RASULULLAH sallallâhu aleyhi ve sellem

Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 178
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: RASULULLAH sallallâhu aleyhi ve sellem

Mesaj gönderen nurunnehar »

Resim


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’minin firâsetinden sakının, çünkü o =>ALLAH’ın NÛRu ile bakar.” buyurmuştur.

(Muhâsibî, er-Ri’âye, s. 98; Hakîm et-Tirmizî, Kitâbü hatmi’l-evliyâ, s. 356; Nevâdiru’l-usûl, II, 221; Ebû Nasr es-Serrâc, el-Lüma’, s.171, 298; GüLâbâdî, et-Taarruf li mezhebi ehli’l-hak, 2. bsk. thk. Mahmûd Emîn en-Nevevî, Kâhire, 1980, s. 32; Kuşeyrî, er-Risâle, II, 480; Gazzâlî, İhyâ, II, 294, III, 24; Abdülkâdir Geylânî, el-Fethu’r-RABBânî, 267; İbn Arabî, el-Fütûhât, XIV, 433 (Osman Yahyâ neşri), elFütûhât, III, 426; Mevlânâ, Fîhi Mâ fîh (Trc. AhMed Avni Konuk, Hazırlayan: Selçuk Erâydın, İz Yayıncılık, İstanbul, 1994, s. 118)).

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH’ın =>İnsÂNların hâllerini firâsetle bilen kulları vardır.” buyurmuştur.
(Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, II, 222; Ankaravî, Mesnevî Şerhi, I, 257.)

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim kırk gün Dünyâdan yüz çevirir ve bu süre zarfında ibâdetinde ihlâslı davranırsa =>ALLAH o kişinin kalbinden diline HiKMet Pınarları akıtır.” buyurmuştur.

(Gazzâlî, İhyâ, IV, 221, 376; Risâletü’l-ledünnîyye, s.74; İbn Arabî, el-Fütûhât, VIII, 319, XI, 300. Sühreverdî, Avârifü’l-maârif (İhyâ’nın sonunda), Dâru ihyâi’t-türâs el-Arabî, Beyrut, ty. s. 121, 129; Mevlânâ, Fîhi Mâ fîh, s. 22.)

Resim
FİRÂSEt.: Zihin uyanıklığı. Bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. Bir kimsenin ahlâk ve isti’dadını yüzünden anlamak. Firâsetin bir nev'i, sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir. Diğer nev'i ise kesbîdir. Muhtelif huy ve tabiatları bilmek neticesinde hâsıl olur. (L.R.) * Yiğitlik. * Binicilik..
HİKMEt.: İnsanın =>EŞYÂnın/Mevcudatın Hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hâricî ve bâtinî keyfiyetlerinden bahseden ilim..
İHLÂS.: (Hulus. dan) Kalbini sâfi etmek. İçten, samîmi, riyâsız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık. * Sırf ALLAH emretmiş olduğu için ibâdet etmek. Yapılan ibâdet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gâye etmeyerek yalnız ve yalnız ALLAH Rızasını esas maksat ve gâye edinmek. İnsanlara riyâkârlıktan, gösterişten uzak olmak..
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 13115
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASULULLAH sallallâhu aleyhi ve sellem

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Es-SeLâmu aleykum ve RAHMEtullâhi ve Berekâtuhu.

EÛZU BİLLÂHİ MİNE'ş- ŞEYTÂNİ'r-RACÎM
BİSMİ'LLÂHİ'r- RAHMÂNİ'r- RAHÎM

İstiğfar antivirüsüMüz.: Subhâneke ALLAHümme ve bi hamdike, eşhedu en lâ ilâhe illa ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve’etubu ileyke..

Ve'l- HaMduliLLÂhi RABBi’l- ÂleMîNN..

Yâ RABBi'l-âlemin, yâ RasullALLAH sallallahu aleyhi ve sellem istecertu..

Es SaLâtu ve’s- SeLâmu aleyke Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!.

ALLAHümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidina MuhaMMedîn nuru'z- zâti sırrı sarii fi'l- cemi'l- esmâyı ve's- sifât. Bi adedi ilmike dâimen kesiren mubâreken tayiben fihi Ya RABBi’l- Âlemin!.

Esselâtu ve’s- SeLâmu aleyke Ya HabibâLLAH Sallallahu aleyhi ve SELLem..

ALLAHümme salli ve sellim ve bârik ala seyyidina MuhaMMedîn nuru'z- zâti sırrı sarii fi'l- cemi'l- esmâyı ve's- sifât. Bi adedi ilmike dâimen kesiren mubâreken tayiben fihi Ya RABBi’l- Âlemin!.

Es selâtu ve’s- SeLâmu aleyke Yâ seyyide’l- evvelîne ve’l- âhirin elhamdülillâhiRABBilâlemin..

“ALLAHümme salli alâ seyyidinâ MuhaMMedîn ve alâ âli Seyyidinâ MuhaMMedîn bi adedi küllî dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîran kesîra.”
Salaten tekunu leke rıdâen Yâ RABBilâlemin!.
Salaten tekunu li hakkıke edâen Yâ RAHMEtenlilâlemîn!.

Subhâneke ALLAHümme ve bi hamdike eşhedu en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerike leke!. Estağfirruke ve etibu ileyke!.

El hamdü lillâhi RABBi’l-âlemîn!.

ALLAHümme innî esseluke’l- affe ve’l- afiyeh fi’d- dini ve’d- Dünyâ, ve’l- âhireh ALLAHümmesturnâ bi setrike’l- Cemîl!.

“Yâ Hayyu Yâ Kayyûm Yâ Ze'l-celâlî ve'l-ikrâm Yâ ALLAHu bike teahassentü ve bi abdike ve Resûlîke Seyyidinâ ve MEVLÂnâ MuhaMMedîn Sallalâhu aleyhi ve sellem. ALLAHümme innî eselûke Yâ RAHMÂNu Yâ RAHÎMu bi esmâike'l-izâmi ve melâiketike'l-kirâmi ve Resûlîke aleyhim efdalü's-salavâti ve etemmü's-SeLâmi Ente'l-mahnî bî-lemhati Ehl-i Bedrin velâ mâhatihim ve tenfahni bi nefâhatihim bi hakkihim aleyke YÂ RABB!.”

ALLAH ALLAH ALLAH RABBi lâ üşreke bihi şeyen velâ Havle Velâ Kuvvete İlla Billlâhil’Aliyyil’Azıym. Es SaLâtu ve’s- SeLâmu aleyke Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem TeALÂ aleyhi ve sellime istecertü..


Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedîn
Abdike (MuhaMMedîyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi... ''Resim

Resim


Biz bu gün gül-lale ile konuşurken RAHMÂN ve RAHÎMîyyet hâni o yazıyordu ya bir miktar yazdı asal sayılar filan onların temelinde yatan bir şey var.
1 asal sayı, 2 asal sayı, 3 asal sayı, değil mi?
gariban.: 7 de öyle kendi sadece kendisine bölünebilen 1’le bölünebilen*

Kul İhvÂNi.: Hayır hayır temelde 3 bir defâ asal sayı.: 1+1+1=3

gariban.: Evet

Kul İhvÂNi.: Yâni 1, 1 daha 1+1=2 eder, Asal sayıdır. 2+1=3..Bir daha üç eder asal sayıdır. 3+1=4.. Bir daha 4 eder ama, asal sayı değildir. Ondan sonra yine asallar başlar. Aşağıda çoktur. Sayılar binleri bulduğunda asal sayılar çok azalır. Yukarda asal sayı azalır, temelde asal sayılar vardır.
Bu çok matemâtiğin benim merak ettiğim fakat üzerine eğilemediğim bir konusudur. İnsanlar buna dikkat etmiyorlar. Şimdi burda temel asal sen bunu soruyordun..
Niye “asal” demişler, neden asal demişler ona?. ASL’ı, yâni sayıların, sayının aslı "1"dir. Rakamın aslı "1"dir fakat rakamlaşır, yâni sıfatlaşır. “1=BiR” öyle bir rakamdır ki “ZÂT” gibidir. Kendine mahsustur. Bir daha dediğin ÂNda 1+1=2 olur. O, birin “SIFAT”ıdır. Bir daha dediğinde 2+1=3 olur, “ESM”sıdır. Bir daha dersen 3+1=4 olur “EŞY”sıdır.
Artık ondan sonra 4’lü Sistemden sonra dışarı çıktın mı, EŞYÂnın detayına girersin. Sayılarda bu vardır..
1=> Zât gibidir.
1+1=2 Sıfat gibidir.
2+1=3 Esmâ gibidir.
3+1=4 Eşyâdır.. Mâsivâdır..Nûr-u MuhaMMeddir..Âlemler..

Şimdiii bu gün gül-lale soruyor diyordu ki.: "RAHMEtenli’l- Âlemîn" neleri kapsıyor..

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
“Ve mâ erselnâke illâ RAHMEten li’l- âlemîn (âlemîne).: Seni BİZ, sadece ÂLEMLERE RAHMEt olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

Âlem..
El-Âlim celle celâlihu ESMÂsını yaşarsa İlim Sâhibi demektir, El-Alîm celle celâlihu İlim Sâhibi olmakla beraber İlmini icrâ’ da eden demektir..
Âlem =>El-Âlim celle celâlihu ve El-Alîm celle celâlihu Esmâlarının Tecellîsidir..
Kâdir =>Kudret Sâhibidir.
Kadîr =>Kudret Sâhibi ama aynı zamanda Kudretini uyguluyor..
Burada bir şey var. RAHMÂN ve RAHÎM’de bu gözükmüyor ama bu anlamdadır, RAHMÂN ve RAHÎMde..
RAHMÂN, âlemlerde ki RAHMEt Sâhibliğini tutan uç!. Aynı kelime çünki bunlar. Ora çekiyor, bura çekiyor değil.. İki başa çekiyor onu diyorum.
RAHÎM ise, bu RAHMEti dökendir. Döken, üretendir yâni, tezgâhlayandır.. Ama; tekvîn eden, yaratan demiyorum. O'nda yaratılan var, yaratma makinası, HAYy Makinası RAHÎM..

İşte burada bir türlü biz bu Eşyâ Pazarında ki kadın-erkeğin dışına çıkamadığımız için kadın-erkek yerine dişil-eril desek.. "NUR’u-MİM" sonUÇta kadın erkeği illâ oraya götüreceğiz.
Onun için sıkıntı çekiyoruz. Amaa meselenin aslını öğrendiğimiz zaman "RAHMEtenli’l- Âlemîn" de ki.. (ses kesildi)

gariban.: Ses kesildi Hocam, orayı bir daha tekrarlar mısınız?.

Kul İhvÂNi; ''RAHMEtenli’l- Âlemîn'' âyetinde ki "Âlemîn" nedir?.
ÂlemLeri =>El-Âlim ve El-Alîm OLan ALLAHu Zü’L-CeLÂL El-Alîm İsmi olarak halk etmiştir..
Neyi?. =>Âlemleri..
ALLAHın âlemi olmaz.. Âlemlerden kasıd nedir?.
İlk noktadan sonsuz noktaya kadar bütünnn maddî manevî ne varsa ZÂHİR BÂTIN OLan her =>Küllî ŞEYy =>“ÂLEM”dir.
Her birisi kendine göre bir âlemdir yâni, kendine göre kuralları vardır, SÜNNETULLAH orda öyle icrâ’ eder, burda böyle icrâ’ eder..
Ceylan’a =>Kaç!. Aslan’a =>Tut!.

Bunlar hep kadın-erkek, şu-bu, bütün bunlar, zıtlıklar âlemleridir. Onun için zâten, "RAHMEtenli’l- Âlemîn” demekte ki âlemler, Zıtlıklar Âlemi’dir bunlar..
ZıtLar yoksa, âlemler yoktur. BUZ-SU-BUHAR ve BULUT yok diyorsanız, H20 yok demektir ve iş bitmiştir. Hiç konuşmaya değmez zâten, âlemler ortadan kalkar.
O bile âlemdir ama netice olarak, her şeyi H-Hidrojen yaparsanız, ortada hiç bir şey kalmayabilir.. Şey’lerin tümü Tekk Şeye tek atomlu H-Hidrojen’e dönüşür..
Bir şey daha Gariban senin için, incelemen için; bu Dünyâda Oksijensiz yanan bir nesne yoktur..

Güneşte ise Oksijen yoktur =>“Hidrojen kendi başına yanıyor.” denmekte yâni.: “Hidrojen kendi ile birleşirken kendi kendini yakıyor!.” denmekte. İki tek 1 atom değerli Hidrojen =>2 atom değerli bir Helyum doğurmakta ve ayricâ artık vermekte o artık da, kâinâtın =>gidâsı olmakta..

ResimKur’ÂN-ı Kerîm'in “ATEŞ-Li YEŞİL AĞAÇ?.”ı

Maddî insan ya da canlı yaratmasının yaşamasının tek sebebi tek ana kaynağı bütün canlıların beslenmesinin temeli güneşten alınan bir nesneye bağlıdır.. “Enerji” denmesine rağmen enerji olduğunu sanmıyorum ısı ve ışıktan yararlanmasına rağmen bunun dışında bir şey alınıyor.. “DİRİLİK ÖZü” DİRİLik diye bir şey alınıyor..
Bu enerji değil ancak sadece güneşten alınıyor, elektrik enerjisinden ve diğer enerjilerden asla alınamıyor.. Beslenme zincirinin temeli OLan bitki, bunu sadece canlı varlık olarak güneşten alabiliyor ve bunu almadığı sürece beslenme hayvana geçemiyor asla.. ot yemeyen hayatta olamaz.. illâ ot yiyecek.. ot yiyen bir hayvan ot yiyecek ki, ot ise güneşten aldığı bu "Dirilik özü"nü kendi içinde foto sentez vs. yaparak gidâya çevirecek..
DİRİLik Enerjisine çevirecek.. Yeşil Enerji, YEŞİL ATEŞ olarak..

الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
"Ellezî ceale lekum mine’ş- şeceri’l- ahdari nâren fe izâ entum minhu tûkıdûn (tûkıdûne).: O (ALLAH) ki, size YEŞİL AĞAÇtan bir ATEŞ/NâR yaptı da şimdi siz ondan YAKıp duruyorsunuz." (YâSîn 36/80)

Bahsedilen bu "YEŞİL ATEŞ"in formülü bulunmuş değil.. Bu formül nedir bilmiyoruz henüz.!.

MC0: Madde
MC1: Kuvvet
MC2: Enerji
MC3: !.!.!...
.
.
MC7: nedir.. bilmiyoruz nedir ama var..
.
.
.
.
MCn: İlahî Kudrette sonsuz değer..


n=>0'dan=>sonsuza kadar..

Teknik bunu bir gün ortaya çıkarır, henüz daha üçte dolaşıyor.. enerjinin üstüne çıkmış değil o.. Oğlum Alper VâHiD’in söylediğine göre MC3 ü bulmuşlar onu ama henüz açıklayamıyorlarmış.. yâni ortaya atamıyorlar ama bulmak üzereler.. bir üstü bulacaklardır, çünkü var..

Bu güneşin muhteşemliği iki tane Hidrojenin 8000 C0 santigrat derece güneşin dış sıcaklığı.. Güneş bir
H2 Hidrojen deposu muazzam bir Hidrojen deposu.. ve durmadan iki Hidrojen eşleşiyor He2

Helyum meydana getiriyor ve bir artık bırakıyorlar bundan bu kadar enerji, ışık, ısı vs.. oluşmakta.. Her Helyum oluşta güneş muazzam bir ısı ışık vs. yayıyor.. ultraviolesi, şunu bunu aklımızın ermediği binlercesi yayılıyor durmadan durmadan..

Hidrojen’in esas hüneri GÜNEŞtedir.
GÜNEŞin Merkezindeki/İçindeki/ÖZ-ündeki sicâklık 20x106 C0 dir.

Muhitindeki/Dışındaki/Sathındaki 8000 C0 dir.

İnsan oğlunun İLâHî Veri OLan AKıL ve İLİMLe ÇÖZdüğüne GÖRe.:
GÜNEŞte 1 saniyede.:

Resim

1 sâniye dense de BİLen BİLirki “AN” dadır.
Bir ANda 1 Hidrojen, 1 Hidrojen'le Oksijen'siz YANarak!.!. EŞ-Leşip BİZ-İZ dediklerinde doğan BİZ-BİR-İZ Helyum'u ve El-HAYY HAYYatın Temel Gidâ Kaynağı, Isının Işığın Menbağı YEŞİL ATEŞin Can bağı "ARTIK'a/Artığ'a" Ne Demeli!.!.!.

الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
"Ellezî ceale lekum mine'ş-şeceri'l-ahdari nâren fe izâ entum minhu tûkıdûn (tûkıdûne).: O ki size YEŞİL AĞAÇtan bir ATEŞ yaptı da şimdi siz ondan tutuşturup duruyorsunuz." (Yâ-Sîn 36/80)

şecere.: ağaç.. dirilik zinciri..
Nedir bu ATEŞli YEŞİL AĞAÇ?.

MCn genel formüldür.
C üssündeki n =>sıfırdan sonsuza kadar değerler alır.:

n=0 olduğunda C0= 1 eder ve MC0=M olup MADDE-dir..

n=1 olduğunda C1= C eder ve MC1=MC olup KUVVET-tir..

n=2 olduğunda C2= C2 eder ve MC2=MC2 olup ENERJİ-dir..

İnsanoğlu şimdilerde n=3 nedir bulmaya çalışmaktadır.. MC3=?!.

İşte bu noktada derim ki n=3 ve ötesindeki bir gücü göndermekte RABBu'l-âlemin Güneşle ki bu “HAYy” ın ANA/Asıl/Temel ihtiyacıdır ve her ÂN ambalajlanıp SALLınmaktadır durmadan!.

Bu ARTIK içinde gelen Isı, Işık veyâ her ne ise =>sâdece bu gelenle =>Bitkiler fotosentez yapabilmekte ve TÜM CÂNLıLarın Tekk ANA Besinini yapmaktadırlar.
Sonra OT yiyenleri =>ET yiyenler>yer de =>İnsÂN ise->her ikisini de yiyerek gıdalanır.
Böylece ömür boyu hücrelerinin enerjsini YEŞİL AĞAÇ-ATEŞten alır..

Dış ısınmada da, temel ısı kaynakları da =>bitkisel ve dolayısıyla GÜNEŞ'tir..
Odun, kömür, petrol vs.. Hepsi temelde GÜNEŞ kökenlidir ve SU iLe İç İçedir..

Ne kadar önemli bir şey ki!. Dünyâda muazzam bir YANICI OLan Hidrojen, Güneşte hem YANICI hem YAKICI olmakta ki, bu nasıl olmakta!.
Muazzam bir ısı geliyor bize. Bildiğimiz “Yanmak” kelimesini orada nasıl kullanacağız?.
“Oksijensiz yanmak” nasıl oluyor?.
Bu da Güneş’in kendine mahsus, henüz adı bile konmamış adı bile edilememiş. Eğer bu ısıya “ateş” dersek, bizim derimizi yakıp kavlatan ateş..
Bunu dip not olarak söylüyorum..
Bizim derimizi yakan bu ateşe göz kaparsak, Dünyâda ki çalıyı çırpıyı Oksijenle yakmamıza, üfürmemize ne diyeceğiz!.
“Haydi Oksijenle birleş odundaki Carbon kardeş!.” Dersek, güneşte Oksijen yok ki!.
Bu çok önemli bir şeydir.. Düşünülmesi gereken bir husustur.
Bunu da bir kenara not et bakalım.. Bunu araştıralım diye söylüyorum. Çünki bunda çok SIRR var. Buna bakacağız yâni, bir Zıtlık Âlemî’nde "Âlemîn" dediği "Eşyâ kümesi"dir..

* Şimdi.: “RAHMET kelimesinde RAHMÂNîyyet ve RAHÎMîyyet beraber midir?” demişti gül-lale..

Evet, RAHMÂNîyyet ve RAHÎMîyyet beraberdir. gül-lale bu görüşü, Asiye’nin yazısına cevap verirken işlemişti, siz de okudunuz, okundu zâten, ama çok açmadan, ama çok güzel yakalamış..
Meselâ; 1 asal sayısını, 2 asal sayısını ve 3 asal sayısını çok güzel muazzam bir şekilde ilk defâ yakalıyor..
Meselâ ben de hiç kullanmadım onu, bildiğim halde hiç kullanmadım..

Şundan dolayı söylüyorum.:
ALLAH, RAHMÂN ve RAHÎM..
BismiLLÂHi’r- RAHMÂNi’r- RAHÎM’dir.. Başlangıçtır bu..
RAHMÂN ve RAHÎM’i ilk noktada RAHMEtin içine nasıl sokacağız, RAHMEt nedir?. RAHMÂNîyyet ve RAHÎMîyyet, MERHAMettir.. Bunu nasıl anlıyabiliyoruz?.
Çünki Resûllullah SALLALLAHu aleyhi ve SELLemde =>RusûLîyyet ve Nübüvvet vardır.
Resulîyyet =>RAHMÂNîyyettir. Yâni RAHMÂNîyyetin gâlib olduğu HÂLdir. Rusûlîyyet=>Erildir yâni, Erillik gibidir.
Ama Nübüvvet ise =>Dişillik gibidir, haber getirendir.
Yâni irsâl eden ile haber getiren farklıdır..
Meselâ RAHÎMîyyet daima haber getirir. Haberden kasdım, her türden haberi getirir..
İnsan bakımından tersten işler.
Yâni EŞYÂ hiç bir çocuk yokken ortada iki kişi, kadın-erkek birleşiyorsa, bunun ismi nedir?. Bu “EŞYÂda BİRLeşiyor”dur.
Sonra ne olur? Bunu kadın gizleyemez, bu haberi çıkarır, ESMÂlaşır.
Sonra kız mı? erkek mi? şu mu? bu mu?.. SIFATlaşır.
Sonra ZÂTlaşır, EŞYÂ da ZÂTlaşır.
Çocuk Anasından doğar, yaşar, Toprak Anasına batar demek istiyorum..
Gizlenen EŞYÂdan =>Âşikâr ZÂTa geçiş vardır.
Yaratılışta ise olduğu halde gözükmeyen/Gaîb ZÂT’tan =>gözüken EŞYÂ’ya geliş vardır.. Buna dikkat etmek lâzım!.

Burda iki uçta Yûnus Emre Babam kaddesALLAHu sırrahuca.: "Bir “BEN” vardır bEN’de =>bEN’den içeride" derken;

فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي مِن شَاطِئِ الْوَادِي الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَن يَا مُوسَى إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
"Fe lemmâ etâhâ nûdiye min şâtıı’il- vâdi’l- eymeni fî’l- buk’ati’l- mubâreketi mine'ş- şecerati en yâ mûsâ innî enallâhu RABBu’l- âlemin (âlemîne).: Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, oradaki ağaç tarafından kendisine.: “Ya Mûsâ, o nidâ eden BENim. Âlemlerin, bütün varlıkların RABBİ ALLAH’ım.” diye nidâ edildi.” (Kasas 28/30)

Buyuran ALLAHu Zü’l-Celâl’in “BEN”liği ile, çok dikkat etmek lâzım ki, anasından doğmuş OLan birini “ben” dediği çok farklıdır.. İkisi de, kendisine mahsus KİMLik ve KİŞİLiği ve TEKk OLan ZâTtır ve doğrudur.
Amaaa bunun birisi RAHMÂNîyyet tarafında Risâletle gelmektedir. Nübüvvetle de birleştiği anda fiilen gelmektedir. İki benlik!.
Burada bunu anladıysak, bu bu şu bunlar çabuk anlaşılacak şeyler değil.
Benim için de, senin için de, bizim için de öyledir. Bu İŞin sonUÇ’u OLan şeyler, böyle öngörmeyle bu iş anlaşılmaz!.
Ama Yavaş Yavaş anlaşılacak;
1=BiR =>TEKk SAYıdır, kendine mahsustur..Târifi yoktur, kaydı yoktur, küreği yoktur, herkesi sıfırlar..:

“n+1=2.. ..n=0.. 1.. ..Tek Sayı..
n+1=2.. .. n=1.. 2.. ..Rakam..
n+1=3.. .. n=2.. 3.. ..Rakam..
.
.
.
n+1=!. n=.. ..Rakam..

Tirilyonlarca “9” olsun =>bir tek “1” eklersen duman eder hepsini. Sonsuz kesreti tamlayan böyle bir rakam yoktur zâten..
99999+1=100000 .. 0,99999+0,00001=1,00000

Bir RAHMÂNîyyet ve RAHÎMîyyet döngüsü var.
İkİLeşen kim?.. "NÛRu-MÎM!."
Nasıl ikileşmiş? RAHMÂNîyyet ve RAHÎMîyyet, RAHMEt olmuş ve ÂLEMler doğmuş bundan..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisi kudsîde: "ALLAH: "Seni KENDi NÛRu’mdan, diğer şeyleri de SENin NÛRu’ndan yarattım."buyurdu" buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-265/827)

Benim NÛRumdan kâinât yaratıldı, âlemler yaratıldı RAHMEtimden dolayı. Bunda RAHMÂNîyyet RAHÎMîyyet vardır.
Öyle ilginç ki!.
gül-lale yazıyor buraya..
RAHMÂNîyyet ve RAHÎMîyyet döngüsünde durmadan çoğalan bir birini doğuran sürekli RAHMÂNlık zuhur ediyor RAHÎMiyet zuhur ediyor..
Bir Kadından=>Kadına geçen Göbek Bağı, Zâhir Bağı, Annenin Göbek Bağı =>kız Kardeşinin Göbek Bağı ile bağlı.
Kesmediğimizi düşün onu öyle yaşadıklarını farzedelim. Koparmadık bağlarını çünki fizîken bağlı!. Kız kardeşinin doğurduğu kızlarda birbirine göbek bağı ile bağlı!.
Erkekler nereye gitti!. Erkekler göbekleri kesilip atılanlardır, işe yaramaz çünki.. Yeni göbek bağı çıkaramazlar onlar, doğuramazlar!.

Peki, ne yapar onlar?. Onlar tohum atarlar.
Yeni göbek bağlarının oluşmasına HİZMEt ederler.. RAHMÂNîyyet Tohumu..
RAHÎMîyyet ise fiilen işi yapar, Şâhidliği gerçekleştirir.. RAHÎMîyyet Tarlası..
Bu döngü sürekli döner..
Resûllullah SALLALLAHu aleyhi ve SELLem’de; kâinâtın halk edilişine baktığımızda RAHMÂNîyyet ve RAHÎMîyyet aynı yerdedir. İkinci bir daha iyi anlaşılması için evet bu pozitif ve negatif!.

gariban.: "NÛRu-MÎM"de hem “erkillik” hem de “dişilik” vardır diyorsunuz.

Kul İhvÂNi.: Evet öyle söylüyorum. RAHMEt tek değildir.
RAHMEt =>RAHÎMîyyetle TÜMM-lenir ve RAHMÂNîyyetle TAMM-lanır..

RAHMÂNîyyet, ALLAH celle celâlihu esirgeyici bağışlayıcı OLuşu ki, bitmez. RAHMÂNîyyet=>Rusûlîyyetin gereği ve “+ artı” gibidir.
RAHÎMîyyet=>Nübüvvetindir gereği ve “- eksi” gibidir..

gül-lale.: “Er-RAHMÂN ve Er-RAHÎM =>ESMÂsı Sistemde Sebbaha etmekte midir?” diye soruyor..
Elbette seBBaha eden odur.. ŞeÂN’da, Şu ÂN’da=>Her ÂN yaratmak bu anlamdadır..
Çok önemli çünki bunlar.: " Elhamdu lillâhi RABBi’l- Âlemîn Er-RAHMÂNi’r-RAHÎM."

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ
"El hamdu liLLÂHi RABBi'l-ÂLEMîn er-RAHMÂNi'r-RAHÎM.: Hamd, âlemlerin RABBi ALLAH'a mahsustur. O, RAHMÂNdır ve RAHÎMdir.” (Fatihâ 1/2-3)

ALLAH acıdı da yarattı!.” diyor anlamayanlar.. Niye acıdı da yarattı.
ZÂTen Vâcibu’l- VüCÛD ALLAH celle celâlihu, Kâinât MevCÛDu’nu kendi iradesiyle yaratıyor.. “yarattıklarına acıyıp da yarattı!.” Bunlar ne anlamdadır!.
Bunlar boş avara kasnak AKıLların Dünyâ işlerine yoğunlaşıp arada sırada.: “Yahu bir de bizim bu iş vardı.. şöyle olsun!.” Gibi saçmalarıdır!.
Hani Hasan Dağı’nda Çoban Kilis’i görmüştük ya.: “60 senedir ben burada davar güdüyorum!. Fâtihâyı biliyom onunla namaz kılıyom, karla abdest alıyom!.” diyordu yaa..
Yâni onun için, çok güzel bir namaz kılar, “çok güzel der” ama mânâyı anlamaz!. İmkÂN BULamamıştır.. İmkÂNlarıyla imtihÂN OLmaktadır..
İşte burada ki şeye daha çok dikkat etmek lâzım.
Adem Aleyhi’s-SeLâm Yaratıldı mı?. =>Yaratıldı..
Ne gibi gözüküyor?. =>RAHMÂNîyyet gibi gözüküyor.
RAHÎMîyyet nerde?. => RAHMÂNîyyet’in İÇİ’nde.
Nerden çıkıyor HaVVa Anamız. Âdem’in İÇİ’nden mi?. => Evet, İÇİ’nden Çıkıyor!. Tek başına kadın olarak yaratılmıyor!.
İki kişi yaratılmıyor..

خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَأَنزَلَ لَكُم مِّنْ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
"Halakakum min nefsin vâhıdetin summe ceale minhâ zevcehâ ve enzele lekum mine’l- en’âmi semâniyete ezvâcin, yahlukukum fî butûni ummehâtikum halkan min ba’di halkın fî zulumâtin selâsin, zâlikumullâhu RABBukum lehu’l- mulku, lâ ilâhe illâ huve, fe ennâ tusrafûn (tusrafûne).: Sizi TEK BİR NEFSten (Âdem aleyhisSeLâm) halketti. Sonra o’ndan, o’nun zevcesini (eşini-Havva aleyhasSeLâm). Ve sizin için dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karnında, bir yaratılıştan sonra başka bir yaratılışla (halden hale geliştirip dönüştürerek) üç karanlık içinde yaratır. İşte bu sizin RABBİNİZ ALLAH'dır. Mülk, O'nundur. O'ndan başka İLÂH yoktur. Buna rağmen nasıl döndürülüyorsunuz." (Zümer 39/6)

"Nefsin vâhidetin.: TEK BİR NEFSten " idiniz, sonra nefisler ayrıldı..HaYy Zincirleri.. Göbek Bağları..
Sonra ne oldu?.

وَخَلَقْنَاكُمْ أَزْوَاجًا
"Ve halaknâkum ezvâcâ (ezvacen).: Ve BİZ, sizi çift olarak (eş olarak) yarattık." (Nebe’ 78/8)

"Nefsin vâhidetin".. “ve halaknâkum ezvâcâ”.. olduğunda.. geriye çek filmi geriye sardır bakayım. Geriye sardır Havva Anamız nereye gelecek görürsün!.
Geriye sardır.. “Bismillâhi’r- RAHMÂNi’r- RAHÎM” sardır geriye bakayım.. RAHÎM’i nereye girecek göreceksin!. Yâni hiç bir aksaklık yok, anlatım tarzımızda demiyorum!.
Biz sadece OKUmaya-ANLAmaya çalışıyoruz!.
İkra-ÂN yapıyoruz. KurÂN-ı Kerim’imizi İkra-ÂN önce kendimiz için yapıyoruz, kendimiz meseleyi doğru anlayalım diye yapıyoruz.
Meselâ bu konuşmamız bir KurÂN-ı Kerim çalışmasıdır.. KurÂN-ı Kerim çalışması.. “Bismillâhi’r- RAHMÂNi’r- RAHÎM”.. "Elif-Lâm-MîM".. (ses kesildi) TÜMM Kâinât için=>NÛRu-MÎM’dir..

nur-ye.: "Elif-Lâm-MîM".. den sonrasını duymadık Hocam.

Kul İhvÂNi.: KurÂN-ı Kerim sohbeti yapıyoruz diye.: “10.ncu âyete geldik, 20.ci âyete geldik-gidiyoruz!.” anlamında değil diyorum..
“Bunlar temel, bunlar alt yapılar olmazsa, biz tikânır tıkanır kalırız!.” diyorum..
Bir EŞYÂnın temelindeki, madde ve mânânın temelinde ki Resûllullah SALLALLAHu aleyhi ve SELLem’i aldık.. "RAHMEtenli’l- Âlemîn"de, RAHMÂNîyyet ve RAHÎMîyyetin olduğuna âlemlerin oluşabilmesi için RAHMEttir. RAHMEtte =>RAHMÂNîyyet ve RAHÎMîyyet vardır. ALLAH’u-Âlem benim anladığımı söylüyorum..
NÛR-u Resûllullah SALLALLAHu aleyhi ve SELLem=İLk NOKTAsı’nda, (+, -) (pozitif-negatif) zıtlıkları teşkil eden RAHMÂNîyyet ve RAHÎMîyyet "Nefsin vâhidetin" olarak vardır diyorum..

İlk insana geliyorum Âdem Aleyhi’s-SeLâm’a.. Âdem Aleyhi’s-selâm Zâhir Âlemde yaratıldı mı?. İlk Nokta gibi, Tek Nokta gibi bedenen yaratıldı mı? =>Yaratıldı!.
Sonra "Nefsin vâhidetin" iken =>bu Dünyâ’da MevCÛD oldu..
Nasıl çıktı?.. Yine, RAHMÂNîyyetten=>RAHÎMîyyet çıktı..
İşte gül-lale'nin dediği bu!.

Âdem’de RAHMÂNîyyet ve RAHÎMîyyet var iken =>RAHÎMeyn’ken RAHÎMîyyet ayrılıverdi..
Bunu anlamamız gerekiyor. Yâni Hidrojen gibi âdeta.. 2 Hidrojen gibi 1 Oksijen gibi =>RAHMÂNîyyet =>RAHÎMîyyeti doğuruyor dikkat edin!.
Amaaa RAHÎMîyyet de =>RAHMÂNîyyeti doğuruyor..
O işte Er-RAHMÂN ve Er-RAHÎM ESMÂsı dOLanıp durmakta, sebbaha etmekte; Dünyâ =>AKLın ALANı.. Âhiret =>NAKİL ALANı diyorum..

gariban.: Hocam orada RAHÎMîyyetten, RAHMÂNiyet olarak Havva Anamız çıktıysa şâyet =>RAHMÂNîyyet=>2 RAHÎM miydi?. O birisine mi gitti?. yoksa tecellî mi? etti.. Bunu da düşünemeyiz ki, şimdi onun bir parçası mıydı?. O parça çıktı dışarıya tamamen o parça olduğu gibi mi? çıktı. Yerine boşluk mu? bıraktı yoksa.. Şimdi öyle deyince bu sefer niteliklere niceliklere giriyoruz. Sayısal olmaya başladı, bu seferde o boyutta o’nu sayısal olarak düşünemeyiz gibime geliyor bana, tecellî deyip geçeceğiz o zaman!. Değil mi?.

Kul İhvÂNi.: Hayır.. "Erkeği kadından bir derece faziletli kıldık."
Âyeti bu anlamdadır..

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ ثَلاَثَةَ قُرُوَءٍ وَلاَ يَحِلُّ لَهُنَّ أَن يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّهُ فِي أَرْحَامِهِنَّ إِن كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَبُعُولَتُهُنَّ أَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فِي ذَلِكَ إِنْ أَرَادُواْ إِصْلاَحًا وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكُيمٌ
"Ve’l- mutallakâtu yeteRABBasne bi enfusihinne selâsete kurûin, ve lâ yahıllu lehunne en yektumne mâ halakallâhu fî erhâmihinne in kunne yu’minne billâhi ve’l- yevmi’l- âhır (âhıri), ve buûletuhunne ehakku bi reddihinne fî zâlike in erâdû ıslâhâ (ıslâhan), ve lehunne mislullezî aleyhinne bi’l- ma’rû f (ma’rûfi), ve li’r- ricâli aleyhinne dereceh (derecetun), vALLÂHu AZÎZun HAKÎM (hakîmun).: Boşanmış kadınlar üç kur'a (üç ay hâli müddeti) kendi kendilerine beklerler (hâmile olup olmadıklarına bakarlar). Eğer ALLAH'a ve yevm'i’l- âhire îmân ediyorlarsa, râhimlerinde ALLAH'ın yaratmış olduğu şeyi gizlemeleri onlar için helâl olmaz. Şâyet onların kocaları barışmak (arayı düzeltmek) isterlerse, bu (bekleme süresi) içinde onlara tekrar geri dönmeye (başkasından) daha çok hak sâhibidirler. Erkeklerin, kadınları üzerinde (hakları) olduğu gibi, kadınların da erkekleri üzerinde mâruf (hakları) vardır. Erkeklerin, kadınların üzerindeki (hakkı) bir derece daha üstündür. Ve ALLAH, AZÎZ'dir, HAKÎM'dir." (Bakara 2/228)

Herkes, Âyet-i CeLîLe’ye bakıp da, Erkeği Kadın terazide tartmaya çekiyor. “Erkek =>kadından üstündür.” zannediyor. Ama o derece, üstünlük değildir o!. Fazlalıktır, fazilettir, faziletli kıldık.. fazilettir o!.
Neyi fazlalık kıldık?. Erkek RAHÎMiyetinin yanına RAHMÂNîyyet eklenmiştir.
Onun için erkek =>Hamî=> Himâye edici, himâye eden, koruyucu, koruyan, kayıran seçilmiştir.. Hamî üstünlük değil Hasbî Hizmetçi seçilmiştir.. Mükellef kılınmıştır.. Kadın=>Hamîledir..
Bir kişi bir kadını nikâhı altına aldığı ÂNdan itibâren aklınıza gelebilecek her konuda sorumludur, namaz da dâhil.. Önce o sorumludur. Nikâh düşüp ya da öldüğü güne kadar. Çünkü erkeğin fazlalığı üstünlüğünden değil, sorumlu oluşundandır!.
Kur'ÂN-ı Kerîm ve Resûlullah SALLALLAHu aleyhi ve SELLem BUYrukLarına göz atalım;

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
"Ve min âyâtihî en halaka lekum min enfusikum ezvâcen li teskunû ileyhâ ve ceale beynekum meveddeten ve RAHMEh (RAHMEten), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Ve O'nun âyetlerinden olarak sizin için kendi nefslerinizden zevceler yaratmıştır ki, onunla sukûn bulasınız. Ve sizin aranızda sevgi ve RAHMEt (merhamet) kıldı (oluşturdu). Muhakkak ki bunda, tefekkür eden (düşünen) bir kavim için mutlaka âyetler (deliller) vardır." (Rûm 30/21)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ يَحِلُّ لَكُمْ أَن تَرِثُواْ النِّسَاء كَرْهًا وَلاَ تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُواْ بِبَعْضِ مَا آتَيْتُمُوهُنَّ إِلاَّ أَن يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُّبَيِّنَةٍ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَإِن كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللّهُ فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا
"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ yahıllu lekum en terisûn nisâe kerhâ (kerhen). Ve lâ ta’dulûhunne li tezhebû bi ba’dı mâ âteytumûhunne illâ en ye’tîne bi fâhışetin mubeyyineh (mubeyyinetin), ve âşirûhunne bi’l- ma’rûf(ma’rûfi), fe in kerihtumûhunne fe asâ en tekrahû şey’en ve yec’alallâhu fîhi hayran kesîrâ (kesîran).:
Ey îmân edenler (ALLAH'a ölmeden önce ulaşmayı dileyenler)!. (Eşi vefât eden ve yakınınız OLan) kadınlara zorla (kerhen) vâris olmanız size helâl değildir. Ve onlara verdiklerinizin (mehrin) bir kısmını (onlardan) almak için, onları sıkıştırmayın, açıkça fuhuş yapmaları hariç. Ve onlarla iyi geçinin. Fakat eğer onlardan hoşlanmadınızsa, o takdirde umulur ki, sizin hoşlanmadığınız bir şey hakkında ALLAH pek çok hayır kılar." (Nisâ 4/9)
[/b]
الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا
"Er ricâlu kavvâmûne alân nisâi bi mâ faddalALLÂHu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim. Fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun li’l- gaybi bi mâ hafizallâh (hafizallâhu). Vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vahcurûhunn (vahcurûhunne) fî’l- medâcıı vadrıbûhunne, fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ (sebîlen). İnnallâhe kâne aliyyen kebîrâ (kebîran).: Erkekler, mallarından (kadınlar için mehir ve nafaka olarak) harcamaları sebebiyle ve ALLAH'ın, onların bir kısmını, diğerlerine üstün kılmasından dolayı, kadınların üzerinde daha çok kâimdirler (koruyup gözetici, idâre edicidirler). Bu bakımdan sâlih amel (nefs tezkiyesi) yapan kadınlar itaatkârdırlar, ALLAH'ın (onların haklarını ve iffetlerini) korumasıyla, onlar da gaybde (kocalarının yokluğunda hem kendilerini, hem kocalarının mal ve şerefini) koruyucudurlar. İtaatsizliklerinden (baş kaldırmalarından) korktuğunuz (kadınlara) ise (önce) nasihât ediniz.Ve (sonra da) yataklarında yalnız bırakınız.Ve ( hâlâ itaat etmezlerse) onlara vurunuz. Bundan sonra eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Muhakkak ki ALLAH ÂLİ'dir (yücedir), KEBÎR'dir (büyüktür)." (Nisâ 4/34)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizin en hayırlınız âilesine en hayırlı OLanınızdır. Ben âileme karşı sizin en hayırlınızım.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Nikâh, 50)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Âmir memurlarının çobanıdır. Erkek âilesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibâriyle hepiniz çobansınız ve hepiniz idâre ettiklerinizden sorumlusunuz.” buyurmuştur.
(İbni Ömer radıyALLAHu anhümâ’dan; Buhârî, Cum`a 11, İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 20. Ayricâ bk. Ebû Dâvûd, İmâre 1, 13; Tirmizî, Cihâd 27)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İman eden bir erkek, iman etmiş bir kadına (onda hoşlanmayacağı bir huydan dolayı) kızmasın. Çünkü onun bir huyundan hoşlanmıyorsa diğer huyundan hoşlanabilir.” buyurmuştur.
(Müslim, Rada’, 61)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Hep seni hoşnut edecek şekilde davranamaz. Eğer ondan faydalanmak istersen bu hâliyle de faydalanabilirsin. Şâyet doğrultayım dersen kırarsın. Kadının kırılması da boşanmasıdır!.” buyurmuştur.
(Müslim, Radâ` 59)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Yediğinizden yedirin. Giydiğinizden giydirin. Sakın onları dövmeyin ve onlara incitici söz söylemeyin!.” buyurmuştur.
(Ebu Davûd, Nikâh, 41)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şüphesiz ki Kıyamet günü, ALLAH'ın en çok ehemmiyet vereceği emânet, kadın-koca arasındaki emânettir. Kadınla koca birbiriyle içli dışlı olduktan sonra, erkeğin, hanımının sırlarını etrafa yayması o gün en büyük ihânettir.” buyurmuştur.
(Müslim, Nikâh, 123, 124; Ebu Davûd, Edeb, 32)

Âdem Aleyhi’s-SeLâm, topraktan yaratıldı. “Toprağa, ruhumuzdan RAHMÂN nefhası üfürdük.” buyuruyor. Kim O?.
Meryem Aleyha’s-SeLâm’a üfürülen RAHMÂN nefhası ile Âdem Aleyhi’s-SeLâm’ın toprağına üfürülen RAHMÂN nefhası arasında ne fark var?.
Âdem Aleyhi’s-SeLâm’in toprağı ile Meryem Aleyha’s-SeLâm’ın toprağının arasında ki ilişki ne?.
Resûllullah SALLALLAHu aleyhi ve SELLem’in Nübüvveti ile bunların ilişkisi ne?.
Bunlar konuşulacak konular değil!. Bunlar konuşulacak konular değil sırr sahasındadır..
Şunu demek istiyorum basitçe anlamak için;
Biz, RAHMÂNîyyet ve RAHÎMîyyet’in RAHMEtte birleştiğini "Nefsin vâhidetin" yaratılan Âdem’den RAHÎMîyyet tecellîsi olarak, tecellî ettirecek şekilde RAHÎMîyyetin tecellî etmesi, fiilen tecellî etmesi Havva Anamızın ortaya çıkması yaradılış bakımından doğrudur.. Yâni AKLen doğrudur..
Dünyâ aklın alanı mı?.
Âhiret aklın alanı mı?.
Burada bir âhiret bir de Dünyâ mı var?

Bunu neden akla böyle anlatmak zorunda kalıyoruz.
Çünki AKIL, kendi Maddî Âlemîni çok iyi okuduğu için ve içinde olduğu için onun hakikâtını Bilmek ister..
Resûllullah SALLALLAHu aleyhi ve SELLem ne buyuruyor.: "Bana EŞYÂnın hakikâtını öğret!.."

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAHümme erine’l- eşyâe kemâhiye.: ALLAH’ım, bana eşyânın hakikâtini göster!.” buyurmuştur.
(Fareddin Razî, Tefsirü’l- Kebir, TâHâ Sûresi)

EŞYÂnın kendisi=>AKILdır zâten. AKLın almadığı bir şey yoktur kâinâtta.
AKLı uyuyan bir kişi neden göremiyor. AKLı uyuşturulan bir kişi neden eşyâyı ve hiçbir şeyi anlayamaz. AKILda var ise, EŞYÂda vardır zâten. AKIL =>bir cam gibidir..
Ancak, arkasını sırladığınız/boyadığınız zaman “AYNA” gibi olur ve her bakan kendini görüyor.
Arkada ki âhiret dediğimiz, “CÂN CAMI”nın arkasındaki âhiret dediğimiz şey AKLın kendiliğidir, hamlığıdır..
AKıL müslümân olsa =>AkL’ı-SiLm OLur..
Bu câhil AKıL müslümân olsa =>AKL-ı KâMiL OLur..
Bu Camı ayna yapan.. şu CÂNı taşıdığımız şu CÂNı "Hasîmun mubîn " yapan.. "Hasîmun mubîn " insan için kullanılan bir tâbirdir..

أَوَلَمْ يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ
"E ve lem yere’l- insânu ennâ halaknâhu min nutfetin fe iza huve hasîmun mubîn (mubînun).:İnsan, onu bir nutfeden (bir damla sudan, spermden) nasıl yarattığımızı görmedi mi? Sonra da BİZe (karşı) apaçık hasım (düşman) oldu." (Yâsîn 36/77)

"Hasîmun mubîn", "aduvvun mubîn"den daha beterdir..

أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
"E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budû’ş- şeytân (şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn (mubinun).: Ey Âdemoğulları!. BEN, sizlerden ŞeytÂNa kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (ŞeytÂN), size apaçık bir düşmandır." (Yâsîn 36/60)

Kelime analizlerine girsek şaşarız..
Şunu demek istiyorum, ben onu çok basitleştirmeye çalışıyorum.
Ham AKıL olgunlaşsa, Câhil AKıL olgunlaşıp Kemâl bulsa bu tarafta ki ben, o’na =>Filim AKıL diyorum.
Filim.. Rol Yapan AKıL. Filim var ya FiLİM gerçekten SİLM olur, İslâm olur.

Akl-ı Silm.: (Hiss-i selim) İyiyi kötüyü farkedip, insana hak ve hakikâtı, iman ve İslâmiyeti tâkib ettiren AKıL ve düşünüş. Normal ve müsbet düşünce..

Bu nerde olmakta?
"Lâ İLaHe<-ile->İLLâ ALLAH" arasında olmakta.. Kadın ile Erkek arasında olmakta..
“Barbaros sen kaç tane çocuk doğurursun?” =>"Yok.. Hocam!."
“Nuriye sen kaç tane doğurursun?” =>"Çok.. Hocam!."
Bu nasıl bir araya gelecek!.
Bu bu ikisinin birleştiği bir yer var. ikisinin birleştiği tek bir yer var ki => "Nefsin vâhidetin"var..
Onun için "nefsin vâhidetin"..
Ne şu andaki Barbaros.. ne de, şu ÂNda ki Sıla!.
Sıla’nın Barbaros’ta yok oluşudur, gark oluşudur. Tıpkı Adem Aleyhi’s-SeLâm gibi.. Havva’yı çekersen topraksız kalırsın..
Havva’da bir sürü çocuk olur onun için zâten, nere Dünyâ nere âhiret!.
AKıL dediğimiz şey.. ben bunları ne kadar yararlı olacağını bilmiyorum, konuşurken.
AKıL dediğimiz şey, RAHÎMîyyet RAHMÂNîyyet noktasını bulsun.. RAHÎMîyyetteyken RAHÎMîyyet âlemînde AKıL hamdır. RAHMÂNiyete geçti mi NAKLi bulur, dahası konuşanı bulur.. ALLAH celle celâlihu’yu bulur.
Bismillâh!.” der yâni. “Bismillâhi’r- RAHMÂNi’r- RAHÎM” dedi mi?. nAKıL ile birleşmiş değil =>nAKıLleşmiş AKıL OLur.. NÛR-Lanmış AKıL OLur..
NAKıLleşen AKıL, AKıL SiLm/ İslâm AKıLı oldu mu?.
Kime silm olacak?.
Resûllullah SALLALLAHu aleyhi ve SELLem’e =>Teslimîyyet vardır.
"Ben aklımı müslümân ettim".. Nerede, kime teslim oldu?.
Ve "bana iyiliği emreder" nereye gitti AKıL.?
Bizim meşhur ŞeytÂN nereye gitti?
Kime TeSLiM OLdu?. =>ALLAH’a ve RESÛLüne!.

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat ALLAHu Teâlâ bana yardım etti ve şeytanım müslümÂN oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!." buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan; Müslim)

Ben Şeytânımı MüslümÂN ettim, RABBım’ın yardımıyla o bana iyiliği emreder.
Şeytan emrediyor iyiliği. Kim hangi şeytan?
MüslümÂN olmuş ŞeytÂN.
MüslümÂN olmuş Hizbuşeytanlık =>Hizbullahlıktır.
MüslümÂN olmuş Firavun’un adı, yeri =>Musâ aleyhi’s-SeLâm gibidir.
MüslümÂN olmuş Nemrud’un DUYuşu-UYuşu =>İbRAHÎM aleyhi’s-SeLâm gibidir.
MuhaMMedî Teslimiyyet bu kadar önemlidir..


Ben şeytÂNımı müslümÂN ettim, ey ÜMMetim siz de müslümÂN edin kurtulursunuz!.
Yâni bilelim ki, bende ikilik kalmadı..


Resim ---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe RABBehu: Nefsini BİLen-Tanıyan RABBisi'ni BİLir-Tanır.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Lâ İLâhe” İNKÂRımı => “İLLâ ALLAH” İKRÂRımla BULuşturdum =>Lâ İLâhe İLLâ ALLAH Sırat-ı Müstakîmim OLdu.. KALBimde =>MuhaMMedî TAHKiK İMÂNım budur..

ALLAHu Zü’l-Celâl’le MUTLAK anlamda =>hiç bir şey söylenemez!. Çünki kendisinden başka kimse yoktur..
Vâhidü’l Kahhâr’dır. Birisi çıkıpta.: “SEN =>şusun busun!.” diyemez.
ZÂT’ta bir “ŞEY yoktur.. ZÂT =>ZÂT’tır.. TEKe TEKktir..Târifsizdir.. Yorumsuzdur..
NUR-u MÎM yaratıldıktan sonra bunlar ortaya çıkar..
ZÂT=>Sİfât=>ESmâ=>EŞyâ..
RAHÎMîyyet.. RAHMÂNîyyet.. ve Bütünnn Sıfatlar.

Onun için zorlanıyorum, zorlanıyoruz.. NaKiL nereye gider?. NaKiL konuşana ve anlayana gider..
“Fenafillâh!.” derler.. ALLAH’da FâNi OLurlarmış!.
CeNNette vâdedilen Huri, Gılman ve Köşkleri Yorum anlayışları hayret vericidir..

Velîyyullah Derbentli Deli Hasan Babama.: “Sen bu Dünyânın ni’metlerine el sürmedin amma, sana âhirette Huriler verilecek!.” Deyince meşhur sopasıyla düştü peşime.: "Ula bunlar burada doymayan aç köpekler için!. Bizim için CeMâLuLLAH var!." diyordu ve kovalıyordu beni.. Deli ya!.??.
Resim
Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 178
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: RASULULLAH sallallâhu aleyhi ve sellem

Mesaj gönderen nurunnehar »

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İLiM iki çeşittir.:
Birincisi =>Kalbdedir ve bu Faydalı İlimdir.
İkincisi =>Dildedir ve bu ilim de =>ALLAH’ın, İnsÂNoğlu üzerinde kuvvetli delilidir.”
buyurmuştur.
(Hakîm et-Tirmizî, Kitâbü ilmi’l-evliyâ, s. 125; Nevâdir, II, 102; Ankaravî, Mesnevî Şerhi, I, 251.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İLiMler arasında sedef içinde saklı İNCİ gibi bir İLiM vardır ki =>Onu ALLAH’ı bilen âlimlerden başkası bilemez. Onlar ondan bahsettiklerinde =>Yüce ALLAH’a karşı gurur taşıyanlardan başkası onu inkâr etmez!.” buyurmuştur.
(GüLâbâdî, et-Taarruf, s. 105; Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, I, 356; Gazzâlî, İhyâ, I, 20; Mişkâtü’lenvâr, s. 3; Sühreverdî, Avârif, s. 248; İbn Arabî, el-Fütûhât, XIII, 60 (Osman Yahyâ neşri); el-Fütûhât, III, 202.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH kimi hidâyete erdirmek isterse kalbini İslâm’a açar. O kişi RABBinden bir NÛR üzeredir.” âyetini okuduğunda,
Sahâbîler.: “Bu açılma nedir?” diye sorduklarında,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:ALLAH’ın kalbe attığı bir NÛRdur, bu NÛR kalbe girerse kalb açılır ve genişler.” buyurmuştur.
Sahâbîler.: Yâ Resûlullah! Bunun bir alâmeti var mıdır?” diye sorunca,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Evet, aldatıcı Dünyâdan uzaklaşmak, Ebediyet Yurdu olan âhirete yönelmek ve gelmeden önce ölümü hatırlamak” buyurmuştur.
(GüLâbâdî, et-Taarruf, s. 31; Ebû Tâlib el-Mekkî, I, 301; Gazzâlî, İhyâ, I, 77, III, 24, IV, 220, 459, 460; el-Munkız mine’d-dalâl, s. 29.)

فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
“Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu li’l- islâm (islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fî’s- semâi, kezâlike yec’alûllâhu’r- ricse alâllezîne lâ yu’minûn (yu’minûne).: ALLAH, kimi hidâyete erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. ALLAH, imân etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.” (En’âm 6/125)

أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
“E fe men şerehallâhu sadrehu li’l- islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih (rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh (zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn (mubînin).: ALLAH, kimin göğsünü İslâm'a açmışsa, artık o, RABBinden bir NÛR üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat ALLAH'ın Zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay hâline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer 39/22)
Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 178
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: RASULULLAH sallallâhu aleyhi ve sellem

Mesaj gönderen nurunnehar »

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:Yüce ALLAH bütün varlıkları karanlık içinde yarattı, bilâhare de onların üzerine kendi NÛRundan bir NÛR saçtı. Bu NÛRdan kim nasîbini alırsa doğru yolu bulur, kim onu ıskalarsa yoldan çıkar. Bunun için.: KALEM, Azîz ve Celîl olan ALLAH’ın İLMİ üzerinde donmuştur!” diyorum.” buyurmuştur.
(Hakîm et-Tirmizî, Kitâbü ilmi’l-evliyâ, s. 121; Nevâdir, II, 635, 636; Gazzâlî, el-Munkız mine’d-dalâl, s. 30; Mişkâtü’l-envâr, s. 9; Süleyman Ateş, Sülemî’nin Tasavvufî Tefsiri, s. 158 (Sülemî, Hakâiku’t-Tefsîr, v. 18 a’dan naklen)).

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İçinde bulunduğunuz günlerin bazı vakitlerinde RABBinizin Meltem Rüzgârları eser. Dikkatli olun da onlara kendinizi (kalbinizi/göğsünüzü) açık bulundurun. Olur ki size onlardan bir esinti isâbet eder de artık ebedî olarak bedbaht olmazsınız!.” buyurmuştur.
(Hakîm et-Tirmizî, Nevâdir, II, 93; Gazzâlî, İhyâ, I, 186, III, 9; el-Munkız mine’d-dalâl, s. 30; İbn Arabî, el-Fütûhât, III, 178 (Osman Yahyâ neşri); el-Fütûhât, I, 448.)

Resim

Hârise radiyallahu anhu, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.: “Ben gerçekten mü’minim.” dediği vakit,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem o’na.: “Îmânın hakîkati nedir?” diye sordu.
Hârise radiyallahu anhu.: “Dünyâdan tamamen uzaklaştım. O kadar ki onun altını ile taşı benim için eşit hale geldi. Kendimi kesin olarak RABBimin ARŞI'ndaymışım gibi hissediyorum!” şeklinde cevâp verince,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bildin, bu durumunu devâm ettir. (İşte) ALLAH’ın îmânla kalbini NÛRlandırdığı bir Kul!.” buyurdu.
(Hakîm-et-Tirmizî, Nevâdir, I, 230, 279, 391; GüLâbâdî, et-Taarruf, s. 32; Ebû Nasr es-Serrâc, elLüma’, s. 30, 188, 413; Hucvîrî, Keşfü’l-mahcûb, I, 228; Kuşeyrî, er-Risâle, II, 460; Gazâlî, İhyâ, IV, 220.)

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizden önceki ümmetler arasında bazan kendilerine ilham gelen kişiler bulunurdu. Eğer benim Ümmetim içinde onlardan biri bulunursa, şüphesiz Ömer b. el-Hattâb onlardandır!.” buyurmuştur.
(Ebû Nasr es-Serrâc, el-Lüma’, s. 173, 425; Gazzâlî, İhyâ, III, 24; İbn Arabî, el-Fütûhât, I, 142, III, 251, XII, 321 (Osman Yahyâ neşri); el-Fütûhât, I, 524.)

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
Yâ RABB!. Bize =>Hakkı hak olarak göster ve uyma kâbiliyeti ver!.
Yâ RABB!. Bize =>Bâtılı bâtıl olarak göster ve ondan uzak durma kâbiliyeti lütfet!.
Yâ RABB!. Bize =>Eşyâyı olduğu gibi göster!”
buyurmuştur.
(Gazzâlî, İhyâ, I, 642; Ankaravî, Mesnevî Şerhi, I, 231.)

Resim

Her türlü bilginin kaynağını ALLAH celle celâlihu olarak gören sûfîler, ALLAH’ı da ancak O’nun kendisi sayesinde tanıyabileceklerini söylemişlerdir.
Nitekim Ebû Yezîd el Bestâmî kaddesallahu sırrahu.: Arrefetullâhi billâhi.: ALLAH’ı ALLAH’la tanıdım.” buyurmuştur.
(Ebû Nuaym, Hılye, X, 37.)

Resim

Ebû Yezîd el Bestâmî kaddesallahu sırrahu.:Yâ RABB efhamî anke fe innî lâ efhem anke illâ bike.: Yâ RABB! Bana KENDİNi anlat, çünkü SENİ, ancak SENinle anlayabilirim.” buyurmuştur.
(Ebû Nuaym, Hılye, X, 38.)

Resim

İlim konusunda Ebû Yezîd’den hayli bol alıntılar yapan İbn Arabî kaddesallahu sırrahu.: ALLAH =>ancak ALLAH’la tanınır.” buyurmuştur.
(İbn Arabî, el-Fütûhât, II, 398.)

Resim

Hakîm et-Tirmizî’ye göre =>Nübüvvet, Şeytanın iğvâsı ve ilkaatı ile nesholunmaktan nasıl mahfûz ise, mükâleme ve muhâdese mahalli olan ilham ve feyz de tıpkı onun gibi, nefsin ilkaat ve fitnesinden korunmuştur.
(Sülemî, Tabakât, s. 220; Feridüddîn Attâr, Tezkiratü’l-evliyâ, s. 567.)

Resim

Güvenilir bir hâdis râvîsi de olan Hasan el-Basrî kerremallahu vechehu, Dicle kenârında beklerken yanına gelen Habîb el-Acemî, o’na niçin beklediğini sormuş ve.: “Kayığın gelmesini” cevâbını almıştı.
Bunun üzerine Habîb el-Acemî kaddesallahu sırrahu.: “Ben İLMİ senden öğrendim. Halka hasedi gönlünden çıkar ve Dünyâya karşı soğuk ol. Belâları ganîmet say ve her işi HAKk’tan bil. (Bu itikât ve yakîn ile) ayağını SUya bas ve karşıya geç!.” diyerek SUya basıp karşıya geçmiş. (…)” Burada daha ilginç olan husus, bilâhare Hasan el-Basrî kaddesallahu sırrahu.: “Bu makamı nasıl elde ettin?" diye sorunca, Habîb’in cevâbında kullanmış olduğu üslûbdur.: “Sen (ilim yolunda) kâğıt karartırken, ben (tasavvuf yolunda) gönül ağartıyordum. Bu makamı bu yolla elde ettim!.” buyurmuştur.
(Feridüddîn Attâr, Tezkiratü’l-evliyâ, s. 101, 102.)
Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 178
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: RASULULLAH sallallâhu aleyhi ve sellem

Mesaj gönderen nurunnehar »

Resim

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem
CEVÂMİU’L-KELİM..


Abdurrahman Ece
Dr. Öğr. Üyesi, Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı..


Peygamber aleyhisselâm’e ref’ edilen.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bana.: “cevâmiu’l-kelim” (özlü sözler) verildi” sözü, temel hadis kaynaklarımızda geçen ve ilim ehli arasında meşhur olan bir hadistir. Cevâmiu’l-kelim, birçok mânâyı içinde toplayan veciz sözleri ifâde etmektedir. Ancak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu sözüyle ne kasdettiği konusunda âlimler arasında görüş birliği bulunmamaktadır. Bununla Kur’ÂN’ın kasdedildiğini söyleyenler olduğu gibi kasdedilenin hadisler olduğu görüşünde olanlar da vardır. Bazı rivâyetlerde Hz. Peygamber’in hususiyetlerinden biri olarak bunun zikredilmiş olması ayrıca üzerinde durup tahlil etmeyi önemli kılmaktadır. Bu çalışmada Hz. Peygamber’in bu sözünün geçtiği kaynaklar, varsa rivâyet metinleri arasındaki farklılıklar ve “cevâmiu’l-kelim” kavramı etrafındaki farklı görüşler irdelendikten sonra genel bir değerlendirmeye gidilmiştir.

Resim

“Bana Cevâmiuʿl-Kelim/Özlü Sözler Verildi” Hadisinin TahLiLi.:

GİRİŞ.:

Cevâmiu’l-kelim” (الكلم جوامع (ifâdesi, cevamiʿ (جوامع (ile el-kelim (الكلم ( lafızlarından oluşan bir kavramdır. Cevâmiʿ, ceme‛a (جمع ( kökünden gelen câmi‛a (جامعة (ism-i failinin çoğuludur. Câmi‛a, toplayıp cemeden, cevâmi‛ cemedenler demektir. (Muhibbuddin Ebu’l-Feyz es-Seyyid Murteza ez-Zebîdî, Tacü’l-Arûs min Cevahiri’l-Kamûs, Kuveyt, Matbaatü Hükümet-i Kuveyt, 1965, 20: 461-462; İbrahim Mustafa-Ahmed ez-Zeyyât, el-Mu‛cemü’l-Vasît, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1986, 1: 135.)

el-Kelim ise “söz” anlamındaki kelimenin cem’idir ve kelimeler demektir. (Ramazan Kazan, “Hz. Peygamber’in Üslubunda Cevâmiu’l-Kelim”, IV. Kutlu Doğum Sempozyumu, Isparta S.D.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, 2001, 441-457; Mehmet Yaşar Kandemir, “Cevâmiu’l-Kelim”, DİA Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 1993, 7: 440.)

Buna göre “cevâmiu’l-kelim”, birçok kelimeyi (mânâyı) içinde toplayan demektir. Başka bir deyişle “veciz sözler” demektir. Kime ait olduğuna bakılmaksızın her türlü kısa ve özlü söz için bu ifâde eskiden beri kullanılmıştır. Misâl olarak Ömer b. Abdulaziz’in.: “
الناس ن َ حَ َ عجبت لمن ال الكلم جوامع َ يعرف ال كيف” ُ Cevamiu’l-kelim’i bilmeden insanlarla (ilmî) tartışmaya giren kişiye şaşarım!” (Mâzerî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Alî b. Ömer et-Temîmî el-Mâzerî, el-Mu‛lim bifevâidi Müslim, Dâru’t-Tûnusiyye li’n-Neşr, Tûnus, 1991, 2: 403; ادلهــم َوج فاطنهــم أي َ النــاس ــن َ حَ َ ال bk. Zemahşerî, Ebü’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî, el-Fâik fî garîbi’l-hadîs ,Dârü’l-ma’rife, Lübnân, ty., 3: 309.)
Sözü bu anlamdadır. (İbn Manzûr, Muhammed b. Mükrim b. Manzûr el-Efrîkî el-Mısrî, Lisânü’l-ʻArab, Kahire: Dârü Sâdır, 1993, 8: 53; İbnü’l-Esîr, Ebû’s-Sa‛âdât el-Mubârek b. Muhammed el-Cezerî, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs, Beyrut el-Mektebetü’l-İlmiyye, 1979, 1: 811; Zemahşerî, Mahmûd b. Ömer, el-Fâik fî garîbi’l-hadîs, Lübnân: Dârü’l-Ma‛rife, ty., 1: 171.)

Aslında az ve öz konuşmanın her inânanın dikkat etmesi gereken bir husus olduğunu,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her kim ALLAH’a ve ahiret gününe inânıyorsa, ya hayır konuşsun ya da sussun.” buyurarak veciz bir şekilde ifâde etmiştir. Nitekim onun hitâbet üslubunda bu vasıf açıkça görülmektedir. (Ahmet Lütfü Kazancı, Peygamberimizin Hitâbeti, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2015, 167.)

Hz. Aişe, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in konuşma üslubunu şöyle nitelemektedir.: ما كان رسول هللا ) صلى هللا عليه وسلم ( يسرد سردكم هذا ، ولكنه كان يتكلم بكالم بين فصل يحفظه من جلس إليه . “O, sizin gibi hızlı ve durmadan konuşmaz, dinleyenlerin ezberleyebileceği bir tarzda apaçık ve tane tane konuşurdu.” (Timizî, “Menâkıb”, 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 43: 274-75 (26208), rivâyetin isnadı hasendir.)

İnsanlar arasında çokça bilinen ve Hz. Hasan’a nisbet edilen.: قل ما الكالم خيرّ ودل” ّ En iyi söz, az ve öz/yeterli olandır…” (Mâverdî, el-Hâvî fî fıkhi’ş-Şâfiî, Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1994, 1: 11.)

Sözü eskiden beri bazı insanların bu tarzda konuşmaya gayret ettiğini göstermektedir. Hz. Peygamber aleyhisselâm’e isnâd edilen bir hadiste onun hususiyetleri arasında sayılan.: “Bana “cevâmiu’l-kelim” verildi.” Sözü bu bağlamda düşünüldüğünde, bu Sıfatın sadece ona has bir şey olduğu akla gelmektedir. İleride ifâde edildiği üzere birçok âlim bu rivâyeti delil göstererek bu fikri savunmuştur.

Cevâmiu’l-kelim”- den kasdın Kur’ÂN olduğunu, bazı hadisler bu kapsama girse de tamamı için bunun söylenemeyeceğini iddia edenler de vardır. (Ahmet Lütfü Kazancı, Peygamberimizin Hitâbeti, İstanbul, Ensar Neşriyat, 2015, 168.)

İsâbetli bir sonuca varmak için rivâyetin geçtiği kaynaklar ve sıhhat durumu araştırıldıktan sonra, âlimlerin varsa bu hadis hakkındaki farklı görüşleri üzerinde durulacaktır.:

1-) Rivâyetin Geçtiği KaynakLar.:

Burada, rivâyetin hicrî ilk üç asırda geçtiği kaynaklar tesbit edilmeye çalışılmıştır. Öncelikle rivâyetin yukarıda verilen şekliyle kaynaklarda müstakil bir hadis olarak yer almadığını, aslında bunun bir bütün hadisin parçası olarak geçtiğini belirtmekte fayda vardır.
Rivâyetin geçtiği kaynaklar kronolojik sirâ gözetilerek verilecektir.:

1.1-) Hemmâm b. Münebbih’in Sahîfe’si.:
Ma’mer b. Râşid’in Câmi‛i ve Abdürrezzâk’ın Musannef’i Tesbitlerimize göre rivâyetin ilk olarak yer aldığı eser, Ebû Hüreyre’nin (radiyallahu anhu) talebesi Hemmâm b. Münebbih’in (ö. 132/750) Sahîfe’sidir. Oradan Ma‛mer b. Râşid’in (ö. 153/770) Câmi‛ine, oradan Abdürrezzâk’ın (ö. 211/826) Musannef’ine ve oradan da Ahmed b. Hanbel’in Müsned’ine girmiştir.
Rivâyetin senedi ve metni şöyledir.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>Hemmâm b. Münebbih =>Ma‛mer =>Abdürrezzâk =>Ahmed b. Hanbel. (Bu târikte ve bundan sonraki târiklerde geçen râviler hakkındaki değerlendirmeler için bk. İbn Ebû Hatim, Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Muhammed b. İdrîs er-Râzî, el-Cerhu ve’t-Taʻdîl, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1952/1372; İbn Hibbân, Muhammed b. Hibban b. Ahmed Ebu Hatim et-Temimi el-Busti, es-Sikât, Dâru’l-fikr, by. 19751395/; İbn Hacer, Takrîbu’t-Tehzîb, thk. Muhammed ʻAvâme, Dâru’r-Raşîd, Sûriye 1991/1411; İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, thk. Adil Murşid, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1995/1416; İbn Hacer, Lîsanü’l-Mizân, thk. Ebû Gudde, Mektebu’l-Matbâ’âti’l-İslamiyye, Beyrut 2002.)

Rivâyetin Metni.:
الكلم جوامع وأوتيت بالرعب نصرت) ” Düşmanımın kalbine salınan) korku ile yardım edildim ve bana “cevâmi’ül-kelim” verildi.” şeklindedir. Senedinden de anlaşıldığı gibi rivâyeti Ebû Hüreyre’den (radiyallahu anhu) Hemmâm b. Münebbih almıştır. Ma’mer b. Râşid ise ondan alarak Câmî‛ine kaydetmiştir. Ma’mer’in talebesi Abdürrezzâk, ondan alarak Musannef’ine geçirmiş, Ahmed b. Hanbel de Abdürrezzâk’tan alarak Müsned’ine geçirmiştir.
İleride görüleceği üzere rivâyeti Abdürrezzâk’tan alan Muhammed b. Nâfi‛ onu talebesi İmam Müslim’e aktarmış ve böylece rivâyet Sahîh-i Müslim’e de girmiştir. (Bk. Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî, el-Câmiu’s-Sahih, nşr. Muhammed Fuad Abdulbaki, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, ty., “Mesâcid”, 8.)

Dolayısıyla rivâyet, günümüze ulaşan ilk yazılı hadis metni olan Ebû Hüreyre’nin (radiyallahu anhu) es-Sahîfetü’s-Sadikâ’sında yer alan hadislerden biridir. (Ebû Hüreyre’nin, talebesi Hemmâm b. Münebbih’e yazdırdığı 138 hadisten oluşan ve Sahîfetü Hemmâm (es-Sahîfetü’s-sahîha) adıyla anılan eser, günümüze kadar gelmiş, tahkikli neşirleri yapılmış, Türkçe’ye üç defa çevrilmiş ve diğer bazı dillere tercüme edilmiştir. Bk. Abdullah Aydınlı, “Sahîfe”, DİA Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2008, 35: 522- 523; Kemal Sandıkçı, “Hemmâm b. Münebbih”, DİA Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 1998, 17: 189.)

Rivâyet bu yönüyle önemlidir. Hemmâm b. Münebbih, bu sahifedeki hadisleri, “Bu, Ebû Hüreyre’nin bize Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den anlattığı hadislerdendir.” dedikten sonra rivâyet etmiştir.
Sahîfe’deki hadisler yukarıdaki isnâd altında Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde topluca yer almıştır. (Bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, thk. Şu‛ayb el-Arnaût ve diğerleri, Beyrut, Müessesetu’r-Risâle, 19998115-8252(473-547 :13 ,1420/).)

İleride görüleceği gibi bu rivâyeti Ebû Hüreyre’den alan sadece Hemmâm b. Münebbih değildir.
Rivâyet, Ebû Hüreyre dışında, başka sahâbîlerden de farklı isnadlarla gelmiş ve kaynaklarda yerini almıştır.
Misâl olarak rivâyetin ilk kısmını içeren Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hususiyetlerine dâir Ebû Zer el-Gıfârî’den (radiyallahu anhu) gelen bir rivâyet, ilk kaynaklardan biri olan Ebû Dâvud et-Tayâlisî’nin (ö. 204/813) Müsned’inde yer almıştır. (Bk. Tayâlisî, Süleymân b. Dâvûd b. el-Cârûd et-Tayâlisî, Müsned, thk. Muhammed b. Abdulmuhsin et-Türkî, Cîze, Dâru Hecer, 1999474( 379 :1 ,1420/).)

Fakat bu kadar kısa metin, sadece bu tarîkle gelmiştir. Diğer metinlerin daha uzun olduğu görülmektedir. İleride bunun nedeni üzerinde durulacaktır.:

1.2-) Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i.:
Daha önce ifâde edildiği üzere Hemmâm b. Münebbih’ten gelen rivâyet Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde olduğu gibi yer almıştır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 13: 492.)
Ancak farklı târiklerden gelen rivâyetler de eserde yer almıştır. Metinleri nisbeten uzun sayılan bu rivâyetlerin tamamı aynı şekilde Ebû Hüreyre’den (radiyallahu anhu) gelmektedir.

Şimdi Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer alan rivâyetleri senedleriyle beraber görelim.:

1-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>Ebû Seleme =>Muhammed b. ‛Amr =>Yezîd (b. Hârûn) =>Ahmed b. Hanbel, Müsned, 16: 307.

2-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>Ebû Seleme =>Sa‛îd b. Müseyyeb =>ez-Zührî =>Ma‛mer =>Abdürrezzâk =>Ahmed b. Hanbel, Müsned, 13: 71.
Bu iki târikle gelen rivâyetin metni şöyledir.: َ ُو ِض َع ْت َ ْر ِض، ف ِ ِن ْ ال ِ َ خ َزائ ِيح َات ِ َمف ْ ِ ج َيء ب ِذ ٌِم إ َائ َا ن َن َا أ َ ْين ِِم َ ، وب ْ َكل ُ ْع ِط ُ يت َ ج َو ِ ام َع ال ِ ُّ الر ْع ِب َ ، وأ ُ ِص ْر ُت ب ن َ َد َّي ِي ي ف “Korku ile yardım edildim, Bana “cevâmiʿül-kelim” verildi, uykuda olduğum bir vakitte, dünyanın hazineleri bana getirildi ve elime konuldu.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 13: 71,16: 307, Müsned’in muhakkiki Şu’ayb el-Arnaût’a göre rivâyet, Buhârî ve Müslim’in şartlarına göre sahîhtir.)

3-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>Saʿîd b. Müseyyeb =>İbn Şihâb ez-Zührî =>Ukayl (b. Hâlid) =>Leys =>Haccâc =>Ahmed b. Hanbel, Müsned, 15: 535.

4-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>Saʿîd b. Müseyyeb =>İbn Şihâb ez-Zührî =>İbrâhîm =>Ebû Kâmil =>Ahmed b. Hanbel, Müsned, 13: 28.

Bu iki yolla gelen rivâyetin metni de şöyledir.:
َ ِدي ِي ي َ ُو ِض َع ْت ف َ ْر ِض، ف ِ ِن ْ ال ِ َ خ َزائ ِيح َات ِ َمف ِ ُ يت ب ت ُ ٌِم أ َائ َا ن َن َا أ َ ْين ِ ُّ الر ْع ِب َ ، وب ُ ِص ْر ُت ب ِِم َ ، ون ْ َكل ِ ال ِ َج َو ِ امع ْ ُت ب بُ ِعث “Cevâmiʿül-kelim ile gönderildim, korku ile yardım edildim, uykuda olduğum bir vakitte, dünyanın hazineleri bana getirildi ve elime konuldu.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 15: 535.)

Yukarıdaki dört tarîke bakıldığında râvî tasarruflarından kaynaklanan takdim-te’hîr dışında metinler arasında önemli bir fark görülmemektedir. Baştaki iki cümle birbiriyle yer değiştirmiş, ayrıca birisinde “Bana “cevâmiʿül-kelim” verildi.” denmiş iken diğerinde “Cevâmiʿül-kelim” ile gönderildim.” denmiştir.

5-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>Ebû Seleme =>Muhammed (b. ‛Amr) =>Abdetu b. Süleymân =>Ahmed b. Hanbel, Müsned, 15: 440.
Bu isnadın metni şöyledir.:
َهُ ًورا َ ْر ُض َ م ْس ِجًد َ ا وط ِ ْي ال َ ْت ل ِِم َ ، و ُجِعل ْ َكل ِ ُ يت َ ج َو ِ ام َع ال ُوت أ

Şu’ayb el-Arnaût’a göre rivâyet, Buhârî ve Müslim’in şartlarına göre sahîhtir. “Bana “cevâmiu’l-kelim” verildi ve bütün yeryüzü bana mescit ve temiz kılındı.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 15: 440, Şu’ayb el-Arnaût’a göre rivâyet sahîh, isnadı hasen’dir.)

Dikkat edilirse bu metinde, bir önceki metinlerde yer alan “korku ile yardım edildim” kısmı yer almamakta, onun yerine “bütün yeryüzü bana mescit ve tâhir kılındı” ifâdesi yer almaktadır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 12: 366.)

6-)
a-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Abdullah b. Amr b. Âs =>Ebû Kays =>Abdurrahman b. Mureyh el-Hûlânî (İbn Hacer, Te‛cîlü’l-Menfa‛a, 1: 812.) =>Abdullah b. Hubeyre =>İbn Lehîa =>Yahyâ b. İshâk =>Ahmed b. Hanbel, Müsned, 11: 179.

b-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Abdullah b. Amr b. Âs =>Abdurrahman b. Cübeyr =>Abdullah b. Hubeyre =>İbn Lehîa =>Yahyâ b. İshâk =>Ahmed b. Hanbel, Müsned, 11: 563.

Abdullah b. Amr b. Âs (radiyallahu anhu) şöyle demektedir.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem vedâlaşacak biri gibi yanımıza geldi ve şöyle buyurdu.:
” ِ ُ يت ُوت َ ْعِدي، أ ِ َّي ب َب ً َ ا - وَل ن َ َلث ِّم ُّي، - ث ُ ِ ُّي ْ ال َّب َ ُ ا م َح َّمٌد الن َن ِّم ُّي أ ُ ِ ُّي ْ ال َّب َ ُ ا م َح َّمٌد الن َن ِّم ُّي، أ ُ ِ ُّي ْ ال َّب َ ُ ا م َح َّمٌد الن َن أ ِ َمهُ،... ِِم َ ، و َج َو ِ امَعهُ َ ، و َخ َوات ْ َكل ِ َح ال َ َوات ف “Ben Ümmî Peygamber Muhammed’im, -bu sözü üç defa tekrarladı- Benden sonra artık peygamber yoktur. Bana “fevâtihu’l-kelim” verildi, hâtimeleri ve cevâmi’i verildi…” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 11: 179 (6606), 11: 563 (6981).)

Bu rivâyetin metni daha önce geçen metinlerden farklıdır. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde iki yerde verdiği bu rivâyet isnâd açısından zayıftır. Her iki isnadda da İbn Lehîa (ö. 174/790) yer almaktadır. (Müsned’in muhakkiklerinden Ahmed Muhammed Şâkir ise İbn Lahîa’yı zayıf ravi kabul etmediğinden hadisi hasen kabul etmiştir. Bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, thk. Ahmed Muhammed Şâkir, 6: 174 (6602), 6: 177 (6606).

Mâlik b. Enes, Ahmed b. Hanbel, Süfyân es-Sevrî, Leys b. Sa‘d ve Abdullah b. Vehb, İbn Lehîa’yı güvenilir bir râvi olarak gösterirken Nesâî, Ebû Zür‘a, İbn Maîn, İbn Adî ve İbn Ebû Hâtim gibi cerh ve ta‘dîl âlimleri onu zayıf saymışlardır. (Bk. İbn Ebî Hâtım er-Râzî, el-Cerh ve’t-Ta‛dîl, 5: 145 (682); Buhârî, ed-Du‛afâü’s-Sağîr, 1:69; İbnü’l-Cevzî, ed-Du‛afâ ve’l-Metrukîn, 2: 136; Zehebî, el-Muğnî fi’d-du‛afâ, 1:352; Nihat Dalgın, “İbn Lehîa”, DİA, İstanbul 1999, 20: 158-159.)

7-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>İbn Mes‛ûd =>Ebû’l-Ahvas =>Ebû İshâk =>Ma‛mer =>Abdurrezzâk =>Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6: 422.

İbn Mes‛ûd (radiyallahu anhu) şöyle demektedir.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e hayrın anahtarları ve cevâmi‛i – ya da hayrın cevâmi‛i ve anahtarları- öğretilmişti. O bize öğretinceye kadar biz namazımızda ne diyeceğimizi bilmiyorduk. Bize şöyle deyin dedi.:
“ َى َ َ ا و َعل َ ْين ُهُ َّ ، السَلُم َ عل َ َر َكات ِ َ وب ُ َّللا ِ ُّي َ و َر ْح َمة َّب َا الن َيُّه َ ْي َك أ َ ُ ات َّ ، السَلُم َ عل ِّب َّي َ َو ُ ات َ والط ِ َ و َّ الصل َّ ِحيَّ ُ ات ِ لَّ ُهُ23 الت ُ َ و َر ُسول َ َّن ُ م َح َّمًد َ ا عْب ُده َ ُد أ َ ْشه ُ َ ، وأ َّل َّللا ِ َ إ َه ِل َ ْن َل إ َ ُد أ َ ْشه ِ ِح َ ين، أ ِ َّ الصال َ ِاد َّللا ِعب
Müsned’in muhakkiklerinden Şu’ayb el-Arneûd rivâyet için “Buhârî ve Müslim’in şartlarına göre sahihtir.” (Şu’ayb el-Arneûd’un hadis hakkındaki değerlendirmeleri için bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6: 423, 1 nolu dipnot; Muhammed Mustafâ el-A’zamî’nin değerlendirmesi için bk. İbn Huzeyme, Sahîh, 1: 356.)
derken, Ahmed Muhammed Şâkir de sahih olduğunu ifâde etmektedir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4: 68, 163, thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Dârü’l-Hadîs, Kâhire, 1995, (Muhakkik Ahmed Muhammed Şâkir’in hadis hakkındaki değerlendirmelerine bakınız.))

8-.) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ali b. Ebû Talib =>Muhammed b. Ali =>Abdullah b. Muhammed b. Akîl =>Züheyr =>Abdurrahaman =>Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2: 156.
“Hiçbir peygambere verilmeyen hasletler bana verildi.” Biz.: “Onlar nedir, Yâ Resûlullah!” dediğimizde şöyle buyurdu.: “Bana korku ile yardım edildi, bana yeryüzünün anahtarları verildi, Ahmed diye isimlendirildim, toprak bana tâhir kılındı ve ümmetim en hayırlı ümmet kılındı.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2: 156.)
Ali b. Ebû Talib’den (radiyallahu anhu) gelen bu rivâyette, araştırma konusu yaptığımız “bana “cevâmiu’l-kelim” verildi.” kısmı yer almamaktadır.
Hz. Peygamber’in duruma göre, değişik zaman ve mekânlarda ve farklı sayıda hususiyetlerini zaman zaman zikrettiğini düşünüyoruz. Sonraki süreçte her bir sahâbî, işitip ezberleyebildiğini aktarmıştır. Sonraki râvîler için de bu durumun aynısı geçerlidir. Bu nedenle Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hususiyetlerine dâir bize intikâl eden rivâyetlerin metinleri farklı olmuştur. Onun hususiyetlerini bir bütün olarak görmek için bu konuda varid olan tüm rivâyetleri bir arada değerlendirmek gerekir.
Konumuzla ilintili olduğu için çalışmada her ne kadar bu bağlamdaki rivâyetlere değinilse de tamamını değerlendirmek çalışmamızın sınırını aşmaktadır. Onun için çalışma, “cevâmiu’l-kelim” bağlantılı rivâyetler ile sınırlandırılmıştır.

1.3-) Sahîh-i Buhârî Buhârî’nin (ö. 256/870) Sahîh’inde yer alan rivâyet, Ebû Hüreyre’den (radiyallahu anhu) gelmektedir. Küçük farklılıklar olmakla birlikte metni şöyledir:

بعثت بجوامع الكلم ونصرت بالرعب وبينا أنا نائم أتيت بمفاتيح خزائن األرض فوضعت في يدي “Ben, “cevâmiʿül-kelim” ile gönderildim ve korku ile yardım edildim. Uykuda olduğun bir vakitte, dünyanın hazineleri bana getirildi ve elime konuldu.” (Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmaîl b. İbrâhîm, el-Câmiü’s-Sahîh, nşr. Mustafa Dîd el-Buğa, Beyrut, Dâru İbn Kesîr, 1993, “Ta’bîr”, 22 (6611).)

Bu rivâyet, Buhârî’nin Sahîh’inde farklı konu ve bâb başlıkları altında altı yerde geçmektedir. Rivâyetin târikleri ile geçtiği yerler şöyledir.:
1-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>Saʿîd b. Müseyyeb =>İbn Şihâb ez-Zührî =>Akîl =>el-Leys =>Saʿîd b. ʿUfeyr (haddesenâ) =>Buhârî, “Cihâd ve’s-Siyer”, 120. =>Buhârî, “Ta’bîr”, 22. =>Buhârî, “İʿtisâm”, 1.

2-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>Muhammed (b. Sîrin) =>Eyyûb (b. Ebî Temîme) =>Muhammed b. Abdurrahman et-Tufâvî =>Ahmed b. el-Mikdâm el-ʿİclî (haddesenâ) =>Buhârî, “et-Taʿbîr”, 11.

Bu isnadla gelen rivâyette, الكلم بجوامع بعثت” Ben, “cevâmiʿul-kelim” ile gönderildim” ifâdesi الكلم مفاتيح أعطيت” Bana “mefâtihu’l-kelim” verildi.” şeklindedir. Ayrıca نائم أنا وبينا” uykuda olduğum bir vakitte” ifâdesi البارحة نائم أنا وبينما “dün gece uyurken” şeklindedir. İsnadların farklı olması hadisin metninde küçük farklılıklara sebeb olmuştur.

3-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>Saʿîd b. Müseyyeb =>İbn Şihâb ez-Zührî =>Ukayl =>el-Leys =>Yahyâ b. Bükeyr (haddesenâ) =>Buhârî, “Cihâd ve’s-Siyer”, 120.
Buhârî, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bu rivâyette geçen “korku ile yardım edildim” kısmından sonra, “ALLAH’a şirk koştukları için inkâr edenlerin kalbine korku atacağız.” (Âl-i İmrân 3/151) âyetini okuduğunu cezm sığasıyla bâb başlığında Câbir’den (radiyallahu anhu) gelen muʿallak bir rivâyet olarak vermiştir. (Buhârî, “Cihâd ve’s-Siyer”, 120 (2977).)

Rivâyette Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem kendisine üç şeyin verildiğini vurgulamaktadır.:
1-) Cevâmi‛ül-kelim/mefâtihü’l-kelim,
2-) Korku ile yardım,
3-) Dünya hazineleri.


Buhârî, rivâyette geçen konuları tek tek dikkate almış ve hadisi ilgili konuların ve bâb başlıkların altında zikretmiştir. Birinci konuyu dikkate alan Buhârî, rivâyeti “Kitâbü’l-iʿtisâm” altında, ikinci konu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e edilen yardımla ilgili olduğundan “Kitâbü’l-cihâd ve’s-siyer” altında, üçüncü konu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in rüyada gördüğü bir konudan bahsettiğinden “Kitâbü’t-ta‛bîr” altında zikretmiştir. Bu bölüm altında verdiği rivâyette, diğer rivâyetlerde olmayan ancak konu ile ilgili olan bir ziyade dikkat çekmektedir. Bu da Buhârî’nin rivâyetleri, bâb başlıkları altinâ alırken ne kadar seçici davrandığını göstermektedir.
Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 178
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

Re: RASULULLAH sallallâhu aleyhi ve sellem

Mesaj gönderen nurunnehar »


1.4-) Sahîh-i Müslim Müslim’in (ö. 261/874) Sahîh’inde rivâyetin beş yerde geçtiği tesbit edilmiştir. Buna göre İmam Müslim’in aldığı rivâyetin târikleri ile zikredildiği konular şöyledir.:

1-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>(el-‛Alâ’ın) Babası=>el-‛Alâ’ →İsmâîl b. Cafer =>Ali b. Cühr, Kuteybe b. Sa‛îd, Yahyâ b. Eyyûb =>Muslim, Sâhîh, “Mesâcid”, 5..

“Altı şeyle peygamberlere üstün kılındım: Bana “cevâmiu’l-kelim” verildi, korku ile yardım edildim, ganimetler bana helal kılındı, yeryüzü bana temiz ve mescit kılındı, bütün mahlûkata gönderildim, benimle peygamberler sonlandırıldı.” (Müslim, “Mesâcid”, 5.)

Bu rivâyetin senedi ile Buhârî’deki rivâyetlerin senedi aynı sahâbîye, Ebû Hüreyre’ye (radiyallahu anhu) dayanmaktadır. Ancak iki metin arasındaki ziyâde ve noksanlıklar göze çarpmaktadır. Buhârî’de geçen rivâyetin sonundaki “bana dünyanın hazinelerinin anahtarları verildi” kısmı var iken, Müslim’deki rivâyette bu kısım yer almamaktadır.
Diğer önemli bir husus, Müslim’deki rivâyette Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in altı şeyle üstün kılındığı belirtilmiş iken, Buhârî’de geçen rivâyette bu ifâde yer almamaktadır.

2-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>Saʿîd b. Müseyyeb =>İbn Şihâb ez-Zührî =>Yûnus =>İbn Vehb =>Ebû Tahir ve Harmele (haddesenî) =>Müslim, Sahîh, “Mesâcid”, 6..
Bu isnadla gelen metin daha önce geçen Buhârî’deki rivâyetin metni ile aynıdır.

3-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>Ebû Hüreyre’nin mevlâsı Ebû Yûnus =>Amr b. el-Hâris =>İbn Vehb =>Harmele (haddesenî) =>Müslim, Sahîh, “Mesâcid”, 7..

Bu senedle gelen rivâyette بالرعب نصرت” Korku ile yardım edildim.” ifâdesi العدو على بالرعب نصرت” Düşmânâ karşı korku ile yardım edildim.” şeklinde daha açık yer almıştır. Ayrıca daha önce Buhârî’deki rivâyetlerde geçen الكلم بجوامع بعثت “Ben, “cevâmiʿul-kelim” ile gönderildim.” ile الكلم مفاتيح أعطيت” Bana “mefâtîhü’l-kelim” verildi.” ifâdeleri yerine burada الكلم جوامع وأوتيت” Bana “cevâmiu’l-kelim” verildi.” ifâdesi yer alamaktadır.

4-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>Hemmâm b. Münebbih =>Ma‛mer =>Abdürrezzâk =>Muhammed b. Nâfi‛ =>Müslim, Sahîh, “Mesâcid”, 8..

Hemmâm b. Münebbih’in Sahife’sinde yer alan rivâyetin Sahîh-i Müslim’e geçmiş târikidir. Daha önce bu rivâyet üzerinde durulduğundan burada tekrara gidilmeyecektir.(Bu çalışmanın, “Hemmâm b. Münebbih’in Sahîfe’si, Ma’mer b. Râşid’in Câmi‛i ve Abdürrezzâk’ın Musannef’i” başlığı altında bu sened ve metin üzerinde durulmuştur.)

5-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Bürde’nin Babası (Abdullâh b. Kays Ebû Mûsâ el-Eş‛arî) →Ebû Bürde (Süleymân) =>Sa‛îd b. Ebî Bürde =>Zeyd b. Ebî Üneyse =>Ubeydullâh (b. Amr) =>Zekeriyyâ b. Adiyy =>İshâk b. İbrâhîm ve Muhammed b. Ahmed b. Ebî Halef =>Müslim, Sahîh, “Eşribe”, 71..

Bu senedle gelen rivâyet, yukarıdaki rivâyetlerden tamamen farklı bir hadistir. Fakat rivâyetin içinde konumuzla ilgili bir ifâde geçtiği için önemlidir. Söz konusu ifâde, hadisin sahâbî ravisi Ebû Mûsâ el-Eş‛arî’ye aittir. Ancak rivâyet, onun bu ifâdeyi hangi bağlamda kullandığı ve “cevâmiu’l-kelim”den ne anladığı hakkında bize bir fikir vereceği kanaatindeyiz. Rivâyetin metni şöyledir.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Beni ve Muʿâz’ı Yemen’e gönderdi ve şöyle dedi.: “İnsanları (İslam’a) dâvet edin. Müjdeleyici olun nefret ettirici olmayın. Kolaylaştırıcı olun, sıkıntıya sokanlar olmayın.”
Ben dedim ki.: “Yemen’de önceden yaptığımız iki içecek var, onlar konusunda bize fetva ver(ir misiniz?). Bunlardan birisi baldan yapılıp sertleşinceye kadar bekletilen el-Betʿ denilen içkidir. Diğeri ise arpa ve mısırdan yapılıp sertleşinceye kadar bekletilen el-Mizr denilen içkidir.” -Ebû Mûsâ el-Eşʿarî dedi ki “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e “cevâmiu’l-kelim”in hatimeleri (mühürleri) verilmişti-
O şöyle buyurdu.: “Namazdan alıkoyan her sarhoş edici içkiyi yasaklıyorum.”
(Müslim, “Eşribe”, 71, 2001.)

Ebû Mûsâ’nın (radiyallahu anhu) Hz. Peygamber’in cevabını “cevâmiu’l-kelim”den addettiği anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’in cevabını “cevâmiu’l-kelim”den kılan kapsayıcı olmasıdır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Ebû Mûsâ’nın (radiyallahu anhu) özel olan sorusuna genel bir cevap vermiştir. Bu yönüyle cevabı, birçok soruya cevap niteliğinde câmi‛ bir ifâdedir.
Bu çalışmanın, “Hemmâm b. Münebbih’in Sahîfe’si, Ma’mer b. Râşid’in Câmi‛i ve Abdürrezzâk’ın Musannef’i” başlığı altında bu sened ve metin üzerinde durulmuştur.

Sahîh-i Müslim’deki rivâyetler toplu değerlendirildiğinde şunlar söylenebilir. Beş rivâyetten birisinde geçen “cevâmi‛ü’l-kelim” ile ilgili kısım mevkûf hadis niteliğindedir. Müslim, merfû‛ olan kısmını nazar-ı dikkate alarak rivâyeti “Kitâbü’l-eşribe” (İçecekler bölümü) kısmına alarak isâbetli davranmıştır. Diğer dört rivâyetin tamamı konumuzla birebir ilgili olmasinâ rağmen Müslim onların tamamını “Kitâbü’l-mesâcîd” (Mescitler bölümü) altında peş peşe zikretmiştir. Hâlbuki zikrettiği bu rivâyetlerden sadece ilkinde mescitler ile ilgili bir bölüm vardır. Ebû Hüreyre’den (radiyallahu anhu) gelen bu târiklerin tamamının aynı hadise ait olduğunu ve tam olan metnin birinci târikten gelen metin olduğunu düşünüyoruz.
Kanaatimizce tüm rivâyetlerdeki ortak metin dikkate alınıp ilgili bir kitâbın/ bölümün altında verilmiş olsaydı daha isâbetli olurdu. Oysa İmam Müslim bunu yapmadığı gibi Buhârî gibi rivâyetin metnindeki her bir konuyu dikkate alıp eserinin farklı bölümlerinde zikretmekten de kaçınmıştır. Dolayısıyla İmam Müslim’in, burada oldukça seçici davrandığını söyleyebiliriz. Bu durumda onun “cevâmiu’l-kelim”den ne anladığını tesbit etmek zordur. Onun bu konuda net bir görüş bildirmediği söylenebilir. Ancak Ebû Mûsâ el-Eş‛arî’nin (radiyallahu anhu) yukarıda geçen sözünden, onun Hz. Peygamber’in veciz sözlerini “cevâmiu’l-kelim”den saydığını söyleyebiliriz..

1.5-) Sünen-i Tirmizî Tirmizî, Sünen’inde Müslim gibi metni nisbeten tam olan rivâyeti zikretmeyi uygun görmüştür. Aynı hadise ait sahih ve sâbit târikler arasında ziyâdesi olan târiki tercih etmek isâbetli görünse de tamamını vermek daha uygundur. Zirâ en uzun ve tam olduğu sanılan rivâyetin içinden bazen düşmeler olabilmektedir. Nitekim buradaki en uzun metne baktığımızda bazı kısımların nakıs olduğu, diğer târiklerden gelen metinlerden anlaşılmaktadır.

Aşağıda görüldüğü gibi Tirmizî’nin zikrettiği rivâyet, Sahîh-i Müslim’deki ile birebir aynıdır.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>Ebû Hüreyre =>(el-‛Alâ’ın) Babası=>el-‛Alâ’ b. Abdurrahman →İsmâîl b. Cafer =>Ali b. Hucr =>Tirmizî, Sünen, “Siyer”, 22..
“Altı şeyle peygamberlere üstün kılındım: Bana “cevâmiu’l-kelim” verildi, korku ile yardım edildim, ganimetler bana helal kılındı, yeryüzü bana temiz ve mescit kılındı, bütün mahlûkata gönderildim, benimle peygamberler sonlandırıldı.” (Tirmizî, “Siyer”, 22 (1553); krş. Müslim, “Mesâcid”, 5.)

Tirmizî rivâyet için “hasen sahîh” demiş ve hadisi “Kitâbü’s-siyer” altındaki الغنيمة في جاء ما باب” Ganimet konusunda varid olan hadisler” bâb başlığı altında vermiştir. Bunun dışında rivâyeti eserinin başka bir yerinde zikrettiğine rastlamadık. Dolayısıyla Tirmizî’nin de Müslim gibi “cevâmiu’l-kelim” konusunda fikrini beyan etmediğini söyleyebiliriz.

1.6-) Sünen-i Nesâî Nesâî’nin (ö. 303/915) Sünen’inde konumuzla ilgili iki rivâyet yer almaktadır.:

a-) Ebû Hüreyre =>Saʿîd b. Müseyyeb =>İbn Şihâb ez-Zührî =>Yûnus =>İbn Vehb =>Ahmed b. Amr b. es-Sarh ve el-Hars b. Miskîn =>Nesâî, Sünen, 6: 310 (3087). b) Ebû Hüreyre =>Saʿîd..

b-) Müseyyeb =>İbn Şihâb ez-Zührî =>Maʿmer =>Muʿtemir =>Muhammed b. Abdü’l-Aʿlâ=>Nesâî, Sünen, 6: 310 (3088)..

c-) Ebû Hüreyre =>Ebû Seleme =>İbn Şihâb ez-Zührî =>Yûnus =>el-Kâsım b. Mebrûr =>Hâlid b. Nezâr =>Hârûn b. Saʿîd Nesâî, Sünen, 6: 311(3089)..

Bu üç tarîkle gelen rivâyetlerin metni ile Buhârî’de geçen rivâyetin metni arasında mânâya etki edecek derecede bir fark yoktur. (Nesâî, Sünen, 6: 310-311, Elbânî, Sahîhü’l-Camiʿi’s-Sağîr ve Ziyâdetuh, el-Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut 1988, 1: 545, (2823), Krş. Buhârî, “Ta’bîr”, 22 (6611).)

Nesâî, bu rivâyetleri “Kitâbü’l-cihâd” altında cihadın vücubuna bir delil olarak zikretmiştir. Dolayısıyla Nesâî’nin, rivâyette geçen üç temel konu içinde “(Düşmanimâ karşı kalplerine salınan) korku ile yardım edildim.” kısmını temel aldığı anlaşılmaktadır. Buhârî gibi diğer iki konu için ayrıca başlık açmaması onun da İmâm Müslim gibi “cevâmiu’l-kelim” konusunda kararsız olduğunu göstermektedir. Sünen-i Nesâî’de yer alan diğer bir rivâyete bakıldığında Abdullâh b. Mes‛ûd’un (radiyallahu anhu) Kur’ÂN dışında, namazlarda okunan DUÂ ve değer zikirleri de “cevâmiu’l-kelim”den saydığı anlaşılmaktadır. Rivâyetin senedi ve metni şöyledir.:

1-) Abdullâh b. Mes‛ûd =>Alkame b. Kays =>İbrâhîm (b. Yezîd b. Kays el-Esved) =>Hammâd (b. Ebî Süleymân) =>Ubeydüllâh (İbn Amr) ve Zeyd b. Ebî Üneyse, =>el-Alâ’ b. Hilâl =>Muhammed b. Cebel er-Râfi‛î =>Nesâî, Sünen, 2: 590..

Abdullâh b. Mes‛ûd (radiyallahu anhu) şöyle demektedir.: “Biz namaz kıldığımızda (celselerde) ne diyeceğimizi bilmiyorduk. Hz. Peygamber bize “cevâmiu’l-kelim” olanı öğreterek şöyle dememizi emretti.:

التحيات هلل والصلوات والطيبات السالم عليك أيها النبي ورحمة هللا وبركاته السالم علينا وعلى عباد هللا الصالحين أشهد أن ال إله إال هللا وأشهد أن محمدا عبده ورسوله
Alkame şöyle demektedir.: “Ben Abdullâh b. Mes‛ûd’u (radiyallahu anhu) gördüm. Bize Kur’ÂN’ı öğrettiği gibi bu kelimeleri de öğretirdi.” (Nesâî, Sünen, 2: 2391167( ); Hâkim en-Neysâbûrî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdullah, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1990, 1: 264 (977), İbn Hibbân, Muhammed b. Hibban b. Ahmed Ebu Hatim et-Temimi el-Bustî, Sahîhu İbn Hibban bi Tertibi İbn Belban, thk. Şuayb el-Arneut, Beyrut, Muessesetu’r-Risâle, 1993/1414, Şuayb el-Arneût ve Elbânî de rivâyeti sahîh kabul etmiştir. Elbânî, Sahîhu Süneni Ebî Dâvud, Müessesetü Girâs, Kuveyt, 2002, 4: 130, (895).)

Dolayısıyla Abdullâh b. Mes‛ûd’un (radiyallahu anhu) “cevâmiu’l-kelim”den, lafızlarını önemsediği ve mânâ ile rivâyeti uygun görmediği hadisleri anladığını söyleyebiliriz. Kendi ifâdesi yanında talebesi olan Alkame’nin.: O, bize Kur’ÂN’ı öğrettiği gibi bu kelimeleri de öğretirdi” sözünden bunu anlamak mümkün olduğu gibi onun “cevâmiu’l-kelim”den, Hz. Peygamber’in öğrettiği Kur’ÂN gibi ibâdet niyetiyle okunan hadis metinlerini anladığını söylemek de mümkündür. Ayrıca Hz. Peygamber’in DUÂlarının câmiʽ olduğunu, Hz. Aişe’nin (radiyallahu anhu).:Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem DUÂların câmi‛ olanlarını (cevâmiu’d-du‛â’) yapmayı sever, diğerlerini terk ederdi.” (Ebû Dâvud, “Sucûdü’l-Kur’ÂN”, 23 (1484), “Vitir”, 23(1484), Ahmed b. Hanbel, Müsned, 42: 76 (25150), 42: 359 (25556), Elbânî rivâyetin sahîh olduğunu söylemiştir, bk. Elbânî, Sahîhu Süneni Ebî Dâvud, 5: 222, (1332).)
Sözü de desteklemektedir.

Târık b. Eşyem (radiyallahu anhu).: “Rabbime nasıl DUÂda bulunayım?” diye soran birisine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in başparmağı dışındaki dört parmağını toplayarak, ) وارزقني وعافني وارحمني لي اغفر اللهم قل” ) ALLAH’ım, beni bağışla, bana merhamet et, bana afiyet ver ve beni rızıklandır.” diye DUÂ etmesini buyurduktan sonra.: “Bu DUÂ sözleri, sana dinini ve dünyayı cem‛ ederler.” dediğini aktarmıştır. (İbn Mâce, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünenu İbn Mâce, thk. Muhammed Fuad Abdulbakî, Beyrut, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, 1975, “Du‛â”, 4 (3845), Elbânî, rivâyet için sahih demiştir. Bk. Elbânî, Sahîhü’l-Camiʿi’s-Sağîr ve Ziyâdetuh, 2: 810, (4398).)

Hz. Peygamber aleyhisselâm’e “cevâmiu’l-kelim” verildiğine dâir bilgi, onun hususiyetlerinin sayıldığı rivâyetlerdeki metnin bir kısmı olarak görünmektedir.
Bu bağlamdaki rivâyetler Ebû Hüreyre, Ebû Mûsâ el-Eşʿarî, Ali b. Ebî Tâlib, Câbir b. Abdullah (radiyallahu anhum) gibi birçok sahâbîden gelmiş ve âlimlerce sahîh kabul edilmiştir. Rivâyetlerde anlatılan hususların sayısı metinden metine farklılık göstermektedir. Hadislerin farklı zamanlarda vârid olması zaman zaman bu gibi durumlara sebeb olmuştur. (İbn Receb el-Hanbelî, Câmi‛ül-ʽUlûm ve’l-Hikem, s. 478 vd. (yirmi ikinci hadisin açıklamalarına bakılabilir.)

Ancak buradaki farklılığın daha çok ravilerden kaynaklandığı kanaatindeyiz. Her ravi dinleyip hıfzettiklerinden hatırlayabildiklerini aktarmıştır. (İbn Abdilber, Ebû Ömer Yusuf b. Abdillah enNemerî elEndelüsî, el-İstizkâr, Kahire, Dâru’l-Va’iy, 19931:95 ,14141)

Nitekim rivâyetlerin birinde ravi, ikisini unuttuğunu açıkça ifâde etmiştir. (Bezzâr, Ebû Bekir Ahmed b. Amr, Müsnedü’l-Bezzâr, Medine, Mektebetü’l-ulûm ve’l-hikem, 2009, 2: 251.)

Bu nedenle aynı sahâbîden gelen bir rivâyetin metni, nakleden raviye göre bazen farklı olduğu gibi, farklı sahâbîlerden gelen aynı rivâyetin metni de aktaran ravilere göre farklı olabilmektedir.
Misâl olarak Hz. Peygamber’in hususiyetleri arasında sayılan “cevâmiu’l-kelim”, Ebû Hüreyre (radiyallahu anhu) ile Ali b. Ebî Tâlib’ten (radiyallahu anhu) gelen rivâyetlerde yer almış iken, (İbn Hibbân, Sahîh, 14: 312; Bezzâr, Müsned, 2: 251 (656). Nûreddîn el-Heysemî, Mecmaʻu’z-Zevâid ve Menbaʻu’l-Fevâid, thk. Abdullah Muhammed Dervîş, Beyrut, Dârü’l-Fikr, 199413948( 464 :8 ,1414).
Câbir b. Abdullâh’tan (radiyallahu anhu) gelen rivâyette yer almamıştır. (Abd b. Hümeyd, Müsned, Kâhire, Mektebetü’s-sünne, 1988, 349 (1154))

Neticede araştırma konusu olan rivâyetimiz, Buhârî ve Müslim’in Sahîh’leri başta olmak üzere birçok hadis kaynağında geçmektedir. Ebû Hüreyre (radiyallahu anhu) ve başka sahâbîlerin rivâyet ettiği bu hadis sahihtir. .

2-) ÂLimLerin “Cevâmiu’L-KeLim” Hakkındaki GörüşLeri.:

“Cevâmiu’l-kelim” ifâdesi, Hz. Peygamber’in hususiyetleri bağlamında varid olan hadislerde bazen cevâmiu’l-kelim ile gönderildim” bazen de “bana “cevâmiu’l-kelim” verildi” şeklinde geçmektedir. (Buhârî, “Cihâd ve’s-Siyer”, 120 (2815); Buhârî, “et-Taʿbîr”, 11 (6597); Buhârî, “Ta’bîr”, 22 (6611). باب قول النبي صلى هللا عليه و سلم بعثت بجوامع الكلم ,1”, tisâm‛İ, “Buhârî.)

Hz. Peygamber’in bu ifâdeden ne kasdettiğine dâir İslam âlimleri arasında farklı görüşler vardır.:

a-) Cevamiu’l-kelim Kur’ÂN’dır, diyen âlimler Daha önce ifâde edildiği üzere Buhârî, bu hadisi birkaç yerde ilgili olduğu konular altında vermiştir. O, “cevâmiu’l-kelim ile gönderildim” hadisini, “Kitâbü’l-i‛tisâm” altındaki birinci bâb başlığı yapmıştır.
Onun rivâyeti aldığı kitâb ve bâb başlığinâ bakılırsa, “cevâmiu’l-kelim”den Kur’ÂN ve Sünnet’i anladığı söylenebilir. Ancak o, Sahîh’inde “cevâmiu’l-kelim’in, Allah’ın, önceki kitaplarda yazılı birçok emri bir veya iki emirde toplaması olduğu bilgisi bana ulaştı” demektedir. (Buhârî, Sahîh, 6: 2573.)

Dolayısıyla Buhârî’nin, “cevâmiu’l-kelim”den Kur’ÂN’ı anladığı kanaatindeyiz. Nitekim Buhârî’nin önde gelen şârihlerinden İbn Hacer de bu görüştedir. (İbn Hacer, Ebû’l-Fadl Ahmed b. Ali b. Hacer el-‘Askalânî, Fethu’l-Bârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut, Dâru’l-Ma’rifâ, 1379, 13: 248.)

Buhârî, her ne kadar rivâyeti “Kitab ve Sünnete Bağlılık” kitâbı altında zikretse de aslında bu ifâdeden Kur’ÂN’ı anlamanın daha isâbetli olacağına işâret etmektedir. Sahîh-i Buhârî’nin ilk şârihlerinden İbn Battâl el-Kurtubî, (ö. 449/1057), konuyla ilgili hadisin şerhinde şöyle demektedir: “Cevâmiu’l-kelim’den maksat Kur’ÂN’dır. Zirâ ondaki bir âyet, muhtelif birçok mânâya gelmekte, muhtelif tevilleri olmaktadır. "Biz Kitâb’ta hiçbir şeyi eksik birâkmadık" (el-En‛âm 6/38) âyeti Kur’ÂN’ın cevâmi‛ olduğuna delâlet etmektedir. Ayrıca "Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir." (el-A‛râf, 7/199) âyetinden de bu anlaşılmaktadır. Zirâ dünya ve ahiret için tedbirli olmak konusunda sadece bu âyet nazil olsaydı kâfi gelirdi.” (İbn Battâl, Ebu’l-Hasen Ali b. Halef, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, (Riyad: Mektebetu’r-Rüşd, 2003/1423), 5: 143.)
Dolayısıyla Buhârî, İbn Battal ve İbn Hacer gibi âlimlere göre “cevâmiu’l-kelim”den kasdedilen Kur’ÂN’dır.

b-) Cevamiu’l-Kelim hadis’tir, diyen âlimler İbn Kuteybe (ö. 276/889), Hz. Peygamber’in konuşma vasıflarından birisinin “cevâmiu’l-kelim” ile konuşmak olduğunu aktarır. (İbn Kuteybe, Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dîneverî, Garîbü’l-Hadîs, (Bağdâd: Matbaatü’l-‛Ânî, 1397), 1: 488; Sehâvî, Fethü’l-Muğîs, 2: 242-44.)

İbn Hibbân’ın (ö. 354/965) Sahîh’inde açtığı “وخواتمه الكلم جوامع سلم و عليه هللا صلى صفيه وعال جل هللا إعطاء ذكر) “Allah’ın seçkin kuluna “cevâmiu’l-kelim” ve hatimelerini vermesi) konu başlığı ve altında zikrettiği rivâyetlerden, onun, “cevâmiu’l-kelim”den Hz. Peygamber’in hadislerini anladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca o, Ebû Hüreyre’den (radiyallahu anhu) gelen rivâyeti delil getirerek Hz. Peygamber’in kendisine verilen “cevâmiu’l-kelim” sayesinde tüm peygamberlerden üstün kılındığını ifâde etmektedir. (İbn Hibbân, Sahîh, 14: 312 (6403))

Tahâvî’ye (ö. 321/933) göre Hz. Peygamber aleyhisselâm’e “cevâmiu’l-kelim”in verilmiş olması, onun ne eksik ne fazla söz söylemesidir. Ebû İshâk İbrahim b. Ali İbn Hibbân’ın konu ile ilgili başlığı “المصطفـى بـأن البيـان ذكـر .şeklindedir” صلـى هللا عليـه و سـلم فضـل بجوامـع الكلـم علـى سـائر األنبيـاء صلـى هللا عليـه و سـلم 49
Tahâvî, Ebû Cafer, Şerhu Me’âni’l-Âsâr, Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1399, 2: 210. el-Husarî el-Kayravânî’ye (ö. 453-1061) göre Hz. Peygamber’in bütün hadisleri “cevâmiu’l-kelim”dir. (Kayrevânî, Ebû İshâk İbrahîm b. Ali el-Husarî el-Kayrevânî, Zehrü’l-âdâb ve semerü’l-elbâb, Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1997, 35.)

Zemahşerî (ö. 538/1144), “Ben Arapların en fasih konuşanıyım.” (Temel hadis kaynaklarında böyle bir rivâyete rastlamadık. Ancak bazı kaynaklarda zayıf bir rivâyet olarak yer almaktadır. Bk. Irâkî, Ebü’l-Fadl el-Irâkî, el-Muğnî ‛an hamli’l-esfâr, thk. Eşref Abdülmaksûd, Riyâd, Mektebetü Taberiyye, 1995, 1: 635; İbn Mulakkın, Sirâcuddîn Ebû Hafs Ömer b. Ali b. Ahmed eş-Şâfiî el-Mısrî, el-Bedrü’l-münîr fî tahrîci’l-ahâdîsi ve’l-âsâri’l-vâki‛ati fî’ş-Şerhi’l-kebîr, thk, Mustafâ Ebü’l-Gayt, Riyâd, Dârü’l-Hicre, 2004, 8: 281.)
rivâyetini delil getirerek “cevâmiu’l-kelim”in, Hz. Peygamber’in konuşma tarzı olduğu görüşündedir. (Zemahşerî, el-Fâik, 1: 11, 2: 227.)

Kâdî İyâz (ö. 544/1149), sadece Hz. Peygamber aleyhisselâm’e verilen özelliklerden birisinin de “veciz konuşma, az sözle çok mânâ ifâde etmek” olduğunu, ona Arapçanın bütün lehçelerinin öğretildiğini, en üst seviyede söz söyleme yeteneğine sahip olduğunu ifâde eder. (Kâdi İyâz, Ebü’l-Fazl İyâz b. Mûsâ b. İyâz el-Yahsubî, eş-Şifâ, Şifâ-i Şerif Şerhi, Tercüme ve Şerh: Mehmet Yaşar Kandemir, Tahlil Yayınları, İstanbul, 2012, 1: 185, 186, 352-355.)

İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1201) de “cevâmiu’l-kelim”den maksadın Hz. Peygamber’in konuşma üslubu olduğu kanaatindedir. (İbnü’l-Cevzî, Garîbü’l-Hadîs, 1: 171.)

İzzeddin b. Abdüsselâm (ö. 660/1262) (İzzüddîn b. Abdisselâm, Ebû Muhammed İzzüddîn Abdülazîz b. Abdisselâm b. Ebi’l-Kâsım es-Sülemî ed-Dımaşkî, Münyetü’s-Sûl, Beyrut, Dârü’l-kitâbi’l-cedîd, 1981, 35.)
ve Sehâvî (ö. 902/1497) de, “cevâmiu’l-kelim” ile konuşmayı Hz. Peygamber’in vasıflarından birisi olarak aktarırlar. (İzzüddîn b. Abdisselâm, Ebû Muhammed İzzüddîn Abdülazîz b. Abdisselâm b. Ebi’l-Kâsım es-Sülemî ed-Dımaşkî, Münyetü’s-Sûl, Beyrut, Dârü’l-kitâbi’l-cedîd, 1981, 35; Sehâvî, Fethü’l-Muğîs, 2: 242-44.)

Hz. Peygamber’in kendisine verilen fesahat ve belagat kabiliyeti sayesinde, mânâların derinliğine kolaylıkla inebildiğini, kendisine ilham edilen hikmetli sözlerle maksadını kısa sözlerle ifâde edebildiğini söyleyenler de olmuştur. (Mehmet Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerif Şerhi, Tahlil Yayınları, İstanbul, 2012, 1: 186, 338.)

Neticede “cevâmiu’l-kelim”den, Hz. Peygamber’in hadislerini/konuşma tarzını anlayan oldukça fazla âlimin olduğu anlaşılmaktadır.

c-) Cevamiu’l-Kelim Kur’ÂN ve hadistir, diyen âlimler Herevî’nin (ö. 401/1011) bu konudaki görüşünü İslam âlimleri şöyle aktarmaktadır: “Cevâmiu’l-kelim’den maksat Kur’ÂN’dır. Zirâ Allah, Kur’ÂN’da çokça mânâyı az lafızda toplamıştır. Ayrıca Hz. Peygamberin az lafız çok mânâ özelliğine sahip kelamı da cevâmi‛dendir.” (Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref en-Nevevî, el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim, Dâru İhyâ et-Türâs el-Arabî, Beyrut, 1392, 5: 5; İbn Mulakkın, Gâyetü’s-sûl fî Hasâisi’r-Resûl, Beyrut: Dârü’l-Beşâir, 1993, 73.)

Muhammed b. Fütûh el-Humeydî’ye (ö. 488/1095) göre “cevâmiu’l-kelim” Kur’ÂN’dır, onunla beraber Hz. Peygamber’in konuşma vasfı için de bu ifâde kullanılmıştır. (Muhammed b. Ebî Nasr Fütûh b. Abdillah b. Fütûh el-Ezdî el-Humeydî, Tefsîrü Garîbi mâ fi’s-Sahîhayn, Kahire, Mektebetü’s-sünne, 1995, 126.)

İbnü’l-Esîr el-Cezerî (ö. 606/1210) de şöyle demektedir: “Bana “cevâmiu’l-kelim” verildi” ifâdesindeki “cevâmiu’l-kelim”den murad, Kur’ÂN’dır. Allah, lütfuyla çokça mânâyı az kelimede toplamıştır.” (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs, 1: 811.)
İbnü’l-Esîr, bunu ifâde ettikten sonra Hz. Peygamber’in sıfatı hakkındaki “O, “cevâmiu’l-kelim” ile konuşurdu.” hadisinden Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kelamının çok mânâları içinde toplayan az sözlerden oluştuğunu söyler. Ayrıca, O, DUÂların “cevâmiu’l-kelim” olanlarını yapmayı severdi” hadisinden maksadın doğru ve sağlam maksatları veya Allah’a övgüyü içeren DUÂlar ile isteme adabını içinde toplayan DUÂlar olduğunu ifâde eder. Dolayısıyla ona göre Hz. Peygambere verilen “cevâmiu’l-kelim”den maksat Kur’ÂN olmakla beraber Hz. Peygamber’in kelamı ve DUÂları da bu kapsamdadır. Ömer b. Abdülaziz’in yukarıda geçen sözünde geçen “cevâmiu’l-kelim”den maksat ise az ve öz konuşmaktır. (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs, 1: 811.)

İbn Manzûr (ö. 711/1311), Hz. Peygamber’in “cevâmiu’l-kelim” konuşan, yani “az lafız çok mânâ” özelliğine sahip bir konuşma sıfatına sahip olduğuna inânır. Ancak o, Allah’ın, “Sen, affedici ol, ma‛rufu emret ve cahillerden yüz çevir.” âyetinde olduğu gibi lütfuyla çokça mânâyı azıcık kelimede topladığını örnek göstererek Kur’ÂN’ın da bu kapsamda olduğu görüşündedir. (İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 8: 53.)

Yani ona göre hem Kur’ÂN hem de Hadisler “cevâmiu’l-kelim”dir. İbn Hacer’in naklettiğine göre İbn Şihab ez-Zührî (ö. 124/142 ), “cevâmiu’lkelim”i Hz. Peygamber’in veciz konuşmalarına yorumlamış ancak başkaları بعثت “gönderildim” ifâdesini delil göstererek maksadın Kur’ÂN olduğunu iddia etmişytir. (İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, 13: 247.)

Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed el-Ezherî’nin (ö. 370/980) de bu görüşte olduğu aktarılmıştır.

Görüldüğü gibi “cevâmiu’l-kelim”den Kur’ÂN ve Hadisleri anlayan âlim sayısı da az değildir.

d-) Cevamiu’l-kelim Kur’ÂN ve Hadislerin bir kısmıdır, diyen âlimler Yukarıda aktarılan görüşleri savunan âlimler olmakla beraber âlimlerin çoğunluğuna göre Kur’ÂN ve hadislerin sadece bir kısmı “cevâmi’u-l kelim”dir. Nitekim İbn Hacer.: “Kur’ÂN’ın cevâmiu’l-kelim olduğu konusunda âlimler arasında bir fikir ayrılığının olmadığını, asıl önemli olanın Kur’ÂN dışında herhangi bir şeyin “cevâmiu’l-kelim” kavramı altına girip girmediğidir.” buyurarak bu noktaya işâret etmektedir. Ona göre “cevâmiu’l-kelim”den maksat Kur’ÂN olmakla beraber Hz. Peygamber’in hadisleri arasında bu nitelikte olanlar da az değildir. (İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, 6: 128, 1: 40, 72, 83, 120, 311, 13: 248; Ahmet Lütfü Kazancı, Peygamberimizin Hitâbeti, 167. )

İbn Hacer bu vasıftaki hadislerden örnekler zikretmektedir. Buhârî’nin ilk şârihlerinden Hattâbî (ö. 388/998), “cevâmiu’l-kelâm” için “mânâyla dopdolu veciz kelam” demektedir. Başka bir deyişle kelimeleri az, mânâsı çok ve çeşitli hükümler içeren ifâdelerdir. (Hattâbî, A’lâmü’s-Sünen fî şerhi Sahîh el-Buhârî, Mekke, Câmiatü Ümmi’l-Kurâ, 1988, 2: 1422.)

Dolayısıyla ona göre hadislerin tamamı cevâmi‛den değildir. İlk dönemlerden başlayarak âlimlerin eserleri incelendiğinde birçoğunun bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır. Onlar seçtikleri bir kısım hadisler için cevâmi’ buyurarak hadislerin tamamının bu özellikte olmadığını kabul etmişlerdir.
Bunlar arasında İmam Şafiî (ö. 204/820), İshâk b. Râhûye (ö. 238/853), Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855), Ebû Dâvud (ö. 275/889), Alî el-Kârî (ö. 1014/1605), İmam Nevevî (ö. 676/1277) ve İbn Receb el-Hanbelî (ö. 795/1393) gibi birçok âlim sayılabilir. Çalışmamızın “Cevâmiu’l-kelim” hadislerden örnekler” başlığı altında bunlara değinildiğinden burada detayına girilmeyecektir.

e-) Tasavvuf Ehlinin “cevâmiu’l-kelim” anlayışı Tasavvuf ehlinin “cevâmiu’l-kelim” anlayışı farklıdır. Onlara göre Hz. Peygamber aleyhisselâm’e cem‛etme (الجمع (makamı verilmiştir. Onun makamı, vahdet ile kesreti, öz ile detayı, tenzîh ile teşbîhi bir arada tutmaktadır. Hatta onun makamı, bütün isimlerin makamını camiʿdir. Hz. Peygamber bunun için, “Bana “cevâmiu’l-kelim” verildi.” demiştir. (İbnü’l-Arabî, el-Hakîkatü’l-Muhammediyye, 12; İbnü’l-Arabî (ö. 638), Futûhât’ında bu konuya detaylı değinmiştir. Bk. Muhyiddin İbnü’l-Arabî Muhammed b. Alî b. Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî, el-Futûhâtü’l-Mekkiyye, Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1999, 1: 13334-; Ayrıca bk. Mehmet Yaşar Kandemir, “Cevâmiul-Kelim”, DİA Diyanet İslam Ansiklopedisi, 7: 440.)
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön