MUHAMMEDİ TASAVVUF
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
KASAS SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ عن سعيد بن جبير قال: )سألتُ ابنَ عبّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. أىّ ا‘جَلَيْنِ قَضَى مُوسى؟ فقَالَ: قَضى أكْثَرَهُمَا وَأطْيَبَهُمَا، إنَّ رسولَ اللّه #: إذا قالَ فَعَلَ(. أخرجه البخارى.
1. (729)- Sâid İbnu Cübeyr anlatıyor: İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'a.: "Hz. Musâ iki müddetten hangisini ödedi?" diye sordum da, bana şu cevâbı verdi: "O en çok, en güzel olanı ödedi (tamamladı). Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem söyledi mi ->yapardı." (Buharî, Şehâdât 28.)
قَالَ إِنِّي أُرِيدُ أَنْ أُنكِحَكَ إِحْدَى ابْنَتَيَّ هَاتَيْنِ عَلَى أَن تَأْجُرَنِي ثَمَانِيَ حِجَجٍ فَإِنْ أَتْمَمْتَ عَشْرًا فَمِنْ عِندِكَ وَمَا أُرِيدُ أَنْ أَشُقَّ عَلَيْكَ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّالِحِينَ
قَالَ ذَلِكَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ أَيَّمَا الْأَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّ وَاللَّهُ عَلَى مَا نَقُولُ وَكِيلٌ
“Kâle innî urîdu en unkihake ihdebneteyye hâteyni alâ en te’curenî semâniye hıcec(hıcecin), fe in etmemte aşran fe min indik (indike), ve mâ urîdu en eşukka aleyk (aleyke), setecidunî in şâallâhu mine's- sâlihîn (sâlihîne). Kâle zâlike beynî ve beynek (beyneke), eyyeme'l- eceleyni kadaytu fe lâ udvâne aleyy (aleyye), vallâhu alâ mâ nekûlu vekîl (vekîlun).: (Yaşlı adam): "Gerçekten ben, işte bu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum, bana ücretle sekiz yıl çalışmana karşılık. Eğer on yılı tamamlarsan o da senden (bir lütuftur). Ve ben, seni mecbur etmek istemem. İnşaallah beni salihlerden bulacaksın." (Musâ aleyhisselâm).: "Bu seninle benim aramdadır. İki süreden hangisini kada edersem (yerine getirirsem), artık bana bir düşmanlık oluşmasın. Ve ALLAH, konuştuklarımıza vekildir." dedi.” (Kasas 28/27-28)
إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
“İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huve a’lemu bil’- muhtedîn (muhtedîne).: (Resulüm!) Sen sevdiğini hidayete eriştiremezsin; bilakis, ALLAH dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” (Kasas 28/56)
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. في قوله تعالى: )لَرَادُّكَ إلى مَعَادٍ. قالَ إلى مَكَّةَ(. أخرجه البخارى .
1. (729)-İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "Herhalde o Kur'ân'ı (tilavetini, tebliğini ve mucibince amel etmeni) senin üzerine farz kılan (ALLAH), seni (yine) dönülecek yere döndürecektir..." (Kasas 28/85) meâlindeki âyette ifade edilen döndürülecek yerden maksadın Mekke olduğunu söylerdi." (Buhârî, Tefsir, Kasas 2.)
إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لَرَادُّكَ إِلَى مَعَادٍ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ مَن جَاء بِالْهُدَى وَمَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
“İnnellezî farada aleykel’- kur’âne le râdduke ilâ meâd(meâdin), kul rabbî a’lemu men câe bil’- hudâ ve men huve fî dalâlin mubîn(mubînin).: Muhakkak ki Kur'ân'ı sana farz kılan, elbette seni dönülecek yere döndürecek olandır. De ki: "Kimin hidayet ile geldiğini ve kimin apaçık dalâlette olduğunu, Rabbim daha iyi bilir." (Kasas 28/85)
ـ1ـ عن سعيد بن جبير قال: )سألتُ ابنَ عبّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. أىّ ا‘جَلَيْنِ قَضَى مُوسى؟ فقَالَ: قَضى أكْثَرَهُمَا وَأطْيَبَهُمَا، إنَّ رسولَ اللّه #: إذا قالَ فَعَلَ(. أخرجه البخارى.
1. (729)- Sâid İbnu Cübeyr anlatıyor: İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'a.: "Hz. Musâ iki müddetten hangisini ödedi?" diye sordum da, bana şu cevâbı verdi: "O en çok, en güzel olanı ödedi (tamamladı). Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem söyledi mi ->yapardı." (Buharî, Şehâdât 28.)
قَالَ إِنِّي أُرِيدُ أَنْ أُنكِحَكَ إِحْدَى ابْنَتَيَّ هَاتَيْنِ عَلَى أَن تَأْجُرَنِي ثَمَانِيَ حِجَجٍ فَإِنْ أَتْمَمْتَ عَشْرًا فَمِنْ عِندِكَ وَمَا أُرِيدُ أَنْ أَشُقَّ عَلَيْكَ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّالِحِينَ
قَالَ ذَلِكَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ أَيَّمَا الْأَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّ وَاللَّهُ عَلَى مَا نَقُولُ وَكِيلٌ
“Kâle innî urîdu en unkihake ihdebneteyye hâteyni alâ en te’curenî semâniye hıcec(hıcecin), fe in etmemte aşran fe min indik (indike), ve mâ urîdu en eşukka aleyk (aleyke), setecidunî in şâallâhu mine's- sâlihîn (sâlihîne). Kâle zâlike beynî ve beynek (beyneke), eyyeme'l- eceleyni kadaytu fe lâ udvâne aleyy (aleyye), vallâhu alâ mâ nekûlu vekîl (vekîlun).: (Yaşlı adam): "Gerçekten ben, işte bu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum, bana ücretle sekiz yıl çalışmana karşılık. Eğer on yılı tamamlarsan o da senden (bir lütuftur). Ve ben, seni mecbur etmek istemem. İnşaallah beni salihlerden bulacaksın." (Musâ aleyhisselâm).: "Bu seninle benim aramdadır. İki süreden hangisini kada edersem (yerine getirirsem), artık bana bir düşmanlık oluşmasın. Ve ALLAH, konuştuklarımıza vekildir." dedi.” (Kasas 28/27-28)
إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
“İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huve a’lemu bil’- muhtedîn (muhtedîne).: (Resulüm!) Sen sevdiğini hidayete eriştiremezsin; bilakis, ALLAH dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” (Kasas 28/56)
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. في قوله تعالى: )لَرَادُّكَ إلى مَعَادٍ. قالَ إلى مَكَّةَ(. أخرجه البخارى .
1. (729)-İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "Herhalde o Kur'ân'ı (tilavetini, tebliğini ve mucibince amel etmeni) senin üzerine farz kılan (ALLAH), seni (yine) dönülecek yere döndürecektir..." (Kasas 28/85) meâlindeki âyette ifade edilen döndürülecek yerden maksadın Mekke olduğunu söylerdi." (Buhârî, Tefsir, Kasas 2.)
إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لَرَادُّكَ إِلَى مَعَادٍ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ مَن جَاء بِالْهُدَى وَمَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
“İnnellezî farada aleykel’- kur’âne le râdduke ilâ meâd(meâdin), kul rabbî a’lemu men câe bil’- hudâ ve men huve fî dalâlin mubîn(mubînin).: Muhakkak ki Kur'ân'ı sana farz kılan, elbette seni dönülecek yere döndürecek olandır. De ki: "Kimin hidayet ile geldiğini ve kimin apaçık dalâlette olduğunu, Rabbim daha iyi bilir." (Kasas 28/85)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
ANKEBÛT SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ عن أم هانئٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: )سألتُ رسولَ اللّه # عَن المُنْكَرِ الَّذِى كَانُوا يَأتُونَهُ في نَادِيهمْ فقَالَ: كانُوا يَحْبِقُونَ فِيهِ وَالْخَذْفُ وَالسُّخْرِيَةُ بِمَنْ مَرَّ بِهِمْ مِنْ أهْلِ ا‘رْضِ(. أخرجه الترمذى.ً»الحَبَقُ« الضراط. »وَالخَذْفُ« بالمعجمة: رمى الحصاة من طرف ا‘صبعين .
1. (732)-Ümmü Hâni (radıyallahu anhâ) anlatıyor.: "Erkeklere yaklaşıyor, yol kesiyor ve toplantılarınızda fenâ şeyler yapmıyor musunuz?" (Ankebut 39/29) meâlindeki âyette zikredilen toplantılarındaki fena şeyler'den maksad nedir? diye Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e sordum. Bana şöyle cevap verdi.: "- Onlar orda sesli sesli yelleniyorlar, oradan geçen kimselere de çakıl vs. fırlatıp onlarla eğleniyorlardı." (İbrahîm Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/161.)
وَلُوطًا اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَۘ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ
“Velûtan iżkâle likavmihi innekum lete/tûne-lfâhişete mâ sebekakum bihâ min ehadin mine-l’âlemîn(e).: Lût da; hani kavmine demişti: “Siz gerçekten, sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı “çirkin bir utanmazlığı”yapıyorsunuz!.” (Ankebût 29/28)
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ وَتَقْطَعُونَ السَّب۪يلَ وَتَأْتُونَ ف۪ي نَاد۪يكُمُ الْمُنْكَرَۜ فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتِنَا بِعَذَابِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
“E-innekum lete/tûne-rricâle vetakta’ûne-ssebîle vete/tûne fî nâdîkumu-lmunker(a)(s) femâ kâne cevâbe kavmihi illâ en kâlû-/tinâ bi’ażâbi(A)llâhi in kunte mine-ssâdikîn(e).: “Siz, (yine de) erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve bir araya gelişlerinizde çirkinlikler yapacak mısınız?.” Bunun üzerine kavminin cevabı yalnızca: “Eğer doğru söylüyor isen, bize ALLAH'ın Azabını getir!.” demek oldu.” (Ankebût 29/29)
ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قوله تعالى: )وَلَذِكْرُ اللّهِ أكْبَرُ. قَالَ: ذِكْرُ الْعَبْدِ اللّهَ تعالى بِلِسَانِهِ كَبِيرٌ. وَذِكْرُهُ لَهُ وَخَوْفُهُ مِنْهُ إذَا أشْفى عَلَى ذَنْبٍ فَتَرَكَهُ مِنْ خَوْفِهِ أكْبَرُ مِنْ ذِكْرِهِ بِلِسَانِهِ مِنْ غَيْرِ نَزْعٍ عَنِ الذَّنْبِ(. أخرجه رزين .
1. (733)-İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "ALLAH'ı zikretmek elbet en büyüktür" (Ankebut 29/45) meâlindeki âyet hakkında şunu söyledi.: "Kulun ALLAHu TeâLa'yı diliyle zikretmesi büyük (bir ibadet)tir. Onu zikretmesi, herhangi bir günaha yaklaşınca O'ndan korkarak terketmesi, günah işler olduğu halde diliyle zikretmesinden, daha büyüktür.
Rezîn tahric etmiştir, kaynağı bulunanamıştır.
(İbrahîm Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/162-163.)
اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
“Utlu mâ ûhiye ileyke mine-lkitâbi veakimi-ssalâ(te)(s) inne-ssalâte tenhâ ‘ani-lfahşâ-i velmunker(i)(k) veleżikru(A)llâhi ekber(u)(k) va(A)llâhu ya’lemu mâ tasne’ûn(e).: “Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşâ)dan ve kötülüklerden alıkoyar. ALLAH'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibâdet)tür. ALLAH yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)
ـ1ـ عن أم هانئٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: )سألتُ رسولَ اللّه # عَن المُنْكَرِ الَّذِى كَانُوا يَأتُونَهُ في نَادِيهمْ فقَالَ: كانُوا يَحْبِقُونَ فِيهِ وَالْخَذْفُ وَالسُّخْرِيَةُ بِمَنْ مَرَّ بِهِمْ مِنْ أهْلِ ا‘رْضِ(. أخرجه الترمذى.ً»الحَبَقُ« الضراط. »وَالخَذْفُ« بالمعجمة: رمى الحصاة من طرف ا‘صبعين .
1. (732)-Ümmü Hâni (radıyallahu anhâ) anlatıyor.: "Erkeklere yaklaşıyor, yol kesiyor ve toplantılarınızda fenâ şeyler yapmıyor musunuz?" (Ankebut 39/29) meâlindeki âyette zikredilen toplantılarındaki fena şeyler'den maksad nedir? diye Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e sordum. Bana şöyle cevap verdi.: "- Onlar orda sesli sesli yelleniyorlar, oradan geçen kimselere de çakıl vs. fırlatıp onlarla eğleniyorlardı." (İbrahîm Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/161.)
وَلُوطًا اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَۘ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ
“Velûtan iżkâle likavmihi innekum lete/tûne-lfâhişete mâ sebekakum bihâ min ehadin mine-l’âlemîn(e).: Lût da; hani kavmine demişti: “Siz gerçekten, sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı “çirkin bir utanmazlığı”yapıyorsunuz!.” (Ankebût 29/28)
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ وَتَقْطَعُونَ السَّب۪يلَ وَتَأْتُونَ ف۪ي نَاد۪يكُمُ الْمُنْكَرَۜ فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتِنَا بِعَذَابِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
“E-innekum lete/tûne-rricâle vetakta’ûne-ssebîle vete/tûne fî nâdîkumu-lmunker(a)(s) femâ kâne cevâbe kavmihi illâ en kâlû-/tinâ bi’ażâbi(A)llâhi in kunte mine-ssâdikîn(e).: “Siz, (yine de) erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve bir araya gelişlerinizde çirkinlikler yapacak mısınız?.” Bunun üzerine kavminin cevabı yalnızca: “Eğer doğru söylüyor isen, bize ALLAH'ın Azabını getir!.” demek oldu.” (Ankebût 29/29)
ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قوله تعالى: )وَلَذِكْرُ اللّهِ أكْبَرُ. قَالَ: ذِكْرُ الْعَبْدِ اللّهَ تعالى بِلِسَانِهِ كَبِيرٌ. وَذِكْرُهُ لَهُ وَخَوْفُهُ مِنْهُ إذَا أشْفى عَلَى ذَنْبٍ فَتَرَكَهُ مِنْ خَوْفِهِ أكْبَرُ مِنْ ذِكْرِهِ بِلِسَانِهِ مِنْ غَيْرِ نَزْعٍ عَنِ الذَّنْبِ(. أخرجه رزين .
1. (733)-İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "ALLAH'ı zikretmek elbet en büyüktür" (Ankebut 29/45) meâlindeki âyet hakkında şunu söyledi.: "Kulun ALLAHu TeâLa'yı diliyle zikretmesi büyük (bir ibadet)tir. Onu zikretmesi, herhangi bir günaha yaklaşınca O'ndan korkarak terketmesi, günah işler olduğu halde diliyle zikretmesinden, daha büyüktür.
Rezîn tahric etmiştir, kaynağı bulunanamıştır.
(İbrahîm Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/162-163.)
اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
“Utlu mâ ûhiye ileyke mine-lkitâbi veakimi-ssalâ(te)(s) inne-ssalâte tenhâ ‘ani-lfahşâ-i velmunker(i)(k) veleżikru(A)llâhi ekber(u)(k) va(A)llâhu ya’lemu mâ tasne’ûn(e).: “Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşâ)dan ve kötülüklerden alıkoyar. ALLAH'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibâdet)tür. ALLAH yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
RÛM SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ عن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )لَمَّا كانَ يَوْمُ بَدْرٍ ظَهَرَتِ الرُّومُ عَلَى فَارِسَ فأعْجَبَ ذلِكَ الْمُؤمِنِينَ فنزلتْ: المَ غُلِبَتِ الرُّومُ إلى قولِهِ يَفْرَحَ الْمُؤمِنُونَ بِنَصْرِ اللّهِ. قَالَ فَفَرِحَ الْمُؤمِنُونَ: بِظُهُورِ الرُّومِ عَلَى فَارِسَ(. أخرجه الترمذى. وقال: هكََذَا قَرَأ نَصْرُ ابنُ عَلىِّ: غَلبت .
1. (734)- Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Bedir günü Rumlar, İranlılara galebe çaldı. Bu zaferden mü'minler de sevindi. Bunun üzerine şu meâldeki âyet nazil oldu (okundu).: "Elif-Lam-Mim, Rumlar mağlub oldu, yakın bir yerde. Halbuki onlar bu yenilmelerinin ardından galib olacaklar birkaç yıl içinde. Önünde de sonunda da emir ALLAH'ındır. O gün mü'minler ALLAH'ın nusretiyle ferahlayacak" (Rûm 30/1-4). (Tirmizî, Tefsir, Rum (3190).)
الم
غُلِبَتِ الرُّومُ
فِي أَدْنَى الْأَرْضِ وَهُم مِّن بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ
فِي بِضْعِ سِنِينَ لِلَّهِ الْأَمْرُ مِن قَبْلُ وَمِن بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ
“Elif lâm mîm. Gulibetir rûm(rûmu). Fî ednel’- ardı ve hum min ba’di galebihim se yaglibûn(yaglibûne). Fî bıd’ı sinîn(sinîne), lillâhil’- emru min kablu ve min ba’d(ba’du), ve yevme izin yefrahul’- mu’minûn(mu’minûne).: Elif lâm mîm. Elif lâm mîm. Elif lâm mîm. Rumlar'a gâlip gelindi (Rumlar mağlûp oldular). Ve onlar, yakın bir yerde, yenilmelerinden sonra gâlip gelecekler. Birkaç (3 ile 9) sene içinde. Bundan önce de sonra da emir, ALLAH'ındır. O gün mü'minler, ferahlayacaklar (sevinecekler).” (Rûm 30/1-4).
ـ1ـ عن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )لَمَّا كانَ يَوْمُ بَدْرٍ ظَهَرَتِ الرُّومُ عَلَى فَارِسَ فأعْجَبَ ذلِكَ الْمُؤمِنِينَ فنزلتْ: المَ غُلِبَتِ الرُّومُ إلى قولِهِ يَفْرَحَ الْمُؤمِنُونَ بِنَصْرِ اللّهِ. قَالَ فَفَرِحَ الْمُؤمِنُونَ: بِظُهُورِ الرُّومِ عَلَى فَارِسَ(. أخرجه الترمذى. وقال: هكََذَا قَرَأ نَصْرُ ابنُ عَلىِّ: غَلبت .
1. (734)- Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Bedir günü Rumlar, İranlılara galebe çaldı. Bu zaferden mü'minler de sevindi. Bunun üzerine şu meâldeki âyet nazil oldu (okundu).: "Elif-Lam-Mim, Rumlar mağlub oldu, yakın bir yerde. Halbuki onlar bu yenilmelerinin ardından galib olacaklar birkaç yıl içinde. Önünde de sonunda da emir ALLAH'ındır. O gün mü'minler ALLAH'ın nusretiyle ferahlayacak" (Rûm 30/1-4). (Tirmizî, Tefsir, Rum (3190).)
الم
غُلِبَتِ الرُّومُ
فِي أَدْنَى الْأَرْضِ وَهُم مِّن بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ
فِي بِضْعِ سِنِينَ لِلَّهِ الْأَمْرُ مِن قَبْلُ وَمِن بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ
“Elif lâm mîm. Gulibetir rûm(rûmu). Fî ednel’- ardı ve hum min ba’di galebihim se yaglibûn(yaglibûne). Fî bıd’ı sinîn(sinîne), lillâhil’- emru min kablu ve min ba’d(ba’du), ve yevme izin yefrahul’- mu’minûn(mu’minûne).: Elif lâm mîm. Elif lâm mîm. Elif lâm mîm. Rumlar'a gâlip gelindi (Rumlar mağlûp oldular). Ve onlar, yakın bir yerde, yenilmelerinden sonra gâlip gelecekler. Birkaç (3 ile 9) sene içinde. Bundan önce de sonra da emir, ALLAH'ındır. O gün mü'minler, ferahlayacaklar (sevinecekler).” (Rûm 30/1-4).
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
LOKMAN SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ عن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. أنَّ رسولَ اللّه # قالَ: )مَفَاتِيحُ الْغَيْب خَمْسٌ. ثُمَّ قَرَأ: إنَّ اللّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ إلى آخرهَا(. أخرجه البخارى.
1. (735)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Gayb'ın anahtarı beştir" dedi ve şu mealdeki âyeti okudu: "O saatin (kıyametin) ilmi şüphesiz ki ALLAH'ın nezdindedir. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz ki ALLAH (her şeyi) bilendir. Her şeyden haberdardır" (Lokman 34). (Buhârî, Tefsir, Lokman 2, En'âm 1, İstiska 29.)
إِنَّ اللَّهَ عِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَّاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“İnnallâhe indehu ilmus sâah(sâati), ve yunezzilul’- gays(gayse), ve ya’lemu mâ fîl’- erhâm(erhâmi), ve mâ tedrî nefsun mâzâ teksibu gadâ(gaden), ve mâ tedrî nefsun bi eyyi ardın temût(temûtu), innallâhe alîmun habîr(habîrun).: Muhakkak ki o saatin (kıyâmetin) ilmi, Allah'ın katındadır. Ve yağmuru, (O) indirir ve rahimlerde olan şeyi (O) bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilemez (idrak edemez). Ve kimse arzın neresinde öleceğini bilemez (idrak edemez). Muhakkak ki Allah, Alîm'dir (en iyi bilen), Habîr'dir (haberdar olan)." (Lokman 31/34)
ـ1ـ عن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. أنَّ رسولَ اللّه # قالَ: )مَفَاتِيحُ الْغَيْب خَمْسٌ. ثُمَّ قَرَأ: إنَّ اللّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ إلى آخرهَا(. أخرجه البخارى.
1. (735)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Gayb'ın anahtarı beştir" dedi ve şu mealdeki âyeti okudu: "O saatin (kıyametin) ilmi şüphesiz ki ALLAH'ın nezdindedir. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz ki ALLAH (her şeyi) bilendir. Her şeyden haberdardır" (Lokman 34). (Buhârî, Tefsir, Lokman 2, En'âm 1, İstiska 29.)
إِنَّ اللَّهَ عِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَّاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“İnnallâhe indehu ilmus sâah(sâati), ve yunezzilul’- gays(gayse), ve ya’lemu mâ fîl’- erhâm(erhâmi), ve mâ tedrî nefsun mâzâ teksibu gadâ(gaden), ve mâ tedrî nefsun bi eyyi ardın temût(temûtu), innallâhe alîmun habîr(habîrun).: Muhakkak ki o saatin (kıyâmetin) ilmi, Allah'ın katındadır. Ve yağmuru, (O) indirir ve rahimlerde olan şeyi (O) bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilemez (idrak edemez). Ve kimse arzın neresinde öleceğini bilemez (idrak edemez). Muhakkak ki Allah, Alîm'dir (en iyi bilen), Habîr'dir (haberdar olan)." (Lokman 31/34)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
SECDE SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ عن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. أنَّ رَسولَ اللّه # )كَانَ َ يَنَامُ حَتَّى يَقْرأ الم تَنْزِيلُ؛ وَتَبَارَكَ الَّذِى بِيَدِهِ الْمُلْكُ. قَالَ طَاوُوسٌ رَحمهُ اللّهُ، تَفْضَُنِ عَلَى كُلِّ سُورَةٍ في الْقُرآنِ بِسَبْعِينَ حَسَنَةً(. أخرجه الترمذى .
1. (736)-Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Elif-Lam-Mim Tenzil ve Tebâreke'llezi bi-Yedihi'l-Mülk Sûrelerini okumadan uyumazdı."
Tâvus (rahimehullah), bu iki sûrenin faziletce Kur’ÂN'daki diğer sûrelerden herbirine yetmiş kat üstün olduğunu söylerdi. (Tirmizî, Sevabu'l-Kur’ÂN 9, (2894), Da'avât 22, (4001).)
الم
تَنزِيلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ فِيهِ مِن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
“Elif lâm mîm. Tenzîlul’- kitâbi lâ reybe fîhi min rabbil’- âlemîn(âlemîne).: Elif, Lâm, Mîm. Hakkında şüphe olmayan Kitab'ın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir.” (Secde 32/1-2)
ـ2ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. في قوله تعالى: )تَتَجافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ نَزلتْ في انْتِظَارِ الصَّةِ الَّتِى تُدْعَى الْعَتَمَةَ(. أخرجه أبو داود والترمذى وصححه .
2. (737)- Hz. Enes (radıyallahu anh).: "Yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümid ile Rablerine dua ederler.." (Secde 32/16) mealindeki âyetin, Atame denen yatsı namazını bekleyenler hakkında indiğini söylemiştir." (Tirmizî, Tefsir, Secde (3194); Ebu Davud'daki vechi müteakip rivâyette görüldüğü üzere biraz farklıdır. Tirmizî hadisin sahih olduğunu söylemiştir.)
تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
“Tetecâfâ cunûbuhum anil’- medâcıi yed’ûne rabbehum havfen ve tamaan ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne). Tetecâfâ cunûbuhum anil’- medâcıi yed’ûne rabbehum havfen ve tamaan ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).: Yanlarını yataktan uzaklaştırırlar (yan üstü yatarken kalkarlar). Rab'lerine korku ve ümitle dua ederler. Ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler (verirler).” (Secde 32/16)
ـ3ـ وعند أبى داود قال: )كانُوا يَتَنَفَّلُونَ مَا بَيْنَ الْمَغْرِبِ وَالْعِشَاءِ؛ وقَالَ الحسن رحمهُ اللّهُ: هُوَ قِيَامُ اللَّيْلِ .
3. (738)- Hz. Enes'in rivâyeti Ebu Davud'da şu şekilde gelmiştir.: "(Müslümanlar, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem zamanında) akşamla yatsı arasında nafile namaz kılıyorlardı. Bunun üzerine "Yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümid ile Rablerine dua ederler..." âyeti nazil’- oldu."
Hasan Basri merhum.: "Âyet-i kerime kıyâmu'lleyl yani gece namazı ile ilgilidir, o kastedilmektedir" demiştir. (Ebu Dâvud, Salât 312, (1321).)
فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَّا أُخْفِيَ لَهُم مِّن قُرَّةِ أَعْيُنٍ جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“Fe lâ ta’lemu nefsun mâ uhfiye lehum min kurreti a’yun (a’yunin), cezâen bi mâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Artık hiçbir nefs (hiç kimse), yapmış olduklarına mükâfat olarak, onlar için göz aydınlığından nelerin saklı olduğunu bilmez.” (Secde 32/17)
ـ4ـ وعن أبىِّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قوله تعالى: )وَلَنُذِيقنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ ا‘دْنَى. قالَ: مَصَائِبُ الدُّنْيَا وَاللُّزُومُ)ـ1(، وَالبَطْشَةُ وَالدُّخَانُ(. أخرجه مسلم .
4. (739)- Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh).: "Biz, o en büyük azabtan önce de onlara mutlaka yakın azabtan tattıracağız, tâ ki, ric'at etsinler" (Secde 32/21) mealindeki âyet hakkında şunu söylemiştir.: (Yakın azab) dünya musibetleri, Rum ve Batşa veya Duhan'dır. -Hadisin râvisi, Batşa mı derdi duhan mı derdi tereddüt eden kimsenin Şu'be olduğunu belirtir.- (Müslim, Münâfikûn 42 (2799).)
وَلَنُذِيقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْأَدْنَى دُونَ الْعَذَابِ الْأَكْبَرِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
“Ve le nuzîkannehum minel’- azâbil’- ednâ dûnel’- azâbil’- ekberi leallehum yerciûn(yerciûne).: Ve Biz, mutlaka büyük azaptan önce, daha yakın olan azaptan onlara elbette tattıracağız. Umulur ki, böylece onlar (Allah'a ulaşmayı dileyerek, ALLAH'a) dönerler.” (Secde 32/21)
ـ1ـ عن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. أنَّ رَسولَ اللّه # )كَانَ َ يَنَامُ حَتَّى يَقْرأ الم تَنْزِيلُ؛ وَتَبَارَكَ الَّذِى بِيَدِهِ الْمُلْكُ. قَالَ طَاوُوسٌ رَحمهُ اللّهُ، تَفْضَُنِ عَلَى كُلِّ سُورَةٍ في الْقُرآنِ بِسَبْعِينَ حَسَنَةً(. أخرجه الترمذى .
1. (736)-Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Elif-Lam-Mim Tenzil ve Tebâreke'llezi bi-Yedihi'l-Mülk Sûrelerini okumadan uyumazdı."
Tâvus (rahimehullah), bu iki sûrenin faziletce Kur’ÂN'daki diğer sûrelerden herbirine yetmiş kat üstün olduğunu söylerdi. (Tirmizî, Sevabu'l-Kur’ÂN 9, (2894), Da'avât 22, (4001).)
الم
تَنزِيلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ فِيهِ مِن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
“Elif lâm mîm. Tenzîlul’- kitâbi lâ reybe fîhi min rabbil’- âlemîn(âlemîne).: Elif, Lâm, Mîm. Hakkında şüphe olmayan Kitab'ın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir.” (Secde 32/1-2)
ـ2ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. في قوله تعالى: )تَتَجافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ نَزلتْ في انْتِظَارِ الصَّةِ الَّتِى تُدْعَى الْعَتَمَةَ(. أخرجه أبو داود والترمذى وصححه .
2. (737)- Hz. Enes (radıyallahu anh).: "Yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümid ile Rablerine dua ederler.." (Secde 32/16) mealindeki âyetin, Atame denen yatsı namazını bekleyenler hakkında indiğini söylemiştir." (Tirmizî, Tefsir, Secde (3194); Ebu Davud'daki vechi müteakip rivâyette görüldüğü üzere biraz farklıdır. Tirmizî hadisin sahih olduğunu söylemiştir.)
تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
“Tetecâfâ cunûbuhum anil’- medâcıi yed’ûne rabbehum havfen ve tamaan ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne). Tetecâfâ cunûbuhum anil’- medâcıi yed’ûne rabbehum havfen ve tamaan ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).: Yanlarını yataktan uzaklaştırırlar (yan üstü yatarken kalkarlar). Rab'lerine korku ve ümitle dua ederler. Ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler (verirler).” (Secde 32/16)
ـ3ـ وعند أبى داود قال: )كانُوا يَتَنَفَّلُونَ مَا بَيْنَ الْمَغْرِبِ وَالْعِشَاءِ؛ وقَالَ الحسن رحمهُ اللّهُ: هُوَ قِيَامُ اللَّيْلِ .
3. (738)- Hz. Enes'in rivâyeti Ebu Davud'da şu şekilde gelmiştir.: "(Müslümanlar, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem zamanında) akşamla yatsı arasında nafile namaz kılıyorlardı. Bunun üzerine "Yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümid ile Rablerine dua ederler..." âyeti nazil’- oldu."
Hasan Basri merhum.: "Âyet-i kerime kıyâmu'lleyl yani gece namazı ile ilgilidir, o kastedilmektedir" demiştir. (Ebu Dâvud, Salât 312, (1321).)
فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَّا أُخْفِيَ لَهُم مِّن قُرَّةِ أَعْيُنٍ جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“Fe lâ ta’lemu nefsun mâ uhfiye lehum min kurreti a’yun (a’yunin), cezâen bi mâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Artık hiçbir nefs (hiç kimse), yapmış olduklarına mükâfat olarak, onlar için göz aydınlığından nelerin saklı olduğunu bilmez.” (Secde 32/17)
ـ4ـ وعن أبىِّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قوله تعالى: )وَلَنُذِيقنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ ا‘دْنَى. قالَ: مَصَائِبُ الدُّنْيَا وَاللُّزُومُ)ـ1(، وَالبَطْشَةُ وَالدُّخَانُ(. أخرجه مسلم .
4. (739)- Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh).: "Biz, o en büyük azabtan önce de onlara mutlaka yakın azabtan tattıracağız, tâ ki, ric'at etsinler" (Secde 32/21) mealindeki âyet hakkında şunu söylemiştir.: (Yakın azab) dünya musibetleri, Rum ve Batşa veya Duhan'dır. -Hadisin râvisi, Batşa mı derdi duhan mı derdi tereddüt eden kimsenin Şu'be olduğunu belirtir.- (Müslim, Münâfikûn 42 (2799).)
وَلَنُذِيقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْأَدْنَى دُونَ الْعَذَابِ الْأَكْبَرِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
“Ve le nuzîkannehum minel’- azâbil’- ednâ dûnel’- azâbil’- ekberi leallehum yerciûn(yerciûne).: Ve Biz, mutlaka büyük azaptan önce, daha yakın olan azaptan onlara elbette tattıracağız. Umulur ki, böylece onlar (Allah'a ulaşmayı dileyerek, ALLAH'a) dönerler.” (Secde 32/21)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
AHZÂB SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ عن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: )إنَّ زَيْدَ بْنَ حَارِثَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ مَوْلَى رسولِ اللّهِ # مَا كُنَّا نَدْعُوهُ إَّ زَيْدَ ابْن مُحَمَّدٍ حَتَّى نَزلَ الْقُرآنُ: ادْعُوهُمْ Œبَائِهِمْ اŒية(. أخرجه الشيخان والترمذى .
1. (740)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Biz, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in azadlısı olan Zeyd İbnu Hârise'ye sadece Zeyd İbnu Muhammed diye sesleniyorduk. Bu davranışımız, "Onları babalarına nisbet ederek çağırın.." (Ahzâb 33/5) mealindeki âyet ininceye kadar devam etti." (Buhârî, Tefsir, Ahzâb 2; Müslim, Fedâilu's-Sahabe 62, (2425); Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3207).)
فِي جَوْفِهِ وَمَا جَعَلَ أَزْوَاجَكُمُ اللَّائِي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ أُمَّهَاتِكُمْ وَمَا جَعَلَ أَدْعِيَاءكُمْ أَبْنَاءكُمْ ذَلِكُمْ قَوْلُكُم بِأَفْوَاهِكُمْ وَاللَّهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبِيلَ
ادْعُوهُمْ لِآبَائِهِمْ هُوَ أَقْسَطُ عِندَ اللَّهِ فَإِن لَّمْ تَعْلَمُوا آبَاءهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَمَوَالِيكُمْ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indallâh(indallâhi), fe in lem ta’lemû âbâehum fe ıhvânukum fîd dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ taammedet kulûbukum, ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).: Onları (evlâtlıklarınızı) babalarının namı ile çağırın. Bu, ALLAH'ın katında daha adaletlidir. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız, o zaman onlar, dînde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Ve hata ettiğiniz şeylerden dolayı sizin için günah yoktur. Fakat kalplerinizin taammüden (kasten) yaptırdığı şeylerden (günah vardır). Ve ALLAH Gafur'dur (günahları sevaba çeviren), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).” (Ahzâb 33/4-5)
ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ )أنَّ رَسُول اللّه # قال: مَا مِنْ مُؤمِنٍ إَّ وَأَنَا أوْلَى النَّاسِ بِهِ في الدُّنْيَا وَاŒخِرَةِ، اقْرَءُوا إنْ شِئْتُمْ: النَّبِىُّ أوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أنْفُسِهِمْ اŒية، فَأيُّمَا مُؤْمِنٍ تَرَكَ مَاً فَلْتَرِثْهُ عَصَبَتُهُ مَنْ كانُوا، وَإنْ تَرَكَ دَيْناً أوْ ضِيَاعاً فَلْيَأتِِنِى فَأنَا مَوَْهُ(. أخرجه الشيخان»الضِّيَاعُ« العيال .
1. (741)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Ben her mü'mine, mutlaka, dünya ve ahirette insanların en yakınıyımdır. Dilerseniz (bu hususla ilgili olan) şu âyeti okuyun: "O peygamber, mü'minlere öz nefislerinden evladır. Zevceleri, mü'minlerin analarıdır..." (Ahzâb 33/6). Hangi mü'min (vefatında) bir mal bırakırsa vârisleri (asabı) ona varis olsunlar. Borç veya bakıma muhtaç birini bırakmışsa o da bana gelsin, ben onun mevlâsıyım." (Buhârî, Tefsir, Ahzâb 1, Kefâlet 5, İstikrâz 11, Nafakât 15, Ferâiz 4, 15, 25; Müslim, Ferâiz 14, (1619).)
النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
“En nebiyyu evlâ bil’- mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlûl’- erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi minel’- mu’minîne vel’- muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ(ma’rûfen), kâne zâlike fîl’- kitâbi mestûra(mestûren).: Nebî (Peygamber), mü'minler için kendi nefslerinden daha evlâdır (yakındır). Ve O'nun (Nebî'nin) zevceleri, onların anneleridir. Ve rahim sahipleri (akrabalar), onlar birbirlerine, ALLAH'ın Kitab'ında, mü'minlere ve muhacirlere yakın olduklarından daha yakındır. Ancak dostlarınıza iyilik yapmanız hariç. İşte bunlar, Kitab'ta satır satır yazılıdır.” (Ahzâb 33/6)
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قوله تعالى: )مَا جَعَلَ اللّهُ لِرَجُلٍ مِنْ قَلْبَيْنِ في جَوْفِهِ. قَالَ: قَامَ نَبِىُّ اللّهِ يَوْماً لِيُصَلِّى فَخَطَرَ خَطْرَةً؛ فقَالَ المُنَافِقُونَ الَّذِينَ يُصَلُّونَ مَعَهُ: أَ تَرَى أنَّ لَهُ قَلْبَيْنِ قَلباً مَعَكُمْ وَقَلْباً مَعَهُمْ فَنَزَلَتْ(. أخرجه الترمذى .
1. (742)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "ALLAH bir adamın içinde iki kalb yaratmadı..." (Ahzâb 33/4) meâlindeki âyet hakkında şunu söylerdi: "Bir gün, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) namaz kılmak için kalkmıştı, namazda bir hata yaptı. Cemaatte onunla namaz kılan münafıklar derhal: "Bakın, bunun iki kalbi var, bunlardan biri sizinle, biri onlarla (Ashabıyla)" dediler. İşte onların bu sözü üzerine bu âyet nazil oldu." (Tirmizî, Tefsir, Ahzâb, (3197).)
النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
“En nebiyyu evlâ bil mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlûl’- erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi minel’- mu’minîne vel’- muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ(ma’rûfen), kâne zâlike fîl’- kitâbi mestûra(mestûren).: Nebî (Peygamber), mü'minler için kendi nefslerinden daha evlâdır (yakındır). Ve O'nun (Nebî'nin) zevceleri, onların anneleridir. Ve rahim sahipleri (akrabalar), onlar birbirlerine, ALLAH'ın Kitab'ında, mü'minlere ve muhacirlere yakın olduklarından daha yakındır. Ancak dostlarınıza iyilik yapmanız hariç. İşte bunlar, Kitab'ta satır satır yazılıdır.” (Ahzâb 33/4)
ـ4ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها في قوله تعالى: )إذْ جَاءُوكُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ أسْفَلَ مِنْكُمْ اŒيةَ. قَالَتْ كانَ ذلِكَ يَوْمَ الْخَندَقِ(. أخرجه الشيخان .
1. (743)-Hz. Aişe (radıyallahu anhâ).: "O vakit onlar hem üstünüzden, hem altınızdan size gelmişlerdi. O zaman gözler yılmış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı ve siz ALLAH'a karşı türlü zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada mü'minler imtihana uğratılmıştı. Şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı..." (Ahzâb 33/10-11) mealindeki âyet hakkında: "Bu, Hendek Savaşı ile ilgilidir" demiştir. (Buhari, Meğâzî 29, Müslim'deki yeri bulunamamıştır.)
إِذْ جَاؤُوكُم مِّن فَوْقِكُمْ وَمِنْ أَسْفَلَ مِنكُمْ وَإِذْ زَاغَتْ الْأَبْصَارُ وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللَّهِ الظُّنُونَا
هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ وَزُلْزِلُوا زِلْزَالًا شَدِيدًا
“İz câukum min fevkıkum ve min esfele minkum ve iz zâgatil’- ebsâru ve belegatil’- kulûbul’- hanâcire ve tezunnûne billâhiz zunûnâ(zunûnen). Hunâlikebtuliyel’- mu’minûne ve zulzilû zilzâlen şedîdâ(şedîden).: Onlar, sizin yukarınızdan ve aşağınızdan üzerinize geldiği ve gözlerin yıldığı ve kalplerin hançereye ulaştığı (yüreklerin ağza geldiği) zaman, ALLAH'a karşı zanlarda bulunuyordunuz. Orada mü'minler imtihan edildiler. Şiddetli sarsıntı ile sarsıldılar.” (Ahzâb 33/10-11)
ـ5ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )نَرَى هذِهِ اŒيةَ نَزَلَتْ في عَمّى أنَسِ ابْنِ النَّضْرِ: مِنَ الْمُؤمِنينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّهَ عَلَيْهِ(. أخرجه الشيخان .
1. (744)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Biz şu âyeti Amcam Enes İbnu'n-Nadr hakkında indi biliyorduk. (meâlen): "Mü'minler içinde ALLAH'a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler var. İşte onların kimi adağını ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir sûretle (ahidlerini) değiştirmediler." (Ahzâb 33/23). (Buharî, Tefsir, Ahzâb 3; Müslim, İmâret 148 (1903); Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3198-3199).)
مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلًا
“Minel’- mu’minîne ricâlun sadakû mâ âhedûllahe aleyh(aleyhi), fe minhum men kadâ nahbehu ve minhum men yentezırû ve mâ beddelû tebdîlâ(tebdîlan).: Mü'minlerden bir kısım erkekler, ALLAH'a yaptıkları ahde (savaşta şehit oluncaya kadar sebat edeceklerine dair verdikleri söze) sadık kaldılar. Böylece onlardan bir kısmı verdiği sözü yerine getirdi (şehit oldu), bir kısmı da (şehit olmayı) bekliyorlar. Ve onlar, (ahdlerinden) bir şey değiştirmediler.” (Ahzâb 33/23)
ـ6ـ وعن أمّ عمارة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالتْ: )قُلْتُ يَا رسُولَ اللّهِ مَا أرَى كُلَّ شَئٍ إَّ لِلرِّجَالِ، وَمَا أرَى النِّسَاءَ يُذْكَرْنَ بِشَئٍ فَنَزَلَتْ: إنَّ الْمُسْلِمينَ وَالْمُسْلِمَاتِ اŒية(. أخرجه الترمذى .
1. (745)- Ümmü Umâre (radıyallahu anhâ) anlatıyor.: "Ey ALLAH'ın Resulü, dedim, her şeyi erkekler için görüyorum. Hiçbir şekilde kadınların zikredildiğini görmüyorum." Bunun üzerine şu âyet indi. (meâlen): "Doğrusu, erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın mü'minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar, doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, işte ALLAH bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır" (Ahzab 33/35). (Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3209).)
إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
“İnnel’- muslimîne vel’- muslimâti vel’- mu’minîne vel’- mu’minâti vel’- kânitîne vel’- kânitâti ves sâdikîne ves sâdikâti ves sâbirîne ves sâbirâti vel’- hâşiîne vel’- hâşiâti vel’- mutesaddikîne vel’- mutesaddikâti ves sâimîne ves sâimâti vel’- hâfızîne furûcehum vel’- hâfızâti vez zâkirînallâhe kesîren vez zâkirâti eaddallâhu lehum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).: Gerçekten İslâm olan (ALLAH'a teslim olan) erkekler ve İslâm olan kadınlar ve mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, kanitin olan erkekler ve kanitin olan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Rabbine) huşû duyan erkekler ve huşû duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve ALLAH'ı çok zikreden erkekler ve (çok) zikreden kadınlar! ALLAH, onlar için mağfiret ve azîm bir ecir (mükâfat) hazırladı.” (Ahzâb 33/35)
ـ7ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: )لَوْ كَانَ رسولُ اللّه # كَاتماً شَيْئاً مِنَ الْوَحْىِ لَكَتَمَ هذِهِ اŒيةَ: وَإذْ تَقُولُ لِلَّذِى أنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِ. يَعْنِى: بِا“سْمِ؛ وَأنْعَمْتَ عَلَيْهِ. بِالْعِتْقِ: أمْسِكْ عَلَيكَ زَوْجَكَ إلى قَوْلِهِ وَكَانَ أمْرُ اللّه مَفْعُوً؛ وَإنَّ رسُول اللّهِ # لَمَّا تَزَوَّجَهَا قالُوا: تَزَوَّجَ حَلِيلَةَ ابْنِهِ. فَأنْزَلَ اللّهُ تعالى: مَا كَانَ مُحَمَّدٌ أبَا أحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلكِنْ رسُول اللّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ. وَكَانَ رسولَ اللّه # تَبَنَّاهُ وَهُوَ صَغِيرٌ فَلَبِثَ حَتَّى صَارَ رَجًُ يُقَالُ لَهُ زَيْدُ ابْنُ مُحَمَّدٍ. فَأنْزَلَ اللّهُ تعالى: ادْعُوهُمْ Œبَائِهِمْ اŒية. فَُنُ ابْنُ فَُنٍ، وَفَُنُ أخُو فَُنٍ(. أخرجه الترمذى وصححه .
1. (746)-Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) demiştir ki.: "Eğer Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine inen vahiyden bir şey gizleseydi şu âyeti gizlerdi: "(Habibim) hatırla o zamanı ki; ALLAH'ın kendisine -İslâm'la- nimet verdiği ve senin de yine kendisine lütufta bulunduğun zâta sen: "Zevceni uhdende tut. ALLAH'tan kork" diyordun da ALLAH'ın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi içinde gizliyor, insanların (dedikodusundan) korkuyordun. Halbuki ALLAH kendisinden korkmana daha lâyıktı. Şimdi mÂdem ki Zeyd o kadından ilişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Tâ ki oğullukların, kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevceler(ini almakta) mü'minler üzerine günah olmasın. ALLAH'ın emri yerine getirilmiştir" (Ahzâb 33/37).
Nitekim Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Zeyneb'le evlenince: "Oğlunun helâllığıyla evlendi" dediler. Bunun üzerine Cenâb-ı HAKk şu meâldeki âyeti indirdi: "Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat ALLAH'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. ALLAH herşeyi hakkiyle bilendir" (Ahzâb, 33/40).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Zeyd'i küçükken evlât edinmişti. Büyüyüp delikanlı oluncaya kadar yanında kaldı. Herkes onu Zeyd İbnu Muhammed diye çağırıyordu. Bu sebeple Cenâb-ı HAKk şu meâldeki âyeti inzal buyurdu: "Onları babalarına nisbet ederek çağırın. Bu, ALLAH indinde daha doğrudur. Eğer babalarının (kim olduğunu) bilmiyorsanız o halde (esâsen) dinde kardeşleriniz (olmakla beraber) dostlarınızdır da" (Ahzab 33/5). (Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3206); Müslim, İman 287, (177); Buhârî, Tevhid 22.)
ادْعُوهُمْ لِآبَائِهِمْ هُوَ أَقْسَطُ عِندَ اللَّهِ فَإِن لَّمْ تَعْلَمُوا آبَاءهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَمَوَالِيكُمْ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indallâh(indallâhi), fe in lem ta’lemû âbâehum fe ıhvânukum fîd dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ taammedet kulûbukum, ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).: Onları (evlâtlıklarınızı) babalarının namı ile çağırın. Bu, ALLAH'ın katında daha adaletlidir. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız, o zaman onlar, dînde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Ve hata ettiğiniz şeylerden dolayı sizin için günah yoktur. Fakat kalplerinizin taammüden (kasten) yaptırdığı şeylerden (günah vardır). Ve ALLAH Gafur'dur (günahları sevaba çeviren), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).” (Ahzâb 33/5)
وَإِذْ تَقُولُ لِلَّذِي أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَأَنْعَمْتَ عَلَيْهِ أَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللَّهَ وَتُخْفِي فِي نَفْسِكَ مَا اللَّهُ مُبْدِيهِ وَتَخْشَى النَّاسَ وَاللَّهُ أَحَقُّ أَن تَخْشَاهُ فَلَمَّا قَضَى زَيْدٌ مِّنْهَا وَطَرًا زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِي أَزْوَاجِ أَدْعِيَائِهِمْ إِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَرًا وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ مَفْعُولًا
“Ve iz tekûlu lillezî en’amallâhu aleyhi ve en’amte aleyhi emsik aleyke zevceke vettekıllâh ve tuhfî fî nefsike mallâhu mubdîhi ve tahşen nâs(nâse), vallâhu ehakku en tahşâh(tahşâhu), fe lemmâ kadâ zeydun minhâ vetaran zevvecnâ kehâ likey lâ yekûne alel’- mu’minîne haracun fî ezvâci ed’ıyâihim izâ kadav min hunne vetarâ(vetaran), ve kâne emrullâhi mef’ûlâ(mef’ûlen).: Ve ALLAH'ın, onu ni'metlendirdiği ve senin de kendisini ni'metlendirdiğin kişiye: “Zevceni (kendine) tut (boşama) ve ALLAH'a karşı takva sahibi ol.” demiştin. ALLAH'ın açıklayacağı şeyi nefsinde saklıyordun. Ve insanlardan korkuyordun (çekiniyordun). ALLAH, (Kendisinden) korkman (çekinmen) için daha çok hak sahibidir. Sonra Zeyd, ondan alâkasını kesince onu, seninle evlendirdik ki, evlâtlıklarının kendileriyle ilişkilerini kestikleri (boşadıkları) kadınların evlenmelerinde, mü'minlerin üzerinde bir zorluk olmasın diye. (Böylece) ALLAH'ın emri yerine getirilmiş oldu.” (Ahzâb 33/37)
مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
“Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).: Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat ALLAH'ın Resûl'ü ve Nebîler'in (Peygamberler'in) Hatemi'dir (Sonuncusu). ALLAH, herşeyi en iyi bilendir.” (Ahzâb 33/40)
AÇIKLAMA.:
ـ8ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )كانَ رسولُ اللّه # عَرُوساً بِزَيْنَبَ فقَالَتْ لِى أمُّ سُلَيمٍ: لَوْ أهْدَيْنَا لِرَسُولِ اللّهِ # هَدِيَّةً؟ فَقُلْتُ لَهَا افْعَلِى: فَعَمَدَتْ إلى تَمْرٍ وَسَمْن وَأقِطٍ فَاتَّخَذَتْ حَيْسة في بُرْمَةٍ فأرْسَلَتْ بِهَا مَعِى. فَانْطَلَقْتُ بِهَا إلَيْهِ فَقَالَ ضَعْهَا، ثُمَّ أمَرَنِى فقَالَ: ادْعُ لِى رِجَاً سَمَّاهُمْ وَادْعُ لِى مَنْ لَقِيتَ. قَالَ: فَفَعَلْتُ ثُمَّ رَجَعْتُ فَإذَا الْبَيْتُ غَاصٌّ بِأهْلِهِ، فَوَضَعَ # يَدَهُ في تِلْكَ الحَيْسَةِ وَتَكَلَّمَ بِمَا شَاءَ اللّهُ. ثُمَّ جَعَلَ يَدْعُو عَشَرةً عَشْرَةً يَأكُلُونَ مِنْهُ وَيَقُولُ لَهُمْ: اذْكُروا اسْمَ اللّهِ تَعالى عَلَيْهِ، وَلْيأكُلْ كُلُّ رَجُلٍ مِمَّا يَلِيهِ حَتَّى تَصَدَّعُوا كُلُّهُمْ فَخََرَجَ مَنْ خَرَجَ وَبقىَ نَفَرٌ يَتَحَدَّثُونَ. ثُمَّ خَرَجَ النَّبىُّ # نَحْوَ الحُجُرَاتِ وَخَرَجْتُ في أثَرِهِ فَقُلْتُ: إنَّهُمْ قَدْ ذَهَبُوا. فَرَجَعَ فَدَخَلَ الْبَيتَ وَأرْخَى السِّتْرَ، وَإنِّى لَفِى الحُجْرَةِ وَهُوَ يقولُ: يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا َ تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِىِّ. إلى قوله: وَاللّهُ َ يسْتَحْيِى مِنَ الحَقِّ(. أخرجه الخمسة إ أبا داود .
1. (747)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Zeyneb (radıyallahu anhâ)'le evlenmişlerdi ki, annem Ümmü Süleym bana: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'a bir hediyede bulunsak" dedi. Ben kendisine:
- Bir şeyler yap!
dedim. Bunun üzerine hurma ve yağ ve keş getirdi, bir tencereye koyarak bunlarla yemek yaptı ve benimle gönderdi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'a götürdüm.
"- Yemeği bırak!" dedi. Sonra bana emredip: "Bana falancaları çağır" dedi ve teker teker isimlerini söyledi. Ayrıca:
"- Kime rastlarsan çağır" diye emretti.
Enes der ki: "Emri yerine getirdim, sonra döndüm. Ev insanlarla dolmuştu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem elini mezkur yemeğin üzerine koydu ve ALLAH'tan başka kimsenin bilmedi bir şeyler söyledi. Sonra cemaati onar onar çağırdı. Herkes o yemekten yiyordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yiyenlere.:
"- Yemeğe ALLAH'ın ismini zikrederek başlayın! Herkes önünden yesin!" dedi.
Bu hal herkesin yemekten yeyip dağılmasına kadar devam etti. Sonunda çıkanlar çıktı. Bazıları da kalıp sohbete devam ettiler. Bir müddet sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de çıkıp hücrelere doğru yürüdü. Peşisıra ben de çıktım ve:
"- Davetliler gitti artık!" dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem evine geri döndü (ve derhal vahiy alameti olan) örtüyü üzerine çekti. Bu sırada ben hücrede idim. (Vahiy hâli geçince) o (aleyhissalâtu vesselâm) şu vahyi okuyordu:
"Ey iman edenler, (bundan sonra) Peygamber'in evlerine -yemeğe davet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın- girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince dağılın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu Peygamber'e ezâ vermekte, o sizden utanmaktadır. ALLAH ise, hak(kı açıklamak)tan çekinmez..." (Ahzâb 33/53). (Buharî, Tefsir, Ahzab 8, Nikah 67, 64,Et'ime 59, İsti'zan 10, 33, Tevhid 22; Müslim, Nikâh 89, (1428); Tirmizî, Tefsir, Ahzâb, (3215, 3216, 3217).)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ إِلَّا أَن يُؤْذَنَ لَكُمْ إِلَى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِرِينَ إِنَاهُ وَلَكِنْ إِذَا دُعِيتُمْ فَادْخُلُوا فَإِذَا طَعِمْتُمْ فَانتَشِرُوا وَلَا مُسْتَأْنِسِينَ لِحَدِيثٍ إِنَّ ذَلِكُمْ كَانَ يُؤْذِي النَّبِيَّ فَيَسْتَحْيِي مِنكُمْ وَاللَّهُ لَا يَسْتَحْيِي مِنَ الْحَقِّ وَإِذَا سَأَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعًا فَاسْأَلُوهُنَّ مِن وَرَاء حِجَابٍ ذَلِكُمْ أَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّ وَمَا كَانَ لَكُمْ أَن تُؤْذُوا رَسُولَ اللَّهِ وَلَا أَن تَنكِحُوا أَزْوَاجَهُ مِن بَعْدِهِ أَبَدًا إِنَّ ذَلِكُمْ كَانَ عِندَ اللَّهِ عَظِيمًا
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tedhulû buyûten nebiyyi illâ en yu’zene lekum ilâ taâmin gayre nâzırîne inâhu ve lâkin izâ duîtum fedhulû fe izâ taimtum fenteşirû ve lâ muste’nisîne li hadîs(hadîsin), inne zâlikum kâne yu’zîn nebiyye fe yestahyî minkum vallâhu lâ yestahyî minel’- hakk(hakkı), ve izâ seeltumûhunne metâan fes’elûhunne min verâi hıcâb(hıcâbin), zâlikum atharu li kulûbikum ve kulûbihinn(kulûbihinne), ve mâ kâne lekum en tu’zû resûlallâhi ve lâ en tenkihû ezvâcehu min ba’dihî ebedâ(ebeden), inne zâlikum kâne indallâhi azîmâ(azîmen).: Ey iman edenler! Size izin verilmedikçe Nebî'nin evlerine girmeyin! (Girmişseniz oyalanıp) yemeğin pişmesini beklemeyin. Fakat davet edildiğiniz zaman girin. Yemeğinizi yeyince hemen dağılın ve sohbet etmek istemeyin, söze dalmayın (izinsiz konuşmayın). İşte bu durum gerçekten Nebî'ye eziyet oluyordu. Fakat sizden hayâ ediyordu (utanıyordu). ALLAH, haktan hayâ duymaz (gerçeği açıklamaktan çekinmez). Onlardan (Peygamber Hanımları'ndan) bir şey sorduğunuz zaman perde arkasından sorun. Bu, sizin ve onların kalpleri için daha temizdir. ALLAH'ın Resûl'üne eziyet etmeniz ve bundan sonra O'nun zevcelerini nikâh etmeniz ebediyyen (helâl) olmaz. Muhakkak ki bu, ALLAH'ın katında çok büyük (günahtır).” (Ahzâb 33/53)
ـ9ـ وعن عروة عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: )كَانَتْ خَوْلَةُ بِنْتُ حَكِيمٍ مِنَ الَّتِى وَهَبْنَ أنْفُسَهُنَّ لِلنَّبىِّ #. فقَالَتْ عَائِشَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْها: أمَا تَستحى الْمَرْأةُ أنْ تَهَبَ نَفْسَهَا لِرَجُلٍ؟ فَلَمَّا نَزَلتْ: تُرْجِى مَنْ تَشَاءُ مِنْهُنَّ وَتُؤوِى إلَيْكَ مَنْ تَشَاءُ. قُلْتُ يَا رَسُول اللّه: مَا أرَى رَبّكَ إَّ يُسَارِعُ في هَوَاكَ(. أخرجه الخمسة إ الترمذى .9.
1. (748)- Hz. Urve, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'den naklediyor.: "Hz. Aişe buyurmuştur ki: "Havle Bintu Hakim (radıyallahu anhâ), Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'a kendisi gelip evlenme teklif edenlerdendir." Aişe (radıyallahu anhâ) devamla dedi ki: "Ben (kıskançlığın sevkiyle): "Kadın kısmı bir erkeğe evlenme teklifi yapmaktan sıkılmaz mı?" (diyerek bu şekilde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e teklifte bulunanları kınardım). Ne zaman ki: "Onlardan kimi dilersen (nevbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. (Nevbetinden) geri bıraktıklarından kimi istersen (nezdine almak)da da sana güçlük yoktur..." (Ahzab 33/51) meâlindeki âyet nazil oldu, (kendimi tutamayarak): "Ey ALLAH'ın Resulü, görüyorum ki, Rabbin seni memnun kılmada gecikmiyor" dedim. (Buharî, Tefsir, Ahzab 7, Nikâh 29; Müslim, Rıdâ' 49, (1464); Ebu Davud, Nikâh 39, (2136); Nesâî, Nikâh 1, (6, 54).)
تُرْجِي مَن تَشَاء مِنْهُنَّ وَتُؤْوِي إِلَيْكَ مَن تَشَاء وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَ ذَلِكَ أَدْنَى أَن تَقَرَّ أَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَا آتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَلِيمًا
“Turcî men teşâu minhunne ve tu’vî ileyke men teşâu, ve menibtegayte mimmen azelte fe lâ cunâha aleyk(aleyke), zâlike ednâ en tekarre a’yunuhunne ve lâ yahzenne ve yerdayne bimâ âteytehunne kulluhunn(kulluhunne), vallâhu ya’lemu mâ fî kulûbikum ve kânallâhu alîmen halîmâ.: Onlardan dilediğini ertelersin, dilediğini yanına alırsın. Ve azlettiklerinden (bıraktıklarından) istediğini (tekrar) yanına almanda bundan sonra sana günah yoktur. Bu, onların gözlerinin aydın olması (sevinmeleri), onların hüzünlenmemesi ve bu onların hepsinin senin verdiğin şeylerden razı olmaları için en uygundur. Ve ALLAH, kalplerinizde olanları bilir. ALLAH, Alîm'dir (en iyi bilen), Halîm'dir.” (Ahzâb 33/51)
ـ10ـ وعن أمُّ هانئ رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالتْ: )خَطَبَنِى رسولُ اللّهِ # فاعْتَذَرْتُ إلَيْهِ فَعَذَرَنِى، ثُمَّ أنْزَلَ اللّهُ تعالى: إنَّا أحْلَلْنَا لَكَ أزْوَاجَكَ الَّتِى آتَيْتَ أجُورَهُنَّ اŒية. قالتْ فَلَمْ أكُنْ أُحلُّ لَهُ ‘نِّى لَمْ أُهَاجِرْ: كُنْتُ مِنَ الطُّلَقَاءِ(. أخرجه الترمذى.»الطّليقُ« ا‘سير إذا خُلَى سبيلُه .
10. (749)- Özür beyan ettim, özrümü kabul etti. Sonra Cenâb-ı HAKk şu âyeti indirdi.
"Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevcelerini ve ALLAH'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin mâlik olduğu kadınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikâhla almak isterse onu (fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalınız sana has olmak üzere senin için helâl kıldık..." (Ahzab 33/50). Ümmü Hâni (radıyallahu anhâ) devamla der ki.: "Bu âyet üzerine (kendi kendime): "Ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'a helâl kılınmadım, çünkü hicret etmedim, ben Fetih günü hürriyeti bağışlananlardanım" dedim." (Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3211).)
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُّؤْمِنَةً إِن وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَن يَسْتَنكِحَهَا خَالِصَةً لَّكَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Yâ eyyuhen nebiyyu innâ ahlelnâ leke ezvâcekelletî âteyte ucûrehunne ve mâ meleket yemînuke mimmâ efâallâhu aleyke ve benâti ammike ve benâti ammâtike ve benâti hâlike ve benâti halâtikellâtî hâcerne meâk(meâke), vemreeten mu’mineten in vehebet nefsehâ lin nebiyyi in erâden nebiyyu en yestenkihahâ hâlisaten leke min dûnil’- mu’minîn(mu’minîne), kad alimnâ mâ faradnâ aleyhim fî ezvâcihim ve mâ meleket eymânuhum li keylâ yekûne aleyke harac(haracun), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).: Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki Biz, ecirlerini (mehirlerini) verdiğin zevcelerini ve elinin (altında) malik olduğun, ALLAH'ın ganimet olarak sana verdiği (cariyelerini) helâl kıldık. Ve seninle beraber hicret eden amcanın kızları, halanın kızları, dayının kızları, teyzenin kızları ve nefsini Nebî (Peygamber) için hibe eden ve Nebî'nin (Peygamber'in) de onu almak istediği mü'min kadınları, (diğer) mü'minler hariç, sana özel olarak (helâl kıldık). Onlara (diğer mü'minlere) zevceleri ve ellerinin (altında) malik oldukları (cariyeleri) konusunda neyi farz kıldık, Biz biliriz. (Bu), senin üzerine bir zorluk olmaması içindir. Ve ALLAH, Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).” (Ahzâb 33/50)
ـ11ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قالَ: )نَهَىَ رسولُ اللّهِ # عَنْ أصْنَافِ النِّسَاءِ إَّ مَا كَانَ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ الْمُهَاجِرَاتِ بِقَوْلِهِ: َ يَحِلُّ لَكَ النِّسَاءُ مِنْ بَعْدُ وََ أنْ تَبَدَّلَ بِهِنَّ مِنْ أزْوَاجٍ وَلَوْ أعْجَبَكَ حُسْنُهُنَّ إَّ مَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ. فَأحَلَّ اللّهُ تَعَالى فَتَياتِكُمُ الْمُؤمِنَاتِ، وامْرَأةً مُؤْمِنَةً إنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِىِّ؛ وَحَرَّمَ كُلَّ ذَاتِ دِينِ غَيْرِ ا“سْمِ، ثُمَّ قَالَ: وَمَنْ يَكْفُرْ بِا“يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ في اŒخِرَةٍِ مِنَ الْخَاسِرِينَ؛ وَقَالَ يَا أيُّهَا النَّبىُّ إنَّا أحْلَلْنَا لَكَ أزْوَاجَكَ الَّتِى آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أفَاءَ اللّهُ عَلَيْكَ. إلى قولهِ: خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤمِنِينَ. وَحَرَّمَ مَا سِوَى ذلِكَ مِنْ أصْنَافِ النِّسَاءِ(. أخرجه الترمذى .
11. (750)- İbnu Abbâs, (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem muhâcir olan mü'min kadınlar dışında kalanlarla evlenmekten men edildi. Âyet şöyle buyurur.: "Bundan sonra kadınlar(ı alman) ve bunları herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helâl olmaz. Sağ elinin mâlik olduğu (cariyeler) müstesna. ALLAH her şeye nigâhbândır" (Ahzâb 33/52). Kezâ ALLAH, "Mü'min câriyelerinizi.." (Nisâ 4/25); "Nefsini peygambere bağışlayan mü'min kadın"ı (Ahzâb 33/50) helâl kıldı. İslâm'dan başka bir dinde olanların hepsini haram kılıp sonra da şöyle buyurdu. (Meâlen).: "... Kim imanı tanımayıp kâfir olursa her halde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o, âhirette en çok ziyâna uğrayanlardandır" (Maide 33/5).
Yine âyet-i kerime şöyle buyurur.: "Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevceleri ve ALLAH'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin mâlik olduğu kadınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikâhla almak isterse onu -(fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalnız sana has olmak üzere- senin için helâl kıldık..." (Ahzâb 33/50).
İşte bunlar dışında kalan bütün kadınlar Hz. Peygamber'e haram edilmiştir. (Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3213).)
Açıklamalar önceki son iki hadiste geçmiştir.
وَمَن لَّمْ يَسْتَطِعْ مِنكُمْ طَوْلاً أَن يَنكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِن مِّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِإِيمَانِكُمْ بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ فَانكِحُوهُنَّ بِإِذْنِ أَهْلِهِنَّ وَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلاَ مُتَّخِذَاتِ أَخْدَانٍ فَإِذَا أُحْصِنَّ فَإِنْ أَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْ وَأَن تَصْبِرُواْ خَيْرٌ لَّكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ve men lem yestetı’ minkum tavlen en yenkıhal’- muhsanâtil’- mu’minâti fe min mâ meleket eymânukum min feteyâtikumul’- mu’minât(mu’minâti). Vallâhu a’lemu bi îmânikum. Ba’dukum min ba’d(ba’dın), fenkihûhunne bi izni ehlihinne ve âtûhunne ucûrehunne bil’- ma’rûfi muhsanâtin gayra musâfihâtin ve lâ muttehızâti ahdân(ahdânin), fe izâ uhsinne fe in eteyne bi fâhışetin fe aleyhinne nısfu mâ alâl’- muhsanâti minel’- azâb(azâbi). Zâlike li men haşiyel’- anete minkum. Ve en tasbirû hayrun lekum. Vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).: Ve içinizden kimin, mü'min ve hür kadınlarla nikâh yapmaya (evlenmeye) gücü yetmezse, o zaman ellerinizin altında bulunan genç mü'min cariyelerinizden (alıp) evlensin. ALLAH sizin îmânınızı daha iyi bilir. Siz birbirinizdensiniz (aynı soydan gelmesiniz). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost tutmamaları şartıyla sahiplerinin izniyle mehirlerini marufla (örf ve adete uygun olarak) vererek onları nikâhlayın. Fakat, evli olduğu halde fuhuş yaparlarsa o taktirde hür kadınlara uygulanan azabın (cezânın) yarısı kendilerine uygulanır. İşte bu (câriye ile nikâhlanma izni) içinizden (zina etme) sıkıntısına düşmekten korkanlar içindir. Ve sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Ve ALLAH GAFÛR'dur, RAHÎM'dir.” (Nisâ 4/25)
الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ حِلٌّ لَّكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلُّ لَّهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلاَ مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ وَمَن يَكْفُرْ بِالإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“El yevme uhılle lekumut tayyibât(tayyibâtu) ve taâmullezîne ûtûl’- kitâbe hıllun lekum ve taâmukum hıllun lehum vel’- muhsanâtu minel’- mu’minâti vel’- muhsanâtu min ellezîne utûl’- kitâbe min kablikum izâ âteytumûhunne ucûrehunne muhsınîne gayra musâfihîne ve lâ muttehızî ehdân(ehdânin) ve men yekfur bil’- îmâni fe kad habita ameluhu ve huve fîl’- âhıreti minel’- hâsirîn(hâsirîne). El yevme uhılle lekumut tayyibât(tayyibâtu) ve taâmullezîne ûtûl’- kitâbe hıllun lekum ve taâmukum hıllun lehum vel’- muhsanâtu minel’- mu’minâti vel’- muhsanâtu min ellezîne utûl’- kitâbe min kablikum izâ âteytumûhunne ucûrehunne muhsınîne gayra musâfihîne ve lâ muttehızî ehdân(ehdânin) ve men yekfur bil’- îmâni fe kad habita ameluhu ve huve fîl’- âhıreti minel’- hâsirîn(hâsirîne).: Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Ve kendilerine kitap verilenlerin yemeği, size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir. Ve mü'minlerden iffetli hür kadınlar ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar, zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın namuslu bir biçimde mehirlerini verdiğiniz taktirde, sizlere helâldir. Ve kim îmânı inkâr ederse artık onun ameli boşa gitmiştir. Ve o âhirette hüsrana uğrayanlardandır.” (Mâide 5/5)
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُّؤْمِنَةً إِن وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَن يَسْتَنكِحَهَا خَالِصَةً لَّكَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Yâ eyyuhen nebiyyu innâ ahlelnâ leke ezvâcekelletî âteyte ucûrehunne ve mâ meleket yemînuke mimmâ efâallâhu aleyke ve benâti ammike ve benâti ammâtike ve benâti hâlike ve benâti halâtikellâtî hâcerne meâk (meâke), vemreeten mu’mineten in vehebet nefsehâ li’n- nebiyyi in erâden nebiyyu en yestenkihahâ hâlisaten leke min dûni’l- mu’minîn (mu’minîne), kad alimnâ mâ faradnâ aleyhim fî ezvâcihim ve mâ meleket eymânuhum li keylâ yekûne aleyke haraç (haracun), ve kânallâhu gafûran rahîmâ (rahîmen).: Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki BİZ, ecirlerini (mehirlerini) verdiğin zevcelerini ve elinin (altında) malik olduğun, ALLAH'ın ganimet olarak sana verdiği (cariyelerini) helâl kıldık. Ve seninle beraber hicret eden amcanın kızları, halanın kızları, dayının kızları, teyzenin kızları ve nefsini Nebî (Peygamber) için hibe eden ve Nebî'nin (Peygamber'in) de onu almak istediği mü'min kadınları, (diğer) mü'minler hariç, sana özel olarak (helâl kıldık). Onlara (diğer mü'minlere) zevceleri ve ellerinin (altında) malik oldukları (cariyeleri) konusunda neyi farz kıldık, BİZ biliriz. (Bu), senin üzerine bir zorluk olmaması içindir. Ve ALLAH, GAFÛR'dur (mağfiret eden), RAHÎM'dir (Rahîm Esmasıyla tecellî eden).” (Ahzâb 33/50)
لَا يَحِلُّ لَكَ النِّسَاء مِن بَعْدُ وَلَا أَن تَبَدَّلَ بِهِنَّ مِنْ أَزْوَاجٍ وَلَوْ أَعْجَبَكَ حُسْنُهُنَّ إِلَّا مَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ رَّقِيبًا
“Lâ yahıllu leke’n- nisâu min ba’du ve lâ en tebeddele bihinne min ezvâcin ve lev a’cebeke husnuhunne illâ mâ meleket yemînuk (yemînuke), ve kânallâhu alâ kulli şey’in rakîbâ (rakîben).: Bundan sonra sana (başka) kadınlar ve zevcelerinden birini, güzelliği hoşuna gitse bile (başka bir hanımla) değiştirmen helâl değildir. Elinin (altında) sahip oldukların (câriyeler) hariç. Ve ALLAH, herşeyi murakebe (denetleyen) edendir.” (Ahzâb 33/52)
ـ12ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: )مَامَاتَ رسولُ اللّه # حَتَّى أُحِلَّ لَهُ النِّسَاءُ(. أخرجه الترمذى وصححه، والنسائى .
12. (751)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) diyor ki.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ölmezden önce bütün kadınlarla nikâh kendisine helâl kılındı." (Tirmizî, Tefsir, Ahzâb, (3214); Nesâî, Nikâh 2 (6, 56).)
تُرْجِي مَن تَشَاء مِنْهُنَّ وَتُؤْوِي إِلَيْكَ مَن تَشَاء وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَ ذَلِكَ أَدْنَى أَن تَقَرَّ أَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَا آتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَلِيمًا
“Turcî men teşâu minhunne ve tu’vî ileyke men teşâu, ve menibtegayte mimmen azelte fe lâ cunâha aleyk(aleyke), zâlike ednâ en tekarre a’yunuhunne ve lâ yahzenne ve yerdayne bimâ âteytehunne kulluhunn(kulluhunne), vallâhu ya’lemu mâ fî kulûbikum ve kânallâhu alîmen halîmâ.: Onlardan dilediğini ertelersin, dilediğini yanına alırsın. Ve azlettiklerinden (bıraktıklarından) istediğini (tekrar) yanına almanda bundan sonra sana günah yoktur. Bu, onların gözlerinin aydın olması (sevinmeleri), onların hüzünlenmemesi ve bu onların hepsinin senin verdiğin şeylerden razı olmaları için en uygundur. Ve Allah, kalplerinizde olanları bilir. Allah, Alîm'dir (en iyi bilen), Halîm'dir.” (Ahzâb 33/51)
لَا يَحِلُّ لَكَ النِّسَاء مِن بَعْدُ وَلَا أَن تَبَدَّلَ بِهِنَّ مِنْ أَزْوَاجٍ وَلَوْ أَعْجَبَكَ حُسْنُهُنَّ إِلَّا مَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ رَّقِيبًا
“Lâ yahıllu leken nisâu min ba’du ve lâ en tebeddele bihinne min ezvâcin ve lev a’cebeke husnuhunne illâ mâ meleket yemînuk(yemînuke), ve kânallâhu alâ kulli şey’in rakîbâ(rakîben).: Bundan sonra sana (başka) kadınlar ve zevcelerinden birini, güzelliği hoşuna gitse bile (başka bir hanımla) değiştirmen helâl değildir. Elinin (altında) sahip oldukların (cariyeler) hariç. Ve Allah, herşeyi murakebe (denetleyen) edendir.” (Ahzâb 33/52)
ـ13ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )قال رسولُ اللّه #: إنَّ مُوسى عليهِ السّمُ كانَ رَجًُ حَيِيّاً سِتِّيراً َ يُرَى شَئٌ مِنْ جِلْدِهِ اسْتِحْيَاءً مِنْهُ فآذَاهُ مَنْ آذَاهُ مِنْ بَنِى إسْرَائِيلَ. فقَالُوا مَا يَسْتَتِرُ هذَا التَّسَتُّرَ إَّ مِنْ عَيْبٍ بِجِلْدِهِ؟ إمَّا بَرَصٌ، وَإمَّا أُدْرَةٌ، وَإمَّا آفَةٌ، وَإنَّ اللّهَ تعالى أرَادَ أنْ يُبَرِّئَهُ مِمَّا قَالُوا. فَخَ يَوْماً وَحْدَهُ
فَوَضَعَ ثِيَابَهُ عَلَى الْحَجَرِ ثُمَّ اغْتَسَلَ، فَلَمَّا فَرغَ أقْبَلَ إلى ثِيَابِهِ لِيَأخُذَهَا، وإنَّ الْحَجَرَ عَدَا بِثَوْبِهِ فَأخَذَ مُوسى عَلَيْهِ السّمُ عَصَاهُ وَطَلَبَ الْحَجَرَ وَجَعَلَ يقُولُ: ثَوْبِى حَجَرُ ثَوْبِى حَجَرُ حَتَّى انْتَهى إلى مَ‘ مِنْ بَنِى إسْرَائِيلَ فَرَأوْهُ عُرْيَاناً أحْسَنَ مَا خَلَقَ اللّهُ تعالى وَأبرَأهُ مِمَّا يَقُولُونَ، وَقَامَ الْحَجَرُ. فأخَذَ ثَوْبَهُ فَلبِسَهُ وَطَفِقَ بِالْحَجَرِ ضَرْباً بِعَصَاهُ، فَوَاللّهِ إنَّ بِالْحَجَرِ لَنَدَبَا مِنْ أثَرِ ضَرْبِهِ ثَثاً أوْ أرْبَعاً أوْ خَمْساً. فذلِكَ قولهِ تعالى: يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا َ تَكُونُوا كَالَّذِينَ آذَوْا مُوسى فَبرَّأهُ اللّهُ مِمَّا قَالُوا وَكانَ عِنْدَ اللّهِ وَجِيهاً(. أخرجه الشيخان والترمذى.»ا‘دَرَةُ« انتفاخ الخصية. »وَالنَّدَبُ« بالتحريك: أثر الجرح إذا لم يرتفع عن الجلد. شُبَّه أثر الضرب في الحجر به .
13. (752)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki.: "Hz. Musâ (aleyhi'sselâm) son derece haya sahibi ve sıkı örtünen birisi idi. İstihyası (haya duygusunun fazlalığı) sebebiyle bedeninden hiçbir yer görülmezdi. Benî İsrâil'den bazıları ona eziyette bulundu. (Şöyle ki: Bir gün aralarında): "Onun bu şekilde sıkı giyinmesine bedenindeki bir kusur sebep olmasın? Muhakkak ki o, ya abraştır, ya da debbelidir (hayasında şişme vardır) veya bir başka âfete maruzdur" diye dedikodu yaptılar.
Cenâb-ı HAKk Hz. Musâ'yı bu dedikodularından tebrie etmek diledi.
Yine bir gün Hz. Musâ (aleyhi'sselâm) bir tenhada, elbiselerini bir taş üzerine bırakıp tek başına suya girmiş yıkanıyordu. Yıkanması tamam olunca, giyinmek üzere çamaşırlarına doğru yürüdü.Tam bu sırada, üzerinde giyecekler olduğu halde taş yuvarlanmaya başladı. Hz. Musâ (aleyhi'sselâm) değneğini eline alıp taşı yakalamaya çalıştı. Bu sırada "Elbisem ey kaya! Elbisem ey kaya!" diye de bağırıyordu. (Taşın peşinden koşarken) Benî İsrâil'den bir cemaatın yanına kadar vardı. Hz. Musâ'yı çıplak vaziyette gördüler, yaratılışca herkesten güzel (ve kusursuz) ve dedikodulardan beri idi. Kaya durdu. Hz. Musâ (aleyhi'sselâm) çamaşırını alıp giydi. Sopasıyla taşa vurmaya başladı.
(Ebu Hüreyre der ki).: "ALLAH'a kasem olsun, o taşta sopa darbeleri sebebiyle üç veya dört tane bere izi var." Şu âyet bu hâdiseye işaret etmektedir: "Ey iman edenler, siz de Musâ'yı incitenler gibi olmayın. Nihâyet ALLAH onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, ALLAH indinde yüzü (itibarlı bir zât) idi" (Ahzâb 33/69). (Buhârî, Gusl 20, Enbiya 27, Tefsir, Ahzâb 11, Müslim, Hayz 75 (339), Fezâil, 55 (339); Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3219).)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ آذَوْا مُوسَى فَبَرَّأَهُ اللَّهُ مِمَّا قَالُوا وَكَانَ عِندَ اللَّهِ وَجِيهًا
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tekûnû kellezîne âzev mûsâ fe berreehullâhu mimmâ kâlû, ve kâne indallâhi vecîhâ(vecîhen).: Ey iman edenler! Musa (A.S)'a eziyet edenler gibi olmayın! Ve ALLAH, onu (Musa (A.S)'ı), onların söyledikleri şeylerden berî kıldı (temize çıkardı). Ve o, ALLAH'ın katında vecihti (yüzü aktı, şerefliydi).” (Ahzâb 33/69)
ـ1ـ عن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: )إنَّ زَيْدَ بْنَ حَارِثَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ مَوْلَى رسولِ اللّهِ # مَا كُنَّا نَدْعُوهُ إَّ زَيْدَ ابْن مُحَمَّدٍ حَتَّى نَزلَ الْقُرآنُ: ادْعُوهُمْ Œبَائِهِمْ اŒية(. أخرجه الشيخان والترمذى .
1. (740)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Biz, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in azadlısı olan Zeyd İbnu Hârise'ye sadece Zeyd İbnu Muhammed diye sesleniyorduk. Bu davranışımız, "Onları babalarına nisbet ederek çağırın.." (Ahzâb 33/5) mealindeki âyet ininceye kadar devam etti." (Buhârî, Tefsir, Ahzâb 2; Müslim, Fedâilu's-Sahabe 62, (2425); Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3207).)
فِي جَوْفِهِ وَمَا جَعَلَ أَزْوَاجَكُمُ اللَّائِي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ أُمَّهَاتِكُمْ وَمَا جَعَلَ أَدْعِيَاءكُمْ أَبْنَاءكُمْ ذَلِكُمْ قَوْلُكُم بِأَفْوَاهِكُمْ وَاللَّهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبِيلَ
ادْعُوهُمْ لِآبَائِهِمْ هُوَ أَقْسَطُ عِندَ اللَّهِ فَإِن لَّمْ تَعْلَمُوا آبَاءهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَمَوَالِيكُمْ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indallâh(indallâhi), fe in lem ta’lemû âbâehum fe ıhvânukum fîd dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ taammedet kulûbukum, ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).: Onları (evlâtlıklarınızı) babalarının namı ile çağırın. Bu, ALLAH'ın katında daha adaletlidir. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız, o zaman onlar, dînde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Ve hata ettiğiniz şeylerden dolayı sizin için günah yoktur. Fakat kalplerinizin taammüden (kasten) yaptırdığı şeylerden (günah vardır). Ve ALLAH Gafur'dur (günahları sevaba çeviren), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).” (Ahzâb 33/4-5)
ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ )أنَّ رَسُول اللّه # قال: مَا مِنْ مُؤمِنٍ إَّ وَأَنَا أوْلَى النَّاسِ بِهِ في الدُّنْيَا وَاŒخِرَةِ، اقْرَءُوا إنْ شِئْتُمْ: النَّبِىُّ أوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أنْفُسِهِمْ اŒية، فَأيُّمَا مُؤْمِنٍ تَرَكَ مَاً فَلْتَرِثْهُ عَصَبَتُهُ مَنْ كانُوا، وَإنْ تَرَكَ دَيْناً أوْ ضِيَاعاً فَلْيَأتِِنِى فَأنَا مَوَْهُ(. أخرجه الشيخان»الضِّيَاعُ« العيال .
1. (741)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Ben her mü'mine, mutlaka, dünya ve ahirette insanların en yakınıyımdır. Dilerseniz (bu hususla ilgili olan) şu âyeti okuyun: "O peygamber, mü'minlere öz nefislerinden evladır. Zevceleri, mü'minlerin analarıdır..." (Ahzâb 33/6). Hangi mü'min (vefatında) bir mal bırakırsa vârisleri (asabı) ona varis olsunlar. Borç veya bakıma muhtaç birini bırakmışsa o da bana gelsin, ben onun mevlâsıyım." (Buhârî, Tefsir, Ahzâb 1, Kefâlet 5, İstikrâz 11, Nafakât 15, Ferâiz 4, 15, 25; Müslim, Ferâiz 14, (1619).)
النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
“En nebiyyu evlâ bil’- mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlûl’- erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi minel’- mu’minîne vel’- muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ(ma’rûfen), kâne zâlike fîl’- kitâbi mestûra(mestûren).: Nebî (Peygamber), mü'minler için kendi nefslerinden daha evlâdır (yakındır). Ve O'nun (Nebî'nin) zevceleri, onların anneleridir. Ve rahim sahipleri (akrabalar), onlar birbirlerine, ALLAH'ın Kitab'ında, mü'minlere ve muhacirlere yakın olduklarından daha yakındır. Ancak dostlarınıza iyilik yapmanız hariç. İşte bunlar, Kitab'ta satır satır yazılıdır.” (Ahzâb 33/6)
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قوله تعالى: )مَا جَعَلَ اللّهُ لِرَجُلٍ مِنْ قَلْبَيْنِ في جَوْفِهِ. قَالَ: قَامَ نَبِىُّ اللّهِ يَوْماً لِيُصَلِّى فَخَطَرَ خَطْرَةً؛ فقَالَ المُنَافِقُونَ الَّذِينَ يُصَلُّونَ مَعَهُ: أَ تَرَى أنَّ لَهُ قَلْبَيْنِ قَلباً مَعَكُمْ وَقَلْباً مَعَهُمْ فَنَزَلَتْ(. أخرجه الترمذى .
1. (742)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "ALLAH bir adamın içinde iki kalb yaratmadı..." (Ahzâb 33/4) meâlindeki âyet hakkında şunu söylerdi: "Bir gün, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) namaz kılmak için kalkmıştı, namazda bir hata yaptı. Cemaatte onunla namaz kılan münafıklar derhal: "Bakın, bunun iki kalbi var, bunlardan biri sizinle, biri onlarla (Ashabıyla)" dediler. İşte onların bu sözü üzerine bu âyet nazil oldu." (Tirmizî, Tefsir, Ahzâb, (3197).)
النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
“En nebiyyu evlâ bil mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlûl’- erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi minel’- mu’minîne vel’- muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ(ma’rûfen), kâne zâlike fîl’- kitâbi mestûra(mestûren).: Nebî (Peygamber), mü'minler için kendi nefslerinden daha evlâdır (yakındır). Ve O'nun (Nebî'nin) zevceleri, onların anneleridir. Ve rahim sahipleri (akrabalar), onlar birbirlerine, ALLAH'ın Kitab'ında, mü'minlere ve muhacirlere yakın olduklarından daha yakındır. Ancak dostlarınıza iyilik yapmanız hariç. İşte bunlar, Kitab'ta satır satır yazılıdır.” (Ahzâb 33/4)
ـ4ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها في قوله تعالى: )إذْ جَاءُوكُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ أسْفَلَ مِنْكُمْ اŒيةَ. قَالَتْ كانَ ذلِكَ يَوْمَ الْخَندَقِ(. أخرجه الشيخان .
1. (743)-Hz. Aişe (radıyallahu anhâ).: "O vakit onlar hem üstünüzden, hem altınızdan size gelmişlerdi. O zaman gözler yılmış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı ve siz ALLAH'a karşı türlü zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada mü'minler imtihana uğratılmıştı. Şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı..." (Ahzâb 33/10-11) mealindeki âyet hakkında: "Bu, Hendek Savaşı ile ilgilidir" demiştir. (Buhari, Meğâzî 29, Müslim'deki yeri bulunamamıştır.)
إِذْ جَاؤُوكُم مِّن فَوْقِكُمْ وَمِنْ أَسْفَلَ مِنكُمْ وَإِذْ زَاغَتْ الْأَبْصَارُ وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللَّهِ الظُّنُونَا
هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ وَزُلْزِلُوا زِلْزَالًا شَدِيدًا
“İz câukum min fevkıkum ve min esfele minkum ve iz zâgatil’- ebsâru ve belegatil’- kulûbul’- hanâcire ve tezunnûne billâhiz zunûnâ(zunûnen). Hunâlikebtuliyel’- mu’minûne ve zulzilû zilzâlen şedîdâ(şedîden).: Onlar, sizin yukarınızdan ve aşağınızdan üzerinize geldiği ve gözlerin yıldığı ve kalplerin hançereye ulaştığı (yüreklerin ağza geldiği) zaman, ALLAH'a karşı zanlarda bulunuyordunuz. Orada mü'minler imtihan edildiler. Şiddetli sarsıntı ile sarsıldılar.” (Ahzâb 33/10-11)
ـ5ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )نَرَى هذِهِ اŒيةَ نَزَلَتْ في عَمّى أنَسِ ابْنِ النَّضْرِ: مِنَ الْمُؤمِنينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّهَ عَلَيْهِ(. أخرجه الشيخان .
1. (744)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Biz şu âyeti Amcam Enes İbnu'n-Nadr hakkında indi biliyorduk. (meâlen): "Mü'minler içinde ALLAH'a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler var. İşte onların kimi adağını ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir sûretle (ahidlerini) değiştirmediler." (Ahzâb 33/23). (Buharî, Tefsir, Ahzâb 3; Müslim, İmâret 148 (1903); Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3198-3199).)
مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلًا
“Minel’- mu’minîne ricâlun sadakû mâ âhedûllahe aleyh(aleyhi), fe minhum men kadâ nahbehu ve minhum men yentezırû ve mâ beddelû tebdîlâ(tebdîlan).: Mü'minlerden bir kısım erkekler, ALLAH'a yaptıkları ahde (savaşta şehit oluncaya kadar sebat edeceklerine dair verdikleri söze) sadık kaldılar. Böylece onlardan bir kısmı verdiği sözü yerine getirdi (şehit oldu), bir kısmı da (şehit olmayı) bekliyorlar. Ve onlar, (ahdlerinden) bir şey değiştirmediler.” (Ahzâb 33/23)
ـ6ـ وعن أمّ عمارة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالتْ: )قُلْتُ يَا رسُولَ اللّهِ مَا أرَى كُلَّ شَئٍ إَّ لِلرِّجَالِ، وَمَا أرَى النِّسَاءَ يُذْكَرْنَ بِشَئٍ فَنَزَلَتْ: إنَّ الْمُسْلِمينَ وَالْمُسْلِمَاتِ اŒية(. أخرجه الترمذى .
1. (745)- Ümmü Umâre (radıyallahu anhâ) anlatıyor.: "Ey ALLAH'ın Resulü, dedim, her şeyi erkekler için görüyorum. Hiçbir şekilde kadınların zikredildiğini görmüyorum." Bunun üzerine şu âyet indi. (meâlen): "Doğrusu, erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın mü'minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar, doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, işte ALLAH bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır" (Ahzab 33/35). (Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3209).)
إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
“İnnel’- muslimîne vel’- muslimâti vel’- mu’minîne vel’- mu’minâti vel’- kânitîne vel’- kânitâti ves sâdikîne ves sâdikâti ves sâbirîne ves sâbirâti vel’- hâşiîne vel’- hâşiâti vel’- mutesaddikîne vel’- mutesaddikâti ves sâimîne ves sâimâti vel’- hâfızîne furûcehum vel’- hâfızâti vez zâkirînallâhe kesîren vez zâkirâti eaddallâhu lehum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).: Gerçekten İslâm olan (ALLAH'a teslim olan) erkekler ve İslâm olan kadınlar ve mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, kanitin olan erkekler ve kanitin olan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Rabbine) huşû duyan erkekler ve huşû duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve ALLAH'ı çok zikreden erkekler ve (çok) zikreden kadınlar! ALLAH, onlar için mağfiret ve azîm bir ecir (mükâfat) hazırladı.” (Ahzâb 33/35)
ـ7ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: )لَوْ كَانَ رسولُ اللّه # كَاتماً شَيْئاً مِنَ الْوَحْىِ لَكَتَمَ هذِهِ اŒيةَ: وَإذْ تَقُولُ لِلَّذِى أنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِ. يَعْنِى: بِا“سْمِ؛ وَأنْعَمْتَ عَلَيْهِ. بِالْعِتْقِ: أمْسِكْ عَلَيكَ زَوْجَكَ إلى قَوْلِهِ وَكَانَ أمْرُ اللّه مَفْعُوً؛ وَإنَّ رسُول اللّهِ # لَمَّا تَزَوَّجَهَا قالُوا: تَزَوَّجَ حَلِيلَةَ ابْنِهِ. فَأنْزَلَ اللّهُ تعالى: مَا كَانَ مُحَمَّدٌ أبَا أحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلكِنْ رسُول اللّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ. وَكَانَ رسولَ اللّه # تَبَنَّاهُ وَهُوَ صَغِيرٌ فَلَبِثَ حَتَّى صَارَ رَجًُ يُقَالُ لَهُ زَيْدُ ابْنُ مُحَمَّدٍ. فَأنْزَلَ اللّهُ تعالى: ادْعُوهُمْ Œبَائِهِمْ اŒية. فَُنُ ابْنُ فَُنٍ، وَفَُنُ أخُو فَُنٍ(. أخرجه الترمذى وصححه .
1. (746)-Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) demiştir ki.: "Eğer Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine inen vahiyden bir şey gizleseydi şu âyeti gizlerdi: "(Habibim) hatırla o zamanı ki; ALLAH'ın kendisine -İslâm'la- nimet verdiği ve senin de yine kendisine lütufta bulunduğun zâta sen: "Zevceni uhdende tut. ALLAH'tan kork" diyordun da ALLAH'ın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi içinde gizliyor, insanların (dedikodusundan) korkuyordun. Halbuki ALLAH kendisinden korkmana daha lâyıktı. Şimdi mÂdem ki Zeyd o kadından ilişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Tâ ki oğullukların, kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevceler(ini almakta) mü'minler üzerine günah olmasın. ALLAH'ın emri yerine getirilmiştir" (Ahzâb 33/37).
Nitekim Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Zeyneb'le evlenince: "Oğlunun helâllığıyla evlendi" dediler. Bunun üzerine Cenâb-ı HAKk şu meâldeki âyeti indirdi: "Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat ALLAH'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. ALLAH herşeyi hakkiyle bilendir" (Ahzâb, 33/40).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Zeyd'i küçükken evlât edinmişti. Büyüyüp delikanlı oluncaya kadar yanında kaldı. Herkes onu Zeyd İbnu Muhammed diye çağırıyordu. Bu sebeple Cenâb-ı HAKk şu meâldeki âyeti inzal buyurdu: "Onları babalarına nisbet ederek çağırın. Bu, ALLAH indinde daha doğrudur. Eğer babalarının (kim olduğunu) bilmiyorsanız o halde (esâsen) dinde kardeşleriniz (olmakla beraber) dostlarınızdır da" (Ahzab 33/5). (Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3206); Müslim, İman 287, (177); Buhârî, Tevhid 22.)
ادْعُوهُمْ لِآبَائِهِمْ هُوَ أَقْسَطُ عِندَ اللَّهِ فَإِن لَّمْ تَعْلَمُوا آبَاءهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَمَوَالِيكُمْ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indallâh(indallâhi), fe in lem ta’lemû âbâehum fe ıhvânukum fîd dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ taammedet kulûbukum, ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).: Onları (evlâtlıklarınızı) babalarının namı ile çağırın. Bu, ALLAH'ın katında daha adaletlidir. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız, o zaman onlar, dînde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Ve hata ettiğiniz şeylerden dolayı sizin için günah yoktur. Fakat kalplerinizin taammüden (kasten) yaptırdığı şeylerden (günah vardır). Ve ALLAH Gafur'dur (günahları sevaba çeviren), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).” (Ahzâb 33/5)
وَإِذْ تَقُولُ لِلَّذِي أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَأَنْعَمْتَ عَلَيْهِ أَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللَّهَ وَتُخْفِي فِي نَفْسِكَ مَا اللَّهُ مُبْدِيهِ وَتَخْشَى النَّاسَ وَاللَّهُ أَحَقُّ أَن تَخْشَاهُ فَلَمَّا قَضَى زَيْدٌ مِّنْهَا وَطَرًا زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِي أَزْوَاجِ أَدْعِيَائِهِمْ إِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَرًا وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ مَفْعُولًا
“Ve iz tekûlu lillezî en’amallâhu aleyhi ve en’amte aleyhi emsik aleyke zevceke vettekıllâh ve tuhfî fî nefsike mallâhu mubdîhi ve tahşen nâs(nâse), vallâhu ehakku en tahşâh(tahşâhu), fe lemmâ kadâ zeydun minhâ vetaran zevvecnâ kehâ likey lâ yekûne alel’- mu’minîne haracun fî ezvâci ed’ıyâihim izâ kadav min hunne vetarâ(vetaran), ve kâne emrullâhi mef’ûlâ(mef’ûlen).: Ve ALLAH'ın, onu ni'metlendirdiği ve senin de kendisini ni'metlendirdiğin kişiye: “Zevceni (kendine) tut (boşama) ve ALLAH'a karşı takva sahibi ol.” demiştin. ALLAH'ın açıklayacağı şeyi nefsinde saklıyordun. Ve insanlardan korkuyordun (çekiniyordun). ALLAH, (Kendisinden) korkman (çekinmen) için daha çok hak sahibidir. Sonra Zeyd, ondan alâkasını kesince onu, seninle evlendirdik ki, evlâtlıklarının kendileriyle ilişkilerini kestikleri (boşadıkları) kadınların evlenmelerinde, mü'minlerin üzerinde bir zorluk olmasın diye. (Böylece) ALLAH'ın emri yerine getirilmiş oldu.” (Ahzâb 33/37)
مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
“Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).: Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat ALLAH'ın Resûl'ü ve Nebîler'in (Peygamberler'in) Hatemi'dir (Sonuncusu). ALLAH, herşeyi en iyi bilendir.” (Ahzâb 33/40)
AÇIKLAMA.:
ـ8ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )كانَ رسولُ اللّه # عَرُوساً بِزَيْنَبَ فقَالَتْ لِى أمُّ سُلَيمٍ: لَوْ أهْدَيْنَا لِرَسُولِ اللّهِ # هَدِيَّةً؟ فَقُلْتُ لَهَا افْعَلِى: فَعَمَدَتْ إلى تَمْرٍ وَسَمْن وَأقِطٍ فَاتَّخَذَتْ حَيْسة في بُرْمَةٍ فأرْسَلَتْ بِهَا مَعِى. فَانْطَلَقْتُ بِهَا إلَيْهِ فَقَالَ ضَعْهَا، ثُمَّ أمَرَنِى فقَالَ: ادْعُ لِى رِجَاً سَمَّاهُمْ وَادْعُ لِى مَنْ لَقِيتَ. قَالَ: فَفَعَلْتُ ثُمَّ رَجَعْتُ فَإذَا الْبَيْتُ غَاصٌّ بِأهْلِهِ، فَوَضَعَ # يَدَهُ في تِلْكَ الحَيْسَةِ وَتَكَلَّمَ بِمَا شَاءَ اللّهُ. ثُمَّ جَعَلَ يَدْعُو عَشَرةً عَشْرَةً يَأكُلُونَ مِنْهُ وَيَقُولُ لَهُمْ: اذْكُروا اسْمَ اللّهِ تَعالى عَلَيْهِ، وَلْيأكُلْ كُلُّ رَجُلٍ مِمَّا يَلِيهِ حَتَّى تَصَدَّعُوا كُلُّهُمْ فَخََرَجَ مَنْ خَرَجَ وَبقىَ نَفَرٌ يَتَحَدَّثُونَ. ثُمَّ خَرَجَ النَّبىُّ # نَحْوَ الحُجُرَاتِ وَخَرَجْتُ في أثَرِهِ فَقُلْتُ: إنَّهُمْ قَدْ ذَهَبُوا. فَرَجَعَ فَدَخَلَ الْبَيتَ وَأرْخَى السِّتْرَ، وَإنِّى لَفِى الحُجْرَةِ وَهُوَ يقولُ: يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا َ تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِىِّ. إلى قوله: وَاللّهُ َ يسْتَحْيِى مِنَ الحَقِّ(. أخرجه الخمسة إ أبا داود .
1. (747)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Zeyneb (radıyallahu anhâ)'le evlenmişlerdi ki, annem Ümmü Süleym bana: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'a bir hediyede bulunsak" dedi. Ben kendisine:
- Bir şeyler yap!
dedim. Bunun üzerine hurma ve yağ ve keş getirdi, bir tencereye koyarak bunlarla yemek yaptı ve benimle gönderdi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'a götürdüm.
"- Yemeği bırak!" dedi. Sonra bana emredip: "Bana falancaları çağır" dedi ve teker teker isimlerini söyledi. Ayrıca:
"- Kime rastlarsan çağır" diye emretti.
Enes der ki: "Emri yerine getirdim, sonra döndüm. Ev insanlarla dolmuştu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem elini mezkur yemeğin üzerine koydu ve ALLAH'tan başka kimsenin bilmedi bir şeyler söyledi. Sonra cemaati onar onar çağırdı. Herkes o yemekten yiyordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yiyenlere.:
"- Yemeğe ALLAH'ın ismini zikrederek başlayın! Herkes önünden yesin!" dedi.
Bu hal herkesin yemekten yeyip dağılmasına kadar devam etti. Sonunda çıkanlar çıktı. Bazıları da kalıp sohbete devam ettiler. Bir müddet sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de çıkıp hücrelere doğru yürüdü. Peşisıra ben de çıktım ve:
"- Davetliler gitti artık!" dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem evine geri döndü (ve derhal vahiy alameti olan) örtüyü üzerine çekti. Bu sırada ben hücrede idim. (Vahiy hâli geçince) o (aleyhissalâtu vesselâm) şu vahyi okuyordu:
"Ey iman edenler, (bundan sonra) Peygamber'in evlerine -yemeğe davet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın- girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince dağılın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu Peygamber'e ezâ vermekte, o sizden utanmaktadır. ALLAH ise, hak(kı açıklamak)tan çekinmez..." (Ahzâb 33/53). (Buharî, Tefsir, Ahzab 8, Nikah 67, 64,Et'ime 59, İsti'zan 10, 33, Tevhid 22; Müslim, Nikâh 89, (1428); Tirmizî, Tefsir, Ahzâb, (3215, 3216, 3217).)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ إِلَّا أَن يُؤْذَنَ لَكُمْ إِلَى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِرِينَ إِنَاهُ وَلَكِنْ إِذَا دُعِيتُمْ فَادْخُلُوا فَإِذَا طَعِمْتُمْ فَانتَشِرُوا وَلَا مُسْتَأْنِسِينَ لِحَدِيثٍ إِنَّ ذَلِكُمْ كَانَ يُؤْذِي النَّبِيَّ فَيَسْتَحْيِي مِنكُمْ وَاللَّهُ لَا يَسْتَحْيِي مِنَ الْحَقِّ وَإِذَا سَأَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعًا فَاسْأَلُوهُنَّ مِن وَرَاء حِجَابٍ ذَلِكُمْ أَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّ وَمَا كَانَ لَكُمْ أَن تُؤْذُوا رَسُولَ اللَّهِ وَلَا أَن تَنكِحُوا أَزْوَاجَهُ مِن بَعْدِهِ أَبَدًا إِنَّ ذَلِكُمْ كَانَ عِندَ اللَّهِ عَظِيمًا
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tedhulû buyûten nebiyyi illâ en yu’zene lekum ilâ taâmin gayre nâzırîne inâhu ve lâkin izâ duîtum fedhulû fe izâ taimtum fenteşirû ve lâ muste’nisîne li hadîs(hadîsin), inne zâlikum kâne yu’zîn nebiyye fe yestahyî minkum vallâhu lâ yestahyî minel’- hakk(hakkı), ve izâ seeltumûhunne metâan fes’elûhunne min verâi hıcâb(hıcâbin), zâlikum atharu li kulûbikum ve kulûbihinn(kulûbihinne), ve mâ kâne lekum en tu’zû resûlallâhi ve lâ en tenkihû ezvâcehu min ba’dihî ebedâ(ebeden), inne zâlikum kâne indallâhi azîmâ(azîmen).: Ey iman edenler! Size izin verilmedikçe Nebî'nin evlerine girmeyin! (Girmişseniz oyalanıp) yemeğin pişmesini beklemeyin. Fakat davet edildiğiniz zaman girin. Yemeğinizi yeyince hemen dağılın ve sohbet etmek istemeyin, söze dalmayın (izinsiz konuşmayın). İşte bu durum gerçekten Nebî'ye eziyet oluyordu. Fakat sizden hayâ ediyordu (utanıyordu). ALLAH, haktan hayâ duymaz (gerçeği açıklamaktan çekinmez). Onlardan (Peygamber Hanımları'ndan) bir şey sorduğunuz zaman perde arkasından sorun. Bu, sizin ve onların kalpleri için daha temizdir. ALLAH'ın Resûl'üne eziyet etmeniz ve bundan sonra O'nun zevcelerini nikâh etmeniz ebediyyen (helâl) olmaz. Muhakkak ki bu, ALLAH'ın katında çok büyük (günahtır).” (Ahzâb 33/53)
ـ9ـ وعن عروة عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: )كَانَتْ خَوْلَةُ بِنْتُ حَكِيمٍ مِنَ الَّتِى وَهَبْنَ أنْفُسَهُنَّ لِلنَّبىِّ #. فقَالَتْ عَائِشَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْها: أمَا تَستحى الْمَرْأةُ أنْ تَهَبَ نَفْسَهَا لِرَجُلٍ؟ فَلَمَّا نَزَلتْ: تُرْجِى مَنْ تَشَاءُ مِنْهُنَّ وَتُؤوِى إلَيْكَ مَنْ تَشَاءُ. قُلْتُ يَا رَسُول اللّه: مَا أرَى رَبّكَ إَّ يُسَارِعُ في هَوَاكَ(. أخرجه الخمسة إ الترمذى .9.
1. (748)- Hz. Urve, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'den naklediyor.: "Hz. Aişe buyurmuştur ki: "Havle Bintu Hakim (radıyallahu anhâ), Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'a kendisi gelip evlenme teklif edenlerdendir." Aişe (radıyallahu anhâ) devamla dedi ki: "Ben (kıskançlığın sevkiyle): "Kadın kısmı bir erkeğe evlenme teklifi yapmaktan sıkılmaz mı?" (diyerek bu şekilde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e teklifte bulunanları kınardım). Ne zaman ki: "Onlardan kimi dilersen (nevbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. (Nevbetinden) geri bıraktıklarından kimi istersen (nezdine almak)da da sana güçlük yoktur..." (Ahzab 33/51) meâlindeki âyet nazil oldu, (kendimi tutamayarak): "Ey ALLAH'ın Resulü, görüyorum ki, Rabbin seni memnun kılmada gecikmiyor" dedim. (Buharî, Tefsir, Ahzab 7, Nikâh 29; Müslim, Rıdâ' 49, (1464); Ebu Davud, Nikâh 39, (2136); Nesâî, Nikâh 1, (6, 54).)
تُرْجِي مَن تَشَاء مِنْهُنَّ وَتُؤْوِي إِلَيْكَ مَن تَشَاء وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَ ذَلِكَ أَدْنَى أَن تَقَرَّ أَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَا آتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَلِيمًا
“Turcî men teşâu minhunne ve tu’vî ileyke men teşâu, ve menibtegayte mimmen azelte fe lâ cunâha aleyk(aleyke), zâlike ednâ en tekarre a’yunuhunne ve lâ yahzenne ve yerdayne bimâ âteytehunne kulluhunn(kulluhunne), vallâhu ya’lemu mâ fî kulûbikum ve kânallâhu alîmen halîmâ.: Onlardan dilediğini ertelersin, dilediğini yanına alırsın. Ve azlettiklerinden (bıraktıklarından) istediğini (tekrar) yanına almanda bundan sonra sana günah yoktur. Bu, onların gözlerinin aydın olması (sevinmeleri), onların hüzünlenmemesi ve bu onların hepsinin senin verdiğin şeylerden razı olmaları için en uygundur. Ve ALLAH, kalplerinizde olanları bilir. ALLAH, Alîm'dir (en iyi bilen), Halîm'dir.” (Ahzâb 33/51)
ـ10ـ وعن أمُّ هانئ رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالتْ: )خَطَبَنِى رسولُ اللّهِ # فاعْتَذَرْتُ إلَيْهِ فَعَذَرَنِى، ثُمَّ أنْزَلَ اللّهُ تعالى: إنَّا أحْلَلْنَا لَكَ أزْوَاجَكَ الَّتِى آتَيْتَ أجُورَهُنَّ اŒية. قالتْ فَلَمْ أكُنْ أُحلُّ لَهُ ‘نِّى لَمْ أُهَاجِرْ: كُنْتُ مِنَ الطُّلَقَاءِ(. أخرجه الترمذى.»الطّليقُ« ا‘سير إذا خُلَى سبيلُه .
10. (749)- Özür beyan ettim, özrümü kabul etti. Sonra Cenâb-ı HAKk şu âyeti indirdi.
"Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevcelerini ve ALLAH'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin mâlik olduğu kadınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikâhla almak isterse onu (fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalınız sana has olmak üzere senin için helâl kıldık..." (Ahzab 33/50). Ümmü Hâni (radıyallahu anhâ) devamla der ki.: "Bu âyet üzerine (kendi kendime): "Ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'a helâl kılınmadım, çünkü hicret etmedim, ben Fetih günü hürriyeti bağışlananlardanım" dedim." (Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3211).)
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُّؤْمِنَةً إِن وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَن يَسْتَنكِحَهَا خَالِصَةً لَّكَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Yâ eyyuhen nebiyyu innâ ahlelnâ leke ezvâcekelletî âteyte ucûrehunne ve mâ meleket yemînuke mimmâ efâallâhu aleyke ve benâti ammike ve benâti ammâtike ve benâti hâlike ve benâti halâtikellâtî hâcerne meâk(meâke), vemreeten mu’mineten in vehebet nefsehâ lin nebiyyi in erâden nebiyyu en yestenkihahâ hâlisaten leke min dûnil’- mu’minîn(mu’minîne), kad alimnâ mâ faradnâ aleyhim fî ezvâcihim ve mâ meleket eymânuhum li keylâ yekûne aleyke harac(haracun), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).: Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki Biz, ecirlerini (mehirlerini) verdiğin zevcelerini ve elinin (altında) malik olduğun, ALLAH'ın ganimet olarak sana verdiği (cariyelerini) helâl kıldık. Ve seninle beraber hicret eden amcanın kızları, halanın kızları, dayının kızları, teyzenin kızları ve nefsini Nebî (Peygamber) için hibe eden ve Nebî'nin (Peygamber'in) de onu almak istediği mü'min kadınları, (diğer) mü'minler hariç, sana özel olarak (helâl kıldık). Onlara (diğer mü'minlere) zevceleri ve ellerinin (altında) malik oldukları (cariyeleri) konusunda neyi farz kıldık, Biz biliriz. (Bu), senin üzerine bir zorluk olmaması içindir. Ve ALLAH, Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).” (Ahzâb 33/50)
ـ11ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قالَ: )نَهَىَ رسولُ اللّهِ # عَنْ أصْنَافِ النِّسَاءِ إَّ مَا كَانَ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ الْمُهَاجِرَاتِ بِقَوْلِهِ: َ يَحِلُّ لَكَ النِّسَاءُ مِنْ بَعْدُ وََ أنْ تَبَدَّلَ بِهِنَّ مِنْ أزْوَاجٍ وَلَوْ أعْجَبَكَ حُسْنُهُنَّ إَّ مَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ. فَأحَلَّ اللّهُ تَعَالى فَتَياتِكُمُ الْمُؤمِنَاتِ، وامْرَأةً مُؤْمِنَةً إنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِىِّ؛ وَحَرَّمَ كُلَّ ذَاتِ دِينِ غَيْرِ ا“سْمِ، ثُمَّ قَالَ: وَمَنْ يَكْفُرْ بِا“يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ في اŒخِرَةٍِ مِنَ الْخَاسِرِينَ؛ وَقَالَ يَا أيُّهَا النَّبىُّ إنَّا أحْلَلْنَا لَكَ أزْوَاجَكَ الَّتِى آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أفَاءَ اللّهُ عَلَيْكَ. إلى قولهِ: خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤمِنِينَ. وَحَرَّمَ مَا سِوَى ذلِكَ مِنْ أصْنَافِ النِّسَاءِ(. أخرجه الترمذى .
11. (750)- İbnu Abbâs, (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem muhâcir olan mü'min kadınlar dışında kalanlarla evlenmekten men edildi. Âyet şöyle buyurur.: "Bundan sonra kadınlar(ı alman) ve bunları herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helâl olmaz. Sağ elinin mâlik olduğu (cariyeler) müstesna. ALLAH her şeye nigâhbândır" (Ahzâb 33/52). Kezâ ALLAH, "Mü'min câriyelerinizi.." (Nisâ 4/25); "Nefsini peygambere bağışlayan mü'min kadın"ı (Ahzâb 33/50) helâl kıldı. İslâm'dan başka bir dinde olanların hepsini haram kılıp sonra da şöyle buyurdu. (Meâlen).: "... Kim imanı tanımayıp kâfir olursa her halde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o, âhirette en çok ziyâna uğrayanlardandır" (Maide 33/5).
Yine âyet-i kerime şöyle buyurur.: "Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevceleri ve ALLAH'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin mâlik olduğu kadınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikâhla almak isterse onu -(fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalnız sana has olmak üzere- senin için helâl kıldık..." (Ahzâb 33/50).
İşte bunlar dışında kalan bütün kadınlar Hz. Peygamber'e haram edilmiştir. (Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3213).)
Açıklamalar önceki son iki hadiste geçmiştir.
وَمَن لَّمْ يَسْتَطِعْ مِنكُمْ طَوْلاً أَن يَنكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِن مِّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِإِيمَانِكُمْ بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ فَانكِحُوهُنَّ بِإِذْنِ أَهْلِهِنَّ وَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلاَ مُتَّخِذَاتِ أَخْدَانٍ فَإِذَا أُحْصِنَّ فَإِنْ أَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْ وَأَن تَصْبِرُواْ خَيْرٌ لَّكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ve men lem yestetı’ minkum tavlen en yenkıhal’- muhsanâtil’- mu’minâti fe min mâ meleket eymânukum min feteyâtikumul’- mu’minât(mu’minâti). Vallâhu a’lemu bi îmânikum. Ba’dukum min ba’d(ba’dın), fenkihûhunne bi izni ehlihinne ve âtûhunne ucûrehunne bil’- ma’rûfi muhsanâtin gayra musâfihâtin ve lâ muttehızâti ahdân(ahdânin), fe izâ uhsinne fe in eteyne bi fâhışetin fe aleyhinne nısfu mâ alâl’- muhsanâti minel’- azâb(azâbi). Zâlike li men haşiyel’- anete minkum. Ve en tasbirû hayrun lekum. Vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).: Ve içinizden kimin, mü'min ve hür kadınlarla nikâh yapmaya (evlenmeye) gücü yetmezse, o zaman ellerinizin altında bulunan genç mü'min cariyelerinizden (alıp) evlensin. ALLAH sizin îmânınızı daha iyi bilir. Siz birbirinizdensiniz (aynı soydan gelmesiniz). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost tutmamaları şartıyla sahiplerinin izniyle mehirlerini marufla (örf ve adete uygun olarak) vererek onları nikâhlayın. Fakat, evli olduğu halde fuhuş yaparlarsa o taktirde hür kadınlara uygulanan azabın (cezânın) yarısı kendilerine uygulanır. İşte bu (câriye ile nikâhlanma izni) içinizden (zina etme) sıkıntısına düşmekten korkanlar içindir. Ve sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Ve ALLAH GAFÛR'dur, RAHÎM'dir.” (Nisâ 4/25)
الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ حِلٌّ لَّكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلُّ لَّهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلاَ مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ وَمَن يَكْفُرْ بِالإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“El yevme uhılle lekumut tayyibât(tayyibâtu) ve taâmullezîne ûtûl’- kitâbe hıllun lekum ve taâmukum hıllun lehum vel’- muhsanâtu minel’- mu’minâti vel’- muhsanâtu min ellezîne utûl’- kitâbe min kablikum izâ âteytumûhunne ucûrehunne muhsınîne gayra musâfihîne ve lâ muttehızî ehdân(ehdânin) ve men yekfur bil’- îmâni fe kad habita ameluhu ve huve fîl’- âhıreti minel’- hâsirîn(hâsirîne). El yevme uhılle lekumut tayyibât(tayyibâtu) ve taâmullezîne ûtûl’- kitâbe hıllun lekum ve taâmukum hıllun lehum vel’- muhsanâtu minel’- mu’minâti vel’- muhsanâtu min ellezîne utûl’- kitâbe min kablikum izâ âteytumûhunne ucûrehunne muhsınîne gayra musâfihîne ve lâ muttehızî ehdân(ehdânin) ve men yekfur bil’- îmâni fe kad habita ameluhu ve huve fîl’- âhıreti minel’- hâsirîn(hâsirîne).: Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Ve kendilerine kitap verilenlerin yemeği, size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir. Ve mü'minlerden iffetli hür kadınlar ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar, zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın namuslu bir biçimde mehirlerini verdiğiniz taktirde, sizlere helâldir. Ve kim îmânı inkâr ederse artık onun ameli boşa gitmiştir. Ve o âhirette hüsrana uğrayanlardandır.” (Mâide 5/5)
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُّؤْمِنَةً إِن وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَن يَسْتَنكِحَهَا خَالِصَةً لَّكَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Yâ eyyuhen nebiyyu innâ ahlelnâ leke ezvâcekelletî âteyte ucûrehunne ve mâ meleket yemînuke mimmâ efâallâhu aleyke ve benâti ammike ve benâti ammâtike ve benâti hâlike ve benâti halâtikellâtî hâcerne meâk (meâke), vemreeten mu’mineten in vehebet nefsehâ li’n- nebiyyi in erâden nebiyyu en yestenkihahâ hâlisaten leke min dûni’l- mu’minîn (mu’minîne), kad alimnâ mâ faradnâ aleyhim fî ezvâcihim ve mâ meleket eymânuhum li keylâ yekûne aleyke haraç (haracun), ve kânallâhu gafûran rahîmâ (rahîmen).: Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki BİZ, ecirlerini (mehirlerini) verdiğin zevcelerini ve elinin (altında) malik olduğun, ALLAH'ın ganimet olarak sana verdiği (cariyelerini) helâl kıldık. Ve seninle beraber hicret eden amcanın kızları, halanın kızları, dayının kızları, teyzenin kızları ve nefsini Nebî (Peygamber) için hibe eden ve Nebî'nin (Peygamber'in) de onu almak istediği mü'min kadınları, (diğer) mü'minler hariç, sana özel olarak (helâl kıldık). Onlara (diğer mü'minlere) zevceleri ve ellerinin (altında) malik oldukları (cariyeleri) konusunda neyi farz kıldık, BİZ biliriz. (Bu), senin üzerine bir zorluk olmaması içindir. Ve ALLAH, GAFÛR'dur (mağfiret eden), RAHÎM'dir (Rahîm Esmasıyla tecellî eden).” (Ahzâb 33/50)
لَا يَحِلُّ لَكَ النِّسَاء مِن بَعْدُ وَلَا أَن تَبَدَّلَ بِهِنَّ مِنْ أَزْوَاجٍ وَلَوْ أَعْجَبَكَ حُسْنُهُنَّ إِلَّا مَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ رَّقِيبًا
“Lâ yahıllu leke’n- nisâu min ba’du ve lâ en tebeddele bihinne min ezvâcin ve lev a’cebeke husnuhunne illâ mâ meleket yemînuk (yemînuke), ve kânallâhu alâ kulli şey’in rakîbâ (rakîben).: Bundan sonra sana (başka) kadınlar ve zevcelerinden birini, güzelliği hoşuna gitse bile (başka bir hanımla) değiştirmen helâl değildir. Elinin (altında) sahip oldukların (câriyeler) hariç. Ve ALLAH, herşeyi murakebe (denetleyen) edendir.” (Ahzâb 33/52)
ـ12ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: )مَامَاتَ رسولُ اللّه # حَتَّى أُحِلَّ لَهُ النِّسَاءُ(. أخرجه الترمذى وصححه، والنسائى .
12. (751)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) diyor ki.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ölmezden önce bütün kadınlarla nikâh kendisine helâl kılındı." (Tirmizî, Tefsir, Ahzâb, (3214); Nesâî, Nikâh 2 (6, 56).)
تُرْجِي مَن تَشَاء مِنْهُنَّ وَتُؤْوِي إِلَيْكَ مَن تَشَاء وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَ ذَلِكَ أَدْنَى أَن تَقَرَّ أَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَا آتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَلِيمًا
“Turcî men teşâu minhunne ve tu’vî ileyke men teşâu, ve menibtegayte mimmen azelte fe lâ cunâha aleyk(aleyke), zâlike ednâ en tekarre a’yunuhunne ve lâ yahzenne ve yerdayne bimâ âteytehunne kulluhunn(kulluhunne), vallâhu ya’lemu mâ fî kulûbikum ve kânallâhu alîmen halîmâ.: Onlardan dilediğini ertelersin, dilediğini yanına alırsın. Ve azlettiklerinden (bıraktıklarından) istediğini (tekrar) yanına almanda bundan sonra sana günah yoktur. Bu, onların gözlerinin aydın olması (sevinmeleri), onların hüzünlenmemesi ve bu onların hepsinin senin verdiğin şeylerden razı olmaları için en uygundur. Ve Allah, kalplerinizde olanları bilir. Allah, Alîm'dir (en iyi bilen), Halîm'dir.” (Ahzâb 33/51)
لَا يَحِلُّ لَكَ النِّسَاء مِن بَعْدُ وَلَا أَن تَبَدَّلَ بِهِنَّ مِنْ أَزْوَاجٍ وَلَوْ أَعْجَبَكَ حُسْنُهُنَّ إِلَّا مَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ رَّقِيبًا
“Lâ yahıllu leken nisâu min ba’du ve lâ en tebeddele bihinne min ezvâcin ve lev a’cebeke husnuhunne illâ mâ meleket yemînuk(yemînuke), ve kânallâhu alâ kulli şey’in rakîbâ(rakîben).: Bundan sonra sana (başka) kadınlar ve zevcelerinden birini, güzelliği hoşuna gitse bile (başka bir hanımla) değiştirmen helâl değildir. Elinin (altında) sahip oldukların (cariyeler) hariç. Ve Allah, herşeyi murakebe (denetleyen) edendir.” (Ahzâb 33/52)
ـ13ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )قال رسولُ اللّه #: إنَّ مُوسى عليهِ السّمُ كانَ رَجًُ حَيِيّاً سِتِّيراً َ يُرَى شَئٌ مِنْ جِلْدِهِ اسْتِحْيَاءً مِنْهُ فآذَاهُ مَنْ آذَاهُ مِنْ بَنِى إسْرَائِيلَ. فقَالُوا مَا يَسْتَتِرُ هذَا التَّسَتُّرَ إَّ مِنْ عَيْبٍ بِجِلْدِهِ؟ إمَّا بَرَصٌ، وَإمَّا أُدْرَةٌ، وَإمَّا آفَةٌ، وَإنَّ اللّهَ تعالى أرَادَ أنْ يُبَرِّئَهُ مِمَّا قَالُوا. فَخَ يَوْماً وَحْدَهُ
فَوَضَعَ ثِيَابَهُ عَلَى الْحَجَرِ ثُمَّ اغْتَسَلَ، فَلَمَّا فَرغَ أقْبَلَ إلى ثِيَابِهِ لِيَأخُذَهَا، وإنَّ الْحَجَرَ عَدَا بِثَوْبِهِ فَأخَذَ مُوسى عَلَيْهِ السّمُ عَصَاهُ وَطَلَبَ الْحَجَرَ وَجَعَلَ يقُولُ: ثَوْبِى حَجَرُ ثَوْبِى حَجَرُ حَتَّى انْتَهى إلى مَ‘ مِنْ بَنِى إسْرَائِيلَ فَرَأوْهُ عُرْيَاناً أحْسَنَ مَا خَلَقَ اللّهُ تعالى وَأبرَأهُ مِمَّا يَقُولُونَ، وَقَامَ الْحَجَرُ. فأخَذَ ثَوْبَهُ فَلبِسَهُ وَطَفِقَ بِالْحَجَرِ ضَرْباً بِعَصَاهُ، فَوَاللّهِ إنَّ بِالْحَجَرِ لَنَدَبَا مِنْ أثَرِ ضَرْبِهِ ثَثاً أوْ أرْبَعاً أوْ خَمْساً. فذلِكَ قولهِ تعالى: يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا َ تَكُونُوا كَالَّذِينَ آذَوْا مُوسى فَبرَّأهُ اللّهُ مِمَّا قَالُوا وَكانَ عِنْدَ اللّهِ وَجِيهاً(. أخرجه الشيخان والترمذى.»ا‘دَرَةُ« انتفاخ الخصية. »وَالنَّدَبُ« بالتحريك: أثر الجرح إذا لم يرتفع عن الجلد. شُبَّه أثر الضرب في الحجر به .
13. (752)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki.: "Hz. Musâ (aleyhi'sselâm) son derece haya sahibi ve sıkı örtünen birisi idi. İstihyası (haya duygusunun fazlalığı) sebebiyle bedeninden hiçbir yer görülmezdi. Benî İsrâil'den bazıları ona eziyette bulundu. (Şöyle ki: Bir gün aralarında): "Onun bu şekilde sıkı giyinmesine bedenindeki bir kusur sebep olmasın? Muhakkak ki o, ya abraştır, ya da debbelidir (hayasında şişme vardır) veya bir başka âfete maruzdur" diye dedikodu yaptılar.
Cenâb-ı HAKk Hz. Musâ'yı bu dedikodularından tebrie etmek diledi.
Yine bir gün Hz. Musâ (aleyhi'sselâm) bir tenhada, elbiselerini bir taş üzerine bırakıp tek başına suya girmiş yıkanıyordu. Yıkanması tamam olunca, giyinmek üzere çamaşırlarına doğru yürüdü.Tam bu sırada, üzerinde giyecekler olduğu halde taş yuvarlanmaya başladı. Hz. Musâ (aleyhi'sselâm) değneğini eline alıp taşı yakalamaya çalıştı. Bu sırada "Elbisem ey kaya! Elbisem ey kaya!" diye de bağırıyordu. (Taşın peşinden koşarken) Benî İsrâil'den bir cemaatın yanına kadar vardı. Hz. Musâ'yı çıplak vaziyette gördüler, yaratılışca herkesten güzel (ve kusursuz) ve dedikodulardan beri idi. Kaya durdu. Hz. Musâ (aleyhi'sselâm) çamaşırını alıp giydi. Sopasıyla taşa vurmaya başladı.
(Ebu Hüreyre der ki).: "ALLAH'a kasem olsun, o taşta sopa darbeleri sebebiyle üç veya dört tane bere izi var." Şu âyet bu hâdiseye işaret etmektedir: "Ey iman edenler, siz de Musâ'yı incitenler gibi olmayın. Nihâyet ALLAH onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, ALLAH indinde yüzü (itibarlı bir zât) idi" (Ahzâb 33/69). (Buhârî, Gusl 20, Enbiya 27, Tefsir, Ahzâb 11, Müslim, Hayz 75 (339), Fezâil, 55 (339); Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3219).)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ آذَوْا مُوسَى فَبَرَّأَهُ اللَّهُ مِمَّا قَالُوا وَكَانَ عِندَ اللَّهِ وَجِيهًا
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tekûnû kellezîne âzev mûsâ fe berreehullâhu mimmâ kâlû, ve kâne indallâhi vecîhâ(vecîhen).: Ey iman edenler! Musa (A.S)'a eziyet edenler gibi olmayın! Ve ALLAH, onu (Musa (A.S)'ı), onların söyledikleri şeylerden berî kıldı (temize çıkardı). Ve o, ALLAH'ın katında vecihti (yüzü aktı, şerefliydi).” (Ahzâb 33/69)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
SEBE’ SÛRESİ FAZİLETi..
Ferve ibn Müseyk el-Murâdî (el-Ğutayfî).: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e geldim ve.: “Yâ Resûlullah, Kavmimden benimle gelenlerle (iman edenlerle) birlikte onlardan geride kalan (veya dinden dönen)lerle savaşayım mı?” diye sordum. Onlarla savaşmama izin verdi ve kavmimden müslüman olanlar üzerine beni emir tâyin etti. Ben O’nun yanından çıktıktan sonra beni sormuş ve “Gutayfî ne yaptı?” demiş. Kendisine benim yürüdüğüm, yani Medine’den ayrıldığımı haber verilmiş. Peşimden birisini gönderip beni çağırttı, geri geldim, ashabından bazıları ile birlikte oturuyordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bana.:
“Kavmi(nden geride kalanları) İslâm’a davet et; onlardan her kim müslüman olursa müslümanlıklarını kabul et. Müslüman olmıyanlar hakkında da sana bir kötülük yapmadıkça acele etme.” buyurdu ve bu konuda Sebe’ Sûresinden nâzil olan âyetler nâzil oldu.”
(Suyûtî, Lübâbu’n-Nukul. 11,84. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/741. İmam Celaleddin es-Suyutî, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/552. Vehbe Zuhaylî, et-Tefsirü’l-Münir, Risâle Yayınları: 11/456.)
لَقَدْ كَانَ لِسَبَإٍ فِي مَسْكَنِهِمْ آيَةٌ جَنَّتَانِ عَن يَمِينٍ وَشِمَالٍ كُلُوا مِن رِّزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ
“Lekad kâne li sebein fî meskenihim âyeh (âyetun), cennetâni an yemînin ve şimâl (şimâlin), kulû min rızkı rabbikum veşkurû leh (lehu), beldetun tayyibetun ve rabbun gafur (gafûrun).: Andolsun ki Sebe (halkı) için meskûn oldukları yerlerde, sağda ve soldaki iki bahçe âyettir (ibrettir). RABBinizin Rızkından yeyin ve O'na şükredin! (O), güzel bir belde. Ve (ALLAH), mağfiret eden bir RABB.” (Ahzâb 33/15)
ـ1ـ عن فروة بن مسيك المرادى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )قُلْتُ. يَارَسُولَ اللّهِ أَ أُقَاتِلُ مَنْ أدْبَرَ مِنْ قَوْمِى بِمَنْ أقْبلَ مِنْهُمْ؟ فأذِنَ لِى في قِتَالِهِمْ وَأمَّرَنِى فَلَمَّا خَرَجْتُ سَألَ عَنِّى مَا فَعَلَ الغُطَيْفِىُّ؟
فأخْبِرَ أنِّى قَدْ سِرْتُ فأرْسَلَ في أثَرِى فَرَدَّنِى. فقَالَ: ادْعُ الْقَوْمَ، فَمَنْ أسْلَمَ مِنْهُمْ فَاقْبَلَ مِنْهُ، وَمَنْ لَمْ يُسْلِمْ فََ تَعْجَلْ عَلَيْهِ حتَّى أُحْدِثَ إلَيْكَ، قَالَ: وَأنْزَلَ في سَبأٍ مَا أنزلَ. فَقَالَ رَجُلٌ يَا رسُولَ اللّهِ! وَمَا سَبَأٌ؛ أأرْضٌ أوِ امْرأةٌ؟ قالَ: لَيْسَ بِأرْضٍ وََ بِامْرأةٍ، وَلَكِنَّهُ رَجُلٌ وَلَدَ عَشْرَةً مِنْ الْعَرَبِ. فَتَيَامَنَ مِنْهُمْ سِتَّةٌ وَتَشَاءَمَ أرْبَعَةٌ. فَأمَّا الَّذِىنَ تَشَاءَمُوا: فَلَخْمٌ، وَجُذَامٌ، وَغَسَّانُ، وَعَامِلَةٌ. وَأمَّا الَّذِينَ تَيَامَنُوا: فَا‘زْدُ، وَا‘شْعَرِيُّونَ، وَحِمْيرُ وَكِنْدَةُ، وَمُذْحِجُ، وأنْمَارٌ. فقَالَ رَجُلٌ: وَمَا أنْمَارٌ قالَ: الَّذِينَ مِنْهُمْ خَثَعَمُ وَبَجِيلَةُ(. أخرجه أبو داود والترمذى .
SEBE’.: (Sebâ) Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'ın mu’cizesi sonunda imana gelen ve onunla evlenen Belkıs'ın Yemen'de hükmü altında bulundurduğu mâmur şehrinin ismi. *
1. (753)-Ferve İbnu Müseyk (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e bir gün.:
"- Ey ALLAH'ın Resulü, kavmimden yüz çevirenlere karşı, İslâm'ı benimseyenlerle bir olup mücadele edeyim mi?" diye sordum. Onlarla savaşma hususunda bana izin verdi ve beni emir tayin etti. Ben (Medine'den) ayrılınca:
"- Gutayfî ne yaptı?" diye benden sormuş. Kendisine, gittiğim söylenince hemen peşimden birisini göndererek beni geri çağırdı ve şu tâlimatı verdi.:
"- Kavmini İslâm'a dâvet et. Onlardan İslâm'a gelenlerin Müslümanlığını kabul et. Kabul etmeyenler için savaşmakta acele etme, ben sana yeni bir emir gönderinceye kadar bekle."
Der ki.: “Sebe Kavmi hakkındaki âyetler nâzil olmuştu. Bir adam sordu:
"- Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem , Sebe’ de ne? Bir yer veya bir kadın mıdır?"
"- Ne bir yer, ne de bir kadın değildir. Bilâkis bir erkektir. On çocuklu bir Arap. Bu çocuklardan altısı Yemen cihetine gidip yerleşti, dördü de Şam Cihetine gidip yerleşti. Şam Tarafına gidenler Lahm, Cüzâm, Gassân ve Âmile Kabilelerini ortaya çıkardilâr. Yemen tarafına gidenler ise Ezd, Es'ariyyun, Hımyer, Kinde, Müzhic ve Enmâr Halkını meydana getirdiler."
Bir adam:
"- Enmâr da ne?" diye sordu.
"- Enmâr, dedi, Has'am ve Becîle Kabilelerinin mensub olduğu cemaattir."
(Ebu Dâvud, Huruf ve'l-Kırâ'ât 1, (3978); Tirmizî, Tefsir, Sebe, (3220).)
ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )إنَّ نَبِىَّ اللّهِ # قالَ: إذَا قَضَى اللّهُ تعالى ا‘مْرَ في السَّمَاءِ ضَرَبتِ المََئِكَةُ عَلَيْهِمُ السََّمُ بِأجْنِحَتِهَا خُضْعَاناً لقولِهِ كأنَّهُ سِلْسِلَةٌ عَلَى صَفْوَانٍ فإذا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ؟ قَالُوا لِلَّذِى قَالَ الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِىُّ الْكَبِيرُ فَيَسْمَعُهَا مُسْتَرِقُ السَّمْعِ، وَمُسْتَرِقُوا السَّمْعِ هكذَا بَعْضُهُ فَوْقَ بَعْضٍ، وَوَصَفَ سُفْيَانُ بِكَفِّهِ فَخَرَّقَهَا وَبَدَّدَ بَيْنَ أصَابِعِهِ فَيَسْمَعُ الْكَلِمَةَ فَيُلْقِيهَا إلى مَنْ تَحْتَهُ حَتَّى يُلْقِيهَا عَلى لِسَانِ السَّاحِرِ أوِ الْكَاهِنِ فَرُبَّمَا اَدْرَكَهُ الشِّهَابُ قَبْلَ اَنْ يُلْقِىهَا، وَرُبَّمَا ألْقَاهَا قَبْلَ أنْ يُدْرِكَهُ. فَيَكْذِبُ مَعَهَا مِائَةَ كَذْبَةٍ. فَيُقَالُ ألَيْسَ قَدْ قَالَ لَنَا يَوْمَ كَذَا وَكَذَا وَكذَا وَكذَا؟ فيُصَدَّقُ بِتِلْكَ الْكََلِمَةِ الَّتِى سُمِعَتْ مِنَ السَّمَاءِ(. أخرجه البخارى والترمذى .
1. (754)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki.:
"ALLAHu TeALÂ Hazretleri semâda bir işin yapılmasına hükmetti mi, RABB-i TeALÂ'nın sözüne ihtiramla, melâike (aleyhimüsselâm) korku ile kanatlarını birbirine vururlar. RABB TeALÂ'nın işitilen sözü düz bir kaya üzerinde (hareket eden) zincirin sesi gibidir. Meleklerin kalblerinden korku açılınca (Cebrâil ve Mikail gibi Mukarreb Meleklere):
"- RABBiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. Onlar da:
"- ALLAH TeALÂ Hazretleri hakkı söylemiştir. Zaten O, yüce ve uludur" derler. O'nun sözünü, kulak kabartan (şeytanlar gizlice) işitir. Kulak hırsızı şeytanlar (yerden göğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış bulunur. - Süfyan (İbnu Uyeyne) eliyle târif etti: Parmaklarını önce (üst üste) dizdi, sonra açtı- (En üstteki, ilâhî kelâmı işitir ve alttakine verir, o da kendi altındakine verir. Böylece gele gele sihirbaz ve kahinlerin diline kadar ulaşır. Bazan kelimeyi aşağıdakine vermeden önce bir şahap, şeytana ulaşır. Bazan şahap kendisine isabet etmezden önce kelimeyi aşağısındakine vermiş olur. (Sihirbaz ve kâhinler kendilerine bu şekilde ulaşan hırsızlama habere) yüz kadar da kendileri ilâve ederek yalanlar düzerler.
Emr-i İlâhî yeryüzünde tahakkuk edince halk kendi arasında: "Bu işin olacağı bize daha önce falan falan günlerde haber verilmemiş miydi?" derler. Böylece, semâda (kulak hırsızlığı yoluyla) işitilmiş olan haber böylece tasdik edilir."
(Buharî, Tefsir, Sebe 1, Hicr 1; Tirmizî, Tefsir, Sebe, (3221).)
وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
“Ve lâ tenfeuş şefâatu indehû illâ li men ezine leh (lehu), hattâ izâ fuzzia an kulûbihim kâlû mâzâ kâle rabbukum, kâlûl’- hakk (hakka), ve huvel’- aliyyul’- kebîr (kebîru).: Ve O'nun huzurunda, kendisine izin verdiği kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez. Onların kalblerinden korku giderilince: "RABBiniz ne buyurdu?" dediler. (Onlar da) "Hakkı buyurdu." dediler. Ve O; ÂLİ'dir (çok yüce), KEBîR'dir (çok büyük).” (Ahzâb 33/23)
ـ3ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )إذَا تَكَلَّمَ اللّهُ تعالى بِالْوَحْى سَمِعَ أهلُ السَّمَاءِ صَلْصَلَةً كَجَرِّ السِّلْسِلَةِ عَلَى الصَّفَا فَيَصْعَقُونَ فََ يزَالُونَ كَذَلِكَ حَتَّى يَأتِىَهُمْ جِبرِيلُ علَيْهِ السَّمُ؛ فإذَا جَاءَ فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ فَيَقُولُونَ يَاجِبْرِيلُ مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ؟ فَيَقُولُ: الحقُّ فَيَقُولونَ الحقَّ الحقَّ(، أخرجه أبو داود .
1. (755)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor.: "ALLAHu zü’L-CELÂL Hazretleri vahiy sûretiyle konuştuğu zaman semâ ehli bir ses işitir ki bu, demir bir zincirin düz bir kaya üzerinde hareket etmesiyle çıkan çıngırak sesine benzer. Sema Ehli bu sesi duyunca korku ve haşyetten bayılırlar. Cibril (aleyhi'sselâm) kendilerine gelinceye kadar bu halde devam ederler. O gelince korku, kalblerinden açılır. Hemen: "Ey Cibril, RABBiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. O: "Hakkı söyledi" der. Sema Ehli hep bir ağızdan: "el-Hak, el-Hak" diye söyleşirler.
(Ebu Dâvud, Sünnet 22, (4738).)
وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
“Ve lâ tenfeuş şefâatu indehû illâ li men ezine leh (lehu), hattâ izâ fuzzia an kulûbihim kâlû mâzâ kâle rabbukum, kâlûl’- hakk (hakka), ve huvel’- aliyyul’- kebîr (kebîru).: Ve O'nun huzurunda, kendisine izin verdiği kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez. Onların kallerinden korku giderilince: "RABBiniz ne buyurdu?" dediler. (Onlar da) "Hakkı buyurdu." dediler. Ve O; Âli'dir (çok yüce), Kebir'dir (çok büyük).” (Ahzâb 33/23)
Ferve ibn Müseyk el-Murâdî (el-Ğutayfî).: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e geldim ve.: “Yâ Resûlullah, Kavmimden benimle gelenlerle (iman edenlerle) birlikte onlardan geride kalan (veya dinden dönen)lerle savaşayım mı?” diye sordum. Onlarla savaşmama izin verdi ve kavmimden müslüman olanlar üzerine beni emir tâyin etti. Ben O’nun yanından çıktıktan sonra beni sormuş ve “Gutayfî ne yaptı?” demiş. Kendisine benim yürüdüğüm, yani Medine’den ayrıldığımı haber verilmiş. Peşimden birisini gönderip beni çağırttı, geri geldim, ashabından bazıları ile birlikte oturuyordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bana.:
“Kavmi(nden geride kalanları) İslâm’a davet et; onlardan her kim müslüman olursa müslümanlıklarını kabul et. Müslüman olmıyanlar hakkında da sana bir kötülük yapmadıkça acele etme.” buyurdu ve bu konuda Sebe’ Sûresinden nâzil olan âyetler nâzil oldu.”
(Suyûtî, Lübâbu’n-Nukul. 11,84. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/741. İmam Celaleddin es-Suyutî, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/552. Vehbe Zuhaylî, et-Tefsirü’l-Münir, Risâle Yayınları: 11/456.)
لَقَدْ كَانَ لِسَبَإٍ فِي مَسْكَنِهِمْ آيَةٌ جَنَّتَانِ عَن يَمِينٍ وَشِمَالٍ كُلُوا مِن رِّزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ
“Lekad kâne li sebein fî meskenihim âyeh (âyetun), cennetâni an yemînin ve şimâl (şimâlin), kulû min rızkı rabbikum veşkurû leh (lehu), beldetun tayyibetun ve rabbun gafur (gafûrun).: Andolsun ki Sebe (halkı) için meskûn oldukları yerlerde, sağda ve soldaki iki bahçe âyettir (ibrettir). RABBinizin Rızkından yeyin ve O'na şükredin! (O), güzel bir belde. Ve (ALLAH), mağfiret eden bir RABB.” (Ahzâb 33/15)
ـ1ـ عن فروة بن مسيك المرادى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )قُلْتُ. يَارَسُولَ اللّهِ أَ أُقَاتِلُ مَنْ أدْبَرَ مِنْ قَوْمِى بِمَنْ أقْبلَ مِنْهُمْ؟ فأذِنَ لِى في قِتَالِهِمْ وَأمَّرَنِى فَلَمَّا خَرَجْتُ سَألَ عَنِّى مَا فَعَلَ الغُطَيْفِىُّ؟
فأخْبِرَ أنِّى قَدْ سِرْتُ فأرْسَلَ في أثَرِى فَرَدَّنِى. فقَالَ: ادْعُ الْقَوْمَ، فَمَنْ أسْلَمَ مِنْهُمْ فَاقْبَلَ مِنْهُ، وَمَنْ لَمْ يُسْلِمْ فََ تَعْجَلْ عَلَيْهِ حتَّى أُحْدِثَ إلَيْكَ، قَالَ: وَأنْزَلَ في سَبأٍ مَا أنزلَ. فَقَالَ رَجُلٌ يَا رسُولَ اللّهِ! وَمَا سَبَأٌ؛ أأرْضٌ أوِ امْرأةٌ؟ قالَ: لَيْسَ بِأرْضٍ وََ بِامْرأةٍ، وَلَكِنَّهُ رَجُلٌ وَلَدَ عَشْرَةً مِنْ الْعَرَبِ. فَتَيَامَنَ مِنْهُمْ سِتَّةٌ وَتَشَاءَمَ أرْبَعَةٌ. فَأمَّا الَّذِىنَ تَشَاءَمُوا: فَلَخْمٌ، وَجُذَامٌ، وَغَسَّانُ، وَعَامِلَةٌ. وَأمَّا الَّذِينَ تَيَامَنُوا: فَا‘زْدُ، وَا‘شْعَرِيُّونَ، وَحِمْيرُ وَكِنْدَةُ، وَمُذْحِجُ، وأنْمَارٌ. فقَالَ رَجُلٌ: وَمَا أنْمَارٌ قالَ: الَّذِينَ مِنْهُمْ خَثَعَمُ وَبَجِيلَةُ(. أخرجه أبو داود والترمذى .
SEBE’.: (Sebâ) Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'ın mu’cizesi sonunda imana gelen ve onunla evlenen Belkıs'ın Yemen'de hükmü altında bulundurduğu mâmur şehrinin ismi. *
1. (753)-Ferve İbnu Müseyk (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e bir gün.:
"- Ey ALLAH'ın Resulü, kavmimden yüz çevirenlere karşı, İslâm'ı benimseyenlerle bir olup mücadele edeyim mi?" diye sordum. Onlarla savaşma hususunda bana izin verdi ve beni emir tayin etti. Ben (Medine'den) ayrılınca:
"- Gutayfî ne yaptı?" diye benden sormuş. Kendisine, gittiğim söylenince hemen peşimden birisini göndererek beni geri çağırdı ve şu tâlimatı verdi.:
"- Kavmini İslâm'a dâvet et. Onlardan İslâm'a gelenlerin Müslümanlığını kabul et. Kabul etmeyenler için savaşmakta acele etme, ben sana yeni bir emir gönderinceye kadar bekle."
Der ki.: “Sebe Kavmi hakkındaki âyetler nâzil olmuştu. Bir adam sordu:
"- Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem , Sebe’ de ne? Bir yer veya bir kadın mıdır?"
"- Ne bir yer, ne de bir kadın değildir. Bilâkis bir erkektir. On çocuklu bir Arap. Bu çocuklardan altısı Yemen cihetine gidip yerleşti, dördü de Şam Cihetine gidip yerleşti. Şam Tarafına gidenler Lahm, Cüzâm, Gassân ve Âmile Kabilelerini ortaya çıkardilâr. Yemen tarafına gidenler ise Ezd, Es'ariyyun, Hımyer, Kinde, Müzhic ve Enmâr Halkını meydana getirdiler."
Bir adam:
"- Enmâr da ne?" diye sordu.
"- Enmâr, dedi, Has'am ve Becîle Kabilelerinin mensub olduğu cemaattir."
(Ebu Dâvud, Huruf ve'l-Kırâ'ât 1, (3978); Tirmizî, Tefsir, Sebe, (3220).)
ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )إنَّ نَبِىَّ اللّهِ # قالَ: إذَا قَضَى اللّهُ تعالى ا‘مْرَ في السَّمَاءِ ضَرَبتِ المََئِكَةُ عَلَيْهِمُ السََّمُ بِأجْنِحَتِهَا خُضْعَاناً لقولِهِ كأنَّهُ سِلْسِلَةٌ عَلَى صَفْوَانٍ فإذا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ؟ قَالُوا لِلَّذِى قَالَ الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِىُّ الْكَبِيرُ فَيَسْمَعُهَا مُسْتَرِقُ السَّمْعِ، وَمُسْتَرِقُوا السَّمْعِ هكذَا بَعْضُهُ فَوْقَ بَعْضٍ، وَوَصَفَ سُفْيَانُ بِكَفِّهِ فَخَرَّقَهَا وَبَدَّدَ بَيْنَ أصَابِعِهِ فَيَسْمَعُ الْكَلِمَةَ فَيُلْقِيهَا إلى مَنْ تَحْتَهُ حَتَّى يُلْقِيهَا عَلى لِسَانِ السَّاحِرِ أوِ الْكَاهِنِ فَرُبَّمَا اَدْرَكَهُ الشِّهَابُ قَبْلَ اَنْ يُلْقِىهَا، وَرُبَّمَا ألْقَاهَا قَبْلَ أنْ يُدْرِكَهُ. فَيَكْذِبُ مَعَهَا مِائَةَ كَذْبَةٍ. فَيُقَالُ ألَيْسَ قَدْ قَالَ لَنَا يَوْمَ كَذَا وَكَذَا وَكذَا وَكذَا؟ فيُصَدَّقُ بِتِلْكَ الْكََلِمَةِ الَّتِى سُمِعَتْ مِنَ السَّمَاءِ(. أخرجه البخارى والترمذى .
1. (754)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki.:
"ALLAHu TeALÂ Hazretleri semâda bir işin yapılmasına hükmetti mi, RABB-i TeALÂ'nın sözüne ihtiramla, melâike (aleyhimüsselâm) korku ile kanatlarını birbirine vururlar. RABB TeALÂ'nın işitilen sözü düz bir kaya üzerinde (hareket eden) zincirin sesi gibidir. Meleklerin kalblerinden korku açılınca (Cebrâil ve Mikail gibi Mukarreb Meleklere):
"- RABBiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. Onlar da:
"- ALLAH TeALÂ Hazretleri hakkı söylemiştir. Zaten O, yüce ve uludur" derler. O'nun sözünü, kulak kabartan (şeytanlar gizlice) işitir. Kulak hırsızı şeytanlar (yerden göğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış bulunur. - Süfyan (İbnu Uyeyne) eliyle târif etti: Parmaklarını önce (üst üste) dizdi, sonra açtı- (En üstteki, ilâhî kelâmı işitir ve alttakine verir, o da kendi altındakine verir. Böylece gele gele sihirbaz ve kahinlerin diline kadar ulaşır. Bazan kelimeyi aşağıdakine vermeden önce bir şahap, şeytana ulaşır. Bazan şahap kendisine isabet etmezden önce kelimeyi aşağısındakine vermiş olur. (Sihirbaz ve kâhinler kendilerine bu şekilde ulaşan hırsızlama habere) yüz kadar da kendileri ilâve ederek yalanlar düzerler.
Emr-i İlâhî yeryüzünde tahakkuk edince halk kendi arasında: "Bu işin olacağı bize daha önce falan falan günlerde haber verilmemiş miydi?" derler. Böylece, semâda (kulak hırsızlığı yoluyla) işitilmiş olan haber böylece tasdik edilir."
(Buharî, Tefsir, Sebe 1, Hicr 1; Tirmizî, Tefsir, Sebe, (3221).)
وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
“Ve lâ tenfeuş şefâatu indehû illâ li men ezine leh (lehu), hattâ izâ fuzzia an kulûbihim kâlû mâzâ kâle rabbukum, kâlûl’- hakk (hakka), ve huvel’- aliyyul’- kebîr (kebîru).: Ve O'nun huzurunda, kendisine izin verdiği kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez. Onların kalblerinden korku giderilince: "RABBiniz ne buyurdu?" dediler. (Onlar da) "Hakkı buyurdu." dediler. Ve O; ÂLİ'dir (çok yüce), KEBîR'dir (çok büyük).” (Ahzâb 33/23)
ـ3ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )إذَا تَكَلَّمَ اللّهُ تعالى بِالْوَحْى سَمِعَ أهلُ السَّمَاءِ صَلْصَلَةً كَجَرِّ السِّلْسِلَةِ عَلَى الصَّفَا فَيَصْعَقُونَ فََ يزَالُونَ كَذَلِكَ حَتَّى يَأتِىَهُمْ جِبرِيلُ علَيْهِ السَّمُ؛ فإذَا جَاءَ فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ فَيَقُولُونَ يَاجِبْرِيلُ مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ؟ فَيَقُولُ: الحقُّ فَيَقُولونَ الحقَّ الحقَّ(، أخرجه أبو داود .
1. (755)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor.: "ALLAHu zü’L-CELÂL Hazretleri vahiy sûretiyle konuştuğu zaman semâ ehli bir ses işitir ki bu, demir bir zincirin düz bir kaya üzerinde hareket etmesiyle çıkan çıngırak sesine benzer. Sema Ehli bu sesi duyunca korku ve haşyetten bayılırlar. Cibril (aleyhi'sselâm) kendilerine gelinceye kadar bu halde devam ederler. O gelince korku, kalblerinden açılır. Hemen: "Ey Cibril, RABBiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. O: "Hakkı söyledi" der. Sema Ehli hep bir ağızdan: "el-Hak, el-Hak" diye söyleşirler.
(Ebu Dâvud, Sünnet 22, (4738).)
وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
“Ve lâ tenfeuş şefâatu indehû illâ li men ezine leh (lehu), hattâ izâ fuzzia an kulûbihim kâlû mâzâ kâle rabbukum, kâlûl’- hakk (hakka), ve huvel’- aliyyul’- kebîr (kebîru).: Ve O'nun huzurunda, kendisine izin verdiği kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez. Onların kallerinden korku giderilince: "RABBiniz ne buyurdu?" dediler. (Onlar da) "Hakkı buyurdu." dediler. Ve O; Âli'dir (çok yüce), Kebir'dir (çok büyük).” (Ahzâb 33/23)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
FÂTIR SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ عن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. )أنَّ النَّبىَّ # قالَ في هذِهِ اŒية: ثُمَّ أوْرثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِهِ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْراتِ بِإذْنِ اللّهِ، قالَ: هؤُŒءِ كُلُّهُمْ بِمَنْزِلَةٍ وَاحِدَةٍ، وَكُلُّهُمْ في الْجَنَّةِ(. أخرجه الترمذى .
1. (756)- Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, "Sonra biz o kitabı kullarımızdan (beğenip) seçtiklerimize miras bıraktık. İşte onlardan kimi nefsine zulmedendir. Onların bâzısı mutedildir, onlardan bir kısmı da ALLAH'ın izniyle hayrat (ve hasenât yarışların)da öncü ol(up kazan)andır...!" (Fâtır 35/32) âyeti hakkında şunu söyledi.: "Bunların hepsi aynı makamdadır, hepsi de cennettedir."
(Tirmizî, Tefsir, Melâike (Fâtır), (3223).)
ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ وَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ
“Summe evresnel’- kitâbellezînastafeynâ min ibâdinâ, fe minhum zâlimun li nefsih (nefsihî), ve minhum muktesid (muktesidun), ve minhum sâbikun bil’- hayrâti bi iznillâh (iznillâhi), zâlike huvel’- fadlul’- kebîr (kebîru).: Sonra kullarımızdan seçtiklerimizi kitaba varis kıldık. Böylece onlardan bir kısmı nefsine zulmedicidir, onlardan bir kısmı muktesittir. Onlardan bir kısmı da ALLAH'ın İzniyle hayırlarda yarışanlardır. İşte o ki o, büyük fazldır.” (Fâtır 35/32)
ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قوله تعالى: )وَجَاءَكُمُ النَّذِيرُ. قالَ: هُوَ رسُولُ اللّه # باِلْقرآنِ(. أخرجه رزين
2. (757)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "Onlar orada şöyle bağrışırlar: "RABBimiz, bizi çıkar, yapmış olduğumuzdan bambaşka iyi amel (ve hareketler)de bulunacağız." Size, iyice düşünecek kimsenin düşünebileceği, öğüt kabul edilebileceği kadar ömür vermedik mi? Size (azâb ile) korkutan da gelmişti. Şimdi tadın (o azâbı)! Artık zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur" (Fâtır 35/37) âyetinde geçen "korkutan da gelmişti" ibâresinde kastedilen şeyin Kur’ÂN'la gelmiş olan MuhaMMed (aleyhissalâtu vesselâm) olduğunu söyledi."
(Rezin ilâvesidir, kaynağı bulunamamıştır.)
وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ
“Ve hum yastarihûne fîhâ, rabbenâ ahricnâ na’mel’- sâlihan gayrellezî kunnâ na’mel(na’melu), e ve lem nuammirkum mâ yetezekkeru fîhi men tezekkere ve câekumun nezîr (nezîru), fe zûkû fe mâ liz zâlimîne min nasîr (nasîrin).: Ve onlar, orada feryat ederler: “RABBimiz bizi (buradan) çıkar, yapmış olduklarımızdan başka (amel) sâlih amel yapalım.” Size orada (dünyada), tezekkür etmek isteyen kimsenin, tezekkür etmesine yetecek kadar bir ömür vermedik mi? Size nezir gelmedi mi? O halde (azabı) tadın. Artık zâlimler için bir yardımcı yoktur.” (Fâtır 35/37)
ـ1ـ عن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. )أنَّ النَّبىَّ # قالَ في هذِهِ اŒية: ثُمَّ أوْرثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِهِ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْراتِ بِإذْنِ اللّهِ، قالَ: هؤُŒءِ كُلُّهُمْ بِمَنْزِلَةٍ وَاحِدَةٍ، وَكُلُّهُمْ في الْجَنَّةِ(. أخرجه الترمذى .
1. (756)- Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, "Sonra biz o kitabı kullarımızdan (beğenip) seçtiklerimize miras bıraktık. İşte onlardan kimi nefsine zulmedendir. Onların bâzısı mutedildir, onlardan bir kısmı da ALLAH'ın izniyle hayrat (ve hasenât yarışların)da öncü ol(up kazan)andır...!" (Fâtır 35/32) âyeti hakkında şunu söyledi.: "Bunların hepsi aynı makamdadır, hepsi de cennettedir."
(Tirmizî, Tefsir, Melâike (Fâtır), (3223).)
ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ وَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ
“Summe evresnel’- kitâbellezînastafeynâ min ibâdinâ, fe minhum zâlimun li nefsih (nefsihî), ve minhum muktesid (muktesidun), ve minhum sâbikun bil’- hayrâti bi iznillâh (iznillâhi), zâlike huvel’- fadlul’- kebîr (kebîru).: Sonra kullarımızdan seçtiklerimizi kitaba varis kıldık. Böylece onlardan bir kısmı nefsine zulmedicidir, onlardan bir kısmı muktesittir. Onlardan bir kısmı da ALLAH'ın İzniyle hayırlarda yarışanlardır. İşte o ki o, büyük fazldır.” (Fâtır 35/32)
ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قوله تعالى: )وَجَاءَكُمُ النَّذِيرُ. قالَ: هُوَ رسُولُ اللّه # باِلْقرآنِ(. أخرجه رزين
2. (757)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "Onlar orada şöyle bağrışırlar: "RABBimiz, bizi çıkar, yapmış olduğumuzdan bambaşka iyi amel (ve hareketler)de bulunacağız." Size, iyice düşünecek kimsenin düşünebileceği, öğüt kabul edilebileceği kadar ömür vermedik mi? Size (azâb ile) korkutan da gelmişti. Şimdi tadın (o azâbı)! Artık zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur" (Fâtır 35/37) âyetinde geçen "korkutan da gelmişti" ibâresinde kastedilen şeyin Kur’ÂN'la gelmiş olan MuhaMMed (aleyhissalâtu vesselâm) olduğunu söyledi."
(Rezin ilâvesidir, kaynağı bulunamamıştır.)
وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ
“Ve hum yastarihûne fîhâ, rabbenâ ahricnâ na’mel’- sâlihan gayrellezî kunnâ na’mel(na’melu), e ve lem nuammirkum mâ yetezekkeru fîhi men tezekkere ve câekumun nezîr (nezîru), fe zûkû fe mâ liz zâlimîne min nasîr (nasîrin).: Ve onlar, orada feryat ederler: “RABBimiz bizi (buradan) çıkar, yapmış olduklarımızdan başka (amel) sâlih amel yapalım.” Size orada (dünyada), tezekkür etmek isteyen kimsenin, tezekkür etmesine yetecek kadar bir ömür vermedik mi? Size nezir gelmedi mi? O halde (azabı) tadın. Artık zâlimler için bir yardımcı yoktur.” (Fâtır 35/37)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
YÂ-SÎN SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ عن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. )أنَّ رسولَ اللّه # قالَ: لِكُلِّ شئٍ قَلْبٌ وَقَلْبُ الْقُرآنِ يس؛ وَمَنْ قَرَأهَا كَتَبَ اللّهُ تعالى لَهُ بِقرَاءَتِهَا قِرَاءَة الْقُرآنِ عَشْرَ مَرَّاتٍ دُونَ يس(. أخرجه الترمذى .
1. (758)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki.: "Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’ÂN'ın kalbi de Yâ-Sîn'dir. Kim bu Sûreyi okursa, Cenâb-ı HAKk, bu okuması sebebiyle kendisine, Kur’ÂN-ı Kerim'i -Yâ-Sîn hariç- on kere okumuş sevabını verir." (Tirmizî, Sevâbu'l-Kur’ÂN 7, (2889).)
ـ2ـ وعن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )كَانَتْ بَنُوا سَلَمةَ في ناحيَةِ الْمَدِينَةِ فَأرَادُوا النُّقْلَةَ إلى قُرْبِ الْمَسْجِدِ فَنَزَلتْ هذِهِ اŒيةُ: إنَّا نَحْنُ نُحْىىِ الْمَوْتَى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ. فَقَالَ رسولُ اللّه #: إنَّ آثَارَكُمْ تُكْتَبُ. فَلَمْ يَنْتَقِلُوا(. أخرجه الترمذى .
2. (759)- Ebu Saîdi'l-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor.: Benî Seleme, Medine'nin uzakça bir kenarında meskûn idi. Mescid-i Nebevi'nin yakınlarına taşınmak istediler. Bunun üzerine şu meâldeki âyet indi.: "Şüphesiz ölüleri dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazan biziz. Herşeyi apaçık bir kitapta saymışızdır" (Yâ-Sîn 36/11).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ayak izleriniz (sevap olarak) yazılıyor" dedi. Yerlerinde kaldılar." (Tirmizî, Tefsir, Yâ-Sin, (3224).)
إِنَّمَا تُنذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ
“İnnemâ tunziru menittebea’z- zikre ve haşiye’r- rahmâne bil’- gayb (gaybi), fe beşşirhu bi magfiretin ve ecrin kerîm (kerîmin).: Sen sadece zikre tâbî olanı ve gaybte Rahmân'a huşû duyanı uyarırsın. Öyleyse onu mağfiret ile (günahların sevaba çevrilmesiyle) ve "kerim ecir" ile müjdele.” (YÂ-SÎN 36/11)
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: )كانَ بِمَدِينَةِ أنْطَاكِيَّةَ فِرْعَوْنٌ مِنَ الْفَرَاعِنَةِ فَبَعَثَ اللّهُ
تعالى إلَيْهِمُ الْمُرْسَلِينَ، وَهُمْ ثََثَةٌ قَدَّمَ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَقَوَّاهُمْ بِثَالثٍ فَلَمَّا دَعَتْهُ الرُّسُلُ وَصَدَعَتْ بِالَّذِى أُمِرَتْ بِهِ وَعَابَتْ دِينَهُ. قَالَ لَهُمْ: إنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ؛ قَالُوا طَائِرُكُمْ مَعَكُمْ: أىْ مَصَائِبُكُمْ( .
3. (760)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Antakya Şehrinde Firavunlardan bir Firavun vardı. ALLAHu TeALÂ Hazretleri ora halkına elçiler gönderdi. Bunlar üç kişiydiler. İkisi önce geldi, bunları yalanladılar. ALLAH bunları bir üçüncüyle takviye etti. Elçiler, onları hakka çağırıp, emredilen şeyleri açıklayıp, dinlerinin bâtıl olduğunu söyledikleri vakit; peygamberlere.: "Biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık, vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlarız. Bizden size muhakkak acıklı bir işkence de dokunur" dediler. Peygamberler de.: "Sizin uğursuzluğunuz (musibetleriniz), dediler, kendi beraberinizdedir. Size nasihat edilirse mi? Hayır, siz haddi aşıp taşanlar gürûhusunuz..." (Yâ-Sîn 18-19).
(Rezîn ilâvesidir. Bu mânâda bir rivâyet Taberî Tefsiri'nde gelmiştir (22, 101).)
قَالُوا إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ لَئِن لَّمْ تَنتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ
قَالُوا طَائِرُكُمْ مَعَكُمْ أَئِن ذُكِّرْتُم بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ مُّسْرِفُونَ
“Kâlû innâ tetayyernâ bi kum, le in lem tentehû le nercumennekum ve le yemessennekum minnâ azâbun elîm (elîmun). Kâlû tâirikum meakum, e in zukkirtum, bel’- entum kavmun musrifûn (musrifûne).: "Muhakkak ki biz, sizinle uğursuzluğa uğradık. Eğer siz gerçekten vazgeçmezseniz (son vermezseniz), sizi mutlaka taşlayacağız. Ve mutlaka bizden size elîm bir azâb dokunacak." dediler. "Uğursuzluğunuz sizinle beraberdir (kendinizdendir). Size zikir hatırlatılınca mı (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır, siz müsrif (haddi aşan) bir kavimsiniz." dediler.” (Yâ-Sîn 36/18-19)
ـ4ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قوله تعالى: )وَجَاءَ مِنْ أقْصَى الْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَى إلى قولهِ: وَجَعَلَنِى مِنَ الْمُكْرَمِينَ. قَالَ: نَصحَ قَوْمَهُ حَيّاً وَمَيِّتاً(. أخرجه رزين .
4. (761)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "O şehrin en uç, (kenar)ından koşarak bir adam geldi.: "Ey kavmim, dedi, uyun o gönderilmiş olanlara; uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere. Onlar hidâyete ermiş (zâtlar)dır. Ben beni Yaratana neden kulluk etmiyecekmişim? Siz (hepiniz) ancak ona döndürü(lüp götürü)leceksiniz. Ben O'ndan başka tanrılar edinir miyim? Eğer O çok esirgeyici (ALLAH), bana bir zarar (yapmak) isterse onların (iddia ettiğiniz) şefaati bana hiçbir fâide vermez. Onlar beni asla kurtaramazlar. Şüphesiz ben o takdirde mutlak apaçık bir sapıklık içindeyim (demek)dir. Gerçek, ben RABBinize iman ettim. İşte bunu benden duyun. (Ona): Gir cennete, denildi. (O da): N'olurdu dedi, kavmim bilselerdi, RABBimin beni bağışladığını, beni (cennetle ikrâm) edilenlerden kıldığını" (Yâ-Sîn 36/20-27) meâlindeki âyetler hakkında şu açıklamada bulundu: "Bu zât hayatında da, ölümünde de kavmine nasihatta bulundu." (Rezin ilâvesidir, kaynağı bulunamamıştır.)
(Tebliğlerine karşılık) sizden ücret istemeyen (bu) kişilere tâbî olun. Ve onlar, mehdilerdir (hidayete ermiş ve hidayete erdirenlerdir).
Ve ben, niçin beni Yaratan'a kul olmayayım ki; siz, O'na döndürüleceksiniz.
Ben, O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân bana bir zarar dilerse, onların şefaati bana bir (şey) fayda vermez (sağlamaz). Ve onlar beni kurtaramazlar.
Eğer öyle olsaydı (putlara tapsaydım) muhakkak ki ben, mutlaka apaçık dalâlette olurdum.
Muhakkak ki ben, sizin RABBinize îmân ettim. Öyleyse beni işitin.
(Ona): "Cennete gir!" denildi. "Keşke kavmim bilseydi." dedi.
Bu sebeple, RABBimin bana mağfiret ettiğini ve ikram edilenlerden kıldığını (bilselerdi).” (Yâ-Sîn 36/20-27)
ـ5ـ وعن أبى ذرّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )كُنْتُ مَعَ النَّبىِّ # في الْمَسْجِدِ عِنْدَ غُرُوبِ الشَّمْسِ فَقَالَ: يَاأبَا ذَرٍّ أتَدْرِى أيْنَ تَذْهَبُ الشَّمْسُ؟ قُلْتُ: اللّهُ وَرَسُولُهُ أعْلَمُ، قَالَ: تَذْهَبُ تَسْجُدُ تَحْتَ الْعَرْشِ فَتَسْتَأذِنُ فَيُؤذنَ لَها، وَيُوشَكُ أنْ تَسْجُدَ فََ يُقْبَلُ مِنْهَا، وَتَسْتَأذِنُ فََ يُؤذن لَها فَيُقَالُ لَهَا، اِرْجِعِى مِنْ حَيْثُ جِئْتِ فَتَطْلُعُ مِنْ مَغْرِبِهَا. فذَلِكَ قَولُهُ تعالى: وَالشَّمْسُ تَجْرِى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا اŒية. قالَ: أتَدْرُونَ مَتَى ذلِكُمْ؟ ذلِكَ حِينَ َ يَنْفَعُ نَفْساً إيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ آمنتْ مِنْ قَبْلُ(. أخرجه الشيخان والترمذى .
5. (762)- Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte, mescidde idim, o sırada güneş batıyordu. Bana:
"- Ey Ebu Zerr, biliyor musun güneş nereye gidiyor?" diye sordu.
"- ALLAH ve Resûlü, daha iyi bilir" dedim.
"- Arşın altında secde etmeye gidiyor. (Secde için önce) izin ister. Kendisine izin verilir. Secde ettiği halde kendisinden bunun kabul edilmeyeceği zaman yakındır. O zaman izin ister fakat verilmez, kendisine.: "Geldiğin yere dön ve battığın yerden doğ!" denir. işte bunu şu âyet ifâde etmektedir: "Güneş de (ilâhî bir âyettir ki) müstekarrına (duracağı zamana) kadar cereyan etmektedir..." (Yâ-Sîn 36/38).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ilâve etti.:
"- Bu (durma hadisesi) ne zamandır, bilir misin? Bu, kişiye imânının fayda vermeyeceği, artık inançsız hâle geldiği zamandır."
(Buhârî, Tefsir, Yâsin 1, Bed'ü'lhalk 4, Tevhid 22, 23; Müslim, İmân 250 (159); Tirmizî, Tefsir, Yâsin, (3225).)
وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
“Ve’ş- şemsu tecrî li mustekarrin lehâ, zâlike takdîrul’- azîzil’- alîm (alîmi).: Ve Güneş, onun için istikrarlı kılınan (yörüngesinde) akar gider. İşte bu AZÎZ ve ALÎM olan (en iyi bilen) ALLAH'ın takdiridir.” (Yâ-Sîn 36/38)
ـ1ـ عن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. )أنَّ رسولَ اللّه # قالَ: لِكُلِّ شئٍ قَلْبٌ وَقَلْبُ الْقُرآنِ يس؛ وَمَنْ قَرَأهَا كَتَبَ اللّهُ تعالى لَهُ بِقرَاءَتِهَا قِرَاءَة الْقُرآنِ عَشْرَ مَرَّاتٍ دُونَ يس(. أخرجه الترمذى .
1. (758)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki.: "Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’ÂN'ın kalbi de Yâ-Sîn'dir. Kim bu Sûreyi okursa, Cenâb-ı HAKk, bu okuması sebebiyle kendisine, Kur’ÂN-ı Kerim'i -Yâ-Sîn hariç- on kere okumuş sevabını verir." (Tirmizî, Sevâbu'l-Kur’ÂN 7, (2889).)
ـ2ـ وعن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )كَانَتْ بَنُوا سَلَمةَ في ناحيَةِ الْمَدِينَةِ فَأرَادُوا النُّقْلَةَ إلى قُرْبِ الْمَسْجِدِ فَنَزَلتْ هذِهِ اŒيةُ: إنَّا نَحْنُ نُحْىىِ الْمَوْتَى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ. فَقَالَ رسولُ اللّه #: إنَّ آثَارَكُمْ تُكْتَبُ. فَلَمْ يَنْتَقِلُوا(. أخرجه الترمذى .
2. (759)- Ebu Saîdi'l-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor.: Benî Seleme, Medine'nin uzakça bir kenarında meskûn idi. Mescid-i Nebevi'nin yakınlarına taşınmak istediler. Bunun üzerine şu meâldeki âyet indi.: "Şüphesiz ölüleri dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazan biziz. Herşeyi apaçık bir kitapta saymışızdır" (Yâ-Sîn 36/11).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ayak izleriniz (sevap olarak) yazılıyor" dedi. Yerlerinde kaldılar." (Tirmizî, Tefsir, Yâ-Sin, (3224).)
إِنَّمَا تُنذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ
“İnnemâ tunziru menittebea’z- zikre ve haşiye’r- rahmâne bil’- gayb (gaybi), fe beşşirhu bi magfiretin ve ecrin kerîm (kerîmin).: Sen sadece zikre tâbî olanı ve gaybte Rahmân'a huşû duyanı uyarırsın. Öyleyse onu mağfiret ile (günahların sevaba çevrilmesiyle) ve "kerim ecir" ile müjdele.” (YÂ-SÎN 36/11)
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: )كانَ بِمَدِينَةِ أنْطَاكِيَّةَ فِرْعَوْنٌ مِنَ الْفَرَاعِنَةِ فَبَعَثَ اللّهُ
تعالى إلَيْهِمُ الْمُرْسَلِينَ، وَهُمْ ثََثَةٌ قَدَّمَ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَقَوَّاهُمْ بِثَالثٍ فَلَمَّا دَعَتْهُ الرُّسُلُ وَصَدَعَتْ بِالَّذِى أُمِرَتْ بِهِ وَعَابَتْ دِينَهُ. قَالَ لَهُمْ: إنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ؛ قَالُوا طَائِرُكُمْ مَعَكُمْ: أىْ مَصَائِبُكُمْ( .
3. (760)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Antakya Şehrinde Firavunlardan bir Firavun vardı. ALLAHu TeALÂ Hazretleri ora halkına elçiler gönderdi. Bunlar üç kişiydiler. İkisi önce geldi, bunları yalanladılar. ALLAH bunları bir üçüncüyle takviye etti. Elçiler, onları hakka çağırıp, emredilen şeyleri açıklayıp, dinlerinin bâtıl olduğunu söyledikleri vakit; peygamberlere.: "Biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık, vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlarız. Bizden size muhakkak acıklı bir işkence de dokunur" dediler. Peygamberler de.: "Sizin uğursuzluğunuz (musibetleriniz), dediler, kendi beraberinizdedir. Size nasihat edilirse mi? Hayır, siz haddi aşıp taşanlar gürûhusunuz..." (Yâ-Sîn 18-19).
(Rezîn ilâvesidir. Bu mânâda bir rivâyet Taberî Tefsiri'nde gelmiştir (22, 101).)
قَالُوا إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ لَئِن لَّمْ تَنتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ
قَالُوا طَائِرُكُمْ مَعَكُمْ أَئِن ذُكِّرْتُم بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ مُّسْرِفُونَ
“Kâlû innâ tetayyernâ bi kum, le in lem tentehû le nercumennekum ve le yemessennekum minnâ azâbun elîm (elîmun). Kâlû tâirikum meakum, e in zukkirtum, bel’- entum kavmun musrifûn (musrifûne).: "Muhakkak ki biz, sizinle uğursuzluğa uğradık. Eğer siz gerçekten vazgeçmezseniz (son vermezseniz), sizi mutlaka taşlayacağız. Ve mutlaka bizden size elîm bir azâb dokunacak." dediler. "Uğursuzluğunuz sizinle beraberdir (kendinizdendir). Size zikir hatırlatılınca mı (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır, siz müsrif (haddi aşan) bir kavimsiniz." dediler.” (Yâ-Sîn 36/18-19)
ـ4ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قوله تعالى: )وَجَاءَ مِنْ أقْصَى الْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَى إلى قولهِ: وَجَعَلَنِى مِنَ الْمُكْرَمِينَ. قَالَ: نَصحَ قَوْمَهُ حَيّاً وَمَيِّتاً(. أخرجه رزين .
4. (761)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "O şehrin en uç, (kenar)ından koşarak bir adam geldi.: "Ey kavmim, dedi, uyun o gönderilmiş olanlara; uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere. Onlar hidâyete ermiş (zâtlar)dır. Ben beni Yaratana neden kulluk etmiyecekmişim? Siz (hepiniz) ancak ona döndürü(lüp götürü)leceksiniz. Ben O'ndan başka tanrılar edinir miyim? Eğer O çok esirgeyici (ALLAH), bana bir zarar (yapmak) isterse onların (iddia ettiğiniz) şefaati bana hiçbir fâide vermez. Onlar beni asla kurtaramazlar. Şüphesiz ben o takdirde mutlak apaçık bir sapıklık içindeyim (demek)dir. Gerçek, ben RABBinize iman ettim. İşte bunu benden duyun. (Ona): Gir cennete, denildi. (O da): N'olurdu dedi, kavmim bilselerdi, RABBimin beni bağışladığını, beni (cennetle ikrâm) edilenlerden kıldığını" (Yâ-Sîn 36/20-27) meâlindeki âyetler hakkında şu açıklamada bulundu: "Bu zât hayatında da, ölümünde de kavmine nasihatta bulundu." (Rezin ilâvesidir, kaynağı bulunamamıştır.)
(Tebliğlerine karşılık) sizden ücret istemeyen (bu) kişilere tâbî olun. Ve onlar, mehdilerdir (hidayete ermiş ve hidayete erdirenlerdir).
Ve ben, niçin beni Yaratan'a kul olmayayım ki; siz, O'na döndürüleceksiniz.
Ben, O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân bana bir zarar dilerse, onların şefaati bana bir (şey) fayda vermez (sağlamaz). Ve onlar beni kurtaramazlar.
Eğer öyle olsaydı (putlara tapsaydım) muhakkak ki ben, mutlaka apaçık dalâlette olurdum.
Muhakkak ki ben, sizin RABBinize îmân ettim. Öyleyse beni işitin.
(Ona): "Cennete gir!" denildi. "Keşke kavmim bilseydi." dedi.
Bu sebeple, RABBimin bana mağfiret ettiğini ve ikram edilenlerden kıldığını (bilselerdi).” (Yâ-Sîn 36/20-27)
ـ5ـ وعن أبى ذرّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )كُنْتُ مَعَ النَّبىِّ # في الْمَسْجِدِ عِنْدَ غُرُوبِ الشَّمْسِ فَقَالَ: يَاأبَا ذَرٍّ أتَدْرِى أيْنَ تَذْهَبُ الشَّمْسُ؟ قُلْتُ: اللّهُ وَرَسُولُهُ أعْلَمُ، قَالَ: تَذْهَبُ تَسْجُدُ تَحْتَ الْعَرْشِ فَتَسْتَأذِنُ فَيُؤذنَ لَها، وَيُوشَكُ أنْ تَسْجُدَ فََ يُقْبَلُ مِنْهَا، وَتَسْتَأذِنُ فََ يُؤذن لَها فَيُقَالُ لَهَا، اِرْجِعِى مِنْ حَيْثُ جِئْتِ فَتَطْلُعُ مِنْ مَغْرِبِهَا. فذَلِكَ قَولُهُ تعالى: وَالشَّمْسُ تَجْرِى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا اŒية. قالَ: أتَدْرُونَ مَتَى ذلِكُمْ؟ ذلِكَ حِينَ َ يَنْفَعُ نَفْساً إيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ آمنتْ مِنْ قَبْلُ(. أخرجه الشيخان والترمذى .
5. (762)- Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte, mescidde idim, o sırada güneş batıyordu. Bana:
"- Ey Ebu Zerr, biliyor musun güneş nereye gidiyor?" diye sordu.
"- ALLAH ve Resûlü, daha iyi bilir" dedim.
"- Arşın altında secde etmeye gidiyor. (Secde için önce) izin ister. Kendisine izin verilir. Secde ettiği halde kendisinden bunun kabul edilmeyeceği zaman yakındır. O zaman izin ister fakat verilmez, kendisine.: "Geldiğin yere dön ve battığın yerden doğ!" denir. işte bunu şu âyet ifâde etmektedir: "Güneş de (ilâhî bir âyettir ki) müstekarrına (duracağı zamana) kadar cereyan etmektedir..." (Yâ-Sîn 36/38).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ilâve etti.:
"- Bu (durma hadisesi) ne zamandır, bilir misin? Bu, kişiye imânının fayda vermeyeceği, artık inançsız hâle geldiği zamandır."
(Buhârî, Tefsir, Yâsin 1, Bed'ü'lhalk 4, Tevhid 22, 23; Müslim, İmân 250 (159); Tirmizî, Tefsir, Yâsin, (3225).)
وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
“Ve’ş- şemsu tecrî li mustekarrin lehâ, zâlike takdîrul’- azîzil’- alîm (alîmi).: Ve Güneş, onun için istikrarlı kılınan (yörüngesinde) akar gider. İşte bu AZÎZ ve ALÎM olan (en iyi bilen) ALLAH'ın takdiridir.” (Yâ-Sîn 36/38)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
SÂFFÂT SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ عن سمرة بن جندب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قولهِ تعالى: )وََجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقِينَ. قَالَ #: حَامٌ، وَسَامٌ، وَيَافِثٌ. فَسَامٌ أبو الْعَرَبِ، وَحَامٌ أبُو الْحَبَش، وَيَافِثٌ أبُو الرُّومِ(. أخرجه الترمذى .
1. (763)- Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh), "(Nûh'un) Zürriyetini (yeryüzünde) devamlı kalanların ta kendileri kıldık" (Saffât 37/77) meâlindeki âyetle ilgili şu açıklamayı rivâyet etti.: "Bunlar Hâm, Sâm ve Rûm'un Atası Yâfes'dir." (Tirmizî, Tefsir, Saffat, (3228-3229).)
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمْ الْبَاقِينَ
“Ve cealnâ zurriyyetehu humul’- bâkîn(bâkîne).: Ve O'nun (Nuh A.S'ın) zürriyetini (kıyâmete kadar) bâki kalanlardan kıldık.” (Sâffât 37/77)
ـ2ـ وعن ابن عَبَّاسٍ وابنِ مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. )فِيمَا يُذْكَرُ عَنْهُمَا: أنَّ إلْيَاس هُوَ إدْرِيسُ، وَكانَ ابنُ مسْعُودٍ يقْرأُ سَمٌ عَلَى أدْرَاسِينَ(. أخرجه رزين .
2. (764)- İbnu Abbas ve İbnu Mes'ud (radıyallahu anhüm)'dan rivâyet edildiğine göre, bunlar, "İlyâs'ın İdris (aleyhi'sselâm) olduğunu" söylüyorlardı. İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), âyeti سَمٌ عَلَى اَدْرَاسينَ şeklinde okumuştur (Saffât 37/130). Rezin'in ilâvesidir. Ibnu Kesir bunu, Ibnu Ebî Hatim'in rivâyeti olarak kaydetmiştir (6, 33).
سَلَامٌ عَلَى إِلْ يَاسِينَ
“Selâmun alâ ilyâsîn(ilyâsîne).: İlyas (A.S)'a selâm olsun.” (Sâffât 37/130)
ـ3ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: )سَأَلْتُ النَّبىَّ # عَنْ قَوْلِهِ تعالى: وَأرْسَلْنَاهُ إلى مِائَةِ ألفٍ أوْ يَزِيدُونَ. قالَ يَزِيدُونَ عشْرِينَ ألْفاً(. أخرجه الترمذى .
3. (765)- Ubey İbnu Kâ'b (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e şu âyetten sordum.: "Onu (Yunus'u) yüz bin veya daha çok kişiye peygamber gönderdik." (Saffât 37/147). Bana: "Onlar yirmi bin fazlaydılar." diye cevap verdi." (Tirmizî, Tefsir, Saffât, (3227).)
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَى مِئَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ
“Ve erselnâhu ilâ mieti elfin ev yezîdûn(yezidûne).: Ve onu yüz bin veya daha fazla (kişiye), (resûl olarak) gönderdik.” (Sâffât 37/147)
ـ4ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. في قوْلهِ تعالى: )وَإنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ. قاَلَ: الْمََئِكَةُ تُصَفُّ عِنْدَ رَبِّّهَا تعالى بِالتَّسْبِيحِ(. أخرجه رزين .
4. (766)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), "Biziz o saf saf dizilenler, mutlak biz" (Saffât 37/165) meâlindeki âyetle ilgili olarak demiştir ki: "Melâike, Rablerinin yanında, tesbih ederken saf saf olurlar."
(Rezîn ilâvesidir. Bu mânâda bir rivâyet Taberî Tefsiri'nde gelmiştir (23, 67). Müslim'in bir rivâyeti de bu mânâyı te'yid eder (Mesâcid 4, (522).)
وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ
“Ve innâ le nahnus sâffûn(sâffûne).: Ve muhakkak ki biz, mutlaka (ALLAH'ın huzurunda) saf saf duranlarız.” (Sâffât 37/165)
ـ1ـ عن سمرة بن جندب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قولهِ تعالى: )وََجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقِينَ. قَالَ #: حَامٌ، وَسَامٌ، وَيَافِثٌ. فَسَامٌ أبو الْعَرَبِ، وَحَامٌ أبُو الْحَبَش، وَيَافِثٌ أبُو الرُّومِ(. أخرجه الترمذى .
1. (763)- Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh), "(Nûh'un) Zürriyetini (yeryüzünde) devamlı kalanların ta kendileri kıldık" (Saffât 37/77) meâlindeki âyetle ilgili şu açıklamayı rivâyet etti.: "Bunlar Hâm, Sâm ve Rûm'un Atası Yâfes'dir." (Tirmizî, Tefsir, Saffat, (3228-3229).)
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمْ الْبَاقِينَ
“Ve cealnâ zurriyyetehu humul’- bâkîn(bâkîne).: Ve O'nun (Nuh A.S'ın) zürriyetini (kıyâmete kadar) bâki kalanlardan kıldık.” (Sâffât 37/77)
ـ2ـ وعن ابن عَبَّاسٍ وابنِ مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. )فِيمَا يُذْكَرُ عَنْهُمَا: أنَّ إلْيَاس هُوَ إدْرِيسُ، وَكانَ ابنُ مسْعُودٍ يقْرأُ سَمٌ عَلَى أدْرَاسِينَ(. أخرجه رزين .
2. (764)- İbnu Abbas ve İbnu Mes'ud (radıyallahu anhüm)'dan rivâyet edildiğine göre, bunlar, "İlyâs'ın İdris (aleyhi'sselâm) olduğunu" söylüyorlardı. İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), âyeti سَمٌ عَلَى اَدْرَاسينَ şeklinde okumuştur (Saffât 37/130). Rezin'in ilâvesidir. Ibnu Kesir bunu, Ibnu Ebî Hatim'in rivâyeti olarak kaydetmiştir (6, 33).
سَلَامٌ عَلَى إِلْ يَاسِينَ
“Selâmun alâ ilyâsîn(ilyâsîne).: İlyas (A.S)'a selâm olsun.” (Sâffât 37/130)
ـ3ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: )سَأَلْتُ النَّبىَّ # عَنْ قَوْلِهِ تعالى: وَأرْسَلْنَاهُ إلى مِائَةِ ألفٍ أوْ يَزِيدُونَ. قالَ يَزِيدُونَ عشْرِينَ ألْفاً(. أخرجه الترمذى .
3. (765)- Ubey İbnu Kâ'b (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e şu âyetten sordum.: "Onu (Yunus'u) yüz bin veya daha çok kişiye peygamber gönderdik." (Saffât 37/147). Bana: "Onlar yirmi bin fazlaydılar." diye cevap verdi." (Tirmizî, Tefsir, Saffât, (3227).)
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَى مِئَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ
“Ve erselnâhu ilâ mieti elfin ev yezîdûn(yezidûne).: Ve onu yüz bin veya daha fazla (kişiye), (resûl olarak) gönderdik.” (Sâffât 37/147)
ـ4ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. في قوْلهِ تعالى: )وَإنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ. قاَلَ: الْمََئِكَةُ تُصَفُّ عِنْدَ رَبِّّهَا تعالى بِالتَّسْبِيحِ(. أخرجه رزين .
4. (766)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), "Biziz o saf saf dizilenler, mutlak biz" (Saffât 37/165) meâlindeki âyetle ilgili olarak demiştir ki: "Melâike, Rablerinin yanında, tesbih ederken saf saf olurlar."
(Rezîn ilâvesidir. Bu mânâda bir rivâyet Taberî Tefsiri'nde gelmiştir (23, 67). Müslim'in bir rivâyeti de bu mânâyı te'yid eder (Mesâcid 4, (522).)
وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ
“Ve innâ le nahnus sâffûn(sâffûne).: Ve muhakkak ki biz, mutlaka (ALLAH'ın huzurunda) saf saf duranlarız.” (Sâffât 37/165)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
SÂD SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ عن سمرة بن جندب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قولهِ تعالى: )وََجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقِينَ. قَالَ #: حَامٌ، وَسَامٌ، وَيَافِثٌ. فَسَامٌ أبو الْعَرَبِ، وَحَامٌ أبُو الْحَبَش، وَيَافِثٌ أبُو الرُّومِ(. أخرجه الترمذى .
1. (763)- Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh), "(Nûh'un) Zürriyetini (yeryüzünde) devamlı kalanların ta kendileri kıldık" (Saffât 37/77) meâlindeki âyetle ilgili şu açıklamayı rivâyet etti.: "Bunlar Hâm, Sâm ve Rûm'un Atası Yâfes'dir." (Tirmizî, Tefsir, Saffat, (3228-3229).)
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمْ الْبَاقِينَ
“Ve cealnâ zurriyyetehu humul’- bâkîn(bâkîne).: Ve O'nun (Nuh A.S'ın) zürriyetini (kıyâmete kadar) bâki kalanlardan kıldık.” (Sâffât 37/77)
ـ1ـ
ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: )مَرِضَ أبُوا طَالِبٍ فَجَاءَتْهُ قُرَيْشٌ وَجَاءَهُ النَّبىُّ #، وَعِنْدَ أبى طَالِبٍ مَجْلِسُ رَجُلٍ. فقَامَ أبُو جَهْلٍ كَىْ يَمْنَعَهُ مِنَ الجُلوسِ فيهِ. قالَ: وَشَكَوْهُ إلى أبى طَالِبٍ فقَالَ: يَا ابْنَ أخِى مَا تُرِيدُ مِنْ قَوْمِكَ؟ قَالَ: أرِيدُ مِنْهُمْ كَلِمَةً تَدِينُ لَهُمْ بِهَا الْعَرَبُ، وتُؤَدِّى إلَيْهِمْ الْْعَجَمُ بِهَا الْجِزْيَةَ. قَالَ: كَلِمَةٌ وَاحِدَةٌ؟ قَالَ: كَلِمَةٌ وَاحِدَةٌ يَا عَمِّ؛ قُولُوا: َ إلهَ إَّ اللّهُ. فقَالُوا إلهاً واحداً: مَا سَمِعْنَا بِهذَا في الْمِلَّةِ اŒخِرَةِ. إنْ هذَا إَّ اخْتَِقٌ. قالَ فَنَزَلَتْ: ص وَالْقُرآنِ ذِى الذِّكْرِ. إلى قَوْلِهِ: إنْ هَذَا إَّ اخْتَِقٌ)ـ1((. أخرجه الترمذى وصححه .
1. (767)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Ebû Tâlib hastalanınca Kureyş de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem da yanına geldiler. Ebu Tâlib'in yanında bir kişilik yer vardı. Ebu Cehil oraya Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in oturmasını önlemek için hemen kalktı. Kureyşliler Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'ı Ebû Tâlib'e şikâyet ettiler. Ebu Talib:
"- Ey kardeşimin oğlu! Kavminden ne istiyorsun?" dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem
"- Kendilerinden bir kelime istiyorum. Eğer söylerlerse, bütün Araplar o kelime sayesinde kendilerine uyacak bütün Acem o kelime sâyesinde cizye ödeyecek" dedi. Ebu Tâlib atılarak:
"- Yani tek bir kelime mi?" diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
"- Evet amcacığım tek bir kelime! Lâilâhe İllallah (ALLAH'tan başka ilâh yoktur!) diyecekler."
"- Tek ALLAH mı? Biz son dinde bunu işitmedik, bu bir uydurmadır!" dediler. Bunun üzerine şu âyetler indi:
"Sâd. O şanlı, şerefli Kur’ÂN'a yemin ederim ki, (gerçek), inkâr edenler(in iddia ettikleri gibi değildir). Bilâkis (onların dışı boş) bir onur, (içi ise tam) bir tefrika içindedir. Biz kendilerinden evvel nice ümmetleri helâk ettik. O zaman ne çığlıklar kopardılar. Halbuki (o vakit, azabtan kaçıp) kurtulma vakti değildi. O kâfirler içlerinden (kendilerinin başına çökecek) tehlikeleri bildiren (bir peygamber) geldiğine şaştılar. "Bu, dediler, bir büyücü, bir yalancıdır. O bütün tanrilârı bir tek Tanrı mı yapmış. Bu cidden acayip bir şey!" Onların elebaşlarından bir güruh (birbirine): "Yürüyün, mâbudlarınıza (ibadette) sebât edin. Şüphesiz ki, arzu edilecek olan budur" diyerek kalkıp gitmişti. Biz bunu diğer dinde işitmedik. Bu, uydurmadan başka bir şey değildir. O Kur’ÂN aranızdan ona mı indirilmiş?" dedi." (Sâd 38/1-8). (Tirmizî, Tefsir, Sa'd, (3230).)
ص وَالْقُرْآنِ ذِي الذِّكْرِ
بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ
كَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَبْلِهِم مِّن قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ حِينَ مَنَاصٍ
وَعَجِبُوا أَن جَاءهُم مُّنذِرٌ مِّنْهُمْ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هَذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌ
أَجَعَلَ الْآلِهَةَ إِلَهًا وَاحِدًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ
وَانطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ أَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلَى آلِهَتِكُمْ إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ يُرَادُ
مَا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي الْمِلَّةِ الْآخِرَةِ إِنْ هَذَا إِلَّا اخْتِلَاقٌ
أَأُنزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِن بَيْنِنَا بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّن ذِكْرِي بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِأَأُنزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِن بَيْنِنَا بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّن ذِكْرِي بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِ
“Sâd, zikrin sahibi Kur’ÂN'a andolsun. Hayır, kâfirler gurur ve ayrılık içindedirler. Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. O zaman feryat ettiler, fakat kurtuluş vakti geçmişti. Ve onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesi acayiplerine gitti (şaşırdılar). Ve kâfirler: "Bu çok yalancı bir büyücü." dediler. İlâhları bir tek ilâh mı kılıyor? Muhakkak ki bu, gerçekten acayip (şaşılacak) bir şey. Ve onlardan ileri gelenler: "Yürüyün! İlâhlarınıza karşı sabırlı (kararlı) olun. Muhakkak ki sizden istenen mutlaka budur." (diyerek) ayrıldılar. Biz, diğer dînler içinde bunun gibi (bu konuda) bir şey (bütün ilâhların tek bir ilâh olduğunu) işitmedik. Bu sadece bir iftiradır. Zikir, bizim aramızda ona mı indirildi? Hayır, onlar Benim Zikrim'den şüphe içindedirler. Hayır, onlar azabımı henüz tatmadılar.” (Sâd 38/1-8)
ـ1ـ عن سمرة بن جندب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قولهِ تعالى: )وََجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقِينَ. قَالَ #: حَامٌ، وَسَامٌ، وَيَافِثٌ. فَسَامٌ أبو الْعَرَبِ، وَحَامٌ أبُو الْحَبَش، وَيَافِثٌ أبُو الرُّومِ(. أخرجه الترمذى .
1. (763)- Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh), "(Nûh'un) Zürriyetini (yeryüzünde) devamlı kalanların ta kendileri kıldık" (Saffât 37/77) meâlindeki âyetle ilgili şu açıklamayı rivâyet etti.: "Bunlar Hâm, Sâm ve Rûm'un Atası Yâfes'dir." (Tirmizî, Tefsir, Saffat, (3228-3229).)
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمْ الْبَاقِينَ
“Ve cealnâ zurriyyetehu humul’- bâkîn(bâkîne).: Ve O'nun (Nuh A.S'ın) zürriyetini (kıyâmete kadar) bâki kalanlardan kıldık.” (Sâffât 37/77)
ـ1ـ
ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: )مَرِضَ أبُوا طَالِبٍ فَجَاءَتْهُ قُرَيْشٌ وَجَاءَهُ النَّبىُّ #، وَعِنْدَ أبى طَالِبٍ مَجْلِسُ رَجُلٍ. فقَامَ أبُو جَهْلٍ كَىْ يَمْنَعَهُ مِنَ الجُلوسِ فيهِ. قالَ: وَشَكَوْهُ إلى أبى طَالِبٍ فقَالَ: يَا ابْنَ أخِى مَا تُرِيدُ مِنْ قَوْمِكَ؟ قَالَ: أرِيدُ مِنْهُمْ كَلِمَةً تَدِينُ لَهُمْ بِهَا الْعَرَبُ، وتُؤَدِّى إلَيْهِمْ الْْعَجَمُ بِهَا الْجِزْيَةَ. قَالَ: كَلِمَةٌ وَاحِدَةٌ؟ قَالَ: كَلِمَةٌ وَاحِدَةٌ يَا عَمِّ؛ قُولُوا: َ إلهَ إَّ اللّهُ. فقَالُوا إلهاً واحداً: مَا سَمِعْنَا بِهذَا في الْمِلَّةِ اŒخِرَةِ. إنْ هذَا إَّ اخْتَِقٌ. قالَ فَنَزَلَتْ: ص وَالْقُرآنِ ذِى الذِّكْرِ. إلى قَوْلِهِ: إنْ هَذَا إَّ اخْتَِقٌ)ـ1((. أخرجه الترمذى وصححه .
1. (767)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Ebû Tâlib hastalanınca Kureyş de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem da yanına geldiler. Ebu Tâlib'in yanında bir kişilik yer vardı. Ebu Cehil oraya Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in oturmasını önlemek için hemen kalktı. Kureyşliler Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'ı Ebû Tâlib'e şikâyet ettiler. Ebu Talib:
"- Ey kardeşimin oğlu! Kavminden ne istiyorsun?" dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem
"- Kendilerinden bir kelime istiyorum. Eğer söylerlerse, bütün Araplar o kelime sayesinde kendilerine uyacak bütün Acem o kelime sâyesinde cizye ödeyecek" dedi. Ebu Tâlib atılarak:
"- Yani tek bir kelime mi?" diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
"- Evet amcacığım tek bir kelime! Lâilâhe İllallah (ALLAH'tan başka ilâh yoktur!) diyecekler."
"- Tek ALLAH mı? Biz son dinde bunu işitmedik, bu bir uydurmadır!" dediler. Bunun üzerine şu âyetler indi:
"Sâd. O şanlı, şerefli Kur’ÂN'a yemin ederim ki, (gerçek), inkâr edenler(in iddia ettikleri gibi değildir). Bilâkis (onların dışı boş) bir onur, (içi ise tam) bir tefrika içindedir. Biz kendilerinden evvel nice ümmetleri helâk ettik. O zaman ne çığlıklar kopardılar. Halbuki (o vakit, azabtan kaçıp) kurtulma vakti değildi. O kâfirler içlerinden (kendilerinin başına çökecek) tehlikeleri bildiren (bir peygamber) geldiğine şaştılar. "Bu, dediler, bir büyücü, bir yalancıdır. O bütün tanrilârı bir tek Tanrı mı yapmış. Bu cidden acayip bir şey!" Onların elebaşlarından bir güruh (birbirine): "Yürüyün, mâbudlarınıza (ibadette) sebât edin. Şüphesiz ki, arzu edilecek olan budur" diyerek kalkıp gitmişti. Biz bunu diğer dinde işitmedik. Bu, uydurmadan başka bir şey değildir. O Kur’ÂN aranızdan ona mı indirilmiş?" dedi." (Sâd 38/1-8). (Tirmizî, Tefsir, Sa'd, (3230).)
ص وَالْقُرْآنِ ذِي الذِّكْرِ
بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ
كَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَبْلِهِم مِّن قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ حِينَ مَنَاصٍ
وَعَجِبُوا أَن جَاءهُم مُّنذِرٌ مِّنْهُمْ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هَذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌ
أَجَعَلَ الْآلِهَةَ إِلَهًا وَاحِدًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ
وَانطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ أَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلَى آلِهَتِكُمْ إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ يُرَادُ
مَا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي الْمِلَّةِ الْآخِرَةِ إِنْ هَذَا إِلَّا اخْتِلَاقٌ
أَأُنزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِن بَيْنِنَا بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّن ذِكْرِي بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِأَأُنزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِن بَيْنِنَا بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّن ذِكْرِي بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِ
“Sâd, zikrin sahibi Kur’ÂN'a andolsun. Hayır, kâfirler gurur ve ayrılık içindedirler. Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. O zaman feryat ettiler, fakat kurtuluş vakti geçmişti. Ve onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesi acayiplerine gitti (şaşırdılar). Ve kâfirler: "Bu çok yalancı bir büyücü." dediler. İlâhları bir tek ilâh mı kılıyor? Muhakkak ki bu, gerçekten acayip (şaşılacak) bir şey. Ve onlardan ileri gelenler: "Yürüyün! İlâhlarınıza karşı sabırlı (kararlı) olun. Muhakkak ki sizden istenen mutlaka budur." (diyerek) ayrıldılar. Biz, diğer dînler içinde bunun gibi (bu konuda) bir şey (bütün ilâhların tek bir ilâh olduğunu) işitmedik. Bu sadece bir iftiradır. Zikir, bizim aramızda ona mı indirildi? Hayır, onlar Benim Zikrim'den şüphe içindedirler. Hayır, onlar azabımı henüz tatmadılar.” (Sâd 38/1-8)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
ZÜMER SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ عن عبداللّه بن الزبير )ـ1( رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: )لَمَّا نَزلَتْ ثُمَّ إنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ. قالَ الزُّبِيرُ: يَا رسُولَ اللّهِ أتُكَرَّرُ عَلَىْنَا الخُصُومَةُ بَعْدَ الَّذِى كَانَ بَيْنَنَا في الدُّنْيَا؟ قَالَ نَعَمْ. قَالَ: إنَّ ا‘مْرَ إذاً لَشَدِيدٌ(. أخرجه الترمذى وصححه .
1. (768)- Abdullah İbnuz Zübeyr (radıyallahu anhümâ) babasından naklediyor.: "Sonra (ey insanlar), hiç şüphesiz, hepiniz RABBinizin huzurunda muhakemeye duruşacaksınız" (Zümer 39/31) âyeti nâzil olduğu zaman:
"- Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, dünyada iken mahkeme huzurundaki duruşmamız kâfi gelmeyecek, aynı duruşmayı âhirette bir kere daha mı yapacağız?" dedim.
"- Evet!" dedi. Ben (Zübeyr):
"- Öyleyse, dedim, işimiz çok fena!"
(Tirmizî, Tefsir, Zümer, (3234).)
ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِندَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ
“Summe innekum yevme'l- kıyâmeti ınde rabbikum tahtasımûn (tahtasımûne).: Sonra muhakkak ki siz, kıyâmet günü RABBinizin huzurunda davalı ve davacı olacaksınız.” (Zümer 39/31)
ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. )أنَّ قَوْماً قَتَلُوا فأكْثَرُوا، وزَنوا فَأكْثَرُوا وَانْتَهَكُوا فَأكْثَرُوا. فَأتَوْا رسولَ للّهِ # فقَالُوا: يَا مُحَمَّدُ إنَّ مَا تَدْعُونَا إلَيْهِ لَحَسَنٌ لَوْ تُخْبِرُنَا أنَّ لِمَا عَمِلْنَا كَفَّارَةً. فَنَزلَتْ: وَالَّذِينَ َ يَدْعُونَ مَعَ اللّهِ إلهاً آخَرَ. إلى قوله: فأولَئِكَ يُبَدِّلُ اللّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ. قالَ: يُبَدِّلُ اللّهُ شِرْكَهُمْ إيماناً، وَزِنَاهُمْ إحْصَاناً، وَنَزَلتْ: قلْ يَاعِبَادِىَ الَّذِينَ أسْرَفُوا عَلَى أنْفُسِهِِمْ َتَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّهِ(. أخرجه النسائى .
2. (769)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Bir kavim cinâyete bulaştı ve çokca adam öldürdü, zinâya bulaştı ve bunda ileri gitti. Şirke düşerek tevhid'i ihlâl etti ve bunda ileri gitti. Sonunda Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracat ederek.:
"- Ey MuhaMMed! Bizi dâvet ettiğin şeyler gerçekten güzel. Ancak, önceden işlediğimiz günahların bir kefâreti var mı; bize önce bundan haber versen!" dediler. Bunun üzerine şu âyet indi.:
"Onlar ki ALLAH'ın yanına başka bir Tanrı daha (katıp) tapmazlar, ALLAH'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zinâ etmezler. Kim bunlar(dan birini) yaparsa cezâya çarpar. Kıyamet günü de azabı katmerleşir ve o (azabın) içinde hor ve hakir ebedî bırakılır. Meğer ki (şirkten) tevbe edip iyi amel (ve hareket)de bulunan kimseler ola. İşte ALLAH bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. ALLAH çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir" (Furkân 68-70).
İbnu Abbas şu açıklamayı yaptı.: "ALLAH şirklerini imâna, zinâlarını ihsâna (muhsanlık = namusluluk) çevirir (demektir" (Şu âyet de bu mesele üzerine) indi.: "De ki:
"Ey kendilerinin aleyhinde (günahda) haddi aşanlar, ALLAH'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü ALLAH bütün günahları affeder. şüphesiz ki O, çok affedicidir, çok esirgeyicidir." (Zümer 39/53).
(Nesâî, Tahrimu'd-Dem 2 (7, 86); Buharî, Tefsir, Zümer 1; Müslim, İmân 193, (122); Ebu Dâvud, Fiten 6 (4273).)
وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ يَلْقَ أَثَامًا
يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيَخْلُدْ فِيهِ مُهَانًا
إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Vellezîne lâ yed’ûne meallâhi ilâhen âhara ve lâ yaktulûnen nefselletî harremallâhu illâ bil hakkı ve lâ yeznûn(yeznûne), ve men yef’al’- zâlike yelka esâmâ(esâmen). Yudâaf lehul’- azâbu yevmel’- kıyâmeti ve yahlud fîhî muhânâ(muhânen). İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).: Ve onlar, ALLAH ile beraber başka bir ilâha tapmazlar. ALLAH'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kişiyi haklı olmadıkça öldürmezler ve zina yapmazlar. Ve kim bunları yaparsa günah cezasıyla karşılaşır. Kıyâmet günü onun azabı kat kat artar. Ve orada alçaltılmış olarak ebediyyen kalır. Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, ALLAH seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve ALLAH, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).” (Furkân 25/68-70)
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh (rahmetillâhi), innallâhe yagfiru'z- zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huve'l- gafûrur rahîm (rahîmu).: De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki ALLAH, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen)." (Zümer 39/53)
ـ3ـ وعن أسماء بنت يزيد رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالتْ: )سَمِعْتُ رسولَ اللّهِ # يقْرأ إنَّ اللّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً وََ يُبَالِى(. أخرجه الترمذى وصححه .
3. (770)- Esmâ Bintu Yezid (radıyallahu anhâ) anlatıyor.: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i işittim, şu âyeti okuyordu: "De ki: "Ey Kendilerinin aleyhinde(günahda) haddi aşanlar, ALLAH'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü ALLAH bütün günahları affeder..." (Zümer 39/53). Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, âyetin sonuna, وََ يُبَالِى yani "(kim ne işlemiş olursa olsun) aldırmadan" lâfzını ekledi.
(Tirmizî, Tefsir, Zümer, (3235).)
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh (rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huvel’- gafûrur rahîm (rahîmu).: De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki ALLAH, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen)." (Zümer 39/53)
ـ4ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )جَاءَ جِبْرِيلُ إلى النَّبىِّ # فقَالَ يَا مُحَمّدُ أنَّ اللّهَ يَضَعُ السَّمَاءَ عَلَى أصْبُعٍ، وَا‘رَضينَ علَى أصْبُعٍ، وَالْجِبَالَ عَلَى أصْبُعٍ وَالشَّجَرَ وَا‘نْهَارَ عَلَى أصْبُعٍ، وَسََائِرَ الْخَلْقِ عَلَى أصْبُعٍ؛ ثُمَّ يَقُولُ: أنَا الْمَلِكُ، فَضَحِكَ رسولُ اللّهِ # وََقَالَ: وَمَا قَدَرُوا اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ(. أخرجه الشيخان والترمذى .
4. (771)- İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Cebrâil (aleyhi'sselâm) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e gelerek.:
"- Ey MuhaMMed, ALLAH semâyı bir parmak üzerine, arzları bir parmak üzerine, dağları bir parmak üzerine, nehirleri bir parmak üzerine, diğer mahlukatı bir parmak üzerine koydu, sonra şöyle buyurdu: "Ben (kâinat mülkünün) Melîkiyim."
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem güldü ve.: "ALLAH'ı hak (ve lâyık) olduğu vech ile takdir etmediler. Halbuki kıyamet günü arz toptan ancak O'nun bir kabzasıdır. Gökler de onun sağ eliyle (toplanıp) dürülmüşlerdir..." (Zümer 39/67) meâlindeki âyeti okudu."
(Buhârî, Tefsir, Zümer 2, Tevhid 19, 26, 36; Müslim, Sıfatü'l-Kıyâmet 19, (2786); Tirmizî, Tefsir, Zümer (3236).)
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
“Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel’- ardu cemîan kabdatuhu yevmel’- kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih (yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn (yuşrikûne). Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel’- ardu cemîan kabdatuhu yevmel’- kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih (yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: Ve (onlar) ALLAH'ın kadrini hakkıyla taktir edemediler. Kıyâmet günü yeryüzünün tamamı O'nun avucundadır (tasarrufundadır). Ve semâlar, O'nun eliyle dürülmüş olacaktır. O, Sübhan'dır (herşeyden münezzeh). Ve onların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (Zümer 39/67)
ـ5ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: )قال رسولُ اللّه #: يَطْوِى اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ السَّمَاواَتِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ يَأخُذُهُنَّ بِيَدِهِ الْيُمْنَى. ثُمَّ يَقُولُ: أنَا الْمَلِكُ. أيْنَ الجَبَّارُونَ؟ أيْنَ الْمُتَكبِّرُونَ؟ ثُمَّ يَطْوِى ا‘رْضَ بِشِمَالِهِ؟ ثُمَّ يَقُولُ: أنَا الْمَلِكُ. أيْنَ الجَبَّارُونَ؟ أيْنَ الْمُتَكَبِّرُونَ؟(. أخرجه الشيخان وأبو داود، وهذا لفظ مسلم .
5. (772)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki.: "ALLAHu zü’L-CELÂL Hazretleri, semâvatı kıyamet günü dürer, sonra onları sağ eliyle alır, sonra der ki.: "Ben Melik'im cebbârlar nerede? Büyüklük taslayanlar (mütekebbirler) nerede?". Sonra sol eliyle arzı dürer, sonra: "Ben Melik'im, cebbârlar, mütekebbirler nerede?" der."
(Buharî, Tevhid 19; Müslim, Sıfatu'l-Münafikun 24, (2788); Ebu Dâvud, Sünne 21, (4736).)
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
“Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel’- ardu cemîan kabdatuhu yevmel’- kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih(yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne). Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel’- ardu cemîan kabdatuhu yevmel’- kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih(yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).: Ve (onlar) ALLAH'ın kadrini hakkıyla taktir edemediler. Kıyâmet günü yeryüzünün tamamı O'nun avucundadır (tasarrufundadır). Ve semâlar, O'nun eliyle dürülmüş olacaktır. O, Sübhan'dır (herşeyden münezzeh). Ve onların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (Zümer 39/67)
ـ1ـ عن عبداللّه بن الزبير )ـ1( رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: )لَمَّا نَزلَتْ ثُمَّ إنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ. قالَ الزُّبِيرُ: يَا رسُولَ اللّهِ أتُكَرَّرُ عَلَىْنَا الخُصُومَةُ بَعْدَ الَّذِى كَانَ بَيْنَنَا في الدُّنْيَا؟ قَالَ نَعَمْ. قَالَ: إنَّ ا‘مْرَ إذاً لَشَدِيدٌ(. أخرجه الترمذى وصححه .
1. (768)- Abdullah İbnuz Zübeyr (radıyallahu anhümâ) babasından naklediyor.: "Sonra (ey insanlar), hiç şüphesiz, hepiniz RABBinizin huzurunda muhakemeye duruşacaksınız" (Zümer 39/31) âyeti nâzil olduğu zaman:
"- Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, dünyada iken mahkeme huzurundaki duruşmamız kâfi gelmeyecek, aynı duruşmayı âhirette bir kere daha mı yapacağız?" dedim.
"- Evet!" dedi. Ben (Zübeyr):
"- Öyleyse, dedim, işimiz çok fena!"
(Tirmizî, Tefsir, Zümer, (3234).)
ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِندَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ
“Summe innekum yevme'l- kıyâmeti ınde rabbikum tahtasımûn (tahtasımûne).: Sonra muhakkak ki siz, kıyâmet günü RABBinizin huzurunda davalı ve davacı olacaksınız.” (Zümer 39/31)
ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. )أنَّ قَوْماً قَتَلُوا فأكْثَرُوا، وزَنوا فَأكْثَرُوا وَانْتَهَكُوا فَأكْثَرُوا. فَأتَوْا رسولَ للّهِ # فقَالُوا: يَا مُحَمَّدُ إنَّ مَا تَدْعُونَا إلَيْهِ لَحَسَنٌ لَوْ تُخْبِرُنَا أنَّ لِمَا عَمِلْنَا كَفَّارَةً. فَنَزلَتْ: وَالَّذِينَ َ يَدْعُونَ مَعَ اللّهِ إلهاً آخَرَ. إلى قوله: فأولَئِكَ يُبَدِّلُ اللّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ. قالَ: يُبَدِّلُ اللّهُ شِرْكَهُمْ إيماناً، وَزِنَاهُمْ إحْصَاناً، وَنَزَلتْ: قلْ يَاعِبَادِىَ الَّذِينَ أسْرَفُوا عَلَى أنْفُسِهِِمْ َتَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّهِ(. أخرجه النسائى .
2. (769)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Bir kavim cinâyete bulaştı ve çokca adam öldürdü, zinâya bulaştı ve bunda ileri gitti. Şirke düşerek tevhid'i ihlâl etti ve bunda ileri gitti. Sonunda Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracat ederek.:
"- Ey MuhaMMed! Bizi dâvet ettiğin şeyler gerçekten güzel. Ancak, önceden işlediğimiz günahların bir kefâreti var mı; bize önce bundan haber versen!" dediler. Bunun üzerine şu âyet indi.:
"Onlar ki ALLAH'ın yanına başka bir Tanrı daha (katıp) tapmazlar, ALLAH'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zinâ etmezler. Kim bunlar(dan birini) yaparsa cezâya çarpar. Kıyamet günü de azabı katmerleşir ve o (azabın) içinde hor ve hakir ebedî bırakılır. Meğer ki (şirkten) tevbe edip iyi amel (ve hareket)de bulunan kimseler ola. İşte ALLAH bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. ALLAH çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir" (Furkân 68-70).
İbnu Abbas şu açıklamayı yaptı.: "ALLAH şirklerini imâna, zinâlarını ihsâna (muhsanlık = namusluluk) çevirir (demektir" (Şu âyet de bu mesele üzerine) indi.: "De ki:
"Ey kendilerinin aleyhinde (günahda) haddi aşanlar, ALLAH'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü ALLAH bütün günahları affeder. şüphesiz ki O, çok affedicidir, çok esirgeyicidir." (Zümer 39/53).
(Nesâî, Tahrimu'd-Dem 2 (7, 86); Buharî, Tefsir, Zümer 1; Müslim, İmân 193, (122); Ebu Dâvud, Fiten 6 (4273).)
وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ يَلْقَ أَثَامًا
يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيَخْلُدْ فِيهِ مُهَانًا
إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Vellezîne lâ yed’ûne meallâhi ilâhen âhara ve lâ yaktulûnen nefselletî harremallâhu illâ bil hakkı ve lâ yeznûn(yeznûne), ve men yef’al’- zâlike yelka esâmâ(esâmen). Yudâaf lehul’- azâbu yevmel’- kıyâmeti ve yahlud fîhî muhânâ(muhânen). İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).: Ve onlar, ALLAH ile beraber başka bir ilâha tapmazlar. ALLAH'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kişiyi haklı olmadıkça öldürmezler ve zina yapmazlar. Ve kim bunları yaparsa günah cezasıyla karşılaşır. Kıyâmet günü onun azabı kat kat artar. Ve orada alçaltılmış olarak ebediyyen kalır. Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, ALLAH seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve ALLAH, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).” (Furkân 25/68-70)
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh (rahmetillâhi), innallâhe yagfiru'z- zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huve'l- gafûrur rahîm (rahîmu).: De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki ALLAH, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen)." (Zümer 39/53)
ـ3ـ وعن أسماء بنت يزيد رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالتْ: )سَمِعْتُ رسولَ اللّهِ # يقْرأ إنَّ اللّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً وََ يُبَالِى(. أخرجه الترمذى وصححه .
3. (770)- Esmâ Bintu Yezid (radıyallahu anhâ) anlatıyor.: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i işittim, şu âyeti okuyordu: "De ki: "Ey Kendilerinin aleyhinde(günahda) haddi aşanlar, ALLAH'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü ALLAH bütün günahları affeder..." (Zümer 39/53). Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, âyetin sonuna, وََ يُبَالِى yani "(kim ne işlemiş olursa olsun) aldırmadan" lâfzını ekledi.
(Tirmizî, Tefsir, Zümer, (3235).)
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh (rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huvel’- gafûrur rahîm (rahîmu).: De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki ALLAH, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen)." (Zümer 39/53)
ـ4ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )جَاءَ جِبْرِيلُ إلى النَّبىِّ # فقَالَ يَا مُحَمّدُ أنَّ اللّهَ يَضَعُ السَّمَاءَ عَلَى أصْبُعٍ، وَا‘رَضينَ علَى أصْبُعٍ، وَالْجِبَالَ عَلَى أصْبُعٍ وَالشَّجَرَ وَا‘نْهَارَ عَلَى أصْبُعٍ، وَسََائِرَ الْخَلْقِ عَلَى أصْبُعٍ؛ ثُمَّ يَقُولُ: أنَا الْمَلِكُ، فَضَحِكَ رسولُ اللّهِ # وََقَالَ: وَمَا قَدَرُوا اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ(. أخرجه الشيخان والترمذى .
4. (771)- İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Cebrâil (aleyhi'sselâm) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e gelerek.:
"- Ey MuhaMMed, ALLAH semâyı bir parmak üzerine, arzları bir parmak üzerine, dağları bir parmak üzerine, nehirleri bir parmak üzerine, diğer mahlukatı bir parmak üzerine koydu, sonra şöyle buyurdu: "Ben (kâinat mülkünün) Melîkiyim."
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem güldü ve.: "ALLAH'ı hak (ve lâyık) olduğu vech ile takdir etmediler. Halbuki kıyamet günü arz toptan ancak O'nun bir kabzasıdır. Gökler de onun sağ eliyle (toplanıp) dürülmüşlerdir..." (Zümer 39/67) meâlindeki âyeti okudu."
(Buhârî, Tefsir, Zümer 2, Tevhid 19, 26, 36; Müslim, Sıfatü'l-Kıyâmet 19, (2786); Tirmizî, Tefsir, Zümer (3236).)
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
“Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel’- ardu cemîan kabdatuhu yevmel’- kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih (yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn (yuşrikûne). Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel’- ardu cemîan kabdatuhu yevmel’- kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih (yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: Ve (onlar) ALLAH'ın kadrini hakkıyla taktir edemediler. Kıyâmet günü yeryüzünün tamamı O'nun avucundadır (tasarrufundadır). Ve semâlar, O'nun eliyle dürülmüş olacaktır. O, Sübhan'dır (herşeyden münezzeh). Ve onların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (Zümer 39/67)
ـ5ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: )قال رسولُ اللّه #: يَطْوِى اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ السَّمَاواَتِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ يَأخُذُهُنَّ بِيَدِهِ الْيُمْنَى. ثُمَّ يَقُولُ: أنَا الْمَلِكُ. أيْنَ الجَبَّارُونَ؟ أيْنَ الْمُتَكبِّرُونَ؟ ثُمَّ يَطْوِى ا‘رْضَ بِشِمَالِهِ؟ ثُمَّ يَقُولُ: أنَا الْمَلِكُ. أيْنَ الجَبَّارُونَ؟ أيْنَ الْمُتَكَبِّرُونَ؟(. أخرجه الشيخان وأبو داود، وهذا لفظ مسلم .
5. (772)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki.: "ALLAHu zü’L-CELÂL Hazretleri, semâvatı kıyamet günü dürer, sonra onları sağ eliyle alır, sonra der ki.: "Ben Melik'im cebbârlar nerede? Büyüklük taslayanlar (mütekebbirler) nerede?". Sonra sol eliyle arzı dürer, sonra: "Ben Melik'im, cebbârlar, mütekebbirler nerede?" der."
(Buharî, Tevhid 19; Müslim, Sıfatu'l-Münafikun 24, (2788); Ebu Dâvud, Sünne 21, (4736).)
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
“Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel’- ardu cemîan kabdatuhu yevmel’- kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih(yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne). Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel’- ardu cemîan kabdatuhu yevmel’- kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih(yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).: Ve (onlar) ALLAH'ın kadrini hakkıyla taktir edemediler. Kıyâmet günü yeryüzünün tamamı O'nun avucundadır (tasarrufundadır). Ve semâlar, O'nun eliyle dürülmüş olacaktır. O, Sübhan'dır (herşeyden münezzeh). Ve onların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (Zümer 39/67)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
HÂ-MÎM el-MÜ'MİN SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )قال رسول اللّه #: مَنْ قَرَأ حم الْمُؤْمِنَ إلى قولهِ: إلَيْهِ الْمصِيرُ، وَآيةَ الْكُرْسِىِّ حِينَ يُمْسِى حُفِظ بِهِمَا حَتَّى يُصْبِحَ، وَمَنْ قَرَأهُمَا حِينَ يُصْبِحَ حُفِظَ بِهِمَا حَتَّى يُمْسِى(. أخرجه الترمذى .1.
1. (773)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki.: "Her kim akşam olunca HÂ-MÎM el-MÜ'MİN SÛRESİ’ni baştan, اليه المصير âyetine kadar ve Âyete'l-Kürsî'yi okuyacak olursa bu iki Kur’ÂN kıraati sayesinde sabaha kadar muhafaza olunur. Kim de aynı şeyleri sabahleyin okursa onlar sâyesinde akşama kadar muhafaza edilirler."
(Tirmizî, Sevâbu'l-Kur’ÂN 2, (2882).)
حم
تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
غَافِرِ الذَّنبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَدِيدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ إِلَيْهِ الْمَصِيرُ
“Hâ mîm. Tenzîlul’- kitâbi minallâhil’- azîzil’- alîm(alîmi). Gâfiriz zenbi ve kâbilit tevbi şedîdil’- ikâbi zît tavl(tavli), lâ ilâhe illâ hûve, ileyhil’- masîr(masîru). Gâfiriz zenbi ve kâbilit tevbi şedîdil’- ikâbi zît tavl(tavli), lâ ilâhe illâ hûve, ileyhil’- masîr(masîru).: Hâ, Mîm. Bu Kitab'ın indirilişi, Azîz (yüce ve üstün) ve Alîm olan (en iyi bilen) ALLAH'tandır (ALLAH tarafındandır). (O ki) günahları mağfiret eden, tövbeleri kabul eden, cezası şiddetli olan, ihsan, fazl ve kerem sahibi olandır. O'ndan başka İlâh yoktur. Dönüş, O'nadır.” (Mü'min 40/1-3)
ـ2ـ وعن العء بن زياد )أنهُ كانَ يُذَكِّرُ بِالنَّارِ. فقَالَ رجُلٌ: لِمَ تُقَنِّطُ النَّاسَ؟ فقَالَ: وَأنَا أقْدِرُ أنْ أقَنِّطَ النَّاسَ؛ واللّهُ تعالى يقُولُ: يَاعِبَادِىَ الَّذِينَ أسْرَفُوا عَلَى أنْفُسِهِمْ َ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً؛وَيَقُولُ: وَأنَّ المسْرِفِينَ هُمْ أصْحَابُ النَّارِ؛ وَلكِنَّكُمْ تُحِبُّونَ أنْ تُبَشَّرُوا بِالْجَنَّةِ عَلَى مَسَاوِئِ أعْمَالِكُمْ، وَإنَّمَا بَعثَ اللّهُ مُحمداً مُبَشِّراً بِالْجَنَّةِ لمَنْ أطَاعَهُ، وَمُنْذِراً بِالنَّارِ لِمَنْ عَصَاهُ(. أخرجه البخارى معلقاً .
2. (774)- Alâ İbnu Ziyâd'ın anlattığına göre, cehennemi zikrederken bir adam kendisine:
"- Niye milleti ümidsizliğe sevkediyorsun?" diye müdahale etti. O da.:
"- ALLAHu Tealâ.: "Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! ALLAH'ın rahmetinden umudumuzu kesmeyin. Doğrusu ALLAH günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir" (Zümer 39/53) ve.: "...Aşırı gidenlerin ateşlikler olduklarında şüphe yoktur" (Mü'min 40/43) buyurmuş olunca, ben ümidsizliğe düşürebilirim. Ne var ki, siz kötü amellerinize rağmen cennetle müjdelenmekten hoşlanıyorsunuz. Halbuki ALLAH, MuhaMMed (aleyhissalâtu vesselâm)'i itaat edenler için cennetle müjdelemek, isyan edenler için de cehennemle korkutmak üzere gönderdi." dedi.
(Buhârî, Tefsir, Hâmim el-Mü'min 1. Hadis muallâktır.)
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel’- gafûrur rahîm(rahîmu).: De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki ALLAH, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen)." (Zümer 39/53)
لَا جَرَمَ أَنَّمَا تَدْعُونَنِي إِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْآخِرَةِ وَأَنَّ مَرَدَّنَا إِلَى اللَّهِ وَأَنَّ الْمُسْرِفِينَ هُمْ أَصْحَابُ النَّارِ
“Lâ cereme ennemâ ted’ûnenî ileyhi leyse lehu da’vetun fîd dunyâ ve lâ fîl’- âhireti ve enne mereddenâ ilâllâhi ve ennel’- musrifîne hum ashâbun nâr(nâri).: Beni kendisine çağırdığınız şeyin bir hükmü yoktur. Onun (o putun), dünyada ve ahirette bir daveti (yetkisi) de yoktur. Muhakkak ki bizim dönüşümüz ALLAH'adır. Ve muhakkak ki müsrifler (haddi aşanlar), onlar, ateş ehlidir.” (Mü'min 40/43)
ـ1ـ
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )قال رسول اللّه #: مَنْ قَرَأ حم الْمُؤْمِنَ إلى قولهِ: إلَيْهِ الْمصِيرُ، وَآيةَ الْكُرْسِىِّ حِينَ يُمْسِى حُفِظ بِهِمَا حَتَّى يُصْبِحَ، وَمَنْ قَرَأهُمَا حِينَ يُصْبِحَ حُفِظَ بِهِمَا حَتَّى يُمْسِى(. أخرجه الترمذى .1.
1. (773)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki.: "Her kim akşam olunca HÂ-MÎM el-MÜ'MİN SÛRESİ’ni baştan, اليه المصير âyetine kadar ve Âyete'l-Kürsî'yi okuyacak olursa bu iki Kur’ÂN kıraati sayesinde sabaha kadar muhafaza olunur. Kim de aynı şeyleri sabahleyin okursa onlar sâyesinde akşama kadar muhafaza edilirler."
(Tirmizî, Sevâbu'l-Kur’ÂN 2, (2882).)
حم
تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
غَافِرِ الذَّنبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَدِيدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ إِلَيْهِ الْمَصِيرُ
“Hâ mîm. Tenzîlul’- kitâbi minallâhil’- azîzil’- alîm(alîmi). Gâfiriz zenbi ve kâbilit tevbi şedîdil’- ikâbi zît tavl(tavli), lâ ilâhe illâ hûve, ileyhil’- masîr(masîru). Gâfiriz zenbi ve kâbilit tevbi şedîdil’- ikâbi zît tavl(tavli), lâ ilâhe illâ hûve, ileyhil’- masîr(masîru).: Hâ, Mîm. Bu Kitab'ın indirilişi, Azîz (yüce ve üstün) ve Alîm olan (en iyi bilen) ALLAH'tandır (ALLAH tarafındandır). (O ki) günahları mağfiret eden, tövbeleri kabul eden, cezası şiddetli olan, ihsan, fazl ve kerem sahibi olandır. O'ndan başka İlâh yoktur. Dönüş, O'nadır.” (Mü'min 40/1-3)
ـ2ـ وعن العء بن زياد )أنهُ كانَ يُذَكِّرُ بِالنَّارِ. فقَالَ رجُلٌ: لِمَ تُقَنِّطُ النَّاسَ؟ فقَالَ: وَأنَا أقْدِرُ أنْ أقَنِّطَ النَّاسَ؛ واللّهُ تعالى يقُولُ: يَاعِبَادِىَ الَّذِينَ أسْرَفُوا عَلَى أنْفُسِهِمْ َ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً؛وَيَقُولُ: وَأنَّ المسْرِفِينَ هُمْ أصْحَابُ النَّارِ؛ وَلكِنَّكُمْ تُحِبُّونَ أنْ تُبَشَّرُوا بِالْجَنَّةِ عَلَى مَسَاوِئِ أعْمَالِكُمْ، وَإنَّمَا بَعثَ اللّهُ مُحمداً مُبَشِّراً بِالْجَنَّةِ لمَنْ أطَاعَهُ، وَمُنْذِراً بِالنَّارِ لِمَنْ عَصَاهُ(. أخرجه البخارى معلقاً .
2. (774)- Alâ İbnu Ziyâd'ın anlattığına göre, cehennemi zikrederken bir adam kendisine:
"- Niye milleti ümidsizliğe sevkediyorsun?" diye müdahale etti. O da.:
"- ALLAHu Tealâ.: "Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! ALLAH'ın rahmetinden umudumuzu kesmeyin. Doğrusu ALLAH günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir" (Zümer 39/53) ve.: "...Aşırı gidenlerin ateşlikler olduklarında şüphe yoktur" (Mü'min 40/43) buyurmuş olunca, ben ümidsizliğe düşürebilirim. Ne var ki, siz kötü amellerinize rağmen cennetle müjdelenmekten hoşlanıyorsunuz. Halbuki ALLAH, MuhaMMed (aleyhissalâtu vesselâm)'i itaat edenler için cennetle müjdelemek, isyan edenler için de cehennemle korkutmak üzere gönderdi." dedi.
(Buhârî, Tefsir, Hâmim el-Mü'min 1. Hadis muallâktır.)
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel’- gafûrur rahîm(rahîmu).: De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki ALLAH, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen)." (Zümer 39/53)
لَا جَرَمَ أَنَّمَا تَدْعُونَنِي إِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْآخِرَةِ وَأَنَّ مَرَدَّنَا إِلَى اللَّهِ وَأَنَّ الْمُسْرِفِينَ هُمْ أَصْحَابُ النَّارِ
“Lâ cereme ennemâ ted’ûnenî ileyhi leyse lehu da’vetun fîd dunyâ ve lâ fîl’- âhireti ve enne mereddenâ ilâllâhi ve ennel’- musrifîne hum ashâbun nâr(nâri).: Beni kendisine çağırdığınız şeyin bir hükmü yoktur. Onun (o putun), dünyada ve ahirette bir daveti (yetkisi) de yoktur. Muhakkak ki bizim dönüşümüz ALLAH'adır. Ve muhakkak ki müsrifler (haddi aşanlar), onlar, ateş ehlidir.” (Mü'min 40/43)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
HÂ-MÎM el-FUSSİLET SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ
ـ1ـ عن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )اجْتَمََعَ عِنْدَ الْبَيْتِ ثََثَةُ نَفَرٍ ثَقَفِيَّانِ، وَقُرَشِىٌّ أوْ قُرَشِيَّانِ،وَثَقَفِىٌّ، كَثيرٌ شَحْمُ بُطُونِهِمْ، قِليلٌ فِقْهُ قُلُوبِهِمْ. فقَالَ أحدُهُمْ: أتَرَوْنَ أنَّ اللّهَ تعالى يَسْمَعُ مَا نَقُولُ؟ فقَالَ اŒخَرُ: يَسْمَعُ إنْ جَهَرْنَا وََ يَسْمَعُ إنْ أخْفَيْنَا، وقالَ اŒخَرُ: إنْ كَانَ يَسْمَعُ إذَا جَهَرْنَا فإنَّهُ يَسْمَعُ إذَا أخْفَيْنَا. فَأنزلَ اللّهُ تعالى: وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ أنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وََ أبْصَارُكُمْ اŒية(. أخرجه الشيخان والترمذى .
1. (775)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Kâ'be'nin yanında ikisi Sakifli, biri de Kureyşli veya ikisi Kureyşli biri Sakifli üç kişi biraraya geldi. Bunlar göbek yağları fazla, anlayışları kıt kimselerdi. Birisi:
"- Ne konuştuğumuzu ALLAH işitiyor mudur, ne dersiniz?" diye bir lâf attı. Bir diğeri.: "- Sesli konuşursak işitir, gizli konuşursak işitmez olmalı" dedi. Üçüncü de:
"- Sesli konuşmamızı işitiyorsa, gizli konuşmamızı da işitiyordur" dedi. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu.:
"Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz kendi aleyhinize şahidlik eder diye (düşünüp) sakınmadınız. Bilâkis ALLAH yapmakta oduklarınızın birçoğunu bilmez sandınız. RABBinize karşı beslediğiniz şu zannınız (yok mu?) İşte sizi o helâk etti. Bu yüzden hüsrâna düşenlerden oldunuz" (Fussilet 41/2-23).
(Buhârî, Hâmim Secde (Fussilet) 1, 2, Tevhid 41; Müslim, Sıfatu'l-Münâfikun 5; Tirmizî, Tefsir, Hâmim es-Secde (Fussilet) (3245).)
وَمَا كُنتُمْ تَسْتَتِرُونَ أَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَا أَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ وَلَكِن ظَنَنتُمْ أَنَّ اللَّهَ لَا يَعْلَمُ كَثِيرًا مِّمَّا تَعْمَلُونَ
وَذَلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذِي ظَنَنتُم بِرَبِّكُمْ أَرْدَاكُمْ فَأَصْبَحْتُم مِّنْ الْخَاسِرِينَ
"Ve mâ kuntum testetirûne en yeşhede aleykum sem’ukum ve lâ ebsârukum ve lâ culûdukum ve lâkin zanentum ennellâhe lâ ya’lemu kesîren mimmâ ta’melûn(ta’melûne). Ve zâlikum zannukumullezî zanentum bi rabbikum erdâkum fe asbahtum minel’- hâsirîn(hâsirîne).: Kulaklarınızın, gözlerinizin ve cildinizin (uzuvlarınızın) sizin aleyhinize şahitlik etmesinden (edeceğinden) sakınmıyordunuz. Ve lâkin yaptıklarınızdan çoğunu ALLAH'ın bilmediğini zannediyordunuz. Ve işte RABBiniz hakkındaki sizin bu zannınız, sizi helâka sürükledi. Böylece hüsrana düşenlerden oldunuz.” (Fussilet 41/22-23)
ـ2ـ
ـ2ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. )أنّ النَّبىَّ # قَرَأ: إنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا. قَالَ: قَدْ قَالَ النَّاسُ ثُمَّ كَفَرَ أكْثَرُهُمْ؛ فَمَنْ مَاتَ عَلَيْهَا فَهُوَ مِمّنْ اسْتَقَامَ(. أخرجه الترمذى .
1. (776)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "RABBimiz ALLAH'tır deyip de sonra doğru yolda gidenler var ya! Onların üzerlerine "Korkmayın tasalanmayın, vaadolunduğunuz cennetle sevinin!" diye diye melekler inecektir.." (Fussilet 41/30) meâlindeki âyeti okudu ve şöyle buyurdu.: "İnsanlar, bunu hep söylediler. Ancak, sonradan ekserisi küfre düştü, kim bu söz üzere ölürse, o kimse istikameti doğru olanlardandır." buyurdu.
(Tirmizî, Tefsir, Hâ-Mim, Secde (Fussilet) (3247).)
إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
“İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimul’- melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bil’- cennetilletî kuntum tûadûn(tûadûne). İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimul’- melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bil’- cennetilletî kuntum tûadûn(tûadûne).: Muhakkak ki: “RABBimiz ALLAH'tır.” deyip, sonra (da) istikamet üzere olanlara (ALLAH'a yönelip dîni ikame edenlere) melekler inerler: “Korkmayın ve mahzun olmayın. Ve vaadolunduğunuz cennetle sevinin!” (derler).” (Fussilet 41/30)
ـ3ـ
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قوله تعالى: )ادْفَعْ بِالَّتِى هِىَ أحْسَنُ. قالَ: الصّبْرُ عِنْدَ الْغَضَبِ، وَالْعَفْوُ عِنْدَ ا“سَاءَةِ. فَإذَا فَعَلُوهُ عَصَمَهُمُ اللّهُ تعالى وَخَضَعَ لَهُمْ عَدُوُّهُمْ(. أخرجه البخارى معلقاً .
1. (777)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "Ne (her) iyilik, ne de (her) kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel yol ne ise onunla önle. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile, sanki yakın dost(un olmuş)tur. Bu (en güzel haslete), sabredenlerden başkası kavuşturulmaz. Buna büyük bir hisseye mâlik olandan gayrisi eriştirilmez" (Fussilet 41/34-35) âyetiyle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı.: "(Âyette kastedilen en iyi yol) öfke anındaki sabır, kötülüğe maruz kalındığı andaki aftır. İnsanlar bunları yaptıkları takdirde, ALLAH onları korur, düşmanları da kendilerine eğilir. Sanki samimi dost olur."
(Buharî, Tefsir, Hâmim, es-Secde (Fussilet) 1.)
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ
وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا ذُو حَظٍّ عَظِيمٍ
“Ve lâ testevîl’- hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun). Ve mâ yulakkâhâ illâllezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm(azîmin). Ve mâ yulakkâhâ illâllezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm(azîmin).: Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur. Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur. Ona (kötülüğü iyilikle karşılama hasletine), sabredenlerden ve hazzul azîm (en büyük haz) sahiplerinden başkası ulaştırılmaz.” (Fussilet 41/34-35)
ـ1ـ
ـ1ـ عن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )اجْتَمََعَ عِنْدَ الْبَيْتِ ثََثَةُ نَفَرٍ ثَقَفِيَّانِ، وَقُرَشِىٌّ أوْ قُرَشِيَّانِ،وَثَقَفِىٌّ، كَثيرٌ شَحْمُ بُطُونِهِمْ، قِليلٌ فِقْهُ قُلُوبِهِمْ. فقَالَ أحدُهُمْ: أتَرَوْنَ أنَّ اللّهَ تعالى يَسْمَعُ مَا نَقُولُ؟ فقَالَ اŒخَرُ: يَسْمَعُ إنْ جَهَرْنَا وََ يَسْمَعُ إنْ أخْفَيْنَا، وقالَ اŒخَرُ: إنْ كَانَ يَسْمَعُ إذَا جَهَرْنَا فإنَّهُ يَسْمَعُ إذَا أخْفَيْنَا. فَأنزلَ اللّهُ تعالى: وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ أنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وََ أبْصَارُكُمْ اŒية(. أخرجه الشيخان والترمذى .
1. (775)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Kâ'be'nin yanında ikisi Sakifli, biri de Kureyşli veya ikisi Kureyşli biri Sakifli üç kişi biraraya geldi. Bunlar göbek yağları fazla, anlayışları kıt kimselerdi. Birisi:
"- Ne konuştuğumuzu ALLAH işitiyor mudur, ne dersiniz?" diye bir lâf attı. Bir diğeri.: "- Sesli konuşursak işitir, gizli konuşursak işitmez olmalı" dedi. Üçüncü de:
"- Sesli konuşmamızı işitiyorsa, gizli konuşmamızı da işitiyordur" dedi. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu.:
"Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz kendi aleyhinize şahidlik eder diye (düşünüp) sakınmadınız. Bilâkis ALLAH yapmakta oduklarınızın birçoğunu bilmez sandınız. RABBinize karşı beslediğiniz şu zannınız (yok mu?) İşte sizi o helâk etti. Bu yüzden hüsrâna düşenlerden oldunuz" (Fussilet 41/2-23).
(Buhârî, Hâmim Secde (Fussilet) 1, 2, Tevhid 41; Müslim, Sıfatu'l-Münâfikun 5; Tirmizî, Tefsir, Hâmim es-Secde (Fussilet) (3245).)
وَمَا كُنتُمْ تَسْتَتِرُونَ أَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَا أَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ وَلَكِن ظَنَنتُمْ أَنَّ اللَّهَ لَا يَعْلَمُ كَثِيرًا مِّمَّا تَعْمَلُونَ
وَذَلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذِي ظَنَنتُم بِرَبِّكُمْ أَرْدَاكُمْ فَأَصْبَحْتُم مِّنْ الْخَاسِرِينَ
"Ve mâ kuntum testetirûne en yeşhede aleykum sem’ukum ve lâ ebsârukum ve lâ culûdukum ve lâkin zanentum ennellâhe lâ ya’lemu kesîren mimmâ ta’melûn(ta’melûne). Ve zâlikum zannukumullezî zanentum bi rabbikum erdâkum fe asbahtum minel’- hâsirîn(hâsirîne).: Kulaklarınızın, gözlerinizin ve cildinizin (uzuvlarınızın) sizin aleyhinize şahitlik etmesinden (edeceğinden) sakınmıyordunuz. Ve lâkin yaptıklarınızdan çoğunu ALLAH'ın bilmediğini zannediyordunuz. Ve işte RABBiniz hakkındaki sizin bu zannınız, sizi helâka sürükledi. Böylece hüsrana düşenlerden oldunuz.” (Fussilet 41/22-23)
ـ2ـ
ـ2ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. )أنّ النَّبىَّ # قَرَأ: إنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا. قَالَ: قَدْ قَالَ النَّاسُ ثُمَّ كَفَرَ أكْثَرُهُمْ؛ فَمَنْ مَاتَ عَلَيْهَا فَهُوَ مِمّنْ اسْتَقَامَ(. أخرجه الترمذى .
1. (776)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "RABBimiz ALLAH'tır deyip de sonra doğru yolda gidenler var ya! Onların üzerlerine "Korkmayın tasalanmayın, vaadolunduğunuz cennetle sevinin!" diye diye melekler inecektir.." (Fussilet 41/30) meâlindeki âyeti okudu ve şöyle buyurdu.: "İnsanlar, bunu hep söylediler. Ancak, sonradan ekserisi küfre düştü, kim bu söz üzere ölürse, o kimse istikameti doğru olanlardandır." buyurdu.
(Tirmizî, Tefsir, Hâ-Mim, Secde (Fussilet) (3247).)
إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
“İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimul’- melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bil’- cennetilletî kuntum tûadûn(tûadûne). İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimul’- melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bil’- cennetilletî kuntum tûadûn(tûadûne).: Muhakkak ki: “RABBimiz ALLAH'tır.” deyip, sonra (da) istikamet üzere olanlara (ALLAH'a yönelip dîni ikame edenlere) melekler inerler: “Korkmayın ve mahzun olmayın. Ve vaadolunduğunuz cennetle sevinin!” (derler).” (Fussilet 41/30)
ـ3ـ
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قوله تعالى: )ادْفَعْ بِالَّتِى هِىَ أحْسَنُ. قالَ: الصّبْرُ عِنْدَ الْغَضَبِ، وَالْعَفْوُ عِنْدَ ا“سَاءَةِ. فَإذَا فَعَلُوهُ عَصَمَهُمُ اللّهُ تعالى وَخَضَعَ لَهُمْ عَدُوُّهُمْ(. أخرجه البخارى معلقاً .
1. (777)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "Ne (her) iyilik, ne de (her) kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel yol ne ise onunla önle. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile, sanki yakın dost(un olmuş)tur. Bu (en güzel haslete), sabredenlerden başkası kavuşturulmaz. Buna büyük bir hisseye mâlik olandan gayrisi eriştirilmez" (Fussilet 41/34-35) âyetiyle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı.: "(Âyette kastedilen en iyi yol) öfke anındaki sabır, kötülüğe maruz kalındığı andaki aftır. İnsanlar bunları yaptıkları takdirde, ALLAH onları korur, düşmanları da kendilerine eğilir. Sanki samimi dost olur."
(Buharî, Tefsir, Hâmim, es-Secde (Fussilet) 1.)
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ
وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا ذُو حَظٍّ عَظِيمٍ
“Ve lâ testevîl’- hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun). Ve mâ yulakkâhâ illâllezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm(azîmin). Ve mâ yulakkâhâ illâllezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm(azîmin).: Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur. Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur. Ona (kötülüğü iyilikle karşılama hasletine), sabredenlerden ve hazzul azîm (en büyük haz) sahiplerinden başkası ulaştırılmaz.” (Fussilet 41/34-35)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
HÂ-MİM-AYN-SİN-KAF ŞÛRÂ SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ
ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. )أنَّهُ سُئِلَ عَنْ قولهِ تعالى: إَّ الْمَوَدَّةَ في الْقُرْبَى فقَالَ سَعِيدُ بنُ جُبَيْرٍ: قُرْبَى آلِ مُحَمّدٍ #. فقَالَ ابنُ عَباسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: عَجِلْتَ، إنَّ النَّبِىَّ # لَمْ يَكُنْ بَطْنٌ مِنْ قُرَيْشٍ إَّ كانَ لَهُ فِيهِمْ قَرَابَةٌ؛ فقَالَ: إَّ أنْ تَصِلُوا مَا بَيْنِِى وَبَيْنَكُمْ مِنَ الْقَرَابَةِ(. أخرجه البخارى والترمذى .
1. (778)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlattığına göre, kendisine.: "Ey Muhammed de ki: "Ben sizden (tebliğ hizmetine) mukâbil yakınlara sevgiden başka bir ücret istemem" ..." (Hamim-Ayn-Sin Kaf (Şura 42/23) âyetinde geçen "yakınlar" hususunda soruldu. Saîd İbnu Cübeyr atılarak: "Âl-i MuhaMMed'in yakınları" diye cevap verdi. İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "Acele ettin, Kureyş'in her koluna mutlaka Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bir akrabalığı var, ondan maksad "Sizin, aramızdaki akrabalığın hakkını vermenizi dilerim" demesidir" der.
(Buharî, Tefsir, Hâ-Mim-Ayn-Sin-Kaf (Şûra) 1; Tirmizî, Tefsir, Şûra, (3248).)
ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
“Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilûs sâlihât(sâlihâti), kul lâ es’elukum aleyhi ecren illel’- meveddete fîl’- kurbâ ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ husnâ (husnen), innellâhe gafûrun şekûr (şekûrun).: İşte ALLAH'ın, iman eden (ALLAH'a ulaşmayı dileyen) ve salih amel’- (nefs tezkiyesi) işleyen kullarını müjdelediği budur. De ki: “Ben, ona (tebliğe) karşı bir ücret istemiyorum, yakınlıkta sevgiden başka. Ve kim hasene işlerse onun için güzellikleri artırırız. Muhakkak ki ALLAH, Gafûr'dur (mağfiret eden), Şükredilen'dir.” (Şûrâ 42/23)
ـ1ـ
ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. )أنَّهُ سُئِلَ عَنْ قولهِ تعالى: إَّ الْمَوَدَّةَ في الْقُرْبَى فقَالَ سَعِيدُ بنُ جُبَيْرٍ: قُرْبَى آلِ مُحَمّدٍ #. فقَالَ ابنُ عَباسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: عَجِلْتَ، إنَّ النَّبِىَّ # لَمْ يَكُنْ بَطْنٌ مِنْ قُرَيْشٍ إَّ كانَ لَهُ فِيهِمْ قَرَابَةٌ؛ فقَالَ: إَّ أنْ تَصِلُوا مَا بَيْنِِى وَبَيْنَكُمْ مِنَ الْقَرَابَةِ(. أخرجه البخارى والترمذى .
1. (778)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlattığına göre, kendisine.: "Ey Muhammed de ki: "Ben sizden (tebliğ hizmetine) mukâbil yakınlara sevgiden başka bir ücret istemem" ..." (Hamim-Ayn-Sin Kaf (Şura 42/23) âyetinde geçen "yakınlar" hususunda soruldu. Saîd İbnu Cübeyr atılarak: "Âl-i MuhaMMed'in yakınları" diye cevap verdi. İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ).: "Acele ettin, Kureyş'in her koluna mutlaka Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bir akrabalığı var, ondan maksad "Sizin, aramızdaki akrabalığın hakkını vermenizi dilerim" demesidir" der.
(Buharî, Tefsir, Hâ-Mim-Ayn-Sin-Kaf (Şûra) 1; Tirmizî, Tefsir, Şûra, (3248).)
ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
“Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilûs sâlihât(sâlihâti), kul lâ es’elukum aleyhi ecren illel’- meveddete fîl’- kurbâ ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ husnâ (husnen), innellâhe gafûrun şekûr (şekûrun).: İşte ALLAH'ın, iman eden (ALLAH'a ulaşmayı dileyen) ve salih amel’- (nefs tezkiyesi) işleyen kullarını müjdelediği budur. De ki: “Ben, ona (tebliğe) karşı bir ücret istemiyorum, yakınlıkta sevgiden başka. Ve kim hasene işlerse onun için güzellikleri artırırız. Muhakkak ki ALLAH, Gafûr'dur (mağfiret eden), Şükredilen'dir.” (Şûrâ 42/23)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
DUHÂN SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )قال رسولُ اللّهِ #:
مَنْ قَرَأَ سُورَةَ الدخَانِ في لَيْلَةٍ أصْبَحَ يَسْتَغْفِرُ لَهُ سَبْعُونَ ألْفَ مَلَكٍ(. أخرجه الترمذى. وقال: أحد رواته ضعيف.)ـ1(
1. (780)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim geceleyin Duhân Sûresini okursa, yetmiş bin melek kendisine istiğfar ettiği halde sabaha erer." buyurdu.
(Tirmizî, Sevâbu'l-Kur’ÂN 8, (2890).)
حم
وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُّبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنذِرِينَ
“Hâ mîm. Vel’- kitâbil’- mubîn(mubîni). İnnâ enzelnâhu fî leyletin mubâreketin innâ kunnâ munzirîn(munzirîne).: Hâ. Mîm. Kitab-ı Mübîn'e (Apaçık Kitab'a) andolsun. Muhakkak ki Biz onu, mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz, uyaranlarız.” (Duhân 44/1-3)
ـ1ـ
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )قال رسولُ اللّهِ #:
مَنْ قَرَأَ سُورَةَ الدخَانِ في لَيْلَةٍ أصْبَحَ يَسْتَغْفِرُ لَهُ سَبْعُونَ ألْفَ مَلَكٍ(. أخرجه الترمذى. وقال: أحد رواته ضعيف.)ـ1(
1. (780)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim geceleyin Duhân Sûresini okursa, yetmiş bin melek kendisine istiğfar ettiği halde sabaha erer." buyurdu.
(Tirmizî, Sevâbu'l-Kur’ÂN 8, (2890).)
حم
وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُّبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنذِرِينَ
“Hâ mîm. Vel’- kitâbil’- mubîn(mubîni). İnnâ enzelnâhu fî leyletin mubâreketin innâ kunnâ munzirîn(munzirîne).: Hâ. Mîm. Kitab-ı Mübîn'e (Apaçık Kitab'a) andolsun. Muhakkak ki Biz onu, mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz, uyaranlarız.” (Duhân 44/1-3)
ـ2ـ
ـ2ـ وفي رواية له: )مَنْ قَرَأ حم الدَّخَانَ في لَيْلَةِ الْجُمُعَةِ غُفِرَ لَهُ)ـ2(( .
2. (781)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin bir diğer rivâyetinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm).: "Hâmim ed-Duhân sûresini cum'a gecesinde kim okursa mağfirete mazhar olur." buyurdu.
(Tirmizî, Sevâbu'l-Kur’ÂN 8, (2891).)
ـ3ـ
ـ3ـ وعن مسروق قال: )كُنَّا جُلوساً عِنْدَ ابنِ مسعُودٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ وَهُوَ مُضْطَجِعٌ بَيْنََنَا، فأتَاهُ رَجُلٌ فقالَ: يَا أبَا عَبدالرَّحْمنِ: إنَّ قَاصّاً يَزْعُمُ أنَّ آيةَ الدُّخَانِ تَجئُ فَتَأخُذُ بِأنْفَاسِ الْكُفَّّارِ وَيَأخُذُ الْمُؤمِنِينَ مِنْهَا كَهَيْئَةِ الزُّكَامِ. فقَالَ وَجَلَسَ وَهُوَ غَضْبَانُ: يَا أيُّهَا النَّاسُ أتَّقُوا اللّهَ، مَنْ عَلِمَ مِنْكُمْ شَيْئاً فَلْيَقُلْ بِمَا يَعْلَمُ. وَمَنْ لَمْ يَعْلَمْ فَلْيَقُلْ: اللّهُ أعْلَمُ)ـ3(. فإنَّهُ أعْلَمُ ‘حدِكُمْ أنْ يَقُولَ بِمَا َ يَعْلَمُ: اللّهُ أعْلَمُ، فإنَّ اللّهَ تعالى قالَ لِنَبيِّهِ عَلَىْهِ الصَّةُ والسّمُ: قُلْ مَا أسْألُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أجْرٍ وَمَا أنَا مِنَ الْمُتَكَلِّفِينَ. إنَّ رسولَ اللّهِ #
______________
)ـ1( في الترمذي: وقال محمد يعني البخاري: هو منكر الحديث.)ـ2( في الترمذي: هذا حديث يعرفه إ من هذا الوجه، وهشام أبو المقدام يضعف.)ـ3( في الترمذي: فإن من علم الرجل إذا سئل عما يعلم أن يقول: اللّه أعلم.
لَمّا رأى مِن النَّاسِ إدْبَاراً قالَ: اللَّهُمَّ سَبْعاً كَسَبْعِ يُوسُفَ، فَأخَذَتْهُمْ سَنَةٌ حَصَتْ كُلَّ شَئٍ حَتَّى أكَلُوا الْجُلُودَ وَالْمَيْتَةَ مِنَ الْجُوعِ وَينْظُرُ أحَدُهُمْ إلى السَّماءِ فَيَرَى كَهَيْئةِ الدُّخَانِ؛ فَأتَاهُ أبُو سُفْيَانَ فقَالَ: يَا مُحَمّد إنَّكَ جِئْتَ تأْمُرُ النَّاسَ بِطَاعَةِ اللّهِ وَبصلَةِ الرَّحْمِ، وَإنَّ قَوْمَكَ قَدْ هَلَكُوا فَادْعُ اللّهَ تعالى لَهُمْ. قَالَ: فهذَا قولُ اللّهِ تعالى؛ فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأتى السَّمَاءُ بِدُخَانٍ مُبِينٍ. إلى قولهِ: إنَّكُمْ عَائِدُونَ. قَالَ عَبْدُاللّهِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: أفَيُكْشَفُ عَذَابُ اŒخِرَةِ؟ يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إنَّا مُنْتَقِمُونَ. فَالْبَطْشَةُ يَوْمُ بَدْرٍ(. أخرجه الشيخان والترمذى .
3. (782)- Mesruk (rahimehullah) anlatıyor.: "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un yanında oturuyorduk, o da aramızda yatmış vaziyette idi. Kendisine bir adam geldi ve:
"- Ey Ebû Abdirrahman! Bir kıssacı (Kinde kapıları yanında), Duhân mûcizesi gelerek kâfirlerin nefislerini alıp götüreceğini, mü'minlerin ondan nezle şeklinde (çok hafif müteessir olarak) geçiştireceğini anlatıyor" dedi. Bunun üzerine İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) kızarak oturdu ve şunları söyledi:
"- Ey insanlar ALLAH'tan korkun. İçinizden bir şeyler bilenler bildiklerini söylesin. Bilmeyenler de, "ALLAHu a'lem (ALLAH bilir)" desin. Zira birinizin bilmediği bir şey için "ALLAH bilir" demesi en büyük ilimdir. Zira ALLAHu TeALÂ Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)'i için şöyle buyurmuştur:
"Ben bu hizmetim için sizden bir ücret istemiyorum, kendiliğinden bir şey teklif edenlerden de değilim, de!" (Sâd 38/86).
Şüphesiz, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), insanlarda bir gerileme gördüğü zaman:
"RABBim, Hz. Yusuf'un yedi (senesi) gibi yedi (kıtlık) senesi ver" diye bedduada bulunmuştu. Bu beddua üzerine Mekkeli müşrikleri öyle bir kıtlık yakalamıştı ki her şeyi silip süpürmüş, açlıktan lâşelerin derilerini bile yemek zorunda kalmışlardı. Onlardan biri semâya bakınca, duman gibi birşeyler görür olmuştu. Bu durum karşısında, (Mekkelilerin lideri olan Ebû Süfyan) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracaat ederek:
"- Ey MuhaMMed, sen ALLAH'a taat ve yakınlarına yardım emrederek geldin. Kavmin helâk oldu. Onlar için ALLAH'a DUÂ et!" dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı HAKk şu âyeti indirdi:
"Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle. Bu can yakan bir azabtır. İnsanlar: "RABBimiz bu azabı bizden kaldır, doğrusu artık biz inananlarız" derler. Nerede onlarda öğüt almak? Kendilerine gerçeği açıklayan bir peygamber gelmişti ve ondan yüz çevirmişler "belletilmiş bir deli" demişlerdi. Biz sizden azabı az süre için kaldıracağız, siz yine de eski inkarcılığınıza döneceksiniz" (Duhan 44/10-15).
Abdullah İbnu Mes'ud şöyle dedi:
"- Haklarında: "Onları çarptıkça çarpacağımız gün intikamımızı mutlaka alırız" (Duhan 44/16) buyurulanlardan hiç âhiret azabı kaldırılır mı?" Âyette geçen batşa (çarptıkca çarpma), Bedir Savaşı' dır."
(Buharî, Tefsir, Hamim ed-Duhân (Duhan) 1, İstiskâ 2, 13, Tefsir, Yusuf 4, Rum, Sâd; Müslim, Sıfatu'l-Münâfikun 39, (2798); Tirmizî, Tefsir, Duhan (3251).)
فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَاء بِدُخَانٍ مُّبِينٍ
يَغْشَى النَّاسَ هَذَا عَذَابٌ أَلِيمٌ
رَبَّنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ إِنَّا مُؤْمِنُونَ
أَنَّى لَهُمُ الذِّكْرَى وَقَدْ جَاءهُمْ رَسُولٌ مُّبِينٌ
ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَّجْنُونٌ
إِنَّا كَاشِفُو الْعَذَابِ قَلِيلًا إِنَّكُمْ عَائِدُونَ
يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إِنَّا مُنتَقِمُونَ
“Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin). Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun). RABBenekşif annel’- azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne). Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun). Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun). İnnâ kâşifûl’- azâbi kalîlen innekum âidûn(âidûne). Yevme nebtışul’- batşetel’- kubrâ innâ muntekimûn(muntekimûne).: Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle. (O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır. RABBimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü'minleriz. Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar. Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar. Ve (O'NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O'NDAN yüz çevirdiler. Muhakkak ki Biz, azabı biraz kaldırsak (bile), şüphesiz ki siz (şirke) dönecek olanlarsınız. Büyük bir şiddetle (onları) yakalayacağımız gün, Biz mutlaka intikam alacak olanlarız.” (Duhân 44/10-16)
قُلْ مَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُتَكَلِّفِينَ
“Kul mâ es’elukum aleyhi min ecrin ve mâ ene minel’- mutekellifîn(mutekellifîne).: De ki: "Sizden ona (tebliğe) karşılık bir ecir (ücret) istemiyorum. Ve ben mütekelliflerden (mükellefiyet koyanlardan) değilim.” (Sâd 38/86)
ـ4ـ
ـ4ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )قال رسول اللّه #: مَا منْ مُؤْمِنٍ إَّ وَلَهُ بَابَانِ: بَابٌ يَصْعَدُ مِنْهُ عَمَلُهُ، وَبَابٌ يَنْزلُ مِنْهُ رِزْقُهُ. فإذَا مَاتَ بَكَيَا عَلَيْهِ، فذَلِكَ قولُهُ تعالى: فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّماءُ وَا‘رْضُ اŒية(. أخرجه الترمذى .
4. (783)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Bir mü'min için mutlaka (semâdan) iki kapı vardır. Birinden ameli yükselir, diğerinden de rızkı iner. Bu mü'min ölünce, her iki kapı da ağlarlar. Şu âyet bu duruma işaret eder.: "Ne gök ne yer onların üzerine ağlamadı..." (Duhân 44/29)." buyurdu.
(Tirmizî, Tefsir, Duhân, (3252).)
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ
“Fe mâ beket aleyhimus semâu vel’- ardu ve mâ kânû munzarîn(munzarîne).: Onlara yer ve gök ağlamadı. Ve onlara mühlet verilmedi.” (Duhân 44/29)
ـ5ـ
ـ5ـ وعن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. في قوله تعالى: )كالْمُهْلِ. قال: قال رسول اللّه #: كَعَكَرِ الزّيتِ إذَا قَرَّبَهُ إلى وَجْهِهِ سَقَطَتْ فَرْوَةُ وَجْهِهِ فِيهِ(. أخرجه الترمذى.»عَكَرُ الزّيتِ« بالتحريك: دُبْسُه، وَدَرَنُه الذى يرسُب في أسفله. »وفروة الوجه« جلدته .
5. (784)- Ebu Sa'id (radıyallahu anh).: "Doğrusu günahkârların yiyeceği zakkum ağacıdır. Karınlarında, suyun kaynaması gibi kaynayan erimiş mâden gibidir" (Duhan 44/43,46) âyetinde geçen mühl (erimiş maden) tâbiri hakkında şu açıklamayı yaptı.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Bu (mühl) sıvı yağın dibine çöken tortu gibidir, adamın yüzüne yaklaştırılınca, yüzünün derisi derhal içine düşer." buyurdu.
(Tirmizî, Sıfatu Cehennem 4, (2584-2587), Tefsir, Sâil (Meâric) 3319).)
إِنَّ شَجَرَةَ الزَّقُّومِ
طَعَامُ الْأَثِيمِ
كَالْمُهْلِ يَغْلِي فِي الْبُطُونِ
كَغَلْيِ الْحَمِيمِ
“İnne şeceretez zakkûm(zakkûmi). Taâmul’- esîm(esîmi). Kel muhl(muhli), yaglî fîl’- butûn(butûni). Ke galyil’- hamîm(hamîmi).: Muhakkak ki zakkum ağacı. Günahkârların yemeğidir. Erimiş maden gibi karınlarında kaynar. Erimiş maden gibi karınlarında kaynar. Kaynar suyun kaynaması gibi. Kaynar suyun kaynaması gibi.” (Duhân 44/43,66)
ـ1ـ
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )قال رسولُ اللّهِ #:
مَنْ قَرَأَ سُورَةَ الدخَانِ في لَيْلَةٍ أصْبَحَ يَسْتَغْفِرُ لَهُ سَبْعُونَ ألْفَ مَلَكٍ(. أخرجه الترمذى. وقال: أحد رواته ضعيف.)ـ1(
1. (780)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim geceleyin Duhân Sûresini okursa, yetmiş bin melek kendisine istiğfar ettiği halde sabaha erer." buyurdu.
(Tirmizî, Sevâbu'l-Kur’ÂN 8, (2890).)
حم
وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُّبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنذِرِينَ
“Hâ mîm. Vel’- kitâbil’- mubîn(mubîni). İnnâ enzelnâhu fî leyletin mubâreketin innâ kunnâ munzirîn(munzirîne).: Hâ. Mîm. Kitab-ı Mübîn'e (Apaçık Kitab'a) andolsun. Muhakkak ki Biz onu, mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz, uyaranlarız.” (Duhân 44/1-3)
ـ1ـ
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )قال رسولُ اللّهِ #:
مَنْ قَرَأَ سُورَةَ الدخَانِ في لَيْلَةٍ أصْبَحَ يَسْتَغْفِرُ لَهُ سَبْعُونَ ألْفَ مَلَكٍ(. أخرجه الترمذى. وقال: أحد رواته ضعيف.)ـ1(
1. (780)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim geceleyin Duhân Sûresini okursa, yetmiş bin melek kendisine istiğfar ettiği halde sabaha erer." buyurdu.
(Tirmizî, Sevâbu'l-Kur’ÂN 8, (2890).)
حم
وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُّبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنذِرِينَ
“Hâ mîm. Vel’- kitâbil’- mubîn(mubîni). İnnâ enzelnâhu fî leyletin mubâreketin innâ kunnâ munzirîn(munzirîne).: Hâ. Mîm. Kitab-ı Mübîn'e (Apaçık Kitab'a) andolsun. Muhakkak ki Biz onu, mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz, uyaranlarız.” (Duhân 44/1-3)
ـ2ـ
ـ2ـ وفي رواية له: )مَنْ قَرَأ حم الدَّخَانَ في لَيْلَةِ الْجُمُعَةِ غُفِرَ لَهُ)ـ2(( .
2. (781)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin bir diğer rivâyetinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm).: "Hâmim ed-Duhân sûresini cum'a gecesinde kim okursa mağfirete mazhar olur." buyurdu.
(Tirmizî, Sevâbu'l-Kur’ÂN 8, (2891).)
ـ3ـ
ـ3ـ وعن مسروق قال: )كُنَّا جُلوساً عِنْدَ ابنِ مسعُودٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ وَهُوَ مُضْطَجِعٌ بَيْنََنَا، فأتَاهُ رَجُلٌ فقالَ: يَا أبَا عَبدالرَّحْمنِ: إنَّ قَاصّاً يَزْعُمُ أنَّ آيةَ الدُّخَانِ تَجئُ فَتَأخُذُ بِأنْفَاسِ الْكُفَّّارِ وَيَأخُذُ الْمُؤمِنِينَ مِنْهَا كَهَيْئَةِ الزُّكَامِ. فقَالَ وَجَلَسَ وَهُوَ غَضْبَانُ: يَا أيُّهَا النَّاسُ أتَّقُوا اللّهَ، مَنْ عَلِمَ مِنْكُمْ شَيْئاً فَلْيَقُلْ بِمَا يَعْلَمُ. وَمَنْ لَمْ يَعْلَمْ فَلْيَقُلْ: اللّهُ أعْلَمُ)ـ3(. فإنَّهُ أعْلَمُ ‘حدِكُمْ أنْ يَقُولَ بِمَا َ يَعْلَمُ: اللّهُ أعْلَمُ، فإنَّ اللّهَ تعالى قالَ لِنَبيِّهِ عَلَىْهِ الصَّةُ والسّمُ: قُلْ مَا أسْألُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أجْرٍ وَمَا أنَا مِنَ الْمُتَكَلِّفِينَ. إنَّ رسولَ اللّهِ #
______________
)ـ1( في الترمذي: وقال محمد يعني البخاري: هو منكر الحديث.)ـ2( في الترمذي: هذا حديث يعرفه إ من هذا الوجه، وهشام أبو المقدام يضعف.)ـ3( في الترمذي: فإن من علم الرجل إذا سئل عما يعلم أن يقول: اللّه أعلم.
لَمّا رأى مِن النَّاسِ إدْبَاراً قالَ: اللَّهُمَّ سَبْعاً كَسَبْعِ يُوسُفَ، فَأخَذَتْهُمْ سَنَةٌ حَصَتْ كُلَّ شَئٍ حَتَّى أكَلُوا الْجُلُودَ وَالْمَيْتَةَ مِنَ الْجُوعِ وَينْظُرُ أحَدُهُمْ إلى السَّماءِ فَيَرَى كَهَيْئةِ الدُّخَانِ؛ فَأتَاهُ أبُو سُفْيَانَ فقَالَ: يَا مُحَمّد إنَّكَ جِئْتَ تأْمُرُ النَّاسَ بِطَاعَةِ اللّهِ وَبصلَةِ الرَّحْمِ، وَإنَّ قَوْمَكَ قَدْ هَلَكُوا فَادْعُ اللّهَ تعالى لَهُمْ. قَالَ: فهذَا قولُ اللّهِ تعالى؛ فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأتى السَّمَاءُ بِدُخَانٍ مُبِينٍ. إلى قولهِ: إنَّكُمْ عَائِدُونَ. قَالَ عَبْدُاللّهِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: أفَيُكْشَفُ عَذَابُ اŒخِرَةِ؟ يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إنَّا مُنْتَقِمُونَ. فَالْبَطْشَةُ يَوْمُ بَدْرٍ(. أخرجه الشيخان والترمذى .
3. (782)- Mesruk (rahimehullah) anlatıyor.: "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un yanında oturuyorduk, o da aramızda yatmış vaziyette idi. Kendisine bir adam geldi ve:
"- Ey Ebû Abdirrahman! Bir kıssacı (Kinde kapıları yanında), Duhân mûcizesi gelerek kâfirlerin nefislerini alıp götüreceğini, mü'minlerin ondan nezle şeklinde (çok hafif müteessir olarak) geçiştireceğini anlatıyor" dedi. Bunun üzerine İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) kızarak oturdu ve şunları söyledi:
"- Ey insanlar ALLAH'tan korkun. İçinizden bir şeyler bilenler bildiklerini söylesin. Bilmeyenler de, "ALLAHu a'lem (ALLAH bilir)" desin. Zira birinizin bilmediği bir şey için "ALLAH bilir" demesi en büyük ilimdir. Zira ALLAHu TeALÂ Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)'i için şöyle buyurmuştur:
"Ben bu hizmetim için sizden bir ücret istemiyorum, kendiliğinden bir şey teklif edenlerden de değilim, de!" (Sâd 38/86).
Şüphesiz, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), insanlarda bir gerileme gördüğü zaman:
"RABBim, Hz. Yusuf'un yedi (senesi) gibi yedi (kıtlık) senesi ver" diye bedduada bulunmuştu. Bu beddua üzerine Mekkeli müşrikleri öyle bir kıtlık yakalamıştı ki her şeyi silip süpürmüş, açlıktan lâşelerin derilerini bile yemek zorunda kalmışlardı. Onlardan biri semâya bakınca, duman gibi birşeyler görür olmuştu. Bu durum karşısında, (Mekkelilerin lideri olan Ebû Süfyan) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracaat ederek:
"- Ey MuhaMMed, sen ALLAH'a taat ve yakınlarına yardım emrederek geldin. Kavmin helâk oldu. Onlar için ALLAH'a DUÂ et!" dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı HAKk şu âyeti indirdi:
"Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle. Bu can yakan bir azabtır. İnsanlar: "RABBimiz bu azabı bizden kaldır, doğrusu artık biz inananlarız" derler. Nerede onlarda öğüt almak? Kendilerine gerçeği açıklayan bir peygamber gelmişti ve ondan yüz çevirmişler "belletilmiş bir deli" demişlerdi. Biz sizden azabı az süre için kaldıracağız, siz yine de eski inkarcılığınıza döneceksiniz" (Duhan 44/10-15).
Abdullah İbnu Mes'ud şöyle dedi:
"- Haklarında: "Onları çarptıkça çarpacağımız gün intikamımızı mutlaka alırız" (Duhan 44/16) buyurulanlardan hiç âhiret azabı kaldırılır mı?" Âyette geçen batşa (çarptıkca çarpma), Bedir Savaşı' dır."
(Buharî, Tefsir, Hamim ed-Duhân (Duhan) 1, İstiskâ 2, 13, Tefsir, Yusuf 4, Rum, Sâd; Müslim, Sıfatu'l-Münâfikun 39, (2798); Tirmizî, Tefsir, Duhan (3251).)
فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَاء بِدُخَانٍ مُّبِينٍ
يَغْشَى النَّاسَ هَذَا عَذَابٌ أَلِيمٌ
رَبَّنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ إِنَّا مُؤْمِنُونَ
أَنَّى لَهُمُ الذِّكْرَى وَقَدْ جَاءهُمْ رَسُولٌ مُّبِينٌ
ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَّجْنُونٌ
إِنَّا كَاشِفُو الْعَذَابِ قَلِيلًا إِنَّكُمْ عَائِدُونَ
يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إِنَّا مُنتَقِمُونَ
“Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin). Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun). RABBenekşif annel’- azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne). Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun). Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun). İnnâ kâşifûl’- azâbi kalîlen innekum âidûn(âidûne). Yevme nebtışul’- batşetel’- kubrâ innâ muntekimûn(muntekimûne).: Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle. (O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır. RABBimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü'minleriz. Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar. Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar. Ve (O'NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O'NDAN yüz çevirdiler. Muhakkak ki Biz, azabı biraz kaldırsak (bile), şüphesiz ki siz (şirke) dönecek olanlarsınız. Büyük bir şiddetle (onları) yakalayacağımız gün, Biz mutlaka intikam alacak olanlarız.” (Duhân 44/10-16)
قُلْ مَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُتَكَلِّفِينَ
“Kul mâ es’elukum aleyhi min ecrin ve mâ ene minel’- mutekellifîn(mutekellifîne).: De ki: "Sizden ona (tebliğe) karşılık bir ecir (ücret) istemiyorum. Ve ben mütekelliflerden (mükellefiyet koyanlardan) değilim.” (Sâd 38/86)
ـ4ـ
ـ4ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )قال رسول اللّه #: مَا منْ مُؤْمِنٍ إَّ وَلَهُ بَابَانِ: بَابٌ يَصْعَدُ مِنْهُ عَمَلُهُ، وَبَابٌ يَنْزلُ مِنْهُ رِزْقُهُ. فإذَا مَاتَ بَكَيَا عَلَيْهِ، فذَلِكَ قولُهُ تعالى: فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّماءُ وَا‘رْضُ اŒية(. أخرجه الترمذى .
4. (783)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Bir mü'min için mutlaka (semâdan) iki kapı vardır. Birinden ameli yükselir, diğerinden de rızkı iner. Bu mü'min ölünce, her iki kapı da ağlarlar. Şu âyet bu duruma işaret eder.: "Ne gök ne yer onların üzerine ağlamadı..." (Duhân 44/29)." buyurdu.
(Tirmizî, Tefsir, Duhân, (3252).)
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ
“Fe mâ beket aleyhimus semâu vel’- ardu ve mâ kânû munzarîn(munzarîne).: Onlara yer ve gök ağlamadı. Ve onlara mühlet verilmedi.” (Duhân 44/29)
ـ5ـ
ـ5ـ وعن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. في قوله تعالى: )كالْمُهْلِ. قال: قال رسول اللّه #: كَعَكَرِ الزّيتِ إذَا قَرَّبَهُ إلى وَجْهِهِ سَقَطَتْ فَرْوَةُ وَجْهِهِ فِيهِ(. أخرجه الترمذى.»عَكَرُ الزّيتِ« بالتحريك: دُبْسُه، وَدَرَنُه الذى يرسُب في أسفله. »وفروة الوجه« جلدته .
5. (784)- Ebu Sa'id (radıyallahu anh).: "Doğrusu günahkârların yiyeceği zakkum ağacıdır. Karınlarında, suyun kaynaması gibi kaynayan erimiş mâden gibidir" (Duhan 44/43,46) âyetinde geçen mühl (erimiş maden) tâbiri hakkında şu açıklamayı yaptı.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Bu (mühl) sıvı yağın dibine çöken tortu gibidir, adamın yüzüne yaklaştırılınca, yüzünün derisi derhal içine düşer." buyurdu.
(Tirmizî, Sıfatu Cehennem 4, (2584-2587), Tefsir, Sâil (Meâric) 3319).)
إِنَّ شَجَرَةَ الزَّقُّومِ
طَعَامُ الْأَثِيمِ
كَالْمُهْلِ يَغْلِي فِي الْبُطُونِ
كَغَلْيِ الْحَمِيمِ
“İnne şeceretez zakkûm(zakkûmi). Taâmul’- esîm(esîmi). Kel muhl(muhli), yaglî fîl’- butûn(butûni). Ke galyil’- hamîm(hamîmi).: Muhakkak ki zakkum ağacı. Günahkârların yemeğidir. Erimiş maden gibi karınlarında kaynar. Erimiş maden gibi karınlarında kaynar. Kaynar suyun kaynaması gibi. Kaynar suyun kaynaması gibi.” (Duhân 44/43,66)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
AHKÂF SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ
ـ1ـ عن يوسف بن ماهك قال: )كانَ مَرْوَانُ عَلَى الحِجَازِ اسْتَعْمَلَهُ مُعَاوِيَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. فَخَطَبَ فَجَعَلَ يَذْكُرُ يَزيد بنَ مُعَاوِيةَ لِكَىْ يُبَايِعَ لَهُ بَعْدَ أبِيهِ. فقَالَ لَهُ عَبدُ الرَّحْمنِ بنُ أبِى بَكْرِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما شَيْئاً. فقَالَ خُذُوهُ: فَدَخَلَ بَيتَ عَائِشَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها فَلَمْ يَقْدِرُوا عَلَيْهِ. فقَالَ مَرْوَانُ: إنَّ هَذَا الَّذِى أنْزَلَ اللّهُ فِيهِ: وَالَّذِى قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُُفٍّ لَكُمَا أتَعِدَانِنى. فقَالَتْ عَائِشَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْها مِنْ وَرَاءِ الحِجَابِ: مَا أنزلَ اللّهُ فِينَا شَيْئاً مِنَ الْقُرآنِ إَّ مَا أنزَلَ في سُورَةِ النُّورِ مِنْ بَرَاءَتِى)ـ1((. أخرجه البخارى .
1. (785)- Yusuf İbnû Mâhik (radıyallahu anh) anlatıyor.: " Muâviye Mervan'ı Hicaz'a vâli tayin etmişti. Bu valiliği sırasında hutbe okudu ve hutbede Yezid İbnu Muâviye'nin ismini zikretmeye başladı. Maksadı, babası ( Muâviye)den sonra ona biat etmekti. Abdurrahman İbnu Ebi Bekr, ona birşeyler söyledi. (Bu söze kızan) Mervân: "Yakalayın şunu!" emretti. (Abdurrahman hemen kaçıp) Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin odasına girdi. Böylece onu yakalayamadılar.
Bunun üzerine Mervan şunu söyledi.: "Bu var ya, hakkında şu âyet inen kimsedir: (Meâlen): "Ana ve babasına: "Öf size, benden evvel nice nice nesiller gelip geçtiği halde beni (tekrar diriltilip kabrimden) çıkarılacağımla mı tehdid ediyorsunuz? diyen (adam yok mu) anası, babası ALLAH'a yalvarırlar. (Ona): "Yazık sana. İman et. ALLAH'ın va'di hiç şüphesiz haktır" (derler). O ise: "Bu (dediğiniz) evvelkilerin masallarından başkası değildir" der." (Ahkaf 46/17).
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) perde gerisinden Mervân'a şu cevâbı verdi: "Cenâb-ı HAKk, Kur’ÂN-ı Kerim'de bizimle ilgili olarak, (münafıkların iftirasından) berâetimi haber veren Nûr Sûresindeki âyetlerden başka hiçbir şey inzal buyurmamıştır." (Buharî, Tefsir, Ahkâf 1.)
وَالَّذِي قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُفٍّ لَّكُمَا أَتَعِدَانِنِي أَنْ أُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتْ الْقُرُونُ مِن قَبْلِي وَهُمَا يَسْتَغِيثَانِ اللَّهَ وَيْلَكَ آمِنْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَيَقُولُ مَا هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
“Vellezî kâle li vâlideyhi uffın lekumâ e teidâninî en uhrece ve kad haletil’- kurûnu min kablî ve humâ yestegîsânillâhe veyleke âmin, inne va’dallâhi hakk(hakkun), fe yekûlu mâ hâzâ illâ esâtîrul’- evvelîn(evvelîne).: Ve o, anne ve babasına: “İkinize de off (ikinizden de bıktım), daha önce (nice) nesiller gelip geçmişken, benim topraktan diriltilerek çıkarılacağımı mı vaadediyorsunuz?” dedi. Ve onlar (anne ve babası) ALLAH'tan yardım isteyerek: “Kendine yazık (ediyorsun), îmân et. Muhakkak ki ALLAH'ın vaadi haktır.” (dediler). Bunun üzerine (o) şöyle dedi: “Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir.” (Ahkâf 46/17)
ـ2ـ
ـ2ـ وعن علقمة قالَ: )قُلْتُ بْنِ مَسْعُودٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: هَلْ صَحِبَ النَّبِىَّ # مِنْكُمْ أحَدٌ لَيْلَةَ الْجِنِّ؟ قال: مَا صَحِبَهُ أحَدٌ مِنَّا وَلَكِنَّا كُنَّا مَعَهُ ذَاتَ لَيْلَةٍ فَقَعَدْنَاهُ فَالْتَمَسْنَاهُ في ا‘وْدِيَةِ وَالشِّعَابِ. فقُلْنَا اسْتُطيرَ أوِ اغْتِيلَ؟ فَبِتْنَا بِشَرِّ لَيْلَةٍ بَاتَ بِهَا قَوْمٌ. فَلَمَّا أصْبَحَْنَا فَإذَا هُوَ جَاءَ مِنْ قِبَلِ حِرَاءَ؛ فقُلْنَا: يَارَسُولَ اللّه فَقَدْنَاكَ فَطَلَبْنَاكَ فَلَمْ نَجِدْكَ فَبِتْنَا بِشَرِّ لَيْلَةٍ بَاتَ بِهَا قَوْمٌ. فَقَالَ: أتَانِى دَاعِى الْجِنِّ فَذَهَبْتُ مَعَهُ فَقَرَأتُ عَلَيْهِمُ الْقُرآنَ. قَالَ: فَانْطَلَقَ بِنَا فَأرَانَا آثَارَهُمْ وَآثاَرَ نِيَرانِهِمْ؛ وَسَألُوهُ الزَّادَ. فَقَالَ: لَكُمْ كُلُّ عَظْمٍ ذُكِرَ اسْمُ اللّهِ تَعالى عَلَيْهِ يَقَعُ في أيْدِيكُمْ أوْفَرَ مَا يَكُونُ لَحْماً وَكُلُّ بَعْرَةٍ أوْ رَوْثَةٍ عَلَفٌ لِدَوَابِّكُمْ. فقَالَ #: فََ تَسْتَنْجُوا بِهِمَا فَإنَّهُمَا طَعَامُ إخْوَانِكُمْ(. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذى .
1. (786)- Alkame anlatıyor.: "İbni Mes'ud (radıyallahu anh)'a dedim ki:
"- Sizden kimse, Cin Gecesinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e refakat etti mi?"
"- Hayır, dedi, bizden kimse ona refakat etmedi. Ancak bir gece O'nunla (aleyhissalâtu vesselâm) beraberdik. Bir ara onu kaybettik. Kendisini vâdilerde ve dağ yollarında aradık. Bulamayınca.: "Yoksa uçurulmuş veya kaçırılmış olmasın?" dedik. Böylece, geçirilmesi mümkün en kötü bir gece geçirdik. Sabah olunca, bir de baktık ki Hira tarafından geliyor.
"- Ey ALLAH'ın Resulü, biz seni kaybettik, çok aradık ve bulamadık. Bu sebeple geçirilmesi mümkün en fena bir gece geçirdik" dedik.
"- Bana cinlerin davetçisi geldi. Beraber gittik. Onlara Kur’ÂN-ı Kerim'i okudum" buyurdu. Sonra bizi götürerek cinlerin izlerini, ateşlerinin kalıntılarını bize gösterdi. Cinler kendisine yiyeceklerini sormuşlar. O da: "Elinize geçen, üzerine ALLAH'ın ismi zikredilmiş her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve ve at mayısı da hayvanlarınızın yemidir" buyurmuş. Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize şu tenbihte bulundu.: "Sakın bu iki şeyle (kemik ve kuru hayvan mayısı) abdest bozduktan sonra istinca etmeyin, çünkü onlar (cinnî olan) din kardeşlerinizin yiyecekleridir."
(Müslim, Salat 150 (450); Tirmizî, Tefsir, Ahkâf, (3254); Ebu Dâvud, Tahâret 42, (85).)
ـ1ـ
ـ1ـ عن يوسف بن ماهك قال: )كانَ مَرْوَانُ عَلَى الحِجَازِ اسْتَعْمَلَهُ مُعَاوِيَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. فَخَطَبَ فَجَعَلَ يَذْكُرُ يَزيد بنَ مُعَاوِيةَ لِكَىْ يُبَايِعَ لَهُ بَعْدَ أبِيهِ. فقَالَ لَهُ عَبدُ الرَّحْمنِ بنُ أبِى بَكْرِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما شَيْئاً. فقَالَ خُذُوهُ: فَدَخَلَ بَيتَ عَائِشَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها فَلَمْ يَقْدِرُوا عَلَيْهِ. فقَالَ مَرْوَانُ: إنَّ هَذَا الَّذِى أنْزَلَ اللّهُ فِيهِ: وَالَّذِى قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُُفٍّ لَكُمَا أتَعِدَانِنى. فقَالَتْ عَائِشَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْها مِنْ وَرَاءِ الحِجَابِ: مَا أنزلَ اللّهُ فِينَا شَيْئاً مِنَ الْقُرآنِ إَّ مَا أنزَلَ في سُورَةِ النُّورِ مِنْ بَرَاءَتِى)ـ1((. أخرجه البخارى .
1. (785)- Yusuf İbnû Mâhik (radıyallahu anh) anlatıyor.: " Muâviye Mervan'ı Hicaz'a vâli tayin etmişti. Bu valiliği sırasında hutbe okudu ve hutbede Yezid İbnu Muâviye'nin ismini zikretmeye başladı. Maksadı, babası ( Muâviye)den sonra ona biat etmekti. Abdurrahman İbnu Ebi Bekr, ona birşeyler söyledi. (Bu söze kızan) Mervân: "Yakalayın şunu!" emretti. (Abdurrahman hemen kaçıp) Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin odasına girdi. Böylece onu yakalayamadılar.
Bunun üzerine Mervan şunu söyledi.: "Bu var ya, hakkında şu âyet inen kimsedir: (Meâlen): "Ana ve babasına: "Öf size, benden evvel nice nice nesiller gelip geçtiği halde beni (tekrar diriltilip kabrimden) çıkarılacağımla mı tehdid ediyorsunuz? diyen (adam yok mu) anası, babası ALLAH'a yalvarırlar. (Ona): "Yazık sana. İman et. ALLAH'ın va'di hiç şüphesiz haktır" (derler). O ise: "Bu (dediğiniz) evvelkilerin masallarından başkası değildir" der." (Ahkaf 46/17).
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) perde gerisinden Mervân'a şu cevâbı verdi: "Cenâb-ı HAKk, Kur’ÂN-ı Kerim'de bizimle ilgili olarak, (münafıkların iftirasından) berâetimi haber veren Nûr Sûresindeki âyetlerden başka hiçbir şey inzal buyurmamıştır." (Buharî, Tefsir, Ahkâf 1.)
وَالَّذِي قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُفٍّ لَّكُمَا أَتَعِدَانِنِي أَنْ أُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتْ الْقُرُونُ مِن قَبْلِي وَهُمَا يَسْتَغِيثَانِ اللَّهَ وَيْلَكَ آمِنْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَيَقُولُ مَا هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
“Vellezî kâle li vâlideyhi uffın lekumâ e teidâninî en uhrece ve kad haletil’- kurûnu min kablî ve humâ yestegîsânillâhe veyleke âmin, inne va’dallâhi hakk(hakkun), fe yekûlu mâ hâzâ illâ esâtîrul’- evvelîn(evvelîne).: Ve o, anne ve babasına: “İkinize de off (ikinizden de bıktım), daha önce (nice) nesiller gelip geçmişken, benim topraktan diriltilerek çıkarılacağımı mı vaadediyorsunuz?” dedi. Ve onlar (anne ve babası) ALLAH'tan yardım isteyerek: “Kendine yazık (ediyorsun), îmân et. Muhakkak ki ALLAH'ın vaadi haktır.” (dediler). Bunun üzerine (o) şöyle dedi: “Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir.” (Ahkâf 46/17)
ـ2ـ
ـ2ـ وعن علقمة قالَ: )قُلْتُ بْنِ مَسْعُودٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: هَلْ صَحِبَ النَّبِىَّ # مِنْكُمْ أحَدٌ لَيْلَةَ الْجِنِّ؟ قال: مَا صَحِبَهُ أحَدٌ مِنَّا وَلَكِنَّا كُنَّا مَعَهُ ذَاتَ لَيْلَةٍ فَقَعَدْنَاهُ فَالْتَمَسْنَاهُ في ا‘وْدِيَةِ وَالشِّعَابِ. فقُلْنَا اسْتُطيرَ أوِ اغْتِيلَ؟ فَبِتْنَا بِشَرِّ لَيْلَةٍ بَاتَ بِهَا قَوْمٌ. فَلَمَّا أصْبَحَْنَا فَإذَا هُوَ جَاءَ مِنْ قِبَلِ حِرَاءَ؛ فقُلْنَا: يَارَسُولَ اللّه فَقَدْنَاكَ فَطَلَبْنَاكَ فَلَمْ نَجِدْكَ فَبِتْنَا بِشَرِّ لَيْلَةٍ بَاتَ بِهَا قَوْمٌ. فَقَالَ: أتَانِى دَاعِى الْجِنِّ فَذَهَبْتُ مَعَهُ فَقَرَأتُ عَلَيْهِمُ الْقُرآنَ. قَالَ: فَانْطَلَقَ بِنَا فَأرَانَا آثَارَهُمْ وَآثاَرَ نِيَرانِهِمْ؛ وَسَألُوهُ الزَّادَ. فَقَالَ: لَكُمْ كُلُّ عَظْمٍ ذُكِرَ اسْمُ اللّهِ تَعالى عَلَيْهِ يَقَعُ في أيْدِيكُمْ أوْفَرَ مَا يَكُونُ لَحْماً وَكُلُّ بَعْرَةٍ أوْ رَوْثَةٍ عَلَفٌ لِدَوَابِّكُمْ. فقَالَ #: فََ تَسْتَنْجُوا بِهِمَا فَإنَّهُمَا طَعَامُ إخْوَانِكُمْ(. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذى .
1. (786)- Alkame anlatıyor.: "İbni Mes'ud (radıyallahu anh)'a dedim ki:
"- Sizden kimse, Cin Gecesinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e refakat etti mi?"
"- Hayır, dedi, bizden kimse ona refakat etmedi. Ancak bir gece O'nunla (aleyhissalâtu vesselâm) beraberdik. Bir ara onu kaybettik. Kendisini vâdilerde ve dağ yollarında aradık. Bulamayınca.: "Yoksa uçurulmuş veya kaçırılmış olmasın?" dedik. Böylece, geçirilmesi mümkün en kötü bir gece geçirdik. Sabah olunca, bir de baktık ki Hira tarafından geliyor.
"- Ey ALLAH'ın Resulü, biz seni kaybettik, çok aradık ve bulamadık. Bu sebeple geçirilmesi mümkün en fena bir gece geçirdik" dedik.
"- Bana cinlerin davetçisi geldi. Beraber gittik. Onlara Kur’ÂN-ı Kerim'i okudum" buyurdu. Sonra bizi götürerek cinlerin izlerini, ateşlerinin kalıntılarını bize gösterdi. Cinler kendisine yiyeceklerini sormuşlar. O da: "Elinize geçen, üzerine ALLAH'ın ismi zikredilmiş her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve ve at mayısı da hayvanlarınızın yemidir" buyurmuş. Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize şu tenbihte bulundu.: "Sakın bu iki şeyle (kemik ve kuru hayvan mayısı) abdest bozduktan sonra istinca etmeyin, çünkü onlar (cinnî olan) din kardeşlerinizin yiyecekleridir."
(Müslim, Salat 150 (450); Tirmizî, Tefsir, Ahkâf, (3254); Ebu Dâvud, Tahâret 42, (85).)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
FETİH SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ
ـ1ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )نَزلَ عَلى النَّبىِّ #: إنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُبِيناً لِيَغْفِرَ لَكَ اللّهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذنْبِكَ ومَا تَأخَّرَ. مَرْجِعَهُ مِنَ الْحُدَيْبِيةِ. فَالْفَتْحُ الْمُبِينُ هُوَ فَتْحُ الْحُدَيْبِيّةِ. فقَالُوا: هَنِيئاً لَكَ مَرِيئاً يَا رَسُولَ اللّهِ، لَقَدْ بَيَّنَ اللّهُ تَعالى لَكَ مَاذَا يَفْعَلُ بِكَ، فَمَاذَا يَفْعَلُ بِنَا؟ فنَزَلَتْ: لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا ا‘نْهَارُ اŒية(. أخرجه الشيخان والترمذى .
1. (787)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Ey MuhaMMed! Doğrusu BİZ sana apaçık bir zafer sağlamışızdır. ALLAH böylece senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir" (Feth 48/1-2) âyetleri Hudeybiye dönüşü Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e nâzil oldu. Âyette geçen "apaçık zafer (Feth-i Mübin)" Hudeybiye Zaferidir.
Âyet inince: "Yâ Resûlullah, ne mutlu, kutlu olsun, saadetli olsun, ALLAH TeALÂ Hazretleri senin için ne yapacağını sana açıkladı. Acaba bize ne yapacak?" dediler.
Bunun üzerine şu âyet indi:
"İman eden erkek ve kadınları, içinde ebedî kalacakları, içlerinde ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. ALLAH katında büyük kurtuluş işte budur" (Feth 48/5).
(Buhari, Meğâzi 35, Tefsir, Feth 1; Müslim, Cihâd 97 (1786); Tirmizî, Tefsir, Feth (3259).)
إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا
“İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ(mubînen). Li yagfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yutimme ni’metehu aleyke ve yehdiyeke sırâtan mustekîmâ(mustekîmen).: Muhakkak ki Biz, sana apaçık bir fetih verdik. ALLAH, senin geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret etsin ve sana ni'metini tamamlasın ve seni Sıratı Mustakîm'e ulaştırsın diye.” (Feth 48/1-2)
لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَكَانَ ذَلِكَ عِندَ اللَّهِ فَوْزًا عَظِيمًا
“Li yudhile’l- mu’minîne ve’l- mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihe’l- enhâru hâlidîne fîhâ ve yukeffire anhum seyyiâtihim, ve kâne zâlike indallâhi fevzen azîmâ (azîmen).: (Bütün bu lütuflar) mü’min erkeklerle mü’min kadınları, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan CeNNetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, ALLAH Katında büyük bir kurtuluştur.” (Feth 48/5)[/i]
ـ2ـ
ـ2ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. )أنَّ ثَمَانِينَ رَجًُ نَزَلُوا عَلَى رَسُولِ اللّه # مِنْ جَبَلِ التَّنْعِيمِ عِنْدَ صََةِ الصُّبْحِ يُرِيدُونَ قَتْلَهُ. فَأخِذُوا: فَأعْتَقَهُمْ رسولُ اللّه # فنَزَلَتْ وَهُوَ الَّذِى كَفَّ أيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَأيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ أنْ أظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ اŒية(. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذى .
1. (788)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Sabah namazı sırasında Ten'im Dağından seksen kişi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in üzerine geldiler. Niyetleri onu öldürmekti. Yakalandılar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onları serbest bıraktı. Bunun üzerine şu âyet indi.: "Sizi onlara üstün kıldıktan sonra, Mekke bölgesinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan geri tutan, savaşı önleyen O'dur..." (Feth 48/24).
(Müslim, Cihad 133 (1808); Tirmizî, Tefsir, Fetih (3260); Ebu Dâvud, Cihad 130, (2677).)
وَهُوَ الَّذِي كَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ عَنْهُم بِبَطْنِ مَكَّةَ مِن بَعْدِ أَنْ أَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًا
“Ve huvellezî keffe eydiyehum ankum ve eydiyekum anhum bi batni mekkete min ba’di en azferekum aleyhim ve kânallâhu bi mâ ta’melûne basîrâ(basîran).: Ve sizi, Mekke'nin ortasında onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden ve sizin ellerinizi onlardan çeken O'dur. Ve ALLAH, yaptıklarınızı görendir.” (Feth 48/24)
ـ3ـ
ـ3ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ )عن النَّبىّ # في قولهِ تعالى: وَألْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى. قَالَ النَّبىُّ #: َ إلَهَ إَّ اللّهُ(. أخرجه الترمذى .
1. (789)- Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh).: "ALLAH, peygamberine ve inananlara huzur indirdi. Onların takva sözünü tutmalarını sağladı" (Feth 48/26) âyetinde geçen "takva sözü"nden, Lâ İlâhe illâ ALLAH'ın kastedildiğini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den işittiğini söylemiştir.
(Tirmizî, Tefsir, Feth, (3261).)
إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَأَنزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى وَكَانُوا أَحَقَّ بِهَا وَأَهْلَهَا وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
“İz cealellezîne keferû fî kulûbihimul’- hamiyyete hamiyyetel’- câhiliyyeti fe enzelallâhu sekînetehu alâ resûlihî ve alel’- mû’minîne ve elzemehum kelimetet takvâ ve kânû e hakka bihâ ve ehlehâ ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).: Kâfirler hamiyeti, cahiliye taassubunu kalplerine yerleştirince, ALLAH da Resûl'ünün ve mü'minlerin üzerine sekînetini indirdi. Ve takva sözü onlara elzem oldu (hakettiler). Ve onu (takva sahibi olmayı), en çok onlar hakettiler. Ve ona ehil (lâyık) oldular. Ve ALLAH, herşeyi en iyi bilendir.” (Feth 48/26)
ـ1ـ
ـ1ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )نَزلَ عَلى النَّبىِّ #: إنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُبِيناً لِيَغْفِرَ لَكَ اللّهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذنْبِكَ ومَا تَأخَّرَ. مَرْجِعَهُ مِنَ الْحُدَيْبِيةِ. فَالْفَتْحُ الْمُبِينُ هُوَ فَتْحُ الْحُدَيْبِيّةِ. فقَالُوا: هَنِيئاً لَكَ مَرِيئاً يَا رَسُولَ اللّهِ، لَقَدْ بَيَّنَ اللّهُ تَعالى لَكَ مَاذَا يَفْعَلُ بِكَ، فَمَاذَا يَفْعَلُ بِنَا؟ فنَزَلَتْ: لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا ا‘نْهَارُ اŒية(. أخرجه الشيخان والترمذى .
1. (787)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Ey MuhaMMed! Doğrusu BİZ sana apaçık bir zafer sağlamışızdır. ALLAH böylece senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir" (Feth 48/1-2) âyetleri Hudeybiye dönüşü Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e nâzil oldu. Âyette geçen "apaçık zafer (Feth-i Mübin)" Hudeybiye Zaferidir.
Âyet inince: "Yâ Resûlullah, ne mutlu, kutlu olsun, saadetli olsun, ALLAH TeALÂ Hazretleri senin için ne yapacağını sana açıkladı. Acaba bize ne yapacak?" dediler.
Bunun üzerine şu âyet indi:
"İman eden erkek ve kadınları, içinde ebedî kalacakları, içlerinde ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. ALLAH katında büyük kurtuluş işte budur" (Feth 48/5).
(Buhari, Meğâzi 35, Tefsir, Feth 1; Müslim, Cihâd 97 (1786); Tirmizî, Tefsir, Feth (3259).)
إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا
“İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ(mubînen). Li yagfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yutimme ni’metehu aleyke ve yehdiyeke sırâtan mustekîmâ(mustekîmen).: Muhakkak ki Biz, sana apaçık bir fetih verdik. ALLAH, senin geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret etsin ve sana ni'metini tamamlasın ve seni Sıratı Mustakîm'e ulaştırsın diye.” (Feth 48/1-2)
لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَكَانَ ذَلِكَ عِندَ اللَّهِ فَوْزًا عَظِيمًا
“Li yudhile’l- mu’minîne ve’l- mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihe’l- enhâru hâlidîne fîhâ ve yukeffire anhum seyyiâtihim, ve kâne zâlike indallâhi fevzen azîmâ (azîmen).: (Bütün bu lütuflar) mü’min erkeklerle mü’min kadınları, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan CeNNetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, ALLAH Katında büyük bir kurtuluştur.” (Feth 48/5)[/i]
ـ2ـ
ـ2ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. )أنَّ ثَمَانِينَ رَجًُ نَزَلُوا عَلَى رَسُولِ اللّه # مِنْ جَبَلِ التَّنْعِيمِ عِنْدَ صََةِ الصُّبْحِ يُرِيدُونَ قَتْلَهُ. فَأخِذُوا: فَأعْتَقَهُمْ رسولُ اللّه # فنَزَلَتْ وَهُوَ الَّذِى كَفَّ أيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَأيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ أنْ أظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ اŒية(. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذى .
1. (788)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Sabah namazı sırasında Ten'im Dağından seksen kişi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in üzerine geldiler. Niyetleri onu öldürmekti. Yakalandılar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onları serbest bıraktı. Bunun üzerine şu âyet indi.: "Sizi onlara üstün kıldıktan sonra, Mekke bölgesinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan geri tutan, savaşı önleyen O'dur..." (Feth 48/24).
(Müslim, Cihad 133 (1808); Tirmizî, Tefsir, Fetih (3260); Ebu Dâvud, Cihad 130, (2677).)
وَهُوَ الَّذِي كَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ عَنْهُم بِبَطْنِ مَكَّةَ مِن بَعْدِ أَنْ أَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًا
“Ve huvellezî keffe eydiyehum ankum ve eydiyekum anhum bi batni mekkete min ba’di en azferekum aleyhim ve kânallâhu bi mâ ta’melûne basîrâ(basîran).: Ve sizi, Mekke'nin ortasında onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden ve sizin ellerinizi onlardan çeken O'dur. Ve ALLAH, yaptıklarınızı görendir.” (Feth 48/24)
ـ3ـ
ـ3ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ )عن النَّبىّ # في قولهِ تعالى: وَألْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى. قَالَ النَّبىُّ #: َ إلَهَ إَّ اللّهُ(. أخرجه الترمذى .
1. (789)- Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh).: "ALLAH, peygamberine ve inananlara huzur indirdi. Onların takva sözünü tutmalarını sağladı" (Feth 48/26) âyetinde geçen "takva sözü"nden, Lâ İlâhe illâ ALLAH'ın kastedildiğini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den işittiğini söylemiştir.
(Tirmizî, Tefsir, Feth, (3261).)
إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَأَنزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى وَكَانُوا أَحَقَّ بِهَا وَأَهْلَهَا وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
“İz cealellezîne keferû fî kulûbihimul’- hamiyyete hamiyyetel’- câhiliyyeti fe enzelallâhu sekînetehu alâ resûlihî ve alel’- mû’minîne ve elzemehum kelimetet takvâ ve kânû e hakka bihâ ve ehlehâ ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).: Kâfirler hamiyeti, cahiliye taassubunu kalplerine yerleştirince, ALLAH da Resûl'ünün ve mü'minlerin üzerine sekînetini indirdi. Ve takva sözü onlara elzem oldu (hakettiler). Ve onu (takva sahibi olmayı), en çok onlar hakettiler. Ve ona ehil (lâyık) oldular. Ve ALLAH, herşeyi en iyi bilendir.” (Feth 48/26)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
HUCURÂT SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ
ـ1ـ عن عبداللّه بن الزبير رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قالَ: )قَدِمَ ركْبٌ مِنْ بَنِى تَمِيمٍ عَلَى رسولِ اللّه #. فقَالَ أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: أمِّرِ الْقَعْقَاعَ بنَ مَعْبَدِ بن زُرَارَةَ؛ وَقَالَ عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: أمِّرِ ا‘قْرَعَ بنَ حَابس. قَالَ أبُو بَكْرٍ: مَا أرَدْتَ إَّ خَِفِى. وَقَالَ عُمَرُ: مَا أرَدْتُ خَِفَكَ، فَتَزرَيَا حَتَّى ارْتَفَعَتْ أصْوَاتُهُما. فنزلَ قولُهُ تعالى: يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا َ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَىِ اللّهِ وَرَسُولهِ. إلى قولهِ َ تَرْفَعُوا أصْوَاتَكُمْ حَتَّى انْقَضَتْ(. أخرجه البخارى والترمذى والنسائى .
1. (790)- Abdullah İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Benî Temim kabilesinden binekli bir grup Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm’in yanına geldiler. Hz. Ebu Bekir, Ka'kâ' İbnu Ma'bed (radıyallahu anhümâ)'i bunlara emir tâyin etmesini, Hz. Ömer (radıyallahu anh) de Akra İbnu'l-Hâbis'i emir tâyin etmesini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e söylediler. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'e çıkıştı ve.: "Sen bana muhalefet etmek istiyorsun!" dedi.
Hz. Ömer (radıyallahu anh).: "Asla sana muhalefet etmeyi düşünmedim!" dedi. Aralarında ithamlaşma oldu ve sesleri yükseldi. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu. (Meâlen).:
"Ey iman edenler, ALLAH'ın ve Resulü'nün huzurunda (sözde ve işte) öne geçmeyin. ALLAH'tan korkun. Çünkü ALLAH hakkıyla işiten, (her şeyi) bilendir. Ey iman edenler, seslerinizi Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Ona, sözle birbirinize bağırdığınız gibi bağırmayın ki siz farkına varmadan amelleriniz hoşa gidiverir" (Hucurat 49/1-2).
(Buharî, Tefsir, Hucurat 1, 2, Meğazî 67, İ'tisam 5; Tirmizî, Tefsir Hucurat (3262); Nesâî, Kazâ' 6, (8, 226).)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ أَن تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tukaddimû beyne yedeyillâhi ve resûlihî vettekûllâh (vettekûllâhe), innallâhe semîun alîm (alîmun). Ya eyyuhâllezîne âmenû lâ terfeû asvâtekum fevka savtin nebiyyi ve lâ techerû lehu bi'l- kavli ke cehri ba’dıkum li ba’dın en tahbeta a’mâlukum ve entum lâ teş’urûn (teş’urûne).: Ey iman edenler! ALLAH'ın ve O'nun Resûl'ünün önüne geçmeyin. Ve ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun. Muhakkak ki ALLAH; en iyi işiten, en iyi bilendir. Ey iman edenler! Seslerinizi peygamber'in sesi'nden fazla yükseltmeyin. Ve o'na sözü, birbirinize bağırdığınız gibi bağırarak söylemeyin. Siz farkında olmadan amelleriniz hebâ olur.” (Hucurât 49/1-2)
ـ1ـ
يَعْقِلُونَ؛ قَالَ قَامَ رَجُلٌ فَقَالَ يَا رسُولَ اللّهِ: إنَّ حَمْدِى زَينٌ، وَذَمِّى شَينٌ. فقَالَ رسولُ اللّه #: ذَاكَ اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ(. أخرجه الترمذى .
1. (791)- Berâ (radıyallahu anh), "Hücrelerin arkasından sana ünleyenler, herhalde ekserisi aklı ermiyenlerdir..." (Hucurat 49/4) mealindeki âyetle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı.: "Bir adam kalkıp.: "Ya Resûlallah, benim övmem bir yüceltme yermem de alçaltmadır!." dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Böyle yapmak ALLAH'a aittir" cevâbını verdi."
(Tirmizî, Tefsir, Hucurat, (3264); Ebu Dâvud, Edeb 71,(4926).)
إِنَّ الَّذِينَ يُنَادُونَكَ مِن وَرَاء الْحُجُرَاتِ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
“İnnellezîne yunâdûneke min verâil’- hucurâti ekseruhum lâ ya’kılûn (ya’kılûne).: Muhakkak ki sana odaların dışından seslenenlerin çoğu akıl etmezler.” (Hucurât 49/4)
ـ3ـ
ـ3ـ وعن أبى نضرة قال: )قَرَأ أبُو سَعيد الْخُدْرِىُّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ؛ وَاعْلَمُوا أنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللّهِ لَوْ يُطِيعُكُمْ في كَثِيرٍ مِنَ ا‘مْرِ لَعَنِتُّمْ وَلكِنَّ اللّهَ حَبَّبَ إلَيْكُمْ ا“يَمانَ. قَالَ هَذَا نَبِىُّكُمْ # يُوحى إلَيْهِ، وَخِيَارُ أئمَّتِكُمْ لَوْ أطَاعَهُمْ في كَثِيرٍ مِنَ ا‘مْرِ لَعَنِتُوا . فَكَيْفَ بِكُمْ الْيَوْمَ؟( أخرجه الترمذى وصححه .
3. (792)- Ebu Nadra (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh).: "Bilin ki, içinizde ALLAH'ın Peygamberi bulunmaktadır. Eğer O, birçok işlerde size uymuş olsaydı şüphesiz kötü duruma düşerdiniz. Ama ALLAH size imanı sevdirmiş, onu gönüllerinize güzel göstermiş; küfrü, fıskı ve isyanı da size iğrenç göstermiştir.." (Hucurât 49/7-8) mealindeki âyeti okudu ve şöyle söyledi.:
"- İşte bu kendisine vahyolunan Peygamberinizdir (aleyhissalâtu vesselâm). Peygamberin uyması melhuz olan/düşünülebilen kimseler de -ki âyette "size uymuş olsaydı" diye zikredilenler- sizlerin en hayırlı imamlarınız olan Ashâb'dır. Dünkü durum öyle olunca bugün hâliniz nedir?"
(Tirmizî, Tefsir, Hucura, (3265).)
وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ
فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَنِعْمَةً وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
“Va’lemû enne fîkum resûlallâh (resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel’- emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul’- îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul’- kufre vel’- fusûka vel’- isyân (isyâne), ulâike humur râşidûn (râşidûne). Fadlen minallâhi ve ni’meh (ni’meten), vallâhu alîmun hakîm (hakîmun).: Ve aranızda ALLAH'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat ALLAH, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır. (Bu) ALLAH'tan bir fazl ve ni'mettir. Ve ALLAH; Alîm'dir, Hakîm'dir.” (Hucurât 49/7-8)
ـ4ـ
ـ4ـ وعن أبى جبيرة بن الضحاك رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )فيناَ بَنِى سَلِمةَ نزَلتْ هذِهِ اŒيةُ، قَدِمَ عَلَيْنَا رسول اللّهِ # وَلَيْسَ فِينَا رَجُلٌ إَّ ولَهُ اسْمَانِ أوْ ثَثَةٌ. فَجَعَلَ رسولُ اللّهِ # يَقُولُ: يَا فَُنُ. فَيَقُولُونَ لَهُ: يَا رسولَ اللّهِ إنَّهُ يَغْضَبُ من هذَا اسْمِ. فنزلَتْ: وََ تَنَابَزُوا بِا‘لْقَابِ بِئْسَ اِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ ا“يمَانِ( أخرجه أبو داود والترمذى .
4. (793)- Ebu Cebîre İbnu'd-Dahhâk (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Bir âyet, biz Benî Selime hakkında nâzil oldu. Şöyle ki.: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bize geldiği vakit herkesin mutlaka iki veya üç adı vardı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu adlarından biriyle.: "Ey falan!" diye bir kimseyi çağırınca kendisine:
"- Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem! O, bu isimle çağırılınca, kızar" diye ikaz ediyorlardı. İşte bu durum üzerine şu âyet indi:
"Ey iman edenler, bir kavm diğer bir kavm ile alay etmesin. Olur ki (alay edilenler ALLAH indinde) kendilerinden (yani alay edenlerden) daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları (eğlenceye almasın). Olur ki onlar (eğlenceye alınanlar) kendilerinden daha hayırlıdır. Kendi kendinizi ayıplamayın. Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü addır. Kim (ALLAH'ın yasak ettiği şeylerden) tevbe etmezse, onlar zâlimlerin ta kendileridir" (Hucurât 49/11).
(Tirmizî, Tefsir, Hucurat (3264); Ebu Dâvud, Edeb 71, (4926).)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِّن قَوْمٍ عَسَى أَن يَكُونُوا خَيْرًا مِّنْهُمْ وَلَا نِسَاء مِّن نِّسَاء عَسَى أَن يَكُنَّ خَيْرًا مِّنْهُنَّ وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَن لَّمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ yeshar kavmun min kavmin asâ en yekûnû hayren minhum ve lâ nisâun min nisâin asâ en yekunne hayren minhunn (minhunne), ve lâ telmizû enfusekum ve lâ tenâbezû bil elkâb (elkâbi), bi’sel’- ismul’- fusûku ba’del’- îmân (îmâni), ve men lem yetub, fe ulâike humuz zâlimûn (zâlimûne).: Ey iman edenler!Bir kavim, (başka) bir kavimle alay etmesin. Belki onlar (alay edilenler) diğerlerinden daha hayırlıdır. Ve kadınlar da diğer kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden (diğerleri) daha hayırlıdırlar. Ve birbirinizi ayıplamayın. Kötü lâkaplarla çağırmayın. Îmândan sonra fasık isimler ne kötü. Ve kim tövbe etmezse, işte o zaman onlar zâlimdirler.” (Hucurât 49/11)
ـ5ـ
ـ5ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قولهِ تعالى: )وَجَعلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتعَارَفُوا. قَالَ: الشُّعُوبُ الْقَبَائِلُ الْكِبَارُ العِظَامُ، وَالْقَبَائِلُ: الْبُطُونُ(. أخرجه البخارى .
5. (794)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), "Ey insanlar! Doğrusu biz, sizleri bir erkekle bir kadından yarattık. Sizi milletler ve kabileler hâline koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız.." (Hucurât 49/13) âyetinde geçen şuûb'u =>büyük kabileler", kabâil'i de =>kabilenin alt bölümü olan boylar olarak açıklamıştır.
Dilimizde bu kelimelerin kesinlik kazanmış karşılıkları mevcud değildir. Bu sebeple Türkçe meallere bakılınca farklı kelimelere rastlanabilir.
Burada mühim olan İslâm'ın farklı ırklara bakış tarzıdır. Âyet-i kerime bunu tesbit etmektedir. Âyete göre ırk şe'niyeti inkâr edilemeyen İlâhî İrâde ile ortaya çıkan bir realitedir. Hiçbir ırk diğerine üstünlük iddiâ edemez.
Irk meselesi her devirde çok şen'î zulümlerin işlenmesine, masum kanların dökülmesine sebep olan bir vak'adır. Muhâbere ve münâkale vasıtalarının gelişmesiyle daralıp şehirleşen, âileleşen insanlık için gelecekte de bu meselenin canlılığını, insanları meşgul eden ana meselelerden biri olma vasfını koruyacağı muhakkaktır.
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“Yâ eyyuhe'n- nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr (habîrun).: Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler kıldık ki, birbirinizi (soyunuzu, babalarınızı) tanıyasınız. Muhakkak ki ALLAH'ın indinde en çok kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli olanınız), (ırk ya da soy olarak değil) en çok takva sahibi olanınızdır. Muhakkak ki ALLAH, en iyi bilen ve haberdar olandır.” (Hucurât 49/13)
ـ1ـ
ـ1ـ عن عبداللّه بن الزبير رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قالَ: )قَدِمَ ركْبٌ مِنْ بَنِى تَمِيمٍ عَلَى رسولِ اللّه #. فقَالَ أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: أمِّرِ الْقَعْقَاعَ بنَ مَعْبَدِ بن زُرَارَةَ؛ وَقَالَ عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: أمِّرِ ا‘قْرَعَ بنَ حَابس. قَالَ أبُو بَكْرٍ: مَا أرَدْتَ إَّ خَِفِى. وَقَالَ عُمَرُ: مَا أرَدْتُ خَِفَكَ، فَتَزرَيَا حَتَّى ارْتَفَعَتْ أصْوَاتُهُما. فنزلَ قولُهُ تعالى: يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا َ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَىِ اللّهِ وَرَسُولهِ. إلى قولهِ َ تَرْفَعُوا أصْوَاتَكُمْ حَتَّى انْقَضَتْ(. أخرجه البخارى والترمذى والنسائى .
1. (790)- Abdullah İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor.: "Benî Temim kabilesinden binekli bir grup Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm’in yanına geldiler. Hz. Ebu Bekir, Ka'kâ' İbnu Ma'bed (radıyallahu anhümâ)'i bunlara emir tâyin etmesini, Hz. Ömer (radıyallahu anh) de Akra İbnu'l-Hâbis'i emir tâyin etmesini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e söylediler. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'e çıkıştı ve.: "Sen bana muhalefet etmek istiyorsun!" dedi.
Hz. Ömer (radıyallahu anh).: "Asla sana muhalefet etmeyi düşünmedim!" dedi. Aralarında ithamlaşma oldu ve sesleri yükseldi. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu. (Meâlen).:
"Ey iman edenler, ALLAH'ın ve Resulü'nün huzurunda (sözde ve işte) öne geçmeyin. ALLAH'tan korkun. Çünkü ALLAH hakkıyla işiten, (her şeyi) bilendir. Ey iman edenler, seslerinizi Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Ona, sözle birbirinize bağırdığınız gibi bağırmayın ki siz farkına varmadan amelleriniz hoşa gidiverir" (Hucurat 49/1-2).
(Buharî, Tefsir, Hucurat 1, 2, Meğazî 67, İ'tisam 5; Tirmizî, Tefsir Hucurat (3262); Nesâî, Kazâ' 6, (8, 226).)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ أَن تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tukaddimû beyne yedeyillâhi ve resûlihî vettekûllâh (vettekûllâhe), innallâhe semîun alîm (alîmun). Ya eyyuhâllezîne âmenû lâ terfeû asvâtekum fevka savtin nebiyyi ve lâ techerû lehu bi'l- kavli ke cehri ba’dıkum li ba’dın en tahbeta a’mâlukum ve entum lâ teş’urûn (teş’urûne).: Ey iman edenler! ALLAH'ın ve O'nun Resûl'ünün önüne geçmeyin. Ve ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun. Muhakkak ki ALLAH; en iyi işiten, en iyi bilendir. Ey iman edenler! Seslerinizi peygamber'in sesi'nden fazla yükseltmeyin. Ve o'na sözü, birbirinize bağırdığınız gibi bağırarak söylemeyin. Siz farkında olmadan amelleriniz hebâ olur.” (Hucurât 49/1-2)
ـ1ـ
يَعْقِلُونَ؛ قَالَ قَامَ رَجُلٌ فَقَالَ يَا رسُولَ اللّهِ: إنَّ حَمْدِى زَينٌ، وَذَمِّى شَينٌ. فقَالَ رسولُ اللّه #: ذَاكَ اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ(. أخرجه الترمذى .
1. (791)- Berâ (radıyallahu anh), "Hücrelerin arkasından sana ünleyenler, herhalde ekserisi aklı ermiyenlerdir..." (Hucurat 49/4) mealindeki âyetle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı.: "Bir adam kalkıp.: "Ya Resûlallah, benim övmem bir yüceltme yermem de alçaltmadır!." dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Böyle yapmak ALLAH'a aittir" cevâbını verdi."
(Tirmizî, Tefsir, Hucurat, (3264); Ebu Dâvud, Edeb 71,(4926).)
إِنَّ الَّذِينَ يُنَادُونَكَ مِن وَرَاء الْحُجُرَاتِ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
“İnnellezîne yunâdûneke min verâil’- hucurâti ekseruhum lâ ya’kılûn (ya’kılûne).: Muhakkak ki sana odaların dışından seslenenlerin çoğu akıl etmezler.” (Hucurât 49/4)
ـ3ـ
ـ3ـ وعن أبى نضرة قال: )قَرَأ أبُو سَعيد الْخُدْرِىُّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ؛ وَاعْلَمُوا أنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللّهِ لَوْ يُطِيعُكُمْ في كَثِيرٍ مِنَ ا‘مْرِ لَعَنِتُّمْ وَلكِنَّ اللّهَ حَبَّبَ إلَيْكُمْ ا“يَمانَ. قَالَ هَذَا نَبِىُّكُمْ # يُوحى إلَيْهِ، وَخِيَارُ أئمَّتِكُمْ لَوْ أطَاعَهُمْ في كَثِيرٍ مِنَ ا‘مْرِ لَعَنِتُوا . فَكَيْفَ بِكُمْ الْيَوْمَ؟( أخرجه الترمذى وصححه .
3. (792)- Ebu Nadra (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh).: "Bilin ki, içinizde ALLAH'ın Peygamberi bulunmaktadır. Eğer O, birçok işlerde size uymuş olsaydı şüphesiz kötü duruma düşerdiniz. Ama ALLAH size imanı sevdirmiş, onu gönüllerinize güzel göstermiş; küfrü, fıskı ve isyanı da size iğrenç göstermiştir.." (Hucurât 49/7-8) mealindeki âyeti okudu ve şöyle söyledi.:
"- İşte bu kendisine vahyolunan Peygamberinizdir (aleyhissalâtu vesselâm). Peygamberin uyması melhuz olan/düşünülebilen kimseler de -ki âyette "size uymuş olsaydı" diye zikredilenler- sizlerin en hayırlı imamlarınız olan Ashâb'dır. Dünkü durum öyle olunca bugün hâliniz nedir?"
(Tirmizî, Tefsir, Hucura, (3265).)
وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ
فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَنِعْمَةً وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
“Va’lemû enne fîkum resûlallâh (resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel’- emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul’- îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul’- kufre vel’- fusûka vel’- isyân (isyâne), ulâike humur râşidûn (râşidûne). Fadlen minallâhi ve ni’meh (ni’meten), vallâhu alîmun hakîm (hakîmun).: Ve aranızda ALLAH'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat ALLAH, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır. (Bu) ALLAH'tan bir fazl ve ni'mettir. Ve ALLAH; Alîm'dir, Hakîm'dir.” (Hucurât 49/7-8)
ـ4ـ
ـ4ـ وعن أبى جبيرة بن الضحاك رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: )فيناَ بَنِى سَلِمةَ نزَلتْ هذِهِ اŒيةُ، قَدِمَ عَلَيْنَا رسول اللّهِ # وَلَيْسَ فِينَا رَجُلٌ إَّ ولَهُ اسْمَانِ أوْ ثَثَةٌ. فَجَعَلَ رسولُ اللّهِ # يَقُولُ: يَا فَُنُ. فَيَقُولُونَ لَهُ: يَا رسولَ اللّهِ إنَّهُ يَغْضَبُ من هذَا اسْمِ. فنزلَتْ: وََ تَنَابَزُوا بِا‘لْقَابِ بِئْسَ اِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ ا“يمَانِ( أخرجه أبو داود والترمذى .
4. (793)- Ebu Cebîre İbnu'd-Dahhâk (radıyallahu anh) anlatıyor.: "Bir âyet, biz Benî Selime hakkında nâzil oldu. Şöyle ki.: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bize geldiği vakit herkesin mutlaka iki veya üç adı vardı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu adlarından biriyle.: "Ey falan!" diye bir kimseyi çağırınca kendisine:
"- Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem! O, bu isimle çağırılınca, kızar" diye ikaz ediyorlardı. İşte bu durum üzerine şu âyet indi:
"Ey iman edenler, bir kavm diğer bir kavm ile alay etmesin. Olur ki (alay edilenler ALLAH indinde) kendilerinden (yani alay edenlerden) daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları (eğlenceye almasın). Olur ki onlar (eğlenceye alınanlar) kendilerinden daha hayırlıdır. Kendi kendinizi ayıplamayın. Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü addır. Kim (ALLAH'ın yasak ettiği şeylerden) tevbe etmezse, onlar zâlimlerin ta kendileridir" (Hucurât 49/11).
(Tirmizî, Tefsir, Hucurat (3264); Ebu Dâvud, Edeb 71, (4926).)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِّن قَوْمٍ عَسَى أَن يَكُونُوا خَيْرًا مِّنْهُمْ وَلَا نِسَاء مِّن نِّسَاء عَسَى أَن يَكُنَّ خَيْرًا مِّنْهُنَّ وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَن لَّمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ yeshar kavmun min kavmin asâ en yekûnû hayren minhum ve lâ nisâun min nisâin asâ en yekunne hayren minhunn (minhunne), ve lâ telmizû enfusekum ve lâ tenâbezû bil elkâb (elkâbi), bi’sel’- ismul’- fusûku ba’del’- îmân (îmâni), ve men lem yetub, fe ulâike humuz zâlimûn (zâlimûne).: Ey iman edenler!Bir kavim, (başka) bir kavimle alay etmesin. Belki onlar (alay edilenler) diğerlerinden daha hayırlıdır. Ve kadınlar da diğer kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden (diğerleri) daha hayırlıdırlar. Ve birbirinizi ayıplamayın. Kötü lâkaplarla çağırmayın. Îmândan sonra fasık isimler ne kötü. Ve kim tövbe etmezse, işte o zaman onlar zâlimdirler.” (Hucurât 49/11)
ـ5ـ
ـ5ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قولهِ تعالى: )وَجَعلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتعَارَفُوا. قَالَ: الشُّعُوبُ الْقَبَائِلُ الْكِبَارُ العِظَامُ، وَالْقَبَائِلُ: الْبُطُونُ(. أخرجه البخارى .
5. (794)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), "Ey insanlar! Doğrusu biz, sizleri bir erkekle bir kadından yarattık. Sizi milletler ve kabileler hâline koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız.." (Hucurât 49/13) âyetinde geçen şuûb'u =>büyük kabileler", kabâil'i de =>kabilenin alt bölümü olan boylar olarak açıklamıştır.
Dilimizde bu kelimelerin kesinlik kazanmış karşılıkları mevcud değildir. Bu sebeple Türkçe meallere bakılınca farklı kelimelere rastlanabilir.
Burada mühim olan İslâm'ın farklı ırklara bakış tarzıdır. Âyet-i kerime bunu tesbit etmektedir. Âyete göre ırk şe'niyeti inkâr edilemeyen İlâhî İrâde ile ortaya çıkan bir realitedir. Hiçbir ırk diğerine üstünlük iddiâ edemez.
Irk meselesi her devirde çok şen'î zulümlerin işlenmesine, masum kanların dökülmesine sebep olan bir vak'adır. Muhâbere ve münâkale vasıtalarının gelişmesiyle daralıp şehirleşen, âileleşen insanlık için gelecekte de bu meselenin canlılığını, insanları meşgul eden ana meselelerden biri olma vasfını koruyacağı muhakkaktır.
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“Yâ eyyuhe'n- nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr (habîrun).: Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler kıldık ki, birbirinizi (soyunuzu, babalarınızı) tanıyasınız. Muhakkak ki ALLAH'ın indinde en çok kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli olanınız), (ırk ya da soy olarak değil) en çok takva sahibi olanınızdır. Muhakkak ki ALLAH, en iyi bilen ve haberdar olandır.” (Hucurât 49/13)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
KÂF SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ
ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قولهِ تعالى: )وَأدْبَارَ السُّجُودِ. قَالَ: أمَرَهُ أنْ يُسَبِّحَ في أدْبَارِ الصَّلَوَاتِ كُلِّهَا(. أخرجه البخارى .
1. (795)-İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ), "Gecenin bir cüz'ünde ve secdelerin arkalarında da onu tesbih et" meâlindeki âyette geçen "secdelerin arkalarında" tabiriyle ilgili olarak: "Cenâb-ı HAKk, tesbihi, bütün namazların ardından yapmayı emretmektedir" demiştir.
(Buhârî, Tefsir, Kâf 2.)
وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَارَ السُّجُودِ
“Ve minel leyli fe sebbihhu ve edbâres sucûdi.: Ve artık gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasından O'nu tesbih et.” (Kâf 50/40)
ـ1ـ
ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قولهِ تعالى: )وَأدْبَارَ السُّجُودِ. قَالَ: أمَرَهُ أنْ يُسَبِّحَ في أدْبَارِ الصَّلَوَاتِ كُلِّهَا(. أخرجه البخارى .
1. (795)-İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ), "Gecenin bir cüz'ünde ve secdelerin arkalarında da onu tesbih et" meâlindeki âyette geçen "secdelerin arkalarında" tabiriyle ilgili olarak: "Cenâb-ı HAKk, tesbihi, bütün namazların ardından yapmayı emretmektedir" demiştir.
(Buhârî, Tefsir, Kâf 2.)
وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَارَ السُّجُودِ
“Ve minel leyli fe sebbihhu ve edbâres sucûdi.: Ve artık gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasından O'nu tesbih et.” (Kâf 50/40)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 13069
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF
ZÂRİYÂT SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ
ـ1ـ عن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قوله تعالى: )كانُوا قَلِيً مِنَ
الَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ، قال: كانُوا يُصَلُّونَ بَيْنَ الْمَغْرِبِ وَالْعِشَاءِ(. أخرجه أبو داود.وزاد في رواية: وَكذلِكَ تَتَجافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ .
1. (796)- Hz. Enes (radıyallahu anh), "Onlar gecenin (ancak) az bir kısmında uyurlardı" (Zâriyât 51/17) meâlindeki âyet hakkında şu açıklamayı yaptı: "Onlar akşamla yatsı arasında namaz kılarlardı."
Bir rivâyette şu ziyâde var: "Böylece yanları yataklarından uzaklaşır" (Secde, 16).
(Ebû Davud,Salât 312, (1322).)
كَانُوا قَلِيلًا مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
“Kânû kalîlen minel’- leyli mâ yehceûn(yehceûne).: Onlar geceden uyudukları şey (zaman parçası) çok az olanlardı.” (Zâriyât 51/17)
TÛR SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ )عَنِ النَّبىِّ # أنَّهُ رَأى الْبَيْتَ الْمَعْمُورَ يَدْخُلُهُ كُلَّ يَوْمٍ سَبْعُونَ ألْفَ مَلَكٍ(. أخرجه البخارى.
1. (797)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den naklettiğine göre, "Resûlullah Beytu'l-Ma'mur'a her gün yetmiş bin melâikenin girdiğini görmüştür."
(Buhârî, Bed'ül-Halk 6.)
وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ
“Vel’- beytil’- ma’mûri.: Beyti Mamur'a (Mamur Ev'e) andolsun. Beyti Mamur'a (Mamur Ev'e) andolsun.” (Tûr 52/4)
ـ2ـ
ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما عن النبى # قال: )إدْبارُ النَّجُومِ الرَّكْعَتَانِ قَبْلَ الْفَجْرِ، وَإدْبَارُ السُّجُودِ الرَّكْعَتَانِ بَعْدَ الْمَغْرِبِ(. أخرجه الترمذى .
2. (798)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın rivâyetine göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra dahi tesbih et" (Tûr 52/49) âyetinde geçen "yıldızların batışından sonra" kılınacak namazın (idbâre'ssücud), sabahın farzından önce kılınan iki rekat; (Kâf sûresinde geçen) edbâre'ssücud ile de akşamın farzından sonra kılınan iki rek'at olduğunu söylemiştir."
(Tirmizî, Tefsir, Tûr, (3271).)
وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَإِدْبَارَ النُّجُومِ
“Ve minel’- leyli fe sebbihhu ve idbâren nucûmi.: Ve gecenin bir kısmında artık O'nu (ALLAH'ı) tesbih et ve yıldızların batışında da…” (Tûr 52/49)
ـ1ـ
ـ1ـ عن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قوله تعالى: )كانُوا قَلِيً مِنَ
الَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ، قال: كانُوا يُصَلُّونَ بَيْنَ الْمَغْرِبِ وَالْعِشَاءِ(. أخرجه أبو داود.وزاد في رواية: وَكذلِكَ تَتَجافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ .
1. (796)- Hz. Enes (radıyallahu anh), "Onlar gecenin (ancak) az bir kısmında uyurlardı" (Zâriyât 51/17) meâlindeki âyet hakkında şu açıklamayı yaptı: "Onlar akşamla yatsı arasında namaz kılarlardı."
Bir rivâyette şu ziyâde var: "Böylece yanları yataklarından uzaklaşır" (Secde, 16).
(Ebû Davud,Salât 312, (1322).)
كَانُوا قَلِيلًا مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
“Kânû kalîlen minel’- leyli mâ yehceûn(yehceûne).: Onlar geceden uyudukları şey (zaman parçası) çok az olanlardı.” (Zâriyât 51/17)
TÛR SÛRESİ FAZİLETi..
ـ1ـ
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ )عَنِ النَّبىِّ # أنَّهُ رَأى الْبَيْتَ الْمَعْمُورَ يَدْخُلُهُ كُلَّ يَوْمٍ سَبْعُونَ ألْفَ مَلَكٍ(. أخرجه البخارى.
1. (797)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den naklettiğine göre, "Resûlullah Beytu'l-Ma'mur'a her gün yetmiş bin melâikenin girdiğini görmüştür."
(Buhârî, Bed'ül-Halk 6.)
وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ
“Vel’- beytil’- ma’mûri.: Beyti Mamur'a (Mamur Ev'e) andolsun. Beyti Mamur'a (Mamur Ev'e) andolsun.” (Tûr 52/4)
ـ2ـ
ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما عن النبى # قال: )إدْبارُ النَّجُومِ الرَّكْعَتَانِ قَبْلَ الْفَجْرِ، وَإدْبَارُ السُّجُودِ الرَّكْعَتَانِ بَعْدَ الْمَغْرِبِ(. أخرجه الترمذى .
2. (798)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın rivâyetine göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra dahi tesbih et" (Tûr 52/49) âyetinde geçen "yıldızların batışından sonra" kılınacak namazın (idbâre'ssücud), sabahın farzından önce kılınan iki rekat; (Kâf sûresinde geçen) edbâre'ssücud ile de akşamın farzından sonra kılınan iki rek'at olduğunu söylemiştir."
(Tirmizî, Tefsir, Tûr, (3271).)
وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَإِدْبَارَ النُّجُومِ
“Ve minel’- leyli fe sebbihhu ve idbâren nucûmi.: Ve gecenin bir kısmında artık O'nu (ALLAH'ı) tesbih et ve yıldızların batışında da…” (Tûr 52/49)