semi',
Affederek güler yüzlü olarak =>El Basîr,
DUÂ ile =>El Deyyân,
İbâdet ile =>El Mâbud,
Hizmet ile =>El Azîm Ve’l- İkram,
Nasihat ile =>El Alîm,
Sahavet göstererek =>El Gânî,
Tevazu’ ile =>El Mütekebbir,
Kanaat ile =>Es Şekür,
Sabır ile =>Es Sabûr,
Merhamet ve Şefkat ile =>Er Rahîm..
Bu hareket ve hâllerin devamlı olması =>SADAKAdır..
Fâkirlerin SADAKALarı.:
El Mâ’bud (ibâdet)
Es Sabûr (sabır)
El Şekür (şükür) iledir.
Buradaki fâkir, dilenci değildir.
Dilencilik İslâm'da yasaktır.
Haramdır, küfürdür.
Yoksulluk içinde yüzer, kimseye söylemez. =>Fâkir budur.
Sâil=>Muhtaç olan. “Bunu geri çevirme!” Âyeti
Küfrünü koru!
Bir daha yapmaması içindir..
ALLAH böylelikle o fâkiri korumak, yola getirmek için =>“Sâili boş çevirme!” buyuruyor.
Amma bu hitabda Resûl-ü Ekrem'e hitabdır, kullara değil!.. Burası çok ince bir noktadır...
Bir hadis-i şerifte “Az kalsın fâkirlik küfr oluyordu.”
Fâkirlik HAKk’ın verdiği bir ni’mettir.
Dilencilik küfürdür.
HAKk’tan başkasına el açmaktır. Yönelmektir.
Rızık ne takdir edilmiş ise, istesen de istemesen de bir miktar gelecektir.
HAKk böylelikle o kulun “EL Mâbud, Es Sabûr, Es Şekür.” Esmâlarını takviye ve onu imtihan ediyor ki, mertebe versin diye...
Fâkirlerin ve zenginlerin murad edilmesinin HAKk’ın vereceği emirlere inanmak ve HAKk’a inkiyad derecesinin ölçülmesidir.
İmtihan için...
Fâkir olmasa zekât verecek bulunmaz.
Zengin olmazsa zekâtın hikmeti kalmaz.
Her şey zıttı ile kâimdir.
Bu muvâzenenin devamlı olmasını temin için, çalış, rızkını ara emrolunmuştur.
Buğday bir dâne.
Bunu toprağa ekmezsen çoğalmaz.
Onun çoğalması buğdayda ve toprakta gizlidir.
Bu fiili yapmak, yâni buğdayı toprağa ekmek rızık peşinde koşmak demektir.
Onun için bir buğdaydan “yüz” dâne oluyorsa, onun içinde toprağın, güneşin, suyun, o dâne buğdayında HAKk’ın, iştiraki vardır.
Bu oluş içinde HAKk’ın Yaratma (verme emri) Kudretinin hakkı vardır. İşte zekât budur.
Rızıklara haram karıştırmamak demek bu hakları kirletmemek demektir.
“Rızkın onda dokuzu ticâretledir.” buyurulmuştur.
Dokuzu senin, geri kalan bir HAKk’ın, toprağın, suyun, güneşin hakkıdır.
Ona ne hile, ne haram, ne ihtikâr karıştırmak haramdır. HAKk’a karşı hile kullanıp herkesin birden bire anlıyamıyacağı HAKk’a inkar gizlidir.
Devam edilir.
Tövbe edilmez, bilinmezse dindar olduğunu zanneden, ibâdet yapan kimse haberi olmadan münkirdir.
Bütün ibâdetleri, zikirleri, beyhudedir.
Hem de Cehennem azabını çoktan haketmiştir.
Bunların son nefesleri imânsızlık ile çıkar.
Bu gibi hareketlerde “ALLAH büyüktür, affedicidir!” sözleri de “HAKk’ın Emirlerinde hile vardır, bizi korkutuyor!” hissinin bilmeden doğmasıdır.. Bu da küfürdür..
Fakat son nefeste herşeyi idrak ederlerse de imânsız olarak giderler.
İslâm dini Te’vil Dini, kendi kendine hüküm verme dini değildir.
Her şey aşikârdır o kadar...
Ya emirlere harfiyen inkiyad veya kaytarmak...
Hangisini istersen...
Fakat yine mü’mindirler.
Bir hadiste : “İnsan mü’min doğar, mü’min ölür.”
Bu şu demektir:
İnsan imâna gelmek, HAKk’a inanmak kabiliyet ve mekânizması ile yaratılmıştır.
İnsanda inanmamak nüvesi diye bir şey yoktur.
Bu haslet ve hassadan dolayı insan mü’min doğar, mü’min ölür.
Bu hassayı imân ile ortaya çıkarmak lâzımdır ki, hakiki İslâm ola o kimse...
İslâm bu hassayı anlıyarak, HAKk’a TesLim OLma YoLu, çâresi İslâm Müessesesidir.
Tövbe ve istiğfar bu hassayı temizlemek için HAKk’ın yardımını istemektir.
Onun için tövbe kapıları İslâmda son nefese kadar açık bırakılmıştır.
ALLAH'ın EL ADL Esmâsına HAKk’ın kendi Ahdidir.
Bütün haramlar bu ahde karşı kulun hürmette kusur etmemesi için büyük İlâhî bir Yardım olmak üzere emredilmiştir.
"SADAKA ömrü uzatır" Hadis.
SADAKA =>Ne farz, ne vâcib, ne de sünnettir.
Kul ile ALLAH arasında mânevî ve maddî bir SIRRdır.
SADAKA =>Helâl kazanç ve haram bilmeyen bir kimsenin HAKk emirlerini yerine getiren bir kulun işidir.
Umumî olarak HARAM =>Hangi dinden olursa olsun, fazilet, doğruluk adâlet, insanlık hududları içinde kazancın bu hududları aşmasıdır.
Bu İslâm Dininde başkadır.
Bir de HAKk’ın men’ ettiği hareket, fiil, rızık bakımından hududludur.
ömrün müddeti rızık ile alâkadardır.
Rızık biterse ömür de biter.
Kaba bir misâl vererek ince bir şey anlatalım.:
Sana tahsis edilen 200 kilo yağ farz edelim;
Bunu şu kadar senede yiyeceksin.
Diyelim ki 10 seneden sen bunun 50 kilosunu SADAKA verirsen geride 150 kilo kalır.
Fakat rızkın bittiği zaman göçeceksin.
Amma 10 senelik 200 kilo yağ 50 kilo eksik o hâlde 10 seneden evvel müddeti sen sarfettin.
50 SADAKA verseniz HAKk YoLunda ALLAH Ganî olduğu için sana bu 50x10 misli verir.
O zaman 50 kilo 500 kilo olur ve geride 150 + 500 = 650 kilo oldu 10 senelik SADAKAların.
İşte ömrün uzadı demektir..
SADAKAzorla alınmaz.
Zorla SADAKA ve yardım istemek doğru değildir.
Bu hâl şu hâli doğurur:
Birisi.: "ALLAH aşkına! Resûlullah aşkına! ALLAH'ı seversen! Resûlü seversen! Bana SADAKA ver!” diyen kimseye SADAKA vermezsen ne olur?.
Bir şeyi sevmek vermeyi mucib değildir.
Yukarıdaki şarta riâyet etmeyen hakikate yakın olmadığını olaya mânâ vermemiş (hâşâ) sevmemekliği için vermemiş olacak bunda hakkı da yoktur.
Böyle isteyen kimse ALLAH'ı, Resûlü âlet olarak kullanmış olur. Niçin para istiyor?
İhtiyacı için, rızkı için!
ALLAH kulun rızkını tekeffül etmiştir..
Hülâsa burada rızkın nereden geldiğini unutmak vardır.
Yardım istediğin şahsı rencide edip onu hataya götürmek vardır.
“Fâkirlik az kalsın küfr oluyordu!” hadisinin mânâsı budur.
"Komşusunun aç olduğunu bildiği hâlde, evinde yemek yiyen bizden değildir!" Hadis.
Bunlar yardımın HAKk’a isyanı bilmiyerek, kul yapmasın diye emrolunmuş ve bildirilmiştir.
Fâkirde olsan SADAKA ver!
SADAKA her kesin anlıyacağı şekilde şudur.:
Bir öğün aç birini doyuracak miktarında olacaktır.
Bozuk para cüzdanı, ekmek dilimi, eski ceket, pantolon veya palto, eski bir ayakkabı bunlar SADAKA değildir.
Yardım olabilir.
SADAKA HAKk’ın "El Ganîy" Esmâsının fiilî zikir ve tesbihidir.
İslâmiyette her türlü emir, dış bir disiplin değildir.
Şeriat dedikleri çember =>Müslümanın inançlarını, ibâdetlerini, yaşayışını, eylemlerini murakabe eden bir sistemdir.
Bununla mü’mini disiplin altına alarak HAKk’ın Korumasıdır.
İslâmda hiçlik ve yokluk mefhumu diye bir şey yoktur.
Madde ma’bud değildir.
Müslüman maddeye ma’bud olma değil, ma’bed olma şerefini tanır.
Bu sûretle ALLAH'ın arzu ettiği, Peygamberin dilediği şekle, “KÂMİL İNSÂN” hâline gelmesini te’min eder.
İslâmiyette şeriatçı, tarikatçı diye bir şey yoktur.
Bunu ileri sürmek, “Yobazlık” ne ise odur!.
SADAKA.: ALLAH Rızâsı için fâkirlere verilen mal, para, ilim gibi insanın muhtaç olduğu her hangi bir şey..
Tavaf.: Ziyaret etmek. Ziyaret maksadiyle etrafında dolaşmak. * Hacıların Kâbe etrafında yedi defa dolaşmaları.
Havale.: Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama. * Görmeyi önleyen duvar gibi perde.
Sâil.: (Sual. den) Dilenci. * Fâkir. * Soran. * İsteyen. * Akan, seyelan eden.
İnd-i ilâhî.: ALLAH'ın indinde. ALLAH'ın nazarında.
İz’ân.: Basiret. Anlayış. * Teslim olup itaat etmek. * Akıl. Zekâ. İnanç. İdrak. Bilmek. (Bak: Dimağ).
Israr.: Bir fikir veya meşru dâvadan dönmemek. Direnmek, sebat etmek. Hayırlı bir hâl üzere sadakatla kalmayı istemek.
İstiğfar.: (Gufran. dan) Afv dilemek. Cenâb-ı HAKk'tan kusurlarının affedilmesini, günahlarının bağışlanmasını dilemek. Tevbe etmek. Yalvarmak. " Estağfirullâh" demek.
Muvazene.: Ölçmek. Denk olup olmadığını bilmek için tartmak, ölçmek. * Düşünmek. * İki şeyin vezince birbirine denk olması. Uygunluk.
Inkiyad.: Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal.
Nüve.: Çekirdek, asıl, menba.
Haslet.: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
Hassa.: (c.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat. * Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.
Müessese.: (c.: Müessesât) (Esas. dan) Bina, kuruluş. * Kurum.
Tekeffül.: Boynuna almak. * Birine kefil olmak. Kefâlet etmek veya vermek
Yobaz.: Geri kafalı kör müslüman.
Rencide.: f. İncinmiş, kırılmış.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Komşusu açken tok olarak yatan kimse bizden değildir." buyurmuştur.
(Hâkim, Müstedrek, 4/183, h. no: 7307)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bütün insanlar fıtrat (İslâm Fıtratı) üzerine doğar, ancak anne-babası onu Yahudi yahut Hristiyan veya müşrik yaparlar.” buyurmuştur.
(Buhârî, Cenaiz 92; Ebu Davud, Sünne 17; Tirmizî, Kader 5) “Bütün insanlar fıtrat (İslam fıtratı) üzerine doğar, ancak anne-babası onu Yahudi yahut Hristiyan veya müşrik yaparlar.” (Buhârî, Cenaiz 92; Ebu Davud, Sünne 17; Tirmizî, Kader 5)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Dikkat edin! Âdemoğulları / çocukları değişik tabakalarda yaratılmıştır. Onlardan kimi mü’min olarak doğar mü’min olarak yaşar ve mü’min olarak ölür. Onlardan kimi de kâfir olarak doğar, kâfir olarak yaşar ve kâfir olarak ölür. Onlardan bir kısmı da mü’min olarak doğar, mü’min olarak yaşar ve kâfir olarak ölür. Diğer bir kısmı ise kâfir olarak doğar, kâfir olarak yaşar ve mü’min olarak ölür.” buyurmuştur.
(Tirmizi, Fiten 26)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Rızkın onda dokuzu ticârettedir.” buyurmuştur.
(İbn Hacer el-Askalânî, Metalibü’l-aliye, Beyrut, 3/302, h.no, 3620)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ticâret yapın, çünkü rızkın onda dokuzu oradadır.” buyurmuştur.
(Zeynu’l-Irakî, Tahricu ahadisi’l-ihya-İhya ile birlikte-a.g.e). (Zeynu’l-Irakî, Tahricu ahadisi’l-ihya-İhya ile birlikte-a.g.e)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Nerede ise fâkirlik, küfre denk olacaktı ." buyurmuştur.
(Beyhakî Şuab; Taberânî, el-Evsat)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH'ım, yoksulluk fitnesinin şerrinden, küfür ve yoksulluktan sana sığınırım!." buyurmuştur.
(Nesaî, Sehv, 90, İstiâze, 16, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 36, 39, 42, 44; VI, 57, 207)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ““Hiçbir büyük günah, tövbe ve istiğfar edildiği takdirde, büyük kalmaz. Ve hiçbir küçük günah da ısrar edildiği takdirde, küçük kalmaz/büyür.” buyurmuştur.
(Kenzu’l-Ummal; h. no: 10230)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kıyamet günü insanlar arasında hüküm verilinceye kadar, herkes SADAKAsının gölgesinde olacaktır.” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned, 4/147-8; Heysemi, Mecmeu’z-zevaid, 3/110; Münavi, Feyzü'l-kadir, 5/17, no: 6282.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Haklarında yeminle söz söyleyebileceğim üç haslet vardır; bunları iyi belleyiniz:
1-) SADAKA vermekle kulun malı eksilmez.
2-) Uğradığı haksızlığa sabredenin ALLAH şerefini artırır.
3-) Dilenme kapısını açan kimseye, ALLAH fâkirlik kapısını açar...” buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd, 17)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Servet, bir müslüman için ne güzel arkadaştır. Yeter ki, o servetinden fâkire, yetime ve yolcuya (SADAKA) vermiş olsun!” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned, III, 21)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Başka bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde ALLAH Teala, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:
1-) Adil devlet başkanı,
2-) Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,
3-) Kalbi mescitlere bağlı Müslüman,
4-) Birbirlerini ALLAH için sevip buluşmaları da ayrılmaları da ALLAH için olan iki insan,
5-) Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine "Ben ALLAH'tan korkarım!" diye yaklaşmayan yiğit,
6-) Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli SADAKA veren kimse,
7-) Tenhada ALLAH'ı anıp göz yaşı döken kişi." buyurmuştur.
(Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den; Buharî, Ezan 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudüd 19; Müslim, Zekât 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesaî, Kudat 2)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim darda kalan borçluya zaman tanırsa veya alacağının tamamını veya bir kısmını borçluya bağışlarsa (SADAKA) ALLAH kıyamette hiçbir gölgenin olmadığı günde kendi arşının gölgesinde gölgelendirecektir.” buyurmuştur.
(Müslim, Zühd 74, Tirmizî, Büyu' 67; İbn Mace, Sadakat 14) uyurmuştur.
()
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH bir lokma ekmek, bir avuç hurma ve yoksulun faydalanacağı buna benzer bir şey vesilesiyle üç kişiyi Cennet’ine koyar.:
1-) Evin sahibi ve onun (SADAKAnın) verilmesini emreden kişi,
2-) Verilecek şeyi (SADAKAyı) hazırlayan evin hanımı,
3-) SADAKAyı yoksulun eline veren hizmetçi.”
Bunları ifâde ettikten sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hiçbirimizi unutmayan ALLAH TeALÂ’ya hamd olsun!” buyurmuştur.
(Heysemî, III, 112)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“SADAKA vermekle mal eksilmez. ALLAH TeALÂ, affeden kulunun değerini artırır. ALLAH Rızâsı için alçak gönüllü olanı ALLAH yüceltir.” buyurmuştur.
(Müslim, Birr, 69)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Suyun ateşi söndürdüğü gibi SADAKA da günah(ın azâbını) söndürür.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Zekât, 28/664)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “SADAKA, RABB’in öfkesini söndürür ve kişiyi kötü ölümden uzaklaştırır.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Zekât, 28/664)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Müslümanın verdiği SADAKA, ömrünü uzatır (bereketlendirir), kötü ölümü önler ve ALLAH TeALÂ onunla kibri, fâkirliği ve övünmeyi giderir.” buyurmuştur.
(Heysemî, III, 110)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “SADAKA vermekte acele edin! Çünkü belâ, SADAKAnın önüne geçemez.” buyurmuştur.
(Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 110)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Yarım hurma ile de olsa ateşten korunun. Bunu da bulamayan, güzel ve hoş sözle korunsun.” buyurmuştur.
(Buhârî, Edeb, 34)
وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
“Ve enfikû fî sebîlillâhi ve lâ tulkû bi eydîkum ilet tehluketi, ve ahsinû, innallâhe yuhıbbul’- muhsinîn (muhsinîne).: Ve (mallarınızı) ALLAH yolunda İNFÂK edin (başkalarına verin)! Ve de kendi elinizle (kendinizi) tehlikeye atmayın! Ve ahsen olun! Muhakkak ki ALLAH, muhsinleri sever.” (Bakara 2/195)
الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ ثُمَّ لاَ يُتْبِعُونَ مَا أَنفَقُواُ مَنًّا وَلاَ أَذًى لَّهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
قَوْلٌ مَّعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِّن صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَآ أَذًى وَاللّهُ غَنِيٌّ حَلِيمٌ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُبْطِلُواْ صَدَقَاتِكُم بِالْمَنِّ وَالأذَى كَالَّذِي يُنفِقُ مَالَهُ رِئَاء النَّاسِ وَلاَ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَأَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًا لاَّ يَقْدِرُونَ عَلَى شَيْءٍ مِّمَّا كَسَبُواْ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
“Ellezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi summe lâ yutbiûne mâ enfekû mennen ve lâ ezen lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).
Kavlun ma’rûfun ve magfiretun, hayrun min SADAKAtin yetbeuhâ ezâ(ezen), vallâhu ganiyyun halîm (halîmun).
Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tubtılû sadakâtikum bil’- menni vel’- ezâ, kellezî yunfiku mâlehu riâen nâsi ve lâ yu’minu billâhi vel’- yevmil’- âhır (âhıri), fe meseluhu ke meseli safvânin aleyhi turâbun fe esâbehu vâbilun fe terakehu saldâ (salden), lâ yakdirûne alâ şey’in mimmâ kesebû vallâhu lâ yehdîl’- kavmel’- kâfirîn (kâfirîne).:
Mallarını ALLAH yolunda İNFÂK ettikten (verdikten) sonra verdikleri şeyin arkasından minnet ettirmeyenlerin (başa kakmayanların) ve onlara ezâ etmeyenlerin ecirleri (mükâfatları), RABB'lerinin katındadır. Ve onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.
Güzel bir söz ve mağfiret (bağışlayıp iyi davranma), arkasından ezâ gelen (başa kakılan) bir SADAKAdan daha hayırlıdır. ALLAH GANÎ'dir, HALÎM'dir.
Ey imân edenler! ALLAH'a ve yevmi’l- âhire inanmayarak, malını insanlara riyâ (gösteriş) için İNFÂK eden (veren) kişi gibi, SADAKAlarınızı minnetle (başa kakarak) ve ezâ ile bâtıl etmeyin (boşa çıkartmayın). ışte onun durumu, üzerinde toprak bulunan sert bir kayaya benzer ki, ona kuvvetli bir yağmur isâbet edince, böylece (üzerindeki toprağın gidip), onu (tekrar) sert (verimsiz) bir kaya halinde bırakması gibidir. Onlar kazandıklarından bir şey elde edemezler. ALLAH, kâfirler kavmini hidâyete erdirmez.” (Bakara 2/262-264)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَنفِقُواْ مِن طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّا أَخْرَجْنَا لَكُم مِّنَ الأَرْضِ وَلاَ تَيَمَّمُواْ الْخَبِيثَ مِنْهُ تُنفِقُونَ وَلَسْتُم بِآخِذِيهِ إِلاَّ أَن تُغْمِضُواْ فِيهِ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû enfikû min tayyibâti mâ kesebtum ve mimmâ ahracnâ lekum minel’- ard (ardı), ve lâ teyemmemûl’- habîse minhu tunfikûne ve lestum bi âhızîhı illâ en tugmidû fîh (fîhî), va’lemû ennallâhe ganiyyun hamîd (hamîdun).: Ey imân edenler! Kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardıklarımızın temizlerinden İNFÂK edin (ihtiyacı olanlara verin). ve sakın onun kötüsünden ve kendiniz için gözü kapalı (gönül rahatlığıyla) alamayacağınız (ucuz ve düşük evsâflı) şeyleri İNFÂK etmeye meyletmeyin (kalkışmayın). Ve ALLAH'ın, GANÎ (ve) HAMÎD olduğunu bilin!” (Bakara 2/267)
إِن تُبْدُواْ الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَ وَإِن تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَاء فَهُوَ خَيْرٌ لُّكُمْ وَيُكَفِّرُ عَنكُم مِّن سَيِّئَاتِكُمْ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
“İn tubdûs sadakâti fe niimmâ hiy (hiye), ve in tuhfûhâ ve tu’tûhâl’- fukarâe fe huve hayrun lekum ve yukeffiru ankum min seyyiâtikum vallâhu bi mâ ta’melûne habîr (habîrun).: Eğer SADAKAları açıkça verirseniz, işte o (davranışınız) ne güzel! Ve eğer o (SADAKAları) gizleyerek fâkirlere verirseniz artık o sizin için daha da hayırlıdır. (Böylece ALLAH), günahlarınızdan (bir kısmını) örter (bağışlar). ALLAH, yaptıklarınızdan haberdâr olandır.” (Bakara 2/271)
الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
“Ellezîne yunfikûne emvâlehum bil’- leyli ven nehâri sirran ve alâniyeten fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr (ALLAH yolunda) İNFÂK edenler (verenler), işte onların ecirleri (mükâfatları) RABB'lerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.” (Bakara 2/274)
وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Vellezîne tebevveû’d- dâre vel’- îmâne min kablihim yuhıbbûne men hâcere ileyhim ve lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtû ve yû’sirûne alâ enfusihim ve lev kâne bihim hasâsah (hasâsatun), ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul’- muflihûn (muflihûne).: Ve onlardan önce (Medine'yi) yurt edinmiş olup kalblerinde îmân yerleşmiş olanlar, kendilerine hicret eden kimseleri severler. Ve onlara verilenlerden (dağıtılan ganimetlerden) dolayı, kendileri onlara muhtaç olsa bile, gönüllerinde bir hacet (kaygı, haset) bulunmaz. Ve onları kendi nefslerine tercih ederler (üstün tutarlar). Ve kim nefsini cimrilikten korursa, o takdirde işte onlar, onlar felâha (kurtuluşa) erenlerdir.” (Haşr 59/9)
وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ
“Ve emme’s- sâile fe lâ tenher.: Ve amma saili (bir şey isteyeni) bundan sonra azarlama.” (Duhâ 93/10)
ESMÂLAR.:
ALLAH celle celâlihu.:
er Rahîmu celle celâlihu.:
el ADLu celle celâlihu.:
El Âlim celle celâluhu.:
El Azîmü celle celâlihu.:
El Basîru celle celâlihu.:
El Mâlikü'l- mülki celle celâlihu.:
El Melikü celle celâlihu.:
El Mütekebbiru celle celâlihu.:
El Ganiyyü celle celâlihu.:
Er Rezzâku celle celâlihu.:
Es Sabûru celle celâlihu.:
Es Sabûru celle celâlihu.:
Es Selâmü celle celâlihu.:
Eş Şekûru celle celâlihu.:
El Celâlü celle celâlihu.:
El Celâlü celle celâlihu.:
Er Rahmânü.: Genellikle merhamet eden ve mahlûkatının tümüne önceden ve şartsız ni'met veren bağışlayıcı, yargılayıcı, yâr muamelesi yapan cüm haiz leye Evvelî Rahmân. Âfâkî, vücûdî.. Merhameti zâtına mahsus ve sınırsız olan ALLAHu zü’L-CELÂL. Özdeki "nun" un (Nûrullah) "mim" hakk olup Rübûbiyyet rüyetine çıkış çekirdeği Koşulsuz ve genellikle tüm mevcûdatına RAHMÂN olup hayat için lâzım ve lâyıkı bağışlayan ALLAHu zü’L-CELÂL.
Er Rahîmü.: HAKka inanıp hayrı işleyen kullarına merhametiyle beraber muhabbeten Muhammedî Neşe'yi yaşatan ve âhirinde ihsan edici olan ALLAHu zü’L-CELÂL. Koşullu, hakka imân ve hayrı amel edinen kullarına özellikle dünya, din ve âhiretlerinde RAHÎM olan ALLAHu zü’L-CELÂL. Özellikle hak edene (şartlı: kurallara uyan mü'mine) çok merhamet edip esirgeyici. Mü'mine Âhirî Rahîm. Enfüsî, vücubî...
Es Selâmü.: Selâm, selâmet ve esenlik sahibi. Fâni, gelip geçici olmaktan, ayıp, âfet ve zevâlden beri' ve selâmette olan. Her selâmetin menbağı ve selâmete erdiren... Mutlak eman, sulh ve teslim kaynağı olan ALLAHu zü’L-CELÂL.
El Mütekebbiru.: Büyüklenmeye, ululanmaya, kibriyâya tek ve ortaksız sahib olan, Kibriyâsı bozulmayan ve izhâr eden. Kibredene haddini bildiren. Azamet sahibi... En büyük olmaya mutlak hakk sahibi olan ALLAHu zü’L-CELÂL (Küçültücü anlamdakı kibirden (büyüklenmek) değil de, azamet bildiren kibriyâ (büyük olmak)dan türer...
Er Rezzâku.: Yaratıklarına tek ve mutlak rızıklarını vericiolan ALLAHu zü’L-CELÂL. Bütün mahlûkatının rızkını maddî, mânevî; her zaman, her yer ve her hâlde lâzım ve lâyıkınca veren.
El Hakku.: Varlığı mutlaka, fiilen olan. Varlığı ve ulûhiyyeti doğru, gerçek, lâzım ve lâyık olan. Varlığı hiç değişmeyen, ibâdete lâyık ve her hakkın sahibi olan. Âdil-i Mutlak Vâcib-i Lizâtîhi... Varlığı mutlaka zaruri olan, olmaması imkansız, lâzım ve lâyık olan. Tüm hakikatlerin kaynağı Mutlak HAKK. Bizzât ve sürekli olarak varlığı, gerçekliği ve Ulihiyyeti mutlak ve fiilen geçerli olan ALLAHu zü’L-CELÂL.
Es Sabûru.: Çok sabır gösteren, sabbar. Mutlak sabrın sahibiolan ALLAHu zü’L-CELÂL.
El Ganîyyü.: Herşey'e sahib olup, hiçbir cihetle kimseye ihtiyacı olmayan Ganî-yi Mutlak (celle celâluhu). Başkalarına muhtaç olmayıp mutlak zengin olan; varlığında, sıfat, esmâ, fiil ve eşyâlarında ihtiyaçtan münezzeh olan ALLAHu zü’L-CELÂL.
El Settârü’l- uyub.: Ayıpları, kusurları örten. Kusurları göstermeyen, günahları bağışlayan ALLAHu zü’L-CELÂL..
Settar : Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten.
EL DEYYÂN.: Herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren. Hâk Teâla. Kahhar. Hâsib. Hâkim. Kadir. Râi. ALLAHu zü’L-CELÂL..
El Alîm.: Hakkıyla mutlak bilen. İlmi; evvel-âhir-zâhir-bâtın olan. Mutlak bilici olan ALLAHu zü’L-CELÂL..
El Âlim.: Çok bilgin, ilminin gereği herşeyi bilici olan. İlmin mutlak sahibi. İlmin mutlak sahibi olan ALLAHu zü’L-CELÂL..
El Adlu.: Hakkaniyet ve adâlet üzere olan, zulmetmeyen. İ'tidâl üzüre olup ifrat, tefrit ve hevâsız olan...Hükmünde hakk olan, doğruluktan ayrılmayan ve âdiller âdili olarak da tek olan. Mutlak âdil, asla zulmetmeyen zulmü kullarına da yasaklayan, hakkaniyyetle hükmeden, hakkı söyleyen ve hakk olanı lâzım ve lâyıkınca yapan ALLAHu zü’L-CELÂL..
Eş Şâkiru.: Kullarının şükürlerini kabul edip rızasını bahşeden şirkten şüküre geçiren. Az iyiliğe çok çok mükâfât veren. Kullarının şükürlerini kabul eden ve şükre sebeblerin tümünün mutlak sahibi ve halkedicisi olan ALLAHu zü’L-CELÂL..
Eş Şekûru.: Hakka inanıp salih amel işleyen kularına hesabsız sevâb veren ve şükürlerini kabul buyuran ALLAHu zü’L-CELÂL..
El Azîmü.: Azamet, ululuk, büyüklük sahibi. Her bakımdan azametini zâhiren sergileyen, gösteren. zâtî ve sıfatî mâhiyeti akılla anlaşılamayan. Mutlak ulu ve azamet sahibi ALLAHu zü’L-CELÂL..
ZÜ'L İKRÂM.: İnsanoğlunu mükerrem kılan Cenâb-ı Hakk (celle celâluhu), imkan (maddî-manêvi tüm ni'metleri) ile imtihan (tevhid-i tahkikî bilip anlayıp, yaşayıp, şâhid olup öyle hesaba gelmek) da karşılıksız ve sonsuz ni'met veren ikrâm sahibidir.ALLAHu zü’L-CELÂL..
ZÜ'L-CELÂL (Celâlet).: Cenâb-ı HAKK (celle celâluhu)'nun kahrının ve azametinin tecellîsi olup tüm varlık, celâl tecellîsi ile kendisine ihsân edilen ikrâmdan emredildiği şekilde faydalanır. Aksine davrananlar ise mahvolurlar. Ateş ocakta aşı pişirir, ancak kurallara uyulmazsa insanı da yakar. İnkâr edene Celâl tecellîsi, ikrâr edene Cemâl tecellîsi...
Zü'l-Celâli Ve'l- İkrâmü.: Sonsuz kereminden ikrâmını kullarından şükredene lütûf, küfredene ise lânet etme (celâliyyet) hakkının mutlak sahibi olan ALLAHu zü’L-CELÂL. Celâl ve ikrâm sahibi olan Cenâb-ı HAKK (celle celâluhu).
El Melikü.: Hâkim'i Mutlak. Sistemin Sahibi. Eşyâ, olay ve herşeyde mutlak tasarruf ve mülkün Sahibi. Sünnetullah Sahibi...Mülkünü idâre eden mutlak Melik olan ALLAHu zü’L-CELÂL..
Mâlikü'l-mülki.: Mülkün mutlak sahibi olan. Halkettiği mülkünün mutlak mâliki ve sahibi olan ALLAHu zü’L-CELÂL..
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..
- Ahmed
- Admin
- Mesajlar: 1157
- Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00
Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)
ALLAH DOSTU
DER Kİ-SIRR-I
YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
M. DERMAN
ATEŞ BÖCEGİ..
Geceleri ışık çıkaran Böcekler vardır. Herkes bilir...
Ateş Böceği ismini verirler. Parlar sönerler.
Çok yükseklerde uçmazlar.
Azami 4-5 metre yükseklerde uçarlar.
Umumîyetle yere yakın uçarlar...
Küçük bir böcektir.
Şimdiye kadar bu böcek çok tetkik edilmiştir. Tecrübeler yapılmış.
Işığın nasıl husul bulduğu hakkında bir çok mütalâalar yürütülmüştür.
Ateş Böceği henüz yumurta hâlinde iken, belli belirsiz bir ışık saçar.
Uçmağa başladıkları zaman kısa ömürlüdürler.
Bir kaç gün hepsi o kadar...
Bazı cinslerinde dişileri uçmazlar. Fakat ışıkları vardır.
Buna karşılık erkekleri uçtukları hâlde ışıkları yoktur.
Fakat umumîyetle ateş Böcekleri hem uçar ve hem de ışıkları vardır.
Ateş Böceğinin karnının altında sarı bir leke vardır. Işığı burası verir.
Zor durumda olduğu zaman, bu ışık çoğalır.
Fakat ışık daha ziyâde çiftleşme zamanında çoğalır.
Sevişme için mehtapsız geceleri seçerler.
Gündüzleri ıslak otlar dibinde akşama kadar uyuyan erkek böcek kendine bir eş aramak için bir çatırtı ile havalanır.
Işık kesik kesik olduğu gibi, çizgi hâlinde de devamlı olabilir. Uçarken, yere yaklaşırken ışıklarını söndürürler.
Işığın gücü mumun yirmidebiri kadardır.
Erkek havada iken, dişi yerde onu bekler.
Erkeği gördüğü zaman dişi de ışığını yakıp söndürür.
Âdeta ona işâret verir.
Ateş Böceğindeki enerji % 100 ışığa çevrilir.
Elektrik fenerinde % 10 ışık diğeri ısı olur.
Yüzde yüz ışığa çevrilmesinde böcekte bulunan 2 maddenin tesiridir:
Birisi "Luciferine" maddesi, "Lucifer" ışık taşıyan demektir.
Diğeri ise "Luciferase" birleşik maddedir.
Böceğin ışık organlarından 1890 senesinde "Rafael de Bois" isminde bir Fransız Fizyoloji Mütehassısı bu 2 maddeyi toz hâlinde elde etmiştir.
Ve bundan bir mahlul yapmıştır.
Bunu bir cam tüpe koymuş, havanın oksijeni ile karıştığında ışık verdiğini tesbit etmiştir.
Bir Amerikan Biyokimya Mütehassısı Dr. Mac Elroy bu iki maddeyi 3. üncü bir madde ile araştırdığı zaman ışık elde etmiştir.
Bu maddeye “A.T.P.” denir, (acido adenosine -Tsciphaspboricpere) Asit Adonezin teri fosforik.
Bu madde bütün canlı organizmalarda mevcuttur.
Bütün canlı varlıkların hücrelerinde bulunan enerji kaynağıdır. İnsanlar da da vardır.
Bu olmasa.:
* Hücre çoğalmaz.
* Gıdalar enerjiye tahavvül etmez.
* Yaralar kapanmaz, beyin çalışmazdı
Ateş Böcekleri ışıklarını sinir uçlarıyla adrenalin çıkardıkları bu vasıta ile hücredeki "Lüciferin" ile, diğer hücrelerdeki (Luciferase) kundakladıkları ve bu sûretle ışığa tahvil ettikleri iddia edilmektedir.
Luciferine ve luciferase maddelerinin üçüncü bir madde ile yâni “A.T.P.” elemânı ile birleştiği takdirde ışık vermektedir.
“A.T.P.” maddesi tecrid edilmiş ve bulunmuştur.
O hâlde böyle elde edilen karışım içinde hayat kıvılcımı olan, bir şeyle karıştırıldığı takdirde ışık verecek demektir.
Ateş Böceklerinde bulunan Luciferine ve luciferase ancak güneş çekildikten sonra birleşim yaparak ışık verirler.
Onun için Ateş Böcekleri gündüz uyurlar.
İnsan vücudunda da bu maddeler vardır.
Vücuddaki bu maddeler =>Bütün dimağ ve sinir sisteminin her türlü tabiî, hayatî, dış ve iç fonksiyonların azalmasıyla fazlalaşmaktadır.
Uykuda ve bilhassa gece vakti luciferine gündüz ziya mâni olduğundan, gece yukarıdaki fonksiyonların azalması, dimağın, vücudun tahrişten uzak olduğu zamanda, insanın daha ziyâde alın, yüz, el üstleri, baldırlarda fazla olduğu yerlerdir.
Sivrisinekler gece faaliyete geçerler.
Işık söndüğü zaman bu Böcekler doğrudan doğruya bu maddelerin çok bulunduğu yerlere konarak ısırmaları bu ışıkların kendilerini cezbetmelerindendir.
Bu madde nerede varsa hayvanlar, haşerat oraya hücum ederler.
Bazı vücûdlarda bu madde birleşmesi, burnunun almadığı bir koku çıkarırlar.
Bu gibilere tahta kurusu, sinek gelmez.
Sinek konmaz bu koku güzel kokulardandır.
Kemiklerde fosfor vardır.
Ruciferinde bir fosfor derivesidir.
Adrenalin fazla ziyâya ma’ruz kaldığı zaman okside olur. Rengi sarımtırak oluyor. Ve terkibi değişiyor..
Adrenalin,
Işık,
Ateş Böceği,
Adrenalin =>Şekeri fazlalaştırır, vücudda.
İnsülin =>Şekeri düşürür,
adrenalinemie.
insilinemie..
İnsan vücudunda Luciferine ve Lusiferase mevcuttur.
Vücud hücrelerinde “A.T.P.” tabiî olarak mevcuttur.
Dimağı faaliyet.
Vücud normal fonksiyonları en az faaliyette bulundukları zaman, meselâ uykuda bu birleşme husule gelir.
Ve insanın vücudundan da ışık çıkar.
Fakat bu ışığı göremeyiz:
Adrenalin, insülin, vücûdda böbrek üstü bezlerinden ve pankreastan çıkar.
Doğruluk. Adâlet. Ahlâk. Temzlik.. Gibi devamlı hasletleri olanlar hırsa kapılmayan, gıpta, hased, dedikodu, gıybet nedir bilmeyenlerde adrenalin ve insülin muvazenesi normaldir.
Luciferine Luciferase bu vasatta vuku’ bulur.
O zaman ışık görünür.
Lux. Lucis Lumiere. Lucifer - Porte Lumiere ->Işık taşıyan demektir..
İsâ Peygamberde başının etrafında bir hâle olduğunu söylerler ki bu doğrudur.
Peygamber Efendimizin NÛR olduğunu söyledikleri gibi...
“NÛR YüzLü” tâbiri buradan menşe’ini almıştır.
Bazı insanlar yaşlandıkça güzelleşirler.
Bazılar da aksi olur. Çirkinleşirler.
Bu da boş bir laf değildir.
Müşahade edilir, fakat tetkik sahasına kimse sokmamıştır..
Canlı deriz.
Biyoloji kitapları canlılık târifine rûhu ve sonsuzu, aklın ötesini sokmadıkları için, hiç bir zaman ideal bir târife varmamışlardır.
Bir biyoloji kitabını açarsak insanı, canlı varlığı cansız varlıktan ayıran başlıca vasıfları sayar durur.
Bunların hepsinin altında, yine tatminden çok uzak bir cevap bulma çabalaması gizlidir.
Rûhla irtibat kuran her şey canlıdır.
Medeniyet de de Rûhla irtibat kuranın icadıdır.
Sonsuza girmeden ideal bir târif yapılamaz.
Aklın kestirebildiği şeyler “Mümeyyiz kuvvet” dediğimiz ayırt edici duyguya arz edince, akıl bu duyguya tâbi olarak kabul veya reddeder..
Bu şekilde: Nübüvvet Makamının eriştiği hakikatlar, akıl tarafından kabul edilmeyebilir. Bu hâl cehlin tam kendisidir.
Akıl bir tavırdır ve nübüvvet tavrının çok aşağısındadır.
Nebîlik tavrının erdiği ve gördüğü şeyleri hakikat da yok zanneder. Kin akıl...
Renkleri ve şekilleri işite işite, hikâyesini dinliye dinliye bellemiş ve bunların varlığını kendi öz gözüyle doğrulayamamış anadan doğma bir amâya, renkler ve şekiller ne kadar izâh edilse anlayış sağlanamaz.
Ve amanın gözünde inanılması imkânsız şeyler gibi kalır.
Hâlbuki ALLAH Kullarına bu noktayı imkânsız görmemeleri için, nebîlik hassasından örneklik bir pay ihsan etmiştir.
O da uyku ve rüyâdır.
“Sâlihlerin rüyâsı 46 da bir nebîliktir.” Hadis..
23 sene nebîlik, 6 ay Hira'da rüyâdır...
Bu rakamı sâdece madde hesabına vurmamak lâzımdır.
Altı ay, 23 senenin 46 da biridir.
Düşünen, gözü aralık olan çok şey çıkarır.
Resûlü Ekrem 23 sene Nebîlik 276 ay eder, 6 ay Hıra'da devamlı rüyâ görmüştür.
Hıradaki müddet Nebîlik müddetinin 46 da biridir.
Dikkat hesap kadrosuna sokmadan düşünmek gerek...
Rüyâ gören bir insan, ileride zuhura gelecek hâlleri ya aynı ile veya bir misâl şeklinde görerek anlar..
Eğer insanlar bu hâli, öz nefislerinde bulamazsalar, kendilerini bazı kimseler, baygın düşüp bütün anlayış vasıtaları karardığı hâlde, gaibi görüyorlar denildiği zaman, bu iddiâyı gülünç bulurlar.
Ve şu cevâbı verirler.: “Duyuş ve anlayış vasıtaları faaliyette iken, görülmeyen şeyleri, bu hassalar hareketsiz kalınca görmek mümkün değildir!.”
Ve böyle bir mantığın doğruluğuna inanırlar.
Hâlbuki bizzat vak’a ve hadise böyle bir mantığı yalanlar. Nübüvvet de işte böyledir..
Oraya açılan hakikati görmeyenlerin, gözünde ancak muhal sayılır.
Ve akıl ile varılamıyacak nev’îdendir.
Resûl ve Nebîyye tecellî eden aynıyla hakikattir.
Bu hakikatin aynen akıl ile müşâhedesine imkân yoktur.
Zâhiri beş hassamızın hissedip doğruladığı ve hükmettiği bazı maddeleri, bazan mümeyyiz kuvvet yalanladığı gibi, mümeyyiz kuvvetin kabul ettiği şeyleri de bazan akıl tekzib eder.
Akü hükmettiği maddeleri de onun üstündeki makam olan Nübüvvet (ki şeriat tavrıdır) fetheder.
Mesela =>Göz yıldızı küçük görür. Hâlbuki o dünyadan daha büyüktür.
Bu büyüklüğünde vakı’aya tam mânâsıyla uygun olduğu da iddia edilemez.
Şeriat Âlimleri ALLAH’ın İsim ve Sıfatlarının kapıcılarıdır.
Velîler ALLAH’ın Zâtının Kapıcılarıdır.
Bu farkı şu küçük hikâye ile söyleyebiliriz.:
Bir Şeriat Âlimi zengindir.
Fâkir bir Velî’ye ihsânda bulunmak istemiş,
Velî şöyle mukabele etmiş.: “Kendi kazancımı bile vücûdum kabul etmiyor nerede kaldı başkasının!.”
Câmide kimse yok gibi amma...
Sonsuzlukla dopdolu... Duyan için..
Bu ne demek =>Ağızları HAKk Rızası için kapalı Hakiki Mü’minlerin HâLi...
İçleri ALLAH ile dolu vücudları Resûlüllahın Ruhanîyeti’yle okşanıyor. Yetmez mi bu?..
Hepsi dolmuş.. Bir dokun bak...
Gözlerinden HAKk’ın SEVdiği sessiz yaşlar akar...
Her insan iyidir.
Yalnız arayıp bulmak lâzımdır.
Eğer sen de iyi isen!. =>Yoksa bulamazsın!.
Meselâ insanın bir anda şurada veya burada olması "Tayy-i Mekân" değildir.
Asıl iş =>Nefsin çirkin sıfatlarından tayyederek, ALLAH’ın Yanına varmaktır.
HAKk ile olmak için =>Halk ile olmak lâzım.
HAKk’tan ayrı olan =>Halka, Halktan kopan =>HAKk’a yakın olamaz!.
İslâmın doğruluk söz kılıcı vardır.
Kılıcın Çelik SUyu =>TEVHİD PINARINDAN verilmiş =>İlâhî Kudret Çarkından BİLenmiştir..
Kur'ÂN-ı Kerîm bu ilimlerin ana dilidir.
Mansur idâm edilirken şöyle demiş:
“Bana açtığın sırları da onlara da açsan veyâ onlardan gizlediğin şeyleri benden de gizlesen bu hâl başıma gelmezdi!.”
Nilüferler vardır.
SUyun üzerinde çiçek açarlar.
Kökleri SUyun dibindedir.
Bazıları SU içinde büyürler.
SUyun üzerine varmazlar.
Fakat çiçek nasıl olursa olsun çiçek çiçektir.
SUyun altında tomurcuk, SUyun üzerini hiç bilmez
İnsanlar da yarın ne olacağını bilemezler.
Makas kâğıt keser. Taş makası ezer.
Bu lâf çocuk lâfı olarak kalır.
Fakat dikkat edilirse, incelerin incesi bu lâfın içinde, bir HİKMEt ve SIRR gizlenir..
Birini küçülterek, birini büyültmek doğru değildir.
Tevhidin aslından bahsedilirse halk dayanamaz, ölür.
Elimizde olmayan bir şey vardır.
Kader, onunla mücâdele edilmez...
Kadere karşı insanın boynu daimâ bükük olmalıdır.
Bu hâle aklı karıştırmak kaderi inkâr olur.
Bu son sözün anlaşılması güçtür.
Fakat samimîyet ve temkin ile düşünürsen mânâsı hemen anlaşılabilir.
Bütün bu hasletler, hakiki inanç, insan vücudundaki muvâzeneyi temin eder.
İbâdetin her emrolunanı bu adrenalin ve insülin muvâzenesini te’min eder.
Bu gülünç değildir. Hakikattir.
Bozulanlar da bilmeyerek yapılan hataların neticesidir.
Bütün hastalıklann sebepleri vardır.
Fakat bu sebepler vücud mukavemetini bozan faktörlerdir. Mânevîdir bunu biraz düşünmek lâzımdır..
İnsan et ve kemikten ibaret olmadığını, aklından çıkarmamak lâzımdır.
İnsan RÛHu bütün vücûdun maddesine hakimdir.
Onun sarsılması vücûdda bir takım ehemmiyetsiz ve ehemmiyetli bozuklukların husulüne baş sebeptir.
Bu hâl anlaşılsın, anlaşılmasın laboratuvara girsin girmesin te’siri inkâr edilemez...
Tahriş.: (c.: Tahrişât) Tırmalama. Yakıp kaşındırma. * Azdırma. Rencide etmek.
Menşe’.: (Neş'et. den) Esas. Kök. Bir şeyin çıktığı, neş'et ettiği yer. Beslenip yetişilen yer.
Mahlul.: Çözülmüş, dağılmış. Hallolmuş, erimiş. * Murisi ölen sahipsiz mal. Mirasçısı bulunmayıp hükümete kalan miras.
Müşâhade.: Gözle görmek. Seyrederek anlamak. Seyretmek. * Muayene, kontrol.
Mümeyyiz.: Temyiz eden, ayıran, iyiyi kötüyü farkeden. * İmtihandaki talebenin bilgisini imtihan ederek yoklayan kimse.
Adrenalin.: Adrenalin veya epinefrin, böbrek üstü bezlerinin iç kısımları tarafından öz bölgede salgılanan bir hormondur..
Tecrid.: Açıkta bırakmak. * Yalnız başına bırakmak. Tek başına hapsetmek.
Haşerat.: (Haşere. C.) Küçük zararlı böcek, akrep ve yılan gibi hayvanlar..
Derive etmek.: Bir maddeden diğer bir madde elde etme, türetme..
Ateş Böceği.: Lampyris cinsine bağlı bir böcek türüdür. Dişiler biyolüminesans ile çiftleşmek için çekicilik sağlar. Işık parlaklığı erillere doğurganlıklarını göstermek için işaret görevi görür. Parlaklık yüksekliği daha çok ve büyük yumurta olduğundan, eriller genel olarak en parlak olana yönelim gösterirler. Bu sebepten ötürü, dişiler çiftleşmek için birbiri ile rekabet halinde olur.
Terkib.: Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek. * Birbirine karıştırılmış maddeler.
Muvazene.: Ölçmek. Denk olup olmadığını bilmek için tartmak, ölçmek. * Düşünmek. * İki şeyin vezince birbirine denk olması. Uygunluk.
Hıra.: Mekke-i Mükerreme'nin civarında bulunan ve Hz. Peygamber'e (aleyhisselâm) ilk vahyin geldiği mağaranın ismidir. Bu mağaranın bulunduğu dağa Hırâ Dağı denildiği gibi, Harrâ veya Cebel-i Nûr da denilmektedir..
Hassa.: (c.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat..
Muhal.: İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye.
Tekzib.: Yalanlamak. Bir işe inanmayıp inkâr etmek. Yalan olduğunu söylemek..
Temkin.: Ağır başlılık, usluluk. * Ölçülü hareket sâhibi. * Vakar, izzet. İktidar, kudret. * Birini bir şeye muktedir kılmak. * Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükuna mazhar olmak. * Tedbir, ihtiyat.
Haslet.: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
Te’min.: Güvenlik, emniyet hissi vermek. * Sağlamlaştırma, şüphe bırakmama. * Sağlamak. Kat'i vaadde bulunmak. Emn ve emân vermek. * Elde etme..
Husul.: Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Zaman yaklaşınca, mü'minin rüyâsı, neredeyse yalan söylemeyecek. Esâsen mü'minin rüyâsı, Peygamberliğin kırk altı cüz’ünden bir cüzdür." buyurmuştur.
Buharî'nin rivâyetinde şu ziyâde var.: "Peygamberlikten cüz’ olan şey yalan olamaz." buyurmuştur.
(Buharî, Ta'bir 26; Müslim, Rüya 8, (2263); Tirmizî,Rüya 1, (2271); Ebu Dâvud, Edeb 96, (5019))
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
CÂN BABA..