''SALL VE NAMAZ'' LATİF YILDIZ(KULİHVANİ)

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

''SALL VE NAMAZ'' LATİF YILDIZ(KULİHVANİ)

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

http://www.muhammedinur.com/modules.php ... e&pid=1253

MUHAMMEDİ TASAVVUF

SALL VE NAMAZResim

Latif YILDIZ
(Kul İhvanî)


1.1 BÖLÜM: NAMAZ HER MÜSLÜMANA FARZ

1. 1. NAMAZIN HER MÜSLÜMANA FARZ OLDUĞU:


"Namazı bitirince; ayakta, otururken ve (yanınız üzerine) yan yatarken (dâimâ) ALLAH'ı anın (zikredin). Huzura kavuşunca da namazı tam erkânı ile (dosdoğru) kılın; çünkü namaz mü'minler üzerine vâkitleri belli bir farzdır." (Nisâ 4/103)

Farz: ALLAH Teâlâ'nın işlenmesini kesin olarak emrettiği ibâdet ve işler. Zarurî, lüzûmlu, gerekli... Mânen ise "ALLAH rızasını içinde bulunduran" demektir.

"Onlar ki gaybe imân edip namazı dürüst kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk ederler." (Bakara 2/3)

Gaybe imân... Var olduğu hâlde, akıl ve duyularla görülüp isbatlanamayana imân... Her yer, her zaman ve her hâlde Hazır ve Nazır olan Rabbü'l Âleminin huzurunda zamanın belli bir dilimini sistemin Sahibine tahsis edip zaman orucuyla lûtf-ü-ikrâm ve ihsân sofrasına oturuş... Kıyam, kıraatı; rukû, baş eğişi; secde, zâhir-bâtın kulluğu ve övgü merasimi ile Cemâlullah için teşehhüd oturuşu...

Helâl rızkından, HAKK (celle celâluhu)'nun kullarına (mahlûkata) infâk (eldekini ALLAH rızası için harcama) sehavet (bir kısmını infâk) ve cömertlik (çokça infâk)...

"Sabır ve namazla (ALLAH'dan) yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz) haşiînler (ALLAH'a saygıdan kalbi ürperenler) dışında herkese zor ve ağır gelir." (Bakara 2/45)

"Ey imân edenler sabır ve namazla yardım isteyin! Şüphe yok ki ALLAH sabredenlerle beraberdir." (Bakara 2/153)

Azîz kardeşim;
Bâtılın ürünü olan şerre tahammül edilir, dayanmaya ve kurtulmaya çabalanır. Hak yolda hayrı işlemeye devâm ise gerçek sabrı gerektirir. Son nefese kadar ömür boyu sürecek ve günde beş kere namaz kılmak ve bunu da ihlâs, huşû' ve huzû' ile kılmak nefislerimiz için ciddî ve samîmî bir sabrı gerektirir. Bıkmadan usanmadan sürekli kulluk...sırat-ı müstakîm üzere yapılması ve yapılmaması nefse ağır gelen herşeye sabır...

Huşû' :İnsanoğlu için halkedilen şu muazzam kâinâtta ALLAH Teâlâ'nın azametini organlarıyla; gören, duyan ve yaşayan insanın Azametullah karşısında kulluk acziyeti, fakriyeti, zillet ve illeti içinde olduğunu anlayıp bedenen ve nefsen duyduğu hissettiği ve bizzat yaşadığı; korku, heyecan, hayâ, tevâzu' ve saygı ile ürperti ve titreyiş... Haşyet... Kulluğunu ilim ve irâdesi...

Huzû' :Dış duyu organlarıyla görülüp hissedilmese de bâsiretle düşünülebilen Kudretullah karşısında yaşanan mahviyet, sükûn ve sükût hâli. Hayret... Yaşayanların anlayacağı ve lâfla anlatılamayan celâl ve cemâl cem'i... Gönlün güzeli görüşü, ruhun rızayı buluşu... Kulluğun idrak ve iştirâkı...

Kalben ve ruhen: haşyetten öte huzurda hayret...

"Namazlara ve (özellikle) orta namaza devâm edin. ALLAH'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın(kalkın ALLAH için tam bir huşû' ile divân durun.)" (Bakara 2/238)

Günde beş kere Heybetullah karşısına geçip kulluk ederek O'na isyanı unutup emirlerine sarılmak ve buna devâm edip bu hâli muhafaza...RABB'ısının muradını anlayan abd; emirlerini muhafaza edip yerine getiriyor...Günde beş kere Ahdullahı anış... Durum değerlendirmesi ve yeniden uyanış...

Orta namazı, Kadîr Gecesi, İsm-i Azam, Cuma günü duanın eşref saati ve ecel gibi bazı hususlar Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından kesin olarak bildirilmemiş ki; her zaman, her yer ve her hâlde Muhammedî uyanıklığı elden bırakmayalım. Hızır'ı hazır bilelim ve yeter ki huzurda olduğumuzu unutmayalım diye... Orta namazı için; öğle namazı diyenler vardır. İkindi namazı diyenler vardır:

İmam Ali (keremullahi veche) Hendek Savaşında Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bu kâfirler bizi orta namazdan alıkoydular. ALLAH (celle celâluhu) onların evlerini ve mezârlarını ateşle doldursun." buyurdu. (Buharî ve diğer hadis imâmları)

Müslimde ise açıkça: Bizi orta namazdan, (yâni) ikindi namazından alıkoydular." şeklinde bildirilmiştir.

Kunut: Rabbü'l-âlemin'in huzurunda (divanda); Emrullah'a itâate ve Muradullah'a huşû' ve huzû' ile dua ve zikire sabırla devâmdır.
ALLAH (celle celâluhu) için sürekli kanitin kıvâmında olun. İfratsız, tefritsiz ve i'tidâl üzere Hazır ve Nazır olan Rabbü'l-âlemin ile "bile" olduğunuz kanaatınızı asla terketmeyin...

Tıpkı bir kilim-halı dokur gibi renk renk ve ilmek ilmek salât... Rabbü'l-âlemin'e abdinin sılası ve ulaşımı Mâşâallah...

".... De ki: ALLAH'ın hidâyeti doğru yolun tâ kendisidir. Ve bize âlemlerin RABB'ıne teslim olmamız emredilmiştir." (En'âm 6/71)

"Namazı dosdoğru kılın ve O'ndan (ALLAH'tan) korkun... (diye emredildi). Ve huzuruna varıp toplanacağınız O... (ALLAH'tır)" (En'âm 6/72)

"...Âhirete inananlar buna (Kur'ân'a) da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla (gereği gibi) kılmaya devâm ederler." (En'âm 6/92)

İlimde ve hikmette bereketi ve menfâati kesin ve devâmlı ve ilâhî ve Muhammedî feyzin kaynağı olan Kelâmullah'a, işin sonu olan âhirette (hesablaşmaya), vâ'ade (sevâb) ve vaîde (azaba) inananlar, inanabilirler ve isbatı içinde namazı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kıldığı gibi hakkıyla (ikame ederler) kılarlar (muhafaza ederler).

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Men tereke's-salâte müteammiden fe kad kefere." "Her kim kasden namazı terkederse kâfir olur" buyurmuştur.
(Tirmizî;Nesâî;İmam Ahmed;Aclunî-Keşfü'l-Hafâ 2/238)

Hadis-i şerîflere ALLAH Teâlâ'nın izniyle ayrıca gireceğiz ilerde... Önce namazla ilgili âyetlerden örneklere bakmaya devâm edelim:

"Ey imân edenler! Rukû' edin, secde edin, RABB'ınize kulluk (ibâdet) edin; hayr işleyin ki kurtuluşa eresiniz." (Hacc 22/77)

Hayr: İnsana her zaman her yer ve herhalde lâzım ve lâyık olan, fayda sağlayan ve arzu edilen akıl, doğruluk,fazîlet gibi faydalı şeyler...
Felâh ise: Arzulanana kavuşma, kurtuluş ve iflâh olmaktır. Dünyevî iflâh oluşlar: Mal, mülk, mevkî, zâhiri ilim v.s. Uhrevî iflâh oluşlar: Fenâsı asla olmayan bekaya, fakri olmayan gına (zenginlik) ya, zilleti olmayan izzete ve kısacası cehli hiç olmayan kemâle kavuşmaktır. Parmak-yüzük gibi (ile) olan Ruh ve nefsin; et-tırnak gibi "BİLE" oluşudur... Ancak islâh olanlar iflâh olurlar... Umduklarına nâil olurlar ve hep hayr içinde kalırlar...

"Ve onlar ki namazlarını muhafaza ederler." (Mü'minûn 23/9)

Namazlarına devâm ederler...

"Onlar ki namazlarında huşû' içindedirler." (Mü'minûn 23/2)

Uzvî (bedensel) huşû' ve kalbî (ruhî) huzû' içinde namaz... Bu haşyet ki onların, beden,nefs,kalb ve ruhlarını namazın dışına çıkarmaz. Enfüs ve âfâk, sükût ve sükûn içinde olur. Dışı hazır ve içi huzur olan kul: Kıyamda Kelâmullahla yalvarır ve yakarır... Rükû'da azametini tesbih ve ta'zim eder... Secde de kudretini takdis eder ve ulular... Son oturuşta Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) lisanıyla dirilir, Selâmlar ve şehâdetini arzeder...

Kalbi huzû', (huzur) yeterlilik şartı olmayıp kabul şartıdır. Onun içindir ki huzû'suz kılınan namazın iâdesi (kazası) gerekmez. Ancak, mükâfâtı çok az olur. Yeri gelmişken namazda: Huşû' (nefsin pür dikkat kesilip sakin bekleyiş sükûnu) ve huzû' (kalbî ve ruhî huzur içinde derûnî sükûtu)... ALLAH Teâlâ'dan gayrisini (mâsivâyı) belli bir süre içte ve dışta devre dışı bırakma...

Namazda Kur'ân-ı Kerîm'i emredildiği gibi tertil ile su içercesine candan, ciddî, samimî ve anlayarak ve yaşayarak okumalıyız...

"Ey imân edenler, sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüb iken de - yolcu olmanız hariç- guslünüzü edinceye kadar namaza yaklaşmayın..." (Nisa 4/43)

"Sukran"ın çoğulu olan sukara: Sarhoşlar olup aslı ise sekr olup (uyku, içki v.s.) yolu tıkamaktır ve şaşırmaktır...

İnsanın aklını örten içki, iç-dış bağlantısını kesince dışında huşû', içinde huzû' kalamaz. Huzurda hazır olamaz. Kim kime ne söylüyor hâliyle bilemez...

"Kur'ân okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun!. Umulur ki rahmete erersiniz!.Sabah ve akşamları içinden (kendi kendine) yalvararak (zâri-zâri) ve ürpererek (gizlice) ve yüksek olmayan (kendin işitecek kadar) bir sesle RABB'ıni zikret de (an da) gafillerden olma..." (A'raf 7/204-205)

Azîz kardeşim; Kur'ân: Kelâm, Kelâmullahtır. Âcizâne bendeniz, yağan yağmura benzetirim. Her Fâtiha, yeni bir zaman ve zeminde yağan yağmur gibi yeni bir mânâ ve sır ile yağar kalbimize... Dışta hazır - içte huzur bileliği esastır. Merkezden muhite dağılan sükûn ve sükût içinde kelâm, kelâm sahibinindir... Sus ve dinle... Oku ve dinle... Rahmetenli'l-âlemin ve Rahmetin tâ kendisi olan Muhammed (aleyhi's-selâm)'ı duy ve uy... Rahmet; özündeki Muhammedî nûra ulaşımıyın, hak olma rızasıdır. Bu hâlin görülüp bizzât yaşanmasıdır.

Böylesi bir dinginlik ve teyakkuz içinde, Bilelik rızasının Sahibi Rabbü'l-âlemin olan El HAKK (celle celâluhu)'nun azamet, kudret, izzet, celâl ve kemâl gibi sıfatlarını anmaya, anlamaya ve yaşamaya azmedebiliriz.

Kul; kulluğun (Ubudiyyetin) acziyet, fakriyet, zillet ve illetini müşâhede edip; Rubûbiyyetin, mâlikiyet, azamet, izzet ve kudretini zikir ve tazarru (yalvarı) ile keşfederse irfâna ulaşıp kemâlât bulur. Ubidiyyet, sıdk ve sabır ister.

Rübûbiyyete yönelim ise haşyet ve tazarru iledir. Neticesi belirsiz bir kulluk imtihanında emânete (tek olan Ahdullaha) sadakat ve ni'mete (sonsuz sayıda) adâlet için; zikir, fikir, ve RABB'ından razı (olup şükür ya da sabırda) olabilmek elbette korku, haşyet ve hayret duymamıza sebeb olacaktır.

RABB'ımızdan gelen ni'metler için nefsimizin; hoşuna giderse şükûr, gitmezse sabır etmesi ve olanı hükm-ü HAKK bilmesi ve RABB'ından razı olması demektir ki râziyyeten mertebesidir. Sonra merziyyeten RABB'ımızın razı oluşu...

Gaflet ise: Boş bulunmak, dalgınlık, dikkatsizlik, ihtiyatsızlık, ihmâlkarlık ve endişesizliktir.

"Gerçekten Benim Ben, ALLAH; Benden başka ilâh yoktur. Onun için Bana ibâdet et ve Beni anmak için hakkıyla namaz kıl!" (Taha 20/14)

İyice düşünürsek görürüz ki; ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL önce Ulûhiyyet Tevhidini şeksiz şüphesiz ilân edip "Ben var ya Ben, Ben ALLAH'ım. Benden başka ilâh yoktur..." buyuruyor ve "Fâ'budunii: Derhâl, hemen Bana ibâdet et!." diye emrediyor. Li'z zikrii: Zikrim için. Ekimi's-salât: Namazını ikame et. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 'in kıldığı ve öğrettiği ta'dîl-i erkânı dosdoğru ve i'tidâl üzere olan esaslar içinde meydana koy. Rükünleri yerine gitermede âdil ol... Baştan savma değil de, can-û-gönülden kıvâmında kıl... Bunu ise ALLAH (celle celâluhu) yu zikretmek için yap... Zikir: Unuttuysan hatırlamak ve hatırladığını unutmamaya ciddî ve sâmimi olarak azmedip çaba sarfetmektir. Her zaman her yer ve her hâlde hatırda tutup Hazır ve Nazır olanı anmaktır... Bütün bunların temelinde ise Muhammedî oluş şuûruna ulaşmak ve özündeki nûr-u Muhammed pirizinden tevhid fişi ile Nûrullahı almak yatmaktadır. İşte o zaman hayal peşinde koşan akıl, nakl ile gerçekten buluşur da ilâhî aşka dönüşerek hakikate ulaşır... Tıpkı parmak izi gibi kendine ait hakikate... İlim, irade, idrâk ve iştirak... Bu âyeti celile Enâ Tevhidi ile başlayıp mü'minin mi'râcı olan namazla bitiyor. Ne güzel başlangıç ve ne güzel sonuç... Arasında râziyyeten-merziyyeten kul... Hep söylüyorum ya; Kur'ân, ilâhî bir dosddur ve muallimdir. Ve nice âyet-i celîlelerde namazı ikamede huşû' ve huzû'nun önemi belirtilir. Huşû' ve huzû'yu namazın vâciblerinden sayanlar olmuştur...

"O kimseler namazı (hakkıyla) kılarlar, zekâtı verirler; onlar âhirete de kesin olarak imân ederler." (Lokman 31/4)

Namazın hakkını tam vererek kılanlar... Gönüllerdeki cimlirik pisliğini temizlemek için zekâtı verirler... Mal ve paranın pâklığı, helâllığı, hayrının bereketi için; verenin rızasına, halkının hakkı olanı vermek... Sıla ve ulaşım için nefsin hevâ, heves ve egoizmini temizleyip düzeltmek... Bütün bunları, âhirete kavuşmaya hesaba çekilmeye ve RABB'ımızın huzuruna çıkmaya yakînen inanıp kani' ve mutmaîn olduğu için canla başla yapmak... Lebbeyke! Emret! Ve sadeyke! Memnuniyyetle saâdetle ve derhâl...

"(Ancak) Sadece namaz kılanlar bunun dışındadır (öyle değildir). Onlar ki namazlarına devâm ederler. (ihmal göstermezler)." (Meâric 70/22-23)

Namazda dâim ve kaim oluş... Zikr-i dâim duruş... Kul iken sultân oluş...

"Doğrusu felâh bulmuş (iflâh olmuş) tur temizlenen. Rabbinin adını anıp namaz kılan..." (A'lâ 87/14,15)

Namazı dosdoğru hakkıyla kılmakla ilgili pekçok âyet-i celile vardır: Nisa 4/101-102 âyet-i celilelerinde seferde namazı kısaltmak ve kılınış şekli anlatılmaktadır.

"İmân eden kullarıma söyle: Namazlarını dosdoğru kılsınlar, kendisinde ne alış-veriş, ne de dosdluk bulunan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan (ALLAH için) gizli-açık harcasınlar (infâk etsinler.)" (İbrâhim 14/31)

"Onlar öyle kimseler ki ALLAH anıldığı zaman kalbleri titrer (oynar); ve kendilerine rızık olarak verdiğmiz şeylerden ALLAH için infâk ederler. (harcarlar, dağıtırlar)" (Hac 22/35)

"Onlar ne ticâret ne de alış-verişin kendilerini ALLAH'ı anmaktan, namazı (hakkıyla) kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlar (erler)dir. Onlar kalblerin ve gözlerin allak-bullak olduğu (kıvranacağı) günden korkarlar." (Nûr 24/37)

Kalblerin çarptığı ve gözlerin belerdiği günden korkanlar ki; her zaman, her yer ve herhâlde sistemin Sahibi SUBHAN ALLAH Teâlâ'yı hazır-nazır biliyor, şah damarından yakın olduğuna ve kendisini ihata ettiğine (hava gibi yuttuğuna) inanıyor ve hep huzurunda kulluk yapıyorlar...

"Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi (sınıf sınıf, kanat çırpan) kuşların ALLAH'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi salâtını (dua-ulaşım) ve tesbihini bilmiştir. ALLAH onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilir." (Nûr 24/41)

Açıkça anlatılıyor ki sistemde her zerre ve hücre kendince tesbih ve salâtıyla meşgul... Böcek böcekçe, çiçek çiçekçe, taş taşça, melek melekçe... İnsan sûretinde yaratılıp aklı olanlar ise imkânları kadarlarıyla ve kaderleriyle imtihan olmaktalar tesbihten ve salâttan...

"(Resûlüm!) Sana vahyedilen kitabı güzel güzel oku ve namazı (dosdoğru) kıl! Şüphesiz ki namaz edebsizlikten (hayâsızlıktan) ve uygunsuzluktan (kötülükten) alıkoyar. Muhakkak ALLAH'ı anmak (zikr) en büyük iştir (ibâdettir) ve ALLAH, her ne işlerseniz bilir." (Ankebût 29/45)

İkamenin aslı kıvâmdandır. Ahsen-i takvim: En güzel, en doğru, en iyi ve en faydalı kıvâmdır. Kıvâm: Akışkanlık ve vuslatın ulaşım usûlü, tavrı, tarzı ve stilidir.
Müstakîm: İstenilen kıvâm, yakınlık ve imkânda olandır. Kıvâmın kılavuzlayanı, yol göstereni ise hidâyet rehberimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir. Rahmânîyyeti ile fâni varlığı (testi, beden), Rahîmîyyeti ile bâki hayattiyyeti (su, ilahî nefha) bahşeden EL HASBÎ (celle celâluhu) EL HAKK, EL HAYYÜ'l-KAYYUM ALLAH Tealâ "Hayy"ın kaynağı ve aslıdır. Vahy de ise bu hakikat hayyın vücûd buluşu ve ortaya (âleme) geliş ve getirilişi sırrı saklıdır. Sana vahyedilen kitabdan tilâvet et... Zâhirde güzel ses ve bâtında ulvî usûlle oku... En güzel kıvâmda sıla et! Sıla, vasl dandır. Vasl ise Sall kökündendir. Sıla, aslına rücûdur. Memleketine, akrabalarına ve en yakınlarına kavuşmadır. Aradığını buluş, bulduğunu aramayış...

Sıla-yı Rahm :

Zâhirde aynı ana karnında yatanların kavuşumudur. Rahmet bağıdır.Göbek bağıdır. Bâtında ise âlemler için rahmetin tâ kendisi, anası ve Nebîyyü'l-Ümmî ve Rahmetenlilâlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e kavuşmadır. Sıla-yı Rahm yoluna düşmek en azından ezelî Muhammedî oluş şuûruna varış ve gereği için kalbî niyet ve uzvî azmetmektir. Bu ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den razı olup O'nu duymak, uymak, teslim olup imân etmek ve tâbi' olup itâat etmektir. Bu bir baht, bahşiş, hediye ve bir hibedir... Bir tek senin bu noktaya gelebilmen için ALLAH Tealâ, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), tüm insanlar ve kâinât sonsuz yön ve yollardan hizmetindedir. Çünkü sen aslında Halifetullahsın. Mükerremsin, mübâreksin ve muhteşemsin... Çünkü sen Elest Bezmi'nden de önce muhabbet habbesi tohumunda; HABÎBÎ, AHMEDÎ, HAMÎDÎ ve MUHAMMEDÎ idin... Özün; imkânla imtihan âlemine can bulup, cisim cesedini giydi ve çıktı meydana... İnsan sûretindesin ve aklın mevcûd. Bakalım aklını kullanıp âşık mı olacaksın? Yoksa akıl ni'metine nankörlük edip ahmak mı kalacaksın? Unutma ki; akıl ancak mümkini (gözle görülüp elle tutulacak kadar maddî ve somutu) bilir. Nakl ise tahakkuku (hakikat olup meydanda olanı, gerçekliği anlaşılan Hakku'l-HAKK'ı) bilir... İslâhın ve iflâhın ise ancak ve ancak akl ve naklin tevhidi iledir. "Lâ ilâhe"den ileriye gidemeyecek olan aklının imdâdına Muhammedî nakl (nasslar) yetişince "İllâ ALLAH"a kavuşursun! Hiç bağlanmamış veya kesilmiş cereyanı (elektriği) bağlanıveren eve döner beden evin, can evin ve din evin... Tüm âletler ve edavâtlar bir anda çalışmaya başlar... Maddî - manevî her eleman (organ - birim) uyanır, dirilir ve sadece kendi işini hakkıyla yapar... Göz; en güzel, en doğru, en iyi, en faydalı ve hakk olan görüşü yapar ve asla duymaya çalışmaz... Etrafına bak... Sistemin esas yasası budur göreceksin... Köpek, sadece ve en mükemmel olan köpekliği yapar ve asla koyunluğa kalkışmaz... Koyun da koyunluk yapar ve köpekliğe kalkışmaz... İnsan ise, aklından dolayı, İblisin altındaki esfelinden, İlliyyin olan RABB'ımızın hilâfet makamına kadar uzayan geniş bir yelpâzenin içinde kendisine yer aramakta ve imtihan olmaktadır. Dünya denilen zehirini ve zemzemini ancak ayıkların ve ilim - irade - idrak - iştirak olan Muhammedî edebe sahib olanların anlayıp, ayırıp, korunabildiği veya faydalanabildiği bir yere geldik. Çırıl çıplak girdiğimiz çile çölünde can, cevr-i cihan ve çark-ı çile ile boğuşurken son nefesi verip ya da alıp yine çırıl çıplak çıkacaktır.Es Suâ: Cehennem ise, El Hûsnâ da cennettir. Ümit var ol üzülme...

El İblâs: Şaşkınlık içinde ümit kesmedir.

El İblis: İse Ümitsizliğin tâ kendisidir...


Biz Muhammedîyiz hamdolsun...

Muhammed (aleyhi's-selâm) ise rahmetin tâ kendisi, ümidin anası, hidâyetin rehberi, rızanın ravzası ve gözlerimizin ve gönlümüzün nûrudur...

Kıvâmı anlamaya ve anlatmaya Muhammedî merkezden seyre azmedip, ALLAH Tealâ'mıza tevekkül ediyoruz Mâşâallah... "Sana vahyedilen kitabdan oku ve namazı ikame et..." Besmelenin ilelik ve bilelik şerefiyle başla... Merhamiyyetin (Rahmânîyyet- Rahîmmiyyet) sahibi olan ALLAH (celle celâluhu) "ile-bile" başla... "ALLAHÜ EKBER..." de... ALLAH (celle celâluhu) ile inkârı reddet... EKBER ile şirki reddet, peşin peşin... Unutma ki inkâr; hakkı ve hayrı tanımama. Münker: İnkâr edilmiş olan... Bunların aslı-astarı "Nekr" dir ki NÛR'un zıddıdır. Nekre, cehâlet çukurundaki belirsizlik zulmet ve Muradullahı bilemeyiş, anlayamayış, okuyamayıştır. Nekr de Nûr gibi içte - enfüste-merkezde bir olgudur... "Şüphesiz olan şey şudur ki; Muhammedî kıvâmda kılınan namaz fahşâ'dan ve münkerden nehyeder..." Bakınız Rabbü'l-âlemin (celle celâluhu) dosdoğru kılınan namazın, bâtınımızdaki özümüzdeki nekr nifâkını nehyedeceğini, zâhirimizde yaptığımız ve yaşadığımız sonuç itibâriyle HAKK'tan gayrisine yapılan ve şirk (gizli veya açık) olan veya büyüyünce şirk olacak olan fısk-ü-fücûr ve fahşâ'yı nasıl nehyedip (yasaklayıp) alıkoyacağını açıkça açıklıyor...

Uyan... Uyan ki insanı hayatta kötülüklerden namaz alıkoyar... Gerçi, eğer: "uyku ve ölüm de alıkoyar..." dersen "onlar Muhammedî Metodda yoktur..." deriz... Biz hamdolsun Muhammedîyiz ve diriyiz... Âşıkız ve ayıkız... Öğünmek yok hâşâ... Biz ne alıcı ne satıcıyız... Biz sahibimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Sahibi (celle celâluhu) 'nun kullarıyız... Âciziz, fakiriz, zeliliz ve âlîliz ancak Muhammedîyiz... Aklen, zikren, fikren, fıtraten ve rızaen Muhammedîyiz...

Dini ALLAH Tealâ'ya tahsis (mahsus kılış) ve takvâ Muhammedî yoldur. Onun için Muhammedî şuûra eren, nefsinin emîri olup ashab-ı yemindir. Fuhş ve münker ise, İblisî bir yoldur. Onun için uyur, uyurgezer ve gaflet sarhoşları, nefsinin hevâ ve hevesinin kölesi olup ashab-ı şimâldir. Fahşâ: Haddi- hududu tanımama azgınlığı... RABB'ısına haşyet duymamasının doğurduğu, Muhammedî edebden yoksunluktur. Akl ve naklin reddettiği, razı olunmayıp i'tiraz edilen mâsivâ ile aşırı meşguliyet... Söz, su gibi aşağı olan her yere akıveriyor... Kusur görme...

Azîzim! İşte böylesi veya daha mükemmelî bir namaz; mâsivâya (ALLAH celle celâluhu'dan gayrisi) meyili yasaklar da sadece ve sadece Rabbü'l-âlemin'e kulluk yaptırır. Zikir: İlahî rıza kârına, ikrâmına, lüfüna ve ihsânına sahib oluştur. Kelimelerin zâhiri haktır ve zikir; anmaktır, hatırlamaktır ve unutmamaktır. Ancak zikrin;.bâtını, içi, mânâsı, sırrı ve ruhu da haktır. Muhakkak ki zikrin en ekberi ALLAH Tealâ'mızı zikretmektir... Yaratılışın özündeki rızayı anlayış ve iştiraktir. Bu hususta ve her husustaki sanatımızı, ustalığımızı, hünerimizi, mârifetimizi ve yaptıklarımızı bizi var eden hazır ve nazır olan Ulûhiyyet Sahibi Halikımız (celle celâluhu) bilip durmaktadır... Hûlasa-i kelâm ve's-selâm...

"Hepiniz O'na yönelerek (başkasından vaz geçerek ve O'na gönül vererek) O'na karşı gelmekten sakının. (O'na sığınıp korunun), Namazı (dosdoğru ve devâmlı) kılın; (sakın) müşriklerden olmayın!" (Rum 30/31)

Münîb: Aslı "nevb" olup bilelik nûruna ulaşan inâbe eden, âsîliği, azgınlığı (ifrat-tefrit) bırakıp i'tidâl (kesin adâlet) üzere ALLAH Tealâ'ya yönelen, faydalı yağmur ve verimli bahar gibi Muhammedî oluş şuûruna ulaşan âşık...

Takvâ : ALLAH Tealâ'nın korumasına sığınarak korunma. İsmetullah ve Avnullaha gark oluş... En keremlimizin, en takvâ sahibi olanımız olduğu bildirilmiştir. Namazdan önce; takvâ elbisesi ile sûretini setret ve sîretini sırr et... Ki; namazı dosdoğru ve hakkıyla ALLAH Tealâ için kılıp araya başka ortak koyup şirket kurmaya kalkışmayasın... Çünkü bilirsin ki kimin adına emek verip çalıştıysan, işin onunla ve ücretin ve bahşişin de ondandır...

"Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır (vazgeçirmeye çalış), başına gelenlere (sana isabet edenlere) sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer (azmi gerektiren) işlerdendir." (Lokman 31/17)

Lokman (aleyhi's-selâm) oğluna vasiyet ediyor... Ey Benliğimin âhiri, devâmı... Namazı dosdoğru kıl... Ma'rûf (irfândan): Her yer, her zaman ve her hâlde, herşey ve herkes için hak ve hayr olduğu aklen ve naklen bilinen, tanınmış, meşhur, ünlü ve belli olup Muradullah'ın tahakkuku için Rabbü'l-âlemin'in kullarına Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) diliyle, fiiliyle, ahlâkıyla ve hâliyle bildirdiği tatbik ettirdiği Emrullahtan ibâret olan Şerîat-ı Garra (parlak ve şatafatlı şerîat)... Şerîat-ı Muhammedîyye; içinde Tarikat-ı Muhammedîyye, içinde Mârifet-i Muhammedîyye, içinde Hakikat-i Muhammedîyye ve için içinde Hakikatü'l-HAKK... Ma'rûfun târifi (anlatımı) ne ise bunun zıddı tersi ve olumsuzu da münkerdir. Gerisini var anla... Bu bir anlayış, duyuş ve uyuştur. Sevgili âşıkâ annem Râbia'tü'l-Adeviyye (Kaddasallahu Sırrıha): "Ne zaman ezân sesi duysam, kıyâmetin dellâlını hatırlarım..." buyuruyor... Oysa milyarlarca insan, günde beş kez yer gök inliyor da hiç de ezân sesi duymuyorlar ve uymuyorlar... Kınıyorum sanma... Yanıyorum... Uyku ve sarhoşluk zâlimdir... Yutan ve bırakmayan zifiri karanlık, gönül körlüğü ve ha bire can çekişmedir...

Münkeri ve inkârı basite alma... Günahlar, kalbî bir hastalık; inkâr ise kalbin ölümüdür... "Ölü iken ölmek" ise; gerçekten, o kimse için ağlanmaya değer... Yavaş yavaş ve aşk ile oku âyet-i celileyi lâf ebeliğine dadanma... Gerisini, şu anı ve ilerisini düşün... Bu âyeti celilede 4 husus var: Namazını Muhammedî metod, mezheb, meşreb ve kıvâmda O'nun gibi kıl ki kendi içini (sîret) münkerden, dışını (sûret) fahşâ'dan tertemiz edip pâklasın...Münkerden, mârufa; cehâletten, kemâlâta; akldan, nakle; sözden, öze; "Ben" den, "BİZ"e ve rann (benlik pası) dan, rüşde (rıza uyanışı) geçtin ya, artık Muhammedî bir hasbî hizmetçi ve HAKK (celle celâluhu)'nun halkına hademe olarak: muhabbet ve merhametle hakikate hasbî hizmet eyle... Ma'rûfu emret... Hasbî hizmet et...Münkeri, nehyet, yasakla... Benlik kölelerini kurtar... Hasbî hizmet et...

Sana bahşedilen imkânlarla imtihan olurken başına gelecek çilelere, sana isabet edecek fitne ve belâlara sabret... Gerçekten bunlar basit ve kolay işler olmayıp ciddî ve samîmî olarak azmedilmeye değer önemde işlerdir... Emr, umr, ömür, Emrullah...

Azm: Kasıd, niyyet, öz kararıdır. Cezm ise kesin karar ve niyettir. Azm-ü-cezmü kasdettim... Tüm âlemleri kapsayan, mâsivâyı yutan ve akl aynasına yansıyan Aşkullah'ın Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de zuhûru: Zâhirde ve evvelde EMRULLAH, bâtında ve âhirde MURADULLAH tır... Her emrin özünde, murad (gaye) vardır. EMRULLAHI ve MURADULLAHı Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şerîfleri ile Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) anlatmış ve yaşamıştır. Emrullah'ın kadr-ü-kıymetini bilenler, Şerîat-ı Muhammedîyye ve Tarikat-ı Muhammedîyye sadıkları; Muradullah'ın hazzına erenler ise Mârifet-i Muhammedîyye ve Hakikat-i Muhammedîyye âdilleridir. Bizler ise; sıradan, mütevâzi ve halk içinde HAKK (celle celâluhu) için yaşayan ve ona doğru sular gibi akan âşık Muhammedîleriz... Ne mi yapmalıyız? Yedi letâifindeki on dört kulağını aç da Kelâmullahı dinle:

"(Yâ Muhammed!)... Sonra bir kere karar verdin mi (azmettin mi) artık ALLAH'a dayanıp güven, çünkü ALLAH, kendisine dayanıp güvenenleri (mütevekkilleri) sever..." (Âl-i İmrân 3/159)

İnsan aklı, nefsi, vicdânı ve ne dersen de, neyi varsa o: Emrullah'ı duyar... İnsanoğlu yaşamak tercihini yapar:

1- Ya i'tidâl üzere: ve tek sırat-ı müstakîm yolu olan hak ve hayrı tercih edip Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup, imân edip, tâbi' olup ve itâat edip Rabbü'l-âlemin'e istikamete azmeder ve gerisini de ALLAH (celle celâluhu)'ya bırakıp tevekkül edip vekil kılar...

2- Veya ifrat ya da tefrit üzere : ve sayısız olan bâtıl ve şerr yollarında İblisin önderliğinde şeytâna uşaklık etmeye azm eder... Ve sonuçta mahvolur.

Aklın tercihi ve azm öylesine bir noktadır ki; tıpkı bir açının köşesi gibi... Yanlış (bâtıl) tercih ve şerre yöneliş gittikçe, diğer yol olan hakkı tercih ve hayra yönelişten uzaklaşır ve geri dönmedikçe asla birleşemez. Biz tercih ve azmden sorumluyuz. Nefs tercih edecek, ruh azmedecek ve tevhid ile Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e (Nûr-u Muhammed) teslim olup Rabbü'l-âlemin'e istikamet gemisine (Kalb-i Muhammed) binecekler ve keyflerine bakacaklar... Bu kadar kolay hamdolsun...

"(Şüphesiz ki) ALLAH'ın kitabını okuyanlar (ardınca gidenler), namazı (dosdoğru) kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (ALLAH için) gizli (sırrân) ve açık (âlenen) infâk edenler (sarf edip verenler), asla zarara uğramayacak (hiç batma, iflâs ihtimali olmayan) bir ticâret umarlar (umabilirler.)" (Fâtır 35/29)

"Çünkü ALLAH onların mükâfâtlarını eksiksiz öder. Onlara fazl-ü kereminden fazlasını da verir. Şüphesiz O, Gafûr ve Şekûrdur." (Fâtır 35/30)

Önce Zikrullah, sonra namaz ki kulluğun özü... Sonra zâhir-bâtın infâk... Muhabbet, hizmet, şefkat ve merhamet... Mahlûkata merhamet, El Halik (celle celâluhu)'ya tâ'zimdir. Ululamadır. Riyâsız ve rıza ile veriş... Âşikârı, zekât... Sırrî olanı, sadaka... Âfâkı tezkiye... Enfüsî sadakat... Böylesi kimseler ki (Muhammedî şuûra ermiş) tevhid ticâreti olan imkânla imtihanda asla kesada uğramayacak, hüsrâna düşmeyecek,sermayeyi kaybetmeyecek ve çokca kâr edecek bir ticâret umabilirler. Emrullah'ı duydular ve uydular ki Muradullah mükâfâtı hakları oldu ve helâl oldu...

"Hiçbir günâhkâr başkasının günâhını yüklenemez. Yükü (günâhı) ağır gelen kimse onu taşımak için (başkasını) çağırsa, bu çağırdığı (kimse) akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenemez. Sen ancak, görmeden Rabblerinden korkanları (haşyet duyanları) ve namazı dosdoğru kılanları uyaracaksın (sakındırabilirsin). Kim temizlenirse o, sırf kendi faydasına (menfâatına) temizlenmiş olur. Nihayet varış (dönüş) ALLAH'adır." (Furkân 35/18)

Tıpkı bu âlem gibi... Senin yerine bir lokmayı en yakının dahi yiyemeyip, artığını atamadığı gibi... Dünyadaki kisb (kazanma) de şahsî, âhiretteki sorumlulukta şahsî... Her can kendi kaderi, isti'dâd, kabiliyyet ve aklı kadarıyla imtihan oluyor. Olumlu- olumsuz bir şeyleri yüklenip sistemin Sahibi SUBHAN ALLAH Tealâ'nın huzuruna çıkıyor. Yine tek başına... Tek olmayan ne var ki? Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize uyaracağı kimseler bildirilirken: Olduğu hâlde, basar (kafa gözü) ile görülmeyen, basîretle (kalb gözü) varlığı bilinen gaybî RABB (celle celâluhu)'larına karşı haşyet (sevgi, saygı, korku, ürperti, heyecan) duyup, kalbleri tevhidî ta'zimle dolup taşanlar. Ve namazı böylesi bir huşû' ve huzû' ile dosdoğru kılıp ibâdet edenleri; uyarıp sakındıracaksın! İşte onlar duyacak ve uyacak olanlardır. Kim tercihini haktan ve hayrdan yana yapıp nefsinin İblise meyleden hevâ-heves, şeytânî şehvet ve kötü huylarından temizlenirse kendi dini, dünyası ve âhireti için faydalı bir temizlik içinde olur. Bu islâh oluştur ve iflâh oluşun şartıdır. Zâten herkes ve herşey istese de istemese de nefes nefes, adım adım ALLAH Tealâ'ya varmakta ve dönmektedir. Bu âleme getiren, o âleme götürecek olan olup hesabımızı görecektir... Herşeyimiz, kavuşma gününde, beka yurdunda Ve HAKK (celle celâluhu)'nun huzurunda ortaya dökülecektir. Yarın, yakındır... Önemli olan farkına varmaktır.

"Yine onlar RABBlerinin dâvetine icâbet ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri (kendi) aralarında danışma (şûrâ) iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da infâk edip harcarlar."
(Şûrâ 42/38)

Şûrâ: danışma meclisi olup Şûr: çıkarmaktır. Herkes bildiğini çıkarıp şûrâda ortaya koyar ki bir orta yol bulunsun.

Rabblerine icâbet edenler, temizlenip namazı hakkıyla kılanlar ALLAH Tealâ'ya tâbi' olanlar Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in rıza ravzasında Muhammedî oluş şûurunda buluşur, şerîat şûrâsında tanışır, danışır, duyar ve uyarlar... Her birisi birer "BEN" iken ilâhî tevhid tesbihine dizilirler Muhammedî neş'e içinde "BİZ" zevkine erip İmam-ı Mutlak olan muhabbet ve merhamet imâmiyesine uyarlar... Sayısız tesbih, tek imâmiye ve tek olan sırat-ı müstakîm ipi...

"Ey imân edenler, Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında hemen ALLAH'ın zikrine koşun ve alım-satımı bırakın; eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.Namaz kılındıktan sonra da yeryüzüne dağılın, ALLAH'ın bol ni'metinden (fazlından, lûtfundan) nâsib arayın (isteyin) ve ALLAH'ı çok zikredin ki kurtuluş bulabilesiniz." (Cuma 62/9-10)

Nidâ: sesin yükselip ortaya çıkması... Sıla çağrısı, canların cem'i için...
Sa'y: koşmaktan yavaş olan, sûratli yürümektir. Dünya ticâretine ara verip ukbâ ticâretine sa'y... Bu ise Hakka inananlar için en hayırlısıdır. Bunu ise ancak aklını hak ve hayrda kullanmasını bilen ve tercih edenler anlar, yapar ve yaşarlar. Cumada câmi' cem'inden sonra cihana saçılıp maddî rızık peşinde koşarken de ALLAH Tealâ'yı çokça zikredin... Hatırlayın unutmayın... Umulur ki (böyle yaparsanız) iflâh olursunuz... Dinde, dünyada ve âhirette saîd olup, şakî olmazsınız...

Namazla ilgili âyet-i celileler için bir daha başa dönelim:

"Ey imân edenler! Sabır ve namaz ile ALLAH'tan yardım isteyin. Çünkü ALLAH muhakkak sabredenlerle beraberdir." (Bakara 2/153)

Sabır:
yapılması veya bırakılması nefse ağır gelen şeye göğüs germektir.

"Şeytân, içki ve kumarla sadece aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi ALLAH'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyorsunuz değil mi?" (Maide 5/91)

Şeytânın işleri, elbette nefsin hevâ ve hevesine hizmet iken, ruhun rızasına azabdır. İki şeylik olan şeytânın şaşkınlık (tefrit) ve taşkınlık (ifrat) larından ancak ve ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in i'tidâl (orta yol) yaşayışına kavuşmak kurtarabilecektir. Emrullah budur... Muradullah ise kulunun kemâlidir.

"Onların Kâbe'nin huzurundaki namazları ise ıslık çalıp el çırpmaktan başka bir şey değildir... O hâlde küfr-ü-küfrânınızdan (inkâr ve nankörlüğünüzden) dolayı şimdi tadın azabı..." (Enfâl 8/35)

Mükâ': ıslık, ıslık çalmak. Mekkâ: çoban aldatan kuşu... Sadede: şamata etmek. Sadâ: akseden ses... Tasdiye: el çırpmak, alkıştır...

"De ki: Şüphesiz benim namazım nüsûkûm (ALLAH'a yolunca ibâdetim, kurbanım) hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin RABi ALLAH'a aittir." (En'âm 6/162)

Nüsûk: kurban, kurbanın kanı, halis dökme gümüş (saf) ve ALLAH Tealâ'ya yaklaşıma vesile olan herşeydir.
Nâsik: dökülen gümüşün kalıbı. Kendindeki yasaklanmış ve yabancı kirden arınan ve RABB'ısına ibâdet eden kimsedir. Saf gümüş gibi pırıl pırıl insan...

"De ki: RABB'im adâleti emretti. Her mescidde (secde ettiğnizde) yüzlerinizi doğru tutun (O'na çevirin) ve O'na dininizde sâmimi olarak (dini yalnız O'na has kılarak) ibâdet edin (yalvarın). Sizi ilkin O yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz..." (A'raf 7/29)

Ekimu vücûhükûm:vechlerinizi doğrultun kemâl kıblesine yöneltin özlerinizi, zâtlarınızı, yüzlerinizi... Kıbleye yönelin yüzünüz ve özünüzle...
Kaimen bi'l-kıst: adâleti ayakta tutarak (Âl-i İmrân 3/18 bkz.).
Kıst: adâlet, tevhid, i'tidâl...

Hayatın tümünde yüzle beraber öz de dahil (vech) Rabbü'l-âlemin'e yönelik, ömür boyu ihlâsla, halis, muhlis ve sırf SUBHAN ALLAH'a tahsis ederek kulluk (ibâdet) etmek... İlk yaratılış ve ilk söz olan (Ahdullahı) Rübûbiyyet tevhidini hatırlatış... Ve son nefeste sorumlu olduğumuz şehâdeti, ulûhiyyet tevhidini soruş... Uyan... Duy... Ve uy Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e buyuruş... Ne güzel Kur'ân-ı Kerîm ve Kelâmullah...

"Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (ALLAH için) harcayan kimselerdir" (Enfal 8/3)

Muhammedî oluş şuûruna kavuşanların kalbini nûr-u Muhammed zâr gibi ince ve hassas kılar. HAKK'ı duyar... Beden ve nefs ona uyar tüm letâifler kıbleye yönelip sıla ederler.

RABB'ıni görürcesine candan samîmî ve ciddî bir kıvâmda namazı dosdoğru kılar ve zamanı O'na tahsis edip harcarlar. Âfâkî ni'metlerden nâsibi ve kısmeti olanlar ise, her canla paylaşırlar... Böylece HAKK (celle celâluhu)'nun kudretinin kemâli, kulunda hikmet eserleri olarak yansır...

"İşte onlar gerçek mü'minlerdir. Onlar için RABBleri katında nice dereceler, bağışlanma ve bitmez tükenmez bir rızık vardır." (Enfâl 8/4)

Hikmet dereceleri... Rızkun kerîm... Kerîm olan; ihtiyaç duyulan, güzel, iyi, faydalı ve hayr olup övülen şerefli ve kıymetli olandır.

"Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları) yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu (halim) ve çok akıllı (Râşid)sin!" (Hûd 11/87)

"Biz de Musa ve kardeşine: Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı dosdoğru kılın. (Ey Musa!) Mü'minleri müjdele diye vahyettik." (Yûnus 10/87)

"Yine onlar ki RABBlerinin vechini (rızasını) isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (ALLAH yolunda) harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) sonu (âkibeti) sadece onlarındır.
"(O yurt) Adn Cennetleridir. Oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla girecekler, melekler de her kapıdan yanlarına girerek diyecekler (ki):"Selâm sizlere, sabrettiğiniz için... Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir..."
(Ra'd 13/22-24)

Vech: yüz, bir şeyin nefsi ve zâtı... Bu kelime de satır işi değil sadr işidir. Şu var ki böylesi Muhammedî âşıklar, hable'l-verid sırrına sahib, HAKK'ı her zaman, her zemin ve her hâlde hazır ve nazır bilirler...

"Ey RABB'ımiz! Ey Sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını Senin Beyt-i Harem'inin yanında ziraat yapılmayan (kıraç, ekin bitmez) bir vâdiye yerleştirdim. Artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici (akıcı) kıl ve onları, bazı ürünlerden rızıklandır! Umulur ki (bu ni'metlere) şükrederler!" (İbrâhim 14/37)

"RABB'im, beni namazı devâmlı ve dosdoğru kılanlardan eyle; zürriyetimden de; Ey RABbimiz duamı kabul buyur!" (İbrâhim 14/40)

İbrâhim (aleyhi's-selâm) atamız, İbrâhim 14/37-41 âyetleri arasında dilekleri için dua ediyor ki:

Emniyetli kıl (güvenlik dileği)
Muvahhid olma (tevhid dileği)
Mekkenin bereketi (rızık dileği)
Neslinin sevilmesi (muhabbet dileği)
Neslinin namaz ehli olması (ibâdet dileği)
Nesline rızık verilmesi (nimet dileği)


Tehvi ileyhim: onları sever, arzular ve koşup varırlar (varsınlar).

"Sonra onların peşinden öyle bir nesil geldi ki namazı zâyi ettiler (bıraktılar); ve şehvetlerinin (nefsî hevâ, heves ve arzu) ardına düşdüler (tâbi' oldular-uydular); bunlarda Gayya Kuyusunu boylayacaklar. (ilerde sapıklıklarının cezâsını çekecekler.)" (Meryem 19/59)

Bu âyet-i celileyi de iyice düşünüp anlamalıyız...

Zıdlar âleminde inkâr-ikrâr tevhidi ile imtihan oluyoruz... Sâlihlerin hâlleri anlatılıp giderken birden bire âyet-i celile önümüze çıkıyor... Bu sâlihlerin ve hidâyet ehli olanların arkasından içi bozuk ve dışı azgın bir gürûh geliyor... ilâhî sılalarının umuda ulaşım yollarını ve kulluk şerefi olan ibâdeti kaybediyorlar... Her tohum özünden dirilir ve özünden ölür. Özü çürüyen bu eşkiyâlar ise hâliyle dış dünyaya (âfâka) yönelip nefsanî ve şeytânî şehvete ve her hususta ifrat ve tefrit olan istek ve arzulara tâbi' oluyorlar. Hayvandan da aşağı olarak yiyip içip tepiniyorlar ve asla akledip düşünmüyorlar.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim ve tâbi' olup ve O'nunla ALLAH Tealâ'ya tâbi' olup istikamet bulup ibâdet etmeleri emredildiği hâlde nefislerini şeytâna teslim, tâbi' ve tapıcı kıldılar. Her hayrın kendisi olan reşâd (manevî doğru yolu bulup o yola girme ve hakk yolunda yürüme)'ın zıddı ve her şerrin kendisi olan gayyı (aklın istikametini ve yolun doğrusunu kaybedip içine düşenin kolay kolay çıkamayacağı bir durum.) tercih edip cehennemin içinden çıkılamaz Gayya kuyusuna düştüler... ALLAH Tealâ bizi korusun... Âmin...

Bu âyet-i celileden Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e hitâb eden bir âyeti celileye geçelim:

"Âilene (ümmetine) namazı emret, kendin de ona sabırla devâm et! Biz senden bir rızık istemiyoruz. Biz rızıklandırırız; güzel sonuç (akıbet) takvânındır. (takvâ iledir.)" (Tâ hâ 20/132)

Sabr: müşâhade makamı olup çabasız seyrdir. İstibar: mücâhade makamı olup çaba ile ulaşılır. Bu âlemde insanın rıza rotasını bozan rızık endişesidir. Takvâ ehli ise RABB'ısına güveni tam olup endişeyi içinden dahi geçirmeyenlerdir. Rızık da maddî (somut) ve manevî (soyut) dir. Rabbü'l-âlemin'e i'timad merkezdeki emânete (iç ni'mete) sadakat ve muhitteki ni'mete (dışdaki) adâlet iledir. Bunun oluşması ise vikâye (koruma) iledir. Kişi kendini koruyamaz ta ki ALLAH Tealâ'nın ismetine (İsmetullah ve Avnullah'a) sığınıp korunmasını dileye... "Mâşâallah! Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi'l-Aliyyü'l-Âzim!." "ALLAH (celle celâluhu) ile! Âlîyyü'l-Âzim olan ALLAH (celle celâluhu) dan başka koruyacak havl (potansiyel, var ama henüz ortada olmayan güç) ve gözüken kuvvet yoktur..." diye dua ede... Takvâ böylesi sırlıdır...

"Emânetlerine ve ahidlerine riâyet edenler. Şâhidlikleri (dürüstçe) dosdoğru yapanlar... Ve onlar ki namazları üzerine muhafızlık ederler (korurlar). İşte onlar cennette ağırlanırlar..." (Meâric 70/32-35)

Emânet olan Ahdullaha riâyet... Tevhide şehadetin kaim ve sabit olması... İslâh ve iflâh olmak için kulluğun ana direği olan salâta sarılma... Ve cennette ağırlanmaya hak kazanmak...

"Namaz kılarken bir kulu (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i) engelleyeni (men edeni) gördün mü?" (Alâk 96/9-10)

Ebu Rahîm (İbrâhim aleyhi's-selâm)'in torunu Rahmetenli'l-âlemin Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i namazdan men eden Ebu Cehil için inen ibret ve dehşet levhası...

Mekkî sûrelerden olan ve her okuduğumda tüylerimi diken diken eden Maûn sûresi:

"Dini yalanlayanı gördün mü?" (Maûn 107/1)

Şaşılacak bir şey ki ALLAH Tealâ katında İslâm olan dini, yalanlayan birileri var... Sistemin Sahibi SUBHAN ALLAH Tealâ'yı O'nun Rasülü (sallallahu aleyhi ve sellem)'i kitabını, emrini, nehyini ve tüm şer'î hükümleri olan dinini yalanlayanı... Yaptıklarının yanına kâr kalacağını sanıp hesab ve cezâ (ettiğinin karşılığını görme) gününü yalanlayanı... Evvelini, bu gününü ve âhirini düşünmeyeni... Nûrun devâmlılığını sağlayanı inkâr edip yalanlayanı gördün mü? Kimdir o kimse?
En son nur-ye tarafından 21 Nis 2009, 09:36 tarihinde düzenlendi, toplamda 3 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »




1.2 BÖLÜM: NAMAZ-ZEKÂT ÂYETLERİ



1.2. Namaz-Zekât Âyetleri

Buraya kadar incelediğimiz âyet-i celilelerde genellikle "namaz-infâk" ve Kevser sûresinde "namaz-kurban" ilişkisinin benzeri olan birlikteliği pek çok âyet-i celilede görülmektedir. Biz âcizâne becerebildiğimiz kadarıyla namazın Kur'ânî yönünü öncelikle incelemeyi azmediyoruz. Şimdi ise "namaz-zekât" âyet-i celilelerinin meâllerini bir araya toplayıp seyredelim ve unutmayalım ki zekât kulun kevnî sahib olduğu her şeyin temizlenmesi işlemidir. Sözün zekatı zevk de öyledir...

"Namazı dosdoğru (tam) kılın, zekâtı (hakkıyla) verin ve rükû' edenlerle birlikte sizde rükû' edin!" (Bakara 2/43)

"Vaktiyle biz, İsrâiloğullarından: Yalnızca ALLAH'a kulluk edeceksiniz. Ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara (miskin biçârelere) iyilik edeceksiniz diye söz almış ve "İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin" diye de (emretmiştik). Sonunda pek azınız müstesnâ olmak üzere sözünüzden döndünüz. Hâlâ da (yüz çeviriyorsunuz) dönüyorsunuz..." (Bakara 2/83)

Misâk: kesin sözdür.
Yetim: rüşdüne ermeden babası ölen çocuk.
Miskin: sükûn bulmuş biçâre, ağzı var dili yok ve hangi dinden olursa olsun HAKK'ın kulu...

Mugridun: karşı karşıya gelmekten çekinip başka yöne kaçmak, yüz çevirmek.

"Namazı doğru kılın, zekâtı verin, kendiniz (nefsiniz) için her ne hayr yapıp gönderirseniz, ALLAH yanında onu bulursunuz. Şüphesiz ki ALLAH bütün yaptıklarınızı (amellerinizi) görüyor..." (Bakara 2/110)

"İyilik (birr), yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik; o kimsenin yaptığıdır ki: ALLAH'a, âhiret gününe, meleklere, kitablara, peygamberlere inanır. (ALLAH'ın rızasını gözeterek) yakınlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği malından harcar (verir), namazı kılar, zekâtı verir. Antlaşma yaptıkları (sözleştikleri) zaman sözlerini yerine getirirler. Sıkıntı, hastalık durumlarında ve savaşın kızıştığı anda sabır gösterenlerdir. İşte bunlar doğru (sadık) olanlar ve bunlardır muttakîler (ALLAH'tan korkup kötülüklerden sakınanlar.)" (Bakara 2/177)

Birr:RABB (celle celâluhu)'nun rızasıyla iki âlemde bileliktir. Birr, fücûrun zıddı olup ALLAH Tealâ'ya yaklaştıran her hayrı içine alan "Bizlik"ten bağıştır, iyilik ve güzelliktir.

Berr: sözü doğru ve hâli hârika insandır. Berrin çoğulu EBRÂR'dır.
EBRÂR: özü hakk, sözü hâlihazırla Hu (celle celâluhu)... olandır. Razı olup rıza bulan ve bizlik bileliğini fiilen yaşayandır. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) rızasıyla bile Ehl-i Beyt (aleyhi's-selâm)'ın Erdem erleridir... Lübb'ül lübb'e (özün özüne) mazhar ülü'l-elbâb olan AHYÂR (en hayırlı) ve AHRÂR (mâsivâya karşı hürler) olan erlerdir. İhsânullaha ulaşım yolu birr-ü-takvâ'dan geçer...

"İmân edip sâlih amel (iyi işler yapan) eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı verenlerin, RABB'lerinin yanında, şüphesiz kendilerine ait mukâfâtları vardır. Onlara bir korku yoktur ve hiç üzülmeyeceklerdir." (Bakara 2/277)


"Bakmaz mısın, o kendilerine: "Ellerinizi savaştan çekin, namazı doğru kılın ve zakâtı verin!" denilen kimselere? Şimdi üzerlerine savaş farz kılınınca bazıları insanlardan ALLAH'tan korkar gibi veya daha fazla korkmaya başladılar ve "Ey Bizim RABB'ımız, niçin bize bu savaşı farz kıldın? Ne olurdu kısa bir süre daha bize mühlet verseydin..." dediler.De ki: "Dünya metâ'ı (zevki, menfâatı) ne de olsa azdır (önemsizdir); âhiret ise ALLAH'tan korkanlar (ittikâ ehli) için sırf hayrdır (daha hayırlıdır). Ve size kıl payı kadar haksızlık yapılmaz (zulmedilmez, hakkınız yenilmez)" (Nisa 4/77)

"Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve inananlar, senden önce indirilenle birlikte sana indirilene de imân ediyorlar. Özellikle namaza devâm edenlerle zekâtı verenler ALLAH'a ve âhiret gününe inananlar yok mu, işte onlara yarın büyük bir mükâfât vereceğiz." (Nisa 4/162)

Rasihin (Rasihler): ilimde kök salan sağlam temelli, geniş bilgili ve ALLAH Tealâ'nın zât-sıfat, esmâ ve hüküm (teklif-kanun) leriyle Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i bilen, anlayan, yaşayan ehl-i sarahat (âşikare âşıklar)... Ehli's-sahar... Seher kuşları... Sessizliğin sesleri... Mâsivâ'nın Muhammedî nefesleri...

"Andolsun ki ALLAH, İsrailoğullarından söz almıştı, içlerinden on iki nâkib (reis, vekil) göndermiştik ve ALLAH: "haberiniz olsun Ben sizinle berâberim. Andolsun ki eğer siz namazı (doğruca) kılar, zekâtı verir, peygamberime inanır, kendilerine kuvvetle yardım eder (desteklerseniz) ve ALLAH'a gönülden borç verirseniz, kesinlikle günahlarınızı silerim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra içinizden kim nankörlük edip küfre saparsa, artık düz yolun ortasında sapmış, kendini zâyi etmiş olur." diye buyurmuştu." (Mâide 5/12)

"Sizin dosdunuz (velîniz) ancak ALLAH, ve Resûlüdür, imân edenlerdir; onlar ki ALLAH'ın emirlerine boyun eğerek namazı dosdoğru kılarlar zekâtı verirler." (Mâide 5/55)
Hazreti Ali (keremullahi veche)'nin rükû'da iken yüzüğünü tasadduk ettiği bildirilir. Yine üç çörek infâkı ise Dehr Sûresinin inzâline sebebtir.
Velî: yardımda ve tasarrufta bulunan, lûtfu görülen, yardımcı ve sevendir. Velayet (dosdluk), adâvetin (düşmanlığın) zıddıdır.

"Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar da birbirlerinin velîleridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, ALLAH'a ve Resûlüne itâat ederler. İşte onlara ALLAH rahmet edecektir. Şüphesiz ALLAH Azîz (güçlü)dir. Hakîm (hikmet sahibi) dir." (Tevbe 9/71)

(İsa aleyhi's-selâm): "Nerede olursam olayım, O beni mübârek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti." (Meryem 19/31)

Mübârek: bereketli, feyizli, uğurlu, hayırlı ve hayrı öğreten, mutlu, kutlu, ferruh, beğenilen, sevilen. Bereket: bolluk, meymenet, saâdet, âfetsiz, ni'metlere kavuşum...

"(İsmâil aleyhi's-selâm) Ailesine namazı ve zekâtı emrederdi ve Rabbi katında hoşnutluğa (razı olunmuşluğa) ermişdi." (Meryem 19/55)

"Ve hepsini, emrimizle yol gösteren rehberler (imâmlar, önderler) yaptık ve kendilerine hayrlı işler işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Hepsi Bize kulluk eden kimselerdi..." (Enbiyâ 21/73)

"Onlar (mü'minler) ki eğer kendilerine yeryüzünde iktidar mevki'i (imkânı) verirsek namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği (ma'rûfu) emrederler ve kötülükten (münker) den nehyederler. Bütün işlerin sonu sadece ALLAH'a aittir. (ALLAH'a varır)." (Hac 22/41)

İktidar mevkiinde idârecilik imkânına kavuşanlar, müslümanca yaşayıp İslâmı yaşatmak için Muhammedî sosyal ahlâk ve nizâmı koruyucu ve devâmına hasbî hizmetle emrolunuş ve erdemli yöneticiler...

"ALLAH uğrunda, hakkını vererek cihâd edin. O sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrâhim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şâhid olması, sizinde insanlara şâhid olmanız için O, gerek daha önce (gelmiş kitablarda) gerekse bunda (Kur'ân-ı Kerîm'de) size "müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın, zekâtı verin ve ALLAH'a sımsıkı sarılın. O, sizin Mevlânızdır. Ne güzel Mevlâdır, ne güzel Nasir (yardımcı) dır!" (Hac 22/78)

Cehede:
gayret etmek, yorulmak, meşakkat çekmek, uğraşmak, çabalamak.

Cihâd:
İlâhî ve Kur'ânî ilimle, Muhammedî irfân, erkân ve edeb içindeki; söz, fiil, ahlâk ve hâl ile malıyla canıyla tüm varlığını hakka ve hayra harcamaktır. İmân erkânını ve dini esasları koruyup kollamada hizmetkârlık gayretkeşlik ve cehd-ü cühûd...

Cihâd-ı Ekber: kişinin kendi fıtratında, özünde, aslında, a'yân-ı sabitesinde parmak izi gibi (kendine mahsus kişisel) var olan ezelî Muhammedî oluş şuûruna ulaşım azmidir. Uyur, uyurgezer ise uyanması, sarhoş ise ayıkması ve ayık ise bir durum değerlendirmesi (muhasebe) yapma gayreti ve çabasıdır. İnsan sûretinde halkedilen ve aklı olana farz-ı ayndır. Muhammedî oluş şuûruna ulaşım, o kimsenin maddî-manevî kimliğinin, Muhammedî nûra (elektriğe) kavuşumudur. Zirâ, o zaman her organ ki; maddî olarak beyin, göz, kulak v.s., mânevî olarak akıl, kalb, sır v.s. lâzım ve lâyıkıyle çalışır. Bu sistemin ustasını tanır-tanışır, Muradullah'ı anlar ve Emrullah'ın gereklerini (kulluk) yerine getirir. Söz, amel (fiil), ahlâk ve hâlde iyi niyyet, samîmîyyet ve ciddîyetle Muhammedî rotayı izler. İslâh olur ve iflâh olur. Rıza ve cemâl bulur...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Tebûk Gazvesi dönüşünde: küçük cihâddan büyük cihâda rücû' ettik (döndük)." (Keşfû'l-Hâfâ I/511(1362;Bağdadî Tarihi XIII-493)

Buyurduğu nefsin; eğitim, öğretim ve kemâle erdirilmesi gayret ve çabasıdır... Tevhid tohumu, Muhammedî aşk ağacı olunca, sepet sepet meyve ve sayısız tohumdur... Tohumdan tohuma tevhid... Artık, Muhammedî muhabbet ve merhametle ümmetine hasbî hizmet başlar. İ'lâ-yı Kelimetullah ki; şerîat-ı garranın (İslâmiyetin) ulvî ve kudsî hakaik (hakikatler) ve dâkâik (incelikleri) ni Muhammedî bir hademe olarak halisen muhlisen, Livechillah (ALLAH celle celâluhu için) ve Sebilillah (ALLAH celle celâluhu yolunda) arzedip sunuş başlar... "hakk-bâtıl ve hayr-şerr" imtihanında El HAKK (celle celâluhu)'nun halkına hasbî hizmet cehdi cihâd olur.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) i'tidâl (adâlet olan orta, lâzım ve lâyık) yolu olan sırat-ı müstakîmle emrolundu ve tatbik edip yaşadı. Bizler de Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' ve teslim olan ümmeti olarak aynı şartlarda İmam-ı Mutlak olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 'i duyup uyarak ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e istikametle emrolunduk hamdolsun... Rabbü'l-âlemin; yarattığı ve Muradullah'ın (rıza-cemâl) tecellîsi için tevhid imtihanını emrettiği kulunun yaratılış tâbiatında (dizayn) aykırı fıtrî isti'dâd ve kabiliyetini zorlayıcı hiçbir harac (zorluk, sıkışıklık, darlık, sıkıntı) emretmemiştir. Kulluk kuralları olan ibâdet ve itâat hükümlerinde azîmet (normal şartlardaki genel hükümler) yanında ruhsâtı (özel hâllerde imkân kısıtlılığı ve mâzeret nedeniyle özel hükümler)i emretmiştir. Yolculukta namazı ayakta, duramayanın oturarark kılması v.s. gibi ve kuluna bâtıldan hakka, şerden hayra dönüş (tevbe) kapısını her zaman, her yer ve her hâlde açık tutmuş, kulunu kuluna muhtaç kılmamıştır...

İ'tisâm: sarılıp, tutunma, müracâat etme.
İsmet: mâ'sumluk, temizlik, günahsızlık.

Bu yönüyle; kulluk muamelesinde günahlardan sakınmak pâk ve tertemiz kul olmak için ALLAH'a sımsıkı sarılmak, tutunmak ve ALLAH (celle celâluhu) ile korunmak anlamı da mevcûddur.

Mevlâ: sahib, RABB (celle celâluhu), velîsi olan, efendi, şanlı, şerefli, Mâlik-Melik Mün'im (nimet veren)-i Mutlak olan Cenab-ı HAKK (celle celâluhu)...

"Nice erler ki; ne ticâret, ne de alış-veriş kendilerini ALLAH'ı anmaktan (Zikrullah'tan), namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz; onlar kalblerin ve gözlerin allak bullak olacağı (kıvranıp, şaşıp kalacağı) bir günden korkarlar." (Nûr 24/37)
Tekalib: çevirmeler, döndürmeler, içi dışa çevirmeler, ters yüz edip bir hâlden başka bir hâle geçirmelerdir. Kalbin çarpıp gözün belermesidir.

"Bir de namazı kılıp, zekâtı verin ve peygambere itâat edin ki rahmete erdirilesiniz! (merhamet göresiniz!)" (Nûr 24/56)

"Tâ. Sin. Bunlar Kur'ân'ın, (gerçekleri) açıklayan kitâb'ın âyetleridir. Namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren; ve âhirete de kesin olarak inanan mü'minler için birer hidâyet rehberi ve birer müjdedir." (Neml 27/1-3)

"O kimseler, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler; onlar âhirete de kesin olarak (yâkin, kani') imân ederler." (Lokman 31/4)

"Hem vakarınızla evlerinizde durun (oturun), da önceki (eski) câhiliyyet devri çıkışı (câhiliye âdetinde olduğu) gibi süslenip (açılıp, saçılıp) çıkmayın, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, ALLAH'a ve Resûlüne itâat edin... Ey Ehl-i Beyt! ALLAH sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (Ahzâb 33/33)

Teberrûc: süs ve güzelliklerini (ve yerlerini) göstermektir.

"Yoksa fısıltınız (gizli konuşmanız) dan önce sadaka vermekten korktunuz mu? Mâdem ki yapmadınız, ALLAH da size tevbe lûtfetti, artık namazı dosdoğru kılın, (devâm edin) zekâtı verin, ALLAH'a ve Resûlüne itâat edin! ALLAH her ne yaparsanız haberdârdır." (Mücâdele 58/13)

İşfâk : sevilmeyen-hoşa gitmeyen bir şeyden korkmak.
Tenâcî : (necvâ): karşılıklı olarak fısıldaşmaktır.

"..... O hâlde o'ndan (Kur'ân'dan) kolayınıza geleni okuyun; namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve ALLAH'a karz-ı hasen (gönül hoşnutluğuyla ödünç) verin! Kendi hesabınıza hayr olarak ne (iyilik) yapıp gönderirseniz, onu ALLAH yanında daha hayrlı ve karşılık olarak daha büyük bulacaksınız. ALLAH'dan bağışlanma (mağfiret) dileyin! Şüphesiz ki ALLAH çok bağışlayan ve çok merhamet eden (esirgeyen) dir." (Müzemmil 73/20)

"Hâlbuki onlar ancak, dini yalnız O'na has (tahsis) kılarak ve hanîf (ALLAH'ı birleyici) ler olarak ALLAH'a kulluk etmeleri, namazı dosdoğru kılmaları ve zekâtı vermeleri emrolunmuştu! Sağlam din de budur." (Beyyine 98/5)

1.2. 2. Kur'ân-ı Kerîm' de Namaz Çeşitleri

"Gündüzün iki tarafında (iki ucunda) ve gecenin gündüze yakın (gecenin ilk) saatlerinde namaz kıl! Çünkü iyilikler (hasenât) kötülükleri (seyyiâtı) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere (algılaması olanlara) bir öğüttür." (Hûd 11/114)

Tefsir imâmlarımıza göre, gündüzün iki tarafındaki namazlar, sabah, öğle ve ikindi; gecenin yakın saatlerindekilerde akşam ve yatsı namazlarıdır.

"Güneşin kaymasından (gündüzün güneşin dönmesinden), gecenin kararmasına kadar namazı güzel kıl; bir de kıraatiyle seçkin olan sabah namazını, çünkü sabah Kur'ân'ı gerçekten şâhidlidir. (Sabah namazı şâhidlidir.)" (İsrâ 17/78)

Dulûk: meyletmek, kaymak, değişmek, zevâle gidiş.
Delk: gözleri ovalamak olup öğleyin güneşe bakanın gözleri kamaşıp ovalarken akşama doğru güneşe bakılsa ovalanmaya gerek yoktur.
Dâliketün: güneşin öğle vakti batıya döndüğüdür.
Gasak: karanlık, gecenin başlaması. Gasakın asıl mânâsı akmak olup Gasık: akan demektir. Gassak ise cehennemde bedenden akan irin vs.dir.
Kur'âne'l-fecr: sabah Kur'ân'ı. Meşhûd: şâhidlidir, meşühade edilir, seyredilir, gece ve gündüz melekleri buluşup izlerler. Ölüm ve yokluk olan karanlıkla hayat ve varlık olan aydınlığın buluştuğu fecrde ruhanî samedânî mükâşefe kapıları açılır, ilmî ikrâm ve yakînî ihsân bağışları cemâatle (birbirine şâhid) namaz kılanlara rahmet gibi yağar. Dünya sevgisi hastalarına şefkâtli ve hâzîk baş hekim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şifâ bahşeder.

Güneşin dönmesinden (zevâlden) sonra öğle ve ikindi namazları, güneşin batmasından sonra akşam ve yatsı namazları kılınması emredilirken sabah namazının şâhidli oluş şerefi bildirilmektedir.

"(Resûlüm!) Sen, onların söylediklerine sabret: Güneşin doğmasından önce de batmasından öncede RABB'ıni hamd ile tesbih et; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki ALLAH'tan razı (hoşnut) olasın, (ALLAH da senden!)" (Tâ Hâ 20/130)

Müfessirlerimiz bu âyet-i celiledeki hamd ile tesbihten mahsadın namaz olduğunu belirtmişlerdir. En büyük ve en kâmil zikir namazdır. Zîrâ ALLAH'ı tesbih; tevhid, tekbir, tahmid ve takdis ile kuluğun arzıdır.

Fahreddin Er-Râzî, Tefsir-i Kebir olan "Mefatihü'l-Gayb" ında belirtir ki: Zaman ya güneşin doğuşundan evvel veya batışından evveldir. Bu ifâde ise beş vakit farz namazları açıkça kapsar.

Güneşin doğmasından evvel sabah namazı; batmasından evvel öğle ve ikindi namazlarıdır. Gecenin bir kısım saatlerindekiler akşam ve yatsı namazlarıdır. "Gündüzün etrafında" ifâdesi de sabah ve akşam namazlarını te'kid (pekiştirme)dir.

"Haydi siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde), sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde ALLAH'ı tesbih edin. (namaz kılın), ki göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur." (Rum 30/17-18)

Abdullah b. Abbas (radiyallahu anhu)'dan gelen rivâyette bu âyet-i celile beş vakit namaz vaktini bildirmektedir.

Sabah namazı için İsrâ 17/78, Rum 30/17 bkz. ve:

"(Resûlüm!) Onların dediklerine sabret. Güneşin doğuşundan önce de batışından önce de RABB'ıni hamd ile tesbih et (namaz kıl)." (Kaf 50/39)

"Gecenin bir kısmında (akşam-yatsı) ve yıldızların batışından sonra da (sabah) O'nu tesbih et (namaz kıl)." (Tûr 52/49)

Sabah namazı vakti : Hûd 11/114; Tâhâ 20/130 bkz.
Öğle namazı ve vakti : Hûd 11/114; İsrâ 17/78; Tâhâ 20/130; Rum 30/18; Kaf 50/39 bkz.
İkindi namazı ve vakti : Bakara 2/238; Hûd 11/114; İsrâ 17/78; Tâhâ 20/130; Rum 30/18; Kaf 50/39 bkz.
Akşam namazı ve vakti : Hûd 11/114; İsrâ 17/78 Tâhâ 20/130; Rum 30/17; Tûr 52/49 bkz.

"Gecenin bir bölümünde (akşam-yatsı) secdelerin ardından da O'nu tesbit et!" (Kaf 50/40)

"Gecenin bir kısmında O'na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O'nu tesbit et." (İnsan 76/26)

Yatsı namazı ve vakti : Hûd 11/114; İsrâ 17/78; Tâ hâ 20/130; Rum 30/17; Kaf 50/40; Tûr 52/49; İnsan 76/26 bkz.

Cuma namazı ve vakti :

Ey imân edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezân okunduğu) zaman, hemen ALLAH'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır." (Cuma 62/9)

Teheccüd namazı: Gece kılınan haced, hâl-i arz namazı:

"Gecenin bir bölümünde de sana mahsus nâfile (fazla) bir namaz olarak uykudan kalk, Kur'ân ile teheccüd (namazı) kıl; yakındır (umabilirsin) ki RABB'ın seni Makam-ı Mahmud (övgüye değer bir makam)a ulaştıra." ( İsrâ 17/79)

"De ki: "RABB'im, gireceğim yere doğruluk (sıdk)la girmemi sağla, çıkacağım yerden de doğrulukla çıkmamı nâsib et ve benim için kendi katından yardım edici bir kuvvet (sultân yardımı) ver." (İsrâ 17/79-80)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Makam-ı Mahmud'un şefâat makamı olduğunu bildirmiştir. (İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned II- 441-528)

Makam: ayakta durulacak yer. Mak'ad: oturulacak yer.

Medine'ye, bedene, tevhide, namaza, aşka, kabre sıdk ile girdir. Mekke'den, kabirden sıdk ile çıkar...

Çıkılacak makam, makam-ı madde; girilecek makam ise makam-ı mânâ olan Makam-ı Mahmuddur Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için...

Bu hârika sonuç için gecelerin son üçte birinde; dingin bir beden, singin bir nefs, yungun bir kalb ve yangın bir ruh ile tüm uykulardan (gaflet, cehâlet, dalalet ve ihânet uykuları) uyanıp, kulluk kuşağını kuşanıp, sükûn ve sükût içinde; hazır-nazır, şah damarımızdan yakın ve küllî şeyi mûhit (kapsayıcı) olan Rabbü'l-âlemin'in huzurunda hâlini arzolan teheccüd namazı kıl... Hacetini, ihtiyacını dile getir... Kalb kapılarını açıp yağan rahmetten payını al... Kellâmullahı oku ki sahibinle sohbet et...

O saatlerde mutlaka ayık ve iş başında olan Muhammedî âşıklarla paralel bağlan... Bileşik kablar gibi aynı seviyeden sırr-ı sıfırı seyret... ALLAH (celle celâluhu)'ya giden yol Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ve dosdlarının kalbinden geçer... İmam-ı Mutlak Muhammed Aleyhi's-selâtü ve's- selâm'ın imâmiye olduğu tevhid tesbihinin sırat-ı müstakîm ipine dizilmek için kalbin iki kapısını da (zâhir-bâtın) aç ve dizil... "Ben, sen, o, biz... BİZ Muhammedîyiz... Birimiz, hepimiz, hepimiz birimiz... Biz bir kişide biriz ve Muhammedîyiz..." de. Geçmiş için tevbe, gelecek için dua, şu an için rıza (şükür-sabır) birliğine (tevhidine) katıl...

Âhir zamanda fitne yağıyla yağlanmış hayat yolunda kendi başına gitme... Aklıyın yarattığına değil, aklını yaratana tap... Veya akılları başlarında sanılan uyur, uyurgezer ya da sarhoşların peşine düşme... Yerler yağlı; deli de kayıyor, velî de kayıyor... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup izini izlemeyen herkes kayıyor... ALLAH Tealâ'ya istikamet bulamıyor... Teslimiyetsiz istikamet olur mu? İslâh olmadan iflâh olunur mu? Emrullahsız Muradullah bulunur mu? Bu âlem zıdlar âlemi... İki kutublu kâinât... İki ucu olan bir yol... Hakk ve hayr ucunun imâmı, rehberi, mürşidi ve Resûlü Muhammed (aleyhi's-selâm)... Bâtıl ve şer ucunun önderi, lideri ve kandırıcısı İblis... İnsan sûretinde yaratılıp akıl ni'meti verildiyse tercihini yap...

Buna mecbursun ve me'mursun... İstesen de istemesen de yapacaksın... Yaşamanın fıtrî şartı budur... Ya pozitif (müsbet) ya da negatif (menfi) yöne yürüyeceksin... Bu âlemde hiçbir şey ve hiçbir kimse için göz açıp kapayacak kadar durmak, kesinlikle yasaktır... Zerre (atom) de duramaz, kürre (kâinât) de duramaz ve takdir edilen yörüngelerinde "Takdir Eden"e yüzer giderler... Sen de öylesin... Denize akan damlalar gibi gece gündüz her nefes... Softalık sûretini soyun ki sûfîlik sîretini seyredelim... Çıplak girdiğin iki kapılı bu han'ı tekin sanma... Oyun ve eğlence bahçesine aldanma... Rengine ve raksına kanma... Son nefesinden sonra seni en sevdiklerin soymayacaklar sanma... Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duy ve uy... Başkasına inanma... İslâm, teslimdir. Teslimiyyet ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e dir. Hâşâ ben demiyorum!. Sistemin sahibi SUBHAN ALLAH Tealâ buyuruyor:

"Muhakkak ki ALLAH ve melekleri, peygambere hep salât ile ikrâmda bulunurlar. (çok salâvât getirirler). Ey imân edenler, haydi (sizde) ona tam bir teslimiyyet ile salât ve selâm getirin..." (Ahzâb 33/56)

"Yemin ederim ki (andolsun ki muhakkak ki) Resûlullah (ALLAH'ın elçisi) sizin için, ALLAH'a âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve ALLAH'ı çokca zikreden (anan) ler için güzel bir örnektir. (usvetün hasenedir.)..." (Ahzab 33/21)

Âlemler için rahmet ve fazîlet örneği Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)... Mükerrem kılınan bir insan olarak aklını Muhammedî aşka çevir ve ârif ol da dinle ki; âyet-i celile iki sınır bildiriyor:

Mele'-i a'lâ : yüce ulu melekût âleminde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salât...
Mele'-i ednâ : en alt dünya âleminde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salât... Çünkü o, sistemin sırrıdır, sınırıdır ve saygı duyulur. Mübârektir, mükerremdir, muhteşemdir ve muazamdır Muhammed (aleyhi's-selâm) dır...

Beşer olarak benim, senin, onun salâvâtının sırrı ve aslı astarı sıladır. "Bizi (ben, sen, o) Muhammedî oluş şuûruna ulaştır yâ RABB'IMIZ.." diye kendimiz için duadır... Bu ise, ehli için farz-ı ayndır. İslâhtır ve iflâhtır. Sakın bizi de piyasadaki şucu ve buculardan sanma... Biz ezel-ebed Muhammedî oluş şuûruna ulaşmakta ve ulaştırmaya hasbî hizmette hizmetçi Muhammedîleriz... Muhammedîcilik, Muhammedîlik yoktur... Ruhlar âleminden beri zâten Muhammedî olduğumuzun farkına varmak vardır...

Sanma ki ümmeti olarak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'imize salât etmemiz tek yönlü hep bize emredilmiş... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e de ümmeti için salât emredilmiştir:

".... Ve salli aleyhim. İnni salâteke sekenûn lehum. Vallahu Semiûn Alîm!:.... Ve onlar için salât et (dua et, sılalarını ve kavuşumlarını dile) çünkü: "Senin salâtın (sana kavuşumları) onlar için sükûnettir (garktır, yatıştırıcıdır). ALLAH kemâliyle işitendir, kemâliyle bilendir." (Tevbe 9/103)

Sılayı; ana yurdu, baba ocağını, asla ulaşımı, isâli, iletişim ve vuslatı iyice anlamak lâzım ki mükemmel muhteşem, mübârek usvetü'n haseneyi, (en güzel örneği, prototipi) bilsin, anlasın, duysun, uysun,yaşasın, islâh olsun ve ebedî olarak iflâh olup kurtulsun...

Usve: kudve: İnsanın iyilik-kötülük sahnesinde imkânla imtihan olurken birine uyma hususunda takındığı tavır metod ve örnektir.

İşte böylesi ve anlatmakta âciz kaldığım Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem); rıza rehberimiz, muhabbet ve merhamet müşridimiz, dört âlemde mutlak imamımız, herşeyimiz ve Efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslimiyet, Tevhidin "T"si ve temelidir. Sonrası ise sistemin Sahibi ALLAH (celle celâluhu)'ya istikamettir. Bu ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) rotasında ve rehberliğinde olacak iştir... "uyduk imâma..." deriz. Uyarız ve susarız... Çünkü biz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' olunmakla emrolunduk. Unutmaki Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın bize dönük yüzü "Abdullah Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) "ALLAH Tealâ'ya dönük yüzü ise "Resûlullah Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)"dir... Berzahtır, ara geçit ve ara kesit gibidir... Son nefeste şehâdetimizde de böyledir: "Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlühü"dür. ALLAH Tealâ'nın kulu ve Resûlüdür. Biz Resûlullah Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup sözlerini duyarız ki; vahy-i cehri olanı Kur'ân-ı Kerîm, vahy-i hafî olanı sahih hadisi şerîflerdir. Abdullah Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bize örnek olarak işlediği fiilleri, amelleri tatbikatı kısaca sünnet-i senîyyesini işleriz. Muazzam ahlâkı ile (ki; Kur'ânî tâbirle hulki'l-azîm) ahlâklanırız. Hâlleri ile hâlleniriz. Çünkü biz ezel-ebed Muhammedîyiz...

İstikametimiz; ezel-ebed olarak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Rızaullah Rehberliğinde ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in zâtınadır...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslimiyyetimiz tam, tüm ALLAH Tealâ'ya istikametimiz kesin ve müjdemiz ham aklın ulaşamayacağı kadar yücedir:

"Haberiniz olsun ki "RABB'ımız ALLAH'tır!" deyipte sonra dosdoğru giden (istikamet)ler yok mu, onların üzerlerine melekler şöyle iner: "Korkmayın, üzülmeyin, va'dolunup durduğunuz cennet ile neşelenin (sevinin!)" (Fûssilet 41/30)

Azîz kardeşim; kusur görme, daldık mı çıkamıyoruz ana kucağımız Kur'ân-ı Kerîm'imizin içinden... Azmimiz meselenin özünü anlayalım. Namazı bilinçli, lâzım ve lâyıkı ile kılıp kulluk edelim...

Teheccüd namazına Kur'ânî pencereden seyre devâm edelim:

"RAHMÂN'ın (has) kulları onlardır ki yeryüzünde tevâzu' ile yürürler ve kendini bilmez kimseler(câhiller) onlara lâf attığında, (incitmeksizin sadece) "selâm..." derler (geçerler) Gecelerini RABBlerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler." (Furkân 25/63-64)
Bu âyeti celilelerde geçen meşy: isteyerek bir yerden başka bir yere intikâldir. Hevn: ağırbaşlılık, vakar, tevâzu', mûlâyimlik, şefkât, Muhammedî vasfı taşıdığının farkında oluştur. Her zaman, her hâl ve her yerde herşey ve herkes için selâmet dileyişle Muhammedî erdem elbisesidir. RAHMÂN (celle celâluhu)'nun has kulları deyip geçme: Onlar öylesine ulvî ve kudsî kişilerdir ki ıssız ve yalnız gecelerde onların teslimiyyeti Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ve istikametleri, cemâaten İmam (sallallahu aleyhi ve sellem)'e uyup ALLAH Tealâ'yadır!. Özleri, nûrun âlâ nûr; rotaları, Ruzaullah... Sözleri, Kur'ân... Sohbetleri sünnet... Zevkleri tâat... Hazzları muhabbet ve Aşkullah... Azıkları takvâ... Elbiseleri; acziyet, fakriyet, zillet ve illet... Süsleri; zikir, fikir, şükür ve sabır...

Kerâmetleri, sahibleri olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e sıla (kavuşma, vuslat)... Sermâyeleri emânet olan Ahdullah'a sadakat... İşleri Ni'metullah'aadâlet... Kâr ve kazançları, Kalb-i Resûlullah'da yer buluş... Düşmanları, İblis ve şeytânları... Dosdları, ALLAH Tealâ, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve dosdlarıdır... Onlar gece kuşlarıdır... Onlar âşıkların gözyaşlarıdır... Onlar tevhid yolunun işâret taşlarıdır... Onlar hârikâdır azîz kardeşim...

"Bizim âyetlerimize öyle kimseler imân ederler ki onlarla kendilerine öğüt verildiği zaman (zikredildiğinde) secdelere kapanırlar ve RABBlerine hamd ile tesbih ederler de büyüklük taslamazlar. Yanları yataklarından aralaşır (uzaklaşır), korku ve umud içinde RABBlerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan (ALLAH rızası için ALLAH yolunda) hayra harcarlar (infâk ederler.)" (Secde 32/15-16)

Gece ibâdeti, hüsn-i niyyet, ciddî bir gayret, samîmîyyet ve yüce bir himmet eseridir. Muhammedî meşrebdir... Gönül maverâsıdır... Şe'enullah mahşeridir...

"Şüphesiz ki ALLAH'a isyandan sakınanlar (müttakîler), RABBlerinin kendilerine verdiğini alarak cennetlerde ve pınar başlarında (aynlar) bulunacaklar. Kuşkusuz onlar bundan önce dünyada güzel davranan (muhsinun) lardı. (âdetleri buydu)...Geceleri pek az uyurlardı... Seher vakitlerinde istiğfâr ederlerdi.... (Zâriyât 51/15-18)

Takvânın en üst sınırı: mâsivâdan (ALLAH Tealâ'dan gayrısından) korunma.
Takvânın en alt sınırı: şirkten (ALLAH Tealâ'ya ortak koşmaktan) korunma.

Hece'a: geceleyin uyumak, dinmek, sâkin olmaktır.

Seher, istigfâr, göz yaşı ve âşıklar... Bu bir iştir, meslektir, meşrebdir...

Kur'ân-ı Kerîm'de Korku Namazı:

"Namazlara özellikle orta namaza devâm edin ve kalkın ALLAH için divân durun!.Eğer bir korku hâlinde iseniz, yaya (yürüyerek) veya binek üstünde (binmiş olarak) giderken kılın. Güvenlik ortamını bulduğunuz (konuştuğunuz) vâkit de böyle bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi (şekilde) hemen ALLAH'ı zikredin (anın)!" (Bakara 2/238-239)
Orta namazı İmam Azam'a göre ikindi namazıdır.

İmam-ı Ali (keremullahi veche)'den: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Hendek harbinde: "Bu kâfirler bizi orta namazdan alıkoydular. ALLAH (celle celâluhu) onların evlerini ve mezârlarını ateşle doldursun!." buyurdu. (Buharî-Müslim)

Racil: (çoğulu ricâl) ayakları üstünde durandır. Dursun ya da yürüsün.
Ricâlün: yaya yürüyen. Rakibun: deve üzerinde binekli. Fârisun: at üzerinde binekli...

İmam-ı Şâfiî Hazretleri, "Korku namazı savaşta hemen kılınır." derken; İmam-ı A'zam Hazretleri "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Hendek savaşında yaptığı gibi tehir edilir." demiştir.

"Yeryüzünde sefere çıktığınızda kâfirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz (korkarsanız), namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Gerçekten kâfirler sizin için apaçık düşmanınızdır.Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silâhlarını (yanlarına) alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan (bu) diğer grup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki siz silâhlarıınızdan ve eşyânızdan gafil olasınız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur (güçlüğe uğrarsanız) yahut hasta bulunursanız silâhlarınızı bırakmanızda size günah (bir mahzur) yoktur. Bununla beraber yine de tedbirinizi alın (ihtiyatı elden bırakmayın). (Çünkü) şüphesiz ALLAH, kâfirler için alçaltıcı bir azab hazırlamıştır.Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerine yatarken (dâimâ) ALLAH'ı zikredin (anın). Huzura kavuşunca (korkudan kurtulunca) da namazı dosdoğru (tam erkânı, tâdil-i erkânla) kılın (edâ edin). Çünkü namaz mü'minlere belirli vâkitlerde yazılı bir farzdır." (Nisa 4/101-103)

Korku namazı bir rek'attir..Darlık zamanda ruhsat, huzur hâlinde azamet... Dikkat et ki namazlar vakitlidir ve ertelenemez... Keyfî kaza olmaz...

Kur'ân-ı Kerîm'de Yolcu Namazı: (Misâfir Namazı): Nisa 4/101. âyetteki namaz olup 2 rek'âttir...

Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâze Namazı:

"Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, ALLAH ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler." (Tevbe 9/84)

Kur'ân-ı Kerîm'de Kuşluk Namazı:

"Biz dağları onun (Dâvud'un) emrine vermiştik, akşam ve işrak vâkti onunla birlikte tesbih ederlerdi.Kuşlar da toplu olarak (onun emrine vermiştik) hepsi onun için terci yapardı (ona yönelip uyarak âhenkle içli zikir ve tesbih ederlerdi.)" (Sâd 38/18-19)
İşrak (kuşluk) namazının bu âyete göre kılındığını İbn Abbas (radiyallahu anhu) bildirmiştir.

Aşiyy: akşam vakti.
Küllûn lehu evvâbûn: dağ, taş, kuş her biri çokça dönüp gelici idiler...
Mahşurât: toplanıp gelen...

Cisim ve can cemi'... Konuşan ruh cevheri... Ve fasl-ı hitâbı... Toplu uçanlar... Tesbihe toplanım... Her an tesbihte oluş...

Yukardaki lehu: O'na, ALLAH (celle celâluhu)'ya yönelmiştir de denilmiştir. İşrak namazının sekiz rek'ât olduğu Buharî Şerîf'te belirtilmiştir.

Azîz kardeşim;
Azmimiz namazla ilgili Kur'ân-ı Kerîm nasslarını ilk önce ortaya koymak, sonra hadis-i şerîfleri, sonra Hanefî mezhebimizdeki namaz kılışı âcizâne arzdır... Ancak önce ezân, kıble, mescid konularını işleyelim:
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

1.3 BÖLÜM: EZÂN İLE İLGİLİ ÂYETLER

وَإِذَا نَادَيْتُمْ إِلَى الصَّلاَةِ اتَّخَذُوهَا هُزُوًا وَلَعِبًا ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَعْقِلُونَ
Resim---''Ve izâ nâdeytum iles salâtittehazûhâ huzuven ve leıbâ(leıben) zâlike bi ennehum kavmun lâ ya’kılûn(ya’kılûne)..: "Namaza çağırdığınız (namaz için ezân okuduğunuz) zaman, onu bir eğlence ve oyun yerine koyarlar(konusu yaparlar). İşte bu davranış, onların akılları ermez (akletmez) bir topluluk olmalarındandır."
(Mâide 5/58)

وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Resim---''Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).: "(İnsanları) ALLAH'a çağıran, iyi iş (sâlih amel) yapan ve "Ben müslümanlardanım!" diyenden kimin sözü daha güzeldir?"
(Fussilet 41/33)

Bahsedilen Zât şüphesiz başta Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir. Ve sonra ilmiyle âmil müezzinlerdir...

Amel-i sâlih: bedenî tâat; lisanî (nefsî) ikrâr; kalbî mârifet; ruhî haşyetin cem'idir... Sözün en güzeli Tevhidi ilândır... Yâni ezândır...

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِي لِلصَّلَاةِ مِن يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---''Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ nûdiye lis salâti min yevmil cumuati fes’av ilâ zikrillâhi ve zerûl bey’a, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).: "Ey imân edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezân okunduğu) zaman, hemen ALLAH'ı anmaya (zikre) koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayrlıdır."
(Cum'a 62/9)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

1.4 BÖLÜM: KIBLE İLE İLGİLİ ÂYETLER


1.4. Kıble İle İlgili Âyetler

" Her nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram'a doğru (tarafına) çevir. Şüphesiz bu emir RABB'ınden sana gerçektir (haktır). ALLAH yaptıklarınızdan habersiz de değildir.Her nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz,yüzünüzü o yana çevirin ki aralarından haksızlık edenler (kuru inatçılar) müstesnâ, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili bulunmasın. Sakın onlardan korkmayın!. Yalnız Benden korkun. Böylece size olan ni'metini tamamlayayım da doğru yolu bulasınız." (Bakara 2/149-150)

Açıkça namazda kıble Mescid-i Haram (Kâbe) dir...

"(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey Müslümanlar!) siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki ehl-i kitab, onun Rabblerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. ALLAH onların yapmakta olduklarından habersiz değildir." (Bakara 2/144)

Kıblenin değişmesiyle ilgili âyetler: (Bakara 2/142-145,149,150,177 bkz.)

"Her yön ALLAH'ındır: " Doğu da ALLAH'ındır batı da. Nereye dönerseniz ALLAH'ın vechi (yüzü, zâtı) oradadır. Şüphesiz ALLAH (ın rahmeti ve ni'meti) geniştir ve O, her şeyi bilendir." (Bakara 2/115)

"İnsanlardan bir kısım beyinsizler (sefihler) "Bunları bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyeceklerdir. De ki: Doğu da batı da ALLAH'ındır. O dilediğini doğru yola iletir." (Bakara 2/142)


Sefeh: lehinde ve aleyhinde olanı farkedemeyen aleyhine olana yönelen câhilden de âhmak sapık.

Kıble: el Mukabele; karşılıklı olma masdarından veya istikbâl: yönelme masdarından gelip namaz kılınan yönü karşıya almak veya yönelmektir. Mescidlerin imâmı kıblesi olan KÂBE'ye yönelmek...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

1.5 BÖLÜM: MESCİDLERLE İLGİLİ ÂYETLER


1.5. Mescidlerle İlgili Âyetler

Mescidler ALLAH Tealâ'nındır:

"Mescidler şüphesiz ALLAH'ındır. O hâlde, ALLAH ile birlikte kimseye yalvarmayın (ve kulluk etmeyin)" (Cin 72/18)

Mescidler secde yerleri olup namaz kılmak için bina edilen yerler: Namaz kılınan her yer (yer yüzü) müşterek kıble olan Mescid-i Haram veya secde eden ayaklar, dizler, eller, burun ve alın...

"(Müşrikler) ALLAH'a ortak koşanlar kendilerinin kâfirliğine bizzât kendileri şâhidlik ederlerken, ALLAH'ın mescidlerini imâr etme selâhiyetleri yoktur (düşünülemez.) Onların hayr namına bütün yaptıkları (işleri) boşa gitmiştir. Ve onlar ateşte ebedî kalacaklar-dır.ALLAH'ın mescidlerini ancak ALLAH'a ve âhiret gününe imân eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ALLAH'dan başkasından korkmayan kimseler imâr eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır." (Tevbe 9/17-18)


Mescidlere düşmanlık edenler:

"ALLAH'ın mescidlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harab olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak gitmeleri gerekir (başka türlü girmeye hakları yoktur). Bunlar için dünyada rezillik, âhirette de büyük azab vardır." (Bakara 2/114)

Mescid-i Haram : (Kâ'be) geçen âyetler: Bakara 2/114,146,150,191,217; Maide 5/2; Enfal 8/34; Tevbe 9/7,19,28,108; İsrâ 17/1-7; Hacc 22/25; Feth 48/25,27 bkz.

Mescid-i Aksâ :
İsrâ 17/1 bkz.
Kûbâ Mescidi : (dolaylı ilgi): Tevbe 9/107 bkz.
Mescid-i Dırar : (münâfıkların ihânet mescidi): Tevbe 9/107-110 bkz.

Azîz kardeşim; ibâdetler, Emrullahı hakkıyla yerine getirmedir. Emrullahın sebebi ve aslı ise Muradullah olup TEVHİD dir. Sonucu tevhid şehâdetine çıkmayan ibâdetler (kulluk gerekleri) içi boş su bardakları gibidir. Hayâl olup hakikat suyuna hasrettir. "Asl"a ulaşım aşk iledir. Çekirdekleri çiçek eden, tohumdan tohuma tevhid türküsü aşktır. Aşkın aslı ise kâinâtın mayası olan şerîat ve şefâatın şahı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)dır...

Biz âşıklar gönlümüzce düşünür ve yaşarız. Ancak, sahibimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i izleriz... Baş-ayaksız bilye gibi yürürüz, yersiz-yurtsuz rüzgâr gibi eseriz... Anlayanla hemhâliz, anlamayana dellâliz... Kurbet ehli meçhûlleriz... Vahdetle zıdları zevk ederiz... Köre göz, düşküne asa, Firavun'a Musa (aleyhi's-selâm)yız... Hakk Âşıklar, içinde sıdk ilmi, dışında adl edebî (hüsn-ü hulûk) ile vahdet neşesinde yaşarlar... Vücûd - vicdân - can - canan... Vahdetin bu ucunda şâhidin bilişi, öbür ucunda meşhudu buluşu vardır. Vahdet; vücûdun nokta-i istisnâsı, şuûnun sidre-i müntehasıdır. Şuûn, şe'nin çoğuludur. Şe'n (şeen) ise: yeni iş, yeni çıkan hâl olup nabız atar gibi "Kûn fe yekûn..." dür...

Vücûden kul, kendi Ene (benlik) sini fâni etmeden "vahdet"i kupkuru bir lâf sanıp "Ene'l-HAKK" derse, vahdet-i vücûdu, dâr ağacında bulur... Her şey özünden dirilir. Özünden ölür... Yüzünden sanan ahmaktır... Vahdet; vücûd işi değil vicdân-can-canân işidir... Ente RABBİ... Lâ ilâhe illâ ente. Ente halakteniî...
Sen RABBimsin... Senden başka ilâh yoktur... Beni Sen yarattın kulluk sırrına erip EL AHADU'l-VAHİD (celle celâluhu)'in hududuna saygıdır. Vahdet şuûru...

"Lâ ilâhe illâ ALLAH": diyen mâsivâdır, tüm sistem Sahibinin tevhidini söyler.
(genel tevhid)


"Lâ ilâhe illâ Hu" : diyen aklı olan insan sûretindeki bizleriz.
(gaibî tevhid)

"Lâ ilâhe illâ Ente" : buyuran Resûlullah(sav) Rahmetenli'l-âlemin.
(muhatabî tevhid)

"Lâ ilâhe illâ Ene": buyuran Bizzât ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLdir.
(mütekellimî tevhid)

Bağışlayınız beni ki bunları çalakalem arzetmeme sebeb: İbâdet; emredilen kulluk görevi olup Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in öğretip tatbik ettiği gibi ve ALLAH Tealânın rızası için yapılır. Uçup kaçmak ve hayal içinde ömür tüketmek için değil... Evet... İnsanoğlu aslî vatanından ayrılmış; can, cisime girmiş cehâlet çukuruna düşmüş ve boynuna takılan ezel misâkı ile fânî âleme tenezzül etmiştir. Sılasını özlemeye ve tertemiz gitmeye, kemâlâta ve terakkiye mecbur ve me'murdur. İstese de istemese de saat ve kural çalışıyor...Muhtaç ve mahkumdur. Kulun kabiliyet ve isti'dâdı ise gayreti gerektirir. Nefsin makamları (bebeklik-gençlik-olgunluk-pîr-i fânilik) kulun doğru tercih ve samîmî gayretleriyle elde edilir. Sırt üstü yatarak lâf-ı güzâfla sofuluk olur sûfîlik değil... Yine tasavufa daldık ama teneffüs sayın...

ALLAH Tealâ (celle celâluhu) "Ey imân edenler! ALLAH'tan korkun O'na yaklaşmaya yol arayın ve O'nun yolunda cihâd edin ki iflâh olasınız..." (Maide 5/35)


Cehd; gayret, çalışma, çabalamadır. Kuru lâf ebeliği değildir. ALLAH Tealâ'ya yaklaşım gayretini, kulun kendi gafleti keser... ALLAH Tealâ'ya yaklaşım yolunun tâa kendisi ilk önce Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir. Kul için en güzel örnek Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.

".... Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan sakının. ALLAH'tan korkun. Çünkü ALLAH'ın azabı çetindir." (Haşr 59/7)

ALLAH Tealâ'ya yaklaşım (istikamet) için ilk iş Resûlüne teslimiyyet ve imândır. Sözlerine (nakl), fiillerine, ahlâkına ve hâllerine tâbi' olmaya ve itâat etmeye canla başla gayret ve cehd etmektir. Cehâlet, bilgisizlik cehennemidir. Kulluk kemâlâtı (olgunlaşması) ise; ilme'l-yakîn biliş, ayne'l-yakîn buluş ve Hakke'l-yakîn oluştur... Sırf Sûfîlerin Muhammedî tasavvufu da budur. Ham sofuların tasavvurunu ise piyasaya bakarsan görürsün... Seyr-ü sülûk denilen husus; teslimiyyet için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e seyr, istikamet için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in imâmlığında istikamet seferi (sülûku) dur. Bunun için; bedeni terbiye için gayret, nefsi tezkiye için himmet, kalbi tasfiye için şefâat, ruhu tecliye için hidâyet gerekir. Beni bağışlayınız... Bazen bazılarını dinliyorum görüyorum da içim yanıyor... Herkes şucu-bucu olmaya can atıyor da Muhammedî olduğunun şuûruna ermeye dönüp bakan yok... El ele olan yok... Tasavvufî tâbirler ve dededen-babadan kalma şeyhliklerle yollar kesiliyor... Oysa her normal insanın ilim, edeb, irfân ve erkân öğrenmesi şer'î ve fıtrî olarak şarttır.

Anasından doğarken velî olanlar ise; ya gerçek ve istisnâdır veya yalan ve mahvolmuştur. İnsanlara fıtraten verilen kulun Rabbü'l-âlemin'e yaklaşım isti'dâdı ve kabiliyyeti Muhammedî tasavvufî eğitim-terbiye, ve öğretim-tecrübe ile ortaya çıkar. Bu ise Muhammedî muhabbet ve merhametle mümkün olan HAKK (celle celâluhu) rızası için hasbî hizmete hizmetçi olmakla netice verir. Kendisi rüşde ermemiş yaşlı başlı bebeklerin ve mürşid isimli kişilerin iyice düşünmesi gerekir...

Tasavvuf âleminin kapısı (besmelesi) tenezzül ve tevâzû' iken, benlik batağında ve kibir içinde yüzenler Muhammedî hasbî hizmetten ne anlar? Evliyâ er kişidir... Eşkiyâ ise şer kişidir...

Tasavvuf ocakları sönsün demiyoruz hâşâ... Adam gibi yansın... Halkın sırtından insinler... Kulluk acziyeti, fakriyeti, zilleti ve illeti nedir bilsinler ve Muhammedî mahviyet içinde yaşasınlar... Tasavvur elbiselerini soyunup tasavvuf kefenini giysinler... HAKK (celle celâluhu)'yu duyup Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e uyup halka hasbî hizmet çilesine gelsinler... Üzmeden, üzülmeden, severek ve sevilerek Muhammedî nûra, rızaya ve aşka koşsunlar...

Tekemmülün toprağı, tevhidin beşiği ve rızanın gıdası bu çiledir... Mahallesindeki yetimin gözyaşı bu çiledir... Öksüzün ahı bu çiledir. Yalnızların yalvarışı bu çiledir... Şuûr; maddî- manevî imkânları, hakka ve hayra kullanabilme melekesidir. Onun için ALLAH Tealâ bize şuûr versin... Sadece aklî tasavurun sonucu züğürt tesellisidir.

Akl ve naklin tevhidi olan Muhammedî tasavvufun sonucu ise tevhid tecellîsidir. İlâhi âşktır... Akıl rüşde erince artık adı aşk olur. Zikreder, fikreder, şükreder ve sabreder... Razı olur.... Rıza bulur... Zikir: unutulanı hatırlamak, bir daha unutmamak için hatırda tutmaktır. Fikir, hafızasının hayra çalışması; şükûr, emânet şuûruyla ni'meti verene teşekkür!. Sabır: HAKK (celle celâluhu)'ya hürmette ve halkına hasbî hizmette Muhammedî muhabbet ve merhameti muhfazaya tahammüldür... Hakiki hizmet HAKK'a râcidir... Ücretini sahibi bilir... Aşk, âşıka âşinâdır... Ahmağa arz, boşunadır... Arife târif gerekmez! Gafil'e kelâm nâfile... Gayretsizlik ve gafletten bu hâllere düşüldü...

Amacımız asla tenkid, tahriş, tarhik ve teftiş değildir. Üzüntümüz ise toplumumuzun ve özellikle gençlerimizin gittikçe i'tikadsızlık (inançsızlık) batağına istemeden ve bilmeden batıp gitmelerindendir. Gelecek nesillerimizin göz sürûru ve hayırlı nesiller olabilmeleri ise, şu andaki çocuklarımız olan onların baba veya analarına en doğru, en güzel ve en iyi olan hakkı ve hayrı Muhammedî metod, mezheb ve meşreble, kudsî ve hasbî bir hizmet şuûruyla verebilmemize bağlıdır. Bu işi yapmaya soyunanların ise ALLAH Tealâ'dan korkmaları, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den hayâ edip utanmaları ve ALLAH'ın kullarına muhabbet ve merhamet etmeleri; olmazsa, olmaz şartıdır... Takvâ ve ihlâs budur. Bu kimselerin; rahmet gibi gözü ve gönlü yerde, tevâzu' ve tenezzül ehli olması gerekir... Su gibi azîz olup, halkı arıtıp, kendisi; kiri-pası bırakıp, buharlaşıp, yükselip bulut bulut yine rahmet olarak yağmalıdır... Basit bir balon gibi şişirildikçe şişen, gözü ve gönlü göklerde ve uçmak-kaçmak peşinde olup lâf ebeliği ile Sûfîlik yaptığını sananlar ham ve yoz sofulardır...

İslâm Dinimiz; insan sûretinde yaratılan ve aklı olan her kişiyi, parmak izi ve taşıdığı tek can gibi birey kabul eder. İçte sadakat, dışta adâlet esâsı herkesi kapsar ve Muhammedî oluş şuûruna ulaşılınca, rüşde ve ergenliğe erişilince tıpkı bileşik kaplar gibi el ele Muhammedî gönül bağları kurulur ve hepimiz birimiz, birimiz hepimiz oluruz... Tıpkı bir vücûd gibi... Her organı her bireyi bizim parçamız bilir fıtrî, kudsî, aklî, nakli ve vicdânî şuûr tevhidinde buluşuruz. Çeşitli yer, zaman ve hâllerde kaderlerini yaşayan Muhammedîler; bir evdeki buzdolabı, çamaşır makinası, fırın, ampûl, televizyon âletleri gibi kendi görevlerini aynı Nûr-u Muhammed elektriği ile birlik, dirlik ve erlik içinde emniyet ve selâmetle başarırlar. Çünkü Nûr-u Muhammed, i'tidâl:Sırat-ı Müstakîm (optimum) olup ifrat (maximum) ve tefrit (minumum) ten uzak dâimâ 220 volttur...

İnsan; ALLAH Tealâ (celle celâluhu) ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında ve Kur'ân-ı Kerîm içinde mükerrem ve kudsî tek varlıktır. Bunu anlamadan ve yaşamadan, değil halka hasbî hizmet, kişi kendini bile bilip, tanıyıp, RABBisine lâzım ve lâyıkınca irfân ve erkân ile boyun eğip ibâdet edemez ve kulluk yapamaz...

İnsan; "Yer yüzünün halifesidir." (Bakara 2/30;En'âm 6/165)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her doğan çocuk temiz yaratılış (fıtrat) üzere doğar" (Buharî,Cenâiz, 92)

Buyurarak insanı potansiyel ve ezelî suçlu saymayı reddeder... En şerefli mahlûk insandır, aklından dolayı... Dikkat et... Musa (aleyhi's-selâm)'ı kucağında emziren anne ile Firavun'u emziren anne aynı anne, merhametleri ise aynı kaynaktan ve kudsîdir. Bebeklerin ikiside mâsum ve mübârektir. Ne zaman ki yaş kemâle erer bülûğ (kendini bilme, kız-erkek anlama) çağına ulaşır Musa (aleyhi's-selâm): "Benim RABB'im, Rabbü'l-âlemindir..." tercihini yapar, inanır ve yaşar ve mü'mindir. Firavun ise; "En yüce RABB'ıniz benim ya..." derse, küfredip dinini dünyasını ve âhiretini mahvedip ateşe girenlerin lideri olur...

"Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehine yapmış olur; kim de kötü bir iş yaparsa kendi aleyhine yapmış olur..." (Fussilet 41/46)

Her insana İlmullah, Edeb-i Resûlullah ve erginlik erdemi lâzım ve lâyıktır. Biz Muhammedî oluş şuûruna ulaşanlar, halkın müfettişi ve müftüsü değil sadece ve sadece; husn-ü niyyet, samîmîyet ve ciddîyetle hasbî hizmetkârlarıyız... Bedenen,nefsen,kalben ve ruhen, birlik içinde güçlü mü'min toplumu oluşturmalıyız...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "Güçlü mü'min, zayıf mü'minden hayırlıdır." (Müslim, kader 34)

Buyruğuna sekiz kulağımızı (bedenî, nefsî, kalbî ve ruhî) birden açıp duymalı ve uymalıyız... Her insanı erdemli, keremli ve şerefli bilip, böyle olmasına el birliğiyle çalışmalıyız...

"Kuşkusuz Biz Âdemoğlunu mükerrem (şerefli) kıldık..." (İsrâ 17/70)

Fermânını unutmamalıyız... İnsanın âfâkî (bedenî, nefsî, maddî) ve enfüsî (kalbî, ruhî, manevî) meziyetlerini (isti'dâd ve kabiliyetlerini) korumalı ve geliştirmeliyiz... Bunları söylerken, bulutlardan bakıyorum sanma hâ... Ben de üç oğul bir kız sahibi babayım... Onlar için ve torunlarım için bu satırları karalıyorum ve dua ediyorum ki hayat yollarına ak ışık olur... Çırılçıplak ve korumasız olan neslimiz, çılgın bir fitne fırtınası içinde uyur,uyurgezer ve sarhoş hâlde... Okumak, anlamak ve yaşamaktan uzak... Hakkı ve hayrı bilmiyor, bulamıyor ve anlamıyor... Tüm toplumda Muhammedî ahlâktan ayrılış ve hüsrâna yöneliş var... istisnâ olanlar çâresizcesine seyrediyor... Onun için Muhammedî nûr ve şuûr sahibleri ALLAH aşkına iş başına... Senlik, benlik ve onluğu soyunarak el ele hepimiz tam bir teslimiyetle Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de buluşalım ve O'nun Rıza Rehberliğinde ALLAH Tealâ'ya istikamet bulalım... Ve kavuşalım... İmam-ı Mutlak'a uyup "Biz" olalım...

Herşeye ve herkese kaderi takdir edene, takvâ (ALLAH korkusu) ve ihlâs ile kulluk edelim. Başımızın belâsı benlik kibirinden kurtulalım...

"Zâlimler birbirinin dosdudur; ALLAH da takvâ sahibi olanların dosdudur!" (Câsiye 45/19)

Müjdesiyle gücümüze güc katalım... Ve takvâ; Muhammedî i'tikad, fiil, ahlâk ve hâllerimizin fitne şemsiyesi olsun âhir zamanda... Nefsimizin hevâ ve hevesinden şeytânın ve şeytânlaşmışların şerrinden ALLAH korusun... Âmin...

Gençlerimizi, nefislerimizin hevâ ve hevesinden kaynaklanan şeytânın ya da şeytânlaşmışların durmadan kışkırtıp, tahrik ve tahrişleri sonucu azgınlaşan sefeh (akla, ihânet) ve cehl (bilmezlik) zûlmünden, serkeşliğinden, saldırganlık ve vahşîliğinden kurtaralım. El HÂLİM (celle celâluhu) (sabrın ve bağışlamanın asl kaynağı)'nun kullarına hilm (insan fıtratında var olan ağır başlılık, yumuşak huyluluk) ile muamele edelim. Hilm; aklın, aklını başına alıp, haddini hududunu bilip ALLAH (celle celâluhu) 'dan korkup, tenezzül ve tevâzu' ile acziyet,fakriyet,zillet ve illet içinde olduğunu bilip herşeye ve herkese saygılı olmasıdır...Muhammedî mahviyet mahkumluğudur. Hilm: ahlâkta ve amelde, kişinin kendisinin ve kaşısındaki insanın da mükerrem (şerefli, onurlu bir HAKK'ın kulu) olduğunu iyice anlayıp; şaşkınlık ve taşkınlık ve azgınlık yapmadan, hoşgörülü, gönlü zengin ve öfkesini yutan bir Muhammedî oluş şuûrudur...

"Onlar öfkelendikleri zaman bile affederler." (Şûrâ 42/37)

"Rabbânîler olunuz..." (Âl-i İmrân 3/79)

Rabbânîyyun: mubalağa vezninde RABBini bilen ve sadece RABB'ine; her zaman her yerde ve her hâlde durmadan boyun eğen Muhammedîlerdir. "Rıza bileliği" nde buluşanlardır. EL HALİK (celle celâluhu) nun rızasını yitirmekten korkanlardır. Rabbü'l-âlemin'e takvâ kullarına hilm ile muamele edip üzmeyen-üzülmeyen-seven ve sevilen sevgililerdir... Hiçbir canı asla üzmeyen... Onlardan üzülmek için fırsat kollamayıp hoşgörülü olan... Herşeyi ve herkesi mutlaka seven... Sevilmek için ise, her yola baş vuran Rabbanî Muhammedîlerdir... İlmin ve edebin ürünü olan hilim, hakk emânetinin ve hayr ni'metinin başı ve beşiğidir... Muhammedî kalblerde doğar, büyür ve gelişir... Âlim, hâlîm, salîm olup zâlim olmayacak bir nesil; onları, Muhammedî oluş şuûruna ulaştırmaya cehd-ü-gayretle ve hasbî hizmetimizle, hayat bulur ve devâm eder. Midesinin etrafında dolap beygiri gibi dönen, kalbî kudsîlikten ırak, basit, boşlukta ve başı boş, şucu ya da bucu oluşlar bizleri bu açmaza soktu... Şimdi Muhammedî muhabbet ve merhamet ve edeble hazır ve nazır olan Rabbülâleminin huzurunda, EL HAKK (celle celâluhu)'nun halkına hasbî (karşılıksız, sırf SUBHAN celle celâluhu'nun rızası için) hizmet cihâdı devrindeyiz... Bu itikadî cihâddır...Unutma ki pek çok şeyleri bilen İblis, Muhammedî edebden yoksunluğu yüzünden başını ebedî belâya soktu... Ve nice şaşkın, yaşlı başlı ve birşeyler bilen insancıklar bu yüzden (Muhammedî edebten yoksunluktan) mahvolup gittiler ve gidiyorlar...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Benim edebimi RABB'ım verdi ve O beni ne güzel edeblendirdi" (Darimî)

Buyurarak edeb erdemini beyân buyuruyor... Halk içinde adab-ı muaşaret denilen şey: Birlikte toplum hâlinde yaşayışta, Muhammedî sünnet-i seniyye içinde bir güneş gibi; her yer, her zaman ve her hâle nûr ve ışık taşıyıp hoş geçinmenin teminâtı oluştur. Tüm bunlar için, yeni yetişen Muhammedî fidanlarımızın şah dallarının (en uç, büyümeyi-sağlayan) son uçlarını, "Şu şunu dedi, bu bunu dedi" makaslarıyla budamayalım... İnsanın ilâhî ve fıtrî aslında (a'yân-ı sabitinde) mutlaka var olan kendi kişiliğine saygı duyup eğitim ve öğretimi için "ALLAH Tealâ Kelâmullah'da (Kur'ân-ı Kerîm'de) ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sahih hadis-i şerîflerinde buyuruyor ki"yi en öne alalım... Sonra sıra ile, sıra gelirse... Mutlak (kesinlikle) ALLAH Tealâ'ya ait olan hidâyete ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ait olan şefâate sahib çıkmayalım... Hakka himmet edelim, hayra gayret edelim ve halka hasbî hizmet edelim. Biz Muhammedîyiz... El birliğiyle el ele, canla başla, beraberce birbirimizi ve herbirimizi hakka ve hayra yönlendirmede, hakta ve sabırda vasiyetleşmede Muhammed (aleyhi's-selâm)'a teslimiyette ve ALLAH Tealâ'ya istikamette, himmet, hizmet gayreti ve duası içinde olalım...

Elindeki kâlemin ustası olduğuna inanan çocuklarımız kendisinin de ustası olduğunu anlayıp sistemin Sahibi ALLAH Tealâ'nın sesini duyacak ve uyacaktır... "Semiğnâ... Ve ategnâ... duyduk ve uyduk..." "İyyake nağbüdü ve iyyake ne'stâin... yalnız sana kulluk eder yalnız senden isteriz, dileriz, umarız ve bekleriz..." "Siz, kimsiniz?" "Biz, hamdolsun Muhammedîyiz... O'na uyan cemâatız ve biziz ve biriz..." diyecektir.

Hakk'a karşı takvâ... Halka karşı hilim... Bu Muhammedî sırra eriş, hikmettir... "Nakl"in getirdiğinin mânâsını ve ruhunu kavrayış...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hikmet mü'minin yitiğidir, onu nerede bulursa alır!" buyurdu. (Tirmizî, ilim, 19; İbni Mâce, Zühd 15)

Hikmet: aklın; hakkı ve hayrı, bâtıl ve şerden ayırıp anlama, zikri fıtretme ve fikri rızaya yönlendirme melekesidir...

Âcizâne bunları ilmihâl bilgi kitabı olsun veya ne güzel söylemiş desinler diye yazmıyoruz asla... Aklımızın erdiği, gönlümüzün gördüğü, ruhumuzun duyduğu kadarı ve kaderi kadar, genç nesle Tevhidî Tasavvufî ve Muhammedî olan ilim, edeb, irfân ve erkânı arzetmeye azmediyoruz... "Duysunlar ve uysunlar..." diye... Yoksa:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "Faydası olmayan ilimden ALLAH'a sığınırım..." (Müslim, Zikir 73) buyruğu bizim içindir...

Gençlerimiz bedenî, nefsî, kalbî, ruhî ve kendi kişiliklerine saygı kavramını kaybediyorlar... Çünkü, ana değer yargılarını yitirdik... İslâmda İFFET denilen; kişinin kendi kişiliğinin şeref, haysiyet ve onuruna saygı duyup koruması gerçeği yerle bir olmuş durumda. Muhammedî nass ve nakl (âyet-hadis) ile ta'lîm - terbiye ve Muhammedî sâlih amellerle tezkiye edilmemiş nefs ve onun âleti beden, şeytânî hevâ ve heves peşinde... Muhammedî ahlâkla ahlâklanıp tasfiye (arınma) olmamış kalb; ağır hasta, karanlık ve hakkı-hayrı ve bâtılı-şerri ayıramaz olmuş durumda... Muhammedî hâllerle tecliye (cilâlanma, tozunu silme) olmamış ruh tecellîye mazharıyetliğini (aynalık-ulaştırıcılık) uyuşukluk içinde yitirmiş... Cehâlet, gaflet, dalalet ve ihânet, bilinçli veya bilinçsiz salgın hâlde... Umudsuzluk küfürdür... Maksadımız ise, hayâl âleminden hakikat âlemine tenezzül ve tevâzu' için sıradan bir beşer olarak; kolay, rahat ve şart olan Muhammedî sünnet-i seniyyeyi tüm çıplaklığı ile ortaya çıkarmaktır...

Muhammedî nûr, neş'e ve şuûra ulaşan bir kişi yarım nefeslik hevâ ve hevese boyun eğip kendini üstün sanıp, halkı kötülemez hâşâ... Muhammedî kurallar kesin ve değişmezdir... "Uyuyana ve uyurgezere, uyanmadığı için yazıklar olmasın da uyandıramadığım için bana yazıklar olsun..." Çünkü, o zâten rüyâ ve kâbus âleminden çıkıp muhatab olamıyor, yelleniyor, delleniyor ve ne yaptığını bilmiyor... Söyledikleri ve yaptıkları geçersiz...

Muhtaç olduğu tek şey uyandırılmak (tenzir) tır... "Muhammed'imize ALLAH'ımız böyle emrediyor!" (diyor Sevil kız). Muhammedî olarak mecbur (icbar edilmiş) ve me'mur (emredilmiş) olduğumuz tek görev (hasbî hizmet) ALLAH rızası için uyandırmak (tenzir) tır... Uyanırsa muhatabımız olur; konuşur,bilişir, tanışır, dertleşir ve hâlleşir... Çocuksa büyür, deliyse velî olur, hastaysa şifâ bulur... Müjdeye kavuşur... Tebşire nâil olur...

Sarhoşa ayıkmadığı için yazıklar olmasın... Ayıktıramadığım için bana yazıklar olsun... Çünkü o zavallı kimse, ne içtiyse onun emrine girmiş... Bir küçük rakı içmiş: "Evi yakarım..." diyor... Bir büyük rakı içmiş: "Bu şehri yakarım..." diyor... İçtiğinin emrettiği gibi konuşuyor ve yaşıyor... Taşa tutmak, ahmak işi...Koluna girip Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Hastahânesine, Tevhid tedavisine götürmek, şehâdet şifâsına ve ilm-ü- edeb ilâcına kavuşturmak lâzım ve lâyık... Bu ise Muhammedî Âşıkların mesleği, meşrebi, mezhebi ve meziyetidir...

Bunları söylerken sakın sanma ki ben âllame-i cihanım ve dört âlemde tuzum kuru... Cevr-i cihan, çile çarkı... Her boya küpüne sokulan başımdaki saçlarım renksiz kaldı... "Acaba şu derdime bir çâre olur mu?" diye çaldığım etiket ocaklarındaki kimliksiz kişiler, Tevhid tâbibi değil de; ya nallayacak nalbant, ya traş edecek berber ya da yolacak-yüzecek kasap çıktılar...

Nice yıllar acılarla geçerken; kader, kaderullah ve hamdolsun ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kerem ve rahmet kapısında buldum kendimi...
Kur'ân-ı Kerîm eczahânesini ve sünnet-i seniyye reçetelerini gösterdi. Şefâatı şifâmız oldu hamdolsun... Kitablar ilaç oldu ve başımıza taç oldu...

Başhekim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Kur'ân-ı Kerîm eczânesinde; kendini, aklını ve fıtratını bilmezlik olan ahmaklığın bile şifâsı ve ilacı beş kuruşsuz ve beleşinden bizi bekliyor...

Doğruyu bilip, doğruyu bulup ve doğru olmalıyız ki doğru konuşalım, doğru tanışıp doğru yaşayalım ve birlikte, el ele ve "BİZ"likte... Hakkı ve hayrı paylaşalım... HAKK (celle celâluhu)'ya koşalım... (Sıdksız) sadakatsız teslimiyet ve adâletsiz (adl) istikamet olamaz... Sıdk, emânetin teminâtıdır. Emânet: İlahî, ezelî, fıtrî ve beşerî ahdin adıdır. Kul için; Ahdullah ise Emrullah ve Muradullah'ın anası ve aslıdır... ALLAH Tealâ (celle celâluhu):

"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol..." (Hûd 11/112; Şûrâ 42/15)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'a inandım..." de, sonra da dosdoğru ol..." buyurdu. (Müslim, imân 13)

İnsan onurunun zirvesi olan doğruluk, dürüstlük ortadan kalktı mı yerini derhâl zıddı olan yalan-riyâ- dalkavukluk ve fırıldakçılık dolduruveriyor... Zıdlar âleminin ilâhî kuralı bu...

Hasedden doğan yalan ise tüm kötülüklerin anasıdır. Bakınız;

Azîz Efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Size doğru olmanızı emrederim çünkü doğruluk iyi olmaya, iyilik de cennete götürür. İnsan doğrulukta sebât ederek nihayet ALLAH (celle celâluhu) katında "SIDDÎK" yazılır. Sizi yalan söylemekten de men ederim. Çünkü yalan kötülük işlemeye, kötülük de cehenneme götürür. İnsan yalan söyleye söyleye sonunda ALLAH katında "kezzab" (çok çok yalancı) diye yazılır" buyurdu. (Buharî, Edeb-69; Müslim, Birr-102-105)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İki özellik vardır ki mü'minde huy hâline gelmez, bunlar hiyânet ve yalandır." (İ. Ahmed V/252)
Sıddîk (çok, çok doğru) zıddı ise kezzab (çokça yalancı)dır... Riyâkârlık ise, İslâmî kişiliğini yok edici; asılsız, akılsız, abartılı, yalan ve kendini kandırmadır...Dalkavukluk ise günümüzde moda oldu... Alan memnun, veren memnun... Şişir şişire bildiğin kadar... Nefsî hevâ ve hevesine kul olanların birbirinin kuyularını kazma yarışı...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dalkavuklarla karşılaştığınız zaman yüzlerine toprak savurun..." (Müslim, zühd 14) buyurup bizi uyarıyor...

Rahmetli Hacı Osman Baba, hûda-i nâbit (fıtrî, doğal) bir Muhammedî âşık idi... Antalya'ya ziyârete geldi. Şu anda yaşayan birçok arkadaşla birlikte bir caddeyi geçecektik. Trafik yoğun ve fırsat vermiyordu. Hacı Osman Efendi kaldırımdan caddeye ayak basınca, iki yönlü trafik birden kesildi ve yol verdiler. Ben de lâf olsun diye: "Baba, trafiği kestiniz..." dedim. O ise: "Oğul, bir hüner ve güzellik gördü isen; yemin ederim ki Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'indir..." buyurdu.

İşte Muhammedî tevâzu' budur... Yeminle birlikte ciddî ve samimî sunuş... El ele, el Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ve sonunda ALLAH'a uzanış... Hiç unutmadım... Kendi kibirinden arınıp kibriyâyı Kahhar ALLAH Tealâ 'ya tahsis tevâzu'su...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişi cennete girmeyecektir." buyurdu. (İmam Ahmed, Müsned, IV-134)

Çünkü tevâzu', Muhammedî; kibir ise, İblisî bir vasıftır...

Muhammedî oluş şuûruna ulaşıp; aklı, naklle buluşup; ilâhi aşka dönüşen ve işin sonunu düşünen mü'min, ârif ve âşıklar her emri (ibâdeti) emredildiği ve tatbik edildiği gibi işlerler... Ancak sevâbını Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ravzasına, ana hesaba otomatik gönderirler... Gerisi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 'e kalmıştır... Günahlarımız ise başımızın belâsı... "Ey nefs! Elde sevâb kalmadı, topladığın günahlar işte ortada... Aklını başına topla vâkit varken..." Ne varki Biz Muhammedîyiz... Geleceğe duamız bir... Geçmişe tevbemiz bir... Şu ana rızamız (şükrümüz ve sablrımız) birdir... El birliği, gönül birliği ve can (hayy) birliğiyle tevbe ve istiğfârımızı da hâllederiz İnşâallah...

Şimdi toparlayalım ve namazımıza dönelim: Midelerini hiç boş bırakmadığımız çocuklarımızın kalbleri tamtakır ve bomboş... Günler geçiverip de karşımıza câhil ve zâlim birisi olarak çıkınca: "Yahu bu nasıl çocuk... Nereden çıktı?" deyince cevâbı çok basit: "İlmek ilmek sen dokudun, nefes nefes sen büyüttün...İşte eserin!"

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanın aile bireylerini sefil (maddî/manevî) bırakması günah olarak kendisine yeter" (Ebu Dâvûd, zekât 45)


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem); Rahmetenli'l-âlemin merhametini, şifâ şevkatini, çocuklara hoş görü, şaka ve oyunlarına iştirâkini ve öpüp koklayıp kucağına basmasını anlayamayan ve yadırgayan birisine: "ALLAH senin kalbinden merhameti söküp almışsa ben ne yapabilirim?" (Buharî-Edeb 18)

buyururken çocuklara sevgi ve şefkâti emrediyor...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben ancak bir muallim (eğitici-öğretici) olarak gönderildim" buyurdu." (İbn Mâce, Mukaddime, 17)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İlim taleb etmek her müslümana farzdır." buyurdu. (İbn Mâce, Mukaddime, 17)

Ve daha nice hadis-i şerîflerde önce kendimizle, sonra çoluk-çocuk ailemizle, sonra akraba, sonra toplum, sonra kâinât, sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve en sonunda ALLAH Tealâ ile ülfet ve ünsiyet etmemizi bildirip rehberimiz olmuştur. Uzlaşıp kaynaşamadan nasıl anlaşırız gençlerimizle... Tenkid ve tehdid Muhammedî değildir. Tenzir ve tebşir Muhammedîdir...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'min, ülfet eden (uzlaşan, anlaşan, kaynaşan, el ele ve kalb kalbe olan) kimsedir, ûlfet etmeyen ve kendisiyle ülfet edilmeyen kimse de hayr yoktur..." buyurdu. (İmam Ahmed, Müsned II-400)

Hülâsa-i kelâm, son sözümüz selâm... ALLAH Tealâ 'ya ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' olmaya, sadıklarla berâber olmaya, "Sâlihlere kat ya Rabbi..." diye dua etmeye Kur'ân-ı Kerîm'le emrolunduk.Tesbih gibi sırat-ı müstakîm ipine dizildik, imâmiyemiz Muhammed (aleyhi's-selâm) ın; sözü, fiili, ahlâkı ve hâli nice ve nasıl ise öyleyiz... Bu bir inanç ve şuûr işidir. Eksik noksan v.s. sonraki işler...

Bizim âcizâne azmimiz, gayretimiz ve himmetimiz; kartlaşmış kuşakla uğraşmak olmayıp tüm gençlerimizle ûlfet ve ünsiyet kurup hasbî hizmetçileri olmaktır. Muhammedî metod ve meşreble hakkı ve hayrı anlamak ve anlatmaktır. Toprak gibi bereketli, rahmet gibi azîz, rüzgar gibi her yerde ve güneş gibi genel bir muhabbet ve merhametle hasbî hizmet... Her zaman her yer ve her hâldeki herkese el ele hasbî hizmet... Ayırmadan kayırmadan kendimizin bir parçası olan Muhammedî gençler... Size selâm olsun... Geliniz; el ele, gönül gönüle ve can cana şahsî gayretlerimizi; Erenlerin (ALLAH Dosdlarının) himmeti, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şefâati ve ALLAH Tealâ 'nın hidâyetiyle tevhid edelim... Birleyelim, islâh olalım, birleşelim ve iflâh olalım... Dinimiz, dünyamız ve âhiretimiz sonsuz saâdet, mutluluk ve rahata kavuşsun... Derdlerimizi zevk edelim... Derdlerini derd edenler, derdden ölürler... Derdlerini zevk (çile) edenler ölmeden ölür, dirilir ve bir daha ölmezler... Kendimizi akıl ve nakl ışığında tanıyalım... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizi bilelim, bulalım ve bile olalım... Kalbî Kur'ân'ımızı, herkesin ve herşeyin Kur'ân'ını, kâinât Kur'ân'ımızı ve Kelâmullah Kur'ân'ımızı bir daha birlikte okuyalım... Tüm sistemin Sahibi olan Ustamızı, Rabbü'l-âlemin'i tanıyalım Emrullah'ı işleyip Muradullah'ı gözetelim... RABB'ısından razı kulları olalım ve rızasını dileyelim... Sizleri bana çağırmıyorum... Sizleri, sizin özünüzdeki "Muhammedî Biz"e çağırıyorum... Şah damarımızdan da yakınınızda olan kudsî ve fıtrî "Lâ ilâhe-illâ ALLAH" pirizine "Muhammede'r- Resûlullah" fişini hemen takın ve Nûr-u Muhammed fışkıran her hücrenizin şuûr neş'esine bakın... İ'tidâl üzere olup şaşmayın ve taşmayın sakın... Unutmayın ki ALLAH (celle celâluhu) 'ya giden yol ALLAH DOSDlarının kalbinden geçer... Sen de bu kudsî safa gir... Bileşik kaplar gibi aynı seviyeden seyredelim dörd âlemi... Altımızda, üstümüzde, önümüzde, arkamızda değil omuz omuza ve kalb kalbe dizilelim kudsî safa ve naz-niyâz namazımızı insanca kılalım ve ALLAH (celle celâluhu)'ya ve Resûlüne (sallallahu aleyhi ve sellem) tâbî, sadıklarla birlik ve bile olalım... Ölüm korkusundan değil, bizi yaratan ve var eden ALLAH Tealânın hakkı olduğu için inanalım... Aklın yarattıklarına değil de aklı yaratana tapalım...Hasbî hizmetin aslî ve ilâhî kaynağı olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salât ve Salâvâtla şükranlarımızı sunalım...



GEL DOSD...

Sabîlerin sözüne dosd
Yetimlerin gözüne dosd
Öksüzlerin özüne dosd
Muhammedî bal olalım...
.

.
Aşkın kapısın vurmaya
Buyurup dâim durmaya
Yürek yuvası kurmaya
Muhammedî dal olalım...
.

.
İlim - irâde - idrâkla
Edeb - irfân - iştirakla
HAKK'ta HAKK'tan HAKK'a HAKK'la
Muhammedî el olalım...
.

.
El verip Eren Eri'ne
Çıkıp çile seferine
Sinelerin seherine
Muhammedî yel olalım...
.

.
Yedi telli tevhid sazı,
Âşıkların niyâz - nazı
Söz - sohbeti - zevki - hazı
Muhammedî dil olalım..
.

.
Salât - salâvât selâsı
Sırr- ı sıfır es selâsı
Bu âlemin kâr- belâ'sı
Muhammedî çöl olalım...
.

.
Kul İhvânî okusun da
Yollarımız dokusun da
Ravza'sının kokusunda
Muhammedî gül olalım...
Resim
Cevapla

“Divanında Sall ve Namaz” sayfasına dön