MÜNİR DERMAN SOHBETLERi..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1190
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

MÜNİR DERMAN SOHBETLERi..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

SOHBETLER I. BÖLÜM
MÜNİR DERMAN

kaddesâLLAHu sırrahu

SOHBET.: I

İlk mektebi bitirirler. Orta, mektebi, lise, üniversite bilirler!.
Bunlar doğrudan doğruya bu yola girerlerse Sâlihin Mertebesine kadar yükselirler.
Onlara aşağıda sual yoktur. Pasoları vardır.
“Buyurun!.” derler.
Bu “Buyurun Paso!” da burada alınır Oğlum, burada!.
Namaz kılmaklan da değil haa!.
Namaz kılmak, oruç tutmak =>ALLAH’ı inândığını isbat için =>Şükr için..
İş bundan sana ne geliyor…
Şeftaliyi şeyden aldın odanın köşesinden aldın ektin mi?. İşte bu namazda ekilir..
Şimdi de var!. Yok değil haaa!..
Boş değilsinizzz!.

Eskiden ihtiyarlar vardı. Yaşlandıkça NûRlaşırlardı.
İhtiyâr kadınlar, ihtiyar dedeler hepisi.
Ben o kadar Avrupa Memleketlerinde gezdim, ihtiyarlaşıp da güzelleşen bir Gavur Karısı görmedim.. Hepsi böööyle bişeye benziyorlar...
Bizde en Pis Kadın bile. En pis dediğimiz İslam Karısı bir defâ secdeye başını koymuşsa.
Yaşlandıkça güzelleşir..
Yaşlandıkça güzelleşir..
Yaşlandıkça güzelleşir..
Sonunda da temiz giderse aşağıda da Melekleşir oğlum!.
Onun için İslam deyip de böyle geçmemek lâzımdır.
Ve bunlar, aşağıda ALLAH’ın Büyük Ni’metleriyle karşilâşırlar.
Bunlar masal değil!.
Bunlar ALLAH’ın Kelâmı’nda Hazreti Resûlu Ekrem’in bize ALLAH Tarafından kendisine Cebrâil’le getiren Kur’ÂN-ı Kerîm’in içinde ki âyetler,
Saçma maçma değil!. Falan Hasan Efendinin, Mehmet Beyin romanı değil!..
Onun içün Cenâb-ı Peygamber Efendimizin bir Hadisi vardır.:
“Sâlihler sözü anıldığı yerde, bunların sözleri, menkabeleri anıldığı yere =>RAHMEt iner! Feyz-i Mağfiret yağar!” diyor, Cenâb-ı Peygamber..

Sâlihler kim?. İşte deminden beri anlatıyoruz.
Sizler evinizde oturun..
Hacı Amcanın gelmiş Ömer Efendi evine, akşam âile efradıyla birlikte çocuklar mocukları.. Soba yanıyor falan.
Hanımı fındık çıkarmış, çay koymuş bilmem ne etmişler..
Onlarda oturuyorlar böyle..
Açmışlar meselâ bir Velîyullah’ın Sözlerinden bahsediyorlar..
Diyor ki.: “Sahabeler şöyleydi, Beyâzıd-ı Bestami böyleydi, Hazreti Mevlânâ böyleydi, Abdülkadiri Geylanî böyleydi, Hacı Bayramı Velî böyleydi. Ak Şemseddin-i Hazretleri böyleydi, Beyâzid-ı Velî şöyleydi, Fuzuî şöyleydi!."

Bu Hadis-i Resûlullah’a göre.: “O yere mağfiret ve RAHMEt dökülmeye başlar..”
Görünmez bu!. Görünmez bu!.
“Efendim ben bu RAHMEti görmek istiyorum?.”
Görürsen ayarını yapmak lâzım!.
Başından gaflet şemsiyeni aç daaaa!.. Yağmur dökülsün kafana!.
Böyleeee duyarsınız!..

Bazen azıcık bişeyler anlatırız da,
Gözlerin niye yaşlanır oğlum!. Kim dürttü seni!..
İşte o RAHMEt girer!.. İçini senin böyleee kurcalamaya başlar..
Onun için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, kat’tîyyennn ömründe yalan söylememiştir. Hâşâ sümme hâşâ!.
Hadis-i Resûlullahtır.: “Sâlihlerin sözü anıldığı yere RAHMEt iner, Feyz-i Mağfiret yağar!.”
Onun için Hakiki İnsanlar =>Velîlerin Sözlerinden koku almaya başlarlar.
Velîlerin Sözleri =>Derunî, İlmi ve ledünnîdir.
İnsana te’sir isâbet eder.
Bazıları.: “Efendim ben namaz kılacağım, oruç tutacağım ama!.”
“Hııııı!.”
ALLAH’ı bir türlü kavrayamıyorum?.”
ALLAH’ı =>İnsan idrakı kavrayamaz!.
“Efendim!. Bu Kâinât durup duruyorken nasıl oldu?.”
ALLAH yarattı.
Şimdi duyan o Adam da.: “Pekiiii!. Bu durup duruyorken mi oldu O!. Ama o nereden oldu?.”
İnsanın aklı sorar bunu. Hepiniz sorarsınız.
ALLAH =>Ebedîdir Oooo!.” bitti.. Üzerine lakırdı yok!.
Anladık efendim ALLAH Ebedî. Bütün Kâinâtı ALLAH yarattı.
Ama benim aklıma bişey sokuyor birisi.. "Bu nerden oldu?”
Gelir akla ya!.
Durup dururken.: “Nâ-mütanahi OL!.” dedi oldu.
"Peki!. O, nerde? O’nu kim yarattı?. Nasıl oldu?.”
Hatirâ gelir mi?. Gelir..
ALLAH onu, insanın anlamasını kafasının fikrine hücre koymamıştır ki anlamasın diye!.
“Niye anlamasın diye?”
Ulan anlamasın diye!.
İyi ile kötüyü seçmek için,
Gördükten sonra inânmak kolay. Görmeden inânmaya ölçü!.
Yalnız ALLAH’ın Sıfatını sezer insan o kadar..
Sıfatı nedir?
Görür, kulağı İşitir. Bütün herşeye Kadîrdir.
Şöyle bir Kâinâta bakarsanız böyleee..
Nâmütanahi öyle Yıldızlar var ki bize 500 senede Işık Senesinde ziyâsı gelir.
Bir Işık Senesi nedir? Bir Işık Senesi
Işık elektiriklen aynı süratte gider.
Saniyede yani “hıııh!.” dediğin zaman 300 bin km. lik mesâfe kat’ eder
500 Işık Senesinde 300 bin km. süratle geliyor.
Hesâblar, makinalar işlemez bunu.. Bu kadar uzak Yıldızlar var..
Bu kadar nâmütanahi Kâinâtı yaratan için Cenâb-ı ALLAH’ın işte bunlar, hep Sıfatlarıdır.
Biz onu kavrayamayız.. Aklımızda o hücre yoktur..
Onun içün Cenâb-ı ALLAH bu çok mühimdir bu nokta İslâmda “biliriz” diye “vıdı vıdı” etme insanı yuvarlıyıverir bu!.
Velîyyi bile tepe taklak aşağı götürür!.
İbâdetten evvel Cenâb-ı ALLAH tövbe ister, tövbeyi ister!.
İbâdetten evvel tövbe lâzımdır!.
Yâni ne demektir “TÖVBE”?.
İntizâma girmek lâzım ki abdest alacaksın, bilmem ne edeceksin, şu edeceksin, etrafını yoklayacaksın..
“Ben Huzura geldim acaba bir yerimde çamur var mı?.”
Bu Bir nevi Cesedi TÖVBEdir.
TÖVBE => “Estagfirullah! Estagfirullah! Estagfirullah!”
Yooook o TÖVBE değil, o TÖVBE değil!.
TÖVBE =>EDEBe geliyor, EDEBsizlik Hududundan dışarı çıkıyor!.
İbâdetten evvel Cenâb-ı ALLAH =>TÖVBE ister!.

Onun için kalabalık yerde olduğu zaman insan, TÖVBE hududuna girmeyecek veyâ ona yakın olacak, bazı hatalar yapabilir.
Bu hatalarından dolayı Cenâb-ı Peygamber bir hadiste kapalı olarak bunu şöyle haber veriyor:
Resûlullah Efendimiz.: ALLAH’ın En Sevgili Dostları cem'i günahlardan sakınarak gizli ibâdet edenlerdir.” Diyor.
“Cemii günahlardan sakınarak gizli ibâdet edenlerdir.”
Böyle gizli ibâdet edenlere Üveysî ismi verirler dinde.. Üveysî.
Üveysîlerin en büyüğü tabiinin en büyüğü Veysel Karanî Hazretleridir biliyorsunuz.
Veysel Karanî Hazretleri Cenâb-ı Peygamber Devrinde yaşadığı halde Resûlullah’ın mübârek yüzünü görmemiştir.
Anası vardı. Anasından izin aldı..
Resûlullah Efendimizi görmek için Medine’ye teşrif ettiler.
Anası dedi ki.: “Oğul gideceksin bir gün gitme bir gün gelme ikinci günü güneş batarken yanımda olacaksın!” dedi.
“Pekiii Anne!.” dedi. Kalktı geldi.
Medine’ye geldiği zaman Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Tebük’e teşrif etmişlerdi.
Geliyor Resûlullah’ın evini soruyor giriyor.
Kızı Fatimâ’ya diyor ki.: “Resûlullah burada mıdır?” diyor Veysel Hz. Üveys.
“Yok!.” diyor.
“Nerdedir?” diyor.
“Tebüğe gitti!” diyor.
“Ne zaman gelecek?” diyor.
“Yarın gelecek!” diyor.
“Vayyyy!..”
“Ne oldu ya Veysel?” diyor.
“Anam bana diyor yarına kadar izin verdi ben dönmek mecburiyetindeyim, göremiyeceğim Resûlullah’ı!.” diyor.
Anasının, Anasına itaat etsin diye Resûlullah’ın mübârek yüzünü bak görmeden dönüyor Anaya hürmete bakın!..
“Sen diyor Resûlullah’ı gördün mü?” diyor. Hazreti Fatıma’ya diyor. “Gördüm ya diyor baksana Bana!” diyor.
Bakıyor.: “Yok görmedin Resûlullah’ı sen!.” diyor. Kızına söylüyor.
Dönüyor hazret-i Veysel.
Ertesi günü Resûlullah teşrif ettikleri zaman Hazreti Fatıma anlatıyor, diyor ki.:
“Böyle böyle birisi geldi böyle böyle söyledi!”
“Kızım, o Veyseldi!. Evet Sen BENi görmedin. O BENi başka gözle gördü!.” diyor
Harran 470 kmdir Medine’ye. Dağda gezermiş Veysel Karanî Hazretleri bir gün Medine’de otururken Resûlullah sahabesiyle böyle İkindi Vakti Namazdan sonra birden ayağa kalkmış sallallahu alayhi vesellem.:
“İnni li ecedü nefese’r- RahmÂNî min kıbeli’l- Yemen!.” demiş.
“Yemen tarafından kokulu bir RahmÂNî Nefes geliyor Bana!." demiş
O sırada da Veysel:
“Yâ ilâhî ente’r- RABBik ente’l- Halîk, ene =>Mahlûk!
Ente’r- Rezzâk ene =>Mezruk!
Ente’l- Kavîyy ene =>Zâif!.”

Diye meşhur bir DUÂsı vardır onu okuyormuş.
Resûlullah, o mübârek ciğerinden çıkan İlâhî Sözleri teeey 470 km. den almış Nefesi!.”
Veysel bu “Üveysî” derler buna işte..
O halde Üveysî’ler =>ALLAH’ın en sevdiği kulları bütün günahlardan sakınarak gizli ibâdet eden insanlardır.
“Efendim ben de Üveysîyim!.”
“Bırak öyleyse ol Üveysî oğlum!. İster Melek ol..”
Türkiyede Paşa olabilmek için Harbiye’yi bitireceksin, Kurmay Okulunu bitireceksin, Efendi Adam olacaksın. Çalışacaksın olacaksın!. Yunanistan’dan Agop Efendiyi getirir, Türk Ordusuna şey’ yaparlar mı? Nedir?. Paşa olmaz!.
Sen de İslamsın =>Üveysî de olursun, Velî de olursun, yalnız Peygamber olamazsın!.
Haa burada başını sürt!
Yer bu şeyi nedir? Halıyı, Demiri def’ olur.
Ver ALLAH YoLunda kendini ne olacak!
ALLAH YoLunda çıldırmak lâzım oğlum!..
Deli olacaksın!.

Azîz Cemâat!.
İmânınızı kabre kadar devâm ettirmeye çalışınız!.
ALLAH’tan gayrısını bilmeyiniz.
Bu Üveysî!.. Veysel Karanî Hazretleri..
Resûlullahu sallallahu alayhi vessellemin vefâtlarından evvel Hz. Ömer ve Hz. Ali radiyallahumları çağırdı dedi ki.: “Karran’a gideceksiniz Karran’a! Yemen tarafında orda bir Veysel vardır. Saçlı vücûdu kıllı elinin içinde de bir “Siyâh NûR” vardır. ben gibi..
O ben Veysel’in Televizyon Âleti!..
Gideceksiniz kendisini göreceksiniz benim bu HIRKAmı kendisine hediye edeceksiniz Selâmımı söyleyeceksiniz!. HIRKAyı giydikten sonra Ümmetim için DUÂ edecek!” diyor Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..
O HIRKA şimdi İstanbul’da Emânet-i Mübârekede bulunan HIRKA oldu işte.. .
Büyük bir rivâyete göre Hz. Veysel’in giydiği HIRKA. Bu HIRKA aynen duruyor..
Öyle Güve müve falan yok!. Güve müve öyle bit mit anlamaz, falan yok sinek bile konmaz!.
“Niye konmuyor korkuyor mu?”
TÖVBEen konmuyor Resûllullah’ın şeyidir diye!
“Konmuyorum!” diyor!. “Ben bu riske giremem!.” diyor.
Resûlullah’a TÖVBEen konmuyor sinek ondan korktuğu için değil Resûlullah’a Şeytan yanaşamazdı.
Resûllullah’tan korktuğundan mı?
Hayır TÖVBEinden
Meleklerin de Peygamberi..
O Halim İnsandan nasıl korkar insan!
Bayılır o, canını verir!. Korkma değil!.
Hz Ömer ile Hz. Ali Efendilerimiz gitmişler Yemen’e, sormuşlar.
Demişler.: “Dağda bir çobandır o, dolaşır!”
Gitmişler ki Deve Çobanı
Ooo Veysel kumlarınan zikir halinde.
Gitmiş selâm vermişler.
Hz Ömer.: “Gel buraya!” demiş, gelmiş,
“Selâmün alayküm!”
“Alaykümüsselâm!” demiş.
Bunlar bakmış ki, Resûlullah görmeden târif ettiği Adam bu, fakat Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, İrtihal-i Dâr-i CeNNet etmiş..
Vefât-ı Nebî’den sonra, gidiyorlar 40. gününde..
Bakmış ki elinde bişey var burda bişey.. Resûlullah’ın aynen târif ettiği..
Hz. Veysel’e diyor ki Hz. Ömer.: “Bu HIRKAyı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem vasiyet etti sana gönderdi. Selâmı var bu HIRKAyı giyinip Ümmeti için DUÂ edeceksin!.”
“Yâ Ömer dedi bi yanlışlık olmasın işin içinde, ben neyim ki Resûllullah’ın Selâmı bana gelecek hem de HIRKAsını verecek giyeceğim, Ümmeti için ben neyim bir kum parçasıyım!.” demiş.
“Yooo demiş Vasiyet-i Resûllullah göreceğim!” demiş.
“Ben Ömer’im, adamın kafasını uçururum!.” demiş.
Hz. Ömer bu şakası yok..
ALLAH’ın Zabtiye Nazırı Radiyallahu Teâlâ Anhum..
O Teâlâ Kur’ÂN-ı Kerîm’de ALLAH tarafından konulmuştur
Alıyor HIRKAyı ayrılıyor onlardan,
Kokluyor, kokluyor ağlıyor mağlıyor ondan sonra giyiniyor başlıyor DUÂ etmeye..
Hz. Veysel bu!..

Hz. Veysel, son devirlerinde yaşlandığı zaman Bağdad’a gelmiştir
Bağdad Vâlisi Caferi Zübeyir isminde bir Zâttı.
Dicle kenarında gezermiş Veysel.
Gelmiş.: “Ya Veysel demiş bir bana nasihat et!.” demiş.
Kur’ÂN oku!.. Kur’ÂN oku!.” demiş.
Asabi de ha!. Şakası da yok Hz Veysel’in..
“Bişey daha söyle!.” demiş.
“Kur’ÂN oku!.. demiş Kur’ÂN oku!. Kur’ÂN oku!. Bak Resûlullah öldü!.” demiş!,
Hz. Ömer Devri oysa..
“Şimdi de Hz Ömer öldü!.” demiş
O anda Hz Ömer’i Medine’de şehid ediyorlarmış..
Televizyonuyla görüyor Üveysî..
Yaaa!. Bunlar şaka değil..
Uydurma lakırdı da değil!.
Aha şunu gördüğün gibi hakikattir
Bunu İslâm Kafası anlar, öyle zıbırtı kafayla anlaşılmaz Ünüversite bitirmiş..
Ünüversite ben de bitirdim!.. 3 tane Üniversite bitirdim!
O kafayla anlaşılmaz..

Biliyorsunuz Resûlullah Efendimiz de, Üveysîler NûR var bakın beni var
Sakın o suratınızdaki benleri ondan zannetmeyin ha!..
Hz. Resûlü Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’de de biliyorsunuz Mühr-ü Nübüvvet vardı.
Bu tam iki küreğinin arasında bir güvercin yumurtası kadar gözünüzü kapalı şöyle sırtına sürdüğünüz zaman elinize çarpacak derecede bir tümsek halinde bir Mühr-ü Nübüvveti vardı.
Bu Mühr-ü Nübüvvet Resûlullah RûH-u Muallalarını Cenâb-ı ALLAH’ı teslim ettiği dakikada kaybolmuştur.
Bu Mühr-ü Nübüvvet bir SIRRdır!. Bilen de kimseye söylemez!..
Mühr-ü Nübüvvet’in üzerinde şöyle daire şeklinde eski küfî yazıyla
“Tebâhdah yâ MuhaMMed ente hayserun tevekke şite lâ enneke munsarun!.”
Tebâhdah yâ MuhaMMed!. Sen öyle bir halk edildin öyle bir şey getirdin ki Mühründe Sırtında, bütün insanları hayata nusrete götürmek istedin. Kim ki sana tevessül eder gözünlen kalbinlen tokuşturmuştur..
Bu Resûlullah Efendimizin Mübârek Sırtlarından kaybolan bu!
Niçin kayboldu?
İslamın bütünnnnn Cenâb-ı Resûlullah’ın söylediği işler mezâr kapısında biter demektir.
Onun için.: “Mezâra kadar bu işleri devâm ettirin, ondan sonra karışmayın!.” demektir
“Efendim ben ihtiyarladıktan sonra namaz kılacağım!.”
Hiç kılma!.
Ona namaz demezler, ona korku namazı derler!.
ALLAH seni bilirse oğlum, ALLAH’tan gayrı kişi de seni bilmez.
ALLAH’ı kendini tanıttığın dakikada, ALLAH’tan gayrı seni kimse bilmez!.
İşte yine yukarıdaki hadiste.: “ALLAH’ın en sevğili dostları cemi’ günahlarından sakınarak gizli ibâdet edenlerdir.”
ALLAH ile işi olan =>ALLAH ile meşgul olur!.
Gece yastığının altına Azîz Cemâat, gündüz gözünün önüne ölümü kor!..
Fenâlık yapmazsın, zâten yapamazsın!.
Mutlaka öleceğiz.. Ölüm sonuna kadar bunu devâm ettirmek lâzım..
Bir Âyet-i Kerîm’de, demin ki Âyet-i Kerîm’den daha aşağı sayfalarda mahşer günü âyet, ALLAH’ın sözü bu!.
“Mahşer günü Arş Gölgesinde gölgelenecekler!.” diyor.
Mahşer Günü, Arşın Gölgesi varmış orada gölgelenecekler!.
Kimler?
Arşın Gölgesi ne demek? Bildiğimiz gölge değil!
Öyle sapık düşünme!…
“İnsanda bulunan İlâhî Sıfatlar, Hikmet ve Kudret Dalgaları ile yıkanacak ve Cenâb-ı HAKk’ın en büyük Lütfuna uğrayacak.” demektir orda ki gölge!..
Sesiz sözsüz ALLAH’ın kulunu bir sabah meltemi gibi okşamasıdır.
“Arş Gölgesi” bu demektir
Bir Şemsiye var, altında Arş, üstü Kürsî!
Yok öyle şey!
Mahşer günü Arş Gölgesinde gölgeleneceklerdir.
Kimler bunlar?.

Cenâb-ı Peygamber 8 şey sayıyor.:

1-) Adaletli Âmirler! Ama yalnız adalet kâfi değildir ha oğul!.. İslâm olacaksın hiç olmazsa namazını her zaman kılacaksın..
2-) İbâdet eden Gençler, ibâdet eden gençler Resûlullah’ın hadisinde var, ben uydurmuyorum bunu!.
3-) Kalbleri mescidlerde Câmilerde olan mü’minler.: “Aman vakit gelsin de bi gideyim namaza!.” diyenler.
4-) ALLAH Rızası için birbirini seven mü’minler.. “Yaa Ahmed Efendi nerde, gelse de bi konuşsak be!.” Hoşuna gidiyor, seviyor birbirini..
5-) Güzel bir kadının dâvetini ALLAHtan korkarak kabul etmeyen Sâlihler. Kadın da öyle, bunlar en sâlih insanlardır..
6-) Sağ elinin verdiğini sol eline göstermiyen cömert insanlar.
7-) Tenhada göz yaşı dökerek ibâdet edenler.
8-.) Sabah Namazını vaktinde kılıp güneşi üzerine hiç doğdurmayan, doğdurmayan ve Gece Namazına daimâ devâm edip ayda üç gün oruçlu geçiren gençler!..
İhtiyârlar değil dikkat edin!...
Gençlere diyor ihtiyarlar zâten o devirden geçtiler.
Onun için oğlum!.
“Gece Namazı kıl!
Ayda üç gün oruç tut!
Sabahı üzerine doğurma!.”
Diye dilim yettiği kadar Türkiye’nin her yerinde söyledim aha hadis bu!.
Sabah Namazını vaktinde kılıp güneşi üzerine hiç doğurmayan ve Gece Namazına devâm eden, ayda üç gün oruçlu geçiren gençler!
İhtiyârlar değil!
İhtiyârlar zâten onlar kaçırdılar kaçırdıkları yok yarın gideceğiz ne olacağı belli değil!
Burda hiçbir ihtiyar yoktur ki güneşi üzerine doğdursun!
Resmini getirseniz.: “Haaa uyuyor!.” deseniz inânmam.
Ben insanın suratından anlarım ne olduğunu.
Secdeye başını koyan nasıl uyur bee!
Ya böyle devâm edip de şu Dedenin sakalı yaşına gelen gençler ne olur?
“Uçar O yahu!.” İşte Üveysî o!
“Efendim ben 60 şımdan sonra başlıycam bazı arkadaşlarım var benim ben tekâvüt olduktan sonra namaza başlıycam!.”
“Hiç başlama!.” dedim.
Hem de kendi arkadaşım.
“Başlıyacağım o vakit işte kitap alacağım!”
“Hiç başlama oğlum! çünki tekâvüte olur olmaz gebereceksin!.” dedim.
“Bunlan alay olurmu?.”
“Ya kılma, ya kıl!.”

Cenâb-ı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Ezvac-ı Mutahharası’ndan yâni Hanımlarından Ümmü Seleme radiyallahu anha vardır.
Çok güzel bir Kadındı Vâlidemiz.
Bu sahabeden Zeyd bin Sabitü’l- Ensarî’nin kölesi bir Zât, Ümmü Seleme’nin Câriyelerinden bir kızla evleniyorlar.
Bunlardan bir çocuk doğuyor, Ebu Said-i Bin icad, Hasanü’l- Basrî İsminde.
o halde Zevce
Ezvac-ı Mutahhara’dan Ümmü Seleme Vâlidemizin Câriyesi bir kadınla Zeyd bin Sabitü’l- Ensarî İsminde Sahabeden birinin kölesi evleniyor.
Bundan Hasanü’l- Basrî Hazretleri doğuyor.
Hasanü’l- Basrî 20. hicri senesinde doğmuştur.
Ümmü Seleme radiyallahu anha Vâlidemiz Hasanü’l- Basrî’yi emzirmiştir.
Resûlu sallallahu aleyhi ve sellem’de, Hasanü’l- Basrî’yi sever de arasıra kucağına oturtururmuş, kendi bardağından da SU içirirmiş ve DUÂ-yı Resûlü almıştır tabii..
Bu Muhterem Zât, Basra’da 80 küsur yaşında vefât etiği zaman o kadar kalabalıktı cemâati ki o gün hiçbir câmide İkindi Namazı kılamadılar.
Meşhurdur bu!..
Bu zât 70 yıl gece gündüz abdestli gezmiştir.
Bu TÖVBEi 70 yıl terk etmemiştir, Hasanü’l- Basri Hazretleri..

İşte misâller...
Haftada bir defâ da Bağdad’da, Basra’da vaaz edermiş, kürsüye çıkarmış karşısındaki cemâat binlerce kişiden mânâdan anlayan gönül ehli oldukça şevke gelirmiş..
Mânâdan anlayan Gönül Ehli olmadı mı sükût edermiş, hiç konuşmazmış1.
Bir gün Memleketin Bütün Büyükleri, Beyleri vaaza gelmişler Basra’dan.
Dolmuş cemâat Hasanü’l- Basrî Hazretleri kürsüye çıkmış bir türlü konuşmamış.
Cemâattan biri.: “Efendi Hazretleri buyursanıza! Kabilenin Beyleri geldiler. Hep sizi dinlemeye geldiler! Binlerce kişi var hepsi sizi dinlemeye geldiler!” demiş.
Hasanü’l- Basrî demiş ki.: “Şurda ki direğin arkasındaki ihtiyar hanım geldi mi?” diye sormuş.
“Gelmedi!.” demişler.
“Ders yapmıyacağız!.” demiş
“Zirâ ben bir Fil için hatırladığım lokmayı Karıncanın ağzına nasıl sığdırabilirim?” demiş.
Kürsüden indiği gibi gitmiş Hasanü’l- Basrî Hazretleri..
Direğin arkasına her zaman vaaza gelen Hazreti Rabia Hazretleriymiş,
Hazreti Rabiatü’l- Advîyye..
Onun için ALLAH konuşturmuyor.
İçinde bir kişi, bir kişi için söylüyor.
Onun için Efendim vaaz doldu binlerce kişi varıdı hayvan gibi oturmuşlar.
İçinde iki üç tanesi kâfi. Üç tanesinin kafasına sok, içindekini harekete geçir, yeter!.

Hasanü’l- Basrî’ye sormuşlar.: “Müslümanlık nerededir?” demişler.
“Toprak altında!” demiş.
Yâni müslümanlığı insanın öldükten sonra belli olur demek ki..
“Müslümanlığın şartı nedir diye?” sormuşlar Hasanü’l- Basrî’ye.
“Şartı da kitap içindedir!.” demiş.
Şartı insan koyar, kitabı elinden bırakmayacaksın!
“Dinin aslı nedir?” demişler, sormuşlar.
“Ben söyleyemem! Hazreti Rabia’ya sorun!” demiş.
Hazreti Rabia’ya sormuşlar.: “Dinin aslı nedir?”
“Haramdan ve şüpheli nesnelerden kattîyyen sakınmaktır!.” demiş Hazreti Rabia da..

Bazen Vâizler böyle korkutucu lakırdılar söylerler.
Cehennemin Kapısını açar, sokar insanı içerisine.: “Vay anasına ne yapacağız?” der.
Bâzen de.: “Ooo! Çok güzel!.” der.
Hakikat Kelâmlarıyla ben kaç senedir sizi çoktan beri sarsıyorum!
Fakat hiç biriniz oralı değilsiniz ağalar!.
Hiç biriniz oralı değilsiniz!
“Efendim bizi korkutuyorsunuz bari!.” diyecek.
Bugün korkarsanız yarın emin olursunuz haaa!..
Tedbir alırsınız!..
O zaman bana da DUÂ edersiniz!.

ALLAH’ın Sayısız Ni’metlerine Azametine i’timâd ediyorsunuz da bir zerreden İbâret olan bana niye i’tirâz ediyorsunuz!.
ALLAH’ın Ni’metini şunu bunu yiyor, falan yiyor yiyor herif ALLAH’ı i’tirâz ediyor da efendim veren vâiz şöyle söyledi gerek banaydı ben bir zerreden İbâretim.
Sarsıyorum sizi ama sizi hiç biriniz yerinde değilsiniz bir gün bir zelzeleye binersiniz oğlum!. Aklınızı başınıza alın!.
Kabir yarın gideceğimiz kabir, dünya menzilinin sonuuu..
Âhiret Menzilinin başıdır.
Mutlaka yakında kabire gideceğiz oğlum!
Birbirimize şimdiden yardım edelim!
Günah işlediğin zaman HAKk’ın Ni’metlerini kattîyyen yemeyin!
Ni’meti yemek sonra ona asî olmak İnsanlık Sıfatı değildir.
Köpeğe bile bir parça ekmek versen köpek senin kulun kölen olur.
Onun için kim ki “ALLAH!.” der o ağıza hürmet eder insan!
İsterse yalandan desin..

Hasanü’l- Basrî, bir gün sokakta gidiyormuş bir sarhoş bir adam çamurlarda yatıyor almış adamı ağzını gözünü mözünü yıkamış.: “Çıldırdı mı Hasanü’l- Basrî!" demişler temizlemiş ağzını..
“Sen kulumuzun ağzını temizledin ya Basrî!” diye içine bir şey gelmiş.
“Ben de o kulun gönlünü temizledim!.” demiş.
Sarhoş, Velîyullah olmuş oğlum!
“Nasıl oldu böyle bu, nasıl?.”
Demin ki Kur’ÂN-ı Kerîm’de ki Âyet-i Kerîme’de HİLİM var ya..
Ha herif o sarhoşu bu adamcağız bişey yesin demiş işte o yardımla RAHMEt inmiş üstüne Hilmîyyet RAHMEti..
ALLAH’ın RAHMEti onu deldiği geçtiği gibi herifin de gönlüne girmiş herif Velîyullah olmuş senin küçücük bişeyinen..
“Lev enzelnâ hâze’l- kur’âne ala cebelin le reeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh.”
Biz Kur’ÂN’ı dağa indirseydik dağ paramparça olurdu.
O Hilmîyyet ALLAH’tan geliyor.
Güneşten alıyorsun ziyâyı aksetti mi karşındakini yakıyorsun
O Hilmîyyetleri herife bi çullanmış yıkamış şeyi o Hilmîyyet yanlız ağzını temizlememiş bide göğsüne girmiş mi herifin, herif Velîyullah olmuş.
Çünki ALLAH’ın herkesin göremiyeceği Celâl Sıfatı tecellî eder orada
“Ama efendim ben ALLAH’tan korkuyorum namazı!”
Öyle ALLAH’tan korkmak değil!.
Kulun ALLAHtan korktuğu =>ALLAH’ı bildiği kadardır.
İnsan ne kadar ALLAH’ın Sıfatlarını bilirse o kadar korkmaya başlar.
Her kim Halk görsün diye bir amel işlerse, ŞİRKtir.
Her kim halk görmesin diye ameli terk ederse, riyâdır.
Bunlar gizli kapaklı lakırdılardır..
Riyâ ve Şirki terk etmek=>İhlâstır.”
Hazreti Advîyye’nin sözü
Yahu Hazreti Fahri Kâinât’ın eteğine yapışanı ateş yakmaz oğlum!
Eteğine yapıştı mı Resûlullah’ın..
“Ulan nerde eteği?”
HIRKAy-ı Şerif =>Etek, her taraf ta görünmez yakala!.

Çok yemek..
Çokk uyumak.
Çok zırzır etmek, yâni söylemek gönlü öldürür insanın gönlünü öldürür.
Dertlerdeki, belâlarda ki hikmetlerin sulbuna ererek sefâya varmak ve gülmekte hüner vardır!
"Öldü! Gidiyor!." diyoruz.
Kardeşin öldü ecel vaki’ oldu yaş indi, öyle hayvan gibi de durmak doğru değil, ağlıyacaksın tabi.
Gözünden bi yaş gelecek
Yaş Cenâb-ı ALLAH’ı yanaşmanın şiddetinden gelir.
Fakat kafanı yıkmıyacaksın mezârına kadar gideceksin
Onun için dertler karşısında gülmek cefâlara tahammül etmektir.
Ne demektir?
ALLAH’ın es SABÛR Esmâsına bürünmek demektir.

Size bir hadis daha söyleyeyim mi?
Kıldığınız namazda huzur bulamıyorsunuz!
ALLAHu Ekber!.” deyip de huzura giremiyorsanız Azîz Cemâat!
“Efendim aklıma şu geliyor bu gelemiyor!.” ise bunda haram lokmanın payı çok olduğunu kattîyyen unutmayınız!.
“Efendim ben çalışıyorum!.”
Ekmeği alıyorsun ama teyyy topraktan un fabrikasından fırına gelip bişinceye kadar hangi edepsizlerin elinden geçti!.
Kara Deniz’de balık tutulur gelir buraya alırsın konserveyi paranı ödersin.
Helâl paranı..
Balık zehirlidir küt diye ötesiki gün gidersin. Hani paran şey idi!..
Kıldığınız namazda huzur bulamıyorsanız bunda haram lokmanın payı çok olduğunu katîyyen unutmayın!.

Hasanü’l- Basrî 60 yaşlarındayken bir dört sene sonra bir gün huzursuzluk başlamış kendisinde
ALLAHu Ekber!.” diyor namaza giriyor bir sıkıntı, yatıp yatıp yâni yatıp kalktı çeteleye.: “yattı kalktı.” yazılıyor.
“Namaz kıldı!” yazılmıyor.
Bize de öyle yazılıyor “yattı kalktı!.”
İkindiyi yattı kalktı, akşamı yattı kalktı yattı kalktı oğlu yattı kalktı! gidiyo!.
Çeteleye yazılıyor.: Yâ RABBî ben kıldım işte hesâblar tamam!.”
“İyiii” yattı kalktı.
İki sene böyle devâm ediyor.
Bütün 70 sene ömrü abdestli gezmiş adam, bakın tasavvur edin bu TÖVBEi bırakmamış.
Bir gece rüyâsında görüyor, kimi görüyor anlıyorsunuz!
“Ya Hasan! diyor sen iki sene evvel bir yerden hurma satın aldın diyor bir okka, sana verdiler diyor hurmacının önünden bir hurma yere düştü diyor.
Hurmacı tarttığı hurmalar senindir diye o tek hurmayı da sana koydu!” diyor.
Bu şaka değil!
“Bir hurmayı koydu diyor meğer o hurma satıcınınmış diyor. Senin para verdiğin para hududuna dahil değil, o haramı yedin de huzursuzluk oradan geliyor!.” demiş…
Koskoca bir kazanın içine bir damla siyanür atarsınız bütün Memleket ölür.
İşte o lokma bu!.
Bunun üzerine doğru gidiyor o Hurmacıya arayıp buluyor.
Diyor ki.: “Ağa diyor ben senden iki sene evvel hurma alırken bir tek senin hurman bana geçmiş diyor. Bunu ALLAH aşkına helâl et!.” diyor.
Hurmacı bir nara atıyor.: "Aman Ya RABBi! Bu ne biçim iş helâl olsun!.” diyor.
Fakat Hurmacı da eriyor oğlum!. Niye?
Bir hurma için bir sene sonra gelip de benden helâl diye “Aman “ALLAH Rızası için helâl!” diyen adamın üstünden projöktör gibi bi şeyler demin ki Hilmîyyet çıkıyor!.
Ağız yıkama hikâyesi..
Bundan sonra o Hurmacıda Sâlih oluyor. Ötekisi namazında huzur bulmaya başlıyor…
Onun için kıldığınız namazda Azîz Cemâat huzur bulamazsanız.
Mideye inen, her ÂN helâl lokma yok demektir.
Bir tane helâl bir tane haram zâten şimdi helâl lokma yemek, şuradan Çukurhisar’a kadar yer altından tünel açmaktan daha güçtür.

Azîz Cemâat!
Günah işle, yine işle, kadınları yoldan çıkar, adam öldür, yol kes, ALLAH, yine sana yanaşır!.
Fakat serinkanlılıkla ALLAH’tan uzak durup da varlığını isbata çalışana, ALLAH katiyen ulaşmaz, yap TÖVBEsizliğini, fakat ALLAH’ı bırakma içinde!..
“Efendim ahret var mıdır? ALLAH var mıdır?” diyemez. Öööyle olmaz.
Basarsın TÖVBEyi=>Sarılırsın Resûlullah’ın Şefâatına
“Ve şefâatün ceddün MuhaMedun ve tefeyte bi Nâr-ı Cehennemi tebbeti hüve’l- habibüllezi turca şefâatühü ve küllü havle mine’l- havle muhter."
Öyle bir şefâati vardır ki bütün yükleri şey eder.
Abdülkadiri Geylanî şöyle demiş.:
“Ve şefâatün ceddün MuhaMedun ve tefeyte bi Nâr-ı Cehennemi.: Benim Ceddim Resûlullah’ın Şefâatı olmasa ben de onun Sahabesinden şeyinden Velîlerinden biriyim şöyle yapmamla diyor, cehennemi söndürürdüm!”” diyor.
Ya Resûlullah ne yapmaz..
“Ve şefâatün ceddün MuhaMedun ve tefeyte bi Nâr-ı Cehennemi.. “Kaside-yi Amriyes”i vardır, Abdülkadiri Geylanî’nin ondadır bu!.
Münkirler korkaklıklarını örtmeye çalışan hakiki korkaklardır.
Günah da insanı ALLAH’tan tutan güvensizlik ve korkudur.
ALLAH’ı güvendikten sonra TÖVBEine girersin. TÖVBEine girenden günah sadr olmaz.
Bu gün hududsuz meçhuller karşısında inkar yoluna sapmak cidden câhillik ve cüretkârlıktır.
Nâmütanahi Yıldızlar, Astoronotlar bu Kâinâtın bu kadar şeyliği karşısında efendim şudur budur demek cahillik ve cüratkârlıktan başka bişey değildir.
ALLAH teleskopla veyâ labrotuvar âletleriyle değil, sırf imân NûRunun aydınlığı altında Kalb Gözüyle seyredenini görürüz. Teleskopla ALLAH bulunmaz!.
Teleskoplan ALLAH’ın Sıfatları, Büyüklüğü, Azameti, Yaratıkları keşfedilir.
Gayba inânan bu onun derinliğinde yanan bu Kudsî Ateşi yakabilirse herkesin harukulâde nazariyle baktığı hadiselerin altında Velîlerin gösterdiği kerâmetlerin altında bir Sebebler Zinciri olduğunu anlarsın.
Büyük yangınlar ve infilâklar olur bilirsiniz bir kıvılcım yapar bunları.
Koskoca barut mahzenine bir kıvılcım getirin orayı allak bullak eder.
Bir saniyede ve bir ÂNda zâten onun tutuşturduğu saha alev almaya hazırlanmıştır.. Barut olmasa orda kıvılcım bişey yapmaz!.
İşte sen kendini hazırlarsan, Mürşid bir kıvılcımdır.
Bir gün sana bir lakırdı söyler içinde bir infilâk seni tutuşturur.
Ama sen kendini o tutuşturacak a’zayı hazırlamak lâzım.
Bunlar izâh edilemez!.
İşte bu kadar anlatılır!.
İzâha kalk!
Henüz görülmeyen bir rüyâyı tâbir kalkmak gibidir bunlar oğlum!
Anlatılmaz öyle!
Mutlak olarak gayba inânanın gönlünde, fikrinde bir çok hazine kapıları bir çok teleskoplar, bir çok dürbünler hüsule gelir.
Gayb Âleminin SUları burdaki benzettiğimiz SUlara benzemez o zaman başka tarafı başka dürbün görmeğe çalışırsınız.
Onun için hikâye bildiğiniz gibi değildir.
Cenâb-ı Resûlullah’ın, bize giydirmeye bütün beşerîyyete giydirmeye çalıştığı Atlas Elbiseyi kirletmeyiniz oğlum!
Bu sözleri bir yerde bulamazsınız!.
Cenâb-ı ALLAH RAHMEtinin Azîzliğine hepimizi eriştirsin.
Onun için secdeden başınızı eksik etmeyin!.

Bak yarın bir iki gün sonra Bayram geliyor.
Bu sefer ki Kurban Bayramı da haaa!.
Bildiğin Kurban Bayramlarından değil! Ne olmuş?.
Cumâ’ya tesâdüf ediyor Cumâ’ya tesâdüf ediyor!..
“Haccü’l- Ekber!” =>Haccü’l- Ekber ne?
Büyük hacc!
“Ya ötekiler Küçük Hacc mı?”
Yooo...
“Ne olur bu hacda?”
Olanlar olur oğlum! Dil yetmez ki söylensin..
Oğlum! Hacc Günü =>Cumâ’ya tesâdüf ederse Haccü’l- Ekber ismini alır.
O gün câmiden önünde namazda Kâbe’ye tevvekül eden insan, nasıl ki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi rüyâsında gören Sahabe olur..
Mantiki Sahabe olur.
Hacı olursun Hacı Hacı!.
Bu sefer hacca gidenler, zındıklı Hacı da olsa günahları af edilir. İşte tesâdüf etti oldu..
İçimizde Hacılar var, ALLAH Hacılığını devâm ettirsin.
Bu Kurban Bayramının birinci günü akşamı bilhassa dönsün Kâbe’ye sabaha kadar oraya RAHMEt-i İlahîye iniyor!
“Haşır haşır haşır!.” iniyor Senin Rûhuna da iner.
Gözünde hatırla!. Arafatı hazırla!.
Kâbe-yi Muazzama’yı basit basit iki üç taş parçası ona kıymet verme!
Oralarda Cebrâil Âyet-i Kerîme’leri indirdi.
Resûlullah o havadan nefes aldı. Mübârek ayaklarını oraya bastı. Dünyaya oraya teşrif etti.
Bu Resûlullah Hörmetine ALLAH’ın Kâbe’si hörmetine!
Yoksa taşında toprağında değiliz biz.
Resûlullah oraya bastığı için hürmet ediyoruz biz.
O’nun için dönüyoruz oraya biz!. O’nun için Bayram yanaşıyor.
TÖVBE!. ALLAHu Ekber!.” çekin!
ALLAH’ı tesbih edin!
Gece Namazı kılın, çok değil iki dakikacık bitti ondan sonra yat gene!
Abdesli gezin!.
Bu günler Mübârek Günlerdir.
Elimizden tutup birbirimize maddî yardım yapamıyorsak hepimiz aynı tarafa dönersek RûHen yine birbirimize:
ALLAH Ümmet-i MuhaMMedi doğru yoldan ayırmasın!.” desen bile kâfidir.
Onun için dünya, güneşin etrafında dönüyor.
Bi de kendi etrafında dönüyor her ÂN, her saniye dünyada Kâbe-yi Muazzama’ya dönüp başını secdeye koyan muhakkak bir KuL vardır, her ÂN namazdadır.
Tasavvur edin ki biz de dünyaylan berâber dönüyoruz.
Bir yerde dursaydık, başımızı secdeden kaldıramıyacaktık.
Beş Vakit Namaza şükret oğlum!
Beş yüz vakit oldu mu yandık!
Sonra kaçırdığınız zaman bişey de var “kaza da yap!.” diyor bu ne kolaylık.
ALLAH cümlemizi islah eyleye! Amin!.

ALLAHümme salli ala MuhaMMedin ve ala Ehl-i Beyt-i MuhaMMed. Subhâneke yâ Allâm tealeyte yâ Selâmeti ecirna mi’n- nari bi afvuke yâ mücir. ALLAHümme entel mennan bediüs semâvati vel ard ya zel celâli ve İkrâm yâ Hayyul yâ Kayyumu yâ ALLAHu ze’l- Celâli ve’l- İkram..
Yâ ilâhî!
Bize giydirdiğin MuhaMMedî Kumaşın kıymetini bize takdir eyle Yâ RABBiii!.
Bizi Azîzliğine eriştir Yâ RABBi!.
Âhirete intikâlimizde Resûl-u Kibriyâ’nın yüzünü görmek, elinden öpmek nâsib ü müyesser eyle Yâ RABBiii!.
Bütün ev halkımıza, bütün Ümmet-i MuhaMMed’in midesine girecek lokmaları helâl tarafından nâsib-i müyesser eyle Yâ RABBiii!.
Memleketimize her türlü afât-ı semâyi afât-ı araziyeatı, afatı, zelzele, sel, yangın âfetlerinden SEN masun kıl Yâ RABBiii!.
Ordumuzu icâbet ettiği zamanlarda Mansur ü Muzaffer eyle Yâ RABBiii!.
Sırat-ı mustakîmden bizi ayırma Yâ RABBiii!.
Evimize helâl lokma sok Yâ RABBiii!.
Sıhhat âfiyet dirilik ver Yâ RABBiii!.
Kabre intikâl ettiğimiz de Kabir Meleklerinlen bize iltifat nâsib eyle Yâ RABBiii!.
Son nefesimizdeki buyrun.: “Eşhedü en lâ ilâhe illalah ve eşşedü enne MuhaMMeden abduhu ve Resûluhu” Kelime-yi Tayyibesiynen RûHumuzu Azrâile vermek nâsib müyesser eyle Yâ RABBiii!.
İllahi’l- Fâtiha!..

Resim
Azîz cemâat!
Hepinizlen berâber namaz kıldık.
Herkesin kendine göre bir tertibi namaz üsulu vardır.
Evinde herkes kimisi ayakta yer, kimisi yerde yer, kimisi yan yatar, kimisi kuş şeyinde yatar, kimisi ellen yemek yer. Herkesin bir huyu vardır.
Namazda da herkesin bir huyu vardır.
Sizin içinizde en yaşlınız ne kadarsa ben de o vakitten 7 yaşından beri namaz kılarım ben de oğlum!.
Hiç kimse namaz kıldığından iftihar etmesin hepimiz müslümanız.
Yarın Huzur-u ilâhîye çıkacağız!
Ben namazı iâde ettim, huzur duyamadım namazda!
Namaz arkadan seyrettiğiniz zaman doğrudan doğruya Soytarı Oyununa benziyor .
VALLAHi de billahi Âyet-i Kerîme okurum hepiniz cehennemden çıkmazsınız’.
ALLAH’ın Huzurunda alay olmaz efendiler!
İmam.: “ALLAHu Ekber!.” demeden ön sırada hep secdeye başlar, daha “Selâmün aleyküm!” demeden adam başını çeviriyor.
ALLAH Rızası için yapmayın bunu!
Benden daha lakırtı istemeyin! Buraya da artık gelmiyeceğim!.
Ben size yanlışlarınızı ALLAH Rızası için uğraşmaya çalışıyorum, siz hokkabazlık yapıyorsunuz!. Yapmayın bunu ricâ ederim!.
MuhaMMed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem Aşkına yapmayınız!
VALLAHi yanarsınız hepiniz yahu!. Böyle şey olmaz yahu!.
ALLAH’lan alay olmaz Azîz Cemâat!. ALLAH’lan alay olmaz!
Başkası olsa dinsiz, VALLAHi gebertirim ben adamı sokakta ama biz hepimiz müslümanız birbirimize söylemek mecburiyetindeyiz.
Yapmayın bunu ALLAH Rızası için!. ALLAHın Huzurundasın yahu!.
İmam.: “Semiallahu limen hamide!.” diyor da içinden Herif başlıyor inmeye nereye gidiyorsun efendi!.
VALLAHi de ve billahi de Resûlullah’ın Şefâatinden mahrum kalayım ki bu namaz olmaz Efendiler olmaz bu namaz!.
İslamda bir tek namaz kaldı bari ALLAH Rızası için onu da kirletmeyin!
İstersen kılma daha iyi olur böyle edepsizlikle içinde kılacaksan!..


Resim

Sâlihin.: Sâlih kimseler, günahkâr olmayanlar, sâlihler.
Feyz.: (c.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübâreklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. * Bir haberi fâş etmek. * İçindeki düşüncesini izhar etmek
Efrad.: (Ferd. c.) Fertler. Askerler.
Derunî.: f. Gönülden, içten.
Ledünn.: Ledünnn ilmine mensub ve müteallik. Ledünnne dair ve ait.
Veysel Karanî.: Hz. Ebu Bekir ve Ömer (radiyallahu anhum) devirlerinde Medine-i Münevvere'de çok hürmet gören ve Tabiînin büyüklerinden olup hadis-i şerif ile medh ü senâsı yapılan büyük bir veli. Peygamberimiz (aleyhisselâm) zamanında yaşamış ise de vâlidesine çok hürmetinden dolayı Peygamberimiz aleyhisselâm ile görüşememiş, fakat ona bütün ruh u canı ile bağlı kalmıştır. Sıffîn Muharebesinde Hz. Ali'nin (kerremallahu vechehu) askerleri arasında şehid düşmüştü. (Hi: 37) Veys diye de anılır.
Tekâvüt.: Emeklilik.
Mutahhara.: (Müe.) Temizlenmiş. Kirleri giderilmiş.
İ’timâd.: (İ'timâd) Güvenerek bağlanmak. Emniyet etmek. Bir şeye kalben güvenip dayanmak.
Tevessül.: ALLAH'ın dergâhinâ yaklaştıracak amel işlemek. * Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak. * Hırsızlık.
Hilmîyyet.: Yumuşaklık, yavaşlık, yumuşak huyluluk.
Hüner.: f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret.
Nâmütanahi.: f. Sonsuz, ucu bucağı olmayan. Nihâyetsiz.
Harukulâde.: Fevkalade, âdetin hâricinde bulunan şey, eser. Görülmedik derecede. Son derece kıymet ve ehemmiyeti hâiz olan şey.
İnfilâk.: Açılma. Yarılma. Patlama. İnşikâk etme.
A’za.: (Uzv. c.) Bedenin her bir uzvu. * Bir cemiyete mensup kimse.
[/color]

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “DUÂ etme arzusu gelince, DUÂ edin! Çünkü bu, DUÂnın kabul olacağına alamettir.” buyurmuştur.
(Tirmizî)


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAHu TeALA =>DUÂ etmeyi takdir etmişse, kabul etmeyi de takdir etmiştir.” buyurmuştur.
(Ebu Nuaym)


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “TÖVBE eden =>günah işlememiş gibi temiz olur.” buyurmuştur.
(İbni Mâce)


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’ı gizlice zikredin!.” buyurmuştur.
(İbni Mübârek)



Resim

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
“Lev enzelnâ hâze’l- kur’âne ala cebelin le reeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh (haşyetillâhi), ve tilke’l- emsâlu nadribuhâ li’n- nâsi leallehum yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Eğer BİZ, bu Kur'ÂN'ı, dağa indirseydik, O'nu mutlaka, ALLAH'ın Korkusundan huşû ile boynunu bükmüş, parça parça olmuş görürdün. Ve insanlar için bu misâlleri veriyoruz. Umulur ki, böylece onlar tefekkür ederler.” (Haşr 59/21)

“Ey mü’minler, ALLAH’ı TÖVBE edin ki kurtuluşa eresiniz..”

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ve kul li’l- mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunneillâ mâ zahera minhâ, ve’l- yadribne bi humurihinne ala cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulî’l- irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû ala avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhe’l- mu’minûne leallekum tuflihûn (tuflihûne).: Ve mü'min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar) ve ırzlarını korusunlar. Zahir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler). Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahip oldukları (cariyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz ALLAH'a TÖVBE edin! Umulur ki, böylece FELÂHA EResiniz.” (NûR 24/31)

“Ey günahta haddi aşanlar, ALLAH’ın RAHMEtinden ümit kesmeyin! Zirâ ALLAH, bütün günahları affeder. O, gafururrahimdir, affı, merhameti çoktur."

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû ala enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiru’z- zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huve’l- gafûru’r- rahîm (rahîmu).:
“De ki.: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! ALLAH'ın RAHMEtinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki ALLAH, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; GAFÛR'dur (mağfiret eden), RAHÎM'dir (RAHMEt NÛRu gönderen)."
(En’âm 120) (Zümer 53)

"Açık da olsa, gizli de olsa günahlardan sakının!."

وَذَرُواْ ظَاهِرَ الإِثْمِ وَبَاطِنَهُ إِنَّ الَّذِينَ يَكْسِبُونَ الإِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُواْ يَقْتَرِفُونَ
“Ve zerû zâhire’l- ismi ve bâtıneh(bâtınehu), innellezîne yeksibûne’l- isme seyuczevne bimâ kânû yakterifûn(yakterifûne).: Ve günahın açıkta olanını da, gizli olanını da terkedin. Muhakkak ki; günah işleyenler (kazananlar), kazandıklarından dolayı yakında cezâlandırılacaklar.” (En’âm 120)


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..

Resim

Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1190
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: MÜNİR DERMAN SOHBETLERi-I BÖLüM

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

MÜNİR DERMAN (ks)

SOHBETLER.: II

Edeb bu.. Rasûlullah, Cenâb-ı ALLAH’nan sohbet eder.
Onun için dedim ki.: Şeytan =>Uzak kalmışların SIRRıdır!.”
Kimden =>“ALLAH”dan.
ALLAH’nan bir olanlara Şeytan yanaşabilir mi?.
Yanaşamaz!..
İnsan bu edebin içinde kaldı mı riyâ, yalan yoktur onda, midesine de haram giremez Oğlum!.
Soksan bile kusar insan..
Bunların kadersizi kim?
Hani geçen de Sivil Savunma Tatbikatı oldu.
Düdükler çaldı.
Tayyare geldiği zaman şöyle olacak.
Evlerden radyo haber veriyor.
Şöyle bir filo geliyor.
Bilmem ne ediyor.
Haber vereceğiz.
Herkes sığınağa girsin.
Bize ALLAH o günleri göstermesin!.
“Şöyle olsun, böyle olsun!.” diye haber verdiği gibi.

İnsanlarda da böyle edebe girdiği ALLAH’ın Rızasına kavuştuğunu belli eder bir şeyi vardı İslamda.
Ona GÖZYAŞI derler GÖZYAŞI.. GÖZYAŞI!.
Şimdi GÖZYAŞInı herkes bilir.
Böyle buradan damlar.
Bazısı elinnen siler, bazısı mendilnen siler.
Siler oğlu siler ama neyi siler farkında değil!.
Ben size şimdi GÖZYAŞInı bir anlatayım da bakın neleri siliyor.
Akıl ve Fennin inanma vasıtası labaratuvar vardır.
Fennî bir Adama.: “Profosör yahut Üniversite diye bir şey var mıdır?”
“Evet Efendim!.”
“Labaratuarda isbat edin bunu bana!” dedim.
Sanki laboratuarında iki tane şişe üç tane cam. Dört tane mi’yar var.
Sanki Dünyâ otuz sayfa fiziknen, kırk sayfa kimya kitabının içindedir.
Ama bunlar Fen.
Gayet tabi, bunlar ALLAH’ın şeyleri.
Akıl ve Fennin inanma vasıtası olan labaratuvar muayenesinde, GÖZYAŞI’nda içinde;
SU vardır
Tuz vardır.
Üre vardır.
Şeker vardır.
Dört tane Madde vardır bunda..
Labratuvarda tahlil ederken GÖZYAŞInı içinde üre denilen, idrarda çıkan hani çoğalırsa kanda üremi yapar.
Üre vardır.
Tuz vardır.
Şeker vardır.
SU vardır.
Bu GÖZYAŞIdır...
Bu kimya labaratuvarının cevâbı.
Bi de Manevîyat Labaratuvarının cevabı raporunda insanda HAYy Esmâsı vardır biliyorsunuz.
“CaNLıLık” demektir.
HAYy =>ALLAH’ın HAYy’ı.
HAYy’ın devamına yani insandaki canlılık hayatın devamına kaderle bahşedilen Er REZZÂK Esmâsı ile.
Er REZZÂK Esmâsı ne?..
Yiyoruz yemek, değil mi?
Er REZZÂK Esmâsı ile yıkanan, içinde aklın alamadığı değişmeyen madde ve cevherler bulunan kandan süzülen bir nesnedir GÖZYAŞI. İnsanın kanından süzülüyor.
O halde HAYy Esmâsının =>RAHMÂN ÇEŞMESİnden gelen İNCİ tanelerine şey derler =>GÖZYAŞI..

GÖZYAŞI, bir de AT da ve KÖPEk de vardır.
Onlarda ağlarlar.
At ile Köpek ağlar.
Onun için Kur'ÂN’da =>Attan da bahseder, Köpekten de bahseder.
İnsanın ALLAH ile en samîmi irtibat zamanı, gözünden yaş geldiği zamandır...
Ağlayan insan, güzelleşir efendim.
Çirkin bile ağlarken muhakkak güzelleşir.
Çünkü ALLAH’nan irtibata geçiyor.
Çirkin bile ağlarken güzelleşiyor.
İnsan ağlarken muhakkak güzelleşir.
Çok gülme esnâsında gözden gelen yaş =>İnsandaki yaradılış edebinin kendi kendine utanarak nefsinin bu ne yaptığını bilmiyor!.
“Yâ RABBî Affet!.” demektir.

Resim

Mi’yar.: Ölçü. Bir şeyin kıymet ve vasfını gösterir olan..
Fen.: Fizik, kimya, matematik ve yaşambilime verilen ortak ad. Bu bilimlerin verilerine dayanan uygulama..



Resim

وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ وَلاَ طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ إِلاَّ أُمَمٌ أَمْثَالُكُم مَّا فَرَّطْنَا فِي الكِتَابِ مِن شَيْءٍ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
“Ve mâ min dâbbetin fî’l- ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fî’l- kitâbi min şey’in summe ilâ RABBihim yuhşerûn (yuhşerûne).: Ve yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa (4 ayaklı) hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki; sizin gibi ÜMMEt olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra RABB'lerine haşr olunacaklar (olunurlar).” (En’âm 6/38)

Kur'ÂN-ı Kerîm’de At İsmi 7 Âyet-i Celîlede geçmektedir.
At olarak tercüme edilen “hayl” kelimesi 5 yerde, “âdiyât” kelimesi 1 yerde, “ciyâd” kelimesi 1 yerde buna benzer farklı kelimelerle at toplam 7 yerde geçmektedir..

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ
“Zuyyine li’n- nâsi hubbu’ş- şehevâti mine’n- nisâi ve’l- benîne ve’l- kanâtîri’l- mukantarati mine’z- zehebi ve’l- fıddati ve’l- hayli’l- musevvemeti ve’l- en’âmi ve’l- hars (harsi), zâlike metâu’l- hayâti’d- dunyâ, vallâhu indehu Husnu’l- Meâb (meâbi).: İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma ATLARa, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.” (Âl-i İmrân 3/14)

وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً وَيَخْلُقُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
“Ve’l- hayle ve’l- bigâle ve’l- hamîre li terkebûhâ ve zîneh (zîneten), ve yahluku mâ lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: Onlara binmeniz için ve de ziynet olarak (süs hayvanı olarak), ATLAR, katırlar ve merkepler ve daha bilmediğiniz şeyler yaratır.” (Nahl 16/8)

إِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُ
İz urıda aleyhi bi’l- aşiyyis sâfinâtu’l- ciyâd (ciyâdu).: Ona bir akşam vakti, koşmaya hazır, iyi cins ATLAR sunulmuştu.” (Sâd 38/31)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kıyamet gününe kadar atların alınlarına hayır düğümlenmiştir." buyurmuştur.
(İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan;Buhârî, Cihâd 43, Menâkıb 28; Müslim, İmâre 96-99, Zekât 25. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 41; İbni Mâce, Cihâd 14, Ticârât 29)buyurmuştur.


Resim

Kur'ÂN-ı Kerîm’de Köpek anlamında “kelb” kelimesi 5 Âyet-i Celîlede geçmektedir..

وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِن تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَث ذَّلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
“Ve lev şi’nâ le refa’nâhu bihâ ve lâkinnehû ahlede ile’l- ardı vettebea hevâh (hevâhu), fe meseluhu ke meseli’l- kelb (kelbi), in tahmi’l- aleyhi yelhes ev tetrukhu yelhes, zâlike meselu’l- kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, faksusî’l- kasasa leallehum yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Ve şâyet dileseydik onu, onunla (âyetlerimizle) elbette yükseltirdik. Ve fakat o dünyaya meyletti ve hevâsına (nefsinin âfetlerine) tâbî oldu. Artık onun hali, KÖPEĞİN hali gibidir ki; onunla ilgilensen de solur, onu terketsen de (kendi haline bıraksan da) solur. Âyetlerimizi yalanlayan kavmin hali işte böyledir. Artık bu kısası anlat, böylece onlar tefekkür ederler.” (A'râf 7/176)

سَيَقُولُونَ ثَلَاثَةٌ رَّابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِم مَّا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ إِلَّا مِرَاء ظَاهِرًا وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِم مِّنْهُمْ أَحَدًا
“Se yekûlûne selâsetun râbiuhum kelbuhum, ve yekûlûne hamsetun sâdisuhum kelbuhum recmen bi’l- gayb (gaybi), ve yekûlûne seb'atun ve sâminuhum kelbuhum, kul RABBî a'lemu bi ıddetihim mâ ya'lemuhum illâ kalîl (kalîlun), fe lâ tumâri fîhim illâ mirâen zâhirâ (zâhiren), ve lâ testefti fîhim minhum ehâdâ (ehâden).: Ve gaybı taşlayarak (bilmeden tahminde bulunarak) diyecekler ki: “(Onların sayısı) üçtür, dördüncü onların KÖPEĞİdir.” “Beştir, altıncı onların KÖPEĞİdir.” diyecekler. Ve “Yedidir, sekizinci onların KÖPEĞİdir.” diyecekler. De ki: “Onların adedini en iyi Allah bilir. Pek azı hariç, onlar bilmezler.” Onlar hakkında, zahir olandan (bilinenden) başka tartışma (mücâdele etme)! Onlar hakkında, onlardan birisine soru sorma (açıklama isteme)!” (Kehf 18/22)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Av, koyun ve ziraat köpeği hariç, kim köpek edinirse, gerçekten onun ecir ve sevabından her gün iki kırat eksilir" buyurmuştur.
(Müslim, Müsâkât 57)

Resim
ALLAH celle celâlihu.:
Resim

er Rahmânu celle celâlihu.:
Resim

er RABB celle celâlihu.:
Resim

El Hayy celle celâlihu.:
Resim

Er Rezzâku celle celâlihu.:

Resim


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..

Resim

Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1190
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: MÜNİR DERMAN SOHBETLERi-I BÖLüM

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)
DEMİŞDİ Kİ.:

SOHBET MD-01

Rasûlullah Efendimiz Nebîlik =>Cesed-i Muâllâlarına aittir. Nübüvvet vardır biliyorsunuz.
Rasûlluk bir tek Rasûldur. Evveli de “O” dur sonu da.
Rasûl =>ALLAH’ın doğrudan doğruya elçisidir.
Kendi Cesedlerinden Rûh-u Muâllâları ayrıldığı zaman Nebîlik =>Vilâyet Makamı ile kalır.
Vilâyet Makamı =>Nebîlikten yüksektir.
Bu Vilâyet Makamı doğrudan doğruya zâten Rasûlullah Efendimizden evvel yoktu “Velî” denilen şey.
Bu Vilâyet Makamı devam eder gider.
Bu Vilâyet Makamında bir “Gavs” bulunur her devirde.
Gavs!..
Gavs demek. Her türlü şeyde teveccüh edilip onun vasıtasıyla Rasûlullah’ın şefâatından, ALLAH’ın yardımından meded umulacak kanal, MAKAM demektir.
Türkçesi yoktur. İzâhı bu.
Gavs, bulunduğu yerde Nazar-ı İlâhi oraya müteveccihdir.
ALLAH’ın Nazarı. Nerdedir bu?
Bilenler vardır yerini.
Belki Salamon Adalarındadır.
Belki İngiltere dedir.
Belki Kutuptadır. Belli değil..
Yalnız bu ZÂT =>Kürre-yi Şimâlindedir.
Ekvatordan aşağı değildir.
Ekvatordan aşağı hiçbir müstakil İslâm Devleti de yoktur.
Bu da bir hikmettir..

Yeri mâlum değildir Gavs’un.
Bunun sol tarafında meselâ şimdi.
Sol tarafında, Nazarı ->Dünya Âlemine, Mülk Âlemine nazır Abdu’l-Melik Makamında.. İsim adamın ismi değil, Abdu’l-Melik Makamında bir Zât vardır.
Sağ tarafında Abdu’r-Rab denilen nazarı ->Âlemi Meleküte, semâvâta nazır bir Zât vardır. Abdu’r-Rab o da.
Nazarı Âlem-i Mülke olan Abdu’l-Melik ->Abdu’r-Rab’dan efdaldır.
Bir de Abdullah Makamı vardır burda.

(M.D.Hocama bir hanım sormakta).: “Efendim yani şunu bir özetleyelim diye. Yani dünyaya bakan tarafı?.”

Evet daha efdaldır!
Bir de Gavs’un yanında yani onun önünde şöyle Abdullah Makamı vardır.
Bu Makam =>bâzen Hilâfet-i Mânevîye şeklinde tecellî eder.
=>Bâzen de Hilâfet-i Vücûdiye, cesediyle.
Bunlardan başka Gavsa bağlı;
Şimâl de ->Abdulmelik,
Cenubde ->Abdulkâdir.
Makam bunlar, isim değil!
Şarkta ->Abdulhayy,
Garbde ->Abdulalîm denilen dört kişi vardır.
Bunlara “Evtad” denilir. Dörtler-Direkler.
Bu Evtad’ların yerleri mâlumdur, bâzen yerleri değişir.
Rûhen =>Kâbe’de dâimâ müctemi’dirler.
Bâzen de ceseden toplanırlar.

Her asırda bir GAVS vardır.
Resûl-i Ekrem Efendimizin NÂİBi bu.
Resûl-i Ekrem tarafından İzn-i İlâhi ile seçilir.
Bu DÖRTLER her zaman Mekke’de mânen toplanırlar.
Bâzen de Cesedleriyle birlikte toplanırlar.
Bunların EMİRlerini Kırklar ->Mülk Âleminde görürler.
KIRKLARın müşkülleri olursa, YEDİLER hallederler bunları.
Bir de Yediler vardır..

Birde ÜÇLER vardır.
Bunlar ÜMMÎdirler.
Manevî Ziynet gibidirler.
HAKk’ın onlara teberrüken dâimâ ->Abdurrabba nazar eder ve niyâz eder onlar.
Hiç kimseyle alâkadâr olmazlar..

ÜÇYÜZLER vardır, seyyar-gezerler.
ÜÇBİNLER vardır.
Kendi hallerinden niyâz ve tâaddadırlar.
Bunların bazıları irşâd ile meşguldürler.
Bazıları kendi içlerine çekilmiştir.
Tâad ve Ubidiyetlerinin mükafâtı olarak =>VELÎ Makamındadırlar. Yâni meselâ burada bir adam bakarsınız. Fillandiya’nın sefâreti yoktur.
Teberrüken Fillandiya Sefâreti gibi o makama otururlar orada.

Bir de “Meczûb Mecnûnlar” vardır.
Bunlar CEZBe içindedirler.
Yollarını, tahammül edemediklerinde, şaşırmışlar hataya düşmüşlerdir.
Bunlar fakat İnd-i İlahî’de mağfurdurlar.
Bunlarla yemek yenmez,
Elbiseleri giyilmez,
Sohbet de edilmez..

Bu Cenâb-ı Peygamberden sonra, Rasûlullah’ın Rûhanîyetinin Velî’ye etmişlerdir.

Bütün Ruhanî Kanunlar ne kadarsa, Efendim maddî!...
Kim verdi bu Emri?. Göster O Emrin yerini.
Maddî-Ruhanî bu.
İkisi de DEVLETtir.
Ruhanî Kanunları bunları idâre ederler.
Ne Levh-i Mahfuzda lâzımsa onlar senindir.
Bunlar bambaşka!..

VELÎLER vardır.
Doğrudan doğruya Vilâyet-i Rasûlullah’a hâkim Velîler vardır. “Evliyâ-yi tahtet gubabi’l- ayaneküm gayri.”
Onun içün:
Arz-ı Vâsi ister isen gir Velînin Kabzı’na,
Arz ü Kürsî’den geniştir bir Velînin Himâyesi.

Bunlar tamamiyle bilinmezler.
Bu dediklerim gelir siz Velîsiniz, sizi bile tanıyamaz.
O kadar gizlenmiştir bu.
Bunları seçmek güçtür.
Şimdi bu kitâbı okumada aşağıdaki öğütleri düşünerek okuyun.
Bu öğütler sizi sarsıyor.
Ve bunları yapmaktan sakınacaksanız!
Sayfaları okumaya devam ediniz!
Samimi olarak size te’sir etmiyorsa okumamanızı rica ederiz! Yaprak, çiçek koparmayınız!
Yaş ağaç kesmeyiniz!
Dal kırmayınız!
Yaprak çiçek çiğnemeyiniz!
Meyve kabuklarını yaş, yaprak, çiçek tâze dal, ateşe atmayınız!
Bunlara dikkat ederseniz şu hadisin müjdesine kavuşursunuz. Nebatata kadar merhamet gösteriniz!
Bunda şefâati müjdedir de görürsün.
Kuşları kafeslere hapsetmeyiniz!
Kuşlara hayvanlara taş atmayınız!
Avcılıktan çok uzak durunuz!
Hayvan öldürmeyiniz!
Her ne türlü olursa olsun zararlı ve fâideli, yenir ve yenmez balık avına gitmeyiniz!
Balıkçıların, avcıların, ağaç kesenlerin, hayvanlara eziyet edenlerin sonları karanlıktır, hüsrandır.
Zengin veyâ hükümdâr olsak.
Tarlalara zarar veriyor diye köstebekleri, fâreleri, muzır dediğimiz kuşları öldürmeyiniz!
Bütün tarlanı yemezler.
İçinde haram var ise, sen de haram peşinde koşuyorsan, içine karışmış haramları, onları temizlerler.
Hiç bir nebata, hayvana küfretmeyiniz!
“Ne ALLAH’ın belâsı şey!.”i katiyen söylemeyiniz!
Dilimizi bir gün yakacak bir hadisenin muhakkak geleceğini unutmayınız!
Her şeyi tatlı bir sabırla hiddet etmeden karşılayınız!
Dünya Hayatının gözle görülemeyecek kadar ince suâllerle dolu bir İmtihan-ı İlâhiyye olduğunu unutmayınız!
Kalabalıkta yapmaktan çekindiğiniz hareket ve işleri yalnızken yapmayınız!
Bunu bir huy ve karakter olarak kabul ediniz!
Zirâ ALLAH her yerde hazır ve nazırdır. Görür ve Görücüdür.
Sıcak ve soğuktan katiyen şikâyet etmeyin!
Bunlar Tabîi Olaylardır.
İsteseniz de istemeseniz de olacaktır.
Evinizi, elbiselerinizi, eşyalarınızı, muhitinizi son derece bir dikkatle temiz tutunuz!
Her biriniz şahsî veyâ umumî hareketlerinizi, gayrı sakin, düşünerek doğru ve en iyi bir sûretle yapınız!
Katiyyen küfür ve yemin etmeyiniz!
Yalan, dedikodu, arkadan söylemek, gammazlık, hased, gıbta, hor görmek gibi hareketlerden dâimâ uzak durunuz!
İnsanlığınızı zedelemeyiniz!
Hiç kimse hakkında fenâ düşünmeyiniz!
İnsanları, hayvanları, nebatları, her şeyi seviniz!
En çirkin görünen şeylerde ve hareketlerde bile bir güzellik vardır.
Veyâ bir hikmet bir Ders-i İbret gizlidir. Onu görmeye gayret ediniz!
Evinizi, ailenizi, yavrularınızı seviniz!
Onlara dâimâ güzel yüzlü, sevgi dolu hareketlerle muamele ediniz!
Kâinâtta her şeyin bir başlangıcı vardır.
Mekansızlıktan mekana geldik, görünür, yer kaplar, büyür, muayyen bir müddet bâki kalır.
Sonra yavaş yavaş erir. Mekandan sıyrılır gideriz lâ-mekana.
Bazılarının bu hâli uzun sürdüğü için biz onları bâki zannederiz.
Bir kısmı tekrar doğar.
Bir kısmı tekrar doğmaz. Kaybolur giderler.
İnsanlıkta SEVGİ gizlidir.
Vücûd yüzenler bile yek diğerini sevdikleri için bile bir nisabı içinde tekâmül ederler.
Hemen hududdadır. O hali bozulursa insan hem ceseden hem duygularıyla bambaşka olur.
O nisabın iki ismi vardır biri Maddî Sıhhat, diğeri Mânevî Sevgi ve Ahlâktır.
Sevmekte ve ahlâkta dürüstlükteyiz.
Fenâ, çirkin, bozuk bir şey yoktur.
Padişah olsun.
Aksinde davranan, düzensiz, ahlâksızlık işlenir.
Gerçeği seyreden ADAM doğrudur.
Hakiki DOĞRU ADAM bütünüyle SEVGİdir...



Resim

Muâllâ.: Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek.
Vilâyet.: Bir şeyi kudretle elde etme. * İl. * Birisine kefil olmak. * Dostluk. Muhabbet.
Gavs.: Çağırma. Nidâ. Medet istemek. * Yardım edici. Medet verici. * Kurtuluş. (Bak: Aktâb)
Teveccüh.: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. * Mânen üzerine düşme. * Ait olmak. * Hoşlanmak. * Sevgi, alâka.
Makam.: Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab
Müteveccih.: Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan. * Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifât üzere olmak. * Pir-i fâni olmak.
Kürre-yi Şimâl.: Kuzey yarım küre.
Müstakil.: Kendini idâre edebilen. Başlıbaşına. Bağımsız.
Meleküt.: (Melekiye) Meleğe mensub, melekle alâkalı. * Paklık, temizlik, ismet. * Hükümdara, melike âit. Melikle alâkalı.
Efdal.: (Fazl. c.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler.
Evtad.: (Veted. c.) Direkler. Kazıklar. * Ricâlullahtan birine verilen isim.
Müctemi.: Toplu. Topluca. Bir araya gelmiş. Hepsi.
Nâib.: (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen.
Ümmî.: Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. (Ümmi ile câhil arasında fark vardır. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmiyendir. Câhil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmiyen kimsedir, her ümmi câhil değildir.)
Alâkadâr.: Alâkalı, münâsebetdar.
Tâat.: İbadet etmek. ALLAH'ın (celle celâlihu) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
Ubidiyyet.: Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip ALLAH'a itaat etmek. ALLAH'a teslim olup, Kur'ÂN ve Peygamber (aleyhisselâm) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak
Teberrüken.: Uğurlu ve mübarek olarak. Bereket mevzuu ederek.
İnd-i İlahî.: ALLAH'ın indinde. ALLAH'ın nazarında.
Vasi.: (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı. * Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan ALLAH celle celâlihu..
Arz-ı vasi.: Genişçe yer.
Kabz.: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. * Tahsil etmek. Teslim almak. * Amelde zorluk çekmek. * Kuşun süratle uçması. * Mülk.
Âye.: Avuç içi.
Muzır.: (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
Suâl.: İsteme. İstek. * Soru. Sorulan şey. * Dilencilik.
Gıbta.: İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.
Muamele.: (c.: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş. * Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş.
Muayyen.: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Lâ-mekan.: Mekansız.
Nisab.: Zekât ölçüsü, ölçü miktarı. * Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı. * Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had.
Tekâmül.: Kemâl bulma. Olgunlaşma.


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..

Resim

Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1190
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: MÜNİR DERMAN SOHBETLERi-I BÖLüM

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)
DEMİŞDİ Kİ.:

SOHBETLER : III


Gölgesinin gölgesinin gölgesi. Onun içinde bir iş var.
Adam uyur geceleyin. Rûhu güneş gibi gökyüzünde dolaşır rüyâlarda. Beden ise yorgan altında.
Meselâ bir kâfire putun bir ikincisi olamaz.
Puta tapıyor. İkinci bir put olamaz.
Halbuki putta da ne bir kudret vardır ne bir ruhanîyet vardır.
Öyle olduğu halde o gizliden gizliye gökleri çekip duran nedir.
Bu hal bu âleme başka bir âlemden kaynaklanıyor.
Niye onu puta taptırıyor?
Niye seni ALLAH’a taptırıyor?
Bir şeye inânmak, bir şeye bağlanmak ihtiyâcımız var! Nereden geliyor bu fikir? Kimse farkında değil.
Bu pusuyu, bu pusudur haa tuzaktır. Bu pusuyu akıl göremez.
Can da göremez, çünkü insanın bedeni canın üzerine çekilmiş bir perdedir..

Atasözü vardır.
“Bize ne gelirse =>Bizden gelir.”
“Başımıza ne gelirse kendimizden gelir!”
diye atasözü vardır.
Onu da Cenâb-ı Peygamber şu hadiste buyurmuştur.
“Benden sonra peygamberlik kalmadı. Ancak bazı müjdeler olur. Uyuyan mü’minler rüyâda görür. Yahut o müjdeler onlara görülür!.” diyor Cenâb-ı Peygamber.
Ve altındaki hadiste.: “Rüyâda beni gören gerçekten görmüş olur. Çünkü Şeytan benim şeklime giremez.” buyuruyor Cenâb-ı Peygamber.
“Bu hakikât ve basîret nûru ile şeriata uyanlara Şeytan temessül edemez” demektir, “bana Şeytan temessül edemez” demek, “benim kılığıma rüyâda Şeytan temessül edemez giremez” demek, “Keriatıma ALLAH’a inânan ve secdeye kapanan mü’minlerin şeklini temessül edemez Şeytan!” demektir.
Çünkü Cenâb-ı Peygamber ümmeti için konuşmuştur.
Kendisine teklik olarak katiyen gurur sıfatını kullanmaz Cenâb-ı Peygamber.
Bütün Peygamberler Evliyâlar Melekler, dikkat buyurun bunu aklınızda tutun bütün Melekler, Peygamberler, Evliyâlar, Kâbe, güneş, ay, beyaz bulut ve Kur’ÂN Şeytanın temsil edemeyeceği Kudsî Varlıklardır.
Bunların şekline Şeytan rüyâda giremez.
Ne beyaz buluta, ne Kâbe’ye, ne güneşe, ne aya, ne Kur’ÂN’a, ne meleklere, ne de Evliyâullaha, bunları temsil edemez.
Şeytan.
Çünkü Şeytan Kahır Esmâsının zuhurudur. Ancak şaşkınlığı temsil eder.
Su ateş şeklini alamayacağı gibi ateşte su şekline giremez.

Niçin bu böyledir?
Zirâ Cenâb-ı ALLAH hak ile bâtılın ayrılmasını murad etmiştir. Şeytan, içinde hidâyet izni bulunan hiçbir ismi temsil edemez.
HAKk TeALÂ, RûH Aynasında Rububîyyet Sıfatı ile tecellî eder diyor Cenâb-ı Peygamber.
Cenâb-ı ALLAH tecellî edeceği zaman RûH Aynasında Rububîyyet insanların anlayabileceği şekilde tecellî eder.
Bu tecellîye tasavvufta=>Tıfl-ı Manîa.: Mânâlar Çocuğu ismi verilir.
Onun için Resûl-i Ekrem Efendimiz buyurmuştur ki.:
RABB’ımı güzel bir genç sûretinde gördüm." Hadistir bu.

RABB’ın Aynası =>Ceseddir.
ALLAH, görenin isti’dâdına göre görmeyi halk eder.
Gerçekten ZÂT-i İLaHi değildir bu, çünkü bu şekilde görünmekten münezzehdir.
Resûlullah’ın tahammül edeceği hududda insanı anlatabilmek şekilde tecellî etmiştir.
Peygamber Efendimiz de böyledir.
Herkesin isti’dâdına göre görünür Cenâb-ı Peygamber.
Tam vâris olan, vârisi olan Enbiyâ-yı Kirâm, Velîyullahlar onlar müstesnâ aynen Resûlullah’ı görebilir.
Çünkü Veysel Karanî Hazretleri Anası’ndan izin aldı.
Medine’ye geliyor.
Hazreti Fatıma’yı görüyor.
Diyor ki.: “Peygamber nerde?” diyor.
“Yok!” diyor.
“İki saat sonra gelecek.”
“Ben gelemem diyor Anamdan bir saat izin aldım.”
“Peki diyor.” diyor
Hazreti Fatıma'ya.: “De bakıyım. Sen diyor Resûlullahı gördün mü?” diyor.
“Benim Babam gördüm.” diyor.
Bakıyor Hazreti Fatıma’nın yüzüne.: “Görmedin!” diyor.
Herkes başka türlü görür oğlum.
Kimisi ateşin yanına yanaşamaz uzaktan seyreder.
Kimisi çok üşür yanına yanaşır.
Kimisi maşayla tutar.
Kimisi fırına içine girer oğlum.
Bunlar başka işlerdir.
Onun için Resûlullah, rüyâsında insanın kendi temizlik derecesine, kendi bilmem ne derecesine göre görünür.
Meselâ ben şimdi gözlüğümü çıkardım mı kimseyi göremiyorum.
İçinizde gözü bozuklar varsa gidersin gözlükçüye.
İlk defâ bir numarayı verir.
“Ahaaa az görüyorum!.”
İki numarayı verir.
“Bunnan hiç görmüyorum.
Bunnan hiç görmüyorum.
Haa bunnan birâz görüyorum.
Şunnan, haa haa bunnan gördüm!.”
dersin.

Aha insanın temizlik derecesine, Resûlullah’a itaat ve ALLAH’a mutilik derecesine göre Resûlullah muhtelif şekillerde insana görünür.
Kim ki rüyâsında gördü, muhakkak görmüştür.
Ama görmüşse kendi isti’dâdına göre tecellîsini görmüştür.
İnşeallah hepimizin rüyâsına Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem girer.
Yalınız, girdiği zaman da katiyyen bunu kimseye söylemeyin.
Aynanın Buğusunu bozarsın.
Kaymağı teşekkül etmiş üzerindeki kâsedeki sütten (yoğurt) çalamazsın oğlum!.
Bir yerini bozacaksın muhakkak.
Farkına varılır.
Söylemek de gönlünün üzerindeki kesilen kaymağı bozar.

İkinci Sultân Murad Edirne de Sarayında.
İstanbul fethedilmemiş. Sarayında oturuyor.
Hacı Bayramı Velî Hazretleri de misâfiri.
Şehzade Mehmed de beşikte oğlum.
Hazreti Fâtih, Murad’ın Oğlu ya beşikte.
İkinci Murad sohbet esnâsında Hacı Bayramı Velî Hazretlerine.: “Şeyhim demiş ALLAH’ın izni ve Erenlerin himmetiyle İstanbul’u almak istiyorum! Büyük Babam Yıldırım Beyazıd, Amcam Musâ Çelebi ve Ben bu işe teşebbüs ettik, ettik ama alamadık!.” demiş.
“Gönül atın da, himmet edin de bu şehri alayım!.” demiş.
Koskoca Murad, Hacı Bayramı Velî’den istimdâd ediyor.
Yaaa oğlum!
Bir Velî şöyle yaparsa. Ordular mordular dünyalar fışkırır.

“Arşı Kürsî ister isen gir Velînin kabzına,
Arşı Kürsî’den geniştir bir Velînin âyesi.”
demiş herif.

Eski padişâhlar etrafında o büyük Velîleri toplarlardı.
İstanbul Velîlerle alındı.
Bütün harbler velîlerle şiy edilmiştir, kazanılmıştır.
Hacı Bayramı Velî bir ân şöyle gözünü yumuvermiş.
Neriye gidiverdi.
Cep Defterine bakıyor, orda Hatıra Defterine bakıyor.
Sonra tatlı bir ışıltılı bakışlarıyla Sultân Murad’ı şöyle bakışlarıyla okşamış.
“Şevketlüm demiş ALLAH’ın bildiğini senden saklayamam.
Bu şehri sen alamayacaksın. Bunu ben de göremeyeceğim.
L’âkin bu şehri beşikteki Mübârek Şahzedenle aha şu benim yanımdaki Molla Akşemseddin alacak. Herşeyin bir belli vakti vardır, beklemek gerek şevketlim!.”
demiş.

Onun için azîz cemâat!
ALLAH, inânmış gönüllerin imân zevkinden kazanacakları halleri farz kıldığı ibâdetlerde depo etmiştir. Feyz isteyen ibâdetlere koşsun.
Hani deminde söyledim bazıları çıkıyor.:
“Bizim için ibâdete lüzum kalmamıştır efendim.
Çünkü ibâdetler insanı HAKk’a ulaştırıcı şeylerdir.
Benim gönlüm temizdir, şudur budur.
Biz HAKk’a uyduk. HAKk ile beraberiz!.”

Bu söz yalandır oğlum.
İbâdetten müstagni kalacak hiçbir makam yoktur.
İbâdet ancak insan öldükten sonra biter..

İşte vaktaki günü geldi, İstanbul muhasara edildi.
Hazreti Resûlullah Efendimizin Hadisi var.
“Fetahhanne’l- Konstantiniyye veleniğme’l- emirü emiruha Vele niğme’l- ceyşe zâlike ceyş.”
Fetahhanne, Arapçada bir siga vardır.
İstikbal sigası ama “katiyetle fethedilecek” demektir.
Fetahhanne’l muhakkak alınacaktır.
Fetahhanne =>Konstantiniyye veleniğme’l- emirü emiruha.:
Oraya giren ne mübârek Emirdir.

Vele niğme’l- ceyşe zâlike ceyş.: Oradan geçen asker ne mübârek askerdir..
Cenâbı Peygamber haber veriyor.
Yedi yüzsene evvelden haber veriyor.
Hazreti Fâtih muhasara ediyor 21 yaşında.
Etrafında muhafızları, görünmeyen muhafızları, görünen muhafızları.
Velîyullahharın âyetleri okumaları yaaaaa!..
Muhasara, muhasara haaaaa!
Düşmüyor İstanbul. İstanbul bir türlü düşmüyor..

Şurada bir malzeme vereyim size.
ALLAH’ı SEVmek =>idrakten doğar.
İdrak olunan şeyler derken, kemâle gönül akıverir idrak etti mi. İnsanlarda idrak cihâzları, anlama cihâzları muhtelif olduğu için her iki idrak cihâzının kendine mahsus birleştiği şeyler vardır.
Hepisinin birleştiği biricik SEVgi de =>ALLAH SEVGİSİdir.
ALLAH SEVGİSİ =>ALLAH’ı SEVmek değil SEVgi =>ALLAH’ın Kendisi SEVgidir.
El Vedûd =>ALLAH’ın bir Esmâsı.
VEDÛD =>SEVilen demektir.
SEVen demek demek.
ALLAH’ın Kendisi Kendiliğinden SEVer.
İnsan iyi dikkat edin çocuğunu, malını, işini, sıhhatını hayatını SEVmesi fıtrî bir yaradılış icâbıdır.
Bunu yapmak için tahsile lüzum yok.
Hayvan bile SEViyor. Kedi, kedi aldı mı ciğeri başkasına vermiyor.
Bunlar fıtrî bunlar tahsile lüzum yok gayrete de lüzum yok.
Fakat ALLAH’ı SEVmek Fikri =>Muhakeme üsulu lâzım.

İşte Fâtih bu malzeme ile yoğrulmuş beşikten beri.
Hacı Bayram-ı Velî taharı tarü CeNNetinden sonra yetiştiriyor onu. Görünmeyen, tekneye koymuş şeyi Fâtih’i görünmeyen elleriyle, ruhanî elleriyle yoğuruyor Fâtih’i.
Fâtih yedi tane lisân bilirdi 21 yaşında. Rumca şiirleri var.
Fâtih kuşkulanıyor.
Çağırıyor Hoca’yı.: “Hoca burayı ne zaman alacağız bunu? Ne kadar hücum ettimse. On bin kişi kırmışsak diyor düşmandan geriye kalıyor beşbin kişi. Beşbin kişi daha çok muhafaza ediyor!.” diyor.
“Şaşırıyorum ben buna!.” diyor.
Halbuki bir insan yoruldukça çalışamaz değil mi.
“Bu heriflere ne oldu?” diyor.
“Bu kadar tahribât ettiğimiz halde ertesi günü daha kuvvetli hücum ediyorlar bize!.” diyor.
“Şevketlüm!.” diyor.

Orda yine Hatıra Defterini açıyor.
Orda gizli casusluk telsizinden konuşuyor Akşemseddin Hazretleri. Şehirde meşhur şeyh Maksud’un alifelerinden,
Yâ Vedûd Sultân.
Yâ Vedûd Sultân diye bir Evliyâ var Bizâns’da.
Vazifeli gelmiş o da. Hasta, çok yaşlı.
DUÂsı şu.: “Yâ İlâhi! ALLAH’ım! Bu Güzel Şehrin İslâmın olduğunu gördüğüm an benim canımı al!” diyor.
“Zaptedilmeden beni düşman içinde öldürme Yâ RABBî!.” diyor. Bizâns’ta olan bu Yâ Vedûd Sultân.

Eee tabii Cenâb-ı ALLAH DUÂsını kabul eder.
Ya şöyle yapacaktır.
Cenâb-ı ALLAH biliyor İstanbul’un fethedileceği tarihi değil mi?
Biliyor.
Yâ Vedûd’un ölüm gününü de biliyor. Onu da biliyor.
Bakıyor listesine Yâ Vedûd felân gün ölecek.
“Eee İstanbul’da şu kadar gün sonra fethedilecek.
Ben bunun DUÂsını kabul etmesem bu günde fethedilirse bunun daha bu ondan evvel ölecek.
İstanbul fethedilmeyecek.
Ulan ben bunla bir oyun oynayım.”
diyor.
“Tırrrrrrrrrıııııııt!.” çekiyor ipi.
Fâtih’e gidiyorr.
“Sen dur hele Ağam daha kırk gün daha var onun ömrüne.
O güne kadar buraya fethedemeyeceksin sen!.”
diyor.
Durduruyor O’nu.
Tâbii bunu Akşemseddin Hazretleri anlıyor onların telsizleri var.
Gizli Teşkilâtları var.
“Şevketlüm diyor Bizâns Kalesinde ALLAH’ın SEVdiği bir Zât var.
Ömrü bitmeden şiye giremeyeceğiz.
Daha kırk gün daha fetih gecikiyor!.”
diyor Akşemseddin.
Şimdi ki gibi.: “Bu ne saçmalık, böyle lakırtı mı olur?” diyen yok.
“Peki Şeyhim!.”
29 Mayıs sabahı, bir gün evvelden iki gün oruçlu millet.
Sabah Namazını altı yüz bin kişi kıldıktan sonra.: “ALLAH!. ALLAH!.” diye saldırıyorlar.
Önden Fâtih giydirildiği yer altı kulubesindeki delik açılıyor askerleri giriyor.
O anda Yâ Vedûd Sultân Rûhunu teslim ediyor.
Şehir karmakarışık. Bildiğimiz tarihi şeyler.

Nihâyet bir gün aradan üç dört gün geçtikten sonra Hazreti Fâtih Cuma Namazı için Ayasofya Kilisesine gidiyor.
Temizlettiriyor.
Ayasofya’ya girerseniz batı kısmında bir direk vardır direk. “Terleyen” direk diye.
“Terleyen” direk diye bir direk vardır.
Elini sokarsın oraya terler bu direk.
Bütün hastalıklara iyi gelir. O zamandan var.
Namaz kılıyor o terleyen direğin yanına gittiği zaman Hazreti Fâtih böyle birden duruyor.
Gözüne bir nûr hasıl oluyor. Bir nûr.
Yanında yetmiş kadar ulemâ Akşemseddin Hazretleri de olduğu halde. Bu tarihe geçmiştir.
Böyle yanaşıyorlar ki bir nûr onun içinde bir tabut hazırlanmış bir cesed var içinde. Böyle serili.
Üzerinde cesedin böyle pembe renkte “Ya Vedûd” yazıyor. Yâ Vedûd Sultân orada.
Hemen Fâtih.: “Bunu alın!.” diyor.
“Gusledilsin felân.
Üzerinde yine bir yazı “Merhum magsuldur!”


Hemen defnedin!. Yıkanmıştır diyor yıkanmıştır!” diyor.
ALLAH Tarafından guslü yaptırılmış.
Fâtih emrediyor. Herkes omuzuna alıyorlar.
Sultân Ahmed Meydanı’na çıkıyor. Bir fırtına, bir rüzgar.
Bütün cemâati kendiliğinden aşağı doğru çeviriyor bunları.
Gülhane Parkı’na doğru.
Haydi bunlar doğru gidiyorlar oraya. Sanki birisi götürüyor.
Yâ Vedûd Sultân götürüyor onları zorunan omuzunda olanları. Padişâh madişâh.
Dönüyorlar Eminönü’ne geliyor.
Eminönü’ne geliyor ki. Geliyor..
Bunlar oğlum saçma değil saçma değil.
İspatlarınan konuşuyorum.
İnanmayan gider Hazine Müzesinde Tomar-ı Humâyini açar okur.
Bir kayık ne küreği var ne adamı var.
Fâtih diyor ki.: “Girin içine!.” diyor.
Fâtih de giriyor içine.
Bu devletin arşivinde yazıyor oğlum arşivinde.
Aklına sığmayanlar.: “Bu nasıl olur?”
“Bu olmaz Efendim!.”
Senin aklın için olmaz, benim için olur.
Kayığa biniyorlar o büyük kayığa.
Kayık küreksiz, müreksiz, hadi Haliç’e doğru yol alıyor.
Devletin Arşivi’nde yazıyor.
Hoca Efendinin kafasından uydurma değil bu oğlum.
Geliyor, bir yerde duruveriyor.
Yanaşıyor kıyıya kayık.
Çıkıyorlar. Cenâzeyi alıyorlar. Ayvansaray’da.
Sanki içindeki Yâ Vedûd Sultân, cenâzeyi taşıyanları idâre ediyor.
Gidiyorlar bakıyorlar ki bir mezâr kazılmış.
“Nasıl olur? Bu olur mu?”
Vallâhi de olur. Billâhi de olur.
Resûlullah beni şefâatinden mahrum etsin ki olur.
Nasıl olmazmış.
Ben yenisini bunların görüyorum. Neler olmaz.
Defnetmişler oraya. Namazı kılınmış orda defnedilmiş.
İşte orada Ayvansaray’da orda bir Yâ Vedûd Câmii ve Çeşmesi vardır. Câmisi yapılmıştır Ya Vedûd Sultân oradadır. Büyük bir Velîdir.
İstanbul’a gittiğiniz zaman hatta orası Harb-i Umumiden sonra mütâreke devrine kadar “Yâ Vedûd İskelesi”ydi ora.
Değiştirdiler ismini “Ayvansaray İskelesi” oldu.
Onun için o büyüklerin etrafında neler vardır. Neler vardır.
Sen kubbenin altını boş mu sanıyorsun.

ALLAHümme salli ala MuhaMMedin ve alâ ehli beytihi MuhaMMed.
Subhâneke ya allâm taleyte ya selâmi ecirn minnaâri biaffike yâ Mecîd.
ALLAHümme ente’l- MeNNâNu Bediu’s- semâvatı ve’l-ârd zü’l-celâli ve’l- ikrami yâ Hayyu yâ Kayyûm yâ ALLAH celle celâlehu.


Yâ İlâhi!.
ÜMMeti MuhaMMede her türlü âfat-ı belâyı, âfat-ı semâvî, afat-ı arazîyeden, düşman salvetinden Sen muhafaza buyur Yâ RABBî! Âmin!.
İcâb ettiği zaman ordumuzu daimâ mansur u muzaffer eyle Yâ RABBî! Âmin!.
Memleketimize kıtlık gösterme Yâ RABBî! Âmin!.
Midemize ve bütün mü’minlerin evimize, çoluğumuza ve çocuğumuza helâl lokma nasibi müyesser eyle Yâ RABBî! Âmin!.
Diğer İslâm Milletlerini her türlü âfat-ı belâiyeden koru Yâ RABBî! Âmin!.
âhirete geldiğimiz zaman bize mezârda Münkir ve Nekir Meleklerinnen irtibât nâsib eyle Yâ RABBî! Âmin!.
Son nefesimizde buyurun.: “Eşhedu enlâ ilâhe illâ ALLAH ve eşhedu enne MuhaMMeden abduhu ve Resûluhu” Kelimesi ile çene kapamak nasibi müyesser eyle Yâ RABBî! Âmin!.
Âhirete intikâl ettiğimiz zaman huzuru mahşerde Resûl-i Ekrem Nebîyy-i Muhterem Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin Güzel Yüzünü göstermek, Elinden öpmek nâsibi müyesser eyle Yâ RABBî! Âmin!.
Bizi Cehennem azâbından koru Yâ İLaHi!. Âmin!.
Lillâhil Fâtihâ..

Resim

Profosör Doktor Münir Derman Bey'in 18 Hazirân 1967 Pazar günü Tekke Camiinde yapmış olduğu derstir..

Aziz Cemâat Hafız Efendi yine güzel bi “Âmenne’r- Resûli” okudu.
Namazdan sonra bizim Hafızımız ALLAH razı olsun.
Sesini nûr etsin. Güzel âyetler okuyor.
Âyetlerin hepisi güzel ama içinden bir âyeti bize hitab edecek âyet.
Bu âyet mü’minler için, başını secdeye koyanlar için, başka hiç kimse için değil.
Başını secdeye ko.:
“Lâ İlâhe İllaâ ALLAH!.” de.
Başını secdeye koyanlara Cenâb-ı ALLAH Resûlullah’ın İlâhi RABBla olan kalbine ilham ederek.
Mübârek ağızları hoparlör.
İlâhi hoparlörle bize bildiriyor Cenâb-ı ALLAH.
“Bu söylediklerimi, bütün kainât hiçbir kimse bilmez.
Yalınız Secde-i Rahmân’a başını koyanlar bilir.
Kendi hakiki kalbi ile BANA inânanlar, böyle inânıp da imân edenler!.”
diyor.
İman iki türlüdür oğlum biri ->“İnanarak” edilir.
Biri neynen edilir. Bir de ->“Dededen görme” ile edilir.
Hepimizin nüfus kağıdında “Dededen görme İslâm.”
Bak bakalım. Kılanlarınan.: “Kalbden imân eden, hakiki kalben inanıp da imân edenler yok mu, onlar isteseler de, istemeseler de BANA ve Resûlume itaat ederler!.” diyor.
BEN onlara kolaylık..” diyor.
Aha bu Âyet-i Kerime’nin secdeye başını mü’min koyanlara müjdesi olduktan sonra ondan sonra.: “Efendim son nefeste ne yapacağız?”
Ne yapacaksın işte ahaa bunu yapacaksın.
ALLAH sana “Lâ İlâhe İllaâ ALLAH!.”ı çözdürecekse;
Edebsizlik yapma!
Faziletten çıkma!
Doğruluktan ayrılma!
Adaletten ayrılma!
Yetim malı yeme!
Kimseye fenâlık etme!
Namazını kıl gâyet tabii..

Söyletecek bile Muallim-i Cebrâil.
İlk yanaşır o zaman Azrâilnen beraber sıkarak böyle körükken söyletir sana “Lâ İlâhe İllaâ ALLAH!.”ı..
Ne zannettin sen?
Bu kadar kıl kıl da sonunda.: “Efendim vah.”
Yok öyle delilik.
O sapık insanların korkusundandır o.
Aha âyet-i kerime diyor.
“Hakiki kalben BANA inânan ve imân edenlere Resûlume ve BANA Emirlerime itaatte BEN onlara kolaylık veririm!.”
“Bak Efendim ne olur.”

Ne olacak uçacak değiliz ya.
Yalan söylemiyoruz.
Kimsenin ırzında değiliz.
Kimsenin parasında değiliz.
Midene haram gitmiyor.
Gusülsüz abdestsiz gezmiyorsun.
Kimseye fenâlık yap.
Cebrâil mi olacağız.
İnsan akli Cebrâil’den de büyüktür ne zannettin?
Sen ne konuşuyorsun?
“Bir adım öteye gidemem Ya Resûlullah yanarım!.” Diyor..

Resim

Temessül.: Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde sûret ve mâhiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve sûrete girmek Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde sûret ve mâhiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve sûrete girmek.
Temsil.: Bir şeyin aynısını veya mislini yapmak. Benzetmek. Teşbih etmek. Örnek, nümune söz.
Kahır.: Zorlama. Cebir. * Ezme. Mahvetme. * Fazlaca üzüntü. Keder içine işleme. * Cenâb-ı HAKkın şiddetli ve azâb verici vasıflarının tecellisi. (Kahr, lütfun zıddıdır.) (Bak: Celâl)
Tecellî.: Görünme. Bilinme. * Kader. * ALLAH celle celâlihu'nun Lütfuna uğrama. * İlâhi Kudretin meydana çıkması, görünmesi. HAKk NÛRU’nun te'siriyle kulun kalbinde hakikâtın bilinmesi.
Rububîyyet.: Cenâb-ı HAKk'ın her zaman her yerde her mahluka, muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye ve tedbir etmesi ve mâlikîyyeti ve besleyiciliği keyfîyyeti. * Artırmak. Ziyâde kılmak.
Tıfl.: Küçük çocuk. * Her şeyin cüz ve parçası.
Maanî.: (Mâna. c.) Mânalar. * Belâgatın üç şubesinden biri. Lafzın muktezâ-yı hâl ve makama uygunluğuna mahsus bir ilim adı. (Bak: Belâgat).
İsti’dad.: Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil. * Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. ALLAH Teâlâ Hazretlerinin insanlara ve sâir mahluklara tevdi’ buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
Münezzeh.: (Nezâhet. den) Tenzih edilmiş, teberri edilmiş. * Pâk, kusur ve noksanlıklardan uzak. Hiç bir şeye muhtaç olmayan. Kötülükten, kusurdan ve noksanlık gibi şeylerden tenzih edilen.
İstimdad.: Meded ve yardım istemek.
Kabz.: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak
Âye.: Avuç.
Müstagni.: (Ganî. den) Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyâcı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Çekingen, nazlı. * Gerekli ve lüzumlu bulmayan.
Siga.: Gr: Fiilin tasrifinden (çekiminden) meydana gelen çeşitli şekillerden her biri. Kip.
İstikbal.: Âti, gelecek zaman. * Karşılayış, gelen bir kimseyi karşılamak.
Fıtrî.: Doğuştan, yaradılıştan, fıtrata âit ve müteallik. Hayat kanunlarına uygun.
Merhum.: (Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş. * Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye kavuşmuş olan. Dünya imtihânından kurtulup, vazifesini bitirmiş, paydosa kavuşmuş olan. (Vefât etmiş müslüman hakkında söylenir.)
Magsul.: Gaslolmuş. Yıkanmış. Gusletmiş.
Merhum magsuldur.: Bu rahmetli cenâze yıkanmıştır.
Humayin.: f. Padişâha ait. * Mübârek. Kutlu. Uğurlu. Âlî. * Kuvvetli.
Mütâreke.: Bir mes'eleyi hal için bir şeyi terketmek. * Karşılıklı olarak anlaşmak, kuvvet ve silâhı bırakmak.
Muzaffer.: Kahraman. Gâlib gelmiş. Başarmış. Muvaffak olmuş. Zafer kazanmış, zafer kazanan.
Mansur.: Yardım edilen, yardım görmüş. * Gâlib, muzaffer. (Bak: Mensur)
Âfat.: Belâ. Musibet. Büyük felâket.
Münkir.: (Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakikâtı tasdik etmiyen, dinsiz.
Nekir.: Mezârda iki Sual Meleğinden birisinin adı. (Diğerininki; Münkerdir)
İrtibât.: Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık. * Düşmana karşı cenk için hudutta at sâhibi olmak.
Müyesser.: (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib.
Lillâhil Fâtihâ.: ALLAH için Fâtihâ okuyun!.

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim beni uykuda/rüyâda görürse, beni görmüş demektir; zirâ şeytan benim misâlime giremez (kendini benim gibi gösteremez).” buyurmuştur.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benim ismimi (çocuklarınıza) verin, ama künyemi kullanmayın. Rüyâda beni gören beni görmüş demektir; çünkü Şeytan kendini benim sûretime sokamaz. Kim benim adıma yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın.” buyurmuştur.
(Buhârî, “İlim”, 38.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Dün gece rüyâmda RABBİMİ GENÇ BİR DELİKANLI SÛRETİNDE gördüm. Altından yapılmış bir koltuk üzerinde oturuyordu. Başında altından bir tâc, iki ayağında altından nâlinler vardı.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Tefsîr, Sad -38; İbn Hanbel, Müsned, V, 367; Dârimî, Sünen, Rüyâ, 12.)

رَأَيْتُ رَبِّي فِي الْمَنَامِ فِي صُورَةِ شَابٍّ
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "RABB'imi ruyâda genç bir delikânlı sûretinde gördüm!" buyurmuştur.
(Taberânî, es-sunne, Ummu’t-Tufeyl’den)

رَأَيْتُ رَبِّي فِي صُورَةِ شَابٍّ
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “RABB'imi bir delikânlı sûretinde gördüm.” buyurmuştur.
(Taberânî, es-Sunne)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan; o ordu ne güzel ordudur!.." buyurmuştur.
(Bişr el-Ganevî radiyâllâhu anh'den; Ahmed bin Hanbel, IV, 335; Buhârî, et-Tarihu'l-Kebîr, I (ikinci kisim), 81; et-Târihu's-Sagîr, I, 341; Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, II, 24; Hâkim, Müstedrek IV, 422; Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VI, 219; bk. Hadislerle Gerçekler, c. 2; s. 251-254)


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..

Resim

Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1190
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: MÜNİR DERMAN SOHBETLERi-I BÖLüM

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)
DEMİŞDİ Kİ.:

SOHBETLER : IV


Fizilâmü’l- leyl utlubu fi’z-zilâm, Enâ Deyyân!.:
Gece vakti BEN =>İstediğinizi O ÂN’da veririm!.

Herkes gece uykuda aleverade daleverede, Sen uyumazsan kapı boşalır oğlum boşalır.
Daha erkenden gidersen şeye, İstasyonda birinci mertebede bulunursun.
Onun için gece vakti göz yaşı dök!.
“Ulan ne döküyüm!. Heee! Hee!. mi ağlayayım?”
Hayır Efendim!
Kıl iki rekat namazı.
Yâ İlahî şu Azametine bak!. Şuna bak! Buna bak!.
Hele ki bu günkü Dünyâda ALLAH’ı inkar kapıları tamamen kapanmıştır.
Bakma o zırıltılara.
Efendim sonumuz bişey değil!
O haberi olmadan, O korkusundandır,
O bişey yapamadı şimdiye, aşağıda tokmağı yiyecek ondandır korkusu.

“Bunları kim yaptı Efendim?”
“Cenâb-ı ALLAH yaptı.”
Hâşâ sümme hâşâ.
“Ulan durup dururken nasıl olur?”
“ALLAH nerden oldu?”
Sümme hâşâ?
Değil mi? İnsanın aklına gelir.: “Bu kuvvet nasıl oldu?.”
Emrediyor.: “Şu olsun bu olsun!. O nerden aldı bu kuvveti?.”
Haaa O nerden aldı biliyor musunuz?
O âhirette belli olur.
Bu akılnan o belli olmaz Âhiret Aklıyla.
ALLAH bu kadar akıl vermiştir bize. O’nu keşfedemeyiz.
Eğer aklını örselersen tekmeler seni.
“Gümmm!.” diye aşağıya gider.
O taraf İmân Süzgeci ile İmân Yoluyla şey eder.
“Buna ermiş adamlar var mıdır?.”
Heeey dolu, dolu! Belki içinizde de dolu.
Bunlar kendilerine belli etmezler.
Beyhude bu başınızı secdeye koymuyorsunuz.
Haberi olmadan insan Velîyyullah olur.
Aklı ermez ona da farkında değildir kendisinin.
Bırak gitsin onu!.

Bir gün Hacı Bayramı Velî Hazretleriynen, alay ederlermiş kendisiynen Büyük Velî.
Bu Türk Diyarında dört tane büyük velî vardır.
ALLAH şefaatlarına nâil eylesin.
Kendileri Velî, ismi Velî değil!.
“Ben Velîyullahım!” diye ilan etmiş herif.
Radyoda gazetede, mazâtede “Ben Velîyullah’ım ne zannettin!.” demiş. Böyle herifler.
Hacı Bayram-ı Velî,
Hacı Şaban-ı Velî,
Hacı Bektaşı Velî,
Beyazıd-ı Velî,
Yavuz’un babası. Padişah.
Bunlar Velîyullahtır ALLAH Şefaatlerine nâil eylesin!.

Hacı Bayramı Velî’yle alay etmeye başlamışlar.
Bu da Velîdir melidir işte.
Çünkü insanlarda hased vardır.
“Yaa Velîyim!. Ne zannettin!.” dedi Adam.
60 Sene başını secdeye koymuş Adam.
Herkes uyurken o namaz kılmış, ağlamış durmuş.
Senilen bir olur mu ne zannettin!.
“Ben de Efendim okuyum duruyum!.”
Yoooo!. kolaydı!. Kazın ayağı ya öyle değil.
Hacı Bayram-ı Velî Câmiden çıkıyormuş.
“Ulan şununlan bir alay edelim!.” demişler.
ALLAH’ın Velîsiynen şaka olmaz!
Hiç şakaya gelmezler bunlar!.
Bir cenâze.
Zamanın Kadısının Kardeşi. Tabuta koymuşlar.
O Câmide iken musallaya koymuşlar.
Hacı Bayram-ı Velî çıkıyor.
“Efendi Hazretleri burda bir cenâze var. Namazını kılar mısınız?” demişler.
“Hay hay Efendim kıldırıyım!.” demiş.
Gelmiş mevtânın önüne. Bakmış ki arkaları dolu cemaat.
Şimdiki gibi getirirler. “Felân Bey öldü!.”
Çiçekler miçekler. Getir çiçeğini koy oraya!.
Hacı Yobazlar kılsın şeyi, Namazı.
Onlar çekilirler bir tarafa. Şöyle dururlar.
Hadi Ötekiler de.: “ALLAHu EKBER!.” der Namaza.
Bu bir nevi’ demezler öyle ya, ceseden..
“Ulan şu Yobazlar kılsın biz niye kılalım?.” gibi.
Madem ki Namazını kılmıyorsun.
Niçin cenâzenin namazını kılmadan defnetmeye cesaret edemiyorsun. Bu rezâlettir!.

Öyle yoktu o zaman.
400 kişi katılmış Hacı Bayram-ı Velî şöyle bir durmuş.
“Efendiler diri niyetine mi kılalım ölü niyetine mi?.” demiş.
Kadı arkadan demiş ki.: “Efendi Hazretleri hiç dirinin namazı kılınır mı gâyet tabi ölü niyetine!.” demiş.
“Ölü niyetine ALLAHu EKBER!.” demiş. Namazı kılmışlar.
Selâm vermişler. Selâm verdikten sonra,
Öteki herif kalkacak “Heee!.” alay edecekler şeynen. Hacı Bayram-ı Velî’ynen.
Bakmışlar ki herif kalkmıyor. Bakmışlar, herif gitti öldü!.
ALLAH’ın Velîsiynen şaka mı olu?.
“Ölü niyetine ALLAHu EKBER!.” Herif zıbardı.
ALLAH’ın iyi kuluynan şaka olmaz oğlum!.

Yine bir gün geçiyormuş Hacı Bayram-ı Velî.
Bu ters yüzcüler, bilmem neler, kurucular, vurguncular var ya şimdi de dolu.
Ben buyum, sen şusun, ulan neyi istedin?.
Bir nutfeden yaratıldık.
Sonunda leş olacağız.
Leşini mis kokturmaya çalış!
Kibir yok İslâmda.
“Haa haa!. Ben bunu bilirim, sen bunu!.
Ben neler bilirim, ama hiçbir şey bilmem.”

Tevazu’, Tevazu’.
Tevazu’.: “Ben mütevâzi’ olacağım!” demeknen olur.
ALLAH içine bir boru sokulacak yıkıyacaklar seni ondan sonra olur.
Bu tahsilinen olmaz.
Bilmen neynen olmaz.
Para dağıtmaknan da olmaz.
ALLAH Vergisidir!.
“Şunnan bi alay edelim!.” demiş geçiyormuşlar.
“İşte Hocalar Müfessirler tefsir ediyor.: “Gale->söyledi, Kul-> dedi.”
İşte bu Gale de kul de. Ye gulune bilmem ne.
“Haaa bak bak bak ne dedi!”
“Ulan ne dedi?.”
“Eee böyle dedi!. diyorsunuz.
“Efendi Hazretleri! Bize bir Fâtiha-yı Şerife’yi tefsir edermisiniz?”
demişler.
“Hay hay ediyim Efendim!” dedi.
Ordan da bir Ermeni Çocuğu geçiyor. Ankara’da çok Ermeni varımış.
11 yaşında Artin isminde..
“Gel oğlum Artin buraya!.” demiş Hacı Bayram-ı Velî.
O Müfessirlere demiş.: “Fâtiha-yı Şerifeyi ben mi tefsir ediyim yoksa şu Ermeni Çocuğu Artin’e mi tefsir ettireyim?” demiş.
Ötekiler.: “Ulan demiş tam bu yapamayacak bu da daha rezil edecek, alay edeceğiz!.” demişler.
“Efendi Hazretleri, Artin tefsir etsin!.” demiş
“Gel oğlum otur!.” demiş. Oturmuş.
“Tefsir et bunlara!.”
Tabii o sırada Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri görünmeyen fişini takmış çocuğa. Anteni..
Çocuk bir tefsire başlamış orda.
Ötekiler böyle ağızlarının suları akmaya başladı.
Ağız suyu eşşeklerin akar oğlum!.
İnsanın ağız suyu akmaz. Eşşeklerin akar!.

Onun için secdeye baş koyanlarla alay olmaz, alay olmaz!.
Hiddet etmeyiniz!.
Şükür geldiği, ni’met geldiği zaman derhal şükrediniz.
Bir belâ geldiği zaman sabrediniz.
Sabır şöyle.: “ALLAHümme salli. Yâ RABBî SEN sabır ver!.”
Bu sabır değil bu, Eşşek Sabrı bu.
Ee aaaa, bir belâ geldi mi senin aynana çarptı mı gidecek gerisin geri.
Cenâb-ı ALLAH bu kaderi gönderdi. O bildiğini yapar!.” diyeceksin. Güleceksin. İşte bu sabır!.

Onun için bazısı kızar birbirine BedDUÂ eder.
BedDUÂ İnd-i İlahîde makbul değildir Efendiler.
Hanı bazı ana baba kızar da oğluna çocuğuna BedDUÂ eder.
Aman MaazALLAHu TeALÂ.
BedDUÂ ALLAH’ın takdir ettiği Kader Zincirine bilmeden, hiddet ederek, menfaatı kırılarak, nefsin fevaranına kapılarak söylenen sözlere menfaata bağlı dileklere BedDUÂ denir.
“Bed” kelimesi lugatta “fenâ çirkin” demektir.
BedDUÂ aslında İnd-i İlahî’de çirkin bir arzu olarak karşılanır. Azîz cemaat BedDUÂ etmeyiniz!.
Bir zâlimin nâ-hak yere zulmedene, zülmüne uğrayan hayvan olsun, insan olsun. Kafir olsun, mü’min olsun hiç şikâyet etmeden sabır ederse ALLAH’a havale edip de gözlerinden temiz yaşlarla gelmeye başladı mı o zaman Kadir-i Mutlak bir nevi’ hâşâ Kadir-i Mutlak’a hâşâ sümme hâşâ hakaret olur.
Derhal o Zâlim tepelenir ân-ı vâhidde.
O sabır hali ve gözyaşı, zulme uğrayanın kendinde olmadığı bir ân’a tesâdüf ederse yıldırımla o Zâlim derhal ortadan kaldırılır.

Amaaan yetinmek dilini kimseye uzâtmayın sakın azîz cemaat. BedDUÂ için.
Hakkında âyet-i kerimeler vardır.
Bizzât Kendimin gördüğü bir iki sene evvel anlattığım gibi BedDUÂ MazALLAHu TeALÂ BedDUÂ nasıl olur.
Gözünü kapatırsın.: “Yâ RABBî!. SEN sabır ver!. SEN bunu reddi def’ eyle!.” dersin. Unutursun.
Ama ALLAH unutmaz Oğlum!.
Sırat içine girer, kaydın yapılır o bekler bekler bekler öyle bir berbatlık verir ki bütün âileyi hâk ve perişân eder.
İş bazen biri kendinde olmaz ALLAH ile meşguldür. Dürtersin onu.
Hani at yem yerken birden dürttüğünde bi tekme yediğin gibi öyle bir tekme yersin ki âhirette bile kendini toplayamazsın.
MaazALLAHu TeALÂ!.

Onun için BedDUÂ iyi bişey değil.
Ondan sonra bazıları Eşşeğine kızar. Ata kızar, köpeğe kızar.
Tavuk kaçmıştır onun peşine koşar.
“ALLAH belânı versin!.”
Ulan Eşşeğin yanında ALLAH’ın İsmini anma Hayvan Herif!
Edepsizlik olur!.

Bir Mübârek Çoban varmış.
Koyunları dağılmış, bir kuzucağız kaçmış.
İhtiyar bir adam..
“Sâhibi beni döver!.” diye koşmuş koşmuş saatlerce kuzunun peşinde. Kuzu orda yoruluyor bu burda.
Ter içinde kalmış adam.
Artık nefesi daralmağa başlamış nihâyet bi hendeğin orda yakalamış kuzuyu.
Bak siz bile kızıyorsunuz şimdi!.
Şimdi kuzuya ne yapar o.
“Döver, bilmem ne!.”
Almış, başlamış öpmeğe onu.: “Be mübârek hayvan!.” demiş,
“Niye öyle yaptın. Hem sen yoruldun hem ben yoruldum!.” demiş.

İşte İslâm budur Efendiler. Katiyen Yetime,
Yetim, anası babası olmayana. Uydurma yetim değil haaa.
Şimdi birisi gelir.: “Felân yetime para toplayacağız!.”
Ulan yetim öyle yetim değil. Anası babası yok!.
Yetime dil uzâtmayınız. Onun hakkında âyet-i kerimeler vardır.
“Fe emme’l- yetîme fe lâ takher. Ve emme’s- sâile fe lâ tenher.”
Yetimi hor görmeyiniz.
Âyet-i kerime, ben söylemiyorum.
Yetimlerin en büyüğü Rasûl-i Erkemdir.
O Fahr-i Kâinat’a dil uzâtmış olursun yetime hakaret edersen. Rahmetenlilâlemin olan Rasûl-i Kibriyâ bütün Dünyâdaki yetimlerin en büyüğüdür.
Burada din mevzuubahis değildir.
Anası, babası yok demektir.
Yetim de, kimden olursa olsun.
Aman dilini, nefsini, aklını dizginle!
Yetime söz söyleme! Derhal tepelenir insan.
Çünkü yetimlerin baş kumandanı, lideri Hazreti Rasûli Ekremdir..
Rasûli Ekrem’den evvel ölmüş yetimlerin, bundan sonra gelecek yetimlerin de;
Çünki, hepisinde NÛR-u Rasûlullah vardır.
Rasûlullah’ın yetim olması o da bir hünerdir.
Niçin öyle olmuş?
Cenâb-ı ALLAH.: “Benim Habîbim!.” demiştir.
Kimseyi O’na iştirak ettirmemiştir.
ALLAH SEVdiğini her şeyden kıskanır.
ALLAH her şeyden SEVdiğini kıskanır.
Rasûl-i Ekrem bilirsiniz, Hazreti Hüseyin Efendimiz’in burasından öpmüştür.
Hazreti Hasan’ı da ağzından öpmüştür.
ALLAH’ın Gücüne gitti.
Hazreti Hasanı zehirleyerek, Hazreti Hüseyin’in de Boğazını kestirerek öldürdürttü dikkat ederseniz.
Bunlar büyük hikmetlerdir. Şakası yok bunların!.

Onun için Cenâb- ALLAH’ın Mahbubunun peşinde koşuyorsunuz aman edebli olunuz!
Yetime el uzatmayınız! Din farkı gözetmeden!.
Bir defa yetimceğizi şöyle.: “Nasılsın evlâdım?.” diye hulus-i kalb ile kardeş veyâ baba, ana şefkatıyla okşayana VALLAHî Billahî böyle Cehennem Ateşi bişey yapamaz.
Bunu Rasûlullah haber veriyor.
İnsanlık kadrosu gâyet kolay.
O kadar tantanalı falan değil üç beş tanedir.
Fakat yapması güçtür. Yapması güçtür.
Namaz gâyet kolay.: “ALLAHu EKBER!”
Fakat bütün namazda her şey hatıra gelir.
Senin zâten başka zamanda hatırında olduğu için namazda her şey aklına gelir.
Onun için namazda, yahu Cenâb-ı ALLAH nâsib etmese hiç birimiz şuraya namaza gelmeyiz.
O halde demek ki Cenâbı ALLAH hepimize bir kanca takmış, bir kanca takmış.
O kancayı parlatmaya çalış. Çekiştirmeye uğraşma!.
Bu Devirde her Babayiğit namaz kılamaz, Hakkıyla ABDESt alan mü’minden Şeytan uzaklaşır.
Şeytan gelip de şu şadırvanın arkasında bakmaz.
Aceba bu mü’min ABDESt alıyor mu, almıyor mu?.
Yok ulan o değil. Öyle gelip bakmaz.
ABDESt alan adam nefsine tekme vurur demektir.
Tekme vurur. Tekme vurdu mu Şeytanın yuvası kalmaz orada.
Hani çocukken oynamışsınızdır.
Aynalar vardır.
Bir tarafını çevirdin mi orda resim vardır.
Bakarsın orda delikler vardır bilyeler vardır.
Hani oynardık yerine sokalım diye.
O bilyaların deliği olmasa sokamazsın bilyayı yerine.
ABDESti almadı mı o bilyaların deliği vardır demek.
Gelir Şeytan oturur oraya sana.
Onun için namazda benim aklıma.: “Efendim İmamınan ikindi namazının dört rekat farzını kılmaya niyet eyledim, döndüm Kâbe’ye.
Durdum Huzur-u İlahîyeye. Uydum bu İmama!.”
deyip
“ALLAHu EKBER!.”
Subhânekeyi okuyon.
Sanki Kâbe’nin önündeymiş gibi,
Cenâb-ı ALLAH seni görüyor. Evet görüyor!.
Ben de O’nu görüyormuş gibi edebnen durur iken bi de baktın ki İmam “ALLAHu EKBER!.” diyinceye kadar senin kafan Yıldız Tepe’de geziyor.
Ulan Şeytanın işi yok, ABDEStin bozuk senin adam akıllı ABDESt almamışsın!.
Bi yerinde senin anlayamadığın pislik var.
Kahveye gidersin sigara iç, başka sigara içen yanına gelse kokusunu almazsın.
Fakat sigara içmeyenin yanından giderken.
Eve gittiğin zaman.: “Efendi senin üstün sigara kokuyor!.”
Sigara içmeyen kokusunu alır.

Onun için aziz cemaat!
Kafan namazda bir yere takıyorsa muhakkak ABDEStinde bozukluk vardır.
Muhakkak bir yerinde vardır.
ABDESt almak öyle kolay iş değildir.
“Efendim AABDESt DUÂlarını okudum!.”
Yok Efendim ABDESt DUÂlarını oku, okuma.
“Euzu BillahîmineŞeytanirracim Bismillahîrrahmânirrahim.
Amentü billahi!”
de oku.
Ne okursan oku.
Fakat ABDESti adam akıllı al. Adam akıllı al.
Doldur elini, “şap! Şap!.”
Yooook yoooook!..
SU, Dünyâda CeNNet Taamı olarak yegâne tutulan ve içilen şeydir.
Avuc-u mübâreğine aldığın zaman alnından aşağıya dökeceksin SUyu.
Böyle “şap şap!” yok Efendim yok.
Ellerin güzel yıkanacak.

İkincisi SUyu da israf etmeyeceksin.
Kol gibi SU aksa şiyden israf etmeyeceksin.
Avucuna aldın alnına getireceksin böyle.
Efendim felân kitapta ABDESti böyle yazıyor.
Yazıyor, ama yazıyor, heee yazıyor!.
Onlar hep sûreten lakırtılardır.
Onun için aklın bir yere giderse ABDEStinde kabahat bul!
ABDESt almanda kabahat bul!
“Hakkıyla ABDESt alan mü’minden Şeytan uzaklaşır!.” diyor Cenâb-ı Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem.
Katiyyet ifâde eder bu hadis. Nazarîye değil.

Dinde bir hareketin iki tarafı vardır.
Birisi bâtınî tarafı birisi de zâhirî görünen tarafı.
Biri dar kafalılar içindir “şap şap şap!” yıkayanlar içindir.
Diğeri anlayanlar içindir.
ABDESti al!.
ABDEStte ilk önce yıkanmak elden başlar. Bu dışarısının.
İçinin yıkanışı nedir bunun elin içinin, “zâhirî - bâtınî” dedik değil mi iç-dış.
Bâtınî yıkanış.
Her söz keşifle ifşâ edilemez.
Her gerçek sözle açıklanamaz.
Öyle sırlar vardır ki bu sırları ifşâ etmek küfür olur.
Devletin Sırrını ifşâ etti mi “casus” diye insanı anayasa mucibince asarlar.

Kur'ÂN-ı Kerîmi’nde de İndinde de böyle sırlar vardır.
İfşâ etti mi küfüre girer insan.
“Suduru’l- ahvâl kuburu’l- esrâr.” buyurulmuştur
Hakiki sadırları tamamiyle hürriyyete kavuşmş, rızaya kavuşmuş insanlardan göğüslerinin içi esrâr sırrıdır.
“Esrâr Mezârıdır” derler.

Bir Hadis-i Peygamberi buyuruyor ki.: “Öyle ilim vardır ki gizlenmiş inci gibidir. Onu ancak ALLAH’ı bilen bilir.” diyor
“Kateratü’l- Lü’lü” şeklindedir.
ALLAH’a karşı mağrur ve şerrirler çoğaldıkça bu sırrları saklamak her müslümana vâcib olur.
Onun için bir edebsiz.: “Aman bunu yapma haramdır, aman şunu yapma bilmem cehenneme girersiniz!.”
Sus!. Karışmayın işe!
Biraz açıklayalım bu dediğimi ama fazla değil.
“Ama bunları biz ne zaman bileceğiz?.” derseniz.
Birbirimizle boğuşuyoruz zâten, daha namazı doğru dürüst kılamıyoruz birbirimizinen boğuşuyoruz.
Ben size ne yapabilirim. Kendinizi hazırlayın!.
bu lafları bir daha ne işitir, ne duyar, ne de bir yerde okuyabilirsiniz!.
“Ne zaman öğrenebilirim?”
Bilirsiniz insanın eli, vücudun İcrâ Memurudur.
Müddei-yi Umumî emreder.: “Felân yerde bir hırsız var!.” Tuttular. =>“Var götür hapisâneye sok!.”
Müddei-yi Umumî yapmaz, polis alır götürür onu deği mi?
İnsanın vücudunun İcrâ Memuru da =>ELidir.
Yani bütün arzulara, ALLAH sizi EL ile iş gördürür.
Mesele göz görmüş olduğu iyi veyâ fenâ işi yaptırmak için =>ELe emir verir.: “Şunu al şunun kafasına vur!.”
“Şunu al şu adamın elinden tut da karşıya geçir! Gözü görmüyor!.”
İşte EL, ne vakit İcrâ Memurluğunu iyi işlerin haricinde kullanmak, fenâ işlerinen bulunduğu vakit reddederse EL bâtınen yıkanmıştır.
Bâtınen yıkanmışsa ondan sonra git ABDEStini al!.

Namazı kıldıktan sonra niyyet yapılmaz.
Namaz ->Harekettir.
Niyet ->Bâtınîdir.
Namaz bittikten sonra.: “Aaaa ben kıldım Yâ RABBî ikindin namazının dört rekat farzını!.”
Olmadı.
Kalb ile ->tasdik, Dil ile ->ikrar.
Dil ile ->ikrar, Kalb ile ->tasdik arasında büyük fark var.
ELini her pislikten çek.
Cünüpken ABDESt alınmaz. İlk defa bir gusledeceksin.
Cünüpken namaz kılınmaz. Gusledeceksin ondan sonra kılacaksın.
“Ben namazı kılıyım da sonra gusledeyim!.”
Olmaz!
O halde oradaki gusül bâtınen yakınmaktır.
ELini her fenâlıktan çek!.
Kendi ELine baktığın zaman.: “Ulan benim elim temiz!.”
Öp başına koyabiliyor musun? Ondan sonra ABDESt al!
Gel.:“ALLAHu EKBER!.” de!
KÂBE’yi görmezsen, aklına bir şey gelirse, gel benim kafamı vur!.
“Efendim ben SUyunan iyi aldım!.”
Ulan SUyunan iyi aldın ama ELin pis!.
Onun için kendinize, Şeytana kabahat bulmayın.
Zâten böyle kabahat bula bula bula, milyonlarca insanla bu kahabatlarının altında Şeytan erirdi.
Şimdi Dünyâda Şeytan kalmazdı.
Bu kadar kabahata tahammül edemezdi.
Onun için bunlar kabahat değil.
Kendi kabahatini başkasına yüklüyor!.

Resim

Hâşâ.: Aslâ. Kat'iyyen. Öyle değil. ALLAH korusun...(mânâsına söylenir.)
Sümme.: Sonra, ba'dehu gibi mânalara gelen bir zarftır. Bazan istiâre olarak "vav" mânâsına da kullanılır. * Harf-i atıftır. Sonraki mânayı evvelkiyle bağlar veyâ tertib, mühlet iktizasını ifâde eder.
Nâil.: Muradına eren, nâil olan, ele geçiren. Erişmiş.
Hased.: Başkasının iyi hallerini veyâ zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veyâ zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak
Musallâ.: Namaz kılınan yer. * Câmi avlusunda cenâze namazı kılmaya âid yer.
Mevtâ.: Ölüler. Ölmüşler. Cenâzeler.
Nutfe.: Duru ve sâfi SU. * Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi. * Taşmış, dökülmüş SU. * Deniz.
BedDUÂ.: (BedDUÂ) f. Bir kimsenin kötülüğü için DUÂ. Kötü DUÂ.
İnd.: Arapçada zaman veyâ mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve Manevî Mekân. Maddî ve Manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir.
İnd-i İlahîde.: ALLAH Katında.
Ân-ı vâhid.: Bir ÂNda.
Def’.: Ortadan kaldırmak, Öteye itmek. * Mâni' olmak. Savmak. Savunmak. * Himâye etmek.
Mevzu’u bahis.: Kendisinden bahsedilen. Bahis konusu.
Hulusi.: Samîmi, candan. Hâlis ve içi temiz olan.
Hulusi Kalble.: Kalbden, gönülden, içten samîmiyet.
Müddei-yi Umumî.: Milletin Umum Haklarını korumak üzere muhakemede hazır bulunan vazifeli, hukuk tahsilini bitirmiş hükümet memuru. Adliye bakanlığına bağlı, icrâ kuvvetini birlik halinde temsil eylemek üzere teşekkül eden, adlî idare makamında bulunan şahıs. Savcı.
Kabahat.: Kusur, çirkin iş, tekdir edilmeğe müstehak hareket.
Tahammül.: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırma..


Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İlimler arasında sedef içinde saklı İNCİ gibi bir ilim vardır ki, onu ALLAH’ı bilen âlimlerden başkası bilemez. Onlar ondan bahsettiklerinde, Yüce ALLAH’a karşı gurur taşıyanlardan başkası onu inkâr etmez!.” buyurmuştur.
(Gülâbâdî, et-Taarruf, s. 105; Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, I, 356; Gazzâlî, İhyâ, I, 20; Mişkâtü’lenvâr, s. 3; Sühreverdî, Avârif, s. 248; İbn Arabî, el-Fütûhât, XIII, 60 (Osman Yahyâ neşri); el-Fütûhât, III, 202.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Temizlik =>İmânın yarısıdır.” buyurdu.
(Ebû Mâlik el-Eş’arî radıyallahu anh’den; Müslim, Tahâret 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 86.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şüphesiz ki Benim Ümmetim, Kıyamet Gününde, ABDESt izlerinden dolayı yüzleri NÛRLu, elleri ve ayakları parlak olarak çağırılacaktır. Yüzünün NÛRunu artırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın!.” buyurdu.
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Buhârî, Vudû‘ 3; Müslim, Tahâret 35.)

Ebû Hüreyre radıyallahu anhu.: “Ben Dostum Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i şöyle buyururken işittim.:
“Mü’minin NÛRu ve beyazlığı, ABDESt SUyunun ulaştığı yere kadar varır!.”
buyurdu.
(Müslim, Tahâret 40. Ayrıca bk. Nesâî, Tahâret 109)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim güzelce ABDESt alırsa, o kimsenin günahları tırnaklarının altına varıncaya kadar bütün vücudundan çıkar.” buyurdu.
(Osman İbni Affân radıyallahu anh’den; Müslim, Tahâret 33. Ayrıca benzer rivayetler için bk. Nesâî, Tahâret 84; İbni Mâce, Tahâret 6.)

Osman İbni Affân radıyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i benim şu ABDEStime benzer şekilde ABDESt alırken gördüm. Sonra da.: “Bir kimse bu şekilde ABDESt alırsa geçmiş günahları bağışlanır. Onun namazı ve mescide kadar yürümesi de fazladan kazanç sayılır.” buyurdu.
(Müslim, Tahâret 8. Benzerleri içi bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 50; Nesâî, Tahâret 84; İbni Mâce, Tahâret 6)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Müslüman –veyâ mü’min– bir kul ABDESt alır ve yüzünü yıkarsa, gözleri ile bakarak işlediği her günah ABDESt SUyu –veyâ SUyun son damlası– ile yüzünden çıkar. İki elini yıkadığında, elleriyle tutarak işlediği her günah ABDESt SUyu –veyâ SUyun son damlası– ile ellerinden çıkar. Ayaklarını yıkadığı zaman, ayaklarıyla yürüyerek işlediği her günah ABDESt SUyu –veyâ SUyun son damlası– ile ayaklarından çıkar. Neticede o mü’min kul günahlardan temizlenmiş olur.” buyurdu.
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Müslim, Tahâret 32. Ayrıca bk. Tirmizî, Tahâret 2.)

Ebû Hüreyre radıyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kabristana geldi ve.:
“Selâm size ey Mü’minler Diyârı! İnşâe ALLAH biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmemizi çok isterdim!.” dedi.
Ashâb-ı kirâm.: “Biz Senin Kardeşlerin değil miyiz, yâ Resûlallah?” dediler.
Resûl-i Ekrem.: “Sizler Benim Ashâbımsınız, Kardeşlerimiz henüz gelmemiş olanlardır.” buyurdu.
Bunun üzerine Ashâb.: “Ümmetinden henüz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın, Yâ Resûlullah?” dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ne dersiniz? Bir adamın alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, yağız ve doru at sürüsü içinde kendi atını tanımaz mı?” diye sordu.
Sahâbe.: “Evet, tanır, Yâ Resûlullah!” dediler.
Resûl-i Kibriyâ.: “İşte onlar da ABDEStten dolayı yüzleri n NÛRlu, el ve ayakları parlak olarak gelecekler. Ben havzın başına onlardan önce varacağım!” buyurdu.

(Müslim, Tahâret 39. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 36)

Ebû Hüreyre radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:
“Size, ALLAH’ın kendisiyle günahları yok edip, dereceleri yükselteceği hayırları haber vereyim mi?” buyurdu.
Ashâb.: “Evet, yâ Resûlallah!” dediler.
Resûl-i Ekrem.: “Güçlükler de olsa ABDESti güzelce almak, mescidlere doğru çok adım atmak, bir namazı kıldıktan sonra öteki namazı beklemek. İşte ribâtınız, işte bağlanmanız gereken budur!” buyurdu.

(Müslim, Tahâret 41. Ayrıca bk. Tirmizî, Tahâret 39; Nesâî, Tahâret 180; İbni Mâce, Tahâret 49, Cihâd 41)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ayaklarını güzelce yıkamayıp ökçelerinde biraz kuruluk kalmış olanlara.: “Vay ateşte yanacak ökçelerin haline!.” tehdidinde bulunmuştur.
(Ebû Mâlik el-Eş’arî radıyallahu anh’den; Buhârî, Vudû‘ 27, 29; Müslim, Tahâret 25-28; Ebû Dâvûd, Tahâret 46)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizden biriniz güzelce ABDESt alır –onu tastamam yapar– sonra da.: “Eşhedü en lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh.” derse, o kimseye CeNNetin sekiz kapısı açılır. O da dilediği kapıdan girer.” buyurdu.
(Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh’den; Müslim, Tahâret 17. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Tahâret 65; Tirmizî, Tahâret 55; İbni Mâce, Tahâret 60.)

Tirmizî’nin rivâyetinde şu ziyâde vardır: “ALLAHumme’c‘alnî mine’t-tevvâbîn ve’c-alnî mine’l-mütetahhirîn.: ALLAHım!. Beni tevbe edenlerden ve temizlenenlerden eyle!.” DUÂsını da okur.

Resim

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْرَبُواْ الصَّلاَةَ وَأَنتُمْ سُكَارَى حَتَّىَ تَعْلَمُواْ مَا تَقُولُونَ وَلاَ جُنُبًا إِلاَّ عَابِرِي سَبِيلٍ حَتَّىَ تَغْتَسِلُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مِّنكُم مِّن الْغَآئِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوًّا غَفُورًا
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ takrabû’s- salâte ve entum sukârâ hattâ ta’lemû mâ tekûlûne ve lâ cunuben illâ âbirî sebîlin hattâ tagtesilû. Ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum mine’l- gâiti ev lâmestumu’n- nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum. İnnallâhe kâne afuvven gafûrâ (gafûran).: Ey imân edenler! Sarhoş iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüb iken, yolcu olmanız hariç, GUSÜL ABDESTİ alıncaya kadar, namaza yaklaşmayın! Eğer hasta iseniz veyâ yolculukta iseniz veyâ sizden biriniz tuvaletten gelmişse veyâ kadınlara dokunmuş fakat SU bulamamışsanız, o takdirde temiz toprağa teyemmüm edin, sonra onu yüzlerinize ve ellerinize mesh edin (sürün). Muhakkak ki ALLAH, günahları affeden, mağfiret edendir.” (Nisâ 4/43)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kumtum ile’s- salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ile’l- merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâl ka’beyn (ka’beyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum mine’l- gâitı ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minh (minhu) mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirekum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ey imân edenler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinize ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın ve başlarınıza meshedin ve ayaklarınızı da topuklarınıza kadar yıkayın. Eğer cünüb iseniz o takdirde iyice yıkanıp temizlenin (Boy ABDESTi alın). Eğer hasta veyâ yolcu iseniz veyâ biriniz tuvaletten gelmişse veyâ kadınlara dokunmuş (temas etmiş) ise, eğer SU bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa teyemmüm edin. Ve de ondan yüzlerinize ve ellerinize mesh edin, (sürün). ALLAH size güçlük çıkarmak istemez, sizi temizlemek ve sizin üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Umulur ki böylece siz şükredersiniz.” (Mâide 5/6)

فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلَا تَقْهَرْ
وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ
“Fe emmel yetîme fe lâ takher. Ve emme’s- sâile fe lâ tenher.: Fakat bundan sonra yetimi kahretme (üzme). Ve amma sâili (bir şey isteyeni) bundan sonra azarlama!.” (Duhâ 93/9-10)



M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..

Resim

Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1190
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: MÜNİR DERMAN SOHBETLERi..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)
DEMİŞDİ Kİ.:

SOHBETLER.: V


Hâfız Efendi bir âyet-i kerime okudu..
Pazarları vaaz eylediğimde nakleylediğim mevzuları,
Hâfız Efendi Kur’ÂN-ı Kerim’den seçtiği veyahut kendisine ilham olunan âyeti okuduğu zaman, benim kafam dönüyor.
Döndüğü için, Kur’ÂN’dan güzel Kur’ÂN’dan büyük bir şey olmadığı için, o âyetlere hürmeten o âyetlerden yine bahsedeceğim.
O Âyet-i Kerimede Cenâb-ı RABBu’l-AZÎZ buyuruyor ki Azîz Cemaat!

Kur’ÂN-ı Kerimde ALLAH’ın kullara hitabı.:
“Yâ eyyühellezine âmenu!”
“Yâ eyyuhe’n- nâs!”


İki türlü Cenâb-ı ALLAH kullara hitap eder :
“Yâ eyyuhe’n- nâs.: Ey Yarattıklarım!.”
“Yâ eyyühellezine âmenu.: Ey BANA inananlar!
Sallallahu Aleyhi Vesellemle tebliğ ettiğime inanıp BANA secde edenler!.”
demektir.
Yâ eyyuhe’n- nâs!
Yâ eyyühellezine âmenu!.


İnananlar bir tarafa inanmayanlar da yine bir tarafa.
Bütün kâinat Nûr-u MuhaMMedi ile yaratılmıştır.
Nûr-u MuhaMMedi dediğimiz zaman Salllallahu Aleyhi Vessellemin Mübârek Cesedi hatırınıza gelmesin.
Cenâb-ı Lemyezel öyle takdir buyurmuş ve Nûr-u MuhaMMedi adında bir NÛR halk etmiştir.
Bu NÛRu bütün kâinata göndermiştir.
Nasıl ki bir merkezde elektrik dürbünü var bundan 16 bin, 100 bin wolt ceryan çıkıyor.
Bu ceryan yaratılan insan vücudunun tahammül hududuna yarayacak woltajda gönderilmek arzulandı.
Ve bu NÛR, bütün kâinattaki canlı, imanlı imansız, münkir, kâfir, zâlim, velî, zâlim münafık kim olursa olsun herkesin kalbine Nûr-u MuhaMMedi koydurdu.

Bu Nûr-u MuhaMMediyi harekete geçirip.: “Sende ALLAH’ın Nûr-u MuhaMMedisi var bunun kadrini bil! Kıymetini bil!.” diye Cenâb-ı ALLAH Resûllleri göndermiştir.
Resûllleri gönderdikten sonra Resûller bu woltajdaki cereyanı alabilmek için hususî şekilde yaratılmışlardır.
Hususî şekilde tebliğe gelmiştirler.
Hususî şekilde hazırlanmışlardır.
Biliyorsunuz ki Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimize Şatrü’l Sadr hâdisesi doğmuştur.
“Elem neşrah leke sadrek
Biz Onun sadrını yardık ve içini dışını tertemiz ettik.”

Bu voltajı alabilsin diye.
Bir küçük elektrik telinde biraz oksidasyon olsa yani oksitleşse orası paslansa ceryanı geçirmez. Elini vurur.
Onun için Resûlleri gönderdikten sonra Cenâb-ı ALLAH Resûllerinde dayanabileceği şiddette kendinden çıkan feyz ve Kur’ÂN’ın Kelâmları tahammül edemez diye Cebrâil vasıtasıyla göndermiştir.
Cebrâil alıyor Hazreti Resûlün kavlü, Hazine-i Kavlüne tahammül edeceği şiddette gelip boşaltıyor bunu.
Resûlullah Efendimizde o voltajı indiriyor bizim anlayabileceğimiz şekle sokuyor.
Çünkü Cenâb-ı Resûlullah Efendimiz buyurmuştur.
Kur’ÂN’ın 7 türlü mânâsı vardır.
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7.. Herkes tahammül edemez mânâsına.
Fahreddin-i Razî Tefsir-i Kebirinde der ki.: bir âyet… Bir âyetten bahsediyor. Şimdi oraya girmeyelim uzun olur.
“Bu âyetin dördüncü tarafından mânâsını söylersem benim kafamı vurursunuz!.” demiş.
Onun için herkes tahammül edemez.
Edemediği için Sallallahu Aleyhi Vesellem bize, bizim voltajımıza inecek derecede Kur’ÂNı ALLAH’ın Emirlerini indirmiş, bizim kabul edeceğimiz şekilde bize tebliğ etmiştir.

Onun için Kur’ÂN-ı Kerimde:
“Lev enzelnâ hâze’l- kur’âne alâ cebelin le reeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâhi, ve tilke’l- emsâlu nadribuhâ li’n- nâsi leallehum yetefekkerûn.:
Eğer BİZ bu elinizdeki bulunan Kur’ÂN’ı dağa indirseydik.
Dağ Kur’ÂN’ın şiddetinden haşyetinden param parça olurdu.”
diyor.
O halde insanın tahammülüne bakın!.

Bundan sonra biliyorsunuz Mûsâ Kelimullah, Tûr’a çıktığı zaman kendisine vahy olunacağı sıralarda Kur’ÂN-ı Kerimde.: Esteiuzubillah..
“Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu.”

Vaktaki, vakit geldi.
Mûsâ dağa gitti, konuşmak için, ALLAH’ınan.
"kâle rabbi erinî enzur ileyk..
“Yâ İlâhî! Bana kendini göster!.”
diyor Hazrati Mûsâ.
Hazreti Mûsâ celâlli bir peygamber bir Resûldu.
ALLAH şefaatine nâil eylesin!.
Ve mutamâdiyyen sual sorardı.
Kale cevap geliyor. kâle len terânî..
Beni göremezsin ya Mûsâ ve lâkin.
ve lakininzur ilel cebeli fe inistekârre mekânehu fe sevfe terânî..
Mâdem ki sen BENim Resûlumsün arzuladın BENi görmek.
“Karşıki Cebele bak Yâ Mûsâ!.” dedi.
“Bak oraya Cebele büyük bir dağa bak!.”

Mûsâ mübârek gözlerini çevirdi.
Mûsâ heybetli, iri yarı bir Resûlullahtı.
fe lemmâ tecellâ rabbuhu lil cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan..
Vaktaki Cenâb-ı ALLAH küçük bir NÛR Huzmesi ile Dağda tecellî ettiği zaman Dağ an-ı vahidde eriyiverdi.

Eridi mi Mûsâ da..
ve harra mûsâ saıkan..Hazreti Mûsâ da yere yığıldı. Yıldırım vurmuş gibi devrildi.
Âyet Kur’ÂN-ı Kerimde.
A’râf Sûresinde. Devrili verdi..
fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelul mu’minîn..
“Yâ İlâhî ben hata ettim. Benim kusuruma bakma. Ben SENi görmek istedim. Fakat ben SANA ilk inananlardanım!.”

Demek “af buyur!.” diyor.
Ondan sonraki âyette.:
Kâle yâ mûsâ innîstafeytuke alen nâsi bi risâlâtî ve bi kelâmî fe huz mâ âteytuke ve kun mineş şâkirîn.:
“Sen git. Sana risâleti verdik kelâmımızı ağzına koyduk.
Git bunları tebliğ et kâfidir. Ve bize şükret!.”


Onun için Kur’ÂN-ı Kerim de derin derin mânâlar vardır.
Bu mânâlara Kur’ÂN dilinde tefsir dilinde i’câz derler i’câz!.

Şimdi Hafız Efendinin okuduğu şeyde diyor ki.
“Yâ Eyyehüllezine âmenu."
Bana inananların sınıfına girenler!

Kadın olsun erkek olsun birbirlerine uhuvvedir, uhuvvet yakarlar. Arkadaştırlar. Kardeştirler bunlar.
Kardeşlikten merhamet huzura gelir.
Merhametli olan insan rızaya ALLAH’ın Rızasına namzed olur. İmtihanını kazanmış demektir.
Cenâbı Sallallahu Aleyhi Vesellemin bir hâdisi vardır.:
“Merhamet, on dörtte bir peygamberliktir.” buyrulmuştur.
Ama merahmet zannettiğiniz.: “Fâkire acıdım, cebimden çıkarıyım 10 kuruş vereyim!.” yahut şu bu!.
Hayır hayır hayıııır!..
Merhamet taştan tutun da, çiçekten tutun da, bütün hayvanata kadar şey eder.
“Efendim, bir de var ki.: “Küllün muzirun nuktelun.”
Cenâb-ı Peygamber buyurmuş.: “Muzırları öldürün!
Katelede nüktelun.”

Evet insanlar isyana gitmesin diye bu hâdisi buyurmuştur Cenâb-ı Peygamber.
Bir şey yapıyorsun sinek gelip konuyor sana.
Yine geliyor muzır konuyor sana. Muzır. Sana göre muzır o.
Sen orada ALLAH’ın Sabır Hasletine gir sinek sana konmaz!
Ondörtte bir Peygamberlik olan Merhamet Kisvesine girdiğiniz zaman sinek senden benden kâfirden, münafıktan daha iyi bilir ALLAH’ın Eline konmaz o!.
“Pancar ektiriyoruz tarlaya!.”
Yüzbin lira alacağız Efendim köstebek yiyor. Köstebekleri vur!.
Ne yesin o hayvan. ALLAH onu yer altında yaratmış.
Sana da parayı vermiş. Pancarı ekeceksin.
Bütün tarlanı mı yedi yesin bir ton ne olacak.
Sen ona bol bol yemeğe bırakırsan der kendi kendine ki.:
“Yâ İlâhî bu ne biçim kulun SENin. Beni öldürmedi. Ben bunun yedim şeyini, yine sesini çıkarmadı. Yemeyeceğim Yâ İlâhî!" der.
Hayvanlar ALLAH’a itiraz edebilirler, biz edemeyiz.
Cenâb-ı ALLAH başka taraftan rızkını verir.
Sabırda hazineler gizlidir.
Cenâb-ı ALLAH’a hücum etmemeleri için, insan dinden çıkmamaları için.: “küllün muzırun nuktelun” buyurmuştur. Cenâbı ALLAH..

“Efendim aslan geliyor!.”
Sen aslana hiç kıymet verme, aslan sana bişey yapmaz.
Sokaktan giderken tecrübesi bedâva. Git!
Kendine fenâlık gelmeyecek ne kedi, ne köpek ne güvercin ne tavuk kaçar.
Fakat içinde edebsizlik olandan, uzaktan kaçar.
Bunlar kargalara benzerler. Leş kargalarına.
Şehir haricinde birleşir üzerine konarlar.
Uzaktan bir otomobil, bir araba bir insan göründü mü leş kargaları hemen kaçar.
Onun için merhamet kisvesine giren insandan korkma. Hiç korkma!.
Buna ne çıyan, ne yılan, ne yırtıcı hayvan hiç kimse bişey yapamaz..

Sallallahu Aleyhi Vessellem Mekke’de iken bir gün Sahabe-i Kiramla Kâbe’ye teşrif ediyormuşlar.
Kâbe’ye giderken önüne bir köpek ölüsü çıkmış.
Köpek Sıcaktan şişmiş böyle dişleri böyle, fenâ kokuyor.
Hazreti Ebu Bekir Râdiyallahu anh. Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vessellemin önüne gelmiş.: “Ya Resûlullah şu taraftan teşrif edin demiş, koku var burda!.”
O ALLAH’ın Rahîmi. Âlemlere Rahmet olan insana UYduğu zaman ne kokuyu DUYar.
Ne ateşi duyar. Ne acıyı duyar. Merhametli olduğu için..
Mübârek koku duymuyor burnuna oğlum.
Giderek yanına asâsını uzatarak.: “Ya Osman, bak ne güzel dişleri var!.” demiş.
O koku içinde bile Cenâb-ı ALLAH’ın el Bedi’u Esmâsının güzelliğini gösteriyor.
O mübârek başlarını çevirmiş bir tarafa onun iki âlemi gören mübârek gözleri bizde yok. Amma var!.
“Nasıl var Efendim?”
Burda bir nokta koyalım..

“Beni rüyâda gören muhakkak beni görmüştür şeytan bana temessül edemez.” buyuruyor Cenâb-ı Peygamber.
Cenâb-ı Peygamberi rüyâsında görebilecek kadar bu secdede başını çürütmüş, ResûluLLAH’a salâvât-ı şerife getirmiş.
O’nun Rızasını almış insan, insan da aynen böyledir.
Şeytan yanaşamaz ona.
Hakiki mü’mine şeytan nedir ki canım.
Şu demektir, kim söylüyor bunları.
Hazreti Peygamber.. Beni rüyâda görebilecek kadar Secde-yi Rahmâna kapanmış.
Benim Ravzamı salâvât-ı şerife ile yıkamış.
Benim Rızamı almış insan ve beni rüyâsında gören adam benim gibidir. Sahabe olur o ona katiyyen şeytan yanaşamaz.

O mübârek gözlerini çevirmiş, demiş ki.:
“Kedisini, kedisini açlıktan, susuzluktan öldüren, susuzluktan öldüren kırk sene başını yerden kaldırmayan sâliha bir kadının Cehennem azâbını gördüm."
Başını mübârek vech-i mübâreklerini sağ tarafa çevirmiş, onun gözleri başka gözler inşaALLAHu RahmÂN âhirette o mübârek gözleri göreceğiz.
Bu Dünyâyada da nâsib olur! İnşALLAHu RahmÂN.
İnsanlar hiç belli olmaz.
Döndermiş mübârek gözlerini demiş ki.:
“Yaralı bir köpeğe, yaralı ve çamur yalayan bir köpeğe eliynen su içiren bir fâhişeyi CeNNet-i Âlâ’da görüyorum!.” demiş.
Ve gelmiş.: “Merhamet on dörtte bir peygamberliktir.” demiş.
Onun için âyet-i kerimedeki “merhamet”i deyip de cebinden 30 kuruşu çıkarıp vermeye bakma!. O merhamet değil oğlum!.
O merhamet değil!.
Merhametli olan insana cehenneme girdiği zaman cehennem ateşini bile söndürür!.

Büyük Velîlerden Abdulkâdir Geylanî Hazretleri çok Rahîm bir insandı. Bir gün vaaz ederken demiş ki.
“Lev şefaetü ceddi MuhaMMedün letefeyta bi nâri cehennemi tebdeci.” demiş.
“Eğer benim Ceddim MuhaMMed’in Şefaati olmasa ben bir tükürüknen cehennemi söndürürüm!.” demiş.
Siz “mü’min” deyip de geçmeyin Efendiler.
Secdeye Hulus-i kalb ile içinizi boşatarak bırakın!.

Onun için ALLAH’a tam kul olabilmek zor.
Tam kul olana ALLAH celle celâlihu zulmetmez. Erhame’r- Rahîmindir.
İnsana kendisinden başka hiç kimse de fenâlık edemez.
Onun için insanlar kendi kendilerine fenâlık ederler.
Ni’met insanlara sevdikleri için verilmemiştir.
Âhirette ni’metlere gark edecek Cenâb-ı ALLAH iyi kullarını.
Bu kullar bunları temin eder, bazılarının ağızları sulanır.
Hayır sevdiklerinden değil, HAKk’a uydukları için kendilerine ikram olarak verilmiştir. Ters anlamayın!.

O halde Azîz Cemaat öğrendiklerine uyan.
Öğrendiklerine uyan işi yaparsan, tuttuğun zaman kendi işlerini konuşmağa başlarsın.
Onun için dâimâ konuşmadan, söz söylemeden evvel söyleyeceklerini tart, ölç, sözü ondan sonra konuş!
Belki bir Dostu üzersin belki bir ALLAH Adamının kalbini kırarsın.
O anda o Adam kendinde olmaz. Sâhibi işe karışır ve berbat olursun!.

Abdulhamid Zamanı’nda İstanbul’daki Aksaray’da bir EyvALLAH Dede denilen bir adamcağız varımış.
Abdulhamid Dönemi 1326-27 senelerinde Meşrutiyet ilânı sıralarında.
Orada da Etem Pertev Bey’in eczânesi var.
Aksaray’da Vâlide Câmi yanında.
Onun karşısında Muhsin Efendi İsminde bir manifaturacı tüccâr var.
Bir yaz günü Aksaray Meydanı’na başında böyle bir tepside dut getirmişler, dut mevsimi satılıyor, herkes dut alıyor.
Bu EyvALLAH Dede denilenin bir keşkülü var ….
Uzun boylu sakallı, “ALLAH Adamı” kendisi. Hiç kimseynen konuşmaz.
Gelmiş. Dutçu hemen avuçlarını doldurduğu gibi Dedenin o yarım kavuk şekildeki keşkül derler doldurmuş ona.
“EyvALLAH!.” demiş.
O Muhsin Efendi bu Adama kızarmış.
Şöyle bir vuruvermiş.: “Ne arıyorsun burada?” demiş.
Keşküldeki dutlar dökülmüş ve keşkülün demiri bizim Dede’nin burasını yırtmış..
“EyvALLAH!.” demiş gitmiş.
Ertesi günü Muhsin Efendi dükkanına geliyor.
Gece bir rüyâ görmüş.
Bu EyvALLAH Dede bir ok atmış.
Muhsin Efendi’nin “taak!. ->kalbine rüyâda.
İkinci bir ok “taak!. ->kalbine.
Üçüncü ok ->kafasının yanından geçmiş.
Sabahtan gelmiş.: “Aman ne olacak?”
Vâlide Câminin İmamına sormuş.
“Gel Efendim Müftüye gidelim!.”
Falan bilmem ne derken Müftüye gitmişler.
Müftü.: “Git bu Baba’nın gönlünü al oğul! Bu rüyâ iyi rüyâya benzemiyor!.”
Bunları düşünürken öğleye doğru, evden bir haber.: “Aman Efendim Doktoru alın gelin Abiyim hasta!.”
O zaman Akil Muhtar Bey ALLAH rahmet eylesin!
Bizim Hocamızdı tıpta, o İsviçre’den yeni mezun olmuş gelmiş.
Bir faytona koyuyorlar götürüyorlar onu Aksaray’daki şeye.
Gidiyor ki büyük oğlu hiç daha bişey yokken yok.. “hop pat!.” diye ölüyor..
İkinci günü ikinci oğlu “Güm!.” diyor gidiyor.
Müftü, bilmem bazı meşihattan adamlar, EyvALLAH Dede’ye gidiyorlar.: “Aman!.” diyorlar.
“Biz bir hata işledik yapma gitme!.” diyorlar.
Diyor ki.: “Muhsin Efendi benim elimde bişey yok!. Ben ALLAH’ın basit bir kuluyum. Siz onu ittiğiniz zaman, burama keşkül vurduğu zaman, ben kendimde değildim!.” diyor.
Kendinde olmadığı zaman Sâhib-i Hakiki karışır.
İnsandaki Nûr-u MuhaMMedi’nin Sâhibi karışır tepeler insanı..

Hasankale’de İbrahîm HAKkı Hazretleri vardır.
Meşhur Marifetnâmesi vardır.
Bu, yedi yaşında iken Fâkirullah Hazretleri’nin yanına gidermiş ki onu terbiye etsin yetiştirsin diye.
Bir gün böyle Fâkirullah Hazretleri otururken kendi sohbeti icâbı üçyüz dörtyüz kişi etrafında.. HAKkı da oturuyor yanında.
HAKkı’ya demiş ki.: “Oğlum al şu testiyi de karşı ki pınardan doldur getir!.” demiş. HAKkı kalkmış pınara gitmiş.
Biraz sonra ağlayarak gelmiş..
“Ne oldu HAKkı oğlum!.” demiş Fakirullah Hazretleri.
Demiş.: “Amca, Pınara gittim bir Sipahi geldi atını suluyordu. Bende testiyi dolduruyordum. Beni itti düştüm. Şeyy kırıldı testti!.” demiş.
“Oğlum hemen koş koş çabuk!.” demiş.
“O Sipahiye bir fenâ lakırtı söyle de gel!.” demiş.
İbrahîm HAKkı yedi yaşında koşmuş.
Bakmış Sipahiye, ama fenâ lakırtı bilmiyor ki yine ağlaya ağlaya yerine gelmiş.
“Söyledin mi oğlum?”
“Söylemedim!.” demiş.
“Yav koş demiş koş oğlum hâdi!.”
Gitmiş biraz sonra bu sefer daha çok bağıra bağıra ağlayarak gelmiş.
“Ne oldu HAKkı?” demiş.
“Amca demiş. At ürktü. Sipahinin kafasına bir tekme vurdu kafası darmadağın Sipahi orda yatıyor!.” demiş.
“Vah evlâdım vaaah!. Bir testiye bir adamı göçerttik!.” demiş.
Yanındaki o Büyük İnsanlar, bi şey anlayamamışlar bundan ne oldu diye.

Bir kimse, bir hayvana veyahut bir insana.
Çok dikkat edin azîz cemaat.
Bir kimse, bir hayvana ve bir insana veya bir insana zülmederse nâ-hak yere bu Adam da ona bir cevap vermezse, dövdü, vurdu, sövdü hepisini sesini çıkarmadı.
Ama haklı değil Adam haa, haksız olacak.
Edebsizliği yap. Alsınlar falakaya seni.
Sesini çıkarma ki Cenâb-ı ALLAH karışır. Yağma yok öyleee!.
Nâ-hak yere bir hayvan veya bir zâlim.
Fakat hayvana nâ-hakkı yok. İnsan nâ-hak yere.
Hayvan gider biryerini karıştırırsın bir tekme vurur.
Hâdi atı idâm edelim!. Yoo öyle iş yok!.
Bir hayvana veya bir insana, insan nâ-hak yere zulmederse o Adam da sesini çıkarmaz.: “Ne yapıyorsun!.” demezse Sâhib-i Hakikisi karışır ve derhal tepeletir.
Onun için merhamet bunların hepisinin zırhıdır zırhı.

O halde Azîz Cemaat, kadrini bilen yani içindeki Nûr-u MuhaMMedi’nin kadrini bilen, Sözlerin kadrini bilen, Müslümanlığın kadrini bilen.
Haddini aşmayan, Diline Sâhib olan,
Ömrünü boşa sarf etmeyen kimseye ALLAH rahmet eylesin!

“ALLAH rahmet eylesin!.” birisi dedi mi, hakikaten o insana o rahmet lâyıksa o Adam cehennemdeyse bile “pırrr!.” diye uçu verir. Benim sözlerim değil!..
Resûlullah söylüyor.
İnsanın Meleküt Âlemine geçmesi için İslâmda iki defa doğması lâzımdır.
İki defa.
“Nasıl doğar adam iki defa Efendim?.”
Kuşlar iki defa doğarlar. Dikkat ederseniz.
Yumurtadan ve ondan sonra.
İki defa doğan da kanatlı olur.
Gökte uçarlar. Değil mi?.
Kuş iki defa doğar.
Yumurta, yumurtadan sonra kuluçka. İki defa.
İki defa doğan insanda göklerde dolaşır. Kuşlara bakar.
Sizde iki defa doğmağa çalışın.
“Efendim iki defa nasıl doğulur?”
Doğmuşsun da senin haberin yoktur.
Anlattığım zaman anlarsın!.

İslam da mü’minin, bir dış tarafı vardır, bir iç tarafı vardır.
Dış tarafınız insanı koruyan Şeriattır bilirsiniz..
İç tarafın imâmı kalbdir, “KaLB.”.
Nasıl ki namazda cemaata uyuyoruz. Tâdil-i erkan ile kılıyoruz.
İmam Efendi mes’ûl.
Biz de ondan evvel ne ruku’ya gidiyoruz.
Ondan evvel bilmem ne yapmıyoruz. Yapmadığımız gibi.
Kendi içimizin İmamı da “KaLB.” dir.
“Nasıl Efendim bu?”
Kalbdir, sen etsen de etmesen de dâimâ ALLAH’ı zikirle meşguldür..

Tesbih çekiyorsun. “Elhamdulillah! Elhamdulillah!.”
Yoooo. Kalbin nasıl bi dinle bak. “Tak!. tak!. tak!.”
“Elhamdulillah!. Elhamdulillah!.”
Kalbinin İmametine uyuyorsun.
Nûr-u MuhaMMedi burda, edebsizlik edip de onun önüne geçme!.
Secdeye gittin.: “Subhâne Rabbiye’l- Alâ!. Subhâne Rabbiy e’l- Alâ!."
Kalbinin zikirinden evvel geçme!
Kalbinin İmamına uymamamış olursun. Namazın beyhude olur.
“Ellezîne hum an salâtihim sâhûn.” Âyet-i kerime bu.
Bunlar boş lakırtı değil cemaat. Boş lakırtı değil.
Ayda bir defa kıl böyle kıl! Her gün kılacağına.
“Ama ben her gün böyle kılacağım!.”
Çok şükür. Hâdi öyle kıl.
Böyle giyim tarzına 40 gün namazına, niyazına dikkat eden insana bişeyler görünmeye başlar.
Amma bizim hiç bişeyimiz bi şey gördüğümüz yok.
Bunları ben uydurup söylemiyorum.
Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz buyuruyor.
Onun için Cenâb-ı ALLAH bir Hâdis-i Kudsî de diyor ki.:
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” benim kalemdir.” diyor.
“Kalemin ismi “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”dır. Bu kaleye girenler azâbımdan tamamıyle kurtulurlar.” diyor.

Onun için "Lâ İLâhe İLLâ ALLAH”ın da iki kefesi vardır haaaa.
Bunu size hiç kimse söylememiştir.
Kur’ÂN-ı Kerimde “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” iki âyette geçmiştir.
Koskoca Kur’ÂN-ı Kerimde 6666 âyetin içinde iki sûrede “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” geçmiştir.

Birisi Saffat Sûresi.
"İnnehüm kanu iza kiyle lehüm la İlâhe illellahü yestekbirun.: Onlara “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” söylendiği zaman kibirlenirler" diyor.
Ne demek bu?.
Hepimiz müslümanız, dışarı çıktık.
Birisini gördük :
Vaaz Efendi bir şeyler söyledi, bunun sonu berbat, benim için iyi alış-verişti..
Bu Saffat Sûresinde geçen “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” insanın zâhiri için “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”tır.
Onun için İslâmiyette kalb ile tasdik, dil ile ikrar değil midir dikkat ederseniz.
Dil ile ikrar, kalb ile tasdik.
İlk defa lakırtı söyleyeceksin, sonra kalb ile tasdik edeceksin. Demektir.
Kalb ile tasdik dil ile ikrar mıdır?
hayıır.
Dil ile ikrar, kalb ile tasdik.
Evvelden biri evvel biri sonra.
Es semiü'l- Basîr. dir
El Basîrü'l- Semi' değil!
Çünkü kulağın gözden kıymeti daha yüksektir.
"Bir söyle iki dinle" lakırtısı.
Onun için buradaki “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” ->DıŞ içindir ->İmana girebilmek içindir.
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”.
ALLAHın Kalesi imiş girdik işte.
Peki hemen dibe mi dalacağız dur bakalım.
Çok ağır olmak lâzım ki dibe dalasın.
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” sonunda biliyorsunuz Resûlullah vardır.
Namaz var, oruç var, zekât var, hac var, doğruluk var, yalancılık yok, bilmem ne yok, yok oğlu yok!.
Bunlar bu “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”ın hepisi peşine takılmıştır.
Bunları bitir! Temizlen!.

Ondan sonra ikinci “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”a geçersin!
O da Kur’ÂN-ı Kerim de Resûlullah’ın Mübârek İsmini taşıyan bir Sûre vardır.
Orda.: “Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu” vardır.
“Bil ki ALLAH’tan başka ALLAH yoktur!”
diyor.
O da insanın Bâtınî Lâ İLâhe İLLâ ALLAHı’dır.
Birinci “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”ı hazırlayıp da ikinci “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” dedi mi insan Velîyullah olur.
Onun için daha biz birinci “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”.
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” de burada.
Sonra kapıdan dışarı çık köpeğe taş at!.
“Ne oldu?”
Yalan söyledin.
“Öteki felanca şunu söyledi!”
Öyle “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” mı olur, olmaaaz!
Az söyle daha iyi!.

Ara sıra gider resmi geçit yaparsın.
Saygı duruşu yaparsın karşısında, bitti gitti!
Yok öyle iş.
Onun için ilk defa dış taraflarınızı düzeltin.: “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”
İÇ’in Lâ İLâhe İLLâ ALLAH’ına geçti mi “Fa'lem ennehu!”
Onun için Eski Büyük Velîlerde bir takım “Haylar”, şunlar, “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”lar, mertebe, mertebe en son Raziye Mertebesi ki ordan sonra Ahâdîyyete girer. Sâfîyyete de orada.. “Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu!.” dedi mi.
O zaman sen ortada yoksun..

Onun için Azîz Cemaat;
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”ı bilmek lâzım.
Söylüyoruz “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”ı...
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”ın Birisi =>Saffat Sûresi’nde Zâhirî olan “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” =>Gündüz için.
Öteki Resûlullah’ın İsmini taşıyan Sûredeki.
Ondaki “Fa’lem ennehu Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” =>Gece için.
Gece söylenir o.
“Efendim ben bu gece uyumayım söyleyim!.”
Öyle olmaz otur. Gece uykusuz kalsan da olmaz.
Alıştıracaksın kendini. Kendini alıştıracaksın!.
Midesi çok dolu olanlar. Fazla uykulu olanlar,
=>Birinci “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” ta kalsınlar.
Ötekisini örseleme. Örseleme, ötekini de elinden kaçırırsın sonra.
Bir koltuğa iki karpuz sığmaz gibi.
Onun için Yûnus Emre biliyorsunuz, o ne demiş çok güzel bir sözü vardır.:

Cümleler doğrudur sen doğru isen.
Doğruluk bulunmaz sen eğri isen!.


Onun için, kendini doğrult! Bööööyle doğrult!
Cilâla kendini hiç İÇine yalan, fitne, münafıklık koyma!
Ondan sonra =>“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”.
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” CeNNetin Anahtarıdır.
Yani kurtuluş anahtarıdır.
Kul “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” dese CeNNette..
Hâdis.: “Kim.: “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH” der muhakkak CeNNete girecektir!.”
Amma azâbını gördükten sonra.
Ama böyle ağızınan.: “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” de, deftere yaz, kitaba yaz, sülüs yaz.
Bilmem Efendim dersini...
Yok öyle “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH” değil. İnançla söyleyeceksin.
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!.: İlâh yoktur. Ancak varsa ALLAH İsminde İlâhtır”
“Fa’lem ennehu Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”. dersen
“Ben yokum hiçbir kimse yoktur. ALLAH vardır.”
O mertebeye geldi mi insan..

Bir gün Abdulkâdir-i Geylanî Hazretlerinin önüne birisi gelmiş demiş ki.:
“Yâ ALLAH’ın Velîsi, Yâ Gavs. “Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu!.” ne demekdir?.” demiş.
Yâni ikinci “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”.
“Sen bunu Basra ya git. Benim orda bir kardeşim var. Seyidi Ahmedi Rufâî ona sor!.” demiş.
Gitmiş. Demiş ki.: “Abdulkâdir Geylanînin selâmı var!”
“Aleyküme selâm!.” demiş.
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH” ne demektir?” demiş. Ahmedi Rufâî’ye..
Bunlar saçma değil.
Rüyâda görmüş, uydurulmuş Cingöz Recai Hikayeleri de değil. Nasreddin Hoca hikayeleri de değil.
İslam hakiki İslâmın kafasına, kalbine girecek hakiki şeylerdir. Öyle gözünün önünde olan işlere inanmak gâyet kolay .
“Mü’minine bi’l- gayb.: Bu gaybe inananların kitabıdır.”
Sıkı ister insana gaybe inanmak için.
Onun için inanılmayan kelimeleri zincirleyip ben size söylüyorum aklınıza giriyor.
Başkası.: “Efendim böyle iş mi olur?.”
Öyle buz gibi olur kiii, bunlar, bu Dünyâda buna inanlar kurtulmuştur.
Yarın bu toz duman kalkıp Huzur-u İlâhîye ye vardığımız zaman kimin atlı kimin yayan olduğu ortaya çıkacaktır.
“Mü’minine bi’l- gayb.: Bu gaybe inananların kitabıdır.”
Gaybe inanmak!. Her babayiğid inanamaz ona.
“Efendim göster bana!.”
Sana ne göstereyim gözün sineği görmez.
İÇini temizle, aç kalbini gel, seni AÇıyım bir civatanı ameliyat yapayım. Da burdan ister Amerika’yı gör.
Var insanda o âletler var.
Hepisini ALLAH insanın vücudunda yaratmış onu kullanmasını bilmek lâzım..

Hazreti Ahmedi Rufâî yere bir şey çizmiş bir dâire.
“Sen oğlum! “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”ı mu soruyorsun?" demiş.
Dâire Ortasına girmiş “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH” dediği zaman kayboluvermiş. Duman halinde..
Adam korkmuş.
O sırada Abdulkâdiri Geylanî’nin RÛHânîyyeti gelmiş.
“Oğlum ordaki ibrikteki Gül Suyunu dök oraya?.” demiş. Dökmüşler hemen Hazreti Rufâî tekrar duman haline gelmiş.: "Lâ İLâhe İLLâ ALLAH” budur!.” demiş..

“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!.”
Çıktık açık alınla gibi lakırtı.. Yok öyle değil oğlum.
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH Benim Kalemdir.”
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!. Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!. Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!.” kalbine vuracaksın.
Yerden göğe kadar, gökten yere kadar.: “ALLAH yoktur!. BİR TEK ALLAH Benim Kalbimdedir..”
Habli’l- verid.. “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” =>Kalbimde.
Öyle bir an buna çalıştığın zaman bakarsın ki kalb ALLAH ALLAH der.
Yanına sinek değil mikrop bile yanaşamaz.

Onun için "Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” deyip de geçmemek lâzımdır.
O halde bir Zâhirî =>“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”
bir de Bâtınî olarak =>“Fa’lemenne hu Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”
Kur'ÂN-ı Kerîm’de bunlar iki yerde geçmiştir.

Onun için Azîz Cemaat,
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”ı kuru bir kelime olarak kabul etme!
“Efendim ne olurmuş ben gece otursam gece uykum kaçsa da alsam tesbihimi “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!”! “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!” ne olur bundan?” demek.
Akla vurduğun zaman bunu, bir şey olmaz.
Efendi onu milyonlarca insan söylemiş.
Milyonlarca Velîyullah söylemiş.
Milyonlarca kitaba girmiş!.

“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!.” yav,
“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!.” ya ne zannettin.
Ama onu söyleyebilecek vaziyete gelmek lâzımdır.
ALLAH cümlemizi hakikı =>"Lâ İLâhe İLLâ ALLAH!.” diyen zümreye idhal eyleye!.
Onun için bu zümreye idhal olundu mu insan, CeNNete girdi.. “Efendim söyleyemezmiş!.”
Yooook!. Cenâb-ı ALLAH öyle bir nâsib eder mü’mine ki, içinde fitne yoksa!.
İçinde fitne varsa iş değişir!.

Onun için, içinizi fırçayla, vim tozuyla yıkayın Azîz Cemaat, yıkayın!.
Çünkü âhir zamandayız biz.
Âhir zamanda şöyle üstün körü içini temizleyen kurtulur.
Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz zamanında; O’nun mübârek yüzünü görmüşler, O’nun sohbetinde bulunmuşlar.
O zaman İslamlık çok zordu. Çok zordu.
Şimdi İslamlık gâyet kolay. Fakat içini temizleyene kolay iş.
Beş vakit namaza devam, yalan söyleme, doğruluktan ayrılma, Yalandan şakadan bile olsun yalan söylemeyin.
Gâyet merhametli olunuz.
Sokakta giderken bile bir karıncayı bile incitmeyin.

İslamiyyette Rıza-yı İlâhî “Baha ile değil bahâne ile kazanılır.” Fahreddini Razî’nin Tefsir-i Kebir’inin 3. cildinde yazar.
“Ben bu tefsiri bitireceğim sırada kendimi rüyâda CeNNette gördüm, CeNNette.” diyor.
“Beni buraya niçin soktular?.
Bu kadar tefsir yazdım, bu kadar vaaz ettim, bu kadar talebe yetiştirdim!”

“Yoo yooo yoooo yooo Fahreddin!.” demişler.
“Bunlar, sen bir gün kamış kalemi mürekebe batırıp da yazacağın sırada odanda kamış kalemin üzerine bir sinek kondu, sinek.
İçinden şöyle geçti.: “Bu oda kapalı. Bu hayvancağız herhalde susamıştır. İçsin şu mürekkebin suyunu bu da ALLAH’ın mahlukudur!” diye içinden geçti!.”
demiş.
Sineğin ne olacak bir damlacık bile su içmez, içemez.
İçmiş suyunu sinek.
ALLAH’ın hoşuna gitti.
Çünkü Cenâb-ı ALLAH’ın merhameti nâ-mütnahidir.
Onunla merhamette yarışa gireceksin oğlum!. Merhamette yarış edeceksin.
“BEN, RahmÂNürRahîmim! Sen karıncayı bile şey etmiyorsun.
Sen kulsun benimle nasıl yarışa girersin!.”
der.
Bir tekme atar bir makama şey edersin.
Orada da sabıra girersin..
ALLAH’nan yarışa çıkacaksın. Yarışa.
Elhamdulillahi Rabbül âlemin..

Onun için Azîz Cemaat.
Merhamet Hislerinizi dâimâ bileyin kızmayın, hiddet göstermeyin, kader karşısında başınıza bir felâket geldiği zaman kadere tekme vurmayınız.
Cenâb-ı ALLAH’ın Emriyle olmuştur olan, sabır edin.
ALLAH’ın şeyinde acele yoktur.
Kulluğa gireceksiniz. Bir kulunu unutur mu?.
Bir gün bakarsın Cenâb-ı ALLAH va’dından katiyen rücu’’ etmez. Ve zülum etmez kuluna!.
Hele secdeye kapandığı zaman.
“Nasıl nasıl olur? Efendim şey imkanı yok!.”
Ne şeytan, ne münâfik, ne yer haşeresi, ne yılan ne yırtıcı hayvan, secdeye hakiki başını koyup içini temizleyen insana yanaşmaz.
Melekler bile onun evini ziyârete gelir.

Onun için Ramazan yanaştı.
İçimizi temizleyelim,
Dışımızı temizleyelim,
Hiddetlerimizi reddedelim.
Dargınlıklarımızı kaldıralım.
Merhametli olalım!.
Ve bir de geceleri de =>“Lâ İLâhe İLLâ ALLAH! Estağfirullah!.” bunlara da devam edin.
Ramazana hazırlık olsun.
Belki varız, belki yokuz!..

Onun için Azîz Cemaat,
Bu dediklerimizi yaparsanız yarın âhirete kollarınızı sallaya sallaya, herkes kendi geninde haşrolacaktır. Hepimiz birden biz de Tabur gibi gül kokarak doğrudan doğruya Hazreti Resûlün yanından geçip Huzur-u İlâhîye ye gideceğiz. İnşeALLAHu RahmÂN!.
Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vesellemin Şefaat-ı Uzmasıyla Cenâb-ı ALLAH da bize sual sormayacaktır.
Amma dediğim yoldan giderseniz,
Secdeden başımızı kaldırmayınız,
Yalan söylemeyiniz,
Birbirlerinize karşı gâyet büyüklere hürmet, küçüklere şefkat, ağaçlardan karıncalara varıncaya kadar Merhamet Hislerinizi kamçılayın, dizgin halinde merhamet külçesi olun.
Onun için Sallallahi Aleyhi Vessellem merhamet halinde ba’as olduğunduğu için “Rahmatenli’l- âlemin” olmuştur.
Cümlemizi Peygamberimizin şefaatından ALLAH mahrum eylemeye!.
Son nefesimizde onun Mübârek İsmiyle ki buyurun.: “Lâ İLâhe İLLâ ALLAH! MuhaMMedu’r- Resûlullah!” ile çene kapamak nâsib etsin!.
Bu kelimeyle birlikte huzuru İlâhîyeye varalım.
Lillahi’l- Fatiha..


El Bedîü celle celâlihu.:
Resim

Resim

Lemyezel.: Zâil olmaz, bâki, zevâl bulmaz. Daimî olan.
Kavl.: Anlaşma. Sözleşme. * Konuşulan söz. Söz cümlesi. * İtikad, delâlet. * Tarif. * İlham.
Feyz.: (c.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su
Huzme.: Demet. Deste. Bir kucak şey. * Fiz: Bir ışık kaynağından çıkan sütun halindeki şua.
Tecellî.: Görünme. Bilinme. * Kader. * ALLAH celle celâlihu'ın Lütfuna uğrama. * İlâhi Kudretin meydana çıkması, görünmesi. HAKk NÛRu’nun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi
An-ı vâhid.:Bir anda.
Uhuvve.: Kardeşlik. Din kardeşliği. Samîmi dostluk.
Haslet.: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
Vech.: (Vecih) Yüz, çehre, surat. * Tarz, üslub. * Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe.
Sipahi.: Ask: Osmanlı askerlik teşkilâtında "Timar" namiyle öşür ve rüsumunu aldıkları araziye mukabil, harp zamanlarında kendi hayvanları ve kanunen götürmeğe mecbur oldukları silâhlı askerlerle birlikte sefere iştirak eden bir sınıf süvari askeri. Bunlar akıncılık, çapulculuk ve karakol hizmetlerini ifa ederler ve düşman karşısında piyadelerin muhafazasını te'min ettikleri gibi, icâbında hücum işlerini de yaparlardı.
Nâ-hak.: Haksız.
Meleküt.: Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti. * Hükümdarlık. Saltanat. * Ruhlar âlemi..


Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Cebrâil, beni tek harf üzere okutuyordu. Bunu artırmasını istedim ve artırdı. Artırmayı istemeye devam ettim ve artırdı, tâ ki, YEDİ HARF oluncaya kadar." buyurdu.
(İbn-i Abbas radiyallahu anhu’dan; Buhârî; hâdis no:3047. Müslim, hâdis no: 819).

"Kur’ÂN =>Yedi Harf üzere inmiştir" sözü =>Kur'ÂN-ı Kerîm’in okunuşunun, yedi ayrı yöntemle vahyedildiği anlamına gelmektedir.
Günümüzde kullanılan en meşhur kıraat yöntemleri.: Verş, Nâfi’ ve Âsım Yoluyla Hafs (kıraatleri)..

Bir adam İbn Ömer'e: İhrâmlı iken bir kimsenin ne gibi hayvanları öldürebileceğini sordu,
İbn Ömer.: “Bana Peygamber'in Hanımlarından birinin anlattığına göre kendisi =>Yırtıcı köpek, fâre, akrep, atmaca çaylak, karga ve yılanın zarar veremeyecek hale getirilmesini buyurdu .” demiştir.
(Müslim, “Hac”, 9 (No. 74))

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Yeryüzünde gezen hayvanlardan beş çeşidi vardır ki hepsi fasıktır. Kim onları öldürürse üzerine günah olmaz:a=>Akrep, karga, çaylak, fâre ve yırtıcı (kuduz) köpek.” buyurmuştur.
(Müslim, “Hac”, 73 (No. 1200))

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Beni rüyâda gören, gerçekten beni görmüştür. Beni rüyâda gören, cehenneme girmez." buyurmuştur.
(İbni Asakir)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Sâdık rüyâyı doğru sözlü kişiler görür ve bu kişilerin rüyâsı Cenab-ı HAKk'tan bir müjdedir." buyurmuştur.
Müslim, Rüyâ, 6)

عَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: [قَالَ رَسُولُ ﺍللّٰهِ (صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ): مَنْ رَآنِى فِي الْمَنَامِ فقَدْ رَآنِى فَإِنَّ الشَّيْطَانَ لَا يَتَخَيَّلُ بِي] .
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Beni rüyâda gören, gerçekten beni görmüştür, çünkü şeytan benim suretime giremez." buyurmuştur.
(Enes radıyallahu anh’dan; Buhârî, Tâbir 2, 10, Müslim, Rüyâ 10, (2266), Muvatta, Rüyâ 1, (2, 956))

İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan; rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Bir kadın ölünceye kadar hapsettiği bir kedi yüzünden azâb edildi ve bu sebeple cehenneme girdi. Hayvanı hapsettiğinde ona bir şey yedirmemiş, içirmemiş, yerdeki haşereleri yemesine bile izin ve imkân vermemişti." buyurmuştur.
(İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan; Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Selâm 151, 152, Birr 133, 134)

Yine İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edilmiştir ki.: Kendisi bir gün, bir kuşu hedef olarak dikip ona ok atan Kureyşli Gençlerin yanına uğramıştı. Hedefe isâbet etmeyen her ok için Kuş Sâhibine bir ödeme yapıyorlardı. Gençler, İbni Ömer'in geldiğini görünce etrafa dağıldılar.
İbni Ömer arkalarından şöyle seslendi.: “Bunu yapan kim? ALLAH ona lânet etsin. Şu bir gerçektir ki, Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem canlı bir hayvanı hedef olarak dikip ona atış yapana lânet okudu..”
(Buhârî, Zebâih 25; Müslim, Sayd 58, 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Sayd 9; Nesâî, Dahâyâ 41; İbni Mâce, Zebâih 10)

Enes radıyallahu anhu.:Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem öldürmek maksadıyla hayvanları bir yere hedef olarak bağlamayı yasakladı.” buyurmuştur.
(Buhârî, Zebâih 25; Müslim, Sayd 58; Ebû Dâvûd, Edâhî 11; Nesâî, Dahâyâ 79)

İmâm Ali kerremallahu vechehu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Cebrâil, Bana ALLAHuzü’L- CeLÂL’in şöyle buyurduğunu anlattı.: '"Lâ İlâhe illâ ALLAH =>BENİM Kalemdir. Oraya giren azâbımdan emîn olur." buyurdu.
(Câmiu’s-sağir-3694)

Resim

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
“Elem neşrah leke sadrek.: Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” (İnşirâh 94/1)

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
“Lev enzelnâ hâze’l- kur’âne alâ cebelin le reeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh (haşyetillâhi), ve tilke’l- emsâlu nadribuhâ li’n- nâsi leallehum yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Eğer BİZ, bu Kur'ÂN'ı, dağa indirseydik, O'nu mutlaka, ALLAH'ın Korkusundan huşû ile boynunu bükmüş, parça parça olmuş görürdün. Ve insanlar için bu misâlleri veriyoruz. Umulur ki, böylece onlar tefekkür ederler.” (Haşr 59/21)

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
“Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyk (ileyke), kâle len terânî ve lakininzur ilel cebeli fe inistekârre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu li2l- cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelu’l- mu’minîn (mu’minîne).: Mûsâ (aleyhisselâm), tâyin ettiğimiz (belirlediğimiz) zamanda gelince, RABBi onunla konuştu. (Mûsâ aleyhisselâm) şöyle dedi.: “RABBim, bana (Kendini) göster, SANA bakayım.” (ALLAHu TeALÂ).: “BENİ asla göremezsin. Ve fakat dağa bak! O, mekânını kararlı tutabilirse (yerinde durabilirse); o zaman sen, BENİ görürsün.” buyurdu. RABBi, dağa tecellî ettiği zaman onu paramparça etti. Mûsâ (aleyhisselâm), bayılarak yere düştü. Sonra ayıldığı zaman.: “SEN SübhÂN'sın (SENİ tenzih ederim). SANA tövbe ederim. Ben, mü'minlerin ilkiyim.” dedi.” (A’râf 7/143)

إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ
“İnnehum kânû izâ kîle lehum lâ ilâhe illallâhu yestekbirûn (yestekbirûne).: Onlara.: "ALLAH'tan başka İLÂH yoktur." denildiği zaman, onlar mutlaka kibirleniyorlardı.” (Sâffât 37/35)

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
“Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve li’l- mu’minîne vel mu’minât (mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum.: Bil ki, ALLAH'tan başka İLÂH yoktur. (Habîbim!) Hem kendinin hem de mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!. ALLAH, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.” (MuhaMMed 47/19)

الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ
“Ellezîne hum an salâtihim sâhûn (sâhûne).: Onlar ki, namazlarından gâfil olanlardır.” (Mâ’ûn 107/5)



M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..

Resim

Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1190
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: MÜNİR DERMAN SOHBETLERi..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)
DEMİŞDİ Kİ.:

SOHBETLER.: VI


Savaş Meydanına girmeden evvel ikmalini yapacaksın Oğlum. Hazırla silahını!.
“O nasıl?”
İşte onu hazırlayalım.
İyi dikkat edin kafanıza sokun!
Şu silahlarını yanına al!.
Doğruluk Çizmesini ayağına giy haaa!. DOĞRULUK ÇİZMESİNİ!.
Çaktır ayağına terlese bile çıkarma!
Adalet Patikasında yürü! Keçi yolu bile olsa.
Faziletle Sabrı kendine en mahrem arkadaş yap!
En gizli arkadaş yapma!.
Heybende “Helâl Lokma Azığı”ndan başka bulundurma boş bile olsa. Yerine taş koy!.
Hani insan evlenir Nüfus Kağıdına geçer.
Hapishâne de yatar.
Müddei-yi Umumîlik oraya.: “5 sene 3 sene şundan yatmıştır.” der.
Nüfus Kağıdında =>“Küfür, hata, hak yeme, yalan, yetimimi hor görme, gıybet, dedidoku” kayıdları yazılmış olmasın!
Ne demek istediğimi çok iyi anlayın!.
Gözleri aha bu Mübârek Adam gibi daimâ yaşlı olsun!
Ne kadar yaşlı olursa gözün, başkası.: “Bunun gözü akıyor!.”
Başkası.: “Bu mutamâdiyen ağlıyor!.” desinler.
ALLAH’a yanaşmanın yoludur o.
Yaşın kıymetini, mahiyetini ancak Ârif Adam bilir.
ALLAH’a Yakın Adam bilir. Gözün yaşının kıymetini.
ALLAH’ın Emirlerini mümkün olduğu kadar Kudretin tahammül derecesinde yerine getirmeye savaş!.
Dişlerini daimâ temiz tut haa!
İster takma olsun.
İster benim gibi tabiî olsun.
İster iki üç tane olsun, temiz tut!
Abdestli gez!
Gece namazı kıl!
Her üç gün oruç tut!
Sabah Namazını kaçırma!
Hastalık derecesinde merhametli ol!
Daimâ şükret, tövbe et!
Rasûl’e salâvat getir!
Daimâ ALLAH’ı dilinden, gönlünden bırakma!.

Bu şu demektir =>Bunların hepisi.
=>Sana senden yakîn olduğunu unutmamak edebi içinde olursun demektir.
ALLAH’ı daimâ ağzında bulunan.: “ALLAH!. ALLAH!.” diyen bir adam Sana, Senden yakîn olan ALLAH’a =>Benden yakîndir, aman ha edebli oluyum!.” demektir.
Yoksa zindana girdikten sonra “ALLAH!.” demek.
Bazılarının zindandır Mâbedi haaa!
Bazıları cem cüm olmuş oluyo.
İflasa tuttu mu : “Aman Yâ RABBî!”
Onun da iflas edebsizlik mâbedi.
İnsanın ayıbını diline dolama!.
Hakiki Mü’min, kardeşinden şüphe etmez.
KÂBE’yi =>Bir AYNA kabul edersen bütün mü’minler birbirlerine secde ediyor demektir.
Sana senden yakîn olan birbirimize secde ediyoruz gibidir.

Nasıl sen ona gıybet edersin mü’min arkadaşına.
Aman aman aman aman!.
En mukaddes mâbed ->İnsandır.
Onun için secde edilmiştir ->İnsana.
Her insanda bir güzellik vardır Azîz Cemaat.
Onu görmeye çalışın.
Ayıp görme, gıybet etme bunları kolay gibi görünür amma evet çok kolaydır.
Güç görürsen çok güçtür.
Rasûlullah’a güven!
Güven, güven bin defâ güven!.
Büyüklerden, Velîlerden, Rasûlullah’ın verâsetine sâhib mübârek insanlardan himmet daimâ insan ister bilirsiniz. Himmet etsinler diye.
Himmet alacak duruma gel, onların sana himmet etmesi farz olur onlara.
“Efendim bana bir şey ver bana bir şey ver!.”
Oğlum o raddeye gel de ondan sonra.
Sana, küçük çocuğun, beş yaşındaki çocuğun.: “Baba bana tabanca al!”
Gidersin uydurma tabancalardan alırsın.
Hakiki Tabancalar verilir mi?.
Sen ona gel, o sana verir.
Sen ona ver.
Beş yaşındaki çocuğunu on yaşındaki çocuğunu şube alıyor mu askere? Yooook!.
Askerlik Çağı geldi mi nereye gitse çağırırlar.
Sen o çağa gel seni bulurlar.
Bu işlerde acele etmek yok.
Bu lafları kulağına, gönlüne kazı!.
Ondan sonra savaş meydanına git!.

Demin ki ALLAH’a kasem ederim ki,
ALLAH şu kürsülerden indirmesin ki
Rasûlullah Efendimiz o zaman seni bekler karşıda..
Yap bunları, Sallallahu Aleyhi Vesellem neredeyse Mübârek Cesed-i Mübârekleriynen geceleyin Odun Pazarı’ndaki Evine girer.
Senin rüyâna girer veyâ gelir bu üst odada bakın.
Milyarlarca insanın içinde felân mahalleden felân kişi böyle yaptı.
“Ben onun bu gece rüyâsına gireceğim sahabem olacak!” demiştir.

Bunlar saçma lakırtılar değil.
HAKk Kokusunu gayıbdan duyan, sendeki bâtıl kokusunu nasıl duymaz Oğlum?
Duyar duyar amma yüzüne söylemez insan. Örter!.
İyi koku göklere çıktığı gibi, pis koku da göklere çıkar.
Hırs, şehvet, kibir kokusunu söz söylersen karşındakinin Manevî Burnu var ise soğan kokusu gibi alır onu.
“Sizi topraktan yarattık.” duymadın mı âyet-i kerime.
Seni tekrar toprağa alacağız.
Ham meyve.
Reis-i Cumhur’a ham meyveyi götürmezler Oğlum.
Olmuş meyve Saraya gider.
Oldu mu dalda da duramaz düşer aşağıya.
Ananın Karnında iken kan emdin kan, kan!.
Daha söylenecek daha bir şey var ama, ben söyleyemeyeceğim onu.
Sen kendin, kendi kulağına şöyle bir boru tak söyle kendi kendine.
Çarşıdan bir nar alacaksan ağam, nar mevsimi gelecek.
Filan narı ararlar, çürümüş çatlamış narı değil mi?
İçindekini gösteren nar..
Onun çürümesi sana içindeki tanesi olduğunu söylüyor.
Onun mübârek çürümedir ki can kutusundaki inci gibi ağzından gösterir müslüman..
Böyle bir girer RûHunun bütün temizliği dışarı çıkar.
Taş bile olsan Gönül Sâhibine erişirsin, cevher olursun Oğlum.
Öküzün rengini dışından insanın rengini de içinden ara!.
Âyet-i kerime vardır.: Sibgatullah, ALLAH Boyası.
İşte o boya hepimizde vardır.
Bir taş parçasını atarsın bir testiyi kırarsın.
Kırılır desti ama.
Pınar Suyu yine vardır Oğlum!
Evet. Çukura SU doldur, 15 gün sakla kokar.
Fakat çukur dipten kaynarsa koku, neslin, yediğin, aldığın gıdan mıdadan hepsi helâl olsun ona.

Onun için Azîz Cemaat,
Şekli yok kendisi var bir Cihandan bahsediyoruz.
O zâhiren var ise sebatsız şekilden ibârettir.
Senin Cihan dediğin aha bu Dünya.
Onun için demin dedim ki ağlayın, ağlayan gözden ibârettir.
Onun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir.
Akarsu nereye akarsa orası yeşerir.
Gözünden gözyaşı varsa oraya bak, rahmet nâzil olur.
Şüphe etme bu sözden..

Ateş, Ateşe Tapana bile lütfetmez.
Ateşe Tapanlar bile ataşe girse yakar ateş.
Ateş yine o ateştir.
İçine gir de gör, yakar.
Ateşin tabiatı değişmez!.

Ey ALLAH’ın Kılıcı izinle keser izinle yıkar.
Yörüğün Çadırına misâfir gittiği zaman.
Yörüğün Çadırının kenarındaki iri köpekler kuyruk sallar.
Ama yalınız gidersen kıllar parçalarlar insanı.
Kullukta köpekten aşağı mı insan oğlu?
Misâfire gidiyor Yörüğün şeyine.
“Bu Yörüğün, benim Efendimin misâfiri!” diye kuyruk sallıyor köpek.

Sen ALLAH’a kulluk edersen ateş nasıl yakar seni?
Nasıl yakar ateş?
Kelimeleri iyi kafanıza koyun.
Ateş İbrahîm’e diş geçiremedi.
Geçirebildi mi diş?.

Şeyban-ı Raî Hazretleri Ümmî Bir Adam.
Ama dediğim gibi Cuma Namazına giderken koyunlarının etrafına Çoban bir çızgı çızarmış.
Ne koyunlar çızgıdan dışarı çıkar, ne kurtta çızgıdan içeri girermiş. Niye?.
Hürmetten hürmetten!.
Kaza ve Kaderle pençeleşmek mücâhede sayılmaz Oğlum.
Çünkü bizi pençeleştiren savaştıran da kaza kaderdir.
HAKk’ın Arıya öğrettiğini aslan bilemez Oğlum!
İpek Böceğine öğrettiği o iplik yapmağı da Fil bilmez.
Bunları anlamak için insanda iki kulak vardır biri eşşek kulağı. Eşşek kulağını kapa!
Başka bir kulak al!
Bu sözümü de eşşek kulağı anlayamaz haaa!.
“Şöyle dedi, böyle” dedi.
ALLAH’a yanaştı mı insan her şey yapar Oğlum Velî olur.
Bundan şüphe etme!
Bundan şüphe eden adam.
Şakku’l- Kamer Hadisesinden de şüphe ediyor demektir.

Şakadan katiyen hastalanmayınız.
Hani kadınlar saçlarını başını sararlar.
“Başım ağrıyor!.” Bişeysi yok.
Hadis-i Peygamberi diyor ki.: “Şakadan hastalanır gerçekten hastalık getirir.”
Kötü işi deri örter Oğlum deri!.
İyi işi Gayb Âlemi örter yaaa! Arada bu fark var.
Paralardan padişahların Reis-i Cumhurların İsmini kazırlar. Değişiklik yaparlar.
Ahmed’in adını kimse kazıyamadı şimdiye kadar, demin dediğim.
Çünkü adı ALLAH yazdı.
Gönül kendine sır veremez.
Ok kendini uzağa atamaz. Görmedikçe bu işleri..

Her göz açıp kapamada ölüyor ve diriliyoruz Oğlum.
“E fe ayînâ bi’l- halkı’l- evvel, bel hum fî lebsin min halkın cedîd.”
Her dakika ölüyoruz, her dakika canlanıyoruz.
Şöyle bir deyneğin ucuna ateş olsa, şöyle çevirdiğim zaman onu das dâire görürsün değil mi?.

Bu bak saniye de 60 defâ yanıp sönüyor musun?
İnsanlarda böyle mutamâdiyen ölüp de diriliyoruz.
O kadar çabuk ölüp diriliyoruz ki biz farkında değiliz.
Onun için her ÂN.: “Lâ İlâhe illâ ALLAH!” de!
Öyle ölüp dirilme ÂNında gidiveririz.
“Dünya bir ÂNdan ibârettir.” buyurmuştur.
Hadis-i Peygamber-i Rasûlullah Efendimiz!
Bu ömrümün uzunluğu ALLAH’ın tez halk etmesindendir öldürür dirilir. Biz yaşadık sayıyoruz.
ALLAH’ın yeniden yeniye ve süratla halk etmesi öldürür böyle uzun ve daimî gösterir bize.
Yaşamda insan kendiliğinden bilemez.
Âlim olsa da Fazıl olsa da ona öğretilir.

Hani himmet var ya, geldik Şubesine.
Askere kaydedildin evvelden amma yaşın gelmedi.
Yaşın gelsin öğretirler sana.
“Sen öğrendin mi Hoca Efendi?” diyeceksin bana.
Bilmesem bu tehlikeli kürsüden herhalde mırıldanmam Oğlum.
Irmakla deniz, bir çöpü başının üstünde taşır.
Deniz bu kereminden dolayı eksilmez Oğlum.
Leş atsan üzerine çıkar. Çöp at üstüne çıkar, başında tutar.
Bu lakırtıyı muhakkak anlamadınız.
Öyle ne demek.
Çöp mü, ne yapayım.
Kaza gelince bilgi uykuya dalar Oğlum.
Ay kararır gün tutulur.
“Gaflete geldim nasıl oldu bilmiyorum!.”
Kaza ve Kaderi inkar edenin inkarı bile, bil ki Kaza Kaderdir.

Bir zengin adamın Sungur İsminde bir kölesi varımış.
Hazreti Mevlânâ Mesnevide anlatır.
Bir sabah Sungur’a.: “Oğlum kalk!” demiş.
“Peştemâlı havluyu, mavluyu hazırla hamama gidelim!.”
Çokta severmiş kölesini.
“Baş üstüne!.” demiş hazırlanmışlar ve evden çıkmışlar.
Derken Sabah Namazı okunmuş.
Sungur demiş ki.: “Efendi!.” demiş. Çokta severmiş.
“Bana müsaade etsen Kerem Sâhibisin. Şu Namazı kılıvereyim!.”
“Hay hay Sungur!” demiş. “Sen kıl!” demiş
“Ben şurdaki kahvede oturayım Sabahçı Kahvesinde.” demiş.
Sungur girmiş Namazı kılmış herkes çıkmış, Sungur çıkmıyor câmiden beş on dakika.
Ordan bağırmış.
İşte camide pencere mencere var ama cam yok.
“Hey Sungur!.” demiş. “Hadi Oğlum!.”
“Efendi demiş bi beş dakika müsaade et bırakmıyorlar!.” demiş.
Beş Dakka, Beş Dakka. On Dakka.
“Sunguuuuuuuur!.”
“Bırakmıyorlar Efendi!.” demiş.
Gelmiş caminin penceresine.: “Oğlum! İçeride kimse yok. Kim bırakmıyor?” demiş.
“Seni içeri sokmayan bırakmıyor!.” demiş.

Aha bu işte.
İnsan sıhatta mıdır. “Zıdların sulhu var, uyuşması var!” demektir.
Aralarında savaşın başlaması da =>Hastalık Ölümdür.
İki parmağını iki gözünün üzerine koy.
“Peki ağam.”
“Bi şey görebiliyor musun?”
“Yok be insaf artık yav.”
Şöyle gözünü kapattığın zaman bişey göremiyorsun.
Gördün mü? Yok göremiyorsun elini.
Ee insaf et artık.
“Bana yakin olan şeyi göreceğem!” ve de tüh be!.
Gerçek işte bu.
Sen göremezsin de Dünya yok değil ya.
Kusur ancak şu nefsin, parmağındır.
Gözler, göz İslâmda göz nedir bilir misin?
Dostu gören göze derler ağam!
Öyle bilmem sinemayı seyreden, şurada yazı var.
“Rahmetli iki kitap oku!” de.
Aha burada isen nesini göremen.
Hazreti Ömer hurma dibinde uyuyormuş sormuş Velî.:
“Emire’l- Mü’minin nerde?” demiş.
“O hurma dibinde halktan ayrılmış gölgelikte uyuyan “Tanrı gölgesidir!.” demişler.
Vahiyler Peygamberleredir.
Vahiy zâhiri duygudan gizli söze denir.
Onun için bir ayıp işlersen, edebe riâyet ederek onu ALLAH’a isnad etme!.
“Her şey ALLAH’tan!” deyip de..

Hazreti Âdem’i CeNNete koydu.
Sonra Şeytana dedi ki.:
“Git ona bir şeyler yedir kovacağım onu!.” dedi.
Değil mi?.
ALLAH’ın Emri olmadan şeytan CeNNete girebilir mi?
Nasıl girer o?
Âdem bu işi yaptı kovdular CeNNetten.
Dikkat buyurun burası çok ince bir nokta.
Âdem ne dedi?.
Biliyordu bunun yapıldığını.
Bizim aklımız kesiyor da Âdem Peygamberin nasıl aklı kesmesin.
Şeytanı o’na ALLAH’ın gönderdiğini, kandır bunu demesini.
“Yâ RABBî! Ben kendi nefsime zulmettim!.”
ALLAH’a isnad etmedi kendi üzerine aldı suçu.
Aldığı için Cenâb-ı ALLAH'ta affetti.
“Nerden bu, ALLAH da bunu verdi başıma aman!.” demez.
“Aman!.” demez.
Şimdi anladın mı?

“Ben kuluma hastalıkları hediye için veririm!.” diyor.
“Kabahati kendinde bul da BANA yükleme!.”
“Hayrihi ve şerrihi minallahi teâla. Ama sen öyle kabul etmeyeceksin!.” diyor.
Edebe gireceksin...
Nedir murad?
Âhirette öğrenirsin.
Yakındır belki biz de ölürüz 10 gün içinde belki. Yahut üç ay sonra..
Suçu kendine atfettiği için:
“Nefsime zulmettim Yâ RABBî!.” dedi. Hak bu.
Onun için ilim, hikmet hepsi helâl lokmadan doğar, helâl lokma ye, yediklerin helâl olsun!

Yağmuru vardır Oğlum ->Âlemi beslemek için.
Yağmuru vardır ->Âlemi perişan etmek için.
Yağmuru vardır ->Görünmez yağmur.
Bir gün Sallallaha Aleyhi Vesellem Efendimiz,
Hazreti Aişe Vâlidemiz.: “Nereye gitti Rasûlullah peşinden gideceğim!.” Kapıdan çıkmış, çıkacak.
“Başım açık!.” diye Rasûlullah’ın Ridası varmış, O'nun başını örttüğü ridasını almış başına onu .
Başına almış Hazreti Aişe Validemiz. Gitmiş mezarlığa doğru.
Yağmur. Müthiş bir yağmur. Islanmış dönmüş gerisin geriye.
O sırada Rasûlullah Efendimiz gelmiş.
Rasûlullah Efendimize şöyle yapmış.
Hazreti Aişe validemizi de çok severmiş.
Rasûlullah Efendimizin böyle üstüne elini sürmeye başlamış.
“Yâ Âişe ne oluyorsun?” demiş.
“Yâ Rasûlullah senin üstünde ıslaklık yok!” demiş.
“Biraz evvel ben senin geldiğin taraftan geldim. Sağnak halinde yağmur yağıyordu!.”
“Yâ Âişe!” demiş.
“O senin bildiğin yağmur değil!.” demiş
“Başında ne vardı?” demiş.
“Ya Rasûlullah başım açık çıkmayayım diye senin ridanı örttüm çıktım dışarı!”
“O, Rahmet-i İlahâyedir!.” demiş.
“Benim ridamı örttün de sen öyle yağmur diye gördün onu!.”
Bir de böyle yağmur vardır Oğlum.
“Efendim göremiyorum!”
Ulan göremezsin be Ağam göremezsin.
Ağam şekerim şöyle suların içinde dönmeye başlar.
Etraf dönmeye, ilaçlar, soba hepimiz dönmeye başlarız.
Ulan Ağam biz dönmüyoruz sen dönüyorsun.
Ev dönmüyor!.
Bak âfatı şiyden afallıyor insan neresi olduğunu.
Trene bin.
İlk tren geldi durdu.
Sen de o arkadaşınan konuşurken trenin bir tanesi kaçtı.
Hangisi kaçtığının farkında değilsin.
O kaçar sen gidiyormuş gibi geliyor.
Ulan bir metre içindesin.
Ondan sonra bana benden yakîn bilmem neyi görürsün.
Görürsün Ağam.
Soğuk su, kar olmuş üzüme dokunmaz ağam.
Gorukların hepsine dokunur. Çünkü goruk daha kemâle gelmedi.
Ağlamak da =>Kemâle getirir.

Bir yerde yoksul, muhtaç perişan bir insan mı gördünüz.
Hırsızdır, bilmem nedir, eşkiyâdır, sarhoşdur yahut daleveracıdır.
Ben çok öyle şeyler biliyorum.
İslami bazı etiketler var onları koymak istemiyorum üzerine.
Hacı var. Ne kadar Hacı?
“Efendim Hacıyı mı görüyorsunuz?”
Ben ötekilerini gördüğüm için Hacı da öyle yaparsa boğarım onu. Çünkü mü’min arkadaşım.
Muhakkak böyle düşkün insanlar var ise bu yoksulun haberi olmadan bir suç işlemiş, bir Kemâl Sâhibinden kaçmıştır.
Askerlik çağına gelir herif.
Efendim eve gelirse.: "Adana’ya gitti!.” der.
Şube Adana’ya yazar.
Adana’da böyle bi şiy yoktur.
Gelir Efendim ordan Ankara’ya geçti.
Herif iki sene izini kaybeder.
Aha nedir bu.
Yoksula bağımlı.

Ve’d-Duhâ Sûresi'nde Cenâb-ı Peygamber bir yoksula bağırdı da.
“Yâ Habibim bağırma!.” dedi O’na.
Herkes doğru söylüyemez Oğlum, kudreti yoktur.
Doğru söylemekte bir kahramanlıktır.
Her kuş bi inciri bütün olarak yutamaz.
İnciri niçin kestin.
Hatırıma incir geldi.
Bir kuş bir inciri yutamaz.
Niye inciri seçtim.
Elma diyebilirdim, üzüm diye bilirdim.
“Ve’t-tîni ve’z-zeytini” Kelimesini unutma!
Hikmetini sana RABB öğretir
Eğer çalacaksan ekmek armut çalma, incir çal Oğlum incir!
Bu garip gibi görünen lakırtılarımız bulutlu havada Kıbleni bulmak, bulmak içindir!
Bulutlu havada Kıble ne taraf, güneşi görmediğin için ararsın.
Bu lakırtıları söylüyorum ki bulutlu havada Kıblemizi bulalım.
"Bize bizden yakîn olan ALLAH”'ı bulalım.
Vucuhun yevmeizin nadiretun.
Ölümden herkes korkuyor biliyorsun, aman ölüm!.
Öyle insanlar vardır ki ölüme bıyık altından gülerler.
Kitabımız öyle yazıyor.
Onların kalblerine kimse dokunamaz.
Sepet kırılabilir fakat içindeki incire bişey olmaz.
İslam İçin ölümün görünüşü ölümdür. İç yüzü diridir.
Ölümün içi de ölüm olsa bırakalım câmiyi çıkalım dışarı.
Bize sual yok bişiy yok ne yapacağız burada!..


Resim

İkmal.: Tamamlamak. Bitirmek. Mükemmelleştirmek.
Patika.:
Yol.
Müddei-yi Umumî.: Milletin umum haklarını korumak üzere muhakemede hazır bulunan vazifeli, hukuk tahsilini bitirmiş hükümet memuru. Adliye bakanlığına bağlı, icra kuvvetini birlik halinde temsil eylemek üzere teşekkül eden, adlî idare makamında bulunan şahıs. Savcı.
Mutamâdiyen.: Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek.
Yakîn.: Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez.
Ayne’l- yakîn.: (kelimenin merfu hali aynu’l yakîndir.) Göz ile görür derecede veyâ görerek, müşâhede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine ilme’l- yakîn deniyor. Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona ayne’l- yakîn bilmek deniyor. Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi'den olan ilmimizin derecesine de hakka’l- yakîn deniyor. (Hakkalyakîn: Abdin sıfatları, Cenâb-ı HAKk'ın Sıfatlarında fâni olup, kendisi onunla ilmen ve şuhuden ve hâlen beka bulmaktadır. Ö. Nasuhi)
Kasem.: Yemin. Ahdetme.
Rida.: Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal. * Akıl. İlim. Seha. * Zinet. Parlaklık veren şey. * Hırka.

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hasta gözükmeyin hasta olursunuz!.” buyurmuştur.
(Deylemî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ed-Dünyâ sâatün fec’alhâ tâaten.: Dünya bir saattir; onu da ALLAH’a ibâdetle geçir!.” buyurmuştur.
(Ruhu’l-Beyan Tefsiri; Rûm Sûresi âyet 56-57.)

Abdullah İbni Amr İbni Âs’tan radıyallahu anh’dan;
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Dünya geçici bir faydadan ibârettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı Dindâr Kadındır.” buyurmuştur.
(Abdullah İbni Amr İbni Âs’tan radıyallahu anh’dan; Müslim, Radâ 64. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 15; İbni Mâce, Nikâh 5.)

“Şüphesiz bu dünya hayatı geçici bir eğlencedir(metâdır). Ama âhiret, gerçekten kalınacak yurttur.”

يَا قَوْمِ إِنَّمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌ وَإِنَّ الْآخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ
“Yâ kavmi innemâ hâzihi’l- hayâtu’d- dunyâ metâun ve innel âhirete hiye dâru’l- karâr (karâri).: Ey kavmim! Bu Dünya hayatı, sadece (geçici) bir metâ’dır (faydalanmadır). Ve muhakkak ki âhiret karar kılınacak (devamlı kalınacak) yerdir.” (Mü’min 40/39)

Kâinâtın Güneşi Efendimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, birgün çarşıya çıkmıştı. Onu görenler etrafını aldılar. Yolda giderken küçük kulaklı bir oğlak ölüsüne rastladılar. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, oğlak ölüsünü kulağından tutarak yanındakilere.:
“Bunu bir dirhem karşılığında kim almak ister?” diye sordu.
Sahâbîler.: “Daha az paraya bile almayız. O ne işe yarar ki?” dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz sormaya devam etti.: “Pekâlâ bedava verilse alır mısınız?”
“Hayır! Aslında bu diri de olsa, kulakları küçük olduğundan kusurlu sayılır. Onun ölüsünü ne yapalım?” dediler.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz.: “Bu oğlak size göre nasıl değersiz ise, Vallahi dünya da =>ALLAH Katında bundan daha değersizdir.” buyurdu.
(Müslim, Zühd 2)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanı mutlu eden üç şey vardır: =>Dindar kadın, iyi bir ev, iyi bir binek.
İnsanı mutsuz eden üç şey ise=> kötü bir kadın, kötü bir ev, kötü bir binek.”
buyurmuştur.
(Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 168.)

Tevbe sûresinin 34 ve 35. âyetleri nâzil olunca, Ashâb-ı Kirâm büyük bir telâşa kapıldı. Bu âyetlerde zekât ve sadaka vermeden Dünyalık biriktirenlerin dayanılmaz işkencelere uğratılacağı anlatılıyordu. Peygamber Efendimiz onların endişe ve korkularını şu sözleriyle giderdi.:
“Siz,
=>ALLAH’a şükr eden bir Kalbe,
=>O’nu anıp zikreden bir Dile ve
=>Mü’mine bir kadına sahip olmaya bakın. Böylesi bir kadın, âhireti kazanmanıza da yardımcı olur!.”
buyurdu.
(İbni Mâce, Nikâh 5.)

Resim

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّ كَثِيرًا مِّنَ الأَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللّهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
يَوْمَ يُحْمَى عَلَيْهَا فِي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوَى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْ هَذَا مَا كَنَزْتُمْ لأَنفُسِكُمْ فَذُوقُواْ مَا كُنتُمْ تَكْنِزُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû inne kesîran mine’l- ahbâri ver ruhbâni le ye'kulûne emvâle’n- nâsi bi’l- bâtıli ve yasuddûne an sebîlillâh (sebîlillâhi), vellezîne yeknizûne’z- zehebe ve’l- fıddate ve lâ yunfikûnehâ fî sebîlillâhi fe beşşirhum bi azâbin elîm (elîmin). Yevme yuhmâ aleyhâ fî nâri cehenneme fe tukvâ bihâ cibâhuhum ve cunûbuhum ve zuhûruhum, hâzâ mâ keneztum li enfusikum fe zûkû mâ kuntum teknizûn (teknizûne).: Ey imân edenler! Muhakkak ki; ahbarlardan (yahudi âlimlerden) ve ruhbanlardan (rahiplerden) çoğu, mutlaka insanların mallarını bâtılla (boş yere, haksız olarak) yerler ve ALLAH'ın YoLundan engellerler (mâni’ olurlar). Ve altın ve gümüşü biriktiren ve onu ALLAH YoLunda infâk etmeyen kimseler; artık onlara elîm azâbı haber ver. (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki).: "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azâbını) tadın!" ((Tevbe 9/34-35)

صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ
“Sıbgatallâh(sıbgatallâhi) ve men ahsenu minallâhi sıbgaten, ve nahnu lehu âbidûn(âbidûne).: ALLAH'ın Boyası; ALLAH'ın Boyası ile boyanandan daha ahsen (daha güzel) olan kim vardır? Ve biz, O'na kul olanlarız.” (Bakara 2/138)

إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
“İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu).: Muhakkak ki ALLAH'ın İndinde (nezdinde) Hz. Îsâ'nın durumu, Hz. Âdem'in durumu (yaratılışı) gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra ona “OL!” dedi ( ve o oldu).” (Âl-i İmrân 3/59)

قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Kâlâ RABBenâ zalemnâ enfusenâ ve in lem tagfirlenâ ve terhamnâ le nekûnenne mine’l- hâsirîn(hâsirîne).: (Âdem ile eşi) dediler ki: Ey RABBimiz! Biz Kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyân edenlerden oluruz.” A’râf 7/23)

أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ
“E fe ayînâ bi’l- halkı’l- evvel(evveli), bel hum fî lebsin min halkın cedîd(cedîdin).: Yoksa BİZ, ilk yaratışta aciz miydik? Hayır (öyle değil), onlar (ölümden sonra) yeniden yaratılıştan şüphe içindeler.” (Kâf 50/15)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min habli’l- verîdi.: Ve andolsun ki insanı BİZ yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve BİZ, ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf 50/16)

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
"Vucuhun yevmeizin nadiretun.: Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır.” (Kıyamet 75/22)

وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ
“Ve emme’s-sâile felâ tenher.: El açıp isteyeni de sakın azarlama.” (Duhâ 93/10)

وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ
“Ve’t-tîni ve’z-zeytini.: İncire ve zeytine andolsun.” (Tîn 95/1)



M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..

Resim

Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1190
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: MÜNİR DERMAN SOHBETLERi..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

MÜNİR DERMAN (ks)

SOHBETLER.: VII


Orada İnsÂN AKLı, Cebrâil’den de büyüktür ne zannediyorsun!. Sen ne konuşuyorsun?
“Bir adım öteye gidemem Yâ Rasûlullah yanarım!.” diyor.
Oraya giden İnsÂN =>İnsÂNların en güzelinin güzeli.
=>En büyüklerinin büyüğü anladınsa!..
Onun için.:
Cenâb-ı ALLAH.:
“Bütün Kâinatıma sığmam! Mü’min Kulumun kalbine sığarım!.” diyor.
“Meleğin kalbi” demiyor “Mü’minin kalbi.”
“Peki Gâvurun kalbi yok mu?”
Ulan var bütün İnsÂNın kalbi.
“Mü’minin kalbine sığarım!” demek.
“Aha ben onlara kolaylık gösteririm şu âyetteki gibi onu inandırırım.” demek.

Burnunun ucunu bile görmez.
Burnunun ucunu görebiliyor musun ahaa?
Daha burnunun, kendi elinlen tuttuğun burnunu göremiyorsun.
Kalbinin içindeki ALLAH’ı görmen kolay değildir.
Öyle kolay olsa herkes çıldırır yâni.
Sen zannediyorsun ki havalara çıkacaksın, çıkacaksın, milyonlarca kilometre gidecek, yazacak.: “Burası Sidredir.”
Ne yazılar yazıyor oralarda felân.
Cebrâil, Mikâil hepisi orda.
“Nereye gideceksin?”
Sidret-i Arş’a gideceğiz.
Bunu böyle düşünürsen sen hiçbir yere gidemezsin.
Aha burada!..

Arş da görülür, c de görülür, Cebrâil de görülür.
Cemâlullah’da gark olursun. Hepisi görülür.
İş =>Çorabı tersine çevirmekte.
“Nasıl çeviriyor bu canım bu. Bunun usulü yok mu?”
Var usulü.
Yalan söylememek. Şakadan bile olsun yalan yok.
Kedi kaçtı da.. Geriye kediyi çağıracaksın.
“Pisi pisi pisi!.”
Aha da yalan.
“Efendim felân!” dedi..
Değil, o yalan değil.
Bu yalan sınıfına bile girmez oğlum?
O edebsizliğin sınırına girer
Vereceğin şeyin peşinde o, bu yalan olmaz.
Yalan, İslâmın yalanı budur.
Kediyi bile kandırmayacaksın.
Kedi kaçmış.: "Pisi pisi pisi!.”
Bu yalan aha işte yalan yalan bu!..

Yoksa öyle Efendim felân şey alıp nideceğim.
“Aldım senden otuz lira.”
“Yok Efendim ben senden almadım.”
Bunlar yalan değil.
Bunlar cehennemin altındaki inkara yalandır bu, inkara yalan.
Onlarınan işimiz yok bizim.
Böyle yalan değil. Gıybet yok.
“Nasıl gıybet yok?”
“Efendim felâncayı biliyor musun?”
Heeeee şöyle böyle o gıybet değil o, hased.
Efendim felânın işte apartumanı var da, işte otomobilleri var, parası yok da, bu da haseddir.
Hased ne biliyor musun, gıybet ne biliyor musun?
Şöyle küçük bir şeyden bunalıp da.: “Yahu ne yapacağım?” gıybet o. Hasedde o.
ALLAH’nan irtibâtını kesmektir.
“Yahu benim borcum var napacağım?”
Sen ALLAH’a inanmıyorsun!
“Vay şurama bişey çıktı!”
Ne dediler?”
“Kanser dediler kanser!”
Ne olacak?”
“Ameliyat olacak.”
Eee ne olur?
“Acaba ameliyat oluyum mu, olmayayım mı?
Böyleysen iman yok, yoktur.”


Daha dün gece ben nöbetçiydim. Sabaha kadar uyumadım.
Getirdiler bir kadıncağızı. Burnu şakır şakır kanıyor.
Yaşlı bir kadın 60 yaşlarında. Evlatları getirdiler.
Ola kim burun kanı durdurmayacak.
Tansiyonu çok yüksek 24. Çok yüksekti.
Durdurursak kurtulur, felçten kurtulur kadın.
İlaç da yazmayacağım, istersen yatırıyım.
“Derece var mı?” dedi.
Canını İnsÂNın ALLAH alır oğlum hastalık arada vesiledir.
ALLAHtan korkmuyor da hastalıktan korkuyor.
Ama tedâvi olacaksın!.
Hepimiz öleceğiz. Korku yok!..

“Acaba Efendim ameliyata dayanabilir miyim?”
ALLAH ALLAH! Bu da küfürdür oğlum!
Şekk ü şüpheye düştü mü haa bu âyetten istifâde edemez.
Hiç bir şeyden şüphesi yoktur.
Yaz gelir.: “Yandık aman ALLAH!.”
Kış gelir.: “Donduk Yâ RABBî!.”
“Eee ne yapacağız biz?”
Başın ağrır.: “Aman Efendim ne yapsam ben?”
Dişin ağrır.: “Ölsem de kurtulsam!.”
Bunlar hastalıktır, her şey işler haa.
Bunun içinde tamahkâr, hasedkârlar bilmem neler istediğin kadar namaz kıl! Onun faydası yok.
Ama bi de nemelâzımcılık var haaa!..
O da eşşeklik. Bunun eşşeklik tarafıdır.
Paranın =>bir yazı tarafı var bir de ->tura tarafı var.

Her şeyin tedbirini alacaksın.
“Tedbir almamak var mıdır?”
Vardır ama o mertebeye gel oğlum.
Evimize akşam şeye geldi mi kapatırız evimizi.
Burada kimse kalamaz.
Kapıcılar var. Muhafazalar var.
Var oğlu var. Var oğlu var var.
Sende öyle oldun mu tedbire lüzum yok.
Al öyleyse kula.
Akşama yemek yok ne yapacaksın. Düşünmeyeceksin.
Sen düşünmedikçe senin ağzının içine getirirler, o raddeye gel!

Onun için Azîz Cemâat,
Adam AKILlı inanacaksın!. Yobazca değil haaaa!
Bizim hastanede kim Sabah Namazına.
“Uyuyun uyuyun!.” dedim. “Sabah namazı yok!.”
Ben erken kılarım oğlum.
Güneş doğacak kızıllık olduğu zaman diye bahane yok oğlum.
Müezzin.: “ALLAHu Ekber!.” dedi mi
Ben de peşine.: “ALLAHu Ekber!.” derim.
“Efendim işte kuşluk.”
Rahmetli Halam öyle söylerdi.: “Ezanı duydun mu oğlum gidebilirsen Câmiye git!.”
Evde kıl.
“Efendim işte cemâat gelir.”
Gelirse gelsin, ben cemâatı mı bekleyeceğim. Kıldık namazı berâber.
Orda bir hasta da vardı, yaşlı sakallı bir adamcağız geldi.
Güneş haa doğdu doğacak.
“Yav amuca dedim vakit geldi yav sen vakiti kaçırıyorsun Kuşluk Namazı mı kılıyorsun!.” dedim.
“Yok dedi vakit geçmedi.” dedi
Aldı bir münakaşa herifnen.
“Ula!” dedi bu.
“İmam-ı Azam böyle dedi, şöyle dedi.”
“Sen İmam-ı Azamı nidecen bu sabah namazı geçti!” dedim.
“Hiçbir şey deme Kuşluk Namazını hiç olmazsa kıl!.”

Neyler yapmış olduğun ibâdet.
Zeytin yağınan su birbirine karışmaz ki oğlum.
Biri aşağıya çıkar biri yukarı çıkar.
Hatta kandile bile zeytinyağının içine su koysan, kandil bile yanmaz.
Şimdi kiminen münâkaşaya gittik diye yakacak mıyız?.
Bir hışımnan kıldı. Gitti oraya.
Ondan sonra.: “İşte, cevâb verecektim ama!.” dedi.
“Bunlar” dedi. “Böyle işte!” dedi.
“Bilmezler dini dedi, dinsiz herifler!.” dedi.
“Nerden bilecek benim namazımı kıldığımı!” şöyledir böyledir.
Ordakiler de dinliyor bizi.
İçinden biri.: “Ne dedi?”
“İşte şöyle böyle daha erken vakit kılınmaz!.” dedi.
“Peki dedi sen niye cevâp vermedin ona.” dedi.
“Mâdem ki biliyorsun adama sinkaf yapıyorsun?” dedi. 5, 6 kişi.
“Peki, söyleyim de günaha mı gireyim?” dedi.
“Ne günahı Efendi?”
“Öyle bilmeyenlere!” dedi. “Dinsizlere!.” dedi.
“Öyle söylemek günahtır!.”
Bende kapı da dinliyorum ki.
İçeri salaha nâil olsun.
Ondan sonra epey zaman geçti..

Şurda vaaz ediyorum.
“Yok Efendim. O, câhil câhil namazda."
Bazıları da şöyle oturmuş.
Ondan sonra çıktı şeye şöyle bir baktı heyle.
Vaaz ettik. Merdivenleri indik çıkıyoruz.
“Amuca niye baktın?” dedim.
“Hani bir hastanede yatmıştım Ramazan da mı ne iki ay evvel yatmıştım.” Yattıydı.
“Böyle ben ondan sonra İslâm oldum. Yeni İslâm oldum!” dedi.
“Ben öyle yıldırım şiddetiyle çıktım ki..” dedi. Hala inad ediyor!.
Dedim.: “Senin kıldığın yanlış!.” dedim.
“Ahaaaa!.” diyor.

Onun için eşşek yaradılış bakımından otu sever otu!
Baklava yemez eşşek.
Pirzola da yemez. Köfte kızartma haaa!
Onun için Kur’ÂN-ı Kerimde bir âyet var.:
“Biz onların ağızlarını mühürledik.” diyor. Aha buna benzer.
Eşya mağazada, kapı mühürlü..
Onun anlamaması da, inadı ona mühür.

Yolcuya mühim mi haber bu haaa.
Çok mühim bir haber. Ama bu ne olacak.
Sen Peygamberi bilmedin mi, bu mühür ağızdan kaldırılır oğlum.
Aha demindeki âyetteki gibi. Açılmamış mühürler bile kaldırılır.
Eşek ot yerken, pirzola yemeye başlar.
“Nasıl olur o?”
Olur işte!..
İyiler, Peygamberlerden kalan mühürleri Hazreti Sallallahu Aleyhi Vesselâm AhMed’in Hürmetine Cenâb-ı ALLAH kaldırdı oğlum.
“Nasıl kaldırdı?”
“İnna fetahna leke fethan mübinâ” âyeti ile hepsini olduğu yerden kaldırdı.
Çünkü O Büyükler Büyüğünden başka ne gelmiştir ne de gelecektir. Son Peygamber bundan olmuştur.
“Nasıl mühür kalktı?.”
Oğlum Uhud Anını hatırlamıyor musun?
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in mübârek dişleri kırıldı.
Amucaları Hazreti Hamza’yı yetmiş parçaya ayırdı Hind biliyorsunuz.
Ordu darmadağın. Dişleri kırılmış.
Sahabelerin bir çoğu şehidlik mertebesine gelmiş.
Kan akıyor mübârek ağzından.
Ellerini kaldırmış.: “Ya RABBî! Bunları sen affet! Bunlar ne yaptığını bilmiyorlar!.” diyor.
“Bunların gönlünden mühürü aç!.” diyor.
Koskoca peygambere bak!.
Aha bunu müşrike, kendine ok atan İnsÂNa söylersen senin gibi Secde-i Rahmâna kapanıp Rasûle salâvât getirene ne söylersin.
Mühürler açıldı oğlum.

Adam AKILALLAH’a dayanacaksın oğlum.
Nerede o ALLAH’a dayanma ki.
Kılıç İsmâil’i kesmemiş.
Baba almış eline ALLAH’ın şeyine yatırmış İsmâil’i bağlamış.
Öyle bağlanmış ki kılıcı kesmemiş.
Nerede o kerâmet ki.
Nil’in dibini Ana Cadde yaptı.
Kaçıyor Ben-i İsrâil Musâ’dan.
Onlardan, Ondan evvel yaa!..
Geldiler Nil’in Kenarına.
Hazreti Musâ taşın üzerine çıkmış, Nil böyle.
Rüzgarlı hava, yağmur bir taraftan.
Çoluk çocuk, ihtiyar, genç kadınlar kızlar hep toplanmışlar etrafına Firavun da geliyor öteden ordularıynan.
Herkes bir endişe Musâ.: “Korkmayın!.” demiş.
Korktuğu yok bişeyden.
Aha böyle korkmayacaksın, i’timadı var şüphesi yok.
Hiç fütur ettiği yok.
Emir gelmiş.: “Musâ şu deyneği uzat hele!.”
Öyle bir açıldı oğlum, açıldı Nil açıldı. Kapı açılır gibi.
Hadi iyi günler.
İnekleriyle, tavuklarıyla, köpekleriyle yavruları, güvercinleri, horozları, morozları..
Nil diyor, Bahr-ı Ahmer, Kızıldeniz açıldı.
Onlar da girdiler içine caddeden gidiyorlar.
Yanlarında böyle minâreler gibi su duvarları.
Böyle bu tarafa gelmiyor.
“Nasıl gelmiyor?”
Eee gelmiyor oğlum!
AKLın varsa inan, AKLın yoksa i’tiraz et!
Daha AKLın yoksa gitti at kendi kendini.
Ondan sonra bunlar geçiyorlar.
Bakıyor ki ötekisi, cadde açılmış.
Haydi bunlar da arkalarından girmiş.
Tam ortaya geliyor, Musâ’nın en son Ümmeti de çıkıyor.
“Ha geldik ha gelecektik!”
Sular başlıyor.: “Huuuuuuuu!.”
Onlar içinde.: “Vay noluyor, noluyor?.”
Bir karmakarışık oldu. Çırpıntı..

Nerede o inananlar.
Aha öyle inan. Sen inan!.
Bu Kur’ÂN-ı Kerimde, Rasûlullah’ın Sallallahu Aleyhi Vesellem’in hadislerinde öyle sözler vardır ki.
Geceye söylesen gece, gecelikten çıkar oğlum!.
Sen ne konuşuyorsun!.
Bir Hadis-i kudsî de Cenâb-ı ALLAH diyor ki.:
“Aha o Rasûlun NÛRu, AhMedin NÛRunu, AhMed’in RÛHunu, Yüzümün NÛRundan halk ettim!” diyor Cenâb-ı ALLAH.
MuhaMMedin NÛRunu Yüzümün NÛRundan halk ettim!.” diyor.
“Efendim ALLAH’ın Yüzü ne imiş?”
Sen daha Rasûlullah’ın Yüzünü bilmiyorsun.
Her yerde hazır ve nazır.
"ALLAH’ım RÛHumu kendi Kendi Yüzünün NÛRundan halk etmiş!.
Bu hadis-i kudsî..
“Ben Peygamberimin RÛHunu Kendi Yüzümün NÛRundan halk ettim!.” diyor Hadis-i Kudsîde.
Bunun üzerine Rasûlullah da hadiste buyuruyor ki.: ALLAH önce RÛHumu yarattı!.” diyor.
“Hiçbir şey yaratılmadan ALLAH ilk önce Benim RÛHumu yarattı.” diyor.
ALLAH ilk önce KALEMi yarattı.” diyor.
ALLAH ilk önce AKLı yarattı.” diyor.
“Üç şeyi yarattı.: RÛHumu yarattı, KALEMi yarattı, AKLI yarattı!.” diyor.
Demiyor ki.: “İlk önce RÛHumu yarattı!”
Yine diyor.: “İlk önce KALEMi yarattı, ilk önce AKLI yarattı!."
Hepisi birden şöyle “lupp!.” diye üçü birden mi çıktı.
Üçü birden çıktı.
“Yaa, ALLAH öyle çabucak yaratmaz. Dünyâyı bile altı günde yarattı.” diyor.

Cemâat iyi dikkat et!
ALLAH önce NÛRumu yarattı. ALLAH önce KALEMi yarattı. ALLAH önce AKLI yarattı!”
“Hepsi birden yaratıldı!” demek.
ALLAH önce KALEMi yarattı.” demiyor.
“İlim BENimle yazıldı!.” diyor
“Benimle yazıldı!.”
“Allemel'İnsÂNe mâ lem ya'lem.”
ALLAH önce AKLı yarattı, her şeyi idrak için bana AKIL verdi.” diyor.
Sen zannediyorsun ki.
Bir NÛR yaptı, getirdi sonra AKLı soktu içine, ondan sonra benim ağzı da soktu bu.. Torba değil bu!.
Haaa RÛHu yaratır yaratmaz.
RÛHunan AKILı ve KALEMi yarattı.
Bu günkü gibi serseri, anlamayanların AKLına sokmak için KALEM diyor KALEM!.
Onun için Rasûlullah’ı Sallallahu Aleyhi Vesellem’in ALLAH’ın Yüzünün NÛRundan halk edilir edilmez;
O NÛRun içindeki olan İLİM,
O NÛRun içindeki olan idrak, AKIL bütün ESMÂ birlikte yaratıldı.

O halde, Cenâb-ı Salallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz, doğrudan doğruya ALLAH’ın Hüccetinden geçmiş, küçülmüş küçülmüş bize gelmiş Cenâb-ı ALLAH’ın Esmâlarının AYNAsı bir Zât-ı Muhteremdir.. Anladın mı?
Mü’min de, ondan kıvrılmış kıvrılmış kıvrılmış kıvrılmış aha bu hale gelmiş.
Onun için bütün bağlar kopacaktır Kıyamete yakın.
İslâmların elinde bir bağ kalacaktır =>NAMAZ..
Yâni =>BEN’len olan irtibâtınız.”
O ->oraya, o ->oraya taa =>SANTRALa.
Aha bu NAMAZı bırakırsan SANTRAL kesilir.

Bu işte hadis.
Yani.:AhMed’in RÛHunu Kendi Yüzümün NÛRundan yarattım!.” hadis-i kudsî.
İkinci Hadis.: ALLAH önce RÛHumu, KALEMi, AKLı yarattı.”
Bu iki hadisten bir şey murad edilmiştir.
Bu da Hakikat-ı MuhaMMedîyye.
Hakikat-ı MuhaMMedîyye denilen İslâmdaki şey, aha bu demek. Bunu murad etmek istemiştir.
Onun için.:Hakikat-ı MuhaMMedîyye nedir Yâ Rasûlullah?" dedikleri zaman.:
“Ben =>ALLAH’tan, mü’minler de =>Benden!!” demiş.
“Ben =>ALLAH’tan, mü’minler de =>Benden."
Sonra RÛHları ->Esfel Âlemine indirmiş.
Yüzünün NÛRundan halk ettiği NÛRun gitmesini riyâzesini ALLAH onları Esfel Âlemine indi.
Tîn Sûresinde.. Esfel-i sâfilîn.
Esfel-i sâfilîn cehennem değil oğlum yaa, cehennem.
“Esfel-i sâfilîne git! =>Tepeden aşağıya inmek.” demek.
Tepeden aşağıya inmek.
Kürsüden yere inmek.
Havadan paraşütle aşağı atlamak.
Gaybe hu..
Yukarıda halk..

Çok iyi bişey anlatacağım size de bu malzemeyi topluyoruz.
Konserve kutusunu daha açmadık. İçinde bakalım ne var?
İnsÂN yemekten oruçludur, bizde de bir şey öğrenmekten oruçludur.
Hepimiz oruçluyuz işte, akşama bişey yiyeceğiz dur bakalım.
Yukarıdaki Yuva =>Sultanîye Mertebesi.
Sultanlara mahsustur. ALLAH’a mahsustur.
Esfel-i sâfilîne inen Pişmanî olur.
Yâni Dünyâya inen Dünyâya inen cesedin içindeki, içimizdeki RÛH.
Aha içimizdeki RÛH. Anladın mı içimizdeki RÛH.
Aha biz de ellerimizi kaldırıyo, konuşuyoruz.
O Pişmanî RÛH, Pişmanî RÛH.
Sultanî RÛH yukarıda!
İşte Pişmanî RÛH =>Esfel-i sâfilîne geldi.
Daha konuşuyorsun işte!..

Ondan sonra =>ALLAH, RÛHundan üfüledi. =>İnsÂNın cenâzesi de nefh etti olur.”
Adam kalktı, aha cesedlerimiz kaldı.
Sultanî RÛH yukarıda.
Deminki Âlimin okuduğu ne idi İslâmlara idi.
Sultanî RÛHnan bu Esfel-i sâfilînde bulunan Pişmanî RÛHu birleştirmek için kafanızı secdeden kaldırmayın!.
Onun için.:
“Ben =>ALLAH’tan, Mü’minler de =>Benden” diyor.
Aha onu birleştirdiğin dakika da “pırrrrrr!.” uçtun gittin.
Pişmanî RÛHu =>Sultanî RÛH’a =>Ordaki RÛHa kabul ettirmek için temizlenmek lâzım.
Yalan söylememek lâzım.
Şunu söylememek lâzım.
Bunu söylememek lâzım!.
Söylersen demin dediğim gibi zeytin yağınan suyu karıştırırsın. Kandil yanmaz oğlum!.
Bu kandili yakabilmek için bu temizliği elde etmek lâzım.
Yandı mı, o halde Yüzünün RÛHunu =>Yüzünün NÛRundan halk eden Cenâb-ı ALLAH’a Hazreti Rasûli Sallallahu Aleyhi Vesselleme. Rasûlullah da.: “Ben =>ALLAH’tan, Mü’minler de =>Benden!.” dedikten sonra Pişmanî RÛH =>Pisliklerden arınıp da =>Sultanî RÛHa çengelini taktıktan sonra daha ne korkuyorsun!.

Tayyareden İnsÂNı paraşütle atarken bir ip vardır orada.
Tayyareye bağlı.
Herif boşluğa düşer düşmez belki çıldırır diye muayyen bir müddet çıktıktan sonra ipi kesemez diye Tayyareden “lapp!.” diye atarlar onu.
Sen de son nefesine geldi mi.
Sultanî RÛHa katıl!. Sen hele katıl bakım!.
Bütün hücrelerin =>”Lâ İLâHe İLLâ ALLAH!.” demeğe başlar.
“Sen baakma Efendim. Sen ne dersen de ALLAH nâsib ederse!.”
Ulan secdeye nâsib etmiş ALLAH seni.
Bu kadar, 45 sene seni Secde-yi Rahmâna hulus-i kalb ile, ama deminki dediğim gibi;
Riyâ yok. Yalan yok. Gıybet yok. Dedikodu yok!.
40 sene yap ondan sonra son nefeste senin Şeytanın rezil etsin seni?.
“Nasıl edermiş ALLAH yavv!.”
“Gel bana!.” diyor. “Gel bana!.” diyor.
RÛHun aşağıya indi mi.:
“Sonra ulan bunlar şaşırırlar!” diyor.
Semâdan Kitaplar gönderir aşağıya.
Kitaplarda neler var?
Yazılar var. Aha demin bir tanesini okudum. Namazda okuruz.
Yukarıda Hakikat-ı Rasûlullah dedik değil mi anlattık onu anladınız.
Aha bak şunda şunda bir parıltı var. Değil mi bak şöyle korsan bu yansıyor aha bu.
Bu hakikatta da bir parıltı vardır.
O parıltı laflar =>Kur’ÂN-ı Kerimdir.
O parıltıya dikkat edersen iki yönlü rengi vardır.
Birisi şöyle demin bu güzel şuyunu idrak edip bana yanaşması için yapılması lâzım olan haritadadır.
Gül Dağı’na gideceksin harita çızmışlar vermişler eline.
Güneye doğru sol taraftan gideceksin.
Bu kadar kilometre. Haritaynan gidilecek.
Pusulan da var elinde değil mi?
Yolu bilmek lâzım haaaaaa!.
İşte o Hakikat-i Rasûlullahı MuhaMMediye Sallallahu Aleyhi Veselleme vâsıl olabilmek için harita =>Kur’ÂN-ı Kerim’in içinde.
“Eee ben o haritayı göremedim!.”
Sen göremezsin haritayı.
Şeyinen gelir nerde harita..
Aha gizlenmiş git, hazineyi bul!
Yağma vardı. AKLına sokuşmuş.
Bu Harita =>Dış Âlemimizin =>DÜZENini sağlar.
Oda Şeriat işte. Şeriatı.
Bu haritaynan Hakikat-ı MuhaMMediye’ye vasıl olabilmek için haritası ŞERİAT..

Resim

Sidre.: Ağaca teşbih edilen, yedinci kat gökte bir makam ismi.
Sidertü’l- Münteha.: Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam.
Fütur.: Yeis. Ümidsizlik. Usanç. * Zaaf. * Keder, gam. * Gevşeklik.
Hüccet.: Senet. Vesika. Delil. Bir iddiânın doğruluğunu isbat için gösterilen resmi vesika. * Şâhid.
Esfel.: En sefil, çok sefil, en alçak, en aşağı, çok fenâ.
Sâfilîn.: En sefil, çok sefil, en alçak, en aşağı, çok fenâ.
Sefillerin en sefili. Cehennem'in en aşağı tabakasındakiler.
Rezil.: Alçak, adi, utanmaz, hayâsız, soysuz..
Nefh.: Üflemek, şişmek, üfürük. * Kaba kuşluk vaktine varmak.[/color]
Riyâze.: Nefsi kırma. Fani şeylerden nefsini çekerek kanaat içinde yaşamak. * Bir hastalıktan dolayı veya nefsini terbiye maksadıyla çok yemek ve içmeyi terkederek faydalı fikirlerle, ibadet ve ilimle meşgul olmak. Az gıda ile yaşamak. * İdman..
Hulus-i kalb.: Kalbden, gönülden, içten samimiyet.
Şe’n=Şe’ÂN.: İş, yeni olan hal. * Şan. * Tavır. * Hâdise. * Vâkıa. * Kasdetmek. * Emr ü hal..
Şuyun.: İşler..
Hazine.: Define. * Kıymetli şeyleri saklayacak sağlam yer..
Vâsıl.: Ulaşan, erişen, kavuşan. Hakka vâsıl olan..
ŞERİAT.: Doğru yol. Hak din yolu. * Büyük ve geniş cadde. * Nur, aydınlık, ışık. * Kur'ÂN-ı Kerim ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın târif ettiği ve bildirdiği yol. ALLAH celle celâlihu tarafından Peygamber Aleyhisselâm vâsıtasiyle vaz' ve tebliğ olunan hükümleri hâvi İlâhî Kanunların Hey'et-i Mecmuası. Şeriat, aynı zamanda DİN mânâsına müsta'meldir ki, Ahkâm-ı Asliye denen i’tikadiyâtı ve Ahkâm-ı Fer'iye denen ibadet, ahlâk ve muâmelât yâni, İslâm Hukukunu ihtivâ etmektedir..

Resim

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem .: ALLAH celle celâlihu .: “Yere göğe sığmadım, ancak bir mü’min 'in gönlüne sığdım!.” buyurdu.
(Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Beyrut 1985; Sadreddin Konyevi, 40 hadis, sy 82 vahdet Yayınl. İst)

Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh Oğluna ölümü sırasında demiştir ki.: "Oğulcuğum, başına gelecek olan şeyin asla atlatılamayacağını, kaçırdıklarını da yakalayamayacağını bilmedikçe sen, imannın hakikatının tadını asla bulamazsın. Zirâ ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim.: "ALLAHın ilk yarattığı şey kalemdir. Kalemi yarattı ve: "Kıyamete kadar olacak şeylerin miktarlarını yaz!" dedi." "Oğulcuğum, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan şunu da işittim: "Kim bu inanç dışında olarak ölürse benden değildir."
(Ebu Davûd, Sünnet 17, (4700); Tirmizî, Kader 17, (2156))

Resim---Câbir radiyallahu anhu.: “Yâ Resûlullah!. Anam-babam sana fedâ olsun, ALLAH’ın her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?” diye sordum. Şöyle buyurdu.: ”Ey Câbir! Her şeyden önce ALLAH’ın ilk yarattığı şey senin Peygamberinin Nûrudur. O nûr, ALLAH’ın Kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh, ne Kalem, ne Cennet, ne ateş/Cehennem vardı. Ne Melek, ne Gök, ne Yer, ne Güneş, ne Ay, ne Cin ve ne de İnsan vardı.
ALLAH mahlukları yaratmak istediği vakit, bu nuru
DÖRT parçaya ayırdı. Birinci parçasından Kalemi, ikinci parçasından Levh’i (Levh-i Mahfuz), üçüncü parçasından Arş’ı yarattı. DÖRTüncü parçayı ayrıca DÖRT parçaya böldü: Birinci parçadan Hamele-i Arşı (Arşın Taşıyıcılarını), ikinci parçadan Kürsî’yi, üçüncü parçadan diğer Melekleri yarattı. DÖRTüncü kısmı tekrar DÖRT parçaya böldü: Birinci parçadan Gökleri, ikinci parçadan Yerleri, üçüncü parçadan Cennet ve Cehennemi yarattı. Sonra DÖRTüncü parçayı yine DÖRTe böldü.: Birinci parçadan Mü’minlerin basîret nurunu/iman şuurunu, ikinci parçadan -marifetullahtan ibaret olan- Kalblerinin nûrunu, üçüncü parçadan Tevhidden ibâret olan Ünsiyet Nûrunu ( İLâhe iİLLâ ALLAH MuhaMMedu’r- ResûLuLLAH Nûrunu) yarattı.” buyurdu.
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibbân, El İhsân XIV-312/6404; Kastalanî, Mevâhibü'l-Ledünniye: 1/6; Krş. Aclunî, I/262-6)

Resim

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
“İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ.: Muhakkak ki BİZ, sana apaçık bir fetih verdik.” (Fetih 48/1)

عِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى
“İnde sidreti’l- muntehâ.: Sidretü’l Münteha'nın yanında.// Sidre-i Müntehâ’nın, büyüklüğü, güzelliği, kokusu ölçüsüz Sidre ağacının bulunduğu, AKIL ölçülerinin, çirkinliğin bittiği, nihaî sınırın yanında görmüştü.” (Necm 43/14)

ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ
“Summe redednâhu esfele sâfilîn (sâfilîne).: Sonra onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik).” (Tîn 95/5)


اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ
الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ
عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
“Ikra’bismi RABBikellezî halak (halaka).
Halaka’l- insâne min alak (alakın).
Ikra’ ve RABBukel ekrem (ekremu).
Ellezî alleme bi’l- kalem (kalemi).
Alleme’l- insâne mâ lem ya’lem.:

Yaratan RABBinin İsmi ile oku.
İnsanı bir alaktan (embriyodan- aşılanmış yumurtadan) yarattı.
Oku ve senin RABBin, sonsuz Kerem Sâhibidir.
Ki O, kalem ile öğretti.
İnsana bilmediği şeyleri öğretti.."
(Alak 96/1-5)



M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..

Resim

Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1190
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: MÜNİR DERMAN SOHBETLERi..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

MÜNİR DERMAN (ks)

SOHBETLER.: VIII

Doğruluktan ayrılmaz, yalan söylemez, midene haram sokmazsan gençliğinde de başlarsan => seni ihtiyârlığında bırakmaz.
Bu hal sıhatte kalmanın dinç ve faziletli olmanın sırrı budur.
Öyle Hakiki Müslümanlar vardır ki 80 sene yaşamış adam.
Seksen sene başı ağrımamıştır.
ALLAH’a takmış kancasını be birâder!..
Biz ALLAH’ı göklerde arıyoruz.
Şah damarımızdan daha yakın.
Çünkü kendimizi göremiyoruz.
Kendimizi göremiyoruz!..

Bu dem birtakım mırıltılar ediyor bu Adam diyeceksiniz.
Bu sözleri herkes söyler.
Söylenmeyenlerin veya söylenemeyenlerin esrârı, bu söylediklerimde gizlidir.
Arar bulursan onlarda çok iş vardır.
Sözlerimiz teleskopla, laboratuvar âletiyle değil başka bir şeyle anlaşılır.
Çünkü öyle sesler vardır ki kulağımız alamaz..
Bu güzel sözleri duyacak, aks-i sedâ yaptıracak adam aramaktayız. Hani dağa gidersin.: “Mehmet!.” diye bağırırsın “Mehmet!.” sesin gelir.
Haa öyle Adam aramaktayız.
Sende koku var. Koku koku!.
Vücudunda koku var!
Bu kokuyu alman için aksettirecek NÛRlu bir AYNA ara!.
Kendini görmen için nasıl bir AYNA arıyorsan onun gibi bu da.
AYNA olmadan kendini göremezsin.
Sende gizli Güzel Esmâları sana gösterecek birini bul.
ALLAH’ın El BEDİ’ Esmâsı var.
Er RAHMÂN Esmâsı var.
Es SABÛR Esmâsı var.
Eş ŞEKÛR Esmâsı var.
Eş ŞİFÂ her Esmâ sende var.
Onların menevişlerini çıkar yukarı.
Buğdayı ekersin bilirsin ondan sonra çıkmaya başlar.
Diyeceksiniz ki.: “BuL ara!.” diyorsunuz.
“BuL ara!.” diyorsunuz.
Evet “BuL ara!.”
Uzakta değil yakında.
Kıldığın Şeriat Namazı=>Kalb Namazıyla birleştirdiğinde dakikâ da bunlar çıkar.
Daha Şeriat Namazını kılamıyorsun.
Kılamıyoruz işte aha diminden beri mırıldanıp duruyoruz.

Neyse Azîz Cemaat;
Böyle birbirimizi biraz hırpaladık bitti bu!..
Şimdi vaaza başlayalım.
Bunlar maalesef bize lâzım.
Yarın hepimiz aynı zaman haşr olacaksın.
Olduk. Geldiler.. Hesap!.
Sen de oturdun.. hesap görüyoruz.
Yan yana düşeriz.
Haaa yan yana düşeriz!
Âhirette ALLAH düşürür.
“Amca ne yapacağız!” diyeceksin.
Baktık, “Huuu!.” Kıyamet gidiyor ortada.
Hatırlayacağız gibi.
“Yahu şu şöyleydi. Sen niye söylemedin bana!.” diyeceksin.
“Yav bunu söylesöydin de böyle!.”
Ulan ben söyledim ama sen yapmadın!.
Şimdi anlaşılmaz Ağamşimdi anlaşılmaz!..
Yarın toz duman kalktığı zaman bu namazlar, bu bilgilerin hepisi mezar kapısında kalır.
Tiğ-i teber gideceğiz o tarafa.
O tiğ-i teber üzerinde ne kalırsa.
Mezarda silkineceğiz böyle.
Hani köpekler SUya atlar da daha Sâhibine gelmeden şöyle bir silkinir. Üzerinden o yaşları maşları alır.
Bir iki adım gider bir daha silkinir. Bir daha silkinir.
Mezarda hep silkineceğiz!.
Bu namazlar niyâzlar falan hepsi ortada kalacak.
Hiçbir şey kalmayacak.
Senin içinde ne kaldı bakalım!.
Bu seni temizledi mi?. Esmâları temizledi mi?.
Onu ararlar onu. Onu ararlar!.
Onun için birbirimizi ikâz etmek mecburiyetindeyiz.
DUÂ ediyoruz.
İmam Efendi okudu, şeyi.
Çok dikkat edin!. Bakıp da görmüyorsunuz siz.
Ne diyecek bu herif görürsünüz.
En aşağıya içimizde en genci 10 senedir namaz kılıyor.
Yaşlısı da 50 senedir namaz kılan var içimizde.
Müezzin Efendi namaz başlamadan evvel.: “Kulhü Vallahu” okur.
Ondan sonra en sonunda.: "lillahi’l- fâtiha” der.
Hepimiz bir salâvât getiririz Elham okuruz.
Kime okuyorsun bu Elhamı, cenâze mi var?
İmam Efendi okudu Mihrabiye DUÂsını :
“Subhâneke RABBike RABBi’l- izzeti amma yesifun ve selâmün ale’l- mürselin velhamdulillahi rabbi’l-âlemin el fâtiha!.” dedi.
Fâtiha okuyorsun. Kime okuyorsun bunu?.
Farkında mısın 50 sene haa!
Kime okuyorsunuz soruyorum size?.
Sor istediğin Hocaya sor.
En Âlim dediğine sor.
Bu, Kitapta yoktur!. Bu, Kitapta yoktur!..

Dışını temizlediğin zaman içinde yazılıdır bu lisân.
“Yâ RABBî!
Ben bu Kur’ÂN’ı duydum,
Namazı kıldım, şunu yaptım, bunu yaptım.
Anlamıyorum ama. Şu dilden anlamıyorum ama.
Bunda ne varsa ben bunları kabul ettim Yâ RABBî!.
Kabul ettim Yâ RABBî!.
Onun için bunun hürmetine SENin bana hediye ettiğin bir DUÂ var ya!.”

Haa nedir?
Elhamdulillahi RABBülâlemîn.
Âlemlerin RABBına hamd olsun.
Âhiret Gününün sâhibidir. Ona kulluk ederim ben!
Yâ RABBî!
Beni doğru yoldan bilmem neden ayırma!.”

Kendin için o Fâtiha, kendin için!.. O Fâtiha kendin için!
Havaya gitmez onlar.
Ama bir cenâze için “Lillahi el fâtiha.” o öbür tarafa gider.
Onu kendimiz için okuyoruz.
Ama kendimiz için okuyorsak o Fâtiha’nın gideceği yeri.

Evde güzel İslâmi Levhalar var.
“Bismillâhirrahmânirrahîm.”
“Lâ İLâhe İllâ ALLAH.”
“El Rızkı alâ ALLAH.”
“El Kâsib HabîbuLuLLaH.”
“İnna fetahnâ leke ve fethe’m- mübinâ”

Evlerimizde vardır bir çok âyetler değil mi bazılarının var.
“İnnehu min süleymâne innehu bismillâhirrahmânirahîm.”
Güzel Levhalar vardır.
Bunları en güzel odaya asarsın.
Mutfakta mı asacaksınız. Hâşâ sümme hâşâ!.
Helânın kapısına niye asmaz. Asamazsın!.
O halde o Fâtihayı kendine okumak için kendi içini temizliyeceksin!.
Namazı kılamıyoruz. Ondan sonra kendimize Fâtiha okuyoruz.
İşte o okuduğun hakiki Fâtiha yerine şey ederse âhirete kolunu sallaya sallaya gidersiniz Azîz Cemaat!.
Sallaya sallaya gidersiniz. Sual bile sormazlar. Müslümanlık bu..
Onun için Kur’ÂN-ı Kerimde Resûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin kendine hitâb ederken ALLAHu Lem-Yezel.:
TâHâ=>Rasûlullah Efendimize!.
TâHâ.:Yâ Rasûl!.” demek.
El Müddesir. Üstünü örtmüş..
El Müzemil.
Yâ-Sîn..
Hep Cenâb-ı Peygamberin =>AhMed, MahMud, muhtelif yerlerde Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesselem’in İsminden ona öyle hitâb ediyor.
Yalnız bir yerde Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin İsm-i Mübârekini söyler Cenâb-ı ALLAH.
MuhaMMed Rasûlullah” diye.
“İnna fetahna leke ve fethe’m- mübinâ” âyetinin, Fetih Sûresinin en son uzun âyetinin başında.
Yalınız bir yerde Cenâb-ı Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in İsm-i Mübârekiyle Cenâb-ı ALLAH şey ediyor.
Hitâb ediyor Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e.
Onun için Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vesellemi memnun etmemiz gerekir.
İki de bir abdestli olmadan Mübârek İsmini ağzına alma Oğlum!
Ağzına alma!.
Ağzına almak lâzımsa “Rasûlullahu Sallallahu aleyhi vesellem" al!.”
Ancak abdestliyken “Mim” ile başlayan İsmini ağzına al!
Bu çok ince bir hisstir.
Söylenemez. İçinde yazılıdır..
Sokakta, At Pazarı’nda bilmem nerde, Hacı Efendi tutuyorlar el ele.: “ALLAHümme salli alâ MuhaMMedin ve ala âl-i MuhaMMed!.” diyor. Eşşeğin yanında.
Eşek de afedersiniz abdestini ediyor.
Söylemeyin ALLAH Rızası için bunu.
Abdestliyken içinden söyle, içinden söyle.
Gösterişe lüzum yok!. Her şeyin gizlisinin kıymeti vardır.
Onun için içinden abdesti gez Ağam da Cenâb-ı Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Veselleme Salâvât-ı Şerife getir.
“Efendim hangisi Salâvât-ı Şerifelerin en güzeli?”
Salâvât-ı Şerifenin güzeli, kötüsü yoktur.
Efendim Salât-ı Nârîyye, Salât-ı Fethîyye 80 türlü bu çok kuvvetliymiş.
“Efendim bunun on bin tane Salâvât-ı Şerifeye kıymeti varımış.”
Bir çok yazar öyle kitablar çok.
Felân Efendim şöyle siz Salât-ı Fethîyye'yi okursan otuz bin Salâvât-ı Şerife yerine geçer.”
“Peki otuz bin Salâvât-ı Şerife geçiyorsa Efendi Hazretleri ya ötekini niye söyleyeyim, onu söyleyim çıkıyım!.”
Aklınıza hangisi geliyorsa Efendim.
“ALLAHümme salli alâ MuhaMMedin ve alâ EHLi Beytihi MuhaMMed!.” bitti bu kadar. İçinden temiz yerde.
Onun için Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellem diyor ki.:
DUÂ eden kimse.”
Rasûlullah’ın Hadisleridir bu söylüyeceğim.
İbni Tabarânî ve İbni Mesud’dan.. En kuvvetli hadislerden.
DUÂ eden kimse ALLAH’a ellerine kaldıran insan Peygamberine salât etmedikçe DUÂ perdeli kalır!.” diyor.
Dergâh-ı İlâhîye’ye icâbet vaki’ olmaz.
O halde Fâtiha okuyacaksın DUÂ edeceksin.
“Vemâ erselnake inla rahmetenlil âlemin” dedi Müezzin Efendi kaldırdık ellerimizi.
“ALLAHümme salli alâ MuhaMMedi ve alâ âlihi seyyidinâ MuhaMMed!” oraya bir defâ kapıyı açacaksın bunu diyeceksin.
“Her DUÂ semâya çıkmaktan men’ edilmiştir.” diyor Cenâb-ı Peygamber.
“Ancak BANA Salât-ü-Selâm olursa DUÂnız yükselmeye başlar!.”
Onun için bunda soytarılık yoktur.
Hemen DUÂya başlayacağı zaman Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vesellem’e bir Salâvât-ı Şerife getireceksin.
Yani ilk defâ gelir gelmez manüpleyı açacaksın.
Çekeceksin telsizi oraya.
“Yâ Rasûlullah ben ALLAH’a DUÂ edeceğim aman sen bilin!.”
O demektir.
Manüple kapalı. Bursa Hattı kesik sen Bursa’yı arıyorsun.
Ara işin yoksa!
Namazda da Mi’rac-ı Mü’minindir namaz.
Namazdan çıkmak için İmâm Efendidir=>Manüple.
Ondan evvel secdeye gidersen.
Yatar kalkarsın hayvan gibi. Olmaz o!.
Manüple, o’nda o’nunla gideceğiz Efendiler.
Rasûli Sallallahu aleyhi vesellem’in yine bir hadisi Taberânî, İbni Mesud’dandır.
“Yanında diyor bir adamın yanında Ben anıldığım zaman Benim İsmim geçtiği zaman Bana salât-ü selâm getirmeyen kişinin burnu yere sürünsün!.” diyor Cenâb-ı Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem..
Bu demektir.: Benim NÛRumdan var sizde. Benim İsmim anıldığı yerde sizin içinizde Benden olan NÛR var ya!. O’na selâm verin!.” demektir.
Temiz tut kendini.: “Burnu yere sürünsün!.” diyor.
“Kim Bana salâvâtı unutursa, salât-ü selâm getirmeyi unutursa ona CeNNetin Yolu da unutturulur!.” diyor Cenâb-ı Peygamber Hadis bunlar. İnsan lakırtısı değil!.
Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellem’in Hadisi Şerifleri.
İster inân, ister inânma!.

O halde her İslâma Salâvât-ı Şerife farzdır haa farz!
“İnnallahu ve melâiketihu yüsallune alennebiyyi ya eyyuhellezine amenu salli aleyhi ve sellimu teslimâ!”
İşte âyet-i kerime.
Yalnız, ömründe bir defâ getiren bu farzdan kurtulur.
Ömründe bir defâ “ALLAHümme salli alâ MuhaMMedin ve alâ âl-i MuhaMMed!” dedi mi bu âyet-i kerimeye göre Salâvât-ı Şerife farzından kurtulursun.
Kurtuldu!
Yalınız müslümsen eğer Salâvât-ı Şerife getirmek sana vâcibtir. Müslüm ne demek?
İslâm ne demek?
İslâm.: “Ben İslâm oldum!.” demek.
Müslüm.: “Kafasını secdeye koyan.” demek.
Teslim olmuş o da İslâm demek.
“İslâmım Elhamdulillah” tamam oldu.
Nüfus kağıdında “Hanifi, Hanbeli, Şâfi” ne yazarsa.
“Efendim ben İslâmım Elhamdulillah!.”
İyi oldu iyi hayırlı olsun!
O bir defâ ömründe Salâvât-ı Şerife getirmek farzdır insana. Müslüme Salâvât-ı Şerife vâcibdir Oğlum!
Onun için namaz kılanlara Cenâb-ı Peygamber bunlara haber vermeden yaptırıyor bu vâcibi.
Ettehiyâti biter.:
ALLAHümme salli alâ seyyidinâ MuhaMMedin ve alâ âl-i seyyidinâ MuhaMMed kemâ salleyte alâ İbrahim ve alâ âl-i İbrahime inneke hamidün mecîd!
ALLAHümme bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin ve alâ âl-i MuhaMMed kemâ bârekte alâ İbrahime inneke hamidün mecîd!.

İşte bunlar Salâvât-ı Şerife bu vâcibler de böyle yapılır.
“Ama ben daha başka yapacağım!”
Abdest al sokakta giderken, söyle dur, söyle dur!
Söyle içinden ama başkası duymasın.
Gösteriş olur!. Gösteriş olmasın!.
Salâvât-ı Şerife diyip de geçmeyin haaa!
Öyle telsiz vasıtasıdır bu kiiii!.

Bir gün Ahmedi Rufaî Hazretleri ile Abdulkadir Geylanî Hazretleri oturuyormuşlar. Bir duvarın diminde çölde.
Genç bir çocuk geldi yanlarına 18 yaşlarında felân.
Demiş.: “Amuca, siz şeyh misiniz?.” demiş.
Abdulkadir Geylanî celâllî. ALLAH şefâatini nâil eylesin!
Hazreti Rufaî de mülâyim böyle.
“Şeyhiz ya!.” demiş.
“Siz demiş hani böyle, bazı şeyler yaparsınız, işte kerameti anlatacak.. Hani şöyle hiç kimsenin yapamadığını yapabilir misiniz?”
“Ohoooo ben neler yaparım!.” demiş Abdulkadir Geylanî,
“Neler yaparım ben!.” demiş.
“Peki demiş mâdem yaparsın demiş ben birşey yapıyım ondan sonra da sen yap!.” demiş.
“Peki ne yapacaksın?.”
“Ben demiş bi gizleniyim beni bul!.” demiş.
Çocuktur..
“Peki gizlen oğlum!.” demiş.
Şöyle duvarın arkasına geçmiş çocuk oradan.: “Amuca oldu, Ara beni!.”
Abdulkadir Geylanî kalkmış duvarın arkasında yok. Bir yıkık duvar. Ordan bak, buradan bak.
Hazreti Rufaî bakmış.
“Eee ortada kuyu da yok!. Kaçsa görünecek! Vay anasına yokkk!.”
Abdulkadir Geylanî Gavsîyyet Kuvvetiyle bütün Dünyâyı dönmüş. Bir aramış Dünyâyı.
Yok Efendim yok!. Bir daha bir saat aramış yok.
Hazreti Rufaî Hazretleri de yıldızlara da mutasarrıftır.
“Kardeşim demiş sen bir yıldızlara bak!.” demiş.
Bunlar deli sözleri gibi oldu.
Başkası dinlese.: “Bunlar deli lakırtıları mı anlatıyor!.” der.
Asıl delilik bunları anlamamaktadır.
Hazreti Rufaî, bütün yıldızları dolaşmış. Yok çocuk yokkk!.
İkisi birden üç saat, yok çocuk!.
Nihâyet gelmiş oturmuşlar bulamamışlar.: “Ulaaan iş başkaaa!.”
Abdulkadir Geylanî demiş ki.: “Oğlum seni bulamadık çık bakalım nerdesin?.”
Çocuk, duvarın arkasından çıkmış gelmiş.
Demiş.: “Nerdeydin oğlum?”
“Ben Ravzadaydım!.” demiş. Ravza-yı mutaharada!.
Tâa Bağdattan bir Salâvât-ı Şerife çekiyor,
Çeker çekmez Salâvât-ı Şerifeyi Ravza’ya düşmüş!
Ravza çocuğu emiyor.
Çünkü Ravza’ya İzn-i İlahî olmadan ne bir Melek-i Mukarreb hiç bir şey yanaşamaz..

Sakın terk-i edebden, kuy-u Mahbubu Hüdâ’dır bu!.
Sakın terk-i edebden Kuy-u Mahbubu Hüdâ’dır bu!
Nazargâh-ı İlâhî’dir Makam-ı Mustafa’dır bu!.


Nazar-ı Akdesi İlahîyye her gün Rasûlullah’ın Ravzasına inmektedir. Kimse giremez oraya!.
Hangi Abdulkadir, Hangi Rufaî Hazretleri oraya edeben giremezler.
O halde bir Salâvât-ı Şerife çeker çekmez “Huuub!.” çektiği gibi alıyor.
O çocuk Anasından mı öğrendi.
Hepimiz İslâmız..
“ALLAHümme salli alâ MuhaMMedin ve alâ âl-i MuhaMMed!.”
Çektir dur mırıldanaca. Çek dur mırıldanaca!.
Gece.: “Horul horuuul!.” hayvan gibi uyuyacağına kalk bir de abdest al!. Aç pencereni bak temiz hava.
Yıldızlar pırıl pırıl. Yakında ay çıkacak. Daldır!..
Kıl iki rekat namaz!.
“ALLAHümme salli alâ MuhaMMedin ve alâ âl-i MuhaMMed.
ALLAHümme salli alâ MuhaMMedin ve alâ âl-i MuhaMMed!”

de..
Gidiyor oraya!.
Medine’de Rûh-i Mübârek Rasûlullah.: “Benim ümmetimden birisi gece yarısı kalkmış yahu!. Herkes uyurken nedir bu!.”
Mübârek Ruhanîyyeti GÜLmeye başlar.
Sen devâm et! Devâm et! Devâm et! Devâm et!.
Bir gün seni de çekerler oraya..

Hüsni Ağanın şeyini biliyorsun değil mi anlatmıştım?
Böyle Hüsni Ağalar çok vardır. İçimizde de vardır.
Müslüman cevâhir gibidir hiç belli olmaz. Hırpanî görünür.
Bakarsın içinde deryalar gizlidir. Hiç belli olmaz!.

Salâvât-ı Şerife getirdiğin gibi,
Kur’ÂN da o demin söylediğim.:
“İnnâ fetehnâ leke fethen mübinâ!.”
Sûresinin sonundadır.
“MuhaMMedü’r- Rasûlullah.” diye başlayan bir âyet. Son âyet.
Tercüme edelim şimdi.:
“MuhaMMedü’r- Rasûlullah!.:
MuhaMMed Sallallahu Aleyhi Vesellem ALLAH’ın Peygamberidir!.”
Kur’ÂN-ı Kerim Âyetidir bu..
“Onunla beraber bulunanlar, kâfirlere karşı metiiin, birbirlerine karşı merhametlidir.” diyor ALLAHu zü’L- CELÂL.
“Bu insanların SECDEye kapandıklarını görürsünüz!” diyor âyet-i kerimede.
“Çehreleri yüzlerindeki secde izinden bellidir.”
“Simâhüm fi vücuhihim min eseri’s- sücud.” âyet-i kerimedir.
O, Rasûlullah’ın Ümmetini methediyor.
ALLAH da orada Rasûlullah’ın Ümmetini.
Bu âyet, beş tane satırdır.
Ömründe bir defâ oku ağamm oku! Oku bu âyeti!.
Hem gece yarısı bağırarak oku!
Mahalle.: “Deli!.” desin sana.
Bunu okuduktan sonra bir Hafız Efendi bul, ama Efendi Hafız bul!.
Hafızlar da seksen türlüdür.
Hakiki Hafız olan yalan söylemeyen, haram yemeyen!
“Hafız haram yer mi? Aha ha haa hangisi yiyor be birâder ne diyorsun sen?”
Yemeyenin dimâğı çürümez azîzim mezarda.
Onun içine ALLAH’ın Kelâmını sokmuş Dünyâda.
Kafatasının içinde.. Onun beynine kurtlar çıyanlar hürmeten konmazlar.
Hafızasında Kur’ÂN Âyetlerini hakiki hıfzetmiş de onu hiç zedelememiş insana sual de yoktur!.
“Ama nerdedir?”
Siz benden daha iyi biliyorsunuz.
Yukarıda Hacı Kadir Efendi vardı bilirsiniz.
Buralı olanlar bilir. Hacı Kadir Efendi.
Hamamı da vardır burda.
Evvelki sene onun Hanımı hastalanmış beni çağırdılar gittim.
Oraya hizmet eden bir Kadıncağız da var.
Hanımcağız kadın.: “Doktor bey bir şey soracağım size!.” dedi.
“Buyur dedim Hanım sor!.” dedim.
“Benim dedi Kocam öldü!.” dedi.
“Bu Hacı Kadir Beylerin yanında çalışıyorum, ayda 50 lira veriyorlar bana.” dedi.
“Burayı silip süpürüyorum.
Burada dedi felân Caminin Hafızına, İmâmına söyledim ki.: “Benim Kocam için, ben câhilim bir şeyi okuyuver! Hatim getir, Ramazan boyunca!.”
demiş.
“Peki teyze getiririm!” demiş.
“Getirdi Doktor Bey!.” diyor
“Ben bayramdan sonra gittim oraya. Getirdi.” diyor.
“Ben diyor her ay 25 lira yığdım. Buna, tam 175 lira para götürdüm!.” diyor
“Hafız Efendi şunu da al. Zahmet ettin. Helâl olsun!.” diyor
“Yooo, ben bunu almam!.” demiş.
“Tam 300 kağıt vereceksin!.” demiş
“Okuduğum Kur’ÂNı geri aldım!.” demiş.

Aha burdan yalan söylemiyorum Efendim ben!
Ne olacaktı?
Hacı Kadir Efendinin Hanımı dedi ki :
“Zeynep Nene!. Bana niye söylemedin?.” dedi.
“175 mi götürdün? Al götür üzerini 125 lira daha götür ver!.”
Zeynep Nine götürdü verdi.
Biz bekliyoruz orda. Bekledim. Açmadım.
“Verdin mi verdim? Hangi Hafız?”
Bir gece yakaladım ben onu sokakta.
“Oğlum dedim sen utanmıyor musun?”
“Niye utanıyım ne oldu da?.” dedi.
İnkar etti! Bu da hafız!!..
“Bunlar CeNNete gidecek!”
Yok Efendim hangi CeNNete!..
Hangi CeNNete? Hangi CeNNet?.
Hangi CeNNetten bahsediyorsun?..
Onun için Azîz Cemaat!.
Kur’ÂN-ı Kerimde Hakiki bir Hafız Efendi bulun!

Bizim Hafız bilir. İmam Efendi bilir.
Kur’ÂN-ı Kerimde 14 yerde “Elhamdulillahi RABBilâlemin” diye başlayan sûre vardır. 14 yerde.
Bu 14 yerdeki “Elhamdulillahi RABBilâlemininin” yedisi Dünyâ “Hamd”idir.
Dünyâda bulunduğumuz zaman “Hamd” edeceğiz!
7 tanesi de Âhiret Hamdidir.
Yâni şudur 7 tanesi CESEDin için, 7 tanesi RÛHun içindir..
“Elhamdulillahi RABBilâlemin Er Rahmânu’r- Rahîm.
Elhamdü lillahillezi lehu mâ fi’s- semâvâti ve mâ fi’l- ardi..”
Bütün Semâvat ve Yerin ALLAH’ına Hamd Olsun!.
“El hamdü lillahillezi enzele alâ abdihi.” başlayan Âyet-i Kerime vardır..

Resim

Teleskop.: Fr. Gök cisimlerini görmek için kuvvetli dürbün.
Laboratuar.: Tahlil, inceleme yapılan yer.
Aks-i sedâ.: Sesin bir yere çarpıp geri gelmesi. Yankı. Çok evvelden söylenen bir hakikâtın sonradan tekrar edilmesi.
Tiğ-i teber.: bomboş, çırılçıplak.
Lillahi el fâtiha.: ALLAHiçin Fâtiha.
El Kâsib.: Kazanç sâhibi. Kazanmak için çalışan. Kesbeden. Marifet için çalışan.
El Kâsib Habibulullah.: Marifet için çalışan habibullahtır.
El Rızkı alallah.: Rzıkı vermek ALLAH’a aittir.
Men'.: Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek.
Manüple.: Telsiz vs yi açıp kapayan âlet kısmı.
Vâcib.: (Vücub. dan) (c.: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan. * Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan ALLAHın Emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit olmamakla beraber, her halde pek kuvvetli bir delil ile sâbit bulunan şeydir. (Vitir ve Bayram namazları gibi.) * İlm-i Kelâm'da: Varlığı zaruri olup, olmaması imkânsız bulunan.
Farz.: Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur'an-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenâb-ı Hakk'ın kat'i emri.: Şirk koşmamak, imân etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi..
Mülâyim.: Yumuşak. Yavaş. Uygun. Yumuşak huylu
Celâlli.: Çok çabuk kızan kimse.
Keramet.: ALLAH İndinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşerîyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.
Gavsîyyet.: Evliyâullahın başı olmak. Velâyet mertebelerinden yüksek bir makam sâhibi olmak.
Mutasarrıf.: Tasarruf hakkı ve salâhîyyeti olan. Tasarruf eden. Bir işi kendi isteğine göre idâre eden. Bir malın sâhibi. * Eskiden, vilâyetten küçük olan Sancağın en büyük idâre âmiri.
Ravza-yı Mutahhara.: Fahr-i Kâinât Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
Mukarreb.: (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan.
Ruhanîyyet.: Yalnız ruhtan ibaret olan şeyin hali. Ölmüş bir kimsenin devâm etmekte olan ruhi kuvveti. * Ruhanilik.
Nazar.: Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifât. * İtibar.
Nazargâh.: f. Bakılan yer. Nazar edilen yer.
Akdes.: En kudsi. En mübarek.

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ragime enfü raculin zükürtü indehu felem yusallî aleyye.: Yanında Adım zikrolunup da bana salâvât getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün!.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavat 100; İ.Ahmed II/254)

Resim

ESMAÜ'L-HÜSNÂ:

El Bedîü.: Eşsiz, benzersiz, zıdsız güzellikte olan. Benzersiz şeyleri vücûda getirişte benzersiz olan. Sanatkâr-ı Mutlak olup seyrâna seren...Eşsiz, örneksiz ve benzersizliği mutlak olup, mahlükatını da her zerrenin şahsına mahsus eşsizlik, örneksizlik ve benzersizlik kimlik ve kişiliği içinde Ulühîyyeti hakkı olarak yaratma kudretiyle yaratan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Mübdiü.: Yok iken ilk defâ ortaya koyan, icâd eden, yaratan. Zâtının ibtidası ve ilki olmayan. Halkını eşsiz ve örneksiz olarak ortaya çıkarıp aşikâr kılan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Er Rahmânü.: Genellikle merhamet eden ve mahlûkatının tümüne önceden ve şartsız ni'met veren bağışlayıcı, yargılayıcı, yâr muamelesi yapan cümleye Evvelî Rahmân. Âfâkî, vücûdî.. Merhameti zâtına mahsus ve sınırsız olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL. Özdeki "nun" un (Nûrullah) "mim" hakk olup Rübûbîyyet rüyetine çıkış çekirdeği. Koşulsuz ve genellikle tüm mevcûdatına RAHMAN olup hayat için lâzım ve lâyıkı bağışlayan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Es Sabûru.: Çok sabır gösteren, sabbar. Mutlak sabrın sâhibiolan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Eş Şekûru.: Hakka inânıp salih amel işleyen kularına hesabsız sevâb veren ve şükürlerini kabul buyuran ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Eş Şâfi.: Hastaya şifâ veren (ALLAH celle celâlihu). * Yeter görünen, kifâyet eden.

[/color]
Resim

SALÂVÂTLAR:

TÜRKÇESİ.:

ALLAHümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ MuhaMMedîn abdike ve nebîyyîke ve Resûlike ve'n nebîyyi'l-ümmiyyi ve alâ alî seyyidinâ MuhaMMedin ve ezvâcihi ümmühâti'l-mü'minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fi'l-âlemîn İnneke Hamîdun Mecîd.


MÂNÂSI.:

"ALLAH'ım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyi'l-Ümmî'n olan Efendimiz ve Sâhibimiz MuhaMMed (salallahu aleyhi ve sellem)'e ve Efendimiz ve Sâhibimiz MuhaMMed (salallahu aleyhi ve sellem)'in Âilesine ve Mü'minlerin Anneleri Eşlerine ve Zürriyetine ve Ehl-i Beytine ve Sahabelerine ve salât ve selâm eyle!. Efendimiz İbrâhîm (aleyhisselâm)'a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)'ın ailesine âlemler içinde salât ve selâm ettiğin gibi salât ve selâm eyle! Çünkü Sen Hamîdsin-Mecîdsin!. (bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


TÜRKÇESİ.:

ALLAHümme bârik alâ seyyidine ve mevlânâ MuhaMMedin abdike ve nebîyyike ve Resûlike ve'n nebîyyi'l-ümmiyî ve alâ âli seyyidinâ MuhaMMedin ve ezvâcihi ümmihâti'l-mü'minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîm'e ve alâ seyyidinâ İbrâhîm'e fi'l-âlemîn İnneke Hamîdun Mecîd.


MÂNÂSI.:

"ALLAH'ım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyî'l-Ümmî'n olan Efendimiz ve Sâhibimiz MuhaMMed (salallahu aleyhi ve sellem)'e ve Efendimiz ve Sâhibimiz MuhaMMed (salallahu aleyhi ve sellem)'in Âilesini ve Mü'minlerin Anneleri Eşlerine ve Zürriyetine ve Ehl-i Beytine ve Sahabelerine; Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)'a ve Efendimiz İbrâhîm (aleyhisselâm)'ın Âilesine âlemler içinde bereket ihsân eylediğin gibi bereket ihsân eyle! Şüphesiz ki Sen Hamîdsin-Mecîdsin!. (bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)

Resim

SAKIN TERK-i EDEBDEN

Şair Nâbî, Sultan IV. Mehmet döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanı ile birlikte yola çıkar.
Kafile Medine-i Münevvereye yaklaşmıştır.
Vakit gecedir, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize bir an önce ulaşmak özlemi ile Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir.
Fakat kafiledeki Eyüblü Rami Mehmet Paşa, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır.
Hz Peygamberin sallallahu aleyhi vesellem Beldesi’nde edebe aykırı böyle bir gaflet halini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla Kasidesini bir anda irticâlen söyleyiverir.
Kafile şafak vakti Medine-i Münevvereye girmektedir.
Ravza-yı Mutahharanın Minârelerinden Sabah Ezânı okunmaktadır.
Müezzin, ezânın ardından Türkçe bir Kaside okumaya başlar.
Nâbî dikkat eder, okunan, kendi Kasidesidir.
Hemen minârenin kapısına koşar.
Müezzine.: “ALLAH Aşkına, okuduğun bu Kasideyi nereden öğrendin?”
Müezzin şöyle cevâp verir.: “Bu gece rüyâmda Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’i gördüm.
Bana dedi ki.: “Yâ Müezzin kalk yatma! Benim Ümmetimden bana Âşık Bir Zât, Benim Kabrimi ziyârete geliyor.
Muhabbetinden Benim için şu Kasideyi söylemiştir.
İşte bu cümlelerle minâreden onu istikbal et!.” buyurdu.
Ben de hemen kalktım abdest aldım.: “Peygamberimizin İltifâtına mazhar olan Âşık acaba kimdir?” diye düşünerek minâreye koştum. Öğretildiği gibi okudum!”
Nâbî.: “Rasûlullah benim için.: “Ümmetimden mi dedi?” diyerek sevincinden oracığa bayılıp düşer.i
İşte o kaside:

Naat :

Sakın terki- edebden kûy-i Mahbûb-i Hudâ'dır bu,
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ'dır bû..

Felekte mâh-ı nev Bâbu's- Selâm'ın sîne-çâkidir,
Bunun kandîli cevzâ matla-ı nûr-i ziyâdır bû..

Habîb-i Kibriyâ'nın hâbgâhıdır fazilette,
Tefevvuk-kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu..

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i âdem zâil,
Amâdan açtı mevcûdât çeşmin tûtiyâdır bu..

Murâât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha,
Metâf-i kudsiyândır bûsegâh-ı enbiyâdır bu..


Nâbî

AÇIKLAMASI:

Burası ALLAHın Sevgilisinin Beldesidir.
Cenâb-ı HAKk’ın nazar buyurduğu Ravza-i Nebidir.
Bu gökteki yeni ay Bâbü’s- Selâm Kapısı’nın yüreği yanık Âşığıdır.
Ayın kandili Cevza Yıldızı bile ışığının NÛRunu ondan almaktadır.
Burası, ALLAH (celle celâlihu) Sevgilisi’nin ebedî İstirahatgâhının, Türbesinin bulunduğu yerdir.
Ve fazilet bakımından Cenâb-ı HAKk’ın ARŞı’nın bile üstündedir.
Bu toprağın ziyâsından yokluğun karanlıkları ortadan kalktı.
Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı.
Çünkü bu toprak gözlere şifâ veren sürmedir.
Bu dergâha edeb ölçülerini gözeterek gir!.
Çünkü burası Meleklerin tavaf ettiği vePpeygamberlerin tecellî ettiği bir yerdir!..

Âşık Nâbî
( 05.12.1641)- (21.12.1711)


Kendisi, ilim öğrenmek için Şeyh Yakub Halife'ye teslim edildi.
Yakup Halife ona kuzularını gütmekle görevlendirdi.
Birkaç günlük çobanlık ederken; içinden kendi kendine.: “Ben kuzu gütmeye mi, çobanlık etmeye mi geldim? Bir an önce İstanbul'a gidip de ilmi irfan öğreneyim.” diye soruyordu.

Manevî Yönüyle bunu gören Hocası Yakub Halife bir gün onu yanına çağırır.
Hocası.: “Yavrum Yusuf! Seni İstanbul'a göndermek istiyorum!.” der.
“Hocam İstanbul kim ben kimim? Bu kadar okumuş, ilerlemiş talebelerin varken!.””
“Yavrum, sen ilmi doğuştan almışsın!, Yusuf, gözlerinle gözlerime bak!.” dedi ve bilmesi gerekenleri de transfer ediverdi.

24 yaşında İstanbul'a geldi.
Kendisini himâye eden Musâhib Mustafa Paşa'nın ölümü üzerine İstanbul'dan ayrıldı.
Haleb'e gitti. Burada 25 yıl kadar kaldı. Rahat bir hayat yaşadı.
1710'da tekrar İstanbul'a döndü. Çeşitli devlet memurluklarında bulundu.
İstanbul'da ÖLdü.
Döneminde Üstad bir Şâir olarak kabul gördü.
Nâbî, didaktik şiire önem verdi.
Hikemî tarzın edebiyâtımızdaki üstadıdır.
Sağlam bir tekniği ve kusursuz bir dili vardır.
Türk edebiyâtının büyük şâirlerinden biridir.

ESERLERİ:Yayımlanmış “Dîvân”ından başka bir “Farsça Dîvânçe”si,
“Hayrîyye, Hayrabad ve Surnâme” adlarında üç mesnevisi bulunmaktadır..

Resim


وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
“Ve ma erselnake illa RAHMEtel li’l- âlemin.: (Resûlüm!) BİZ SENi âlemlere ancak RAHMEt olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
“MuhaMMedü’r- rasulüllah vellezine meahu eşiddaü ale’l- küffari ruhamaü beynehüm terahüm rukkean süccedey yebteğune fadlem minellahi ve ridvana simahüm fi vücuhihim min eseri’s- sücud zalike meselühüm fi’t- tevrati ve meselühüm fi’l- incil ke zer'in ahrace şat'ehu fe azerahu festağleza festevâ alâ sukihi yu'cibü’z- zürraa li yeğiyza bihimü’l- küffar veâdellahüllezine amenu ve amilu’s- salihati minhüm mağfirâtev ve ecran azîma.: MuhaMMed ALLAH'ın Elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında MERHAMEtlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. ALLAH'tan Lütuf ve Rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. ALLAH böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. ALLAH onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (Fetih 48/29)

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
"İnnellahe ve melaiketehu yüsallune ale’n- nebiyy ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima.: ALLAH ve Melekleri, Peygamber'e çok salâvât getirirler. Ey mü’minler! Siz de ona salâvât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin!.” (Ahzâb 33/56)

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Subhâne rabbike rabbi’l- izzeti ammâ yasifûn (yasifûne). Ve selâmun ale’l- murselîn (murselîne). Vel hamdu lillâhi rabbi’l- âlemin (âlemîne).: Senin izzet sâhibi RABBin onların vasıflandırmalarından (zanlarından) SübhÂN'dır (münezzehtir). Ve gönderilen Resûllere selâm olsun. Ve âlemlerin RABBi olan ALLAH'a hamdolsun.” (Sâffât 37/180-182)

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
“İnnâ fetahnâ leke fethe’m- mübinâ.: BİZ =>Sana doğrusu apaçık bir fetih ihsân ettik.” (Fetih 48/1)

إِنَّهُ مِن سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

“İnnehu min suleymâne ve innehu bismillâhi’r- rahmâni’r- rahîm (rahîmi).: "Bu mektup (peygamber) Süleymân’dandır ve Rahmân, Rahîm olan ALLAH’ın Adıyla (başlamakta)dır." (Neml 27/30)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
“Bismillâhi’r- rahmâni’r- rahîm. El hamdu lillâhi rabbi’l- âlemin. Er Rahmâni’r- Rahîm.: RAHMÂN ve RAHÎM olan ALLAH'ın İsmi ile. Hamd, âlemlerin RABBi olan ALLAH'adır. RAHMÂN'dır, RAHÎM'dir.” (Fâtiha 1/1-3)

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْآخِرَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
“El hamdu lillâhillezî lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı ve lehu’l- hamdu fî’l- âhireh (âhireti), ve huve’l- hakîmu’l- habîr (habîru).: Hamd, göklerde ve yerde olan varlıklar kendisine ait olan ALLAH'a aittir. Ve hamd, âhirette de O'na aittir. Ve O, HAKÎM'dir (hikmet ve hüküm sahibi), Habîr'dir (herşeyden haberdâr olan).” (Sebe’ 34/1)

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجَا
“El hamdulillâhillezî enzele alâ abdihil kitâbe ve lem yec'al lehu ıvecâ (ıvecen).: Allah'a hamdolsun ki O, kuluna Kitab'ı (Kur'ÂN-ı Kerim'i) indirdi. Ve O'nda, bir eğrilik kılmadı.” (Kehf 18/1)


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..

Resim

Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1190
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: MÜNİR DERMAN SOHBETLERi..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

MÜNİR DERMAN (ks)

SOHBETLER : IX


Ve'l- âhireti müttakîn.
Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l- aliyyi'l- azîm.
Es salatallahu seyyidina muhammedin haşimî mubîn ve alâ âlihi ve's-sahbihi ve'l- murselîn.
ve ibadillahissalihin min ve's-semavati ve'l- ardı.
Lebbeyk Allahümme lebbeyk!.


Azîz Cemâat,
Vaaza başlamadan evvel şimdi yolda gelirken iki tane aşağı yukarı benden yaşlı,
Ben yaşlı değilim o kadar,
İki adam giderken biri birinin koluna vurmuşta bastonu düşmüş diye kavga ediyordular.
Burada değil, dışarıda o hatırimâ geldi size de söyleyeyim.
Dünya ne hâle geldi.
Çünkü mukadderdi. Bu olacaktı!..

İçinizde 40-50 yaşında olan 20 yaşındakine benzemiyor yüzü kırıştı saçları beyazladı, kuvveti ve eski çalakiyeti ortadan kalkmıştır.
Bu bir Kader-i İlâhidir.
Çocuklarla ihtiyarlar ikisi de zâti itibariyle birbirine benzerler. Arada bir ortaçağ vardır.
Ortaçağ bitirip de yaşlılık devrine girince İnd-i İlahî’de büyük kıymet kazanır.
Dikkat buyurursanız Peygamberler’de nebîlik 40 yaşından sonra Cenâb-ı ALLAH'tan tebliğ edilmiştir kendilerine.
Yalınız Hz. İsâ essalâtu vesselam bundan müstesnâdır.
Onun istisnası burada söylenecek bir mevzu’ değildir.
Bunu her adam kavrayamaz.
Onun için bu iki yaşlı adamın birbirleriyle kavga etmesi de bir tekâmül icabı Dünyanın bu hale gelmesindendir.
Onun için ne olurdu bunlar birbirleriyle iyi geçinselerdi..

Bunları gördüm de Sallallahu aleyhi vesellem bir gün sahabeleriyle konuşurken yanına bir a'mâ adam girmiş.
Çok gevezeymiş o adam.
Sallallahu aleyhi vesellem, konuşmak istememiş onunla.
"Çık dışarı!" demiş.
Bir "Çık dışarı!" demesinden dolayı "abese vetevâlla" âyet-i kerimesi iniyor Cenâbı Peygamber’e.
"Sen diyor o adamı niçin kovuyorsun!" diyor.
Cenâb-ı Peygamber e hitab-ı ilahi geliyor da Sallallahu aleyhi vessellem nerde görse :
"Merhaba senin yüzünden bana ALLAH dan tehdit gelen adam!" diye çağırırmış…

Onun için azîz cemâa!
Birbirimizle gayet iyi geçinelim.
Bütün Rasûlullah efendimizin hadisi mübareklerini bir teraziye doldurmak imkanı olsa hepisini birden milyarlarca hadisi.
Onun içinde bir hadis vardır onu alıp da bu yan ki göze koyduğumuz zaman öteki bütün hadislerden ağır gelir, milyonlarca hadislerden ağır gelir.
Bizim için söylediği o.
"Din, kardeşliktir!."
En büyük hadisi budur Sallallahu aleyhi vessellem'in..

Kardeşçe geçinenler için Cenâb-ı ALLAH'ın büyük ni’metleri vardır.
Biliyorsunuz her şey "SU" dan yaratılmıştır âyet-i kerime vardır bunun hakkında, SUdan yaratılmıştır.
Her şeyin aslı o halde "SU" dur.
"SU" CeNNet ni’metidir.
"SU" azîzdir.
Dünyada CeNNet ni’meti olarak gözümüzle gördüğümüz, elimizle tuttuğumuz, tattığımız yegane ni’met "SU" dur.
Başka CeNNet taamı Dünyada göremezsiniz.
CeNNetin altından ırmaklar akar, "SU" dur.
"SU" o kadar azîzdir ki Azîz Cemâat her şeyi temizler, kendisi pislenmez.
İşte CeNNet taamı olduğu bundandır..
CeNNette yemek vardır, fakat pisleme yoktur.
Dünya da yegâne CeNNet taamı "SU"dur..

Ve SU o kadar azîzdir ki her şeyi temizler kendisi pislenmez.
SUyun kullananın çok dikkat buyurunuz, SUyu kullananın Mânevî Seviyesine göre SUyu kıymetlendirmesi lâzımdır.
Kullanılmış SU dinde -fıkıhta temizdir.
Fakat temizleyici değildir.
Kullanılan SU temizdir ve fakat temizlemek hassası yoktur.
Niçin?.
"Efendim kuyu altı yandan geldi!"
Ben onları söylemiyorum ben işin esâsını, SUyu tahlil ediyorum.
Kullanılmış SU temizdir.
Fakat temizleyici değildir.
Kullanılan SU pistir.
Kullanılmamış SU temizdir ve temizleyicidir.
Bunu ifâde etmek için söylemiştim.

Buna göre SUya çok dikkat edin!
Bu büyük canlı hizmetine karşı kullanan kimsenin SUya göstermeğe mecbur olduğu bir hürmet meselesi ortaya çıkar.
CeNNet taamı seni temizliyor senin de ona karşı hürmet etmek mecburiyetin çıkar.
O halde bi de elfâz aramak SUlara karşı herkesin hürmet göstererek temiz tutulması içindir.
Bu SU temizdir, şu şudur, bundan abdest alınır, alınmaz hikâyesi SUyun bu azîzliği hizmetine karşı gösterilecek hürmetin ayarlanması içindir.
SUda israf etmemek “SU ni’metine karşı kanaat hasreti ile saygı göstermek teşekkür etmek.” demektir.
Havuzun karşısındasın efendim yine kanaat edeceksin.
Edepsizlik yapmayacaksın.
Kanaat, SUya hürmetsizlik etmesin diye.
Birisi girer SUya böyle başlar çalkalamaya. Kimi çalkalıyorsun.
Hakiki İslâm bunu yapmaz, onu hayvan kılıklılar yapar.
Girer SUya karıştırır SUyu birbirine SUyu.
Güyâ köpük çıkarıyormuş.
“Aaaa âbiii!.”
SUya kıymet vermek lâzım.
SU da HAYy Esmâsı’nın yâni insana canlılık veren Cenâb-ı ALLAH'ın HAYy Esmâsı’nın temizleyici NÛR Halkaları, suç giderici mârifet damlaları, rahmet verici hassaları gizlidir.
Onun için abdest ve gusülde her türlü temizlikte kullanılacak SU miktarı muayyendir..
Öyle teneke teneke SU değildir.
Bunlar âyet!..
Bu söylediğim her âyet, bazı insanlara FARZdır, bazılarına SÜNNEttir, kimilerine de hiçbir şey değildir!
Çok SUsamış bir insan kanarak SU içer kanar.
“Doydum!.” der.
Böööyle çeşmeyi ağzına akıtmaz!.
HAYy Esmâsının Halkaları SU ile vücûduna yayılınca HAYy akseder her tarafına.
Dilde o zaman.: "Hamdulillah!."
“Elhamdullillah”ı SUyun içinden tenin vücûduna giren HAYy Esmâsı’nın dağılması söyletiyor.
İnsan ALLAH'la konuşuyor.
Bu hamdın içinde.: "Oh çok şükür!" ellerde hamd vardır.
SU biter!
Cenâb-ı Peygamber.: "En güzel kâse elindir." der içtikten sonra.
Bakınız cemâat!
Öyle dilermiş sözünü. Bu bu hamddır işte!..
İslâmiyetin sessiz iştaharetli hamdı budur.
Bu hamdın içinde yâni SU içip de o büyük hamdın içinde rahmet mağfiret olmanın herkes tarafından anlaşılmayan nüvesi gibidir.
O girer SUyu içersin.: "Elhamdulillah!" dersin.
O “Elhamdulillah” içerine yayılan HAYy Esmâsından NÛR Halkaları söyletiyor seni. Temizliyor içini.
Çünki hayat SUdan başladığına göre HAYy Esmâsı onunlan giriyor.
Cenâzenin gasl edilmesi cenâzeyi yıkıyoruz.
HAYy Esmâsının tecellî yeri olan vücûdda mağfiret ve rahmet damlalarını kesmek demektir.
Kesiyoruz onun için..

"SU" bulunduğu kabın şeklini alır.
Avucunuza korsunuz avuca, şişeye koyuyorsunuz şişeye...
Anında onun şeklini alır.
SU bulunduğu kabın şeklini aldığına göre bu fizikî bir kanundur yâni Sünnetullah da dahildir.
Rahmet ve Mağfiret SUyun terkibinde vardır içinde.
Nasıl ki şerbette şeker erimiştir, onun içinde de Mağfiret ve Rahmet Damlaları.
Temizleyici vücûdun mânevî şekline göre tecellî eder.
İçtiğin SU yıkadığın kiri vücûdun isti’dadına göre, bazısı soğuk SUyla yıkanır bazısı sıcak SUyla yıkandığı gibi.
Maddî, fizikî değişmeyen bir kanun olan bu, SUyun kabının kabda şeklini alması Sünnetullahın muhakkak mânevî bir taraftan bilmukâbili mevcuddur demektir.
SUyu kolluyor, Mağfiret Damlaları içinde HAYy Esmâsı var.
CeNNet Taamı var içinde.
Hangi kaba koyuyorsan onun şeklini alıyor.
Demek SUdaki HAYy Esmâsının mağfireti her SUyu içene veriliyor demektir.
Her kalıba giriyor. Anlıyâbiliyor musunuz?
Her kalıba giriyor.
Kim içerse içsin amma onun hamdını yapmak lâzım.
Onun temizliğini evvelce yapıp!
Bazı hayvanlar SU içerler, gözü de öte tarafta.
Kediye dikkat et, SUyu içerken gözünü yumar..
Hayvanlara dikkat cevâz ederken gözünü yumar, hiçbir hayvan yoktur ki böyle içerken etrafına baksın.

Yalnız insan hayvanı içerken etrafı!..
Ulan ni’meti içiyorsun onu düşün!.. Yok!..
İşte böyle olmayana ne Sünnettir ne Farzdır.
Ondan biraz daha yukarı geldi mi Sünnettir.
Daha yukarı geldi mi Farzdır.
“Ne farzı?. Ne dedin de farzdır?”
SUya karşı hürmet abdestle gusüldür.
Bu hiç inkar ve münakaşa edilemez. Kat’î bir Hakikât-i Mutlakadır.
Anlamayan.: "Aklıma girmiyor!." diye tepinmeye başlar.

Temizlik HAYy Esmâsına hürmettir.
HAYy Esmâsına hürmet etmek demek HAYy Esmâsı’nı tanımak demektir.
Bunu tanımak ALLAH'ı bilmek ve ona Ubudîyyet zühur etmek demektir.
Ondan dolayı.: “Temizlik imândandır.” buyurulmuştur.
“En nezâfetü mine’l- imân.”
"Temiz olanlar imânlıdır." demek değildir.
"Temiz olanlar imânlıdır." demek değildir.
"İmanlı olan muhakkak temizdir!" demektir.
Öyle yağma yok!..
Git traş ol, bilmem ne et falan, yıkan, sabunlan kolonya iletemizleniliyor.
Yooo yoooo!..
Eeee temiz olan, temiz olanlar imânlıdır, hayıııır!..
“İmanlı olan muhakkak temizdir!.”
O imânlı olanın temizliği, işte farz temizliktir.
Temiz olmayan HAYy Esmâsı’na hürmetsizdir.
Bilmeden imânsızlığa girer işi.
Her tarafı hilesiz temiz olanın imânı muhakkak vardır.
İman, ALLAH’ı bilmek ve inanmak demektir.
O halde insanın kendi vücûdunu temizlemek için, Cenâb-ı ALLAH peşimizden Dünyaya CeNNet taamını gönderiyor..
Milyarlardır sene yerden SUlar kaynıyor.
“Bitti mi?”
Senin elindeki sarnıç bitiyor.
Fesâlli ihzarına uyuyorsun da ondan.
ALLAH’ın SUyu bitmez!..
Bu anlattığım islâmın ünlü hakikâtlerini içki masaları, maddenin mülevves mülhidleri, haram içinde yüzen, ALLAH ve Râsülü’nün ne demek olduğunu bilmeyen münevver diye geçinen materyalist kafalara anlatmak niyetinde değilim…

Câhil, elinde yabanî tokmağı, CeNNeti kimseye vermez!
Sağına döndün mü.: "Kâfir!"
Soluna döndün mü.: "Kâfir!"
"Şunu yapma Zındık oldun!"
"Bunu bilmedin günah oldu!" diye salyaları ağzından akan bazı cins zavallı Hoca kılıklı, kılıklara da öğretmek kaygısında değilim!.

Leş böceğinin, pislik sineğinin, gül veya bal üstünde işi nedir?
Zâten oralara konmazlar, sevmezler hem de konamazlar.
Balda yapışıp kalırlar.
Efendim, arının leş üstüne konduğunu gördünüz mü?
Hiçbiri söyledi mi size.
Onun işi, hep çiçeklerdedir.
Leş yiyen böcek vücûdundan yine pislik çıkarır.
Fakat çiçek, çiçek yiyen arı karnından asel, asel-i musaffa bal çıkarır.
Arada Dünyalar kadar fark, gökler kadar azamet ve heybet gizlidir.
Bizim sözlerimiz gül kokan bir cesed, semâlar kadar temiz NÛRlu, büyük nehirler gibi coşkun İç Âlemleri olanlar, başını secdeye koyanlar içindir, konuşuyorum ben.
RÛH cesedle birleşti mi KUL olur.
Ona âbid derler Kur’ÂN lisanında.
Cesede RûH girdiği zaman, başlar kıpırdamağa bunun ismi âbiddir.
Cesedden RÛH çıkıp gitti mi onun ismine de demin namazını kıldığımız gibi ölü derler.
Cesede RÛH girdimi ayağa kalkıyor âbid oluyor.
Cesedden RÛH çıkıp gitti mi buna da ne diyoruz.
Şimdi söyledim yahu, ölüm diyoruz.

RÛHun eli o halde cesed.
Cesede ne alıyoruz; Ni'met, rızık, gıda dolduruyoruz cesedin içine. Onu sarf ediyoruz neces çıkarıyoruz, pislik çıkarıyoruz.
Cesed o halde Dünyada necis, pislik yapıyor. İ'mal ediyor..
Günah işliyor..
Haydi herkesin elinde zenbiller doğru pazara, neces i'mal için erzak gidip alıyorlar!..

Çok şayâne dikkattir Efendiler!
Bunlarda ibretler gizlidir.
Bu kelimelerden ahreti görürsünüz.
Bu kelimelerin yan tarafından CeNNeti görürsünüz.
Hepsine baktın mı ALLAHu zü'L-CeLÂL görünür.
Rasûlullah'ı görürsünüz.
Açın gözlerinizi açın!.

O halde cesedin içine giriyor arı pislik imâl ediyoruz.
Hepimiz bir Pislik Makinası.
RÛH da edebsizlik yapıyor. O da günah işliyor.
Onun için Yiğit İnsanlar riyazâta girerler, yemeği reddederler.
Sebebi, hiç olmazsa ben senede bin kilo neces yapıyorsam üç kiloya indireyim.
Bunu, Cenâb-ı ALLAH secdeye başını koyanlar için Ramazanı koymuştur.
Hiç olmazsa senede bir ay şey etme!
Pislik imâl etme!
Onun için Recep, Şaban Ramazan.
Birisi ALLAH'ın ayı, birisi Rasûlullah'ın Ayı, biri de secdeye koyanların ayı.
Öküz gibi obur gibi yeme!
Üç aylar diye büyük eskiler tutarlardı.
Bunun içindir bu!..
Yoksa şişmanlamak zayıflayım, bilmem ne demek için değildir. RÛHun ALLAH'a intikâlı.
Cesedsiz oluşu büyük bir ni’mettir.
Mesela, şimdi ölen Zât-ı Muhterem.
ALLAH mağfiret eyleye!
Cesedinin içinde şeyin, tabutun yanında RÛHu gitseydi bunun. RÛHsuz gitmesi yâni RÛHun başka tarafa cesedin başka tarafa yâni Huzur-u İlahîye’ye cesedin RÛHsuz gitmesi bizim için, insanlar için büyük bir ni’mettir.
Niçin?.
RÛHun bütün günah ve cezâsını cesede bırakıyor RÛH, çekip gidiyor.
Cesedin toprakta yok oluşu, RÛHun, Huzurda utanmasın diye Cenâb-ı ALLAH cesedi yok ediyor şeyin içinde.
Hep pisliğin bunun içinde gördü mü.: “Aman yahu ben ne yaptım!” deyip de utanmasın Benim Huzurumda diye cesedi yok ediyor Cenâb-ı ALLAH şeyde, kâbirde.
Onun için cesede şeye giderken mezâra, Setr-i Avret emr olunmuştur.
RÛHun cesede işlettiği fenâlıkları görmesi gafleti, nâsibinden insanı mahrum eder, küfre yuvarlar. Çok dikkat edin!
RÛHun cesede işlettiği fenâlıkları görmesi gaflet, nâsibinden insanı mahrum eder ve küfre yuvarlar.
Arada mazeret kapıları bulunsun.
Kulu affetmek çareleri mevcud olsun diye. Cenâb-ı ALLAH bu şiyi etmiştir.

La yesetteru abdi inni fihi Dünya la seterullahi yevmü'l- kiyameh.
Bir hadiste diyor ki Dünyada bir kul kendini setreder, setri avretine riâyet ederse yarın yevmi’l- kıyamette ALLAH onun setr-i avretine şiy eder.
Onun için, hamamlarda erkekler, kadınlar çırçıplak!
Karanlıkta bile çırlçıplak olamaz İslâm!
Bu şu demektir : "Karanlıkta, hamamda Cenâb-ı ALLAH hazır değil görmüyor!" demektir.
Başkası için setr-i avret değil, kendin için yapacaksın setr-i avreti. Evinde çırçıplak dolaşmak yok.
İslâma yaraşır iş değildir bu.
Gusül yıkanma demektir Arapçada.
İgtisal tamam cesedi yıkanmak demektir.
Sıcak SU ile yıkanmaya Araplar istigmam derler.
Soğuk SU ile yıkanırsan igrak.
Hep ayrıdır Arapçada.

Onun için yalnızken bile setr-i avret emrolan yerlerinize..
Bazısı geçer aynaya etrafını metrafını seyreder, MaazALLAHu TeALÂ.
Ama ona farz değil bişey olmaz.
Ben secdeye başını koyanlara diyorum.
Kılma git, yap onu!i
Fakat secdeye başını koydu mu bir kontrotuya girdin.
Bir kontrat yaptın ALLAH’la.
Ben şunu şunu yapıp bu edebsizliği yaparsan bu kontrata sıkışmış olursun.
ALLAH’la alay etmiş olursun.
Secdeye başını koyanlar muayyen disiplin altına muayyen kaidelerin yolunda gitmek mecburiyetindedirler.
İşte setr-i avrete riâyet edenler.
Hayâ makamında olurlar ki bunlara hem hadis vardır hem âyet vardır.: "Sual yoktur aşağıda!."
Hayâ makamında âhirete intikâl edenlere sual yoktur.

Hz. Osman-ı Zünnüreyn radiyallahu anh bu makamında haşr olunacaktır.
Bir defâ ömründe Hz. Osman çok yakışıklı güzel bir Zât-ı Muhterem.
Bir defâ edep yerine bakmamıştır gözleri. Kitaplar yazıyor.
Yarın Rûz-i İlahide, Mahkeme-i Kübra'da Hz. Osman'ın sırası geldiği zaman, doğru gidecek, hangi cepheye gidecek bilmiyoruz ki mevkiilere mi gidecek emir çıkacak : "Ya Osman nemta!"
Hiç sualsiz doğru İlliyine, CeNNete gidecektir...

Onun için hayâ makamı böyle bildiğin gibi önünü iliklemek.
O önünü iliklemek şunu yapmak, bunu yapmak hayâyı görebilmek için lâzım olan şeylerdir.
Hakiki hayâ, Büyük Velîlerin hayâsı.
Bütün Cenâb-ı Rasûlullah’ın Emirlerini bihakkın yerine getirmedikten, ALLAH’ın Emirlerini de bihakkın yerine getirmedikten sonra ALLAH'a el kaldırmamaktır, hayâ diyor.
"Hangi yüzünen bir şey isteyeceğin!" diyor.
Hayâ gittikçe kıymetleniyor.
Yüzükler de öyledir.
On kuruşluk yüzük, yirmi kuruşluk yüzük, elmas yüzük, pırlanta yüzük, bir milletin alamayacağı kıymette yüzük..

Onun için Azîz Cemâat!
Bu otobüs değil ki birinci kaçtı ikinciye bineyim.
On dakikâ evveli bir daha gelmez.
İslâm Otobüsü çekti mi gider.
Boş lakırtılara aldırmaaaaa!
Buğdayı çorak yere de ekme!
Yanı zıvırtı mıvırtı kafana doldurma!
İyi ve fenâ hükümler insanların idrakine göredir.
Dikenden gül, gübreden buğday çıktığı zaman.
Dikenden gül çıkara bilirsiniz.
Buğdaydan da, gübreden de buğday çıktığı zaman güzel ve kötü hükümleri değişir.
Kötü dediğin şeyden iyi çıkar, iyi dediğin şeyden fenâ çıkar.

Size gene bir şey daha vaaz harici söyleyeceğim.
Geçen günü öteki Câminin oraya gittim.
Oralarda dolaşıyordum.
Bir belde pazara gittim.
Kur’ÂN-ı Kerim satıyorlar.
Yeşil kablı, kırmızı kablı, üstünde de yaldızlı yanlarında.:
Lâ yemessuhu illelmutahherune.
"Buna temiz olmayanlar elini sürmesin!”
yazdığı halde şöyle yerde, bu teyp kadar yüksek bir şiyin üstüne koymuş dolaplar molaplar yok Kur’ÂN-ı Kerim satıyor dükkanda, dışarıda…

Belki okumuşlar vardır içinizde Ebu Leysü'- İbrahim Semerkandî'nin “Tenbihi'l- Gafilin” diye bir Kitabı vardır.
Büyük adamdır bu.
Onda Muaz İbnü Cebel radiyallahu anhdan bir hadis nakleder.
Hazel Kur’ÂNi’l- Metin ve NÛRi'l- Mübin ve şifâün nafiü’l- hikmetin müntenbih.
Bu, Kur’ÂN metin ve NÛR-i mubin havi bir Kur’ÂNdır.
“Buna ismeti olmayanlar temiz olmayanlar ellerini yanaştırmasınlar.”
İkinci hadiste Selasetümül gurba fidDünya.
"Üç şeyde Kur’ÂN Dünya da garip kalacaktır!" buyurmuş Cenâb-ı Peygamber.
El Kur’ÂNeti yevi'z- zalim.
Yev Arapçada boşluk demektir.
Zâlim insanın kafasında ezberde Kur’ÂN.
Zâlim Hâfızın.
Zâlim Hâfız demek ötekini berikini kıran değil.
Ne kırarsın seninde kafanı ezerler.
Zâlim demek ALLAH'ın emrettiği yolda gitmeyen, Sallallahu aleyhi vesellemin târif ettiği vazifeyi yapmayan, bilerek yapmayan!.
El Kur’ÂNe zicevfi-z zalim.
"Kur’ÂN hangi o bilmeyen herifin kafasında ezberde ise!" diyor.
El Kur’ÂNi zicevfi-z zalim, er rucülus salihi kavmü-s suve el mushafil beytül layıka
"Öyle bir ev ki içinde Kur’ÂN-ı Kerîm açılıyor okumuyor kimse."
Kur’ÂN orda gariptir.
Öyle bir diri ki Musaf-ı Kerim re'sden yukarı götürülmüyor.
Kur’ÂN okunurken memeden yukarı!
Kur’ÂNı evde asacağınız zaman!
Nasıl yahu evinizi yaptırırsanız kapı şu kadar boyda olacak diyor Belediye..
Yaptıramıyorsunuz başka.
Bu da ALLAH'ın Belediye Emridir.
Kur’ÂN bir evin içine asıldığı zaman o evde en yüksek boylu kim ise onun re'sinden bir karış yukarı asılacak.
O adam "ALLAHu EKBER!" dediği zaman böyle elinin üst tarafında olur.
“İzku-n nase menfahu'n-nas.: İnsanlara hayırlı olan en hayırlısıdır.”
Nabî olan Kur’ÂN’ı bu vaziyete sokup!
Öteki yaşlı bir insanı, öteki secdeye başını koyan bir insanı rendice etmeye hiç kimsenin hakkı selahiyeti yoktur.
Kur’ÂN-ı Kerime hürmet böyle olmaz efendiler!..

Rahmetli Aksekili Hamdi Efendi.
Eski Diyanet İşleri Reislerinden.
Bu Ankara da Cebeci'de bir evcağız yaptırıyor.
Benim de bir ağabeyim vardı ALLAH rahmet eylesin.
Onun ile beni çok severdi gittik.
Bir Pazar Günü ziyarete Cebeci'ye yanına Ankara'da.
Karşıladı bizi.
Kısa boylu, çok mübarek bir zâttı. İlm-i kuvvetli.
Yalnız biraz asâbiydi ALLAH rahmet eylesin.
Girdik kapıdan içeri sağda, solda bir oda, merdiven var, ordan çıkıyorsun, 4 oda da yukarda.
Mucize salonu var oturduk.
Soldan kapıdan girdin mi büyük kütüphanesi var böyle tavanlara kadar kitap dolu.
Diğer odalara çıkardı.
"Amuca!." dedim ben
"Birde üstünü görelim yeni yaptırdığın ev!"
Çıktık üstüne oralarda döşenmiş güzel bir ev.
Bi oda var : "Burası ne?"
"Ora kapalı, boş!" dedi "Ne hal aç da bakalım!" dedim.
Anahtarı üstünde açtık oda bomboş beyler.
"Amuca niye burası boş?"
"Oğlum dedi kütüphanenin üstüne geldi burası. Ben kütüphaneyi yukarı yapacaktım!" dedi.
"Bir defâ oldu. Aşağıda kitapların içinde Tefsirler var, şunlar var bunlar var. Yukarı çıkıp da oturmak doğru değil!" dedi.
Bunu Diyanet İşleri söylüyor. Reisi Söylüyor..

Şimdi Diyanet İşlerinden şiy geldi efendim git Hafız Efendi bana İstanbul'dan bilmem ne Kur’ÂN-ı Kerimi yolla haydi postaya. Haydi çuvaldan çuvala.
Yok efendim!
Bunlar hususi arabaynan nakledilir.
İşte bunlardır insanı harab eden. Harab eden bunlardır insanı!
Sizin kolunuza şöyle bir balta birden vursa kesse acısı bir saniyeliktir.
Fakat baltayı şöyle yavaş yavaş yavaş sürtseler ne olur.
Haberin olmaz amma böyledir bunlar..

Zâtın birisi bir kağıt parçası üzerinde ALLAH’ın ismini çamurda bulmuş "ALLAH! ALLAH!" demiş.
Temizlemiş almış yıkamış götürmüş kurutmuş Kur’ÂN-ı Kerim’in üstüne koymuş.
Gece o artık rüyâlarında bilmem nelerinde felan ikinci gün adama bir Tecellî-yi Rabbanî geliyor Velîyullah oluyor adam.
Bu Talebelerine söylüyor diyor ki.: "Ben çamurdan, bir ALLAH'ın ismi vardı!. Onu kaldırdım ALLAH bunun hürmetine bana verdi!." diyor.
Daha bir kelime.
Biz koskoca Kur’ÂN'ı bu hale getirdik.
Benim kafam almıyor, bilmiyorum. Kafam almıyor!.
Onun için daimâ ALLAH İndinde mertebe ta'zim ile isteyelim.

Eski Büyüklerden Helvanî.: "Ben kalemimle bişey yazacağım zaman kalemimin ucunu keserken abdestliyim!" diyor.
"Hiçbir yazılı şiye ister Kur’ÂN olsun ister ne olursa olsun abdestsiz elime almam belki o kitabın içinde bir ALLAH kelâmından bir harf vardır!." diyor.
Hürmete bakınız. Hürmete bakınız. Edebî hürmete bakınız!..

"Biz ölüm halinde olan kimseye sizden daha yakiniz!." buyuruyor Cenâb-ı ALLAH. Biz diyor ALLAH.
"Ölüm halinde olan kimseye sizden daha yakiniz. Fakat siz bunu göremezsiniz!." âyet-i kerime bu.
Ölü görür çünkü ondan perde kalkmıştır.
Ne demek istedim hiç biriniz anlamadınız!.
İki âyet-i kerime.
"Biz ölüm halinde olan kimseye sizden daha yakiniz. Fakat siz göremezsiniz!." buyuruyor Cenâb-ı ALLAH.
İnsanın gözü ancak ölüm halinde açılır.
Bir de ölü görür diyor. Çünkü ondan perde kalkmıştır.
"Mutu kable ente mutu." Ölmeden evvel ölenin de gözü açıktır.
Nasıl açılır?
Bütün pislikleri yok ettin, pencere buğulu olursa elinlen silersin ondan sonra dışarı.
İşte âyeti pencerenin yanında. Pencere buğulanırsa görmek için elini açarsın.
O görme işi de : "mutu kable ente mutu.: Ölmeden evvel ölünüz!."
İçinizdeki bütün pislikleri atınız. NÛR-u Muhammedi ile görünüz.
Onun için sokaktan geçiyor. Kur’ÂN orda hiç göreniniz yok. Neden?
Vaiz ordan geliyor bilmem ne hamam böcekleri gibi dolaşıyorlar.
ALLAH ALLAH!...
Cemâat gözünüzü açınız. Gözünüzü açınız!.
ALLAH hepimize hidâyet nasip eylesin!.
ALLAH'ın haber verdiği şeyde gizlilik yoktur!.
Bunlar âyet!.

"Size şah damarınızdan daha yakinim!" diyor Cenâb-ı ALLAH.
Kulda ALLAH'a yakınlık vardır.
Herhangi bir insanı diğerinden ayırmadı Cenâb-ı ALLAH.
"Size şah damarlarınızdan daha yakinim!" diyor.
Mü'mine, Velîye, Peygambere, Kâfire, Firavun'a. Ayırmıyor. "Size" diyor.
Beşere iniyor. Beşer meşveretten gelir Arapçada.
Konuşmaya giren demek. ALLAH'ın muhasibidir.
Onun için insanlara diyor.: "Ben size şah damarınızdan daha yakinim."
Kim olursa olsun kâfiri zındığı, hepimize şah damarımızdan daha yakin. Hiç kimseyi ayırmıyor.
Onun için Âhir->Zâhirin aynıdır. Batında->Evvelin aynıdır demek.
HAKk'ı, HAKk'tan, HAKk Gözüyle gören kimseler =>HAKk'ı BİLenlerdir.
Nefsin gözüyle âhirette görmeyi.
Haaa.: "Ben öldükten sonra âhirette göreceğim!." diye uğraşanlar câhillerdir onlar.
Nefsin Gözüyle âhirette görmeyi bekleyen kimse de câhildir.
"Dünyada kalb gözü kör olan, âhirette de kördür." Âyet-i kerime.
Burada göremiyorsun orada ne göreceksin?. İşte câhil bu!.
"Ben herkesin andığı gibiyim." diyor Cenâb-ı ALLAH.
Bu Dünya’da ALLAH'ın bütün Esmâsını göremezsen ötede arama göremezsin.
HAKk’ın NÛRu’nu taşıyan bedenin, HAKk NÛRu taşıyor bedenin şuh çekmesi bu NÛRa hakaretdiiir!.
Onun için İslâmiyette fuhuş, şu bu hepisi haramdır. Taşıdığın NÛRa.
Kur’ÂNı da bu vaziyete getirmek yine fuhuştur.
Fuhuş yalnız kadının erkeğin gayr-ı meşru birleşmesi değildir.
Anil fahşai vel münker.
NÛRu korumak için helâlen cimâ'da, karı koca cimâ' yapar, helal olduğu halde Cenâb-ı ALLAH NÛRu taşıdığın için : "Kalk yıkan!." der.
Emri çıkar. Bunun için kalkar gusleder...

Kalb NÛRu!
Kalb, yüzük taşını taşıyan yuva vardır ya.
Elinizde yüzük vardır bakın yüzüğe. Bir yuvası var yüzük taşı oraya giriyor.
Kalb, yüzük taşının yuvası gibidir.
Yuvarlak ise taşta yuvarlaktır.
Köşeli ise taşta köşelidir.
Kapalı ise taşta kapalıdır.
Kalbde ALLAH'ın Tecellîsi Kalbin bu yüzük taşının yuvasına göredir.
Nasıl yuvan var ise ona göre tecellî eder.
Sıkarsın o yuvayı.
Apartımanlan, şunlan, edebsizliknen olursa kıpırda oraya taş girmez.
Onun için : "Bu Dünya da kör olan âhirette de kördür!" âyeti bu demektir.
Yoksa gözünü kapa aç, gözlüklü!
Bu Dünyada gözlüklü iken aşağıda da gözlüksüz gibi bir âyet olur. Yooo ALLAH'ın Âyetlerinde hiç gizli bişiy yoktur.
O yuvayı temizle onar!

ALLAH, kulun isti'dadı derecesine göre tecellî eder. Âyet.
ALLAH'ın Dünya da iki türlü tecellîsi vardır.
Tecellî ne demektir?
Görünmek demektir.
Bak ziyâ var burada güneş tecellî etmiş hani güneş ötede arıyorsun.
İşte birbirimizi görüyoruz yavvv!. Tecellî işte bu!.
Tecellî iki türlü bulanların Dünyası.
Bir Gayb Âleminde tecellîsi. Bir Şehâdet Âleminde.
Huvallahu Ellezi La İlahe İllahu Alimul gaybu ve şehadeh.
Bu Âlemlerden gelen tecellîdir.
Gaybî Tecellî kalbin kendisine kendisinde mevcud isti'dada göre olandır.
Bu Tecellî, Gayb Âlemi’ne ait Zâtî Tecellîdir.
Senin kalbinin şiyin, yüzüğünün kalb yüzüğünün yuvarlaksa sana Kuyumcu Efendi yuvarlak şiy gönderir.
Yassıysa yassı gönderir. İriyse iri gönderir.
Kapalıysa gene şey burada adres yoktur diye gerisin geri gider.
Bu Gaybî Tecellîdir.
Kalb içun isti’dad hasıl olunca, eğer bu Gaybî Tecellîden istidat hasıl olursa o zaman Sururî Tecellî başlar.
İnsan başka aramağa başlar. Başka olur.
Öteki insanlardan başka olur. Bambaşka olur...

Onun için Kur’ÂN-ı Kerim de bir âyette buyuruyor ki :
"Bunda yâni haze’l- Kur’ÂN bu Kur’ÂN'da Kalb sâhibi olan kimse için muhakkak öğüt vardır!" diyor.
Çok dikkat edin cemâat!
Fazla inceliyorsun kopmasın!.
"Kalb Sâhibi olan kimse için muhakkak öğüt vardır!" diyor.
"Akıl Sâhibi için!" demiyor dikkat buyurun.
Kur’ÂN-ı Kerim âyet.: "Kalb Sâhibi için muhakkak öğüt vardır!" diyor.
"Akıl Sâhibi için!" demiyor Kur’ÂN-ı Kerim.
Kur’ÂN Akıl Sâhibi olan kimse için bir öğüt değildir.
O ancak Kalb Sâhibleri için bildirilmiştir.
İşte Âyet-i Kerime!..
Akıllı olan, akıl için olaydı bu kadar Dünya gibi akıllı insan var hepsi şiddetle algılardı.
Bunlar neye benzerler bilir misin?
Şişi verdik gözü de şişmeyi semizlik sayan şey.
Şişmeyi semizlik sayanlara söylemiyorum!
Ateşsiz odunu üfülemeye kalkanlarınan da konuşan yok!
Bunlar bundan bişiy anlamazlar!..

Onun için bir âyet-i kerime de :
"ALLAH her an her gün şuyundadır."
Yâni her an tecellî etmektedir.
Her tecellî derhal zâil olarak yerine yeni bir tecellî demektir.
Bu var ile yok olma arasındaki zaman o kadar kısadır ki, bir tecellî ötekine bitişik gibi görünmekte ve hissedilmekte tecellîde tekrar yoktur.
Bir tecellî bitecek tekrar edip de yoo!. Aman aman aman haa!..
Tecellî de tekrar yoktur. Olsa ALLAH'a az ile şey ider!
"Demek ki bitti bundan sonra yapamıyor!" demektir.
Tecellî de tekrar yoktur!
"Yok olup Var ol!"
İnsanlar her Ân-ı Vâhidde yok olup var oluyorlar biz farkında değiliz!..

Bakın bu elektrik saniye de 60 defâ yanar söner mütenâlkib ceryandır.
Fakat biz onu devâmlı görürüz.
Pervane dönerken onu siz dönmüyor görürsünüz.
İnsanlar Ân-ı Vâhidde yok ve var olurlar.
Onun için :
İnnehu min süleymane ve innehu bismillahirrahmanirrahiym : Belkısa gittiği zaman Belkıs dönüyor şeye biliyorsunuz.
Bâhira isimli veziri.: "Ben daha çabuk getiririm Belkıs'ı!" diyor.
Ân-ı Vâhidde Belkıs’ın köşkü Hadremut'tan kalkıyor şeye geliyor.
Belkıs.: "Bu benim köşkümdür!" demiyor.
Niçin demiyor bunlar Kur’ÂN'ın icâdıdır.
"Benimkinin aynı!" diyor.
O, ordan alıp da böyle getirilmedi.
Ân-ı Vâhidde yok olup var oldu.
Bir anda yok oldu bir anda var oldu.
Bizim idrak hududumuza girmediği için bakın işte âyet bu!
60 defâ saniye bir dediğimiz zamanda 60 defâ yanıp sönüyor.
Onun için bizim İdrak Hududumuza girmiyor.
İnsanın kendi nefsine gözcülük etmesi HAKk'ın onu gözetlemesidir.
ALLAH’ın gözüyle bakıyor.
Bir hadisi kudsî de ne buyuruluyor bakınız :
HAKk’ın ALLAH'ın kendisine DUÂ eden kulun sesi hoşuna gidince.: "Yâ Rabbi DUÂ ederim!"
“Bu ses ALLAH'ın hoşuna giderse diyor gecikince ondan yüz çevirdiği için değil ancak kulunu sevdiği için kabulu geciktirir diyor.” Cenâb-ı ALLAH.
“Gecikince ondan yüz çevirdiği için değil ancak kulunu sevdiği için kabulu geciktirir.” diyor Cenâb-ı ALLAH.
Tâ ki.: “Kul tekrar DUÂsını yapsın!.” diye.
Yâni Tecellîsi devâm etsin, bitirdi mi DUÂyı yok artık demektir. Kul DUÂ eder.. Geçiktirir mahsus onun hoşuna gider Cenâb-ı ALLAH, bir daha yapsın diye geciktirir.

İhtiyarlık yaradılışın aslına dönmeye namzedliktir.
"İhtiyarım!” denmez.
Zayıf daha fazla olsun da kötü bile ihtiyarlık durumu aynıdır.
Farkı, onun dışında, size bişey diyemem.
Onun için deminde dediğim gibi Peygamberlere 40 yaşından sonra Peygamberlik Nebîlik gelmiştir. Bu hikmet çok incedir.
Bunu da böyle söyledik!
İhtiyarlık yaşında insanlar hakiki insanlar ketum olurlar.
Gençlik yaşında gevezedirler.
Bazılarının çenesi düşer onlar insan değildir zâten.
Onun için Araplarda bir tâbir vardır.
“İlim gibi RÛHanî ve DUÂ gibi de hissi.” dirler..

“Nasıl olur?”
Şu Eskişehir de köpek mi çoook, koyun mu çok?
Koyun çok.
Koyun her zaman kesilir.
Köpeği kesen yok.
Koyun bir defâ doğurur.
Köpek 9 tane birden doğurur, 3 defâ doğurur.
Sayın bakalım koyun mu çok köpek mi çok.
Koyun çoook.
İşte bereket budur. Tevhid de bunun gibi görünmek.
Onun için Velî diye bir lakırdı vardır.
Velî, Velî...
Velî, ALLAH'ın İsimlerindendir.
Nebîlikten büyüktür Velîlik..
ALLAH'ın Esmâlarında var mı "Resûl, Nebî, Peygamber" diye.
Fakat Velî Esmâsı vardır.
Mubalağa ile Arapçada mübalağa vardır.
Sagir, küçük. Asgar daha küçük daha küçük.
Azim büyük Azam daha büyük.
Mubalağa derler buna..
Acem Düzmesi mübalağa değil, mubalağa.
Velî kelimesi mubalağa ile hamdedici demektir.

Onun için Cenâb-ı Peygamber’e hamdedici mânâsı ile biliyorsunuz velîyül denmekte
Nebîler yâni Peygamberlik gelmeden ki Nebîler kendi âile efradı, yakınları ve ümmetleri arasında karanlıkta kalanlar için bir ni’mettir, değil mi?.
Nebîlerde böyledir.
ALLAH Peygamberlerin Ümmetinden amel ve şükür ister. Kendilerinden istemez Peygamberlerin.
Zirâ Peygamberlik verdiklerinden bilmukabele istemiyor.
"Al Peygamberliği verdim. Bana şu kadar kurban kes! Şu kadar namaz kıl! Üç yüz kile buğday gönder!" Yook!
Vehhâb İsmi vardır El Vehhâb ALLAH'ın. Bol ni’metle bağışlayıcı demektir.
Hangi isim Vahhâb İsmi hangi kula nâsib olursa ALLAH'ın vermesidir. Tek nâsib.
Şükür onlarda, feyzli ışık alanlara düşen bir vazifedir.
O mübârek kandili yakan o zâtı gönderen ALLAH'a teşekkür etmek lâzım.
Peygamberin yolunda yürümek!.
O geldi haber verdi!.


Resim

Çalakiyet.: f. Çeviklik, süratlilik, tezlik.
Tekâmül.: Kemâl bulma. Olgunlaşma.
Yegâne.: Tek, bir.
Taam.: Yemek. Yenilen şey.
Hassa.: (c.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat. * Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.
Tahlil.: Müşkül meseleyi halletmek. * Bir şeyi kolaylıkla tutmak. * Eritmek. * Bir şeyi helâl kılmak. * Yemine kefâret etmek. * Man: Terkibin zıddıdır. Bir kıyas neticesinin mantık şekillerinin hangisinden olduğunu bilmek için delilin tahlili, araştırılması. * Fiz: Mürekkep bir cismi tetkik etmek için esâs unsurlara ayırma, çözümleme. * Kim: Analiz. * Tıb: İlâçla şişliği gidermek.
Kanaat.: Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.(Semere-i sa'yine ve kısmetine rizâ kanaattir, meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifâ dûnhimmetliktir. M.) (Bak: Himmet)
Gusül.: Boy abdesti. Temizlenmek. Maddî, manevi temizlik için şartları dâhilinde yıkanmak. Taharet-i Kübrâ da denir.
Muayyen.: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Kâse.: f. Tas veya çanak. Kâse gibi olan çukurluk. * Başı kaplayan ve başın üstündeki kemik.
Gasl.: Yıkama. Gusül. Şartlarına uygun şeklide boy abdesti almak. (Bak: Gusül) * Birisini döğüp vücudunu acıtmak.
Terkib.: Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek. * Birbirine karıştırılmış maddeler.
Tecellî.: Görünme. Bilinme. * Kader. * ALLAH'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak NÛRunun te'siriyle kulun kalbinde hakikâtın bilinmesi.
İsti’dad.: Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil. * Kâbiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. ALLAH TeALÂ Hazretlerinin (c.c.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kâbiliyet kuvveleri.
Bilmukâbil.: Karşılıklı. Karşılık olarak. Mukâbil olarak
Kat'î.: Mutlak. şüphesiz. Tereddütsüz.
Mutlak.: Salıverilmiş. Itlak olunmuş. Serbest. * Kat'i. Şüphesiz. * Aslâ bir şarta bağlı olmayan. Yalnız, tek.
Hakikât-i mutlaka.: Kesin hakikât.
Mülevves.: Kirli. Pis. Bulaşık. Bulaştırılmış. * Alıkoyulup sonraya bırakılmış veya durdurulmuş olan. * Tazelenmek için SUda ıslatılmış şey. * Karışık, intizâmsız.
Mülhid.: Dinden çıkan, dinsiz, kâfir, imânsız. Haşir ve âhirete inanmayan.
Münevver.: (NÛR. dan) Mc: Kur'anî ve imânî eser okumakla ve ibâdet ve taatla NÛRlanmış. NÛRlandırılmış, ışıklı. * Uyanık. İntibaha gelmiş. Akıllı âlim. İmanî ve İslâmî tahsil ve terbiye görmüş. * Parlatılmış.
Materyalist.: Fr. Maddeci. Her şeyi madde ile kıymetlendiren. (Bak: Maddiyyun)
Asel.: Bal. Şehd. * Tatmak. * SU akarken yüzünde hâsıl olan kabarcık. * CeNNette bir SU.
Musaffa.: Sâfileşmiş. Temizlenmiş. Süslenmiş.
Asel-i musaffa.: saff bal..
Âbid.: Kullar. Köleler.
Abd.: Kul, köle, ALLAH'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün zıddı). "Abd kelimesi ALLAH'ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah (ALLAH'ın kulu). Abdulbâki (Ebedi olan ALLAH'ın kulu) gibi. Bu isimleri taşıyan insanlar buna lâyık olmaya çalışmalıdırlar."
Cesed.: Ten, gövde, vücut, beden. RÛHsuz vücud.
Neces.: Murdarlık, pislik, necâset.
Necis.: Temiz olmayan. Pis.
Zenbil.: İçine öteberi konulup elde taşimâya mahsus, sazdan örülmüş ve üst tarafında yine sazdan kulpları olan, ağzı geniş kap.
İ’mal.: Yapmak. İşlemek. İhdas eylemek. * Kullanmak. * Zabt, idare ve hâkimlik etmek. * Fık: Sözü mühmel bırakmayıp bir mâna ile mukayyed ve yüklü eylemek.
Şayân.: f. Münâsib, lâyık, yaraşır.
Erzak.: (Rızık. C) Rızıklar. Azıklar. Yiyecek içecek maddeler. İhtiyaçlar. Maddi, mânevi muhtaç olduğumuz şeyler.
Riyazât.: (Riyazet. C.) Nefsi terbiye maksadıyla az gıda ile geçinmek, nefsini hevesâttan men' ile faydalı fikir ve işle meşgul olmak.
İntikâl.: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. * Göçmek, geçmek. * Sirâyet. Bulaşmak. * Bir şeyin miras olarak kalması. * Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
Yevmi’l- kıyamet.: Kıyamet günü.
Setr-i avret.: Başkalarına gösterilmesi haram olan yerleri örtmek. Şer'an örtülmesi lâzım gelen yerlerini örtmek. (Bak: Avret-Tesettür)
İgtisal.: Yıkanmak. Gusletmek. (Bak: Gusül)
İgrak.: SUya batırmak, boğmak. * Kabı doldurmak. * Edb: İmkânsız bulunan mübalâğa.
MaazALLAH.: ALLAHa sığındık. ALLAH korusun.
Kontrotu.: Kontrat, sözleşme.
Rûz-i İlahî.: Rûz-i Haşr. (Ruz-i hesâb) Kıyamet günü. * Âhiretteki toplanma günü. Haşir Günü. Dirilip toplanıp hesâp görülecek gün.
Mahkeme-i Kübrâ.: Öldükten sonra, âhiretteki ve ALLAH (C.C.) huzurundaki mahkeme. Bütün insanların muhakemesinin huzur-u İlâhiyede yapılacağı yer.
Bihakkın.: Tamamıyla, hakkıyla.
Tenbihi’l- Gafilin.: Gafillere tenbihler, uyarılar.
Re’s.: Baş, kafa. * Tepe. Uç. * Başlangıç. * Reis.
Nabî.: Haber veren, haberci.
Selahiyet.: Bir işe karışmağa veya o işi yapmağa hakkı olmak, vazifeli olmak, bir iş için emir almış olmak. * Bir dâvaya bakâbilmek.
Ta’zim.: Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifâde eden tavırda bulunmak.
Meşveret.: Danışma. Konuşup anlaşma. Fikir edinmek için konuşup görüşme. Görüşme meclisi. (Bak: istişâre)
Muhasib.: Danışma. Konuşup anlaşma. Fikir edinmek için konuşup görüşme. Görüşme meclisi. (Bak: istişâre)
Şuh.: f. Şen ve hareketlerinde serbest olan. * Nazlı, işveli. * Açık saçık, hayasız. Oynak.
Fuhuş.: Fuhş. Edeb ve terbiyeye uymayan hareket. * Haddini aşmak. Çirkin, kötü. İş ve sözde taşkınlık. Haram. * Çok günah ve çok fenâ bir fiil olan zina.
Gayr-ı meşru.: ALLAH'ın rızâsına uymayan, şeriat hârici, kanunsuz iş.
Cimâ.: Cinsi münâsebet. Çiftleşmek. * Zamm etmek.
Sururî.: Sevinçli. Neş'eli.
Ân-ı Vâhid.: Bir anda.
Mütenâlkib.: peş peşe olan.
Hadremut.: Yemen tarafında bir ülke.
Ketum.: Sır saklayan. Herkese her şeyi konuşmayıp sırrını belli etmiyen. * Her şeyi gizleyen.
Mubalağa.: (Mübalağa) Bir şeyi çok büyük veya çok küçük göstermek. Bir şeyi olduğundan fazla veya eksik göstermek. * Haddini aşmak. * Edb: Bir şeyi ifâde ederken ya olduğundan fazla veya olduğundan çok noksan göstermek." Habbeyi kubbe, kubbeyi habbe yapmak."
Bilmukabele.: Karşılıklı. Karşılık olarak. Mukâbil olarak.
Vehhâb.: Çok fazla ihsan eden. Çok bağışlayan.[/color]


Resim

Abese ve tevellâ.:

عَبَسَ وَتَوَلَّى
أَن جَاءهُ الْأَعْمَى
وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى
أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنفَعَهُ الذِّكْرَى
“Abese ve tevellâ. En câehul a’mâ. Ve mâ yudrîke leallehu yezzekkâ. Ev yezzekkeru fe tenfeahu’z- zikrâ.: Huzursuz oldu (yüzünü buruşturdu). Ve başını çevirdi (ilgilenmedi). Â’mâ olan bir kişinin ona gelmesi (sebebiyle). Ve sen bilemezsin, umulur ki böylece o tezkiye olur. Veyâ öğüt alır, böylece bu öğüt ona fayda verir.” (Abese 80/1-4)

لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
“Lâ yemessuhû ille’l- mutahherûn (mutahherûne).: O'na, tâhir olanlardan (maddî ve manevî arınanlardan) başkası dokunamaz.” (Vâkıa 56/79)

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
“E ve lem yerellezîne keferû enne’s- semâvâti ve’l- arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ mine’l- mâi kulle şey’in hayy (hayyin), e fe lâ yu’minûn (yu’minûne).: İnkâr edenler (kâfirler), semâların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Sonra Biz, o ikisini (birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi SUdan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?” (Enbiyâ 21/30)

Biz ölüm halinde olan kimseye sizden daha yakiniz.:

وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ
“Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lâkin lâ tubsirûn (tubsirûne).: (O anda) BİZ, o’na sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.” (Vâkı’a 56/85)

Size şah damarınızdan daha yakinim :

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min habli’l- verîdi.: Ve andolsun ki insanı BİZ yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve BİZ, ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf 50/16)

Dünyada kalb gözü kör olan, âhirette de kördür :

وَمَن كَانَ فِي هَذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الآخِرَةِ أَعْمَى وَأَضَلُّ سَبِيلاً
“Ve men kâne fî hâzihî a’mâ fe huve fîl âhıreti a’mâ ve edallu sebîlâ (sebîlen).: Ve burada (bu dünyada), kim kör ise artık o âhirette de kördür. Ve yoldan daha çok sapmıştır.” (İsrâ 17/72)

Ani’l- fahşâi ve’l- münker.:

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“İnnallâhe ye’muru bil' -adli vel ihsâni ve îtâi zî'l- kurbâ ve yenhâ anil fahşâi ve'l- munkeri ve'l- bagy (bagyi), yeizukum leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Muhakkak ki ALLAH, adaletli olmayı ve ihsânı ve akrabalara vermeyi emreder. Ve fuhuştan, münkerden (ALLAH'ın yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecâvüzden) sizi nehyeder. Böylece umulur ki siz, tezekkür edersiniz diye size öğüt veriyor.” (Nahl 16/90)

Huvallahu ellezi la ilahe illahu alimu’l- gaybu ve şehadeh.:

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
“Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, âlimul gaybi veş şehâdeh(şehâdeti), huver rahmânur rahîm(rahîmu).: O ALLAH ki, O'ndan başka İLÂH yoktur. Gaybı (görünmeyeni) ve görüneni de O bilir. O; RAHMÂN'dır, RAHÎM'dir.” (Haşr 59/22)

Kalb Sâhibi olan kimse için muhakkak öğüt vardır!.:

يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
“Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’te’l- hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ (kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l- elbâb (elbâbi).: (ALLAH) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir. Ve ulû’l- elbâbtan başkası tezekkür edemez.” (Bakara 2/269)

Âyet-i celilede geçen ve halis akıl olarak tercüme edilen.:
Elbâb.: Lübbün çoğuludur.
Lübb.: Öz, kalb, fuaddır.
Lübbü’l- lübb.: Özün özüdür. Muhiddin Arabî Hz.lerinin bu isimli bir eseri vardır.
Burada kal, fuad vd. leri Özler olarak ifâde buyurulmuş ve Hocam da kalb olarak toplamıştır içindekileri..

ALLAH her ân her gün şuyundadır :

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
“Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir şe'n (ayrı bir tecelli, yeni bir oluş) üzerindedir.” (Rahmân 55/29)

İnnehu min suleymâne.:

إِنَّهُ مِن سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
“İnnehu min suleymâne ve innehu bismillâhi’r- rahmâni’r- rahîm (rahîmi).: Muhakkak ki o Süleymân (aleyhisselâm)'dan. Ve gerçekten o, RAHMÂN ve RAHÎM olan Allah'ın adı'yla (başlıyor).” (Neml 27/30)

Resim

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Mutü kable en temutu.: ÖLmeden önce ÖLünüz!.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669).

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Ennezafetü mine’l- iman!.: Temizlik imândandır.” buyurmuştur.
(Müslim, Tahâret: 1; Dârimî, Vudû': 2; Müsned, 5:342, 344; el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 291.)

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunneillâ mâ zahera minhâ, ve’l- yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulî’l- irbeti mine’r- ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâti’n- nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn (zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhe’l- mu’minûne leallekum tuflihûn (tuflihûne).: Ve mü'min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar) ve ırzlarını korusunlar. Zâhir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, zîynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler). Ve zîynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahib oldukları (câriyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri zîynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz ALLAH'a tövbe edin! Umulur ki, böylece felâha eresiniz.” (Nûr 24/31)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Erkeğin avret yeri, göbeği ile diz kapağı arasıdır.” buyurmuştur.
(A. İbn Hanbel, II, 187.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Altı şey, altı yerde gariptir.
1-) Mescid =>Kendisinde namaz kılmayan kavmin arasında gariptir.
2-) Mushaf =>Okunmayan evde gariptir.
3-) Kur'ÂN-ı Kerîm =>Fâsık kişinin kalbinde gariptir.
4-) Müslüman ve saliha bir kadın =>Zâlim ve kötü huylu bir erkeğin elinde gariptir.
5-) Müslüman ve sâlih bir erkek =>Söz dinlemeyen ve kötü huylu bir kadının elinde gariptir.
6-) Âlim =>Kendisini dinlemeyen bir kavmin arasında gariptir.
ALLAH TeALÂ, onları garip bırakanlara Kıyamet Gününde Rahmet Nazarıyla bakmaz.”
buyurmuştur.
(Nevevî b. Ömer el-Cavî, Muhammed, Nesaihu'l-ıbad Şerhü'l-Münebbihat, te'lif: Şihabüddin Ahmet b. Hacer el-Askalanî, s. 37-38.)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:Kur'ÂN-ı Kerîm okumaya ve ALLAH’ı zikretmeye özen göster. Çünkü bu amelin, senin göklerde anılmana sebeptir. Yeryüzünde de senin için Hidâyet Nûrudur.” buyurmuştur.
(İbn-i Hibbân, II, 78.)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: "Kur'ÂN-ı Kerîm, bir zenginliktir ki ondan sonra fâkirlik olmaz (yâni ona sâhib olan en muazzam bir hazineye sâhib olmuştur) ve ondan başka zenginlik de yoktur (yani o ilahi hazine hiçbir maddi zenginlikle kıyas edilemez)." buyurmuştur.
(Heysemî, 7/158.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kalbinde Kur'ÂN-ı Kerîm’den bir miktar bulunmayan kimse Virâne Eve benzer.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Fazailü'l-Kur'ÂN-ı Kerîm 18.)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: "Kalbinde Kur'ÂN-ı Kerîm'den bir miktar bulunmayan kimse Harap Ev gibidir." buyurmuştur.
(İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan; Tirmizî, Fazâilü'l-Kur'ân 18)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” buyurmuştur.
(Buhârî, Mağâzî, 35.)



M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..

Resim

Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1190
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: MÜNİR DERMAN SOHBETLERi..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

MÜNİR DERMAN (ks)

SOHBETLER.: X

Rasûlullah'ın huzuruna girdiği zamanRasûlullah bir kızına kıyam ederdi.
Ne Cebrâil'e ne Ebu Bekir'e hiç kimseye kıyam etmezdi.
Hz. Fatıma girdiği zaman ayağa kalkardı.
Torunları olduktan sonra Hz. Fatıma'nın, torunları yine kızına kıyam ediyor.
Bir gün Rasûlullah Efendimiz namaz kılıyor Hz. Hüseyin Efendimiz omzuna yapışmış.
Onunla beraber secdeye gidiyor.
Fahr-i Kâinat'ın, Torun Sevgisi.
Bu sevgiler tomurcuk verdiği zaman ortaya çıkar.
Bir kadının evladı olduğu zaman, zayıf kansız bir kadın gece sabahlara kadar uykusuz kalır.
Sabah sanki uykusunu uyumuş gibidir. Kim veriyor onu.
Asıl ALLAH Sevgisidir. O parça ondandır.
İnsanı sevmek.
Birbirinizi sevin demek ALLAH'ın bir ALLAH'ın HAYy'ı var sende.
ALLAH'ın Menevişi var.
NÛR-uRasûlullah var onu sevmektir.

İsmâil oluyor.
Hz. İbrahîm diyor ki :
"Oğlum sen benim ciğer pâremsin. Ben seni ALLAH yolunda zebh edeceğim. Keseceğim!" dedi.
Evladını ALLAH yolunda kesecek.
ALLAH sevgisi demek, evladı da sıfıra indiriyor.
Oğul.: "Baba mâdem böyle diyorsun, ALLAH emretti hay hay!" diyor.
İtiraz etmiyor babasına.
Gidiyorlar meşhur dağa. Yatırıyor.
Bıçağı hazırlıyor. Hazırlamış. Gizlemiş.
"Baba diyor gözümü bağlama" diyor.
"Ben yumarım. Yalınız ellerimi bağla" diyor.
"Belki kesilirken!" diyor
"Bir yere takılır bıçak. Ben çırpınırım, babalık şefkatın galebe çalar ALLAH’a karşı vazifeni yapmış olmazsın!" diyor.
İsmâil şey ediyor. Bağlanıyor böyle. Mübârek boynunu uzatıyor.
Hz. İbrahîm kaldırıyor bıçağı.: "Yâ RABBî!. Sana nezr edeceğim oğlumu niyet etmiştim. Şey edeceğim!" diyor.
Bir içini çekiyor bir.: "Bismillah! Bismillahu ALLAHu EKBER!" der demez, taş titriyor taş!
Bu babaya itaatın, evlada karşı muhabbetin ALLAH’a karşı sevginin hepsine galip geldin mi!
Cenâb-ı ALLAH zâlim değildir.
O anda.: "Bıçağı çekme!" emri çıkıyor. Bıçak kesmiyor.
O zaman Cebrâil, bildiğimiz koyunu kucaklıyor bir koçu getiriyor.: "Bunu yerine kes!" diyor.
Onun için kurbanda şimdiki kurbanlar, kıyma yapmak için bir, kavurma yapmak için, iki gösteriş için.
Kim ne derse desin bu böyle.
"Efendim senede bir defa fakirler yesin senede!"
Bir defa fakirlerin et yemesinden ne çıkar oğlum?
Sen her gün yiyorsun.
Yediğin zaman.: "Elhamdülillah!" dediğin zaman yemeyenleri düşünebiliyor musun sen?
Mesele orda. Düşünebiliyor musun?

Koyun..
Şimdiki koyunlar getiriyorlar işte davardan şuralarda buralarda.
Hacı Amca şey alacak, eee alda kes!.
"Ben beş tane alacam!" Zengin adam
"200 lira!"
"Yav 190 liraya ver!"
Eller ortada aldıydı, verdiydi, aldıydı. ALLAH unutuluyor orda.
Öteki ise Hacı efendiyi kazıklamaya çalışıyor.
Hacı Efendi biraz eksiğine almak istiyor.
Ama bunlar hakiki içinden gelmiyor.
Hakiki kendimizi unuttuk. Bizim üstümüzdeki iğreti insanlığımızdan geliyor.
Çünkü o koyun yavru.
Anası doğurur onu iki küçük emzirir.
Hacı ağıla girer yavrular orda melerler. Anası orda meler.
Çünkü sütü mandıraya gidecek, satılacak yağ yapılacak.

Asıl kurbanın ne olduğunu biliyor musun?
İsmâil'i taklid eden kurban olacak!
Sen kuzuyu anası süt vermekten artık men' edecek.
Anasından hakkı olan ALLAH'ın verdiği hakkı olan o sütü emecek doyuncaya kadar.
Tarayacaksın süsleyeceksin 3, 5, 6 ay evdekiler alışacak ona. Çocuklar.: "Kuzum nerde Ana?" diyecek.
Mektepten gelen onu : "Bak mektepten gelende yaprak getirdim ona!" diyecekler.
Kuzu evin halkından olacak.
Kurban geldiği zaman, şimdi çocuklar gelecek.:
"Baba kesmeyelim bunu!. Baba kesmeyelim!."
Hanım.: "Yavv nasıl keseceğiz, efendi başka bir koyun al! Bu bizim için şey oldu!."

Ahaa o İsmâil yerine geçiyor. Üzüntü şekli, aha bu kurban olur.
Öteki ne olur?.
Öteki müsâdenizle kavurmadan başka bir şey olmaz.
"Ama ben kestim oldu!" Devâm edin öyleyse olursa.
Hakiki kurbanı söylüyorum. Bizim gibi gösteriş için değil.
Nasıl ki biz ALLAH'ın Kelâmını bu gün iki şeyde kullanıyoruz.
Otomobillerimize küçük Kur’ÂN asıyoruz bizi korusun diye.
Bir yere giderken cebimize koyuyoruz.
Bir de Mezarlık Kitabı yapıyoruz.
O, bizim Kitabımız!..
Kur'ÂN Canlının Kitabı, Mezarın Kitabı değil!
Onun için : "ALLAH!." denilmeyen evde hayır yoktur oğlum.
Rasûlullah buyuruyor. Ben uydurmuyorum...

Onun için insanın cesedi benim lakırtım değil Oğlum.
Ben neyim ki benim lakırtım olsun.
İnsanın Cesedi =>Efendi oluuur!..
Birde RÛHu =>Efendi olur.
Cesed, cesedi Efendi olarak doğan bir adam olur, RÛHu edebsizdir.
RÛHu cesedinden utanarak o da Efendi olabilir.
Yahut cesedi onu Efendi haline sokar.
RÛHu Efendi olan cesedi efendi değilse, RÛHun Efendi olması çok güçtür oğlum!.

Bir adamı bağlıyorlar bir yere, çoluğunu çocuğunu, anasını babasını karısını gözünün önünde kesiyorlar bu adamın.
Ve kaçıp gidiyor iki kişi.
Bu cemiyette her gün gazetelerde okudunuz. Adam ondan sonra iplerini şey ediyor.
Bu adam RÛHen maktul mudur?.
RÛHen maktuldur!.
Çoluğunu çocuğunu gözünün önünde RÛHunda, anasına, babasına çocuğuna karısına ait bir sevgi, bir bağlılık vardı sen onu kestin. Katlettin bunları.
Bu adam maktuldür. Yani katledilmiştir RÛHu.
O adamda hiddetten gidiyor. O vuran adamları temizliyor.
Cesedinden katildir bu adam. RÛHundan maktul cesediyle katildir.
"Ne ceza verirsiniz buna?."
Konuşmaz!.

Bir adam dış görünüşüyle gâyet doğrudur. Fakat iç görünüşü ile zâlimdir, hırsızdır.
Ne cezâ verirsiniz buna?.
Bir adam dış görünüşüyle zâlimdir. Fakat iç görünüşüyle fevkâlede doğrudur.
Bunlar ALLAH'ın Hikmetleri.
Onun için hiç kimseyi hakir görmemek lazımdır..

Bir, NÛR yüzlü bir genç.
Fakir elbisesi yok üzerinde. Aç şöyle böyle, aç kalmış.
Almış başını yürümüş gitmiş. Gelmiş ki bir şehirde davullar çalınıyor.
Zurnalar vaaar! Askerler maskerler şunlar.
"Nedir bu?" demiş.
"Efendim demiş bizim padişahın çok güzel bir kızı var. Otuz kırk tane şehzâde, başka padişahlar da geldi. Kızına talip oldu. Padişahta hangisine vereceğini bilmiyor. Bunları imtihan ediyor!." demiş.
"Yav demiş ben açım! Güzel diyorsun. Bende bir talip olayım!" demiş.
Gitmiş orda oraya girecek adamlara demiş ki.: "Bende talibim!"
"Ulan hadi git işine!." demiş ama,
Çocuğun yüzü başka elbisesi yırtık ama, gözleri böyle deniz feneri gibi bakıyor çocuğun. Ehemmiyet vermemişler.
Çocuk bir nâra atmış.
Padişah demiş : "Nedir o?."
"Efendim böyle böyle kızınıza bir talip var!"
"Getirin!" demiş. Bakmış çocuğa çok yakışıklı.
"Ee bu talipler prens ama demiş kimisi çirkin, kimisi iri yarı, kimisi yaşlı, kimisi çok genç. Bu çocuğun çok güzel yüzü var!" demiş.
"Bunu bir elbiseyle giydirin prenslerden güzel olur. O da girsin imtihana!" demiş.
"Dur oğlum!." demiş
"Yalnız, Efendim demiş ben üç dört gündür açım bana bir yemek verin!." demiş.
Çocuğu doyurmuşlar.
"ALLAH Elhamdulillah!" demiş.
"Ben senelerdir aç perişan dolaşırım. İmtihana girerim. Ya kazanırım ya kazanamam.
Kazanırsam prens gibi padişahın damadı olurum. Kazanamazsam vursunlar kafamı ne olacak!. demiş.
"Nedir imtihan?."
"Zâten imtihanları olanlar yapamıyor hep kafa gidiyor!"
Padişah öyle demiş.
"Şurdaki ahır var ya, falan!" demiş. "Oraya gireceksin!." demiş.
Çocuğu götürmüşler. Bir hasırın üstünde belki 30-40 bir iki ton kadar kum var.
Kumun içinde de yine yarım ton kadar pirinç karışık. Karmakarışık.
"Aha bunları sabaha kadar kumu bir tarafa pirinci bir tarafa ayıracaksın! Elek melek yok oğlum. Hiçbir âlet yok elinde!."
Çocuk gelmiş. Kapıyı da kitlemişler üzerine.
"Yarın sabah olmazsa!." demiş. Yemekte koymuşlar.
Çocuk düşünmüş düşünmüş.: "Yavv ben ne yapayım? Ulan ben bunu yapamam! Şu koydukları yemek.
Bir gecelik padişahlık padişahlıktır . Sabaha ne yaparlarsa yapsınlar!."
demiş.
Gece yarısına kadar okumuş. Yatmış aşağı haradan!
Artık düşünmüyormuş : "Sabah ne olursa olsun!"
Gece birden uyanmış. Hemen oradaki ibrikten su almış. "Bir de gece namazı kılayım!" demiş
Hepiniz devam edeceksiniz gece namazına.
Gece namazını kılmış. Düşünüyor yine.
Topuğu çıplak çocuğun ayağının. Topuğunu bir şey ısırıvermiş.
Orda işte bir de mum yanıyor. Bakmış ki küçük bir karınca.
Almış onu eline.: "HAYy mübârek sen ne arıyorsun burada?" demiş. "Ezecektim seni!"
demiş.
Karınca diklenmiş ayakları üzerine. Konuşmağa başlamış.
"Bizim gibi mi?!."
Onlarında başka türlü konuşması vardır oğlum!
Bir hayvanın bacağı kırılır, kan akar. İçin cızlar : "Vah vah!." dersin
O da sana böyle bakar. Ama konuşuyorsunuz. O sana bi şey acısını duyurur senle konuşur.
Sen demiş aslanım Süleymân nasıl konuşmuş karıncaynan.
"Sen, Bundan 5-6 sene evvel bizden bir karınca!." demiş. Hepisi birbirine söylüyor bunu.
"Bir SUyun kenarından geçiyordun ayağına bir diken battı." demiş.
"Oturdun orda o dikeni çıkardın." demiş.
"Bir karıncacıkta o SUya gitmişti." demiş.
"Şöyle tuttun kurtardın onu da koydun güneşli yere." demiş.
"O karınca senin bu iyiliğini unutmadı hepimize yaydı." demiş.
"Sen yiğidim yatadur biz sabaha kadar temizleriz onu." demiş.
Yatmış çocuk sabahleyin kakmışlar ki bir tarafta pirinçler, bir tarafta kum var!.

Haaa Oğlum dostun olacaksa karıncadan olsun!.
Hiç kimseyi hor görme bakarsın bir karınca Velî olur karşına çıkar.
Böööyle kafanı kaldırma!.
Hazreti Davûd, Peygamber olduğu halde bir defa yüzünü yukarı kaldırmamıştır. Kibir gelir bana diye!.

Onun için dünyadaki dört tane okyanus vardır.
Okyanus, büyük denizdir biliyorsunuz.
Bunları dolduran SUlardan daha çok insanoğlu Hz. Âdem'den bu yana GÖZYAŞI dökmüştür.
Bunlardan daha da çok.
Bu GÖZYAŞInın on bin tonsa bu.
Yarısı eğlence, kahkaha, edepsizlik GÖZYAŞIdır. Yarısı insanların birbirine karşı,
Onun geriye kalan yarısı da birbirlerine karşı duyduğu üzüntülerden,
"Şunu kaybetti, bunu kaybetti" ondan.
Geriye bir bardak yaş kalıyor. Ahaa o bir bardak yaş olmazsa dünya kubbesi düşer.
Hadis şu.: "Îza Hulîyet Kulibet"
ALLAH YoLunda doğruluktan ayrılmayıp gece GÖZYAŞI getiren insanlar olmasa idi. Gök Kubbesi yarılırdı.

Ölüm acısı duygusundan kurtulmak için gözlerini dünyaya bir köpük parçasına bakıyormuş gibi, bir rüyâ görüyormuş gibi, çeviren insan ölümün pençesinden muhakkak kurtulmuştur!.

Sevinçten elem doğar. Sevinçten korku doğar.
Sevinçten yakasını kurtaranlar içinde elem yoktur.
Böyle bir insana korku nereden gelecektir?
Bulun bana deliğini de söyleyeyim. Biz tıkayalım o deliği.
İnsana acıyan büyük bir kalb ağrısını görmemek imkansızdır.
Araba, ne tekerlek ne dingil ne de teknedir.
Araba dediğimiz zaman. Bunların hepsine bir tek verilen ismidir.
"Ahmet deriz. Hasan Bey!." deriz. "Ömer Bey" deriz.
Bu kelimeler, ne gözdür, ne kulaktır, ne de duygudur.
Bunların hepsidir, verdiğimiz "Ahmet Efendi" diye isim verdiğimiz.
Onun için insan haddini bilmelidir..

Okyanusta kaç bardak color=#00BFFF]SU[/color] vardır birisi sana söylesin.
Ganj Nehri yatağında kaç tane kum tanesi var.
Bunlar mesaha edilmez, kabul edilmez, ölçülmez bunlar.
Ölümden sonra bir hayat var veya yok düşüncesi de aynı nev'îdendir.
Sorulacak suale ikisi de yanlıştır.
İnsan korkuya veya imana bir şeyin karşısında döner. Bir hastalığın karşısında.
"O hastalık nedir?"
En büyük hastalık açlıktır oğlum.
"Niçin açlıktır?"
Oruç da diyoruz. Çok dikkat buyurun.
Oruçta diyoruz Er Rezzâk Esmasını bir tarafa itiyoruz.
HAYy'la HAYy oluyoruz. HAYy ile HAYy ama her an Hâlvet olmak insanı yakar.
Yakamadığı için açlık hissinde : "Ben" ilen çok ahbaplık etme dön dünyana!" emridir bu.
Çünkü insan yalnız ekmekle değil mânâyla da beslenir.
Hindistan da adamlar var otuz gün mezarın altında aç SUsuz duruyor. Durulur.
"Ben duramıyorum!."
Sen baştan aşağıya midesin de ondan.

Arılar gelir çiçeğin üzerine konar.
Çiçeğe hiçbir zarar yapmadan oradan balı alıp nasıl giderlerse insan öyle çalışması lazımdır.
Tutuşmuş ateş üzerinde kıvılcımlar, binlerce kıvılcım çıkar. Yanar sönerler, yanar sönerler.
İşte bütün kâinatta da her şey her an ölüyor ve her an var oluyor. Biz onun farkında değiliz.
Bak bu elektrik saniye de 60 defa yanıp sönüyor.
Biz onu göz ve hafızamız onu idrak edemediği için devamlı addediyoruz..

Yalınız insan ibadetini düşünür.
Muhakkak bir gün karanlıklar aydınlanacak insandaaa.
İnsanı hapseden şeyler kendi içindedir.
Geçmişte yapılmış, yapılan yanlış hareketler, elem.
Geçmişte yapılan iyilikler ise saadet verir.
Onun için gençlere söylüyorum.:
"Gezsin, sinemasına gitsin. Futbol oynasın.
Şunu yapsın, bunu yapsın, cesedinlen bu.
Gıpta etmesin!
Haram yemesin!
Kimsenin ırzında olmasın!
Büyüklerine hürmet etsin!
Hükümete hürmet etsin!
Küçüklere hürmet etsin!
Fakat namazını kılsın!."

Bu başka o başka.
İnsan biraz da ma'siyyet ister. Onun için Cenâb-ı ALLAH diyor ki :
"Herkes temiz ve doğru olaydı. Ben fenâlık yapacak bir cemaat halk ederdim." diyor.
O halde Cenâb-ı ALLAH insanlarda bir ma'asiyyet istiyor.
Bu ma'siyyete istemezse idi cennetten Hz. Âdem kovulmazdı.

Karlı bir tepede duran adam nasıl başının üstünde bir sonsuz mavilik bulursa, kendi nefsine hakim olan da buna benzer.
Böyle bir insanı bu dünyada sarsacak hiçbir kuvvet yoktur...

Billur, haa şu yapma billur.
Bu billur değil tabi. Uydurma yalancı billur.
Bir billur alınız elinize. Billur parçasının her yanından nüfuz eder ışık. Her taraftan başka renk verir.
"Fakat billur ışık mıdır?"
"Hayır!"
Billur yine, bir kum tanesinden başka bir şeydir.
Çünkü billur cam kumundan yapılır.
Ama billurun şu billur!.
Acaba donmuş bir sis olmasın billur!. Kim aksini iddia edebilir.
Onun için insan aklı muayyen bir hududda durur.
Ötekisine hürmet etmek lazımdır.
Gökyüzü gözle görünen ALLAH'ın kudretinin en büyük delilidir. Bakın görün!.

Amerika Reisicumhurlarından Abraham linkon'un, Cılbir isminde bir arkadaşı varmış bunun.
Her akşam, o Beyazsaray onun zamanında yapılmış. O Beyazsaray. Ahşaptan yapılmış o Beyazsaray.
Çıkar böyle havaları seyredermiş. "Bak!." dermiş
"Şu yıldızlara bak! Şunların gidişlerine bak. Göğe bakıp da bunun bir Hâlik'ı olmadığını inkar edene şaşarım!." dermiş.
"Ama yere bakıp da inkar edene şaşmam!" dermiş.
Ve onun zamanında bu günkü dolarlara bakarsanız. Gümüş dolarlara ve kağıt dolarlara üstünde İngilizce bir kelime yazılıdır.
O zaman yazılmış : "In God we trust.: ALLAH'a i'timadımız vardır!." Hâlâ yazılıdır.
Amerikan parasının da dünyadaki kıymetini. Bir tanesi bizim12 lira. İngiliz.
"Nerden çıktı bu nedir."
"Efendim işte senayi vardır. Senayi niye bize vermedi?"
Küçük bir bahane Cenâb-ı ALLAH'ın Gayyûr Esmasına dokunur.
Böyle indirir aşağıya, rızkını indirir aşağıya!.

ALLAH sana RÛHu vermiştir.
RÛH, hiçbir zaman kendisini verene hıyanetlik etmez oğlum. Ama biz bambaşka olduk.
Bu dünyada hayatta cezalandırılmamış cinâyetlerrr.
Mükafatlanmamış faziletler daima!
Mahkeme edilecekleri başka bir hayat muhakkak zaruridir oğlum.
Aha basit bir mantıkla çıkıyoruz.
Bu dünyada birçok cinâyetler işlenmiştir.
Bu dünyadan birçok faziletli adamlar geçmiştir.
Öyle cinâyetler işleyenlerin cezaları dünyada bazıları cezalarını görmemiştir.
Bazıları da faziletlerinin mükâfatını görmemiştir.
Hani Cenâb-ı ALLAH âdildir.
Âdil ise, bunların faziletlerinin dağılacağı, o cinâyetlerin cezalarının verilecek bir mahkeme vardır.
İşte o mahkeme de aşağıdadır!..
Tehlike, tehlikeler olmayan hiçbir fazilet yoktur.
Fazileti boşuna sarf ettiğiniz vakit bu tehlike ile karşılaşırsınız.
Onun için faziletinizi yerinde muhafaza edin!
Sizi tahkir edenlerden katiyyen intikam almayınız.
Alçak gönüllük RÛHun tevazu'dur.
Harici tevazu' medenîlik vasfıdır.
Alçak gönüllülük kendini hakir görmek değildir.
ALLAH'ın huzurunda.: "Ben yoğum, SEN varsın!" demektir.

Onun için Azîz Cemaat =>Akarsu nereye akarsa orasını =>Yeşerir.
Secde-i Rahmâna kapanan NÛRlu insan nereye girerse oraya tenbid eder.
Gözünde GÖZYAŞI varsa oraya muhakkak rahmet nâzil olur.
Şüphe etme bu sözden.
Rasûlullah'ın Sözüdür.
Ateş, ateşe tapana bile lütfetmez.
Mecusiler ateşe taparlar.
Mâdem senin ALLAH'ın ise girsene içine derhal yakar.
Ateşin tabiatı da değişmez, unsuru da.
Çünkü ALLAH'ın kılıcı izinle keser, izinle yakar.
Ateş, her şeyin hakikatini ortaya koyan bir nimettir.
Pirit, Arapçası.: "Humze yedline hadid.: Demir çıkan şey."
Karabük'teki o taşları atarlar ateşin içinde demir bir tarafa ayrılır, posası bir tarafa.

Amber ateşe atılmazsa güzel kokusu çıkmaz.
Ateş HAYY Esmâsı'nın hakikatini ortaya çıkarır.
Fakat bunun farkına herkes varmaz.
Ateşin içinde NÛR vardır, ateşin içinde gül bahçesi vardır.
Hazreti İbrahîm'i hatırlayın! Ateşin içinde yeşil çemen vardır.
Yine o peygamberi hatırlayın!
Ateşin içinde Ni'met vardır.
Ateşin içinde Rahmet vardır.
Ateşin içinde de söylenemez denilen bişey vardır.
Onu da sen bul! .

Cenâb-ı Peygamber diyor ki.: "Dünya bir andan ibârettir."
Ateşle, şöyle bir çöp alalım elimize ucunu yakalım. Köz olsun.
Şöööyle çevirdiğimiz zaman bir daire şeklinde görürsünüz.
İşte kâinat böööyle döndüğü için biz ömrümüzü uzun zannediyoruz.
Ömür uzunluğu, ALLAH’ln tez tez peş peşe bu şey gibi elektrik gibi sönüp yanmasından ibârettir.
"E fe ayina bil halkil evvel bel hum fi lebsim min halkin cedid." (Kaf 50/15)
ALLAH birini öldürür tekrar yaratır. Âyet-i kerime.
Bunun sırrını insan kendiliğinden öğrenemez, âlim de olsa fazıl da olsa ona öğretirler.
Siz biriniz içinizden derki : "Hoca Efendi sen öğrendin mi?."
Bilmesem bu tehlikeli kürsüden herhalde mırıldanmam!..

Gözde, aaha bu gözde, Hakiki Dost'u gören göze derler göz.
Gözünü yum hiçbir şey görmezsin.
Ama gözünü yumup da uykuya girdiğiniz zaman göz etlikten çıkar artık yoktur göz.
Peki, göz uykudaysa et parçası nasıl oluyor da rüyada gördüklerini hafızanda tutuyorsun da gelip ötekine anlatıyorsun.
O halde başka bir göz var.
Aha o gözdür asıl göz. DOStun GÖZü..

Soğuk, kar koruğa dokunur.
Üzüme dokunmaz. Olmuşa dokunmaz.
Herkes eline bir asâ alır amma, Mûsâ da alır.
Bizim elimiz nerde Mûsâ'nın Eli nerde?!.
Bu lakırtıları biraz deşerseniz Oğlum.
İçinde çok şeyler var.
Yağmur çemenlere ne yaparsa, çemene yağmur.
Haa biz bu sözlerimiznen de size onu yapmak istiyoruz.
Çünkü, sizde o çemen var.
Çemen çünkü secde eder.
"Ven necmu veş şeceru yescudan." Âyet-i kerime.
Necm Arapçada çemen demek.
Müfred olarak kullanırsa necm, çemen Arapçada.
Nücum olursa yıldız manasına Kur’ÂN-ı Kerim lisanında.
"Ven necmu veş şeceru yescudan."
"Çemen ve ağaç secde ediyor."
diyor.
Bütün kuşlar secde ediyorlar. Ama siz bunun farkında değilsiniz.
O halde kâinat bir tesbih, bir ALLAH'ı hamd ve senâ silsilesinden başka bir şey değildir.
Rüzgar esti mi yoldaki tozları, mozları kağıtları kaldırır. Onların arkasına girer.
Rüzgar kendini göstermez.
Bu hareketler de böyledir!.

Onun için her insanın içinde HAKk'tan Yaratıcısından bir tad vardır.
Onun için Peygamberler dışardan seslendi mi.
İnsanların canı içinden hoplar ve secdeye kapanır.
İslamın niye secde yaptığını, niye oruç tuttuğunu, niye zekat verdiğini, niye sadaka verdiğini, büyüklere hürmet ettiğini, hiç hiddet etmediğini, islamda hiddet yoktur oğlum!
Bu işin şu Secde-i Rahmân'dan kapanıp da televizyon gibi bütün manevî alemi görebilmek için katiyen hiddet etmeyeceksiniz.
Bu çok büyük bir iştir.
İslam Dininde yasaktır hiddet. Kızmayacaksın bişeye!
Koyun gibi : "Peki!" diyeceksin.
"Efendin buna ahmaklık derler!."
Ahmaklıktan asıl hamaklığa gidilir. Hamaklıktan da asıl akıllılığa gidilir oğlum!
Deli olmadan Velî olmaz insan. Onun için hiçbir şeye kızmayın!
Evinizde ailenize karşı daima munis güler yüzlü olun.
Çocuklarınıza karşı : "Baba şunu isterim, baba bunu isterim!"
Kızma! Kızma!
Okşa onu, okşa!
"Peki oğlum! Para elimize geçerse alırız!." de.
Katiyen kızma, yolda birisi sana çarpsa kızma!
Ama bazı kızacaksın. Kızacak yeri ben anlatayım.
Evvelsi günümü idi Hafız Efendi, bir şeye gidiyorduk.
Öğlen Namazından sonra hangi Câmii o. Bahçeli Evler'e gidiyorum.
Para verdiler ordan ki : "Hoca efendi dediler her gün bu parayla gidip gelirsin!" dediler.
Orda taksi bulamadım. Bir dolmuş gidiyordu.
Elimde de cübbe. Bu dolmuşa giriverdim. 6-7 dakka var, ezâna.
Şoföre dedim ki : "Oğlum! Biraz çabuk gitmek mümkün mü?" dedim.
"Ben dedim orda vaaz yapacağım!" dedim.
Şimdi benim yanımda da bir adam oturuyor. Gözlüklü, kıravatlı temiz giyinmiş bir adam.
"Peki dedi yetiştiririm ben Hoca Efendi seni!" dedi.
Vaiz olduğumu söylediğim için "Hoca Efendi" dedi.
Ben böyle oturuyorum. Bu da naylona sarılı dizimde.
Bu adam döndü bana.: "Sen dedi vaaz mı yapacaksın?" dedi.
Dedim.: "Evet!" dedim.
"Câmide bir iki lakırtı konuşacağım!" dedim.
"Peki dedi orada dedi neler söyleyeceksin!" dedi.
"Aklıma ne gelirse, eserse onu söyleyeceğim!" dedim.
Kızmıyorum.
"Peki!." dedi "Ordakilerine sen söylesene!." dedi.
"Câmilerde gelenlerin hepisinin ayakları kokuyor!" dedi.
"Çamurlu pisli giriyorlar oraya!" dedi.
"Onları söyle onlara!" dedi.
Şimdi burada susulmaz oğlum!
Sen yine kızma böyle bir şeyinen karşılaşırsan yine hiddet etme! Çünkü oradaki vereceğim cevabı bilmezsin.
Herif bir pehlivan olur. Seni döver.
Ama cılız görüp de şu karınca gibi az önce demin anlattığım karınca gibi pehlivanlar vardır.
Padişah zamanında bir VeLi var 70-80 yaşında Yahya Efendi. Anadolu Hisarında güreş pehlivanlar.
Yağlı güreş. 140 okka herifler.
Yağlı güreş sebebi yağlı olmasa tuttu mu koparıyor adamı!
Avrupa'dan bir adam gelmiş hangi pehlivan çıkıyorsa altına vuruyor.
Padişah deli olacak : "Şunu yenecek yok mu?."
Yahya Efendi demiş ki : "Şevketlüm müsaâde et!" demiş "Şununan!"
"Aman demiş Hoca Efendi!"
70 Yaşında benim gibi kambur böyle.
"Aman etme demiş Hoca Efendi!"
"Müsaade edin Şevketlüm!." demiş,
Yahya Efendi çıkmış.
Herife bir el ense vurduğu gibi belini kırmış herifin.
Haaaa bu o kuvvete benzemez oğlum.
Böyle kazığı dikti mi hiçbir kimse elini çeviremez aşağıya...

"Onlara" dedi "söyle!" dedi.
"Ayaklarını" dedi, "çorapları delik, pis pis kokuyor, secde yapılacak yerler!."
Ben dedim.: "Bunu aklınnan mı söylüyorsun? Yoksa gittin mi oraya?"
"Öyle söylüyorlar!" dedi.
"Senin dedim ayağındaki çoraplar dedim ipek değil mi?" dedim. "Temiz?."
"Temiz ya!." dedi.
"Ben o Secde-i Rahmâna kapanıp ayakları kir kokan, ayakkabısı delik çamur olan adamın tabanını öperim ama!." dedim.
"Senin nerene bile tükürmem. İn deyyus aşağı burdan!." dedim.
"Durdur şurda arabayı!."
Şöfor durdurdu arabayı. "İn aşağıya!." dedim
Bir celâl geldi bana.
Şöfor.: "Evet beyim dedi in aşağıya!" dedi.
İndik aşağıya. Torbayı bıraktım oraya.
Önce : "Bi şöyle tuttum mu boğarım!." dedim Herife. Hiç sesi çıkmadı.
ALLAH aslan gösterdi beni ona herhalde.
Ondan sonra bindik arabaya gittik.
Zâten şeye hiddetli çıktım. ALLAH affetsin kürsüye!.

Onu sen bırak adamına, karıncaya bırak oğlum!
Karınca onu temizler sen otur.
Onun için SU da daima kalmak balığın kârıdır oğlum!. Yılanın değil.
Bu denizde öyle balıklar vardır ki yılanı bile balık yaparlar.
Onları ara bulabilirsen, ALLAH Dostunun ihsanına uğramak büyük bir iştir.
Cömertlik bile utanır yanında. Çok söze daldık.
Yav hikayeyi söyleyelim derken biz hikaye olduk be!
Biraz da hikaye söyleyelim canım insanlar bunalıyor.

1050 yılı 1050 hicrî yani bundan 334 sene evvel. 334 sene evvel.
Şu Şişhane yokuşunu İstanbul'da çıktığınız zaman 6. daireye dönmeden Perapalas'ın altından giden bir yol vardır hatırlarsanız.
Bi de soldan Kasımpaşa'ya inen yol vardır.
Ordan aşağıya biraz in! Sağda tepenin üstünde bir türbe görürsün.
O türbe Lohusa SuLtÂN'ın türbesidir.
Üç yüz küsur seneliktir.
Onun yanında eskiden bir mescid vardı. 300 sene evvel.
Orada yüzü gâyet güzel sesi fevkâlede muhlik. Az çok ilmi var.
Halkın çok sevdiği bir müezzin varımış. İsmi Abdullah. Birde Anası var.
Gâyet güzel ezan okur. İmam gelmediği zaman mihraba geçer.
Bunların hepsi Osmanlı İmparatorluğunun Tomar-ı Osmaniyesinde yazılıdır bu lakırtılar.
Öyle tavatura.
Zaten bu kadar dünyanın en uydurma romancısı gibi bunu uyduramaz.
Bir hadise olacak.
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Ama İslam inanır buna hiç şek düşmez.
Bu, birden bire dertlenmiş bu adamcağız.
Yüzü solmaya başlamış.
İştahı kaçmış. Bir keder.
Aylarca bu devam etmiş.
Kimseye de derdini söylemezmiş.
Bir gün Anası : "Abdullah oğlum sende bir dert var ama!" demiş. "Yüzün soldu, kimseyinen konuşmuyorsun. Tuhaf bir halin var. Söylesene ben ananım!" demiş.
"Yok ana bişeyim yok!" demiş.
Git gide artıyor bu.
Anası demiş : "Otur oğlum, derdini söyle yoksa analık hakkımı helal etmem sana!" demiş.
Emir yüksek yerden. Ağlamaya başlamış.
"Anne!" demiş. "Ben demiş bir rüya gördüm. O rüya şu demiş.
Zamanın Padişahı, onun kızını rüyada gördüm!"
demiş.
"Âşık oldum bu kıza!" demiş.
"Saraya git kızı bana iste!" demiş.
"Aman oğlum demiş biz neyiz. Padişahın kızını nasıl isteriz. Sana nasıl verir!"
"Valla ana git iste!" demiş.
"İsterse bizi kessin, isteyeceksin!" demiş.
Padişahın kızı da, bu Hocayı görmüş rüyâsında.
O da ona âşık olmuş ama birbirlerini görmemişler. Kızda eriyor.
Bu, olmuş bu!.. Tomar-ı Osmaniye de.
Nihâyet kadıncağız gitmiş saraya.
Demiş ki.: "Ben padişahı göreceğim!" demiş.
"Sen kimsin?" demişler.
"Ben felan yerde Müezzin var onun Anasıyım!" demiş
Yaşlı NÛR yüzlü bir adam.
"Söyleyelim Padişaha!" demişler.
Padişaha mabeynciler gitmiş söylemiş demiş ki :
"Bir iki gündür gelen bir kadın var. Zât-ı devletlerini görmek ister!"
"Alın gelsin!" demiş.
Gitmiş kadın. El etek öpmüş. NÛRlu bir kadıncağız.
"Söyleyin valide!" demiş padişah.
İstanbul da bizim Padişah zamanında oluyor.
"Şevketlüm" demiş "söyleyeceğim sözler edep harici sözdür!" demiş.
"Beni ma'zur görün!" demiş.
"Ben oğlumun namına geliyorum!" demiş.
"Buyurun söyleyin buyurun!" demiş.
Demiş ki.: "Efendim benim oğlum ALLAH'ın emriyle sizin kızınızı istiyor!" demiş.
Babası.: "Yav sen çıldırdın mı kadın?" demiş.
"Valla çıldırıyım çıldırmayıyım şevketlüm evladım gitgide erimekte siz bilirsiniz!"
O sırada da kız Padişahın Kızı dinliyor bunu duymuş, o kadar.
"Siz bilirsiniz şevketlüm!" demiş.
"Müslüman kadın gönlünü kırmayayım!" demiş.
"Peki teyze verelim ama demiş 9 katır yükü altın getireceksin bana!" demiş.
Tomar-ı Osmaniye de yazıyor bunu.
Topkapı Müzesinde gidin okuyun.
Gelmiş oğluna demiş ki : "Padişah verecek, 9 katır altın istiyor!" demiş.
İmam başlamış göbek atmaya.
"Hay ALLAH razı olsun!" demiş.
Gitmiş çuval almış. Evinin bahçesinde küreknen dolduruyor toprağı.
Doldur babam doldur, 9 tane çuval doldurmuş.
Arabaya yüklediği gibi ertesi sabah dayamış şiyden içeri. Saraydan içeri.
Bu olmuş efendim olmuş. Olmuş!..
Zâtı Sungur bunlardan daha şeyini yapıyor.
Bu salak milleti atlatıyordu.
ALLAH Dostu oluyor bu adam.
Saraydan içeri girmiş. Padişaha haber vermişler.
Demiş ki.: "Efendim dün bir kadın geldi, 9 çuval altın istemişsiniz!" demiş.
"O İmam nerdeyse geldi" demiş.
Gelmiş Padişah.: "Nerde?" demiş.
"İşte padişahım!" demiş.
Saraydakiler almış bahçeye devirdikçe altın, devirdikçe altın. 9 şey altın.
Tomar-ı Osmaniye de yazıyor. Devletin arşivi.
Olur mu?.
Buz gibi olur oğlum!..
Burada olmaz ama bir kağıt parçasını ben vereyim.
Yum, kapat, aç istediğin altını yapayım ilm-i kırtasiyedir bu.
Ama sana vermem!...

Resim

Kıyam.: Ayakta durmak. Ayağa kalkmak. * Ayaklanmak. İsyan. * Ölümden sonra tekrar dirilmek. * Bir işe başlamak, devam etmek.
Fahr.: Övünme. Yaptığını sayarak övünme. Övülmeye sebeb olacak kimse. Fazilet. Büyüklük. Şeref.
Zebh.: Kesme, boğazlama. Kurban kesme. (Boğazlanmış veya boğazlanacak hayvana da "zebiha" denir.)
Galebe.: Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk. * Bastırmak. * Yeğin olmak.
Nezr.: Adak adamak. * Fık: Cenab-ı HAKk'a ta'zim için mübah bir fiilin yapılmasını deruhde etmek, öyle bir işin yapılmasını kendi nefsine vacib kılmaktır.
Maktul.: Öldürülmüş, katledilmiş olan.
Addediyoruz.: Hesablamak. Saymak. Sayılmak. İtibar etmek.
Ma’siyyet.: İtaatsizlik, günah, isyan.
Billur.: Şeffaf, parlak taş, elmas gibi kıymetli. Cam gibi parlayan.
Senayi.: Sanayi, San'atlar.
Gayur.: Hamiyetli. Çok çalışkan. Dayanıklı. Çok gayretli. * Kıskanç. ("Gayyur" diye yazılması yanlıştır.)
Zaruri.: (Zarurî. c.) Mecburi işler. İster istemez olan işler.
Tenbid eder.: yeşil ot, nebat yetişir bastığı yerde.
Nâzil.: (Nüzul. dan) Nüzul eden, inen, yukardan aşağıya inen, bir yere konan. Bir yerde konaklayan.
Munis.: Alışılmış. Ehlileşmiş. Cana yakın. Sevimli. Ünsiyyet edilmiş.
Deyyus.: Derare. Karısının kötü hâllerine göz yuman ve ses çıkarmayan adam.
Mabeyn.: Ara. Aradaki şey. İki şeyin arası. * Haremle selâmlık arasındaki oda. * Padişah yakınlarının bulunduğu oda.
Şevketlüm.: Tar: Padişahlar hakkında kullanılmış bir tâbir olup, azamet ve heybet sahibi mânalarına gelir.

Er Rezzâku.: Yaratıklarına tek ve mutlak rızıklarını vericiolan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL. Bütün mahlûkatının rızkını maddî, mânevî; her zaman, her yer ve her hâlde lâzım ve lâyıkınca veren.
Er Râziku.: Tüm mahlükâtının rızkının mutlak sahibi olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Hayy.: Devâmlı hayat sahibi, mutlak diri, dirilerin dirilik kaynağı, hayat veren tek.. Mutlak diri, gerçek hayat sahibi ve Bâkî olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Muhyî.: Maddî-mânevî hayat verip dirilten, canlandıran, canı var eden ve RÛH veren. Diri ve hayatta kılma gücünün mutlak sahibi ve can verici olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

Resim


"Îza Hulîyet Kulibet."

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: "Dünya =>İyi ve temiz, ruhanî adamlardan, evliyâlardan hali olursa yıkılır." buyurmuştur.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: "Öyle kapalı kapılar vardır ki =>Râsih Âlimlerden başkalarına açılmaz" buyurmuştur.

"RÂSİHÛNE FÎ’L- İLMİ”

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
“Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummu'l- kitâbi ve uharu muteşâbihât (muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh (illâllâhu), ve’r- RÂSİHÛNE FÎ’L- İLMİ yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi RABBinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l- elbâb (elbâbi).: Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın Esâsıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat kalblerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini ALLAH'dan başka kimse bilmez ve ilimde Rusuh Sâhibleri ise.: "Biz O'na îmân ettik, hepsi RABBimizin Katındandır" derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulû’l- Elbâb (daimi zikrin ve sırların sâhibleri) (tezekkür edebilir).” (Âl-i İmrân 3/7)

Resim
GÖZYAŞImız!.

“(Kur’ÂN okunduğu zaman) ağlayarak yüzüstü secdeye kapanırlar. Kur’ÂN onların saygısını artırır.”

وَيَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا*
“Ve yahırrûne li'l- ezkâni yebkûne ve yezîduhum huşûâ (huşûan).: Çeneleri üstüne kapanıp ağlıyorlar ve (Kur'an) onların huşu (saygı dolu korku)larını arttırıyor.” (İsrâ 17/109)

“(Şimdi) siz, bu Kur’ÂN’a mı şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!”

أَفَمِنْ هَذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ
وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَ
“E fe min hâzel hadîsi ta’cebûn(ta’cebûne). Ve tedhakûne ve lâ tebkûn(tebkûne).: Yoksa bu söz size acayip mi geldi? Bu sözlere mi alay yollu gülüyor da, ağlamıyorsunuz?” (Necm 54/59-60)

Abdullah İbni Mesud radıyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Bana Kur’ÂN oku!” buyurdu.
Ben.: “Yâ Resûlullah!. Kur’ÂN sana indirilmişken ben mi Sana Kur’ÂN okuyayım?” dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: Kur’ÂN’ı başkasından dinlemekten pek hoşlanırım!” buyurdu.
Bunun üzerine ben kendilerine Nisâ Sûresini okumaya başladım. “Her ümmetten bir şâhid getirip seni de bütün bunlara şâhid tuttuğumuz zaman onların durumu nice olur?” anlamındaki âyete (Nisâ 4/41) geldiğimde:
“Şimdilik yeter!” buyurdu. Bir de baktım Resûlullah, iki gözü iki çeşme ağlıyordu.

(Buhârî, Tefsîru sûre (4), 9, Fezâilü’l- Kur’ÂN 33, 34; Müslim, Müsâfirîn 247. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İlim 13; Tirmizî, Tefsir 5)

فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا مِن كُلِّ أمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلَى هَؤُلاء شَهِيدًا
“Fe keyfe izâ ci’nâ min kulli ummetin bi şehîdin ve ci’nâ bike alâ hâulâi şehîdâ(şehîden).: Artık her ümmetten bir şahit (resûl) getirdiğimiz zaman ve seni de onların üzerine şahit olarak getirdiğimiz zaman (halleri) nasıl olacak?” (Nisâ 4/41)

Enes İbni Mâlik radıyallahu anhu.: "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir benzerini daha önce asla duymadığım pek etkili bir hitâbede bulundu ve.: “Eğer siz, benim bildiklerimi bilseydiniz, mutlaka az güler, çok ağlardınız!.” buyurdu.
(Enes, bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı, yüzlerini kapatıp hıçkıra hıçkıra ağladılar, demiştir.)
(Buhârî, Küsûf 2, Tefsîru sûre (5), 12, Nikâh 107, Rikak 27, Eymân 3; Müslim, Salât 112, Küsûf 1, Fezâil 134. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 9; Nesâî, Sehv 103, Küsûf 11. 23; İbni Mâce, Zühd 19)

Ebû Hüreyre radıyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet Gününde ALLAH TeALÂ, yedi sınıf insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır.:
* Âdil devlet başkanı,
* RABBine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,
* Kalbi mescidlere sevgi ile bağlı müslüman,
* Birbirlerini ALLAH için sevip birliktelikleri ve ayrılıkları ALLAH için olan iki insan,
* Güzel ve mevki sahibi bir kadının gayr-i meşru davetine “Ben ALLAH’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit,
* Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,
* Tenhâda ALLAH’ı anıp GÖZYAŞI döken kişi.”
buyurdu.

(Buhârî, Ezân 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât 2)

Enes İbni Mâlik radıyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Übey İbni Kâ’b radıyallahu anh’e hitaben.:
- “ALLAH TeALÂ =>Lem yekünillezine keferû Sûresini sana okumamı bana emretti.” buyurunca,
Übey İbni Kâ’b.: ALLAH Benim İsmimi andı mı?” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Evet.” buyurdu.
Übey İbni Kâ’b duygulanarak ağladı.” buyurdu.

(Buhârî, Menâkıbu’l-ensâr16, Tefsîru sûre (98), 1,3; Müslim, Müsâfirîn 246)
Müslim’in bir başka rivâyetinde.: Übey ağlamaya başladı.” ifadesi yer almaktadır.
(Müslim, Müsâfirîn 245)

لَمْ يَكُنِ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ مُنفَكِّينَ حَتَّى تَأْتِيَهُمُ الْبَيِّنَةُ
“Lem yekunillizîne keferû min ehli’l- kitâbi ve’l- muşrikîne munfekkîne hattâ te’tiye humu’l- beyyineh (beyyinetu).: Kitap Ehlinden ve müşriklerden kâfir olanlar, kendilerine beyyine (açık delil) gelinceye kadar (küfürlerinden) ayrılacak değillerdir.” (Beyyine 98/1)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:ALLAH korkusuyla GÖZYAŞI döken kişi, sağılmış süt memeye dönmedikce cehenneme girmez. Cihad tozu ile cehennem dumanı asla bir araya gelmez.” buyurdu.
(Ebû Hüreyre’den radıyallahu anh’den; Tirmizî, Fezâilu’l-cihâd 8; Zühd 9. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 8; İbni Mâce, Cihâd 9.)

Resim

أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ
“E fe ayina bi'l- halkil evvel bel hum fi lebsim min halkin cedid.: İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.” (Kaf 50/15)

الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ
“Eş şemsu ve’l- kameru bi HUSBÂN (husbânin).: Güneş ve Ay (yaratılışları ve yörüngelerindeki hareketleri), (astrofizik) hesaplarladır (hassas dengelerle dizayn edilmiştir).” (Rahmân 55/5)

وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
“Ven necmu veş şeceru yescudân.: Yıldızlar, bitkiler ve ağaçlar, rahmet sahibi Rahman olan ALLAH’a boyun eğerek secde ederler.” ).” (Rahmân 55/6)


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..

Resim

Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1190
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: MÜNİR DERMAN SOHBETLERi..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

MÜNİR DERMAN (ks)

SOHBETLER.: XI

GüL tohumu vardır azîz cemâat.
GüL tohumu. Bunu bir tahlil edelim.
GüL tohumunun içinde renk vardır.
Çok dikkat edin!
Koku vardır. Görünmez bu.
GüL tohumunu yar! Kimya laboratuarinâ gönder!
Ne koku vardır içinde ne renk vardır.
Ancak içinde âmidon vardır. Biraz da fosfat vardır.
Yâni nişasta ile fosfat vardır. Başka bişey yoktur.

GüL toprağa girip Er REZZÂK Esmâsıyla beslenmeye başladığı zaman, GüLün bu zâhiri kısmı kaybolur. Bâtını çıkar içeriden.
Bâtınında o halde zâhirini kaybetti.
Bâtınını ortaya çıkarmak için ALLAH ona bir mükâfat verir.
Nedir o mükâfat?.
El ile tutan tohumda bir bâtın var bir gizli bir şey var.
Zâhir olmak için yâni içinde tahlille bulunmayan kokuyu, rengi, yeşilliği çıkarmak için ne yapması lâzım.
Toprak altına konur bu. Çünkü, yaratma unsunu topraktan başlar.
HAYy, EL REZZÂK, EL BEDî’ topraktan çıkar.
EL BED î’ =>Renkler güzellikler.
El HAYy =>Canlılık.
EL REZZÂK =>yemek.
Hep topraktan. Toprak altından. SU verilir buna.
Mâdem ki bâtınını dışarı çıkarmaya savaşıyor. SU gelir.
“Ve mine’l- mâi küllî şeyin HAYy."
"Es seyhanu ve’c ceyhanu. El fıratü ve’n- Nil. Küllin min emharı CeNNe.: Seyhan ve Ceyhan. Fırat ve Dicle, Nil Nehri CeNNet Nehirleridir.” buyurmuştur Cenâb-ı ALLAH.
CeNNetin altında ırmaklar akar.
O halde şu Dünyâda elle tutulan, gözlü görülen yegâne CeNNet Taamı =>SUdur.
Onun için SU pislik tutmaz!
Onun için insanlar Huzur-u İlâhiye’ye giderken CeNNet Taamı SU ile yıkanırlar.
SU pislik tutmaz!.
Dünyânın milyarlarca SUyu akar çeşmeler bitmez. Akar dereler bitmez. CeNNet Taamıdır.
CeNNetten bu bâtınını zâhire çıkardığı için CeNNet Taamı SU verilir GüLün tohumuna. Güneşten hararet gelir.
Böyle kendini ALLAH YoLuna verdin.
Sakın affedileceğini yahutta tamâmiyle azâb göreceğini, ikisi de şüphelidir.
ALLAH’a bırak onun için CeheNNemden hararet verilir buna.
Onu da unutma demektir.
O halde güneş, merhamet, rahîmden başlıyor olgunluk geliyor GüLe.
Aha bunların hepsi nefistir oğlum.
Bu nefisi ortadan kaldırdığın zaman geride SABÛR Esmâsı kalır. ALLAH’ın Es SABÛR Esmâsı kalır.
GüL açar, toprağa çıkar. Klorafili gelir de güneş var yemyeşil olur.
Tomurcuk gelir. Olgunluk haline gelmiştir.
O zaman GüLe bir mükâfat verilir.
Nedir o?
Koku.. Koku içinde değil.
O kırmızılık haline geldiği zaman, nasıl ki ziyâ aynaya akseder de ondan aksederse, koku sonradan verilir GüLe.
Eğer GüLün kendisinden olaydı.
Cenâb-ı ALLAH herkesi kıskanç ve hâsid yaratmıştır.
GüL etrafa kokusunu vermezdi.
Yâni GüLün bâtını zâhiri =>bâtın olduğu için bütün esmâları çıkarır.
Sen de bâtınını zâhirini yok et, içinden güzel kokular çıkar ağzından.

Bütün Dünyâdaki çiçekler iki çiçeğin sırrını kapamak içindir.
Onları örtmek için yaratmıştır Cenâb-ı ALLAH bütün çiçekleri...
Biri manolya biri de GüLdür.
Dikkat edin dikkat edin daha lakırtı bitmedi.
O halde senin içindeki kalbine gelen NûR-u Rasûlullah’ı aksettirip o’nun kokularını o’nun güzelliklerini o’nun menevişlerini ortaya çıkarmak için kalbini hazırlâmak lâzım.
Bunların hepsi ne nedendir?
GüLün bize kokusunu göstermek içindir Oğlum.
Hani eski şâirlerden birinin bir sözü vardır “ne güzel lakırtıdır.” diye edebiyât muallimleri tahlil ederler.
Bi de evinizde manevî gözle tahlil edin bunu.

“Gel GüL!” dedi.
“Gel GüL!” dedi. Bülbül =>GüLe.
Bülbül orda. “Gel bana gel!.” dedi.
“Gel GüL!” dedi. Bülbül =>GüLe.
GüL gelmedi gitti.
GüL Bülbüle, Bülbül GüLe YÂR olmadı gitti..

Bu insanın kendi şeklini anlatır.
Birbirimize kendi kendimize tekme atıyoruz farkında değiliz.
Yoksa koku çıkarmak için mi?
Tohum iken GüLün kokusu nerede idi?
Nefsinin altında, nefsinin altında!
Çay! Çay! çay!..
Al çayı kokula! Koku yok.
Çayı SUya koyacaksın.
Sıcak edebine girecek. Sıcaklıklan haşr edecek.
Koku veren o zaman kendisine verilir.
Kendisi çıkarmıyor.
Zâhirin bâtın ve bâtının zâhir oluşun.
Bunların yarısı irade-i cüz’i ye tabidir diğeri de küllî iradeye.
Sen kendini.. Huve’l- Bâtını ve’z- Zâhir.
O halde GüL toprağa giriyor çıkıyor koku haline intikal ediyor.
Huve’l- Bâtını ve’z- Zâhiri tesbih ediyor.
Her tesbihinde de EL BEDî’ Esmâsı tecellî ediyor =>GüLün güzel rengi. Koku bu tesbihin titreşiminden ibârettir.
O halde sen.: ALLAH!. ALLAH!.” içinden dersen, o GüLün kokusu gibi çıkmaya başlar koku.
Bu güzel tecellîden dolayı GüLün kokusu hoşumuza gider Oğlum!

GüLün bu Sırrı, insanlar bile Sırrını çıkarmasın ortaya diye isim değiştirmiştir.
“Nasıl isim değiştirdi Hoca Efendi?”
Biraz sonra söyleyeceğim nasıl değiştirdi.
GüL yağı deriz. GüL yağı.
GüLü alır, asidi sıfır zeytinyağında kaynatırlar muamele ederler. GüL kokusunu yağa verir.
O bile bizi yine şaşırtmak için insanlar dili dolanmıştır ismi başka vermiştir.
O GüL yağı değildir oğlum.
GüL yağı, GüLden yağ çıksaydı.
Şimdi o linkolin bilmem efendim pamuk yağı, fındık yağı, bilmem efendim kabak çekirdeği yağı diye milletler ondan yağ çıkarırdı yerdi.
O GüL yağı değildir.
GüLLü yağdır. GüLLü yağ. Bu bile yanlış.
Bu sırrı gizlemek için Cenâb-ı ALLAH bütün çiçekleri yaratmıştır. GüLLerin de seksen türlü rengi vardır.

Bi de Manolya Çiçeği vardır dokundunuz mu solar şöyle büyük açar o, bembeyazdır. Büyük ağaçları vardır.
Yaprakları kışın dökülmez onun. Bu kauçuk ağaçları gibidir yaprakları. Yaprağın ismindendir.
Niye solar?
Manolya da Oğlum tanen vardır “tanen” denilen mazıdan çıkan birşey.
Elmada da vardır. Ayvada da vardır.
Ayvayı elmayı ısırırsın biraz sonra havanın oksijeni ile birleşti mi tanen açığa çıkar kararır o.
Haa onun gibi. Sen elini vurduğun zaman manolya solar.
Dokunmak bir nevi manolyanın temizliğine mekruh sürmektir.

Şâibelerden kurtulmuş temizlenmiş bir insana da küçük bir mekruh aynı böyle manolya gibi yapar.
Cenâb-ı ALLAH vücuttaki Esmâlarının menevişlerini toplar biter o zaman.
O zaman araya perde misüllü Şeytan girer Havva ile Âdem .
Havva ile Âdem arasinâ nasıl Şeytan girdi onları kandırdı.
Âdem ile Havva hikayesi aynen devam etmektedir.
Son nefesimize kadar devam edecektir. Âdem bütün insanların, Havva bütün kadınların.. Bu hikaye hâlâ devam etmektir.
Manolya ya şöyle bir emir çıkar.
“Bu kul senin temizliğinin kıymetini bilmedi sana el sürdü!.
BEN de bütün mevcudatımı kulumun emrine musahhar kıldım. En efdal kulumu yarattım. O senin kıymetini bilmedi.
BEN onu senden yüksek yarattığım için verdiğim rütbeyi geri almak şanıma yaraşmaz.
Sen, BENİM basit bir çiçeğimsin, onlar senin kıymetini bilmedi.
“Dön BANA! BANA dön!.”
emridir.
Bunun için manolya solar oğlum.
“Senin kıymetini bilmiyorlar BANA dön Manolya!.” emridir bu.
Onun için manolyaya dokundun mu soluverir!.

Onun için islâmlar içinde manolya gibi insanlar vardır.
Zaten Secde-i Rahmâna kapanan da bir gün muhakkak GüL Kokusu ortaya çıkacaktır.
Rasûlullah Efendimiz GüL gibi kokar.
İnsanlar kendi kokusunu azîz cemâat alâmazlar.
Nasıl ki şu kağıda bakarsan yüzünü göremezsin, aynada görürsün.
İnsanlar kendi kokularını alsaydı.. Cenâb-ı Peygamber buyuruyor.: “Hepsi çıldırırdı.”
Çünkü tefahur gelir adama “ben ne kokuyorum” diye.
Onun için herkesin kendine mahsus bir kokusu vardır.
Gidersiniz bir memlekete bakarsınız bir yere yanaşırsınız bir koku gelmeye başlar.
O koku oranın kokusu değil azîzim.
O adam ve yahut o muhit senin aynan oldu.
O koku kendi kokundur.
Ancak o temiz insandan sana intikal ediyor o koku.
O adamın kokusu değildir.
Bağırsaklarımız ne dolu biliyorsunuz değil mi kokusunu almıyorsunuz.
Siz bir insanın karnının yarıldığını görseniz.
Ameliyât esnasında, ben operatörüm. Midesini açtım felan.
Bir koku gelir karından imkanı yok duramaz insan.
Ama ben senelerce alışmışım koku almam.
Koyunu kestiğiniz zaman karnından bir sıcak koku gelir.
Ondan daha fenâdır o koku!.
Onun için ALLAH bunu gizlemiştir.

“Efendim felan bir Şeyh Efendiye gittim sarıldım o’na aman ne güzel kokuyor!”
Ulan Şeyh Efendide, Şeyh Efendinin kokusu değil o.
Senin kokun. Senin kokunu ayna gibi sana aksettiriyor.
Herkes o kokuyu başka türlü şey eder kimi menekşe duyar, kimi GüL duyar. Kimi bilmem ne kokusu duyar.
Kendi kokundur o. O adam kokusunu almaz.
Onun için o hale gelenler.
Hepimiz inşALLAH geleceğiz o hale.
Sen ne zannettin 40 sene 50 sene namaz kıl da sonunda hüsrana mı uğrayacağını zannediyorsun?
Bu Dünyânın sapık ve âhir zamanında namazını kılıp orucunu tutabilen her Babayiğide kâr değildir.
Her Babayiğidin kârı değildir. Bu şükür makamıdır.
Şükür Makamı =>ALLAH’ın izni olmadan olmaz.
Şükür Makamını =>ALLAH az çok sevdiklerine ikram eder.
Şuraya sizi birisi mi zorladı geldiniz.
Muhakkak ALLAH’ın sizin haberiniz olmadan aldığınız bir telgrafla geldiniz.
Onun için Azîz Cemâat bahâne arayın bahâne. Bahâ değil!.

İstanbul da bir Zeyneb Kâmil Hastanesi vardır bilirsiniz. Haydarpaşa’da. Zeyneb Sultan tarafından yapılmıştır.
Zeyneb Sultan aynı zamanda Şehzâdebaşı’ndaki Zeyneb Hatun binâsı vardır. Fen Fakültesidir orası.
Şimdi başka türlü yapıldı. Üniversitenin idi orası.
Orayı yaptıran Mübârek Padişahın Vâlide-yi Muhteremeleri.
Bu kadıncağız, hacca gitmiş bir iki defa.
Küçüklüğünden beri namazını bırakmamıştır bu mübârek kadın.
Zeyneb Hatun. Nûr yüzlü bir kadın. Padişahın Anası.
Bir gün Şeyhü’l- İslâmı saraya dâvet etmiş.
Gelmiş Şeyhü’l- İslâm.: “Buyurun Sultanım!.” demiş.
“Hoca efendi sana bişey soracağım.” demiş.
“Buyurun Sultanım” demiş.
Aha Zeyneb Kâmil Hastanesi. Başhekimi şimdi Belediye Reisi oldu orda. İstanbul da.
“Ben demiş hacca gittim hiç namazımı bırakmadım.
Borcum yok. Orucum yok. İyilik yapıyorum demiş.
Dünyâ gözüyle bana bir anahtar usulü öğrette demiş.
Rasûlullah’ı rüyâmda göreyim!.” demiş.
Şeyhü’l- İslâm demiş.: “Sultanım! Üsküdar kısmında bir hastane yok demiş. Oraya emredin de bir hastane yaptırsınlar!.” demiş.
Emrediyor, Zeyneb Kâmil Hastanesi yapılıyor.
Bir doğum hastanesi. Hastane yapılıyor.
İçinin çanakları, çatallar matallar Viyâna’dan geliyor.
Şişli Çocuk Hastanesini de Abdulhâmid yaptırmıştı.
Ordaydı onlar. Şimdi hep kayboldu. Herkes çaldı evine götürdü.
Her şey yapılmış. Aradan bir iki ay geçmiş. Hastane işliyor.
Binlerce kadın gelip doğurup gidiyorlar.
Doktorlar, moktorlor bakılıyor.
Şeyhü’l- İslâm’a haber göndermiş demişki.: “Dediğinizi yaptım göremiyorum!.” demiş.
“Sultanım demiş bir defa ziyâret buyurun hastaneye.” demiş.
Kalkmış saraydan.
Eskiden kırk kişi çekerdi kayıkları. Haydarpaşa’ya gitmiş.
Doğru hastaneye.
Hastane hekimleri.: “Buyurum Sultanım!.” demiş.
Paşalar falan. İşte. Gezmiş hastaları.
Girmiş bir koğuşa.: “Nasılsınız?”
Hepisi Sultanı tanıyor. Hep kadınlar.
“İyiyiz Sultanım ALLAH ömür versin!.” demişler.
“Bir arzunuz var mı?” demiş.
“Yok Sultanım çok iyi bakıyorlar!””demişler.
“Başka bir arzunuz var mı?” demiş.
“Söyleyin yiyeceklerinizden, içeceklerinizden şundan bundan.” demiş.
“Yok Sultanım ALLAH senden razı olsun! Hepimize bakıyorlar.” demişler.
Orayı, burayı bütün Hastaneyi gezmiş.
Doğumhâneye gelmiş ki bir kadın bağırıyor orda. Doğum sancıları çekiyor.
“Niye bağırıyor orda?” demiş.
“Sultanım demişler bir Ermeni kadıncağızı var genç kadın o doğuruyor!” demiş.
“Görebilir miyim?” demiş.
“Eee biraz sonra doğuracak.” demişler.
Kadının sesi kesilivermiş o anda.
Demişler ki “Doğurdu. Buyurun!.” demişler.
Girmiş ki güzel bir Ermeni kızcağızı. Yeni doğurmuş.
Çocuğunu da ebe yıkıyor.
“Nasılsın kızım?” demiş.
Teri yüzüne vurmuş.
“İyiyim Sultanım!” demiş.
“Geçmiş olsun! ALLAH bir evlat verdi sana.” demiş.
“Bir arzun var mı yavrum yapıyım? Arzun isteğin?.” demiş.
“Yok Sultanım!. ALLAH razı olsun senden.” demiş.
“Söyle yavrum demiş bişeyin.” demiş.
“Yok demiş Sultanım.” demiş.
Bitmiş hastanedeki ziyâreti. Binmiş kayığa saraya gelmiş.
O gece Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem rüyâsına giriyor.
“Ya Zeyneb!.“Hastaneyi yaptırdın diye senin rüyâna girmedim!” diyor.
“O doğuran Ermeni kadınının yüzünü okşadın, onu ziyâret ettin. Onun için rüyâna girdim!.” diyor.
Aha bu bahâne ağaamm!.
Bahâne arayım azîz müslümanlar.
Bahâne de ALLAH’ın Rahmeti, Rasûlullah’ın Şefaat-i Uzması gizlidir.
Hiç kimseyi hor görmeyin!
DUÂ edelim Efendim!
Haa söyleriz. Âmin!.

Euzu billahihimine’ş-şeytanirracim.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
ALLAHümme salli alâ MuhaMMedin ve alâ âli MuhaMMed! Subhâneke Yâ Allâm, taaleyte yâ selameti ecirnâ mine’n-nâr ve bî afvike Yâ mücibi’d- dâvet.
Es selâtü ve’s-selâmü aleyk yâ Seyyidinâ Yâ Rasûlallah!
Huzbiyedihi kallethileti edrikni!
ALLAHümme ente’l- Mennân, Bediü’s- semâvati ve’l-ardı zü’l-Celâli ve’l- İkram.
Yâ Ganî! Yâ ALLAH!. Yâ Hay Yâ ALLAH Yâ Kayyum Yâ Cebbar Yâ ALLAH!
Elhamdülillahi Rabbilâlemîn…


* * *

Birisi bişey söyler!
“Haa hahaa!.”
Herif zınbırtıynan uğraşır.
Gelmiş oruçlu adam bişey alacak!.
İşte hayâ buradan başlar oğlum.
Bu hayâyı yapabiliyor musun gel hayânın içinde seni CeNNete gönderecek Rasûlullah’ın tahsilatını söylüyorum.
Yoksa bunlar olmadan orta mektebi bitirmeden liseye almazlar. Liseyi bitirmeden de üniversiteye almazlar.
Acele yok İslâm dininde. Her şey damla damla.
Kan nakli gibi insana damla damla damla verirler.
Bak şurdaki ihtiyâr Mübârek Adama.
Onu da hor görenler vardır haaaa!.

Dağ volkanı sînesinde yetiştirir oğlum. Volkan dağı deler.
Ağaç kurdu içinde besler. Kurt ağacı yer.
İnsan hülya kurar. Hülya insanı kemirir.
Aha bunların hepisi hayasızlıktandır!.

Birisi birine demiş ki.: ALLAH Hâfızdır her şeyi korur!.” demiş.
“Evet korur!” demiş.
“He he he demiş. Atsam ben kendimi bakalım koruyacak mı?.” Öyle söylerler size.
Bir çok Münevverler çıkar.
ALLAH seni koruyacak haa!. Benim tabancamdan koru bakalım!.”
Ona verilecek cevap.: “Ben ALLAH’a öyle inânıyorum ki senin sapık lakırtın için ALLAH’ı imtihan mı edeceğim?”
Cevap bu!.
O vakit yapışır dudağında kalır.
“Atsan sen kendini de =>ALLAH korusun!.”
“Ben ALLAH’a öyle inânmışım ki senin gibi köpeğin lakırtısından ALLAH’ı mı imtihan edeceğim de sana isbat edeceğim!.” dersin.
Onun için bir büyük insana bağlandığın zaman o’nu sınamaya kalkma!.
“Acaba bunda şu var mıydı bu var mıydı?” deme! Senin şüphen o.
ALLAH’ı hakiki seveni ateşe atsalar, ALLAH’a duyduğu sevgi o ateşi GüL Bahçesine çevirir.
Gönül gözü kapalı olanlar bu lakırtıdan da hiçbir şey anlamazlar.
Onun için başına bir dert geldiği zaman O’na isyan etme!
Üzülme, ne yapacağım deme!
Çünkü o dert =>hayâ hududunun noktasıdır.
ALLAH sendeki hayâyı ölçüyor.
Çünkü bu gelen dert, insana bedâva gelmez Oğlum!
Sabret altında CeNNet ni’metleri gizlidir.
Onun için Cenâb-ı Peygamber bir hadiste buyurmuş ki.:
“Savaştan evvel yiğitlik olmaz!” demiş.
“Ben şöyleyim, ben böyleyim!.”
Al kılıcı da gel karşı karşıya geçelim.
İnsanın öyle gizli tarafları vardır.
Peri gizlidir, periden daha gizlidir.
O halde fazilet, doğruluk, şefkat, merhamet son düğmesi hayâ. İnsanın yaradılışında mevcud İlâhî Nakışlardır.
Cenâb-ı ALLAH.: “Ben bir gizli hazine idim. Görünmek için kâinâtı yarattım” dedi.
Serpti Esmâlarını böyle. Elektrik gibi serpti.
Bu Esmâlar toplandı. Hepisi İlâhî Esmâ.
Birbirine mafsalları var bunların.
Hani çocukların kutularda oyuncaklar satarlar Japon Mağazalarında.
Alır çocuk onu oraya getirir, onu oraya getirir.
Bu olmadı der oraya.
Bi de bakarsınız bir ev resmi çıkar.
Aha onun gibi bu esmâlar, Kudret-i İlâhî ile toplanır verir toplandı mı bi şekil çıkacak ortaya. İşte insan şekli o.
Onun için “Ben kulumu kendi sûretim yarattım!” demesi bu.
Yoksa “ALLAH şeklinde yarattı!” demek değildir.
Esmâlarının toplanışından husûla gelen.
Bir GüL tohumunu burada da eksen, Endülüs’te de eksen, Amerika’da da eksen yine GüL aynı çıkar.
Her yaratıkta bu nakışlar mevcuttur.
İnsanın kıymeti işte bunlarla.
Fazilet, doğruluk, şefkat, merhamet hepsinin torbasının ağzını bağlarsan, Hayâ Zinciri ile bağlarsın bunu.
Bu nakışlar tezâhür imkanlarını bulamayan veya onları örtecek hal ve tavırlarda bulunanlarda ortaya çıkmaz.
“Hayâsız!” deriz ona, “merhametsiz!” deriz, “şefkatsiz!” deriz, “yalancı!” deriz, faziletsiz!” deriz.
Bütün bu nakışlardan iki tanesi birisi Fazilet diğeri Hayâ.
Bütün ibâdetlerden bütün bu nakışlardan Dünyâda kazandığınız neticeleri en sonunda yıkarlar seni, çıkacak netice Faziletlen Hayân varsa âhirette seninlen o devam eder ötekiler hepsi mezar kapısında kalır.
Bunlar şah damarlarınızdan daha yakin olan ALLAH’ın Nakışlarıdır. Burnu nezleden kapalı olan kokuyu alâmaz.
Fakat koku dimağındaki merkez bozuk değildir.
Gözü hasta olan göremez. Göz merkezi şey değildir.
Efendim gözü kör adamın da görmüyor. Yahut katarakt oldu.
Biliyorum katarakt olan gözü kör olan rüyâ görmez mi oğlum?
Neynen görüyor? Neynen görüyor?
Sapık konuşmamak lâzım.
İnsan bilmediği yerde bütün frenlerini çekmekte bir Hayâdır.
Ondan sonra.: “Yok efendim şöyleydi. Felan kitap böyleydi!.” demek Hayâsız.
Hayâ kelimesine sözü kimisi uzun ilâve eden kimisi kısa ilâve eder. Bu edebsizlik olur.
Kulağa tıkalı olan, iç kulak iltihabı olan adam, yahut orada bir tümör olan adam duymaz.
Fakat kulağın içindeki merkezin bozuk olduğu demek değildir.
Dili paslı olan tad almaz.
Bu arızalar o uzuvların merkezlerinin yâni RûHun hasta olması değil.
O halde fazilet ve diğer yüksek duygu tezâhürlerinin ortada olmaması aynı temizliği bulamadığından ortaya çıkmıyor demektir. Sen o temizliği bul!
İlahi nakış senin vücudundan eksik olmaz. Çıkar ortaya.
Yalınız temizler.
Abdest almadan namaz kılınmaz bilirsin.
Muayyen bir temizliğe varmak lâzım.
Kur'ÂN-ı Kerîmde bir âyet var.
“BİZ onların, BİZ onları mühürledik. Kalblerini mühürledik.
Gözlerini kapadık. Kulaklarını kapadık."

Eşşek kulağı çünkü, anlamazlar.
Öyle bir âyet var.
Şimdi birisi derki.: “Ulan böyle âyet olduktan sonra beni ALLAH fenâ yarattı bana ne?
Her şey ALLAH’ın emrinde değil mi?"

Eeee evet!
“Yarın âhirette ben çıkarım avukat da tutarım yanıma.:
“Yâ RABBî!. SEN şöyle şöyle söyledin. Beni fenâ yarattın. Bende ne kabahat var!.”

Öyle diyemeyecek.
Âyet.. Onlar gelemez. “Onlar bizim nakışlarımızın ortaya çıkmasına müsâit durumda olmadıklarından biz kendi kendimizi mühürledik." demektir.
Ortaya çıkmamı, çıkamadık demektir.
“Ben kulum ile görür, kulum ile işitirim.” diyor.
“Bizim nakışlarımızın ortaya çıkması için onlara kötüyü, fenâyı temyiz hassası verdik."
Bir de irade verdik. “Onlarla bize yanaşın!.” dedik.
"Eğer bunu yapmazlarsa BEN ortaya çıkamıyorum.
Onlar Beni mühürledi demektir.
Bende kusur olamaz çünkü, her türlü noksandan münezzehim!"
diyor.
"Onlar kendi kendilerini mühürlediler." demektir.
“Ve Ben de Şanımın icâbı, onları Kendime mazhar yaptım.
Ve her tarafını kapadım dışarı çıkmazlar."

İşte ALLAH’ın Büyük Sabrı burada.
O kadar edebsizlik yaptığın halde dışarı çıkarmıyorsun
Onu orada sabrediyor. “Belki kulum, belki kulum!.” diyor.
Onun için TÖVBE Kapısı İslâmiyet’te son nefese kadar açıktır.
Beyazid-i Bestamî Hazretlerinin ki,
“Beyazid-i Bestamî, El Vahab” isimli kitabı vardır.
Diyor ki.: “Benim kapımın önünden geçen köpek velî olur!.”
Öyle bir büyük Velî. Câfer-i Sadık’ın yetiştirdiği.
Beyazid-i Bestamî’nin İsmi geçtiği zaman koskoca Gavs-ı Geylanî Hazreti Abdulkadir Geylanî kıyam edermiş.
Bir gün bir papaz gelmiş 70 yaşında yanına.
Demiş.: “Yâ Beyazid ben İslâm olacağım ne yapayım?"
“Lâ ilâhe illâllah MuhaMMedu’r- Rasûlullah.” demiş.
Papaz başlamış ağlamağa. Olmuş İslâm..”.. gitmiş.
Beyazid-i Bestamî başlamış saçlarını yolmaya.
“Yâ Beyazid ne oluyorsun?.” demiş.
“Nasıl olmayayım ben 70 senedir secdedeyim.
Bu herif 70 senedir demiş küfürdedir.
Bir “Lâ ilâhe illâllah”ınan hepsini kurtardı bir anda tertemiz oldu!.”
demiş.

Onun için TÖVBE kapısı oğlum şeye kadar açık.
İçinizde olabilir yaa.
“Efendim ben şimdiye kadar hiç namaz kılmadım, ara sıra kıldım. Edebsizlik yaptım. Vâiz efendinin sözlerini dinledim.
Ben ben bu gün secde edeceğim artık ama sonu ne olacak eskiler?”
“Eskileri geç. Sen de bu günden itibâren “İslâm oldum!” de.
Hulusi kalb ile ondan sonra başla kazaya.
Size namazlar nasıl kaza edilir. Onun usulünü öğrettim.
Çukur eşeceksin.
Hepsinin kolayı var.
Öyle rap diye tut haydi sok CeheNNeme sok adamı.
ALLAH yakar mı müslümanı be!
Geziyor diyi..
Abdulkadir Geylanî.: “Ceddim Rasûlullah’ın şefaatı olmasa diyor ben hakiki mü’minim, şöyle tükürüknen söndürürüm CeheNNemi!.” diyor.
“Lev şefaatü ceddü MuhaMMedün fe tefeyte bi nâr-i CeheNNemi cebren.”
Kolay iş değil bunlar. Müslümana her şeyi kolay
Yâni kulum kapanır her tarafını kapar, temizlik derecesine varmaz.
“Beni bırakmaz çıkayım dışarı.
En müşkil zamanlarda kulumun içindeyim.
Acımam huzursuzdu. Onun en müşkil.
Onun için kulun aklına her zaman gelirim.
Birde kendisinin dâime Beni hatırlasın diye müşkil zamanlarında şöyle bir fiske vururum!.” diyor. Hadis-i kudsî bu.
“Münasebetsiz zamanlarında hatırından geçiveririm.”
Hâşâ sümme hâşâ, helâda bile Cenâb-ı ALLAH insanın aklına gelir.
Eeee bunlar hikmet oğlum.
“Aman Efendi ben. Helâda ALLAH aklıma geldi günah mı?”
Padişah binmiş atına resmi geçide gidiyor. Yaldızlı felan giderken at dursa abdest etse.
Padişahta mı kabahat, atta mı oğlum!. Ne korkuyorsun?
“Gizli hazine olan Hâlık görünmek istedim. Kâinâtı yarattım.” diyor.
Esmâlarıyla tecellî etti. Kâinât var oldu.
“Bilinmek istedim. İnsanı halk ettim.
Konuşmak istedim. İnsana bir makine verdim.”

Vahyinnen işte konuştu biznen.
Sessiz, sözsüz hassız kelâmıyla konuştu.
Bu sessiz, sözsüz kelâmın tecellîsi için de bir cihâz var insanda.
Bir müstesnâ bir insan yarattı.
Onun NÛRunu beşeriyete yavaş yavaş asırlarca, binlerce sene alıştırmak için Peygamberlerden Peygamberlere, Peygamberlerden Peygambere bu NÛRu nakletti.
Nihâyet NÛR =>Rasûlullah Efendimizin Dünyâya teşrif ettiği zaman tecellî etti.
Resûlun içinden ve dilinden hassiz, sessiz, kelimesiz kelâmını bizim duyabileceğimiz, anlıyabileceğimiz şekilde konuştu.
O halde Rasûlullah, Hâlık’ın konuşma cihâzı oldu haa konuşma cihâzı.
Anca Cenâb-ı Peygamberlerle ALLAH biznen konuşur, bize de ALLAH’a yöneldiğimiz zaman Rasûlullah kanalıyla gelir.
Bu kanalın telefonunu temiz tut Oğlum!.
Telefonun dâima alarm da durması için her zaman salâvât-ı şerife.
Telefon santralinden birisiynen ahbab olun.
Ankaraynan İstanbul’dan tüccarlar konuşacağı zaman :
“Kızım bana İstanbul da 47 31 bilmem kaçı ver!.”
“Daha çok bekliyecek miyim?”
“Beyefendi 18 kişi var. Senin de işin acele.”
“Acele yaz!”
“Acelede de 15 kişi var!.” dedi.
Ama ordaki Hanımlan tanışıyorsan sen haa.: “Buyur amca sen merak etme ben aradan sokuveririm” der.
Sende bu kadar gaflet içinde olanlarlan boyuna salâvât-ı şerife getir!
Abdestli geziyorsun.
Sokakta içinden söyle yürü! Söyle yürü!
Kimse duymasın. Kendin bile duyma! İçinden söyle!
Rasûl Ümmetini senelerce bu kelâma alıştırdı.
Herkeste olan asıl NÛRun fenerini yaktı ve.: “Sen de konuş!.” dedi bize.
Bunu Ümmete emânet ederek çekildi gitti.
Onun için.: “Benim hadisimden kırk tane ezberleyen, başkasına söyleyene, ben yarın âhirette şefaat bana vâcib olur. farz olur.” diyor Cenâb-ı Rasûlullah.
“Nerden ben Hadislerini ezberleyeyim yahu!.”
Yahu ahaaa sana Türkçesini söyleyeyim.
“Büyüklere hürmet edin. Küçüklere şefkat gösterin!.”
Hadisi yalnız lakırtıyla söylemek olmaz ki.


* * *

Hepinizin İslâmi yüreklerinizde muhakkak küçük bir üzüntü var.
Bu üzüntü Ramazan’ın çıkması dolayısıyla târif edilmez, lafla izah edilmez bir üzüntüdür.
Bu üzüntünün nereden geldiğine tahlile savaşmak da doğru değildir.
Çünkü temiz islâmi yüzlerinizi çevirdiğiniz şu karşıdaki mihrab, evinizdeki basit seccade ve postunuz bile doğrudan doğruya çevrildiği kıble bu mihrabın bir cinsidir.
Çünkü hakiki saadetin bu mihrabta anahtarı asılı olduğu şuursuz bir sûrette idrak ederiz hepimiz.
Cenâb-ı Peygamber bir hadisinde buyurmuştur ki.
“Zemin her tarafı mesciddir.”
Yâni Dünyânın her yeri mesciddir.
Pis yer yoktur Dünyâda çünkü hepimiz topraktan yaratıldık.
İslâmda kapalı yer diğer dine mensub olanların tapınaklarında, ibâdethânelerinde muayyen bir dekora lüzum vardır.
İslâmda buna luzüm yoktur. Kıbleyi bulabilirsen çevrilirsin.
Bulamazsan aklın nereye eriyorsa o tarafa çevrilirsin.
ALLAH’a İslâm, dağ başında, damda, ağaç üzerinde, su üzerinde, su altında her yerde ibâdet edebilir.
Bu ALLAH’ın Rasûlune ve Kendine inânlara büyük bir bağışıdır bilirsiniz.
Bu üzüntüde insanın vücudunun içine RûHuna ALLAH’ın Sevgisi dağılmış o sevgisinin şuurlanmamış üzüntüsüdür.
Oruç, bir nevi color=#00FFFF]RûH
un banyosudur. Hepimiz tuttuk.
Her şeyi Cenâb-ı ALLAH şunu yaparsan şunu veririm.
Bunu yaparsan bunu veririm.
Şunu yaparsan şu cezâyı veririm der fakat bu vereceği mükâfatı doğrudan doğruya kendisiyle değil kendi Esmâlarından tecellî eden menevişlerle, mükâfatlarla, rızıklarla mükâfatlandırır.
Halbuki oruç için diyor ki.: “Doğrudan doğruya onun mükâfatını Ben vereceğim.” Çünkü oruçta hile yoktur.
Namazda hileniz olabilir. Kıbleye çevrildiğimiz de aklınız başka tarafa gidebilir.
Şeyin yıkılacağını hissetseniz. Bulunduğunuz yerden namazı bırakıp kaçabilirsiniz. Şunu bozabilirsiniz.
Fakat oruçta hile yoktur. Doğrudan doğruya ALLAH’la beraberdir insan.
“Yâ Rabbî! SEN bana rızık veriyorsun. Ben rızkı da tepiyorum."
“Ben Hayyım’nan Hay’nan senli benli konuşacağım!”
demektir Onun için.
Onun için İkindi Vakti sana bir zengin çıksa.
Senin çeketin bile yok. Evinde bir çorban bile yok.
“Alsana yüz bin lira oğlum. Bozuver orucunu!.”
GüLersin. Kim sana mâni’.
Çünkü ALLAH’nan o kadar berabersin ki ayrılamazsın O’ndan.
Onun için Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem demiş ki.:
Cenâb-ı ALLAH’la öyle bir anım olur ki aramıza ne bir Nebiyi Mürsel, ne bir Melek-i Mukarreb girebilir.”
Bu aynen Rasûlullah’a inânan sizin gibi NÛRlu Müslümanlarda da aynen böyledir.
İşte oruçta aranıza ne bir Nebi girebilir, ne Melek girebilir.
Hele Şeytan, oruçlunun yanına yanaşamaz.
Çünkü oruçlu bir adam Hazreti İnsandır.
Meleklerin secde ettiği, Tahiyâttü Secdesi yaptığı o İNSANdır.

Sevgi de biz ilk defa canımızı düşünürüz.
“İlk defa can sonra cânân.” Böyle bir kelime vardır değil mi.
İlk defa kendimi düşünürüm sonra sevdiğimi düşünürüm.
Şimdi bu kelime hotgamlık perdesi altına gizlenmiş asıl sevginin ifâdesidir. Çok dikkat edin kelimeye!
Bazıları anlayabilir ama içimizde kafası İslâmi bilgi ve fennî bilgiyle dolu münevver insanlar var.
Hotgamlık perdesi altına gizlenmiş asıl sevginin ifâdesidir.
Diğer sevgiler, ana sevgiler, evlat sevgisi, sevgili sevgisi, vatan sevgisi, din sevgisi, şu sevgisi bu sevgisi hepsi asıl sevginin gaflet perdesine bir SUya aksetmiş akisleridir.
Asıl sevgiye insanı alıştırmak ni’metidir o.
Onun için ana babaya itaat farzdır.
“CeNNet anaların ayağı altındadır.” demek anaya sevgiden kusur etmeyin.
“Bir baba çocuğunun yüzüne bakması ibadettir.” buyuruyor. Cenâb-ı Peygamber.
Bir baba evladının yüzüne bakması onun için bir ibâdettir.
O halde o sevgiyi bir Raddeye hududa kadar onun altında ALLAH sevgisi gizlidir.
Demek ki bu sevgilerin verilmesi asıl sevgiyi öğretmek için ALLAH tarafından verilen bir ni’mettir.
Ananın elini öpersin aynı dudakla başka türlü zevk duyarsın.
Sevgilini öpersin başka türlü duyarsın.
Bir NÛRlu ihtiyârın elini öpersin başka türlü bir zevk duyarsın.
Evladını öpersin başka türlü şey edersin.
Bu şuna benzer. Et. Koyun eti. Pirzola yaparsın. Et aynıdır.
Köfte yaparsın et aynıdır. Bilmem biftek yaparsın et aynıdır.
Kül bastı yaparsın, şiş köfte yaparsın et aynıdır amma tadları başka başkadır.

Asıl bu sevgiyi işte bulabilmek için, biliyorsunuz İbrahîm Peygamber çocuğu olmadı DUÂ etti.:
“Yâ Rabbî!. Bana bir evlat ver! Bana bir evlat ver! Onu SENİN yolunda kurban edeceğim!.” dedi.
Evlat verildi. İsmâil 14-15 yaşına geldi NÛR topu gibi bir çocuk.
Evet, 80 küsur yaşındaki bir adamın evladı oluyor. Başka evladı yok.
Ona bağlanmak, onu sevmenin tartısını siz kendi kabiliyetinizle ölçün.
Sevgi insanın içindedir ama tomurcuk bulursa çıkar.
İçimizde daha evladı olmayanlar vardır.
Evladı olduktan sonra ananızın babanızın kıymetini bilebilirsiniz.
Torununuz yok mu, torununuz olduktan sonra torunun kıymetini bilebilirsiniz.


Resim


Tahlil.: Müşkül meseleyi halletmek. * Bir şeyi kolaylıkla tutmak. * Eritmek. * Bir şeyi helâl kılmak.
Yegâne.: Tek, bir.
Hâsid.: Hased eden, kıskanan.
Tecellî.: Görünme. Bilinme. * Kader. * ALLAH'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Musahhar.: Teshir edilmiş. Ele geçirilmiş. Fethedilmiş. * İstenilen hâle konulmuş. * Birine bağlanmış.
Tefahur.: Fahirlenmek. İftihar etmek. Kendini iyi görüp, kusurdan gaflet etmek.
Husûl.: Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.
Fazilet.: Değer. Meziyet, iyilik, ilim ve iman, irfan itibârı ile olan yüksek derece. Dinî ve ahlâkî vazifelere riayet derecesi. Fazl ve hüner cihetiyle olan yüksek derece. Bir şeyin başka şeylerden cemâl ve kemâl ve fayda cihetiyle üstünlüğü, müreccah olmasına sebep olan keyfiyet.
Hayâ.: Hicab, utanma, edeb, ar, namus. ALLAH korkusu ile günahtan kaçınmak.
Müşkil.: (Müşkile) Zorluk, güçlük, zor olan iş. Çetinlik. * Edb: Mânasının derinliği veya edebi bir san'atla ifâde edilmiş olmasından dolayı teemmül ve tefekkürsüz anlaşılmayacak derecede hafî olan lâfızdır. Mânaca nass'ın mukabilidir.
Münasebet.: İki şey arasındaki tenâsüb, uygunluk, yakınlık, bağlılık, mensubiyet, yakışmak, vesile, alâka.
Mukarrib.: (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan.
Hotgam.: Bencil.
Taam.: Yemek. Yenilen şey.
Azâb.: Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek ceza. * Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem..
İntikal.: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. * Göçmek, geçmek. * Sirâyet. Bulaşmak..
Tanen.: Tanen, tannik asit (Fransızca: tanin - sepi maddesi) olarak da bilinir. Tanenler polifenolik bileşikler olup, kolza, bakla, çay ve sorgumda gibi bitkilerden elde edilen, açık sarı-kahverengi toz, pul ya da süngersi bir kütle halindeki biçimsiz (amorf) maddelere verilen addır.
Mekruh.: İğrenç, nahoş görülen şey. * Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi caiz olmayan iş. * Mihnet. Şiddet.
Meneviş.: Hare.
Meneviş+lenmek.: Bir şey üzerinde, dalgalanıyormuş hissini veren parlak renkler meydana gelmek, renk dalgalanmaları görünmek..
Musahhar.: Teshir edilmiş. Ele geçirilmiş. Fethedilmiş. * İstenilen hâle konulmuş. * Birine bağlanmış..
Tefahür.: Fahirlenmek. İftihar etmek. Kendini iyi görüp, kusurdan gaflet etmek.
Bahâ.: f. Kıymet. Değer. Bedel. Pahâ..
Bahâne.: f. Vesile. Sebeb. * Yalandan özür. * Kusur. Noksan. * Garaz..
Uzma.: (Müe.) Büyük. İri. * En büyük. Çok büyük. (Müz: A'zam)
Sîne.: f. Göğüs. Sadır. Kalb.
Münevver.: (Nur. dan) Mc: Kur'anî ve imanî eser okumakla ve ibadet ve taatla nurlanmış. Nurlandırılmış, ışıklı. * Uyanık. İntibaha gelmiş. Akıllı âlim. İmanî ve İslâmî tahsil ve terbiye görmüş. * Parlatılmış.
Tezâhür.: Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş..
Münezzeh.: (Nezahet. den) Tenzih edilmiş, teberri edilmiş. * Pâk, kusur ve noksanlıklardan uzak. Hiç bir şeye muhtaç olmayan. Kötülükten, kusurdan ve noksanlık gibi şeylerden tenzih edilen..


Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil =>CeNNet Nehirlerindendir.” buyurmuştur.
(Müslim, CeNNet: 26.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Dört nehir CeNNetten fışkırmıştır =>Fırat, Nil, Seyhan, Ceyhan.” buyurmuştur.
(Müsned, 2/261, 289, 440.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Cenâb-ı HAKk CeNNetten beş nehir indirmiştir =>Seyhun, Ceyhun, Dicle, Fırat ve Nil.” buyurmuştur.
(İbni Abbas radiyâllahu anhu’tan; Fahrüddin er-Râzî, Futûhu'l-Gayb, 23/89.)

Sahih-i Buharî’de rivayet edilen İsrâ Hadisinde, Mi’râc Gecesinde Peygamber aleyhisselâm Efendimiz Hz. Cebrâil ile birlikte gezerlerken Sidretü’l-Münteha’ya gelirler ve,
Cebrâil aleyhisselâm.: "İşte bu Sidretü’l-Müntehâ’dır. Bu ağacın dibinden dört nehir kaynıyordu. İki nehir zâhir, iki nehir de bâtın idi." buyurunca,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey Cebrâil, bu dört nehir nedir?” diye sorar.
Cebrâil aleyhisselâm.: “Bâtınî Nehirler CeNNette iki nehirdir. Zâhirî olan nehirler =>Nil ile Fırat Nehirleridir.”

Ebû Mûsâ radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem' in yanına bir Bedevî geldi ve.: "Yâ Resûlallah! Bir adam ganimet için savaşıyor; bir başkası kendinden bahsedilsin diye savaşıyor; bir diğeri de kahramanlıktaki yerini göstermek için savaşıyor."
Bir rivayete göre.: "Kahramanlık taslamak için ve ırkının üstünlüğünü göstermek için savaşıyor."
Bir başka rivayete göre.: “Gazâbından dolayı savaşıyor! Şimdi kim ALLAH YoLundadır?” diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: "Kim ALLAH'ın Dini daha yüce olsun diye savaşırsa, sadece o ALLAH YoLu’ndadır"
buyurmuştur.
(Buhârî, Cihâd 15; Müslim, İmâre 149-151. Ayrıca bk. Buhârî, İlm 45, Humus 10, Tevhîd 28; Ebû Dâvûd, Cihâd 24; Tirmizî, Fezâilü'l-cihâd 16; Nesâî, Cihâd 21; İbni Mâce, Cihâd 13.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:ALLAH, Âdem’i kendi suretinde yarattı.” buyurmuştur.
(Buharî, İstizan 1; Müslim, Bir 115.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Yüzü tahkir etmeyin, çünkü ALLAH Âdem evlâdını/insanoğlunu RAHMÂN’ın Sûretinde yaratılmıştır.” buyurmuştur.
(Taberanî, h. no. 13404-Şamile.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH celle celâlihu.: “BEN gizli bir hazine idim. Bilinmeyi istedim ve halkı yarattım!” buyurdu.” buyurmuştur.
(Aclûnî, II, 132.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim güneş batıdan doğmazdan evvel TEVBE ederse ALLAH TEVBEsini kabul eder." buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’dan; Müslim, Zikr 43, (2703).)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey insanlar! ALLAH’a TÖVBE edip ondan af dileyiniz. Zira ben ona günde yüz defa TÖVBE ederim.” buyurmuştur.
(Egarr İbni Yesâr el-Müzenî radıyallahu anh’dan Müslim, Zikir 42. Ayrıca Ebû Dâvûd, Vitir 26; İbni Mâce, Edeb 57.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir kul can çekişmeye başlamadığı sürece, ALLAH TeALÂ onun TÖVBEsini kabul eder.” buyurmuştur.
(Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Ömer İbni’l-Hattâb radıyallahu anhümâ’dan; Tirmizî, Daavât 98. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 30.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Nedâmet/Pişmanlık duymak=>TÖVBEnin kendisidir” buyurmuştur.
(Müsned, I, 422-423, 433; İbn Mâce, “Zühd”, 30.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir gün, Peygamber Efendimiz (aleyhisselâm) TÖVBE Kapısından söz ediyordu. Orada bulunan Hz. Ömer (radiyallahu anhu).: “Ya Rasûlullah! Bahsettiğiniz TÖVBE kapısı nedir?” diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Güneşin battığı kısmın ötesinde, TÖVBE Kapısı bulunur. Altından iki kanadı olan bu kapı, inci ve yakutlarla süslenmiştir. Kapının iki kanadının arası hızlı koşan bir atın kırk yıllık mesafesi kadardır. TÖVBE kapısı, ALLAH’ın mahlukatı yarattığı zamandan itibâren açıktır. Güneşin battığı yerden tekrar aynı yerden güneş doğacağı sabaha kadar açık olacaktır. Nasuh TÖVBEsi ile RABBine TÖVBE eden her kulun TÖVBEsi bu kapıdan içeri girecektir.” buyurdu.
Bu sözleri dinleyen Muâz b. Cebel radiyallahu anhu.: “Ey ALLAH’ın Resûlü! Anam babam sana fedâ olsun. Nasuh TÖVBEsi nedir?” diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Günah işleyen kulun yaptıklarına pişmanlık duyması, günahlarına dönmeme arzusu ile RABBinden özür dilemesidir. Güneş ve Ay bu TÖVBE Kapısından batar. Bu kapı arasında en ufak bir açıklık kalmayacak biçimde kapatılır. TÖVBE Kapısı kapandıktan sonra kulun TÖVBEsi kabul olunmaz. Bu vakitten sonra yaptığı hayırlı ameller de kendisine fayda sağlamaz. Bundan önce işlediği iyi amellerin sevâbını, kötü amellerin ise günahını kazanmaya devam eder. Bu konu ayette:
“(İnanmak için) ille de kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini ya da RABBinin bazı âyetlerinin gelmesini mi bekliyorlar! Daha önce inanmamış yahut inancı kendisine iyilik kazandırmamış kimseye, RABBinin bazı âyetleri geldiği gün iman etmesi fayda sağlamaz.” (En’am 6/158) diye ifâde edilmiştir.”
buyurmuştur.
(İbn Abbas radıyallahu anh’dan; Suyutî, es-Dürrü’l Mensur, 3/398.)

هَلْ يَنظُرُونَ إِلاَّ أَن تَأْتِيهُمُ الْمَلآئِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ أَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ آيَاتِ رَبِّكَ يَوْمَ يَأْتِي بَعْضُ آيَاتِ رَبِّكَ لاَ يَنفَعُ نَفْسًا إِيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ آمَنَتْ مِن قَبْلُ أَوْ كَسَبَتْ فِي إِيمَانِهَا خَيْرًا قُلِ انتَظِرُواْ إِنَّا مُنتَظِرُونَ
“Hel yanzurûne illâ en te’tiyehumu'l- melâiketu ev ye’tiye rabbuke ev ye’tiye ba’du âyâti rabbik (rabbike), yevme ye’tî ba’du âyâti rabbike lâ yenfeu nefsen îmânuhâ lem tekun âmenet min kablu ev kesebet fî îmânihâ hayrâ (hayran), kul intezırû innâ muntezırûn (muntezırûne).: Onlar (illâ), onlara meleklerin gelmesini mi veya senin Rabbinin gelmesini mi veya senin Rabbinden bazı âyetlerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinden bazı âyetlerin (mucizelerin) geldiği gün, daha önce îmân etmemişse (âmenû olmamışsa) veya îmânıyla bir hayır kazanmamışsa onun îmânı kendisine bir fayda vermez. De ki: “Bekleyin! Muhakkak ki; biz de bekleyenleriz.” (En’âm 6/158)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetimden her kim, kırk hadis ezberlerse, ALLAH onu Kıyamet Gününde Fakîh ve Âlim olarak diriltir.” buyurmuştur.
(Câmiu’s-Sağîr, Süyûtî, Hadis no: 22103.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kırk hadis bırakarak vefat eden CeNNette arkadaşımdır.” buyurmuştur.
(Deylemî.)


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetimin din işlerinde faydalı kırk hadis ezberleyen, Âlimlerle haşr olur.” buyurmuştur.
(Taberanî.)

Huzeyfe radıyallahu anh'dan merfu olarak rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanlara karşı üç şeyle faziletli (üstün) kılındık:
1-) Saflarımız meleklerin safları düzeninde kılındı.
2-) Arzın tamamı bize mescid kılındı.
3-) Toprak bize, SU bulamadığımız zaman, tahûr/temiz ve temizleyici kılındı. Başka bir özellikte zikretti.”
buyurmuştur.
(Müslim.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Oruç bir zırhtır / bir kalkandır. Oruçlu kimse kötü söz söylemesin ve câhillik yapmasın. Eğer herhangi bir kimse kendisiyle dövüşmeye yâhut sövüşmeye girişirse, ona iki defa.: “Ben oruçluyum!” desin. Nefsim elinde olan ALLAH'a yemin ederim ki, oruçlu ağzın kokusu =>Yüce ALLAH katında misk kokusundan daha temizdir. Yüce ALLAH.: “Oruçlu kimse benim için yemesini, içmesini, cinsî arzusunu terk eder. Oruç, yalnız benim içindir / doğrudan doğruya benim için yapılan bir ibâdettir. Onun ecrini de doğrudan doğruya ben veririm. Hâlbuki diğer güzel amellerin hepsi on misli ile ödenir." buyurdu.” buyurmuştur.
(Buharî, Savm, 2.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benim ALLAH ile birlikte olduğum öyle bir vaktim var ki =>Ne bir Mukarreb Melek ne de bir Mürsel Nebi(gönderilmiş peygamber) -o vakitte- yanıma girebilir.” buyurmuştur.
(Arapça metni için bk. Aclunî, 2/173.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Anne CeNNet kapılarının ortasındadır." buyurmuştur.
(İbn Hanbel, V, 198.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "CeNNet annelerin ayakları altındadır." buyurmuştur.
(Nesâî, Cihad, 6.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Anne-babanın yüzüne sevgi ile bakmak ibadettir.” buyurmuştur.
(Deylemî, 4/293/ h.no: 6864.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kâbe'ye bakmak ibadettir. Anne-babanın yüzüne bakmak ibadettir. ALLAH’ın kitabına bakmak ibadettir.” buyurmuştur.
(Suyutî, Cami’us-sağir, Hadis No: 3966; Kenz’ul-Ummâl, Hadis No: 43493; Deylemî, Musnedu’l- Firdevs, 2/190 no:2969.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim Anne-Babasının yüzüne şefkat ve merhametle bakarsa, ALLAH TeALÂ onun için makbul olan bir haccın sevâbını yazar.” buyurmuştur.
(Hadis-i Şerif , Beyhaki, Şuabu’l-İman, 10/265, 266.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim anne-babasının yüzüne şefkat ve merhametle bakarsa, ALLAH TeALÂ onun için makbul olan bir haccın sevâbını yazar.” buyurmuştur.
(Beyhaki, Şuabu’l-İman, 10/265, 266.)

Resim

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
“E ve lem yerellezîne keferû enne’s- semâvâti ve’l- arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ mine’l- mâi kulle şey’in hayy (hayyin), e fe lâ yu’minûn (yu’minûne).: İnkâr edenler (kâfirler), semâların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Sonra BİZ, o ikisini (birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi SUdan yarattık. Hâlâ inânmazlar mı?” (Enbiyâ 21/30)

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُم مِّنَ الْجَنَّةِ غُرَفًا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ
“Vellezîne âmenû ve âmilû’s- sâlihâti le nubevviennehum mine’l- CeNNeti gurafan tecrîmin tahtihe’l- enhâru hâlidîne fîhâ, ni’me ecru’l- âmilîn (âmilîne).: İmân ettiler ve sâlih amel (nefs tezkiyesi) işlediler. Onları mutlaka, altından nehirler akan CeNNette köşklere yerleştireceğiz. Orada ebediyyen kalıcıdırlar. Sâlih (nefsi ıslâh edici) amel işleyenlerin ecri (mükâfatı) ne güzel!.” (Enbiyâ 21/30)

هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
“Huve’l- evvelu ve’l- âhiru ve’z- zâhiru ve’l- bâtın (bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).: O, Evveldir (ilktir) ve Âhirdir (sondur), Zâhirdir (alâmetleri tüm varlıklarda görünendir) ve Bâtındır (gizli olandır). Ve O, herşeyi en iyi bilendir.” (Hadîd 57/3)

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ
“Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn (yerciûne).: Onlar sağırdırlar (hakkı işitmezler.) Dilsizdirler (inandıklarını söylemezler.) Kördürler (gerçekleri görmezler) artık doğru yola dönmezler.” (Bakara 2/18)

أَوْ كَصَيِّبٍ مِّنَ السَّمَاء فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ أَصْابِعَهُمْ فِي آذَانِهِم مِّنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ واللّهُ مُحِيطٌ بِالْكافِرِينَ
“Ev ke sayyibin mine’s- semâi fîhi zulumâtun ve ra’dun ve berk (berkun), yec’alûne esâbiahum fî âzânihim mine’s- savâiki hazara’l- mevt (mevti), vallâhu muhîtun bi’l- kâfirîn (kâfirîne).: Veyâ (onlar), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek bulunan bir yağmura (tutulmuş) gibidirler. Yıldırımların (dehşetinden) ölüm korkusuyla kulaklarını parmaklarıyla tıkarlar. Ve ALLAH, kâfirleri kuşatandır.” (Bakara 2/19)

Resim

ALLAH celle celâlihu.:
Resim

er Rahmânu celle celâlihu.:
Resim

er Rahîmu celle celâlihu.:
Resim

er RABB celle celâlihu.:
Resim

El Bedîü celle celâlihu.:
Resim

El Cebbâru celle celâlihu.:
Resim

El Ganiyyü celle celâlihu.:
Resim

El Hayy celle celâlihu.:
Resim

El Kayyûmü celle celâlihu.:
Resim

Er Rezzâku celle celâlihu.:

Resim



M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..

Resim

Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1190
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: MÜNİR DERMAN SOHBETLERi..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

MÜNİR DERMAN (ks)

SOHBETLER.: XII

Arşa hakiki mü’min, bir sivrisineğin kanadından daha yakındır. Fakat hakiki kalbde, bu anlını secdeye koymayanlar ve ondan zevk almayanlar için Arş-ı Alâ güneşten daha uzaktır.
Uzaklaşırsa insan küfre girer.
Çünkü her yerde hazır ve nazır olan Cenâb-ı RABBü TeALÂ’ya mekan verilir.
Yanaştıkça insan hakiki imana girer.
Onun için Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz mi'racda.: "Kâbe kavseyn.: bir ok kadar yanaştılar!." diyor.
O meseleyi mânevî edeb içinde mütalâa etmek için söylenmiş bir sözdür.
Bu iş 4000 senelik mesafededir.
4000 sene ışık senesi. Işık aynen elektrik süratındadır. Bir saniyede 300.000 kilometre kat' eder.
Yâni bir saniye de dünyamızı yedi buçuk defa dolaşır.
Hem elektrik hem de ziyâ. 4000 senede geliyor bize. Güneşin ziyâsı.
Fakat güneşe baktığınız zaman güneşin gözbebeğinizin içinde, doğar doğmaz sıcaklığını elinde hissedersiniz.
Bunun için Secde-yi Rahmândan zevk alıp hakiki mü’min sınıfına girmiş insan, güneşi kendi içinde, ALLAH’ı kendi içinde duyar.
Yok bunu yapmayan insan otuz kat pencerenin içinden uzaktan güneşin havasını ve ziyâsını hisseder gibidir.

Onun için Evliyâullah'tan birisi daimâ böyle otururmuş.
Çocuklarından birisi.:
"Baba niye ayağını uzatıp oturmuyorsun?"
"O'nu görürken ben ayağımı nasıl uzatırım?" demiş.
Onun için İslamda edeb, yalınız kaldığı zaman Cenâb-ı Lemyezel'in onu gördüğünü ve daimâ NûR-u Resûlullah'ın onu yıkadığını hissedecektir.
Bunu hisseden insan daimâ edeb içindedir.
Onun için muhtelif va’zlarda size söyledim daimâ abdestli gezin efendiler.
Abdest, ALLAH’a ve Rasûlüne yani NûR-u Resûlullah'a edebin en büyüğüdür.
"Bundan ne çıkar efendim?" demeyiniz. Âhir zamandır.
Yarın âhirette göreceksin..

Onun için Sallallahu Aleyhi Vesellem.: "İlim şuradadır, takvâ buradadır, ibâdet şuradadır!" dememiştir.
"Şuradadır!" demiş, mübârek parmaklarıyla derken üç defa kalbini göstermiş. Takvâ, ALLAH'a iman hepsi buradadır.
Şu et parçasının içindedir. O et parçası bilirsiniz kalbdir.
Kalbin teknikte, anatomisinde, yani anatomisi; kalbi çıkarsak, baksak ve yarsak içinde neler var.
Dört tane gözü vardır. Dört göz bu et parçasına hediye kalsın. Biz mânevî gözlerini şey edeceğiz.
İslam Dininde Sallallahu Aleyhi Vesellemin bildirdiğine göre, burada Sallallahu Aleyhi Vesellem ne söyledi Kur’ÂN'da ne var onu söylüyor.
"Hasan efendi şunu söyledi. Mehmet Bey bunu söyledi!" yok. Dili tutulur burda insanın.
"Onlar öyle, şu kitap şöyle diyor. Bu kitap böyle diyor!" onlar geveze insanlar.
Kur’ÂNı Kerim Sallallahu Aleyhi Vesellem’in hadisi şeriflerinden, burdan söylüyorum ben. Çünkü niyetim öyle.
Aksi söylersem burdan paldır küldür sokağa topal çıkarım dışarı.
İki yarım, iki gözü vardır. Birine gönül, "Fuad" kısmı derler Arapça da.
İkinci yarım kısmına, yarı kısmına Sabır, sabır, sabır.
Veyahut "Denis" veyahutta "Denes" Esrede okunur, üstünde okunur Arapçada. "Denis" veya "Denes".
Kalbin kirli, paslı dünyaya, dünyanın şehvanî ve nefsanî arzularına bağlı tarafı demektir.

Bu iki kısım, NûR-u Resûlullah la yıkanır.
Bütün canlılarda; dinsiz, kafir, münafık, İslam ve NÛRULLAH kim olursa olsun hepisinde NûR-u Resûlullah vardır.
NûR-u Resûlullah’ı az ismini bilen ismini "Hasan" kor, İslam Cemâatında yaşar.
Daha kıymetini bilen Cumâ ya gider.
Daha kıymetini bilen, beş vakite gider.
Daha kıymetini bilen geçmişlerini kılar.
Daha kıymetini bilen, daimâ abdestli gezer, ALLAH-u Lemyezel'in mübârek ismini ağzından bırakmaz.

Aşağıya doğru nakıs tarafa gidersen küfre kadar gidersin.
Bunun için eşref-i mahlukat yalnız islamlan değildir.
Onunla birlikte dinsiz de imansızı da eşref-i mahlukat yaratılmıştır.
Fakat onun kıymetini bilmezse.
Bir antika yüzük tasavvur edin.
Antikacıya gidersiniz buna on bin lira der.
Fakat demircinin örsü yanında bir demir parçasından farkı yoktur.
İnsana kendisi kıymet vermelidir.
Kendi muhasebe-i ruhîyesini yarıp da kıymetini mânevî terazide ölçüp,
Emniyet-i MuhaMMedi de elde ettiği derecesinin ayarını, denesini, derecesini bulursa o zaman kendine şey eder.
Efendim ben günahkârım, sen günahkârsın.
İlmin din elinde mükemmel bir temizleyici âlet vardır, size söyledim.
Estağfirullah, Tevbe, Tevbe-i Nasuh.
ALLAH’ın ismi vardır.
Katiyyen ve katiyyen me’yus olmayınz.
Bunlar mertebe mertebe, mertebe mertebedir.
Hatta ömründe bir defa.: "Lâ İlâhe İlALLAH" içinden söyleyen adam bir gün cennete girecektir.
Yani ALLAH'ın CeMâLi'nin mütebessim tarafını görecektir. Gazâb tarafını değil.

Onun için denis tarafına. Sabır tarafına daha çok insanlar meyyal olunca mesela şairler, romancılar, hatipler, vâizler, şırıltıcılar, dedikoducular ne kadar millet varsa hepisi denes tarafından konuşur.
Onun için burada bir vâiz başka söyler,
Amerika'da konuşan vâiz başka söyler,
Ankara'da konuşan başka söyler.
Endülüs'te konuşan başka söyler.
Mekke'de konuşan başka söyler.
Yemen'de konuşan başka söyler.
Hudeybe'de konuşan başka söylerdir.

Bunu temizlemek için biliyorsunuz Sallallahu Aleyhi Vesellem cesed itibariyle kul olması bakımından, onun bu denis tarafı da temizlensin diye.:
"Elem neşrah leke sadrek.: Biz onun göğsünü de yardık."
O tarafı da temizlenmiştir.
"Elem neşrah leke sadrek!" Mü'minin kendi elindedir. Mü'minin kendi Cebrâil'i kendi elindedir.
Resûlullah-ı Sallallahu Aleyhi Vesselemi nasıl küçükken Hâlime'nin yanında aldı geldiler.
Şima ismindeki kız kardeşi, süt kardeşi gördü.: "Kardeşimin göğsünü yardılar. Yıkadılar o'nu!."
İster bunu mânevî yıkadı kabul et, ister bıçaknan açıp! Nasıl kabul edersen et.
Resûlullah'ın sadrı tamamiyle ALLAH'ın NÛR SUyuyla bütün necislerden temizlenmiştir.
Fakat bu hadiseden sonrada da Elem neşrah leke sûresini, sûre-i mübârekesini de mü’minin eline vermiştir.
Hançer'in elinde, yar göğsünü, yıka! Elem neşrah leke sadrak. Yap!

Onun için böyle fuad tarafından konuşanlar, fuad kısmından konuşanlar.
Yani nefsi tamamiyle kaldırmış, konuştu mu insanlar.
Veliyullahlar öyle konuşur. ALLAH'ın en yakın kulları öyle konuşur.
Böyle bir kul söylesin. Endülüs'te söylesin. Amerika'da söylesin.
Avusturalya'da söylesin. Şurdaki yanımızdaki cami de söylesin.
Söylediklerinin hepisi birbirinin aynıdır.
Çünkü o ilhamı o şeyden, fuad kısmından geliyor. O ALLAH'ın feyz yeridir.

Onun için Hazreti Vessak meşhur, onun "El Azîz" diye bir kitabı vardır.
Orda der ki.: "ALLAHu lem yezelden bütün mahlukat-i kainata ışık süzmesi şeklinde sayı hesabına girmeyecek feyz-i ilâhi iner.
Feyz!."
Bu feyzin bir tanesi Sallallahu Aleyhi Veselleme inmiştir, Resûl olmuştur.
Resulullah'tan da binlerce feyz çıkar. Peki kime?
Bir huzmesi, milyonlardan bir huzmesi, bir kula nasip olursa Veliyullah olur. Veliyullah olur.
Ve ALLAH'ın kapalı örtüsü altına girer.
"Benim bu evliyâlarımı Benden başka kimse bilmez!." Bu sırdır.
Onun için Sallallahu Aleyhi Vessellem üç defa.: "Buradadır iş! Buradadır iş! Buradadır iş!." demiş, kalbi göstermiştir.
"Efendim nasıl temizleyeyim?."
Usulleri var. Abdestli gez, abdestli gezene şeytanı şey etmez

ALLAH'a inkâr kapıları tamamıyla bu son asırda kapanmıştır. Kimse inkâr edemez. Âyet-i kerimeye bakın.
Onun için zaten insanın ilmi biraz artmaya başlarsa aşktan uzaklaşmaya başlar. Sapıtır yani Türkçesi.
Basit insanlar ALLAH'ı havanın oksijenin mucizesi gibi, bir çiçeğin kokusu gibi içinde hissederler.
Biraz kitap okumuş.: "Ben şurdan mezunum, sen şunu okudun, ben bunu okudum!."
"Ya İlâhî!." der.
Elini kafasını yukarı kaldırır. Birde bir gün gelir görecekmiş gibi.
Ellerimizi yukarı kaldırmamız, göğe bakmamız.
O müteâl büyük varlığa en münasib yer, içimizde o temizlikte gördüğümüz için göğe bakarız.
Kevatan merkezi buradadır. Kalbinize bakın.

Cenâb-ı Peygamber.: "Hakiki mü'min ALLAH'a çevrilip DUÂ ederse dağlar yerinden oynar!" diyor. Hakiki mü'min.
"Efendim gel DUÂ edelim öyleyse!."
Ohooooo hakiki mü'min sabır hasletinin içindedir.
Kızmazlar. Bunalmazlar. Şöyle boyunlarını büktü mü :
"Ya İlâhî!." buyur bir iş, daha birini demeden leb olur iş olur.
Öyle.:
"Vır vır vır para ver! Vır vır vır öküz ver! Apartuman ver! Otomobil ver!." Kuru zırıltı bu, DUÂ değil bu!..

Hazret-i Davud bir defa edeben başını yukarı kaldırmamıştır. Çünkü böyle dururken kafanı yukarı kaldırmak bir şeyi arzulamak demektir, istemek demektir.
Başı daimâ önde imiş. Tevekküle giriyor.

Hazreti Ebubekir Radyallahuanhu bir gün Huzur-u Risalette otururken dişi ağrıyormuş.
Artık tahammül edemiyor. Üç gündür devam ediyormuş. Gözünden yaş gelmeye başlamış.
Sallallahu Aleyhi Vesellem.: "Yâ Eba Bekir ne oldu?" demiş.
"Bir şey yok Yâ Resûlallah!" demiş.
"Hele hele!" demiş.
"Yâ Resûlullah üç gündür dişim ağrıyor da uyuyamadım. Şimdi de çok şiddetlendi. Tahamülsüzlükten gözümden yaş geldi!"
Resûlullah'ın Refiki Ebabekir.
"Yâ Eba Bekir bana niçin söylemedin?" demiş.
"Yâ Resûlullah Cenâb-ı ALLAH'ı sana mı şikâyet edeyim!" demiş.

Kış gelir.: "Üşüdük!" Yaz gelir.: "Terledik, nezle olduk, aman aman başım ağrıyor öleceğim!."
Bir şeyin kaybolur.: "Ölsem de kurtulsam!" dersin.
Bunlar İslamlık değil efendiler, bunlar İslamlık değil. Bırak kendini.
Yüzmek öğrenmek isteyen denize bırakırsa kendisini üstünde kalır.
Batacağım derse gittikçe dibe batar.
Zaten İslam müslüm, selem, teslim olan, selamete teslim olan efendiler.

Resûlullah’ın bize kadar uzanan buraya kadar uzanan elleri vardır. Fakat biz bunlara yapışmak usulünü bilmiyoruz.
Cenâb-ı Peygamber'in bir hadis-i şerifi vardır.
"Birinin çocuğu doğsa" diyor. "Çocuğu doğsa, ismini benim ismimle Mim, Mim harfi ile başlayan MuhaMMed koysa çocuk ve kendisi cennettik olur."
Bu hadis Peygambere sevginin sırrını beyân eder.
Çok deşmeye gelmez bunlar. Onun için biz "Mehmet" der geçeriz.

Resûlullahu Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin MiM Harfiyle başlayan mübârek ismini bir iki ders anlattım size.
Gelişi güzel öyle, Hasan, Hüseyin, Ömer, Tülin, bilmem efendim Haççe gibi çok konuşma.
Mi'racda iken konuş. Namazda iken konuş.
Salâvatı Şerife getireceksin. "Essalatu vesselamı aleyk Yâ Resûlullah" işte bu salâvatı şerife.
İsmi örseleme. İçini temizle. Ondan sonra örselemeye başla.
O salâvat kanadı gibidir. Tutuyum derken hem onu incitirsin, hem de kendin bir hatadan dolayı kendin berbat vaziyete düşersin.
Bu lakırtılar, "Fuad" kısmından söylenen lakırtılardır.
“Denes” kısmından değil.

Bu kısma giren insanlar Velilere, Velilerden sonra Sahabelere, Sahabelerden sonra Peygamberlere yanaşırlar.
Onun için peygamberler bilirsiniz ağlarlar. "Ağlıkları kuruduğu zaman ağlıkları"
"Efendim namazda ağlarsan, abdest namaz bozulur!" muş.
Sen o kadar geç kendinden de gözünden yaş gelsin. Bozulursa ben abdestimi sana veriyorum.
Ama kafan mahallede geziyor. Gözün bilmem nerede geziyor. Aksırıp ağlıyorsun.
Ulan zaten senin abdestin yoktu!.

Yine Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vesellem’in bir hadis-i mübârekesinde.:
"Bir ümmet içinde, bir ümmet içinde ALLAH korkusuyla ağlayan bir kişi olsa onun hürmetine bütün ümmeti ALLAH Rahmetle tecellî eder, karşısında.."
Bu korku cehennem korkusu değil. Edeb dışı kabahat korkusudur.
Mü'min, hakiki mü’min cehennem ateşi nedir ki, hakiki mü'mini yaksın!

Abdulkadir Geylânî Hazretleri anlatırken böyle demiş buyuru vermiş fermanı.
"Lev şefaatü ceddü MuhaMMedün fe tefeyte bi nari cehennemi cebren.: "Benim ceddim MuhaMMed'ün şefaati olmasa ben şöyle parmağımın tükürüğüynen cehennemi söndürürüm!."
Cehennemden korkan adam bu işi güç olan adamdır. Hesabını veremeyeceklerdendir.
Onun için insanlara biraz ma'siyyet lâzımdır. Biraz hata lâzımdır.
Hatanın sebebi, bir memlekette hasta olmasa eczahâneler kurur. Cenâb-ı ALLAH o an esması rahmettir.
Sen hata yapacaksın : "Aman Yâ RABBî!" diyeceksin.
O seni güler yüzle affedecek. Ve Rahmetini şey edecektir.

Cenâb-ı ALLAH rahmetini dağıtmadan duramaz.
Bir Hadis-i Kudsi de bir adamın biri âhirete intikal etmiş.
Hadis-i Kudsiler. Sallallahu Aleyhi Vessellem'in anlattığı hadisdeki hikayeler olmuş gibi beyân edilir.
Çünkü O mübârek bütün hadiseleri ezelden bilir.
Gitmiş hasenatı ve seyyiatı yâni edebsizliği ile iyiliği tartılmış, hiçbir şey yok.
Arz edilmiş. Onların hesap me'murları : "Yâ İlâhî bunda bir şey yok!"
"Yoksa neyse verin eline gideceği yere gitsin."
Cehenneme doğru gidiyor adam.
Tabii kula anlatmak için söylüyoruz bu hadiseler böyle değil.
Dönmüş o kul böyle bakıvermiş. Hitab-ı İlâhi gelmiş.:
"Kulum niye baktın?" demiş.
"Hiç Yâ İlahî!" demiş.
"Hele Hele!" demiş.
"Benim hiç iyi tarafım yok. Edebsizlik tarafım çok. Ben dünya da iken birşey ALLAH belki beni affeder rahmeti büyüktür hatırımdan geçti de ondan döndüm baktım!" demiş
"Dur!." demiş.
Emr-i İlâhi çıkmış.: "Götürün cennete bunu. Ben kulumun zannı üzere tecellî ederim!." demiş.

Onun için "hablil verid'den daha yakın olan Cenâb-ı ALLAH'nan" konuşun efendim.
Nasıl konuşulur. Konuşulur işte, namaz mi'racı mü'minin..

Onun için bir ümmetin içinde edebsizlik çoğalsa bir tane ordaki sevgilinin gözünden bir yaş gelse Yâ İlâhi bunlar sapıtmışlar.
Sen bunları yola getir değil haaa, yola getir DUÂsı bu çok büyük insanın DUÂsı olacak ki kabul olacak.
Yâ İlâhi sen bunları rahmetinde Şefik Râhim esmanla tecelle et diye hatırından geçti mi o ümmet kurtulur.
İşte bu gibilerin rengi sararmış Hakk korkusundan yüzleri solmuştur bu insanların.
Öyle kırmızı yanaklı bulamazsın onların içinde.
Bunların gıdaları ruhanî, işleri nuranî, sözleri de semavidir.
Gıdaları ruhen beslenirler bunlar. Fazla mide içini doldurmazlar.
İşleri nuranîdir. Hep iyilik yaparlar. Sözleri de semavidir.
Ya Resûl'dan ya kitaplardan konuşurlar.
Romanlardan değil. Cingöz Recainin Romanlarından değil.
Bilmem nerden değil. ALLAH'ın muhkem âyetlerinden.

Eğer bunların âlemini bilmeyen biri asıl varlıklarıyla onları görür ise hemen ölür. Hemen ölür.
Onların hakiki öyle insanların hakiki varlıklarıyla bir insana görürse öteki adam ona tahammül edemez.
Beyazidi Bestamî Hazretleri, iki tane Veli konuşuyormuş.
Beyazidi Bestamî zamanında.
Birisi demiş.: "Size ne oluyor ki bana günde yedi defa tecell-yi ilâhi oluyor!" demiş.
Tecellî İlâhi ne?
Kaybediyor kendini, dalıyor, konuşuyor.
Demiş ki : "Niye o kadar kuruluyorsun sen?" demiş.
"Sen git de Beyazidi Bestamî'yi gör!" demiş.
Aradan bir ay geçmiş bu zat gelmiş demiş ki : "Bana günde yetmiş defa tecellî oluyor!" demiş.
"Sen gitte Beyazidi Bestamîyi gör!" demiş.
"Ulan demiş Beyazidi Bestamî nasıl bir gideyim!" demiş.
Kalkmış evine gitmiş.
Demişler ki : "Efendim ormanda."
Kalkmış ormana gitmiş.
Veli Velinin geldiğini kendi radar aletiyle uzaktan anlamış hemen ormanın dışına çıkmış.
Veliyullah yanaşmış yanına Beyazidin mübârek yüzünü görür görmez "Küt!" diye düşmüş, ölmüş.
Çünkü Bayaziddaki tecellîye o tahammül edememiş.
Beyazidi Bestamînin karşısındaki o tecellîye Veliyullah tahammül edemiyor küt diye düşüp ölüyor.
Onun için böyle insanların karşısına biz geldiğimiz zaman bocalarız belki de nalları dikeriz.

Bir adamın mektep müdürü asabi bir adam olsun.
İkinci sınıftaki seni istiyor diye kapıcı çağırdı.
Yahut neferi paşa çağırsın.
Bu da ALLAH'ın Paşası.
"Tuuuuuu! Tuu!" olur insan.
Bunları câhiller bilemez.
Onların işine câhilin aklı da ermez.
Onların alametleri yok değildir.
Vardır ama bilemezsin.
Bu bilgisizlik, bu bilmek bilgisi gaflettendir.
Onların daimâ kalbinde ALLAH’ın Ahad TEKlik heybeti yaşar.

Hele bir insanlar birbirine "Köpek!" der. "Köpek!" der.
Kendini köpekten üstün biliyorsan nidelim ki bu bilgi kendi köpekliğindendir insanın.
Öyle birbirine köpek söyleyen adamlar vardır.
Bu söz, yalancı, münafık, iki yüzlü, faziletsiz, merhametsiz, sadakat ve doğruluk bilmeyenlerin söylemesi gereken bir sözdür.
Sadakat gösterene ALLAH'ın ADL Esması kanadıyla ecir verilir.
Köpek bundan dolayı Ashab-ı Kehf in içinde bulunmuştur.
Köpek diyipte geçmeyin.
Sadakat timsalidir.
Eciri de onun Ashab-ı Kehf e arkadaş olmuştur.

İnsanların sadakatını hele bu asırda değiştirmek mümkündür. Ceketin düğmesi gibidir.
Fakat köpeğin sadakatını değiştiremezsin.
Evinizdeki köpeği nereye atsanız geri gelir.
Kuyruğunu kesseniz yine gelir.
Bacağını kırsanız yine gelir.
Bir lokma ekmeğe senelerce sadakat gösterir.
Gösterin, oğullarınız bile yapmaz bunu.
Cenâb-ı Peygamberin bir hadisi vardır :
"Köpeği evin dışında saklayınız. İçinde saklamayınız. Melâike girmez!" buyuruyor.
Bu bildiğimiz başka, bunun mânâsı derindir sen o kadar bil oğlum. Onun derin hadislerinde de beş altı mânâları vardır.
Onların mânâlarını söylersek insanın kafası bocalar.
Onun için o kadarı yeter oğlum.

Birgün Bağdadda bir çobanın sürüsüne kurt saldırmış.
Kurt saldırmış.
Bir koyunu param parça etmiş.
Çoban.: "Eyvaaaah!"
"Ne bağırıyorsun Eyvah!.” diye.
"Hazreti Ömer öldü!" diye bağırmaya başlamış.
"Nereden bildin?" demişler.
"Hazreti Ömer sağ iken kurtlar sürüye saldırmazlardı!" demiş.
Az sonra gerçek anlaşılmış ki Hazreti Ömer o’nun o kurtun parçaladığı zaman yarım saat evvel İbni Mülcem tarafından Medine’de katledilmiştir.
Adalet öyle yaygındır ki Efendiler. Öyle yaygındır ki.
“Efendim adalet.”
Sen adaletin içine gir bir yayıl da bak nasıl yayıldığını görürsün.
Adalet ALLAH'ın Kanunudur.
"En büyük cihad zâlim hükümdar karşısında hakikati söylemektir."

Geçen derslerimde Medine'de geçen bir hadiseyi size anlatmıştım biliyorsunuz.
Bazısı efendim bunların hepisini unutur.
Kürke bürünür bööööylee bir kibir içinde.
Ne oluyor böyle insana kürke girmiş. Kürk. O kürk içindeki.
O kürk, içindeki hayvanı bir ömür boyunca muhafaza etmişte yine hayvanlıktan kurtarmamış.
Sen hayvanı öldürdün üstüne giydin adam mı olduğunu zannediyorsun?
Hayvanın kürkünü giydin hadi. Samur.
Bir zamanlar vardı ya eskilerde samur.
Kuruluyor samurunlan, ne oluyorsun?
Bu, doğduğundan beri hayvanın üstünde idi bu. Hayvanlıktan kurtuldu mu samur kürkü?.
"Yok!."
Eee sende aynısın.
Kurtarsaydı o hayvanı kurtarırdı.
Onun için bir kelime söylenir, birşey görürsünüz, gâyet güzel gelir size.
Bu kürk hikayesini unutmayın.
“Ne güzel kürk.” Hayvan öldür de.
“Güüüüm!” bıldırcını vurdun. “Güüüüm!” sülünü vurdun.
Bilmem neyi vurdun! “Vur ulan vur!.” hadiii mideye.
Dağda bayırda gez!
Avcılık diye bir şeyler vardır, hayvan öldürmek. Sonları yoktur.
Mideye korsun. Dört saat sonra o mide onu tam çevirir.
Neye çevireceğini bilirsiniz!.

Hazreti Adviye zamanında yaşamış bir Ümmî Kadın, Ukayre.
Güzel bir isim Ukayre vardı Bağdadda.
Bu o kadar ağlarmış ki gözlerinin ikisi de kör olmuş.
Yanına gitmişler : "Yâ Ukayre!" demişler. "Gözsüz kalmak çok çetin bir iş değil mi?" demişler.
Ne demiş cevap mübârek kadın :
"ALLAH'tan mahcup kalmak daha çetin!" demiş.
"Hele ALLAH'ın Emirlerindeki muradı görmeyip de gönülü, Gönül Körlüğüne düşmek o büsbütün çetindir!"
demiş.

Hızır, bir kör adama rastlamış.
Demiş ki : "Yahu ben Hızır'ım!" demiş
"Senin gözünü açıyım. DUÂ edeyim de!" demiş.
"Teşekkür ederiiiiiiim Hızır Efendi" demiş.
"Hadi güle güle yoluna!" demiş.
"İstemem!."

"Niye iste miyorsun?" demiş.
"Ben ALLAH’ın kaderini iki gözümden daha çok severim!" demiş.

İşte dersin başında söylediğimiz hakiki mü'minlerin lakırtıları bu. Hakiki mü’minlerin lakırtıları.
Bu Ukayre'nin bir de Hacce İsminde bir hizmetçisi varımış.
Hakiki Mü'min gökte ay var iken uyumaz gece.

Şems bu câmi kadar. Kamer avucum kadar.
Koskoca câmi avucun içine girer mi?
Koskoca Şems Kamerin içine giriyor.
"veşşemsu vel kamer."
"vel kameru veş şems"
değil.
Niçin?.
Kamer mânevîyatın mümessilidir. Güneş Şems maddiyatın mümessilidir.
Bu âyet bir gün kıyametin kopacağına delildir.
İkincisi mânevîyatın maddiyatı daimâ boğacak ve ondan üstün geleceğine delildir.
Onun için aylı gecelerde uyumayın! Gece kervanlar geçer.
Uyuyormuş böyle bir gece.
Ayağınan Ukayre Hatice’ye dürtmüş.: “Kalk!.” demiş.
"Burası uyuyacak bir yer değil. Uyku yeri mezardır mezar. Çok uyuyacağız orda!"

Açık olun efendim açık.
Yemekleri ye. Etleri ye. Köfteleri ye. Ayranı iç.
"Horruu harrrııı, hurruuu!"
Kervanler geçer. Senin haberin olmaz.
Bir gün de bakarsın efendim kaybı oldu.
Hasan Efendi’ye bişey oldu bak.
"Ne oldu efendim?"
Kalbden, zırttan gitti.
Gözünüzü açın efendim. Gözünüzü açın!.

Bize bir çok menkıbe gelmiştir bilirsiniz menkıbe.
Dilden dile, gönülden gönüle, kalbden kalbe dolaşan.
Güneşlerin yıldızların dertop olduğu bir renk âlemi vardır İslam mânevîyatında.
Buna nenkabe derler.
Nefsine, havai arzularına yularını kaptıran insanlar bu menkıbelerden bişey anlamazlar. Efsane safsata derler geçerler.
Halbuki safsata kendileridirler o insanların.
Onları ancak ALLAH Aşkıyla kıvranan insanlar anlayabilir.
Ve temiz olan kalblerinin perdelerinde, sinema perdelerinde seyrederler.
Cezbe halinde bunlar ancak anlaşılır.
Cezbe ne demektir? Cezbe. “Cezbe ye geldik.”
Cezbe Ruhun Hakka doğru çekilmesidir.
Gidişi değil, çekilmesidir.
Oradan çekilip. Giderken çeken başkası, zaten çekmeseler gidemezsin.
Burada yürümek için bu âlemde Mansur gibi kellesini verenler Nesimî gibi derisini yüzdürenler ancak orda yürüyebilirler.
Hazreti Nesimî'nin bilirsiniz derisini yüzdüler.
Hallac-ı Mansur'unda kafasını kopardılar.

Onun için azîz cemaat bu anlattığımız vaazları, güzel kelimeleri insanlar hoşnut bulur.
Bir formülize edelim. Bir talimat yapalım da onun peşinden koşalım.
Genci menci yok.
"Efendim ben yaşlandım şimdiden sonra yapamam."
Oho ho ho!. Hazreti Ebubekir 47 yaşında İslam oldu. Ondan evvel yoktu bişey.
Hazreti Ömer ondan evvel şâki idi. Resûlullah Efendimizi öldürmeye gidiyordu.
Kırk küsür yaşında idi. Puta tapıyordu.
Hatta kendisinin sözüdür der ki.:
"Ben Pota-yı Resûlullah’ta erimeden evvel bir şâki cânî idim" dermiş.
O Araplarda ilk doğan kız çocuğunu gömerlerdi, âdetti câhiliyet devrinde.
"Küçücük kızımı götürdüm" demiş.
"Canlı canlı böyle mezara sokarken. Sakallarımı tuttu yavrum!"
demiş.
"Ben şakilerdendim Resûlullah'ın Nazar-ı Akdesiyle bir ÂN geldiği zaman muhterem oldum."

Onun için.: "Efendim ben şimdiye kadar namazı kılmadım. Bilmem efendim borçlarım var!."
Oluuuuuuur. Lafa dalıyor musun.
Yarını düşün. Geçmiş geçmiş.
Bir insan ne kadar namaz borcu olursa olsun gider bu akşam evine.: "Yâ İlâhî! Ben bundan sonra namazımı tamamıyla kılacağım.
Geçmiş namazlarım var ben bunları mümkün mertebe ömrüm yettiği kadar her namazdan sonra bir günlük namaz edâ edeceğim."

Yatmadan evvel on dakikada kılınır.
"Geçmiş zamandaki;
Sabah Namazının iki rekat farzına.
Öğlen Namazının dört rekat farzına.
İkindi Namazının dört rekat farzına.
Akşam Namazının üç rekat farzına.
Yatsı Namazının dört rekat farzına.
3 rekat Vitir Namazı kılacağım Yâ RABBi!."

Sen onu niyet etme. "Felan günün, felan ayın" deme!
Onlar gider yerini tıkır tıkır tıkır doldururlar.
Bunu niyet edip de başladıktan yarım saat sonra ölse hadis vardır üzerine, Cenâb-ı ALLAH Namazlarınızın hepisini kılındı kabul eder.
Bu kadar kolaylık veren bir din.
Bu kadar Rahmeti çok ALLAH’ın Rahmetinin bize nasıl geleceğini bildiren Resûlullah’ın peşindeyiz. Elhamdulillaaah.

Bir nizamnâme yapalım namazınızı acele kılmayınız!
Dâima abdestli geziniz!
Sabah Namazını kıldınız!
Saklayabilirsen sakla, bozuldu mu al abdest! Nerede olursa al!
Bir saniye sonra yaşayacağın meçhul.
Ceseden hiç olmazsa kadere tam imân, Ta’dil-i Erkânla inanmış olursun.
“Yolda bozuldu, bitti, öldü abdest!.”
Yürü yürü!. Niyete bak sen!..


Resim

Kat'.: Kesme, ayırma. * Geçme. Yol almak. Yüzerek geçmek. * Delil ve bürhan ile ilzam etmek.
Lemyezel.: Zâil olmaz, bâki, zeval bulmaz. Daimî olan.
Va’z.: Dinî mes'eleler üzerinde konuşup nasihat etmek. Kalbi yumuşatacak sözlerle insanı iyiliğe sevke çalışma.
Nakıs.: Noksan, eksik. Tamam olmayan. Gr: Yalnız son harfi harf-i illet olan kelime $ gibi. * Mat: Eksi. Negatif.
Eşref-i mahlukat.: Mahlukatın en eşrefi, yaradılmışların en şereflisi. İnsan.
Me'yus.: Ümidsiz. Kederli. Ye'se düşmüş. Ümidi kesik.
Mütebessim.: (Besm. den) Tebessüm eden. Hafif ve lâtif tarz ile gülen. Gülümseyen.
Meyyal.: Çok meyleden, eğilen. Çok istekli, düşkün.
Necis.: Temiz olmayan. Pis.
Feyz.: (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübâreklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. * Bir haberi fâş etmek. * İçindeki düşüncesini izhar etmek.
Müteâl.: Âlî, büyük.
Münasib.: Benzer, uygun, lâyık, yakışır, yaraşır.
Tevekkül.: İşi başkasına ısmarlamak. * Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini ALLAH'a bırakmak. ALLAH'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini ALLAH'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. * Yeis ve kederden uzak olmak. * Âcizlik göstermek.
Refik.: Ortak, arkadaş, eş, yardımcı, yoldaş.
Mâsiyyet.: İtaatsizlik, günah, isyan.
Mümessil.: Vekâlet eden. Bir şahsı bir topluluğu veya şahs-ı mâneviyi temsil eden. * Benzeten. * Kitap bastıran. * Vekil. * Rol temsil eden. Aktör.
Şâki.: (Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz. * Her çeşit günahı işleyebilen.
Câni.: Cinayet işlemiş olan. Birisini öldürmüş veya yaralamış bulunan.


Resim

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
Elem neşrah leke sadrek.: Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?" (İnşirah 94/1)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
"Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min habli’l- veridi.: Ve andolsun ki biz insanı yarattık ve nefsi, onu ne gibi vesveselere düşürür, biliriz ve biz, ona, şahdamarından daha yakınız." (Kâf 50/16)

اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
"İnne RABBekümüllahüllezi halekas semavati vel erda fi sitteti eyyamin sümmesteva alel arşi yuğşil leylen nehara yatlübühu hasisev veş şemse vel kamera ven nücume müsehharatim bi emrih ela lehül halku vel emr tebarakellahü RABBül âlemin.: Şüphesiz ki RABBiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan ALLAH'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin RABBi ALLAH ne yücedir!" (’râf 7/54)

Resim

Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem.: “Birbirinize hased etmeyiniz. (Almak niyetinde değilseniz) birbirinizin aleyhinde fiyatları kızıştırarak necş yapmayınız (aldatmayınız). Birbirinize buğuz etmeyiniz. Birbirinize sırt çevirip, dargın durmayınız. Birbirinizin pazarlığı bitmiş alışverişini bozmayınız. Ey ALLAH’ın kulları! Kardeş olunuz. Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, sıkıntı anında onu kendi haline terk etmez. Ona yalan söyleyip aldatmaz. Onu küçük görmez (Üç defa göğsüne vurarak) Takvâ işte buradadır. Bir kimse Müslüman kardeşine hor baktı mı işte şerrin bu kadarı ona yeter. Müslüman’ın her şeyi canı, malı, ırzı Müslüman’a haramdır.” buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Müslim, Birr 32. Ayrıca bk. Buhârî, Edeb 57; Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Duâ 5 (Müslim rivayeti dışındakiler, Enes İbni Mâlik’ten gelmiştir)


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..

Resim

Resim
Cevapla

“► Münir Derman(k.s) Eserleri” sayfasına dön