RESÛLULLAH sallallahualeyhi vesellemin KADINları:
- nur_umim
- Özel Üye
- Mesajlar: 1119
- Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00
RESÛLULLAH sallallahualeyhi vesellemin KADINları:
RESÛLULLAH sallallâhu aleyhi ve sellemin KADINları:
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin Mübârek Annesi (ra)
Âmine-Emine Bint-i Vehb (ra)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin Mübârek Hanımları (ra)
Haticetu'l-Kübrâ (r.a.)
Ayşe-i Sıddîka (r.a.)
Zeyneb Bint-i Cahş (r.a.)
Cuveyriye Bint-i Haris (r.a)
Hafsa (r.a.)
Meymune bint-i Haris (r.a.)
Safiye Bint-i Hayy (r.a.)
Sûde Bint-i Zem'a (r.a.)
Ümm-i Habibe (r.a.)
Ümm-i Seleme (r.a.)
Zeyneb Bint-i Huzeyme (r.a.)
Resûlullah sallallahualyhi vesellemin Mübarek Kızları (ra)
Fâtımâtu'z-Zehrâ (r.a)
Rukiyye (r.a.)
Ümmü Gülsum (r.a)
Zeyneb (r.a.)
Resûlullah sallallahualyhi vesellemin Mübarek Kız Torunları (ra)
Emame Bint-i Ebi'l As (r.a.)
Zeyneb Bint-i Ali b. Ebî Tâlib (r.a.)
Âtike Bint-i Zeyd (r.a)
Cemile Bint-i Sabit (r.a)
Dürre Bint-i Ebi Leheb (r.a)
Erva Bint-i Abdülmüttalib (r.a)
Esma Bint-i Umeys (r.a)
Esma Bint-i Yezid (r.a.)
Fatima Bint-i Esed (r.a.)
Fatime- Bint-i Hattab (r.a)
Fatime Bint-i Kays (r.a.)
Hâlime Hatun (r.a)
Hind Bint-i Amr (r.a)
Hamne Bint-i Cahş (r.a)
Havle Bint-i Hakim (r.a)
Havle Bint-i Kays (r.a)
Havle Bint-i Salebe (r.a)
Hind Bint-i Utbe (r.a)
Hünsa Amr İbni eş-Şerid (r.a)
Leyla bint-i Ebi Hasme (r.a)
Rubeyyi Bint-i Muavviz (r.a)
Safiyye Bint-i Abdülmuttalib (r.a)
Sümeyye Bint-i Habbat (r.a)
Sümeyra Bint-i Kays (r.a)
Şeyma Bint-i Hâris (r.a)
Tümadır Bint-i Amr (r.a)
Ümmü Atıyye (r.a.)
Ümmü Eymen (r.a)
Ümmü Fadl (r.a)
Ümmü Hâni (r.a)
Ümmü Haram (r.a)
Ümmü Şerik (r.a)
Ümmü Gülsüm Bint-i Ukbe (r.a)
Ümmü Hakim Bint-i Haris (r.a)
Ümmü Mabed (r.a)
Ümmü Râfi Selmâ (r.a)
Ümmü Ruman (r.a)
Ümmü Süleym (r.a)
Ümm-i Ümare (r.a.)
Ümmül- Hayr Bint-i Sahr (r.a)
Ümmü Varaka (r.a)
Zinnire (r.a)
Resûlullah sallallahualyhi vesellemin hiç erkek-kız kardeşi ve gelini olamamıştır...
Diğer Tüm KADINlara: "Kız Kardeşlerim!" buyurmuştur..
Hepsine sonsuz salât ve es selâm olsun:
Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ Muhammedin Abdike
ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyil-Ümmiyi
ve alâ âlihi, ehl-i beytihi, vessahbihi ve ümmetihi...
- nur_umim
- Özel Üye
- Mesajlar: 1119
- Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00
AİŞE-İ SIDDÎKA
radiyallahu anha
Peygamberimizin sallallahu aleyhi vesellem mübârek zevcelerinden.
İsmi Aişe binti Ebû Bekirdir.
Yani Ebû Bekir (r.a.)ın kızıdır.
Annesi Ümmü Ruman binti Âmir İbni Uveymirdir.
Künyesi Ümmü Abdullah, lâkabı Sıddîka, unvanı Ümm-ül-Müminindir.
Hz. Âişenin çocuğu yoktu. Bunun için künyesi de yoktu.
Araplarda künyeye çok ehemmiyet verilirdi.
Bunun için Hz. Aişe üzülürdü.
Birgün Hz. Peygambere bunu arz etmiş ve Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem de: ]
Sen yeğenin Abdullah bin Zübeyri kendine evlâd edinirsin, Onun ismine izafeten de künye alırsın. Buyurdu.
Bundan sonra Hz. Aişe yeğeni Abdullah bin Zübeyre izafeten Ebû Abdullah diye künyelendi.
Hz. Aişe, Hicretten sekiz sene önce Mekke-i Mükerremede doğdu. (m. 614).
H.57 (m. 676) senesinin Ramazan ayının 17. Salı günü Medine-i Münevverede vefât etti.
Namazını Medine valisi olan Ebû Hureyre (r.a.) kıldırdı.
Vasiyyeti üzerine geceleyin Bâki Kabristanına defn edildi.
Hz. Aişe validemiz küçük yaşta iken okuma-yazma öğrenmiş olup, çok zekî ve kabiliyetli idi.
Her bir hâdise üzerine hemen bir şiir söylemesi onun zekâsına bir delildir. Öğrendiği ve ezberlediği bir şeyi katiyyen unutmazdı.
Çok akıllı, zekî, âlime, edibe ve afife ve sâliha idi.
Hâfızası pek kuvvetli olduğu için, Eshâb-ı kirâm, birçok şeyleri ondan sorup öğrenirdi.
Âyet-i kerîme ile medh edildi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ikinci defa olarak, ellibeş yaşında iken, Ebû Bekirin (r.a.) kızı; Aişe (r.anha) ile evlendi.
Bunu, Hadîce-i kübrânın vefâtından bir yıl sonra, Allahü Teâlânın emri ile nikâh eylemişti, ölünceye kadar, sekiz sene onunla yaşadı. Peygamberimizin Hz. Aişe ile evlenmelerinde en önemli husus nikâh akdinin Hz. Peygamberin arzusuyla değil, Allahü teâlânın emri ile olmasıdır.
Buhârî ve Müslimin rivâyetlerinde ve Mevâhib-i Ledünniyyede:
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Hz. Aişeye şöyle buyurdu: Seni üç gece rüyada gördüm. Bir melek ipek kumaşa sarmış (Bu senin hatunundur) dedi. Ben de yüzünü açtım ve Eğer Allah tarafından ise Cenâb-ı Hak imza eylesin dedim. Yani eğer rüya rahmani ise Allahü Teâlâ müyesser kılsın demektir. Tirmizînin beyanına göre: Cebrâil (a.s.) Peygamberimize yeşil bir ipek içinde Hz. Âişenin suretini getirdi ve Bu senin dünyâda ve âhirette hatunundur buyurdu.
(Devam Edecek)
(İslam âlimleri ansiklopedisi)
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12888
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
AİŞE-İ SIDDÎKA
radiyallahu anha
Hz. Âişenin bildirdiğine göre:
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hergün ya akşam ya sabah vakitlerinde Hz. Ebû Bekirin evine uğraması âdet-i şerîfleri idi.
(Müşrikler Darün-Nedvede toplanmışlar, şeytan Necdli bir şeyh kılığında gelmiş; müşriklere Hz. Peygamberi öldürmelerini tavsiye etmiş ve Hz. Peygamberi sallallahu aleyhi vesellem öldürmek üzere karar almışlardı. Cebrâil (a.s.) bunu Hz. Peygambere sallallahu aleyhi vesellem haber verdi ve hicretine Allahü Teâlânın müsâde buyurduğunu bildirdi.)
Hz. Peygamber hicretine müsaade buyurulduğu gün; öğle vakti sıcakta hiç gelmediği bir saatte başını sarmış olduğu halde Hz. Ebû Bekirin evine geldi ve Hz. Ebû Bekire Allahü Teâlânın hicret için izin verdiğini ve Hz. Ebû Bekirin de kendisi ile beraber olacağını haber verdi.
Bu haber üzerine Hz. Ebû Bekir sevincinden ağladı.
Hz. Aişe o güne kadar sevincinden ağlayan hiç bir insan görmediğini söylemiştir.
Yine Hz. Aişe buyuruyor ki:
Resûlullah Medineye hicret ettiği zaman bizi ve kızlarını geride Mekkede bırakmıştı.
Medineyi şereflendirince azadlı kölesi Zeyd bin Hârise ile Ebû Râfii iki deve ve ihtiyaçları olabilecek şeyleri satın almak üzere 500 dirhem harçlıkla bize gönderdi.
Hz. Ebû Bekir de Abdullah bin Ureykıtı iki üç deve ile onların yanına katıp, hanımı Ümmü Rumân ve beni ve kız kardeşim Esmâyı develere bindirerek göndermesini, oğlu Abdullah bin Ebû Bekre mektûb yazarak emretti.
Hz. Aişe, annesi Ümmü Rumân ve Resûlullahın kerîmelerinden Hz. Zeyneb hariç diğerleri ile kafile olarak yola çıktı.
Kubeyd mevkiinde Hz. Zeyd 500 dirhemle üç deve daha satın aldı.
Kafileye Talha bin Ubeydullah (r.a.) da katıldı.
Mina mevkiinden Beyda denilen yere ulaştıkları zaman Hz. Âişenin devesi kaçtı.
Hz. Aişe buyuruyor ki: Devem kaçtı. Ben Mahfenin içindeydim. Annem de yanımdaydı.
Annem Eyvah kızcağızım, eyvah gelinciğim diyerek çırpınıyordu.
Allahü Teâlâ devemize sükûnet verdi ve bizi kurtardı.
Nihayet Medineye geldik.
Ben Hz. Ebû Bekirin ev halkı ile birlikte indim.
O zaman Mescid-i Nebevî ve etrafındaki odalar yapılmıştı.
Abdülhak-ı Dehlevî, Cezb-ül-kulûb Kitabında, fârisi olarak diyor ki:
Mescid-i şerîf yapılırken, Aişe ve Sevde (r.anha) için birer oda yapıldı. Sonra, ihtiyaç oldukça bir oda yapılarak, adedleri dokuz oldu.
Odalar, Arab âdeti üzere, hurma dalından idi.
Üstleri kıldan keçe ile örtülü idi.
Kapılarında yalnız perde asılı idi.
Odalar mescidin cenûb, şark ve şimal taraflarında idi.
Kerpiçden yapılmış olanı da vardı.
Çoğunun kapısı mescide açılırdı.
Tavanlarının yüksekliği, orta boylu insan boyundan bir karış fazla idi.
Hz. Fâtıma ile Hz. Âişenin odaları arasında kapı vardı.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem vefâtından birkaç gün önce, Hz. Ebû Bekirden başka Eshâb odalarının mescide açılan kapılarını kapattırdı.
radiyallahu anha
Hz. Âişenin bildirdiğine göre:
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hergün ya akşam ya sabah vakitlerinde Hz. Ebû Bekirin evine uğraması âdet-i şerîfleri idi.
(Müşrikler Darün-Nedvede toplanmışlar, şeytan Necdli bir şeyh kılığında gelmiş; müşriklere Hz. Peygamberi öldürmelerini tavsiye etmiş ve Hz. Peygamberi sallallahu aleyhi vesellem öldürmek üzere karar almışlardı. Cebrâil (a.s.) bunu Hz. Peygambere sallallahu aleyhi vesellem haber verdi ve hicretine Allahü Teâlânın müsâde buyurduğunu bildirdi.)
Hz. Peygamber hicretine müsaade buyurulduğu gün; öğle vakti sıcakta hiç gelmediği bir saatte başını sarmış olduğu halde Hz. Ebû Bekirin evine geldi ve Hz. Ebû Bekire Allahü Teâlânın hicret için izin verdiğini ve Hz. Ebû Bekirin de kendisi ile beraber olacağını haber verdi.
Bu haber üzerine Hz. Ebû Bekir sevincinden ağladı.
Hz. Aişe o güne kadar sevincinden ağlayan hiç bir insan görmediğini söylemiştir.
Yine Hz. Aişe buyuruyor ki:
Resûlullah Medineye hicret ettiği zaman bizi ve kızlarını geride Mekkede bırakmıştı.
Medineyi şereflendirince azadlı kölesi Zeyd bin Hârise ile Ebû Râfii iki deve ve ihtiyaçları olabilecek şeyleri satın almak üzere 500 dirhem harçlıkla bize gönderdi.
Hz. Ebû Bekir de Abdullah bin Ureykıtı iki üç deve ile onların yanına katıp, hanımı Ümmü Rumân ve beni ve kız kardeşim Esmâyı develere bindirerek göndermesini, oğlu Abdullah bin Ebû Bekre mektûb yazarak emretti.
Hz. Aişe, annesi Ümmü Rumân ve Resûlullahın kerîmelerinden Hz. Zeyneb hariç diğerleri ile kafile olarak yola çıktı.
Kubeyd mevkiinde Hz. Zeyd 500 dirhemle üç deve daha satın aldı.
Kafileye Talha bin Ubeydullah (r.a.) da katıldı.
Mina mevkiinden Beyda denilen yere ulaştıkları zaman Hz. Âişenin devesi kaçtı.
Hz. Aişe buyuruyor ki: Devem kaçtı. Ben Mahfenin içindeydim. Annem de yanımdaydı.
Annem Eyvah kızcağızım, eyvah gelinciğim diyerek çırpınıyordu.
Allahü Teâlâ devemize sükûnet verdi ve bizi kurtardı.
Nihayet Medineye geldik.
Ben Hz. Ebû Bekirin ev halkı ile birlikte indim.
O zaman Mescid-i Nebevî ve etrafındaki odalar yapılmıştı.
Abdülhak-ı Dehlevî, Cezb-ül-kulûb Kitabında, fârisi olarak diyor ki:
Mescid-i şerîf yapılırken, Aişe ve Sevde (r.anha) için birer oda yapıldı. Sonra, ihtiyaç oldukça bir oda yapılarak, adedleri dokuz oldu.
Odalar, Arab âdeti üzere, hurma dalından idi.
Üstleri kıldan keçe ile örtülü idi.
Kapılarında yalnız perde asılı idi.
Odalar mescidin cenûb, şark ve şimal taraflarında idi.
Kerpiçden yapılmış olanı da vardı.
Çoğunun kapısı mescide açılırdı.
Tavanlarının yüksekliği, orta boylu insan boyundan bir karış fazla idi.
Hz. Fâtıma ile Hz. Âişenin odaları arasında kapı vardı.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem vefâtından birkaç gün önce, Hz. Ebû Bekirden başka Eshâb odalarının mescide açılan kapılarını kapattırdı.
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
NUR BABAm SEVgili validelerim aklıma gelince ''MEHİR olarak verilen CANım!'' hep bunu düşünür hiç aklımdan çıkarmamaya çalışırım! ne Hikmetullah'sa!
Kadın için MEHİR ne kadar önemli değil mi? CANımıza!
Hepsine sonsuz salât ve es selâm olsun:
Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ Muhammedin Abdike
ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyil-Ümmiyi
ve alâ âlihi, ehl-i beytihi, vessahbihi ve ümmetihi...
Kadın için MEHİR ne kadar önemli değil mi? CANımıza!
Hepsine sonsuz salât ve es selâm olsun:
Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ Muhammedin Abdike
ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyil-Ümmiyi
ve alâ âlihi, ehl-i beytihi, vessahbihi ve ümmetihi...
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5155
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
*** Hz. Aişe radıyallahu anhâ 'ya: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ın hanımlarına verdiği mehir ne idi?'' diye sorulmuştu şu cevabı verdi:
"Oniki okiyye ve bir neşş idi. Neşş nedir biliyor musunuz? Yarım okiyyedir. Bunun tamamı beşyüz dirhem eder."
Müslim, Nikâh 78 (1426); Ebu Davud, Nikâh 29, (2105); Nesâi, Nikah 66, (6, 116, 117).
*** İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Hz. Ali, Fatıma radıyallahu anhümâ'yı nikâhlayınca, hemen gerdek yapmak istedi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm ise, mehir olarak bir şeyler verinceye kadar buna mâni oldu.
Hz. Ali radıyallahu anh: "Benim verecek bir şeyim yok!" demişti.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Ona zırhını ver!" buyurdu.
Hz. Ali radıyallahu anh (bu maksadla) zırhını verdi, sonra da gerdek yaptı."
Ebu Dâvud, Nikâh 36, (2125, 2126); Nesâi, Nikâh 76, (6, 129).
"Oniki okiyye ve bir neşş idi. Neşş nedir biliyor musunuz? Yarım okiyyedir. Bunun tamamı beşyüz dirhem eder."
Müslim, Nikâh 78 (1426); Ebu Davud, Nikâh 29, (2105); Nesâi, Nikah 66, (6, 116, 117).
*** İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Hz. Ali, Fatıma radıyallahu anhümâ'yı nikâhlayınca, hemen gerdek yapmak istedi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm ise, mehir olarak bir şeyler verinceye kadar buna mâni oldu.
Hz. Ali radıyallahu anh: "Benim verecek bir şeyim yok!" demişti.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Ona zırhını ver!" buyurdu.
Hz. Ali radıyallahu anh (bu maksadla) zırhını verdi, sonra da gerdek yaptı."
Ebu Dâvud, Nikâh 36, (2125, 2126); Nesâi, Nikâh 76, (6, 129).
- nur_umim
- Özel Üye
- Mesajlar: 1119
- Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00
AİŞE-İ SIDDÎKA
radiyallahu anha
Mekkeden gelen Resûlullahın ev halkı kendi odalarının önünde indi.
Hz. Âişe Vâlidemiz Hz. Ebû Bekirin evinde bir müddet ikâmet buyurdular. Hz. Ebû Bekir bir gün Resûlullaha: Yâ Resûlallah ehlinle evlenmekten seni alıkoyan nedir? diye sordu.
Resûlullah Mehirdir buyurdu.
Hz. Ebû Bekir, Resûlullaha mehr parası gönderdi.
Bunun üzerine Resûlullah Hz. Âişe ile nikâhlarının vuku bulduğu Şevval ayı içerisinde evlendi.
Hz. Âişe Vâlidemiz buyuruyor ki:
Medineye hicret edip geldiğimiz zaman burası hastalığı bol olan bir yer idi. Bütün Eshâb-ı kirâm hastalığa tutuldular. Bu hastalıktan ancak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Allahü Teâlânın korumasıyla kurtuldu.
Hz. Âişe de hastalandı.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Hz. Âişeye:
Sende gördüğüm nedir diye sorunca Hz. Âişe:
Anam Babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah hummadır. Allah onu kahretsin! dedi.
Peygamberimiz: Hayır ona kötü söyleme. O, vazifelidir, istersen sana bir duâ öğreteyim. Onu okuduğun zaman Allahü Teâlâ onu senden giderir. buyurdu.
Hz. Âişe, Öğret, yâ Resûlallah dedi. Hz. Peygamber duâyı öğretince humma geçti.
Hz. Âişe Vâlidemiz hasta yatarken babası Hz. Ebû Bekir, Onu yanağından öptü: Sevgili yavrucuğum nasılsın diye halini sordu.
Hz. Âişe Vâlidemiz Medinede Resûlullahın sallallahu aleyhi vesellem gazalarına katılmış diğer Sahâbî Hâtûnları gibi yaralıların tedavisi ve onların bakımıyla meşgul olmuş, büyük hizmetler görmüştür.
Cephelerde eline kılıç alıp, çarpışmayı istemiş ise de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buna müsâde buyurmamıştır.
Meselâ Uhud günü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yaralanmış, mübârek yüzü müşriklerin attığı taşla yaralanıp, kan içinde kalmıştı.
Hz. Fâtıma Vâlidemiz, Resûlullahın mübârek yüzünü yıkamış, kan durmayınca yünden hasır yakmış ve külünü âlemlere rahmet olarak gelen Peygamberimizin mübârek yüzüne basarak, kanı durdurmuştu.
Hz. Âişe Vâlidemiz de sırtında yiyecek ve içecek su taşıyarak Uhuda gelmişti.
Hz. Âişe ve Ümmü Süleym kırba ile su taşıyorlar, Hamne (r.a.) ise susuzlara su veriyordu.
Enes bin Mâlik (r.a.) diyor ki: Uhud Gazasında müslümanlar bozulup, Resûlullahın yanından dağıldıkları zaman, Hz. Âişe ile Ümmü Süleym bint-i Milhânı gördüm. Arkalarında kırbalarla koşa koşa su taşıyorlar, yaralıların ağızlarına boşaltıyorlardı. Kırbaları boşaldıkça koşarak gidiyor doldurunca koşarak geliyor yine yaralılara su veriyorlardı.
Kadınların Uhud Savaşına katılmasına müsaade edilmesinin sebebi yaralıları tedavi için idi.
Hz. Âişe Vâlidemiz, Benî Mustalık (veya Müreysi) gazasına da katılmıştı.
Bu gazada kendilerine yapılan iftira ile ilgili olarak Hz. Âişe buyururdu ki: Bana karşı yapılan iftiranın yalan olduğu Allahü Teâlâ tarafından bildirildi. Hatta bunu söyleyerek öğünürdü.
Allahü Teâlâ, Nur süresindeki onyedi âyeti göndererek, Âişeye iftira edenlerin Cehenneme gideceklerini bildirdi.
Hz. Âişenin izzeti ve şerefinin yüksekliği bu âyet-i kerîmelerle de anlaşıldı.
Hz. Âişeye iftira, Hicretin beşinci yılında (Müreysi) gazvesinde olmuştu. Bu muharebeye (Beni mustalık) gazvesi de denir.
Resûlullah, bu gazaya bin kişi ile gitmişti.
Hz. Âişe ile Ümmü Selemeyi de götürmüştü.
Ganimete kavuşmak için, çok sayıda münâfık da gelmişti.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem askerin önüne Hz. Ömeri koydu. Kanlı savaşdan sonra beşbin koyun ile onbin deve ve yediyüzden ziyade esir alındı.
- nur_umim
- Özel Üye
- Mesajlar: 1119
- Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00
Mearic-ün-Nübüvve de buyuruluyor ki:
Resûlullah gazaya giderken, zevceleri arasında kura çekerdi.
Hangisinin adı çıkarsa, onu birlikte götürürdü.
Bu gazaya da Hz. Âişe ile Hz. Ümmü Seleme gitmişti.
Hz. Âişe buyuruyor ki: Kadınların örtünmesi için âyet gelmişti.
Bana bir çadır yapdılar. Çadırla deveye bindirirlerdi.
Gazadan dönüşde, Medineye yakın konmuşduk.
Seher vakti göç sesleri işitildi.
Abdest için, askerden uzaklaşmışdım. Hemen geldim.
Gerdanlığımı bulamadım. Geri gittim. Aradım, buldum.
Yerime gelince, askeri göremedim. Gitmişler.
Beni çadırın içinde sanıp deveye yükletmişler.
O zaman az yirdim. Zaîf idim. Ondört yaşında idim.
Şaşırdım kaldım.
Beni bulamayınca ararlar diyerek, oturup bekledim. Uyumuşum.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Safvânın arkadan gelmesini emr eylemişti.
Gelip beni uykuda görünce, bağırmış. Sesden uyandım.
Onu görünce, yüzümü örttüm.
Devesini çökdürdü. Uzaklaşarak, (Deveye bin) dedi. Bindim.
Safvân yuları tuttu.
Sıcak basınca, askere yetişdik.
Önce münafıklara rastladık. Çirkin şeyler söyleşdiler.
Onları İbni Ebî Selûl kışkırtıyordu.
Müslümanlardan Hassan bin Sâbit ve Mistah da onlara uymuşdu.
Medineye gelince, hasta oldum.
İftira söylentileri her yere yayılmış. Benim haberim yokdu.
Fakat, Resûlullah beni eskisi gibi aramıyor, hastalığımı da yoklamıyordu.
Sebebini anlıyamıyordum.
Bir gece, Mistahın annesi ile ihtiyaç için dışarı çıkdım.
Etekleri ayağına sarılarak düşdü.
Oğlu Mistaha lanet etti.
Niçin söğersin? dedim. Söylemedi.
Birkaç kerre sordum.
Ey Aişe! Onun ne söylediklerini işitmedin mi? dedi.
Sordum, iftira sözlerini bana anlattı.
Hastalığım hemen arttı. Ateşim yükseldi.
Tepemden duman çıktı zannettim. Aklım gitti.
Düşdüm. Aklım başıma gelince evime geldim.
Babamın evine gitmek için Resûlullahdan izin istedim, izin verdi.
Ne olduğunu öğrenmek istiyordum.
Anneme sordum: Yavrum hiç üzülme! Senin işin kolaydır. Güzel olan ve zevci tarafından çok sevilen her kadın için böyle şeyler söylerler dedi.
Şaşırdım.
Böyle sözler acaba Resûlullahın mübârek kulağına da gitmiş midir?
Babam da duymuş mudur diye üzüldüm. Çok ağladım.
Babam başka odada Kurân-ı kerîm okuyordu. Sesimi duymuş.
Annemden sormuş. Annem de, dillerde dolaşan sözleri şimdi işitdi demiş.
Babam da ağladı. Sonra yanıma gelip:
Yavrum sabret! Allahü Teâlâdan ne âyet geleceğini bekleyelim dedi.
O gece, sabaha kadar uyumadım. Gözlerimin yaşı dinmedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Ali ile Üsâmeyi (r.a.) çağırıp: Bu işin sonu neye varacak? dedi.
Üsâme: Yâ Resûlallah! Biz senin zevcenin yalnız iyi olduğunu biliriz. dedi.
Hazret-i Ali de:İ Yeryüzünde kadın çok. Allahü Teâlâ sana yeryüzünü dar eylemedi. Aişeyi, cariyesi olan Büreydeden sor! dedi.
Ona soruldu: Allaha yemin ederim ki, onda bir ayb görmedim. Arada bir uyurdu. Koyun gelince, un ile hamur yapıp yerdi. Çok zaman onun yanında bulundum. Onda hiçbir ayb görmedim. Ağızlarda dolaşanlar doğru olsaydı, Allahü Teâlâ, onu sana bildirirdi! dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir gün evinde üzüntülü oturuyordu.
Ömer-ül-Fârûk hazretleri geldi.
Resûlullah, onun ne düşündüğünü sordu.
Yâ Resûlallah! İyi biliyorum ki münafıklar yalan söylüyorlar. Allahü Teâlâ, senin üzerine sinek kondurmuyor. Bir murdar yere konup da, sonra senin üstünü kirletmesin diye muhafaza ediyor. Seni az bir pislikden saklıyan Allah, pisliklerin en kötüsünden elbet saklar! dedi.
Hazret-i Ömerin bu sözü Resûlullahın hoşuna gitti.
Mübârek yüzü güldü.
Sonra, Hazret-i Osmanı çağırdı. Ona da sordu.
Bu sözü münafıkların yaydığından ve yalan olduğundan şübhem yoktur. Hepsi iftiradır. Allahü Teâlâ, senin gölgeni yere düşürmüyor. Mübârek gölgenin bile pis bir yere düşmesini, yâhud habîs bir kişinin, o gölgeye basmasını önlüyor. Mübârek evine pislik sokmasını hoş görür mü? dedi.
Bu sözden de, mübârek kalbi ferahladı. Sonra Hz. Aliyi çağırıp sordu.
O da: Bu sözler yalandır, iftiradır. Münafıkların uydurmasıdır.
Sizinle namâz kılıyorduk. Siz namâz içinde iken mübârek nalınızı çıkardınız. Size uyarak biz de çıkardık.
Nalınlarınızı niçin çıkardınız dediniz.
Size uymak için dedik.
Siz de: Cebrâil aleyhisselâm geldi. Nalında necaset bulaşığı olduğunu bana haber verdi. Onun için çıkardım buyurmuşdunuz.
Namaz içinde bile vahy ederek seni pislikden koruyan Allahü Teâlâ, mübârek zevcelerinize böyle pislik yapılmasına izin verir mi?
Böyle birşey olsaydı, bunu da hemen haber verirdi.
Mübârek kalbin üzülmesin. Allahü Teâlâ, vahy edip, mübârek zevcenizin pak olduğunu elbette size bildirir dedi.
Bu söz de, Resûlullâhı sevindirdi.
- NuruM
- Saygın Üye
- Mesajlar: 350
- Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... highlight=
SEVGİLİ ANNELERİMİZ
Hz. Âişe Sırrı
DR. HALUK NURBAKİ
Elest'de Efendimizin niyazı ile hayat bulup hamd niyazına hemen katılan bir avuç mübarek zat, Allah'ın birer esmalarıyla şereflendirilerek Asr-ı saadet'e ışınlandı.
Allah'ın sevgilisi güzeller güzeli Efendimize hizmet yarışına girdiler. Onların kimi Efendimizin kanından takdir oldu, kimi seçkin dostlar (Ashâb-ı Güzin). Onlardan her biri sevgililer sevgilisi Efendimizin ayakları altına başlarını koymakdan bir an tereddüt etmediler. Ve hepsi de Efendimizi kendi canlarından çok sevdiler.
Hepsi de gönül semasında raksettiler, o muhteşem sevda bestesinin birer nağmesini temsil ettiler.
Hz. Aişe annemizin gönlüne ilâhi sır, onun yedi yaşında diyet oluşuyla başlar. Hz. Sıddık Efendimizin bölümünde anlatacağım borçlanma nedeni ile, Yahudi gelip parasını istedi. Hz. Sıddıyk Efendimiz parası olmadığını beyanla mühlet istedi. Yahudi:«paran yoksa evlâtların var, köle olarak ver» dedi ve olayı dehşet içinde dinleyen Hz. Aişe'yi gösterdi.
Hz. Aişe acının teslimiyetle yoğurduğu gönlüne sığınıp kalkdı ve yürüdü. İslâm davası adına ilk köle oluş tecelli etmişdi. Ve de gözlerinden iki damla yaş süzüldü.
O anda, o yaşlar birer pırlanta oluverdi. Yahudi, Hz. Aişe'nin boynundan düşürdüğünü sandığı pırlantaları alıp borcuna sayarak sıvıştı.
Altı yıl sonra Efendimizle nişanlanacağını duyduğu an sevinçten yüreği duruyordu ve sonra Efendimizin hizmetine girip eşi olduğunda taze yüreğinin derinlerine öyle bir aşk-ı Muhammedi doğdu ki, Efendimiz bunu seyretmek için sık sık onunla konuşur, yüreğinin yorgunluğunu dinlendirirdi. İncelerin incesi hikmete bakın ki, Efendimiz mânânın sonsuzluğuna dalıp beşeriyetten kopacak hale gelince :
«Konuş ya Hümeyra (pembe yüzlü)» diye buyurdu Acaba bir beşerin sesi, Kâinatın İncisini nasıl olur da mânâ denizinden çekip alırdı?
Bu hikmet Aişe annemizin gönlünde tecelli eden aşk-i Muhammedî'nin ilâhi gücünde gizlidir.
Gönlün özünde titreşip semâ eden ilâhi sevda öyle bir güçtür ki, mânâ denizine bile kementler atar.
İnsanların anlaması çağımızda pek güçtür. Amma Hz. Aişe annemiz Efendimizin her yeni evliliğinde, zahirde fark edilmese bile, gönülden pek mutlu olurdu.
Fahr-i Kâinat Efendimiz de, Aişe Annemizin bu engin sevgisine mükâfat olarak onu yeryüzünün en büyük hukukçusu yaptı.
Yeryüzünde hukuk usûlünü ilk kez Hz. Aişe getirmiştir. Onun hadislere dayalı yorumları koskoca İslâm hukukunu doğurmuştur.
Efendimiz, cemâle teşrif etmeden önce :
«Benden sonra İslâm hukukunu size Aişe öğretecek» buyurmuş ve öyle olmuşdur. Uzun süre ashaba hukuk sohbetleri yapmıştır. Hz. Aişe annemizin gönül sevdası bu dünyadan göçene kadar eksiksiz devam etmiş, Efendimizden sonra, O'nun sevdiği lokmaları yiyemez, sevdiği şekilleri seyredemez olmuştur. Hattâ haftada bir kez koşu yaptığı Medine'nin kenar mahallesinden bir daha geçememiştir. Ömür boyu gözü yaşlı, gönlü yanık gezmişdir.
Efendimizin sevgisi nedeniyle tüm siyasi entrikaları, Emeviler'in ısrarlı ricalarını reddederek onlara zerrece rağbet etmemiş, Hz. Hasan'a biat sırasında onu desteklemiş halife yapmıştır. Ayrıca Şam'a haber gönderip «Eğer Hasan'a bir şey olursa atıma atlar, bütün Arab dünyasını ayağa kaldırırım» demiştir.
Aişe annemiz kendi gönlündeki sevdayı çok iyi bildiğinden, o meş'um dedikodular yapıldığı zaman öylesine yüreğinden yandı ki, dedikodulara Allah bizzat yüce kitabında cevab verdi. Aslında sözün uzaması, sırf Aişe annemizin gönlündeki semânın ne denli Allah'a ulaştığını göstermesi için bir vesile idi.
Aişe annemiz Efendimizin bal şerbetini sevdiğini fark etti; öyle bir bal şerbeti yapardı ki, her defasında Efendimiz:
«Yâ Aişe bu bambaşka bir şey» derdi.
Gönüllerdeki sevda maddeye de yansır, onda akıl almaz güzellik sırları yaratır.
Gönüllerde Sema kitabından alınmıştır.
SEVGİLİ ANNELERİMİZ
Hz. Âişe Sırrı
DR. HALUK NURBAKİ
Elest'de Efendimizin niyazı ile hayat bulup hamd niyazına hemen katılan bir avuç mübarek zat, Allah'ın birer esmalarıyla şereflendirilerek Asr-ı saadet'e ışınlandı.
Allah'ın sevgilisi güzeller güzeli Efendimize hizmet yarışına girdiler. Onların kimi Efendimizin kanından takdir oldu, kimi seçkin dostlar (Ashâb-ı Güzin). Onlardan her biri sevgililer sevgilisi Efendimizin ayakları altına başlarını koymakdan bir an tereddüt etmediler. Ve hepsi de Efendimizi kendi canlarından çok sevdiler.
Hepsi de gönül semasında raksettiler, o muhteşem sevda bestesinin birer nağmesini temsil ettiler.
Hz. Aişe annemizin gönlüne ilâhi sır, onun yedi yaşında diyet oluşuyla başlar. Hz. Sıddık Efendimizin bölümünde anlatacağım borçlanma nedeni ile, Yahudi gelip parasını istedi. Hz. Sıddıyk Efendimiz parası olmadığını beyanla mühlet istedi. Yahudi:«paran yoksa evlâtların var, köle olarak ver» dedi ve olayı dehşet içinde dinleyen Hz. Aişe'yi gösterdi.
Hz. Aişe acının teslimiyetle yoğurduğu gönlüne sığınıp kalkdı ve yürüdü. İslâm davası adına ilk köle oluş tecelli etmişdi. Ve de gözlerinden iki damla yaş süzüldü.
O anda, o yaşlar birer pırlanta oluverdi. Yahudi, Hz. Aişe'nin boynundan düşürdüğünü sandığı pırlantaları alıp borcuna sayarak sıvıştı.
Altı yıl sonra Efendimizle nişanlanacağını duyduğu an sevinçten yüreği duruyordu ve sonra Efendimizin hizmetine girip eşi olduğunda taze yüreğinin derinlerine öyle bir aşk-ı Muhammedi doğdu ki, Efendimiz bunu seyretmek için sık sık onunla konuşur, yüreğinin yorgunluğunu dinlendirirdi. İncelerin incesi hikmete bakın ki, Efendimiz mânânın sonsuzluğuna dalıp beşeriyetten kopacak hale gelince :
«Konuş ya Hümeyra (pembe yüzlü)» diye buyurdu Acaba bir beşerin sesi, Kâinatın İncisini nasıl olur da mânâ denizinden çekip alırdı?
Bu hikmet Aişe annemizin gönlünde tecelli eden aşk-i Muhammedî'nin ilâhi gücünde gizlidir.
Gönlün özünde titreşip semâ eden ilâhi sevda öyle bir güçtür ki, mânâ denizine bile kementler atar.
İnsanların anlaması çağımızda pek güçtür. Amma Hz. Aişe annemiz Efendimizin her yeni evliliğinde, zahirde fark edilmese bile, gönülden pek mutlu olurdu.
Fahr-i Kâinat Efendimiz de, Aişe Annemizin bu engin sevgisine mükâfat olarak onu yeryüzünün en büyük hukukçusu yaptı.
Yeryüzünde hukuk usûlünü ilk kez Hz. Aişe getirmiştir. Onun hadislere dayalı yorumları koskoca İslâm hukukunu doğurmuştur.
Efendimiz, cemâle teşrif etmeden önce :
«Benden sonra İslâm hukukunu size Aişe öğretecek» buyurmuş ve öyle olmuşdur. Uzun süre ashaba hukuk sohbetleri yapmıştır. Hz. Aişe annemizin gönül sevdası bu dünyadan göçene kadar eksiksiz devam etmiş, Efendimizden sonra, O'nun sevdiği lokmaları yiyemez, sevdiği şekilleri seyredemez olmuştur. Hattâ haftada bir kez koşu yaptığı Medine'nin kenar mahallesinden bir daha geçememiştir. Ömür boyu gözü yaşlı, gönlü yanık gezmişdir.
Efendimizin sevgisi nedeniyle tüm siyasi entrikaları, Emeviler'in ısrarlı ricalarını reddederek onlara zerrece rağbet etmemiş, Hz. Hasan'a biat sırasında onu desteklemiş halife yapmıştır. Ayrıca Şam'a haber gönderip «Eğer Hasan'a bir şey olursa atıma atlar, bütün Arab dünyasını ayağa kaldırırım» demiştir.
Aişe annemiz kendi gönlündeki sevdayı çok iyi bildiğinden, o meş'um dedikodular yapıldığı zaman öylesine yüreğinden yandı ki, dedikodulara Allah bizzat yüce kitabında cevab verdi. Aslında sözün uzaması, sırf Aişe annemizin gönlündeki semânın ne denli Allah'a ulaştığını göstermesi için bir vesile idi.
Aişe annemiz Efendimizin bal şerbetini sevdiğini fark etti; öyle bir bal şerbeti yapardı ki, her defasında Efendimiz:
«Yâ Aişe bu bambaşka bir şey» derdi.
Gönüllerdeki sevda maddeye de yansır, onda akıl almaz güzellik sırları yaratır.
Gönüllerde Sema kitabından alınmıştır.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
- nur_umim
- Özel Üye
- Mesajlar: 1119
- Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00
Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ Muhammedin Abdike
ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyil-Ümmiyi
ve alâ âlihi, ehl-i beytihi, vessahbihi ve ümmetihi...
AİŞE-İ SIDDÎKA
radiyallahu anha
Hemen Hz. Ebû Bekr-i Sıddîkîn evine teşrif buyurdu.
Hz. Âişe (r.anha) diyor ki: O gün ben durmadan ağlıyordum. Ensârdan bir hanım gelmiş o da ağlıyordu. Annem ve babam yanımda oturuyorlardı. Ansızın Resûlullah gelip selâm verdi. Yanımda oturdu. O zamandan beri yanıma hiç gelmemişti. Bir ay geçmişti. Hiç vahy inmemişdi. Resûlullah oturunca, Allahü Teâlâya hamd ü sena eyledi. Şehâdet kelimesini okudu. Bana dönüp:
Ey Âişe, senin için bana şöyle söylediler. Eğer sen, dedikleri gibi değil isen, Allahü Teâlâ, yakında senin doğru olduğunu bildirir. Eğer bir günâh hâsıl oldu ise, tevbe istiğfâr eyle! Allahü Teâlâ, günâhına tövbe edenlerin tevbesini kabul eder buyurdu.
Resûlullahın mübârek sesini işitince, ağlamakdan vazgeçdim.
Babama dönüp, cevâb vermesini söyledim.
Vallahi bilmem ki, Resûlullaha sallallahu aleyhi vesellem ne cevap vereyim. Bizim kavmimiz cahiliyet devrinde putperest idi. İnsan heykellerine tapınırlar, ibâdet etmesini bilmezlerdi. Hiç kimse bizim kadınlarımıza böyle birşey söyliyemezdi. Şimdi elhamdülillah kalblerimiz İslâm nuru ile parladı. Evimiz İslâm ışığı ile aydınlandı. Herkes bizim için böyle söylüyorlar. Ben, Resûlullaha ne diyeyim? dedi.
Sonra anneme döndüm: Sen cevâb ver! dedim.
O da: Ben şaşırdım kaldım. Ne söyliyeceğimi bilmiyorum. Sen söyle dedi.
Sonra, ben söze başladım.
Dedim ki: Allahü Teâlâya yemîn ederim ki, mübârek kulağınıza gelmiş olan lâfların hepsi yalandır. Eğer onlara inanmış iseniz, temiz olduğumu ne kadar söylesem, bana inanmazsınız. Allahü Teâlâ biliyor ki, benim birşeyden haberim yoktur. Yapmadığım birşeye evet dersem, kendime iftira etmiş olurum. Vallahi başka diyeceğim yokdur. Yalnız Yûsuf aleyhisselâmın dediğini derim ki: Sabretmek iyidir. Onların söyledikleri şey için, Allahü Teâlâdan yardım beklerim. Şaşkınlığımdan, Yakûb aleyhisselâm diyeceğim yerde, Yûsuf aleyhisselâm dedim.
Sonra yüzümü çevirip dayandım.
Rabbimin beni temize çıkaracağını, Allah hakkı için hep bekliyordum.
Çünkü, kendimden emindim. Suçum yoktu.
Fakat, Allahü Teâlânın benim için âyet-i kerîme göndereceğini sanmıyordum.
Kıyâmete kadar her yerde, benim için âyet-i kerîme okunacağını aklıma sığdıramıyordum.
Allahü Teâlânın büyüklüğünü ve kendi aşağılığımı bildiğim için, benim için, âyet-i kerîme göndereceğini hiç ümîd etmiyordum.
Yalnız günahsız olduğumu, kalbimin temizliğini Peygamberine rüyâda bildirir veya kalb-i şerîfine ilham eder diyordum.
Allah hakkı için doğru söylüyorum ki, Resûlullah, oturduğu yerden daha kalkmamıştı ve kimse odadan dışarı çıkmamışdı.
Mübârek yüzünde vahy alâmetleri göründü.
Oturanların hepsi, vahy geldiğini anladı.
Babam bu hâli görünce, deriden bir yastık vardı.
Yastığı Resûlullahın mübârek başının altına koydu.
Bir yemeni çarşaf ile üzerini örttü.
Vahy gelmesi bitince, mübârek yüzünden örtüyü kaldırdı.
Gül ile kırmızı yüzünden, inci gibi parlıyan terleri, mübârek elleri ile sildi.
Gülümseyerek: Müjdeler olsun sana ey Âişe! Allahü Teâlâ, seni temize çıkardı. Senin pak olduğuna şâhid oldu buyurdu.
Babam hemen: Kalk yâ kızım! Resûlullaha çabuk teşekkür et! dedi.
Ben de: Vallahi kalkmam, Allahü Teâlâdan başkasına şükr etmem! Çünkü, Rabbim benim için âyet-i kerîme indirdi dedim.
Sonra Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Nur Sûresinin onbirinci âyetinden başlıyarak, on âyet-i kerîme okudu.
Babam hemen kalkıp başımı öptü.
Âişe (r.anhâ) hakkında bu âyet-i kerîme gelmeden önce, Hz Ebû Eyyûb Hâlidin zevcesi: Âişe için ağızlarda dolaşan sözlere ne dersin? diyerek, Hz. Hâlidden sormuş.
Hz. Hâlid de: Allah için, bu sözler yalandır. Sen bana karşı böyle kötülük yapar mısın? demiş.
Hâşâ yapmam deyince, Hz. Hâlid de:
Âişe, dîni bizden daha bütün iken, Resûlullaha karşı böyle şey yapmış olabilir mi? Biz böyle söylemedik. Bu sözler büyük iftiradır demiş.
Hak Teâlâ da, Hz. Hâlidin tam bu sözü gibi âyet-i kerîme göndermişdir.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, hemen Eshâbını mescide topladı.
Gelen âyet-i kerîmeleri okudu.
Âyet-i kerîmenin bereketi ile, müminlerin kalblerindeki şübheler kalktı. Mistah, Hz. Ebû Bekirin akrabası idi.
Fakîr idi. Hz. Ebû Bekir, onun geçinmesine yardım ederdi.
Mistâh, bu işte münafıklarla bir olunca, ona yardım etmemeğe yemîn etti.
Bunun üzerine, Allahü Teâlâ, Nur Sûresinin yirmiikinci âyetini gönderdi.
Ebû Bekir Sıddîk, bu âyet-i kerîmeyi işitince: Allahü Teâlânın beni afv etmesini severim dedi.
Mistaha eskisi gibi yardım etti.
Hz. Âişenin temiz olduğunu bildiren âyet-i kerîmeler gelince, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu sözleri söyliyenlere Kazf haddi vurulmasını emr buyurdu.
Dört kişiye seksen değnek vurdular.
Birisi kadın idi ve Resûlullahın baldızı idi.
Meâric Kitabının yazısı tamam oldu.
- nur_umim
- Özel Üye
- Mesajlar: 1119
- Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00
Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ Muhammedin Abdike
ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyil-Ümmiyi
ve alâ âlihi, ehl-i beytihi, vessahbihi ve ümmetihi...
AİŞE-İ SIDDÎKA
radiyallahu anha
Hz. Âişe için gelen onyedi âyet-i kerîmeden birincisinin tefsîrini (Mevâkib tefsîri) şöyle bildiriyor:
Âişe radıyallahü anhâ ya iftira edenler, sizden birkaç kişidir. Siz bu iftirayı kendiniz için kötülük sanmayın! Bu sizin için hayırlıdır. (Bu iftira sebebi ile çok sevâb kazandınız. Onların yalanı meydâna çıkdığından, sizin şânınız, şerefiniz arttı.)
Âyet-i kerîme, sizin temiz olduğunuzu bildirdi: O iftira edenlerden her biri için kazandıkları günâh kadar cezalar vardır. Büyük iftirayı icâd edip, çok çirkin şeyi söyliyenlere dünyâda ve âhirette büyük azâb vardır
Bunlara had vuruldukdan sonra, Abdullah bin Ebî Selûl hakîr, zelîl oldu.
Hassan, ölünceye kadar kör oldu.
Mistahın eli çolak oldu.
Onikinci âyet-i kerîmede: Bu iftirayı işitince, mümin erkek ve kadınlar, kendi ailelerine iyi gözle bakmalı. Bu, meydânda bir yalan ve iftiradır demelidirler
Ondokuzuncu âyet-i kerîmede, Müminlerin kötü olarak anılmasını sevenlere, dünyâda ve âhirette acı azablar vardır.
Ve yirmialtıncı âyet-i kerîmede: Habîs söz söylemek, habîs adamlara lâyıkdır. Habîs adamlara, habîs kelâm yakışır buyuruldu.
Resûlullah ve Hz. Âişe ve Safvân (r.anhüm) o alçakların söylediklerinden uzakdırlar.
Onlar için afv, mağfiret ve Cennette nimetler vardır.
Görülüyor ki, Hz. Âişeye iftira edenlere, Allahü Teâlâ, alçak demekdedir.
Onlara çok acı azablar vereceğini bildirmektedir.
(Hasâis-ul-habîb) kitabında diyor ki, Resûlullahın mübârek zevcelerinden birini (Kazf) edenin, kötüleyenin kâfir olduğuna ve tevbesinin kabul olmıyacağına, Abdullah İbni Abbâs hazretleri fetva vermiştir.
Hele, Hz. Âişeye kötü demek, Kurân-ı kerîmi inkâr etmek olur.
Bunun küfr olduğu sözbirliği ile bildirilmişdir.
Eshâb-ı kirâmdan birinin annesine kötü diyenin cezası da, kazf cezasının iki katıdır.
Hz. Âişe buyurdu ki: Resûlullahın sallallahu aleyhi vesellem ilk hastalığı Hz. Meymûnenin evinde oldu. O gün Resûlullahın Hz. Meymûneye uğradığı gündü. Burada Resûlullahın sallallahu aleyhi vesellem hastalığı arttı. Diğer ezvâc-ı tâhirât gelerek Resûlullahın hizmetine koyuldular.
Peygamberimiz de: Ey benim zevcelerim mazûr görün takatim yoktur ki evlerinizi dolaşayım. İzin verirseniz Âişenin evine gideyim, bana orada hizmet edersiniz. buyurmuşlardı.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hz. Abbas ve Hz. Alinin omuzlarına dayanıp Hz. Âişenin odasına gitti.
Giderken mübârek ayakları yeri sürüyordu. Gelip döşeğe yattı.
Bu odada 11 (m. 632) senesinde Rebî ûl evvel ayının onikinci Pazartesi günü Öğleden önce mübârek başı Hz. Âişe Vâlidemizin göğsünde olduğu halde vefât etti.
Vefât ettiği yere; Hz. Âişenin odasına defn edildi.
Resûlullahın sallallahu aleyhi vesellem vefâtından sonra da Eshâb-ı kirâmın aleyhimürrıdvan Hz. Âişe Vâlidemize Ümm-ül-Müminin; müminlerin annesi olarak hürmetleri, ikrâmları ve izzetleri çok fazla idi.
Hatta bu hususta Hz. Ömer (r.a.) bunda o derece ileri gitti ki, Hz. Âişe:
Resûlullahın vefâtından sonra Hz. Ömer bana çok iyilik etti. Yâ Rabbi bundan böyle beni Onun ihsan ve iyilikleri için ayakta tutma! buyurdu.
Hz. Âişe Vâlidemiz Resûlullahın; kabr-i şerîfi yanında kendisi için ayırmış olduğu yeri Hz. Ömere (r.a.) verdi.
Hz Ömer buraya defn edildi...
- nur_umim
- Özel Üye
- Mesajlar: 1119
- Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00
AİŞE-İ SIDDÎKA
radiyallahu anha
Hz. Âişe Vâlidemiz Hz. Osman zamanında da dîn-i İslâmı öğretmekle meşgul oldu.
Osman (r.a.) hilafetinin son zamanlarında Kûfe ve Mısırda isyancılar Medineye yürüdüler ve Hz. Osmanı şehîd ettiler.
Hz. Ali, halife olunca, katilleri arayıp kısas yapmak için geciktirmeği uygun gördü.
Eşkıya ise, bundan yüz buldu. Taşkınlığa devam ettiler.
Hz. Osmana söğüp, kendilerini haklı gösteren sözleri her tarafa yaymağa başladılar.
Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Talha, Zübeyr, Numân bin Beşîr, Kab bin Acre ve başkaları bu hâle çok üzüldüler:
İşin sonunun böyle olacağını bilseydik, Hz. Osmanı, eşkıyaya karşı korurduk dediler.
Katiller, bunu haber alınca, bu sahâbîleri de şehîd etmeğe karar verdiler.
Bunlar da Mekke-i mükerremeye gittiler.
Hac etmek için Mekkeye gelmiş olan Hz. Âişeye anlatıp ona sığındılar.
Halîfe, fitneyi basdırıncaya kadar, eşkıyaya yüz veriyor. Onlar da şımararak düşmanlıklarını, işkencelerini arttırıyorlar. Kısas yapılmadıkça ve zâlimlerin cezası verilmedikçe, kan dökmemin önüne geçilemiyecekdir dediler.
Hz. Âişe de: Bu şakîler Medînede kaldıkça ve Emîrül-müminînin etrâfını sardıkça, sizin Medîneye gitmeniz doğru olmaz. Şimdilik emin bir yere gidiniz işin sonunu bekleyiniz. Hz. Alîyi bu eşkıyanın elinden kurtarmak için uzaktan yardım ediniz, ilk fırsatta, halîfeyi aranıza alıp eşkiyâ üzerine yürüyünüz. Katilleri yakalayıp kısas yapmak kolay olur. Böylece kıyâmete kadar, zâlimlere ders vermiş olursunuz! Bu iş şimdi kolay değildir. Acele etmeyiniz buyurdu.
Eshâb-ı kirâm, Hz. Âişenin sözlerini beğendiler, İslâm askerlerinin toplanma yerleri olan Irak ve Basra taraflarına gitmeği uygun gördüler.
Hz. Âişeye: Fitne kalkıp, ortalık düzelinceye ve halifeye kavuşuncaya kadar bizi himaye et! Sen Müslümanların annesisin ve Resûlullahın muhterem zevcesisin. Ona herkesden daha yakın ve daha sevgilisin. Seni herkes saydığı için, eşkiyâ sana yaklaşamaz. Bizimle beraber bulun! Bize kuvvet ol! diye yalvardılar.
Hz. Âişe, müslimânların rahat etmesi için ve Resûlullahın Eshâbını korumak için, onlarla birlikte Basraya hareket etti.
Halîfenin etrafını sarmış olan ve birçok işlere karışmakda olan katiller, bu haberi Hz. Alîye başka türlü anlattılar.
Halîfeyi de Basraya gitmeğe zorladılar.
İmâm-ı Hasen ve İmâm-ı Hüseyin ve Abdullah bin Cafer Tayyar ve Abdullah bin Abbâs gibi Sahâbîler, halîfeye acele etmemesini, münafıkların sözüne aldanmamasını söylediler ise de, eşkiyâ ağır basarak, Emir hazretlerini Basraya götürdüler.
Önce Kaka adında birini gönderip, Hz. Âişenin yanında bulunanların düşüncelerini sordu.
Sulh ve fitneyi önlemek istediklerini, bunun için de, önce katillerin yakalanması lâzım geldiğini söylediler. Halife, bu isteklerini uygun buldu. Her iki tarafdaki Müslümanlar sevindiler.
Üç gün sonra birleşmek için anlaştılar.
Buluşma saati yaklaşınca, katiller haber aldı. Şaşkına döndüler.
Başkanları olan Abdullah bin Sebe yahûdisinin etrâfında toplandılar.
Bunun çâresini sordular.
Son çaremiz bu gece halîfenin askerlerine hücum ediniz ve hemen halifeye gidip:
Âişenin yanındakiler sözlerinde durmadı. Baskına uğradık deyiniz.
Bir süvari birliği ile de, karşı tarafa saldırdılar.
Birkaç gün evvel gönderdikleri ajanlar da, karşı tarafdan imiş gibi:
Halife sözünde durmadı. Baskına uğradık diye bağırdılar.
Böylece harb başladı. Deve vakası böyle patlak verdi.
Deve vakası sonunda Hz. Ali, Hz. Âişeye izzet ve ikrâmda bulunmuş ve kendisini Medine-i Münevvereye göndermiştir.
Hz. Âişenin (r.anha) Deve vakasına çıkması, harb etmek için olmayıp ıslâh etmek, fitneyi basdırmak içindi.
Hz. Âişe müminlerin annesidir ve Resûlullahın zevcesidir.
Hz. Alinin de annesi makamında olduğu, Kurân-ı kerîmde bildirilmektedir.
İctihâdı Hz. Alinin ictihâdına uymadı.
Hz. Âişe; Hz. Aliyi çok severdi. Çünkü Aliyi sevmek imândandır hadîs-i şerîfini, Hz. Âişe haber verdi.
Böylece, onu sevdiğini ve herkesin de sevmesi lâzım geldiğini bildirdi.
Hz. Ali şehîd edilince pek çok ağladı ve üzüldü.
radiyallahu anha
Hz. Âişe Vâlidemiz Hz. Osman zamanında da dîn-i İslâmı öğretmekle meşgul oldu.
Osman (r.a.) hilafetinin son zamanlarında Kûfe ve Mısırda isyancılar Medineye yürüdüler ve Hz. Osmanı şehîd ettiler.
Hz. Ali, halife olunca, katilleri arayıp kısas yapmak için geciktirmeği uygun gördü.
Eşkıya ise, bundan yüz buldu. Taşkınlığa devam ettiler.
Hz. Osmana söğüp, kendilerini haklı gösteren sözleri her tarafa yaymağa başladılar.
Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Talha, Zübeyr, Numân bin Beşîr, Kab bin Acre ve başkaları bu hâle çok üzüldüler:
İşin sonunun böyle olacağını bilseydik, Hz. Osmanı, eşkıyaya karşı korurduk dediler.
Katiller, bunu haber alınca, bu sahâbîleri de şehîd etmeğe karar verdiler.
Bunlar da Mekke-i mükerremeye gittiler.
Hac etmek için Mekkeye gelmiş olan Hz. Âişeye anlatıp ona sığındılar.
Halîfe, fitneyi basdırıncaya kadar, eşkıyaya yüz veriyor. Onlar da şımararak düşmanlıklarını, işkencelerini arttırıyorlar. Kısas yapılmadıkça ve zâlimlerin cezası verilmedikçe, kan dökmemin önüne geçilemiyecekdir dediler.
Hz. Âişe de: Bu şakîler Medînede kaldıkça ve Emîrül-müminînin etrâfını sardıkça, sizin Medîneye gitmeniz doğru olmaz. Şimdilik emin bir yere gidiniz işin sonunu bekleyiniz. Hz. Alîyi bu eşkıyanın elinden kurtarmak için uzaktan yardım ediniz, ilk fırsatta, halîfeyi aranıza alıp eşkiyâ üzerine yürüyünüz. Katilleri yakalayıp kısas yapmak kolay olur. Böylece kıyâmete kadar, zâlimlere ders vermiş olursunuz! Bu iş şimdi kolay değildir. Acele etmeyiniz buyurdu.
Eshâb-ı kirâm, Hz. Âişenin sözlerini beğendiler, İslâm askerlerinin toplanma yerleri olan Irak ve Basra taraflarına gitmeği uygun gördüler.
Hz. Âişeye: Fitne kalkıp, ortalık düzelinceye ve halifeye kavuşuncaya kadar bizi himaye et! Sen Müslümanların annesisin ve Resûlullahın muhterem zevcesisin. Ona herkesden daha yakın ve daha sevgilisin. Seni herkes saydığı için, eşkiyâ sana yaklaşamaz. Bizimle beraber bulun! Bize kuvvet ol! diye yalvardılar.
Hz. Âişe, müslimânların rahat etmesi için ve Resûlullahın Eshâbını korumak için, onlarla birlikte Basraya hareket etti.
Halîfenin etrafını sarmış olan ve birçok işlere karışmakda olan katiller, bu haberi Hz. Alîye başka türlü anlattılar.
Halîfeyi de Basraya gitmeğe zorladılar.
İmâm-ı Hasen ve İmâm-ı Hüseyin ve Abdullah bin Cafer Tayyar ve Abdullah bin Abbâs gibi Sahâbîler, halîfeye acele etmemesini, münafıkların sözüne aldanmamasını söylediler ise de, eşkiyâ ağır basarak, Emir hazretlerini Basraya götürdüler.
Önce Kaka adında birini gönderip, Hz. Âişenin yanında bulunanların düşüncelerini sordu.
Sulh ve fitneyi önlemek istediklerini, bunun için de, önce katillerin yakalanması lâzım geldiğini söylediler. Halife, bu isteklerini uygun buldu. Her iki tarafdaki Müslümanlar sevindiler.
Üç gün sonra birleşmek için anlaştılar.
Buluşma saati yaklaşınca, katiller haber aldı. Şaşkına döndüler.
Başkanları olan Abdullah bin Sebe yahûdisinin etrâfında toplandılar.
Bunun çâresini sordular.
Son çaremiz bu gece halîfenin askerlerine hücum ediniz ve hemen halifeye gidip:
Âişenin yanındakiler sözlerinde durmadı. Baskına uğradık deyiniz.
Bir süvari birliği ile de, karşı tarafa saldırdılar.
Birkaç gün evvel gönderdikleri ajanlar da, karşı tarafdan imiş gibi:
Halife sözünde durmadı. Baskına uğradık diye bağırdılar.
Böylece harb başladı. Deve vakası böyle patlak verdi.
Deve vakası sonunda Hz. Ali, Hz. Âişeye izzet ve ikrâmda bulunmuş ve kendisini Medine-i Münevvereye göndermiştir.
Hz. Âişenin (r.anha) Deve vakasına çıkması, harb etmek için olmayıp ıslâh etmek, fitneyi basdırmak içindi.
Hz. Âişe müminlerin annesidir ve Resûlullahın zevcesidir.
Hz. Alinin de annesi makamında olduğu, Kurân-ı kerîmde bildirilmektedir.
İctihâdı Hz. Alinin ictihâdına uymadı.
Hz. Âişe; Hz. Aliyi çok severdi. Çünkü Aliyi sevmek imândandır hadîs-i şerîfini, Hz. Âişe haber verdi.
Böylece, onu sevdiğini ve herkesin de sevmesi lâzım geldiğini bildirdi.
Hz. Ali şehîd edilince pek çok ağladı ve üzüldü.
- nur_umim
- Özel Üye
- Mesajlar: 1119
- Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00
AİŞE-İ SIDDÎKA
radiyallahu anha
Seyyid Ahmed bin Ali Rıfâî buyuruyor ki Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân arasında olan olaylar üzerine aşırı konuşmak fikir yürütmek, hiç caiz değildir.Her müslüman, Eshâb hakkında, dilini tutmalı, o büyüklerin hep iyiliklerini söyleyip, hepsini sevmeli övmelidir. Çünkü onlar birbirlerini severlerdi.
Hz. Âişe müctehid idi.
Bütün İslâm ilimlerinde çok büyük derecesi vardı.
Bilhassa; kadınlara mahsus hallere dair fıkhî hükümler kendisinden sorulurdu.
Çünkü Hz. Âişe hem müminlerin annesi, hem de dinlerini öğrenecekleri bir müftî müctehide idi.
Âyet-i kerîme ile medh ve sena olundu. Alim, edîb, çok akıllı ve üstâd idi. Çok fasîh ve belîğ konuşurdu.
Âişe-i Sıddîka hazretlerinin fazîletleri, üstünlükleri, sayılamıyacak kadar çokdur.
Eshâb-ı kirâma fetva verirdi.
Âlimlerin çoğuna göre, fıkh bilgilerinin dörtte birini Hz. Âişe haber vermiştir.
Hadîs-i şerîfde: Dîninizin üçde birini Humeyrâdan öğreniniz! buyuruldu.
Resûhullah sallallahü aleyhi ve sellem Hz. Aişeyi çok sevdiği için, ona Humeyrâ derdi.
Eshâb-ı kirâmdan ve Tâbiînden çok kimse, Hz. Âişeden işittikleri hadîs-i şerîfleri haber vermişlerdir.
Urvetübni Zübeyr hazretleri buyuruyor ki: Kurân-ı kerîmin manâlarını ve halâl ve harâmları ve Arab şiirlerini ve neseb ilmini Hz. Âişeden daha çok bilen kimse görmedim.
Eshâb-ı kirâm, hediyyelerini, Resûlullaha, Âişenin evinde getirip, böylece sevgisini kazanmağa yarışırlardı.
Zevceler, iki grup idi. Âişe tarafında Hafsa, Safiyye, Sevde vardı.
İkincisi, Ümm-i Seleme ve ötekiler idi.
Bunlar, Ümm-i Selemeyi Resûlullaha gönderip:
Eshâbına emr buyur. Hediyye getirmek isteyen, hangi zevce yanında iseniz, oraya getirsin! dediklerinde, Resûlullah buyurdu ki:
Beni, Âişe hakkında incitmeyiniz! Cebrâil aleyhisselâm bana, yalnız Aişenin yanında iken geldi.
Ümm-i Seleme, dediğine pişman olup, tevbe ve afv diledi.
Fakat zevceler, Hz. Fâtıma (r.anha) ile de haber gönderdiler.
Cevabında: Ey kızım, benim sevdiğimi, sen sevmez misin? buyurdu.
Fâtıma: Elbet severim dedi.
Cevâbında: O hâlde, Âişeyi sev! buyurdu.
Âişe (r.anhâ)`buyurdu ki: Resûlullahın zevceleri arasında, Hadîceye (r.anhâ) gayret ettiğim gibi başkasına gıbta etmedim. Hâlbuki, onu görmemişdim. Çünkü, ölmüş olduğu hâlde, onun adını çok söylüyordu. Ne vakit bir koyun kesip dağıtsa mutlaka bir parçasını da Hadîcenin akrabasına yollardı. Bunu görünce, bir defa: Allahü Teâlâ, sana, sanki Hadîceden başka kadın vermedi mi, hep onu söylüyorsun! dedim.
Evet, başka kadınlarım oldu. Fakat, o şöyle idi, böyle idi ve ondan çocuklarım oldu! buyurdu.
Tirmizîde Mûsâ bin Talha diyor ki: Hz. Âişeden daha fasîh, düzgün konuşanı görmedim.
Resûlullahı medh eden şu iki beyt Hz. Âişenindir:
Ve lev semiû ehl-ü Mısre evsâfe haddihî,
Lemâ bezelû fî sevmi Yûsufe min nakdin.
Levîmâ Zelîhâ lev re eyne cebînehû,
Le âserne bilkatil kulûbi alel- eydi.
Mısırdakiler, onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı.
Yûsuf aleyhisselâmın pazarlığında hiç para vermezlerdi.
Yani, bütün mallarını, onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı.
Zelihâyı kötüliyen kadınlar, onun parlak alnını görselerdi ellerinin yerine kalblerini keserlerdi (de acısını duymazlardı).
radiyallahu anha
Seyyid Ahmed bin Ali Rıfâî buyuruyor ki Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân arasında olan olaylar üzerine aşırı konuşmak fikir yürütmek, hiç caiz değildir.Her müslüman, Eshâb hakkında, dilini tutmalı, o büyüklerin hep iyiliklerini söyleyip, hepsini sevmeli övmelidir. Çünkü onlar birbirlerini severlerdi.
Hz. Âişe müctehid idi.
Bütün İslâm ilimlerinde çok büyük derecesi vardı.
Bilhassa; kadınlara mahsus hallere dair fıkhî hükümler kendisinden sorulurdu.
Çünkü Hz. Âişe hem müminlerin annesi, hem de dinlerini öğrenecekleri bir müftî müctehide idi.
Âyet-i kerîme ile medh ve sena olundu. Alim, edîb, çok akıllı ve üstâd idi. Çok fasîh ve belîğ konuşurdu.
Âişe-i Sıddîka hazretlerinin fazîletleri, üstünlükleri, sayılamıyacak kadar çokdur.
Eshâb-ı kirâma fetva verirdi.
Âlimlerin çoğuna göre, fıkh bilgilerinin dörtte birini Hz. Âişe haber vermiştir.
Hadîs-i şerîfde: Dîninizin üçde birini Humeyrâdan öğreniniz! buyuruldu.
Resûhullah sallallahü aleyhi ve sellem Hz. Aişeyi çok sevdiği için, ona Humeyrâ derdi.
Eshâb-ı kirâmdan ve Tâbiînden çok kimse, Hz. Âişeden işittikleri hadîs-i şerîfleri haber vermişlerdir.
Urvetübni Zübeyr hazretleri buyuruyor ki: Kurân-ı kerîmin manâlarını ve halâl ve harâmları ve Arab şiirlerini ve neseb ilmini Hz. Âişeden daha çok bilen kimse görmedim.
Eshâb-ı kirâm, hediyyelerini, Resûlullaha, Âişenin evinde getirip, böylece sevgisini kazanmağa yarışırlardı.
Zevceler, iki grup idi. Âişe tarafında Hafsa, Safiyye, Sevde vardı.
İkincisi, Ümm-i Seleme ve ötekiler idi.
Bunlar, Ümm-i Selemeyi Resûlullaha gönderip:
Eshâbına emr buyur. Hediyye getirmek isteyen, hangi zevce yanında iseniz, oraya getirsin! dediklerinde, Resûlullah buyurdu ki:
Beni, Âişe hakkında incitmeyiniz! Cebrâil aleyhisselâm bana, yalnız Aişenin yanında iken geldi.
Ümm-i Seleme, dediğine pişman olup, tevbe ve afv diledi.
Fakat zevceler, Hz. Fâtıma (r.anha) ile de haber gönderdiler.
Cevabında: Ey kızım, benim sevdiğimi, sen sevmez misin? buyurdu.
Fâtıma: Elbet severim dedi.
Cevâbında: O hâlde, Âişeyi sev! buyurdu.
Âişe (r.anhâ)`buyurdu ki: Resûlullahın zevceleri arasında, Hadîceye (r.anhâ) gayret ettiğim gibi başkasına gıbta etmedim. Hâlbuki, onu görmemişdim. Çünkü, ölmüş olduğu hâlde, onun adını çok söylüyordu. Ne vakit bir koyun kesip dağıtsa mutlaka bir parçasını da Hadîcenin akrabasına yollardı. Bunu görünce, bir defa: Allahü Teâlâ, sana, sanki Hadîceden başka kadın vermedi mi, hep onu söylüyorsun! dedim.
Evet, başka kadınlarım oldu. Fakat, o şöyle idi, böyle idi ve ondan çocuklarım oldu! buyurdu.
Tirmizîde Mûsâ bin Talha diyor ki: Hz. Âişeden daha fasîh, düzgün konuşanı görmedim.
Resûlullahı medh eden şu iki beyt Hz. Âişenindir:
Ve lev semiû ehl-ü Mısre evsâfe haddihî,
Lemâ bezelû fî sevmi Yûsufe min nakdin.
Levîmâ Zelîhâ lev re eyne cebînehû,
Le âserne bilkatil kulûbi alel- eydi.
Mısırdakiler, onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı.
Yûsuf aleyhisselâmın pazarlığında hiç para vermezlerdi.
Yani, bütün mallarını, onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı.
Zelihâyı kötüliyen kadınlar, onun parlak alnını görselerdi ellerinin yerine kalblerini keserlerdi (de acısını duymazlardı).
- nur_umim
- Özel Üye
- Mesajlar: 1119
- Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00
Hz. Aişe, kendisinin, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin diğer hanımlarının hepsinden daha üstün olduğunu söyleyerek, Allahü Teâlânın nimetlerini sayar, övünürdü.
Bunlardan da bazıları şunlardır:
1- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, beni istemeden önce, Cebrail aleyhisselamın benim suretimi getirip, kendisine gösterdiğini ve: Bu senin zevcendir dediğini söylerdi.
2- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin zevceleri içinde, koca görmeden Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile evlenen, benden başka olmamıştır.
3- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin zevceleri içinde, yalnız benim yanımda iken vahiy geldi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, bazı zevcelerine: Aişe'yi üzerek, beni incitmeyiniz! Biliniz ki, onun yanında bana vahiy gelmektedir buyurmuştu.
4- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin zevceleri arasında, benden başka hiçbirinin hem babası, hem de annesi hicret etmiş değildir.
5- Allahü Teâlâ benim hakkımda berât âyetini nâzil eyledi.
6- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat ederken, mübarek başları benim göğsümde idi.
7- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim odamda vefat etti.
8- Benim odam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in türbesi olmuştur.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi teselli ederdi
Hz. Aişe validemiz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ın rızasına kavuşmak için, gecesini gündüzüne katardı.
Onu birazcık üzgün görse, teselli etmek için elinden gelen her şeyi yapardı.
Hatta Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin akrabalarını da gözetir, onlara karşı da her türlü iyiliği yapardı.
Hz. Aişe buyuruyor ki:
"Günde ikinci defa yemek yiyordum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz görünce buyurdu ki:
- Ya Aişe! Yalnız mideni doyurmak, sana, her işten daha tatlı mı geliyor? Günde iki kere yemek de israftandır. Allahü Teâlâ, israf edenleri sevmez.
Hâdimî hazretleri, burayı şöyle açıklıyor: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz Hz. Aişe'nin ikinci yemeği, acıkmadan yediğini anlayarak böyle buyurmuştur. Yoksa, kefaretler için, günde iki kere yedirmek lazım olduğu meydandadır.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ın vefatından sonra, Hz. Aişe'ye, yemek yiyip yimediğini sordular:
Hiçbir zaman doyasıya yemedim buyurdular ve ağladılar.
Hz. Aişe buyurur ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin karnı hiçbir zaman yemek ile doymamıştır. Bu hususta hiç kimseye yakınmamıştır. İhtiyaç içinde olmak, onun için zenginlikten daha iyi idi. Bütün gece açlıktan kıvransa bile, Onun bu durumu, gündüz orucundan onu alıkoymazdı.İsteseydi, Rabbinden yeryüzünün bütün hazinelerini, meyvelerini ve refah hayatını isterdi. And olsun ki, Onun, o hâlini gördüğüm zaman acırdım ve ağlardım.
Elimle karnını sıvazlardım ve derdim ki:
-Canım sana feda olsun! Sana güç verecek, şu dünyadan bazı menfaatler, yiyecek ve içecekler temin etsem olmaz mı?
Bunun üzerine bana buyururdu ki:
Ey Aişe, dünya benim neyime! Ulul'azm olan peygamber kardeşlerim, bundan daha çetin olanına karşı tahammül gösterdiler. Fakat o hâlleri ile yaşayışlarına devam ettiler, Rablerine kavuştular. Bu sebeple Rableri, onların kendisine dönüşlerini çok güzel bir şekilde yaptı, sevaplarını artırdı. Ben refah bir hayat yaşamaktan hayâ ediyorum. Çünkü böyle bir hayat, beni onlardan geri bırakır. Benim için en güzel ve sevimli şey, kardeşlerime, dostlarıma kavuşmak ve onlara katılmaktır.
Bu sözlerinden sonra fazla zaman geçmedi, bir ay kadar sonra vefat ettiler."
- safa-merve
- Özel Üye
- Mesajlar: 649
- Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00
- nur_umim
- Özel Üye
- Mesajlar: 1119
- Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00
AİŞE-İ SIDDÎKA
radiyallahu anha
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Hz. Aişe'ye birçok tavsiyelerde bulunmuştur.
Bunlardan bazıları şunlardır:
" Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
- Ey 'Âişe! Geceleri şu dört şeyi yapmadan uyuma:
1- Kurân-ı Kerîm'i hatim etmeden,
2- Benim ve diğer peygamberlerin şefaatlerine kavuşmadan,
3- Müminleri kendinden hoşnut etmeden,
4- Hac etmeden.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bunları söyledikten sonra namaza durdu.
Namazını bitirip de yanıma geldiğinde, kendilerine dedim ki:
Ey iki cihanın güneşi olan Efendim! Annem, babam, canım sana fedâ olsun. Bana dört şeyi yapmamı emrediyorsun. Ben bunları bu kısa müddet içinde nasıl yapabilirim?"
Bunun üzerine tebessüm ederek buyurdular ki:
Ya 'Âişe! Ondan kolay ne var?
Üç İhlâs-ı şerîfi ve bir Fâtiha Sûresini okursan, Kurân-ı Kerim'i hatmetmiş;
bana ve diğer peygamberlere salâvat getirirsen, şefaatımıza kavuşmuş;
önce müminlerin ve sonra da kendi affını dilersen, müminleri kendinden hoşnut etmiş;
Subhânallahi velhamdulillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh. Lehul mulku ve lehu'l-hamdu ve huve 'alâ kulli şey'in kadîr tesbihini okursan hac etmiş sayılırsın.
- Ey 'Âişe, yumuşak ol; zîra ALLAHU Teâlâ bir ev halkına iyilik murâd ederse, onlara rıfk, yumuşaklık kapısını gösterir.
- Ey 'Âişe bilmez misin; kul secde ettiği zaman, ALLAH onun secde yerini yedi kat yerin sonuna kadar tertemiz kılar.
- Ey 'Âişe, hiç hayâsız söz söylediğimi gördün mü? Kıyâmet gününde ALLAH katında en kötü insan, şerrinden kaçarak insanların terkettiği kimsedir.
- Ey 'Âişe, ALLAH, kullarına lutf ile muâmele edicidir. Her işte yumuşak davranılmasını sever.
- Ey 'Âişe, sana birisi, istemeden, birşey verirse, kabul et! Çünkü o, ALLAHU Teâlânın sana gönderdiği bir rızıktır.
Sevgili Peygamberimizin huzurlarına, birtakım yahudiler girdiler:
Essâmu aleyk diyerek, sırıttılar.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de:
"Ve aleykum"
karşılığında bulundular.
Bunları duyan Hz. 'Âişe, yahudilere lânet etmeye başladı.
Çünkü Essâmu aleyk! sözlerinin mânâsı: Ölüm, senin üzerine olsun demekti.
İşte bu yüzden Peygamber Efendimizin hanımı, kendini tutamamıştı.
Bu şaşkın yahudiler, güya kurnazlık ettiler!
Selâm verir gibi görünüp, HAKK Teâlâ'nın en şerefli Peygamberine hakârete yeltendiler.
Hz. 'Âişe'yi üzen de onların bu sefîl niyetleriydi.
Fakat Peygamber Efendimiz sâkin görünüyorlardı.
Hanımına sordular:
- Ey Aişe! Sana ne oldu ki, onlara lânet ettin?
Hz. Aişe-i Sıddıka hâlâ hiddetini yenememişti: Ne söylediklerini işitmediniz mi, ya Rasûlallah dedi.
Peygamber Efendimiz de: "Sen de, benim onlara: Ve aleykum... dediğimi işitmedin mi?
buyurdu.
Gerçekten: Ve aleykum demek, Sizin üzerinize olsun mânâsına geliyordu.
Böylece yahudilerin ölüm temennisini; sevgili Peygamberimiz, aynen kendilerine iâde etmişlerdi.
Hz. 'Âişe, birgün Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimize sordu:
- Şehidlerin derecesine yükselen olur mu?
- Hergün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehidlerin derecesini bulur.
- Ya Rasûlallah! Sizin üzerinize, Uhud gününden (harbinden) daha şiddetli bir gün geldi mi?
- Ya 'Âişe! Gördüğüm eziyetin en şiddetlisi, Taif şehrinde olmuştur.
Hz. 'Âişe'nin annesi Umm-i Ruman binti Âmir'dir. Lâkabı Sıddîka'dır.
Hz. 'Âişe'nin çocuğu yoktu. Bunun için künyesi de yoktu.
Araplarda künyeye çok ehemmiyet verilirdi. Bunun için Hz. 'Âişe üzülürdü.
Birgün Hz. Peygambere bunu arzetmiş ve Peygamberimiz de buyurmuştu ki:
- Sen yeğenin Abdullah bin Zübeyr'i kendine evlat edinirsin ve onun ismine izâfeten de künye alırsın.
Bundan sonra Hz. 'Âişe yeğeni Abdullah bin Zübeyr'e izâfeten ümm-i Abdullah diye künyelendi.
Hz. 'Âişe, Hicret'ten dokuz sene önce Mekke-i Mükerremede doğdu.
676 senesinin Ramazan ayının 17. salı günü Medine-i Münevverede vefat etti.
(İslam âlimleri ansiklopedisi-alıntıdır)
radiyallahu anha
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Hz. Aişe'ye birçok tavsiyelerde bulunmuştur.
Bunlardan bazıları şunlardır:
" Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
- Ey 'Âişe! Geceleri şu dört şeyi yapmadan uyuma:
1- Kurân-ı Kerîm'i hatim etmeden,
2- Benim ve diğer peygamberlerin şefaatlerine kavuşmadan,
3- Müminleri kendinden hoşnut etmeden,
4- Hac etmeden.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bunları söyledikten sonra namaza durdu.
Namazını bitirip de yanıma geldiğinde, kendilerine dedim ki:
Ey iki cihanın güneşi olan Efendim! Annem, babam, canım sana fedâ olsun. Bana dört şeyi yapmamı emrediyorsun. Ben bunları bu kısa müddet içinde nasıl yapabilirim?"
Bunun üzerine tebessüm ederek buyurdular ki:
Ya 'Âişe! Ondan kolay ne var?
Üç İhlâs-ı şerîfi ve bir Fâtiha Sûresini okursan, Kurân-ı Kerim'i hatmetmiş;
bana ve diğer peygamberlere salâvat getirirsen, şefaatımıza kavuşmuş;
önce müminlerin ve sonra da kendi affını dilersen, müminleri kendinden hoşnut etmiş;
Subhânallahi velhamdulillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh. Lehul mulku ve lehu'l-hamdu ve huve 'alâ kulli şey'in kadîr tesbihini okursan hac etmiş sayılırsın.
- Ey 'Âişe, yumuşak ol; zîra ALLAHU Teâlâ bir ev halkına iyilik murâd ederse, onlara rıfk, yumuşaklık kapısını gösterir.
- Ey 'Âişe bilmez misin; kul secde ettiği zaman, ALLAH onun secde yerini yedi kat yerin sonuna kadar tertemiz kılar.
- Ey 'Âişe, hiç hayâsız söz söylediğimi gördün mü? Kıyâmet gününde ALLAH katında en kötü insan, şerrinden kaçarak insanların terkettiği kimsedir.
- Ey 'Âişe, ALLAH, kullarına lutf ile muâmele edicidir. Her işte yumuşak davranılmasını sever.
- Ey 'Âişe, sana birisi, istemeden, birşey verirse, kabul et! Çünkü o, ALLAHU Teâlânın sana gönderdiği bir rızıktır.
Sevgili Peygamberimizin huzurlarına, birtakım yahudiler girdiler:
Essâmu aleyk diyerek, sırıttılar.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de:
"Ve aleykum"
karşılığında bulundular.
Bunları duyan Hz. 'Âişe, yahudilere lânet etmeye başladı.
Çünkü Essâmu aleyk! sözlerinin mânâsı: Ölüm, senin üzerine olsun demekti.
İşte bu yüzden Peygamber Efendimizin hanımı, kendini tutamamıştı.
Bu şaşkın yahudiler, güya kurnazlık ettiler!
Selâm verir gibi görünüp, HAKK Teâlâ'nın en şerefli Peygamberine hakârete yeltendiler.
Hz. 'Âişe'yi üzen de onların bu sefîl niyetleriydi.
Fakat Peygamber Efendimiz sâkin görünüyorlardı.
Hanımına sordular:
- Ey Aişe! Sana ne oldu ki, onlara lânet ettin?
Hz. Aişe-i Sıddıka hâlâ hiddetini yenememişti: Ne söylediklerini işitmediniz mi, ya Rasûlallah dedi.
Peygamber Efendimiz de: "Sen de, benim onlara: Ve aleykum... dediğimi işitmedin mi?
buyurdu.
Gerçekten: Ve aleykum demek, Sizin üzerinize olsun mânâsına geliyordu.
Böylece yahudilerin ölüm temennisini; sevgili Peygamberimiz, aynen kendilerine iâde etmişlerdi.
Hz. 'Âişe, birgün Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimize sordu:
- Şehidlerin derecesine yükselen olur mu?
- Hergün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehidlerin derecesini bulur.
- Ya Rasûlallah! Sizin üzerinize, Uhud gününden (harbinden) daha şiddetli bir gün geldi mi?
- Ya 'Âişe! Gördüğüm eziyetin en şiddetlisi, Taif şehrinde olmuştur.
Hz. 'Âişe'nin annesi Umm-i Ruman binti Âmir'dir. Lâkabı Sıddîka'dır.
Hz. 'Âişe'nin çocuğu yoktu. Bunun için künyesi de yoktu.
Araplarda künyeye çok ehemmiyet verilirdi. Bunun için Hz. 'Âişe üzülürdü.
Birgün Hz. Peygambere bunu arzetmiş ve Peygamberimiz de buyurmuştu ki:
- Sen yeğenin Abdullah bin Zübeyr'i kendine evlat edinirsin ve onun ismine izâfeten de künye alırsın.
Bundan sonra Hz. 'Âişe yeğeni Abdullah bin Zübeyr'e izâfeten ümm-i Abdullah diye künyelendi.
Hz. 'Âişe, Hicret'ten dokuz sene önce Mekke-i Mükerremede doğdu.
676 senesinin Ramazan ayının 17. salı günü Medine-i Münevverede vefat etti.
(İslam âlimleri ansiklopedisi-alıntıdır)
- nur_umim
- Özel Üye
- Mesajlar: 1119
- Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00
AİŞE-İ SIDDÎKA
radiyallahu anha
Hz Ebû Bekir Radıyallâhu anhu'nun kızı 612 yılında Mekke'de doğmuştur
Annesi umm-i ruman binti Amirdir
Lakâbı Sıddîkadır
Araplarda künyeye çok ehemmiyet verilirdi
Hz 'Âişe'nin (ra) çocuğu olmadığı için bir künyeside yoktu
Bunun için Hz. 'Âişe (ra) üzülürdü Birgün Hz. Peygambere bunu arzetmiş ve Peygamberimiz de buyurmuştu ki:
-Sen yeğenin Abdullah bin Zübeyri kendine evlât edinirsin ve onun ismine izâfeten de künye alırsın.
Bundan sonra Hz. 'Âişe yeğeni Abdullah bin Zübeyre izâfeten umm-i Abdullah diye künyelenmiştir Rasûlullahın üçüncü eşi olan Hz.'Âişe annemizin doğum tarihi ile ilgili birçok farklı rivâyetler mevcuttur.
Bir rivâyete göre nübüvvetten önce diğer bir rivâyete göre nübüvvetten dört yıl sonra doğmuştur. Eğer ilk verdiğimiz rivâyeti kabul edersek Hz.'Âişe Rasûllullah ile nişanlandığında altı yaşında idi.
Bir rivâyete göre de Hz.'Âişe annemiz kendisi için
Ben kendimi bildim bileli İslâmın içinde idim. buyuruyor.
Müslim ve Buharide geçen rivâyetlerde Rasûlullah:
Cibril bana ruyamda beyaz ipek örtü içerisinde bu senin eşindir dedi.
Örtüyü kaldırdığımda 'Âişeyi gördüm. Tirmîzide bunu Hz.'Âişeden şu ifâdelerle aktarır.
Cibril benim resmimi yeşil ipek bir bezde Rasûllullaha getirdi ve dedi ki bu senin dünyâ ve âhirette zevcendir.
Hz.'Âişe annemizin zekîliğini ondan gelen bu rivâyette daha bir belirgin görmekteyiz. Dünyâda Rasûlullah için sevgili idi, bunu âhiret hayâtında da devam edeceğini vurgulamakta- Ve bu rüyâ üzerine Rasûlullah durumu Ebû Bekire açar. Bu konuda aracı olan Hâule bintu Hakîm'dir.
Hz.Ebû Bekir ilk olarak biraz tereddüt eder. Çünkü geleneklere göre çok samîmi arkadaş olanlar birbirlerinin kızları ile evlenemezler. Rasûllullaha bu sıkıntısını dile getirince Rasûllullah;
Sen benim dinde kardeşimsin bu senin kızını bana haram kılmaz ki
der.
Fakat ikinci bir engel daha vardır. Hz.'Âişe Mutim ibn Adiyin oğlu Cübeyr ile sözlü idi. Rivâyetlere göre Hz.'Âişe ile Cübeyr beşik kertmesi olarak bilinmektedir. Ebû Bekir Rasûllullahdan izin isteyerek önce bir Mutim ile görüşmek istediğini söyler.
Aslında putperest olan bu âile Rasûllullahın getirdiği dîne mensup olan Ebu Bekirin kızını almaktan vazgeçmişlerdir. Özellikle Cübeyrin annesi;
Bu kız benim evime girerse oğlumu dininden çevirir
diyerek şiddetle bu evliliğe karşı çıkıyordu.Hz.Ebû Bekirin Mutim ile konuşmasından sonra karşı tarafla tamâmen ilişki kesilir ve Rasûllullaha haber göndererek gelip kızını nikâhlamasını ister. Hicretten iki yıl önce Şevval ayında nişanlanan Hz.'Âişe annemiz üç veya dört yıl nişanlı kalır.
Babası Ebû Bekir ve Rasûllullah hicretinden kısa bir süre sonra Hz.'Âişenin annesi ağabeyi Abdullah, kız kardeşi Esma, Rasûlullahın eşi Sevde kızları Fâtıma ve Ümmü Gülsüm ile birlikte Medineye hicret ederler. Medîne havası muhacirlere yaramamış, bir çoğu hastalanmıştı. Hz.Ebû Bekir (r.a.) da ağır hastalanmış ve ona Hz.Ayşe bakmıştı. İyileşmesinin ardından Ayşe rahatsızlanmış ve yatağa düşmüş, hastalığının şiddetinden saçlarının tamâmı dökülmüştü. Bir müddet sonra bu hastalıklar atlatılmıştı. Hz.Ebû Bekir Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem e haber göndererek Ayşeyi niçin eve almadığını sorar.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Mehriyeyi ödemek için paraları olmadığını bildirirler. Bunun üzerine Hz.Ebû Bekir ödünç olarak 500 dirhem ona verir. Zâtı Saadetleri de bu parayı Hz.Ayşeye gönderir.
Baba ocağından Rasûlullahın evine gelin giden Hz 'Âişe ona hem sevgili hem de en iyi talebelerinden biri olur. İlim öğrenmede en büyük imkânı oda kapısının Mescid-i Nebevîye açılıyor olmasıydı. Hz.'Âişe bu sâyede peygambere yöneltilen soru ve cevapları ayrıca peygamberin tüm sohbetlerini dinleme imkânı buluyordu.
Hz.'Âişenin Rasûllullah ile ilişkilerini seviyeli bir düzeyde götürdüğünü görüyoruz. Rasûllullahın hizmetinde kusur etmez, Rasûlullahın hem peygamber hem de liderlik yükünün ağırlığını paylaşmaya çalışır. Hz.'Âişeyi Rasûllullahın vefâtına kadar hep yanında görüyoruz. Hattâ o son günlerini Hz.'Âişenin hânesinde geçirir.
Hz.'Âişeyi Rasûllullah ile gece namazlarında, yolculuklarda, savaşlarda hep berâber görüyoruz. Rasûlullahın Hz.'Âişeye olan sevgisini iki örnekle verebiliriz. Rasûlullah kızı Fâtımaya şöyle der:
- Ey Fâtıma benim sevdiğimi sevmek istemez misin?
Fâtıma Evet cevâbını verince ,
- Öyleyse 'Âişeyi sev ben onu seviyorum, der.
Yine sahâbenin Yâ Rasûlullah sana insanlardan en sevimli kim?
sorusu üzerine Rasûlullah Aişe diye cevaplıyor. Ondan sonra kim sorusuna ise Onun babası diyordu.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s) in Hz.Ayşeye muhabbeti fazla idi. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu:
Hak Teâlâ ile benim aramda bulunan meselede -kadınlar arasında eşitliği gözetmek husûsunda- imkânı olduğu nisbette dikkat edip adâletten ayrılmadım.
Fakat Ayşeye karşı sevgimin fazla olmasına mâni olmak kudret ve imkânım dâhilinde değildir. HAKK Teâlâ bunun için beni afv eylesin.
Hz. 'Âişe, kendisinin, Peygamberimizin diğer hanımlarının hepsinden daha üstün olduğunu söyleyerek, ALLAHU Teâlâ'nın nîmetlerini sayar, övünürdü.
Bunlardan da bâzıları şunlardır:
1- Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz, beni istemeden önce, Cebrâil aleyhisselâmın benim sûretimi getirip, kendisine gösterdiğini ve, Bu senin zevcendir dediğini söylerdi.
2-Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in zevceleri içinde, koca görmeden Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ile evlenen, benden başka olmamıştır.
3- Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in zevceleri içinde, yalnız benim yanımda iken vahiy geldi. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz, bâzı zevcelerine,
'Âişeyi üzerek, beni incitmeyiniz! Biliniz ki, onun yanında bana vahiy gelmektedir
buyurmuştu.
4- Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in zevceleri arasında, benden başka hiçbirinin hem babası, hem de annesi hicret etmiş değildir.
5- ALLAHU Teâlâ benim hakkımda berât âyetini nâzil eyledi.6- Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem vefat ederken, mübârek başları benim göğsümde idi.
7- Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem benim odamda vefat etti.
8- Benim odam Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in türbesi olmuştur.
Ama yinede Rasûlullahın diğer hanımlarını yinede kıskanır Ve bu kıskançlığı onu bazen üzer bâzen meraklandırır. Rasûllullah Efendimiz Hayber Seferi dönüşü yanında Safiye annemizle dönüyordu. Hz.'Âişe yola çıkarak kalabalığın içine dalıp Rasûllullah ve Safiye annemize bakıyordu. Rasûlullah kendisini fark etmesi üzerine
Safiyenin güzel bir kadın olduğunu söylediler bende merâkımı gidermek için geldim
diyor. İlme ve hizmete gönül veren bu annemiz her kadın gibi süs eşyâlarına karşı olan ilgisi de dikkatimizi çekiyor. Mesela hayâtında yaşadığı iki farklı olayında oluşmasına sebep olan unsur gerdanlığı olmuştur. Teyemmüm âyetinin inişine sebep olan olay, bugün inananlara hâlâ acı veren hâdise; İfk Hadisesi.
ALLAHın koymuş olduğu sınırları çok iyi kavrayan bu annemizi gece Rasûllullah ile berâber saatlerce gece namazı kıldığını görüyoruz. Ve Rasûlullah başını Hz.'Âişenin dizine koymuş vaziyette uyur iken 'Âişe annemizin gözlerinden ALLAH korkusundan bir damla yaş peygamberimizin yüzüne düşer. Rasûlullah gözlerini açar ve
Neden ağlıyorsun ey 'Âişe
diye sorunca,
'Âişe annemiz Ya Rasûllullah o son günün korkusundan ağlıyorum. Düşünüyordum da acâba sen o gün bana yardımcı olabilir misin? diye sorunca
Ey 'Âişe vallâhi üç yerde senin için bir şey yapamam: Sıratta, mîzanda, hesapta"
'Âişe-i Sıddîka hazretlerinin fazîletleri, üstünlükleri, sayılamayacak kadar çoktur. Ashâb-ı kirâm'a fetvâ verirdi. Âlimlerin çoğuna göre, fıkıh bilgilerinin dörtde birini Hz. 'Âişe haber vermiştir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz, Hz. 'Âişeyi çok sevdiği için, ona Humeyrâ derdi
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
- Dininizin üçte birini Humeyrâdan öğreniniz!
Rasûlullahın kullandığı dili ve mantığını iyi kavradığından onun düşünce tarzını ve kullandığı mecaz kelimeleri biliyor ve onları tahkik ediyor.
"Ölü üzerindeki elbise ile diriltilir" sözünü El-Hudri yanlış anlar ve yeni elbiseler yeni elbiseler ile geçer
Hz.'Âişe ise Rasûlullahın bundan maksadın kişi hangi amel üzerine öldü ise bu elbise odur der.
Mûsa bin Talha diyor ki:
Hz. 'Âişeden daha fâsih, düzgün konuşanı görmedim.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemi metheden şu mânâda bir şiir söylemiştir:
Mısırdakiler, Onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, Yusuf aleyhisselamın pazarlığında hiç para vermezlerdi. Yâni, bütün mallarını, Onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zelihayı kötüleyen kadınlar, Onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalblerini keserlerdi de acısını duymazlardı.
Eshab-ı Kiram'dan ve tâbiînden çok kimse, Hz. 'Âişeden işittikleri hadis-i şerifleri haber vermişlerdir. Ürvet ubnu Zubeyr hazretleri buyuruyor ki:
Kurân-ı Kerîm'in mânâlarını, helâl ve haramları ve Arap şiirlerini ve nesep ilmini Hz. 'Âişeden daha çok bilen kimse görmedim.
Çok kanaatkar olduğu için yalnız bir çift ayakkabısı vardı, bunu temizler temizler giyerdi.Eshâb-ı Kiram, hediyelerini, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme, 'Âişenin evinde getirip, böylece sevgisini kazanmak için yarışırlardı. "
Zevceler, iki grup idi. 'Âişe tarafında Hafsa, Safiyye, Sevde vardı.
İkincisi, Ümm-i Seleme ve ötekiler idi. Bunlar, Ümm-i Selemeyi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e gönderip,
Ashâbına emir buyursanız da, hediye getirmek isteyen, hangi zevce yanında iseniz, oraya getirse
dediklerinde, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurdu ki:- Beni, 'Âişe hakkında incitmeyiniz! Cebrail bana yalnız 'Âişenin yanında iken geldi.
Ümm-i Seleme de dediğine pişman olup, tevbe ve af diledi.
(Alıntıdır.)
- nur_umim
- Özel Üye
- Mesajlar: 1119
- Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ın Vefatından Sonra Hz.Aişe
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde 'Âişe annemiz çok gençti.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ile dokuz sene evli kaldı.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz vefat edince Hz.'Âişe annemizin odasına defnedilir. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin vefâtından sonra Hz. 'Âişe annemiz hadislerin bir sonraki nesillere taşınması görevini üslenmiştir.
Hadisler konusunda 'Âişe annemiz oldukça titiz davranmıştır.
Ve bu konuda Dirâyetçilerin arasında yer almaktadır.
Hz.'Âişe annemizin Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin vefâtından sonra yaşadığı en büyük olay Cemel Vakasıdır.
Bu olay H.36 (9 Aralık 656 ) Basra yakınlarında gerçekleşmiştir.
Hz. Osman döneminde haksızlığa uğradıklarını iddia eden insanlar Medîneye toplanarak ayaklanır ve halîfe Osmanın evini kuşatırlar.
Hz.Ali kendi çocuklarını halîfenin evinin kapısına bekçi olarak koyar.
Fakat bütün bunlara rağmen halîfe Osman öldürülür.
Hz.Osmanın öldürülmesiyle Ümeyye Oğulları Medîneyi terk eder.
Ve Medîne isyancıların eline kalır.
Bunun üzerine hemen şûra toplanır ve Hz.Ali halîfe seçilir.
Hz.Ali öncelikle Medînede ortamın durulmasını sağlar.
Ve amacı ortam durulduktan sonra Hz.Osmanın katillerinin bulunmasıdır.
Bu sırada Hz.Aişe annemiz hac için Mekke dedir.
Dönüş yolunda olayı Zübeyr bin Avvam, Talha bin Ubeydullahdan öğrenir.
Etrâfındakilerin Hz.Ali konusunda olumsuz şeyler söylemesi sonucunda tekrar Mekkeye döner.
Onun isteği de Hz. Osmanın kanının hesâbının sorulmasıdır.
Mekkede etrâfına toplanan Ümeyye Oğulları Hz.Aişe annemizi Medîneye yürümek üzere ikna ederler.
On beş bin kişilik ordu toplanır ve oradan Basraya hareket edilir.
Haveb yakınlarında Hz.'Âişe annemiz geri dönmek ister fakat Zübeyr bin Avvam, Talha bin Ubeydullah onun sâyesinde ALLAH ın barış ve huzurunu sağlayacağını söyleyerek iknâ ederler.
Hz.'Âişe annemizin amacıda iç sükûneti sağlamak uzlaşma yoluna gitmekti. Fakat işler çok daha farklı gelişti.
Bu savaşın Cemel Vakası olarak anılmasının sebebi Hz.'Âişe annemizin savaşı devesinin üzerinden idâre etmesindendir.
Sonuçta Hz.'Âişe tarafı savaşı kaybetti.
Talha ve Zübeyr olmak üzere birçok müslümanın kanı akar.
Hz.Ali Hz.'Âişeyi kardeşi Muhammed bin Ebubekir ile Basraya oradan da Basralı 40 kadınla 12 bin dirhem vererek Medîneye gönderir.
Ancak Hz.'Âişe önce Mekkeye hacca oradan Medîneye döner.
Daha sonraki hayâtında hiçbir dönem siyâsete katılmamıştır ve kendisini tamâmen ilme vermiştir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde 'Âişe annemiz çok gençti.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ile dokuz sene evli kaldı.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz vefat edince Hz.'Âişe annemizin odasına defnedilir. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin vefâtından sonra Hz. 'Âişe annemiz hadislerin bir sonraki nesillere taşınması görevini üslenmiştir.
Hadisler konusunda 'Âişe annemiz oldukça titiz davranmıştır.
Ve bu konuda Dirâyetçilerin arasında yer almaktadır.
Hz.'Âişe annemizin Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin vefâtından sonra yaşadığı en büyük olay Cemel Vakasıdır.
Bu olay H.36 (9 Aralık 656 ) Basra yakınlarında gerçekleşmiştir.
Hz. Osman döneminde haksızlığa uğradıklarını iddia eden insanlar Medîneye toplanarak ayaklanır ve halîfe Osmanın evini kuşatırlar.
Hz.Ali kendi çocuklarını halîfenin evinin kapısına bekçi olarak koyar.
Fakat bütün bunlara rağmen halîfe Osman öldürülür.
Hz.Osmanın öldürülmesiyle Ümeyye Oğulları Medîneyi terk eder.
Ve Medîne isyancıların eline kalır.
Bunun üzerine hemen şûra toplanır ve Hz.Ali halîfe seçilir.
Hz.Ali öncelikle Medînede ortamın durulmasını sağlar.
Ve amacı ortam durulduktan sonra Hz.Osmanın katillerinin bulunmasıdır.
Bu sırada Hz.Aişe annemiz hac için Mekke dedir.
Dönüş yolunda olayı Zübeyr bin Avvam, Talha bin Ubeydullahdan öğrenir.
Etrâfındakilerin Hz.Ali konusunda olumsuz şeyler söylemesi sonucunda tekrar Mekkeye döner.
Onun isteği de Hz. Osmanın kanının hesâbının sorulmasıdır.
Mekkede etrâfına toplanan Ümeyye Oğulları Hz.Aişe annemizi Medîneye yürümek üzere ikna ederler.
On beş bin kişilik ordu toplanır ve oradan Basraya hareket edilir.
Haveb yakınlarında Hz.'Âişe annemiz geri dönmek ister fakat Zübeyr bin Avvam, Talha bin Ubeydullah onun sâyesinde ALLAH ın barış ve huzurunu sağlayacağını söyleyerek iknâ ederler.
Hz.'Âişe annemizin amacıda iç sükûneti sağlamak uzlaşma yoluna gitmekti. Fakat işler çok daha farklı gelişti.
Bu savaşın Cemel Vakası olarak anılmasının sebebi Hz.'Âişe annemizin savaşı devesinin üzerinden idâre etmesindendir.
Sonuçta Hz.'Âişe tarafı savaşı kaybetti.
Talha ve Zübeyr olmak üzere birçok müslümanın kanı akar.
Hz.Ali Hz.'Âişeyi kardeşi Muhammed bin Ebubekir ile Basraya oradan da Basralı 40 kadınla 12 bin dirhem vererek Medîneye gönderir.
Ancak Hz.'Âişe önce Mekkeye hacca oradan Medîneye döner.
Daha sonraki hayâtında hiçbir dönem siyâsete katılmamıştır ve kendisini tamâmen ilme vermiştir.
- nur_umim
- Özel Üye
- Mesajlar: 1119
- Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00
AİŞE-İ SIDDÎKA
radiyallâhu anha
Hz.'Âişenin İlmi
Hz. 'Âişe müctehid idi. Bütün İslâm ilimlerinde çok büyük derecesi vardı. Bilhassa kadınlara mahsus hâllere dair fıkhî hükümler kendisinden sorulurdu.
Çünkü Hz. 'Âişe, hem müminlerin annesi, hem de dinlerini öğrenecekleri bir müftî müctehid idi.
Âyet-i kerime ile medh ve sena olundu. Âlim, edip, çok akıllı ve üstad idi.
Hz.'Âişenin sosyal ve kültürel yönünün kuvvetli olması, anlama kapasitesinin yüksek ve kuvvetli hafızası olması, öğrenip öğretme aşkına sahip olması,
Rasullullah hayatta iken Kuranı ve sünneti çok iyi kavramış Rasullullaha bir çok konuda sorular sorması onun ilminin temellerini oluşturmuştur.
Kısacası ilmi ciddiye almıştır.
Hayatında ilme bir yer ayırmıştır.
Arap dilini çok iyi bildiği için etkin bir konuşma yeteneğine sâhip idi.
Tarih konusunda da geniş bilgiye sahip olduğu için örf ve adetlerin insan üzerindeki etkilerini biliyordu.
Kuranı Kerîmi tefsir ediyor özellikle Medînede inmiş âyetlerin iniş sebeplerini neye delâlet edeceğini çok iyi anlar nasıl ahkam çıkarılacağını öğretirdi.
Sünnet konusunda da Rasulallah sallallâhu aleyhi ve sellemı çok iyi anlamış çıkardığı hükümlerden bir fâkih müçtehid olarak görülmüştür. Peygamber (a.s) hayatta iken kadınların eğitimi ile ilgilenmiş öğrencilerinden dörtte biri kadınlardan oluşmuştur.
Rivâyet ettiği toplam 2210 hadisle en çok hadis rivâyet eden yedi sahâbe arasına girmiştir.
Genelde Hz.'Âişeden gelen rivâyetler sahih sayılmıştır.
Rasulallah sallallâhu aleyhi ve sellem vefâtından sonra Hz.'Âişe annemiz 47 yıl daha yaşar.
Medînede yatsı namazından sonra vefat eder.
Kendi vasiyeti üzerine hiç bekletilmeden toprağa verilir.
Ebu Hureyrenin kıldırdığı cenâze namazının ardından hemen o gece binlerce insanın katılımıyla Cennetul Bâki mezarlığına defnedilir
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5155
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesselem'in Torunu Nefise Radiyallâhu Anha
Zühd ve takvası, kerem ve cömertliği ile meşhur hanım evliyadan. İsmi, Nefise binti Hasen olup, Hazreti Ali (r.a.) nin dördüncü göbekte torunudur .Nefise (r.a), Peygamber (s.a.v) efendimizin soyundan geldiği için kendisine Sitti ünvanı verilmiştir. Kendisi Tâhire ve Kerimet-üt-dareyn lakabları ile de anılmaktadır.
Tefsir, Hadis ve başka ilimlerde âlim idi. Halk bunun büyüklüğünü kabul ederdi.Ümmi olmasına rağmen çok hadis-i şerif öğrenmişti. Kuran-i Kerimi ezbere bilirdi. Çok kerametleri görüldü. Kabr-i şerif-i zamanımıza kadar ziyaret edilegelmektedir.
İmam Şâfiî, onun ziyaretine gelir ve perde arkasından onun sohbetini dinleyerek tefeyyz ederdi. Bu büyük alim, her gelişinde, kendisinden, dua etmesini ricada bulunurdu.
Nefise(r.a.) çaresizleri ve hastaları ziyaret eder, hayır dualarda bulunur ve onları teselli ederdi.
Gündüzleri oruç tutar, geceleri ibadetle geçirirdi ve üç günde bir yemek yerdi. Eceli, onun oruçlu bulunduğu bir günde tamam olmuştu. Ebediyet alemine göç edeceğinin yaklaştığı kendine ve etrafına malum olunca, yanındakiler orucunu bozmasını teklif etmişlerdi. O: Ben, oruçlu iken vefat etmeyi, tam otuz seneden beri Rabbimden niyaz ediyorum. Bu lütuf bana nasip olunca orucu bozmaya kalkışmam olacak şey değildir. Cevabını verdi.
Nefise (k.s), Sûre-i Enamı okumaya başladı.. Rablarının ındinde selâm yurdu «dârü's-selâm» onlarındır, bütün yapacak oldukları işlerde kendilerinin velisi de odurmealindeki ayete gelince, ruhunu Hakka teslim etti.Vefatı mısıra gelişlerinin yedinci senesinde vaki olmuştu.
Zevci ve çocukalrı Nefise(k.s.)nin cenazesinini Medine-i Münevvereye nakletmek istemişlerse de Mısır halkının istekleri üzerine orada defnederek kendileri Medine-i Tahireye dönmüşlerdir
Alıntıdır.
Ömrü boyunca hastalara şifa vermesi için Rabbimize dua eden Nefise Annemizden Allah(c.c) razı olsun. Duaları şifamıza vesile olsun inşaallah.
Amin.