KABİL İLE HABİL
Vaktiyle, kardeş olan Kabil ve Habil isminde iki Adem oğlu, Allahü Teâlâ için birer kurban, ona manevî yakınlık sağlayacak birer nesne arz etmişlerdi. Kabil katı tabiatlı, Habil ise takva sahibi bir kimse idi. Herhangi bîr delil ile Habil'in kurbanının kabul olunduğu Kabil'in kurbanının ise kabul olunmadığı anlaşıldı. Kurbanı kabul edilmeyen Kabil, Habil'in kurbanının kabul edilmesinden dolayı ona hased ederek:
Ahdim olsun seni öldüreceğim, dedi. Habil de dedi ki:
Allahü Teâlâ ancak takva sahiplerinden kabul buyurur. Binaenaleyh Allah'dan kork, niyyetini düzelt. Eğer sen beni öldürmek için elini uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi uzatmam. Çünkü ben, âlemlerin Rabb'ı olan Allah'dan her halde korkarım. Ben bu suretle şunu isterim ki, beni günaha sokmayasın da hem benim günahım, hem de kendi günahınla dönüp gidesin, bu iki günahı yüklenerek can verip Hakk'ın huzuruna Varasin da Cehennem ehlinden olasın. Zira zalimlerin cezası budur.
Bu takva, bu salim fikir, bu hayır ve nasihat, bu kardeşlik hissi üzerine, kurbanı kabul edilmeyen zalim Kabil'in nefsi, kendisine kardeşi Habil'i öldürmeyi arzu ettirdi. Yani vaz geçirmek şöyle dursun öyle bir cinayet güya bur tâat şevkiyle endişesiz yapılabilecek, mâniden uzak, arzusuna uyulur bir şey gibi gösterdi, kolaylık hatta gayret verdi. Bu suretle nefsi, Kabil'e bu cinayeti bir yem gibi önüne gerilmiş pek hoş bir şey gibi gösterip ve bu isyanı icrası lâzım bir tâat gibi kabul ettirince de Kabil kardeşini öldürdü. Ancak, bu cinayeti ile kendisine bir fayda sağlama ihtimali olmadığından başka, dininde de, dünyasında da hüsrana uğradı, zarar ve ziyan içinde kaldı, öldürdüğü kardeşinin cesedini ne yapacağını şaşırdı, çaresizlikler içerisinde kıvrandı. Sonra Allahü Teâlâ, yerde deşinen bir karga gönderdi. Bu gönderiş ve deşiniş ona kardeşinin cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek içindi. Katil, karganın bu hareketinden ilham alarak:
«Eyvahlar olsun, vay bana, ben şu karga kadar olup da kardeşimin iaşesini gömüp gizlemekten aciz oldum ha!..»
Dedi ve bunun üzerine nadimler güruhundan oldu, pişmanlıklar içerisinde kaldı.
Bu kıssadaki Kabil ve Habil ismindeki iki kardeşin Adem aleyhisselâmın kendisinin iki oğlu olduğu, ekseri müfessirlerin görüşü olmakla beraber israil oğullarından iki Adem oğlu olduklarını söyleyenler de vardır. Ancak dikkat edilmesi lâzım gelen husus, şahısların tâyini değil, vak'anın hakikatidir. Çünkü Kabil ve Habil kıssası namıyla acaip ve garip bir çok şeyler söylenmiştir. Binaenaleyh hata olmak ihtimalinden kurtulamayacak olan türlü türlü rivayetlerden ve tafsilâttan sakınarak Kur'ân-ı Kerîm'deki beyanın esas alınmasına dikkat çekilmiştir. Nitekim mealen şöyle buyurulmuştur:
«Allahü Teâlâ iki Adem oğlu ile bir mesel darb etti, bunun hayrını tutun, şerrini bırakın.»
(Mâide Sûresi)
KABİL İLE HABİL
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4965
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5153
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
Maide Suresi [5/27]:
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِن أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الآخَرِ قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ
--- ''Vetlu aleyhim nebeebney âdeme bil hakkı iz karrebâ kurbânen fe tukubbile min ehadihimâ ve lem yutekabbel minel âhar(âhari) kâle le aktulennek(aktulenneke) kâle innemâ yetekabbelullâhu minel muttekîn(muttekîne). ''
1. ve utlu aleyhim : ve, onlara tilavet et, oku!
2. nebee ibney âdeme : Hz. Adem'in iki oğlunun haberini,
kıssasını
3. bi el hakkı : hakk ile
4. iz karrebâ kurbânen : ikisini Allâh'a yaklaştıracak birer kurban sundukları zaman
5. fe tukubbile : o zaman kabul edilir
6. min ehadi himâ : ikisinin birinden
7. ve lem yutekabbel : ve kabul edilmez
8. min el âhari : diğerinden
9. kâle le aktulenne-ke : seni mutlaka öldüreceğim dedi
10. kâle : dedi
11. innemâ : sadece
12. yetekabbelu allâhu : Allâh (c.c.) kabul eder
13. min el muttekîne : takvâ sahiplerinden
Elmalılı Orijinal: Hem onlara Âdemin iki oğlunun kıssasını hakkıyle oku, hani ikisi birer yakınlık takdim ettiler de birinden kabul edildi diğerinden edilmedi «seni mutlak öldürürüm» dedi, obiri yok dedi: Allah ancak müttekılerden kabul buyurur
Maide Suresi [5/28]:
لَئِن بَسَطتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَاْ بِبَاسِطٍ يَدِيَ إِلَيْكَ لَأَقْتُلَكَ إِنِّي أَخَافُ اللّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
--- '' Lein besadte ileyye yedeke li taktulenî mâ ene bi bâsitın yediye ileyke li aktulek(aktuleke), innî ehâfullâhe rabbel âlemîn(âlemîne). ''
1. le in besadte : gerçekten eğer sen uzatırsan
2. ileyye : bana
3. yede-ke : senin elin, elin
4. li taktule-nî : beni öldürmek için
5. mâ ene bi bâsitın : ben uzatacak değilim
6. yediye ileyke : elimi sana
7. li aktule-ke : seni öldürmek için
8. innî ehâfu Allâhe : muhakkak ki ben Allâh (c.c.)'dan korkarım
9. rabbe el âlemîne : âlemlerin Rabb'i
Elmalılı Orijinal: Kasem ederim ki sen beni öldürmek için bana el uzatsan da ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben rabbülâlemîn olan Allahdan korkarım
Maide Suresi [5/29]:
إِنِّي أُرِيدُ أَن تَبُوءَ بِإِثْمِي وَإِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ وَذَلِكَ جَزَاء الظَّالِمِينَ
--- ''İnnî urîdu en tebûe bi ismî ve ismike fe tekûne min ashâbin nâr(nâri), ve zâlike cezâûz zâlimîn(zâlimîne). ''
1. innî urîdu : gerçekten ben isterim, dilerim
2. en tebûe bi ismî : günahımı yüklenmeni (kötülüğe uğramanı)
3. ve ismi-ke : ve senin günahın
4. fe tekûne : o taktirde, böylece sen olursun
5. min ashâbi en nâri : ateşin halkından, ateş halkından
6. ve zâlike : ve işte bu
7. cezâû ez zâlimîne : zâlimlerin cezası
Elmalılı Orijinal: Ben isterim ki sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenüb varasın da o ateşe lâyıklardan olasın, zalimlerin cezası işte budur
Maide Suresi [5/30]:
فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ
--- '' Fe tavveat lehu nefsuhu katle ahîhi fe katelehu fe asbaha minel hâsirîn(hâsirîne). ''
1. fe tavvaat : bunun üzerine tav etti, kandırdı, ikna etti
2. lehu : onu
3. nefsu-hu : onun nefsi
4. katle ahî-hi : kardeşini öldürmeye
5. fe katele-hu : böylece onu öldürdü
6. fe asbaha : sonra oldu
7. min el hâsirîne : hüsran uğrayanlardan, kendine yazık edenlerden
Elmalılı Orijinal: Bunun üzerine nefsi kendine kardeşini öldürmeyi kolay gösterdi, tuttu onu öldürdü, artık husrana düşenlerden olmuştu
Maide Suresi [5/31]:
فَبَعَثَ اللّهُ غُرَابًا يَبْحَثُ فِي الأَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارِي سَوْءةَ أَخِيهِ قَالَ يَا وَيْلَتَا أَعَجَزْتُ أَنْ أَكُونَ مِثْلَ هَذَا الْغُرَابِ فَأُوَارِيَ سَوْءةَ أَخِي فَأَصْبَحَ مِنَ النَّادِمِينَ
--- '' Fe beasallâhu gurâben yebhasu fîl ardı li yuriyehu keyfe yuvârî sevete ahîh(ahîhi) kâle yâ veyletâ e aceztu en ekûne misle hâzel gurâbi fe uvâriye sevete ahî, fe asbaha minen nâdimîn(nâdimîne). ''
1. fe bease allâhu : sonra Allâh (c.c.) gönderdi
2. gurâben : bir karga
3. yebhasu fî el ardı : yeri eşeleyen
4. li yuriye-hu : ona göstermek için
5. keyfe yuvârî : nasıl örtecek, gömecek
6. sev'ete ahî-hi : kardeşinin cesedi
7. kâle yâ veyletâ : yazıklar olsun bana dedi
8. e aceztu en ekûne : ... olmaktan, aciz mi oldum
9. misle hâzâ el gurâbi : bu karga gibi
10. fe uvâriye : böylece örtmem, gömmem (benim gömmem)
11. sev'ete ahî : kardeşimin cesedi
12. fe asbaha : sonra oldu
13. min en nâdimîne : pişman olanlardan
Elmalılı Orijinal: Derken Allah bir karga gönderdi, yeri deşiyordu ki ona kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstersin, eyvah, dedi: şu karga kadar olub da kardeşimin cesedini örtemedim ha! Artık peşimanlığa düşenlerden olmuştu
Maide Suresi [5/32]:
مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا وَلَقَدْ جَاء تْهُمْ رُسُلُنَا بِالبَيِّنَاتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم بَعْدَ ذَلِكَ فِي الأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ
--- '' Min ecli zâlik(zâlike), ketebnâ alâ benî isrâîle ennehu men katele nefsen bi gayri nefsin ev fesâdin fîl ardı fe ke ennemâ katelen nâse cemîa(cemîan) ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahyen nâse cemîa(cemîan) ve lekad câethum rusulunâ bil beyyinâti summe inne kesîran minhum bade zâlike fîl ardı le musrifûn(musrifûne). ''
1. min ecli zâlike : bundan dolayı
2. ketebnâ : yazdık
3. alâ benî isrâîle : İsrailoğulları'na
4. ennehu men : kim ... olduğu
5. katele nefsen : bir kişiyi öldürdü
6. bi gayri nefsin : bir kişi karşılığı olmaksızın
7. ev fesâdin fi el ardı : veya yeryüzünde fesad
8. fe keennemâ : artık ... gibidir
9. katele en nâse : insanları öldürdü
10. cemîan : topluca, bütün hepsini
11. ve men ahyâ-hâ : ve kim onu yaşatırsa
12. fe keennemâ : artık ... gibidir
13. ahyâ en nâse : insanları yaşattı
14. cemîan : topluca, bütün hepsini
15. ve lekad câet-hum : ve andolsun ki onlara geldi
16. rusulu-nâ : resullerimiz
17. bi el beyyinâti : açık, apaçık deliller ile
18. summe : sonra
19. inne kesîran : hiç şüphesiz çoğu
20. min-hum : onlardan, onların
21. ba'de zâlike : bundan sonra
22. fî el ardı : yeryüzünde
23. le : gerçekten
24. musrifûne : müsrifler
Elmalılı Orijinal: Bu ecilden Beni İsraîle kitabda bildirmiştik ki her kim bir nefsi bir nefis mukabili veya yer yüzünde bir fesadı olmaksızın öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur, kim de bir adamın hayatını kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur; Celâlim hakkı için Resullerimiz onlara beyyinelerle geldiler de sonra içlerinden bir çoğu bütün bunların arkasından hâlâ yer yüzünde fesad ve cinayette israf etmekte bulunuyorlar
Maide Suresi [5/33]:
إِنَّمَا جَزَاء الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا أَن يُقَتَّلُواْ أَوْ يُصَلَّبُواْ أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ الأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ
--- '' İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yesavne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun). ''
1. innemâ : ancak
2. cezâû : ceza
3. ellezîne yuhâribûne : o harp edenler, savaşanlar
4. allâhe ve resûle-hu : Allâh (cc.) ve O'nun Resulu ile
5. ve yes'avne fî el ardı : ve yeryuzunde çalışırlar
6. fesâden : fesad - bozgun
7. en yukattelû : öldürülmeleri
8. ev yusallebû : veya asılmaları
9. ev tukattaa eydî-him : veya ellerinin kesilmesi
10. ve erculu-hum : ve ayaklarının
11. min hılâfin : çaprazdan
12. ev yunfev : veya sürülmeleri
13. min el ardı : o yerden
14. zâlike lehum : bu onların
15. hızyun fî ed dunyâ : dünyada bir rezillik
16. ve lehum fî el âhırati : ve onlar için âhirette vardır
17. azâbun azîmun : büyük azap
Elmalılı Orijinal: Fakat Allaha ve Resulüne harbetmeğe kalkışan ve Yer yüzünde fesada çalışanların cezası, taktil olunmalarından veya asılmalarından veya ellerinin ayaklarının çapraz kesilmesinden veya bulundukları yerden nefyedilmelerinden başka bir şey olmaz. Bu onlara Dünyada çekecekleri bir zillettir, Âhırette ise kendilerine azîm bir azâb vardır
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِن أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الآخَرِ قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ
--- ''Vetlu aleyhim nebeebney âdeme bil hakkı iz karrebâ kurbânen fe tukubbile min ehadihimâ ve lem yutekabbel minel âhar(âhari) kâle le aktulennek(aktulenneke) kâle innemâ yetekabbelullâhu minel muttekîn(muttekîne). ''
1. ve utlu aleyhim : ve, onlara tilavet et, oku!
2. nebee ibney âdeme : Hz. Adem'in iki oğlunun haberini,
kıssasını
3. bi el hakkı : hakk ile
4. iz karrebâ kurbânen : ikisini Allâh'a yaklaştıracak birer kurban sundukları zaman
5. fe tukubbile : o zaman kabul edilir
6. min ehadi himâ : ikisinin birinden
7. ve lem yutekabbel : ve kabul edilmez
8. min el âhari : diğerinden
9. kâle le aktulenne-ke : seni mutlaka öldüreceğim dedi
10. kâle : dedi
11. innemâ : sadece
12. yetekabbelu allâhu : Allâh (c.c.) kabul eder
13. min el muttekîne : takvâ sahiplerinden
Elmalılı Orijinal: Hem onlara Âdemin iki oğlunun kıssasını hakkıyle oku, hani ikisi birer yakınlık takdim ettiler de birinden kabul edildi diğerinden edilmedi «seni mutlak öldürürüm» dedi, obiri yok dedi: Allah ancak müttekılerden kabul buyurur
Maide Suresi [5/28]:
لَئِن بَسَطتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَاْ بِبَاسِطٍ يَدِيَ إِلَيْكَ لَأَقْتُلَكَ إِنِّي أَخَافُ اللّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
--- '' Lein besadte ileyye yedeke li taktulenî mâ ene bi bâsitın yediye ileyke li aktulek(aktuleke), innî ehâfullâhe rabbel âlemîn(âlemîne). ''
1. le in besadte : gerçekten eğer sen uzatırsan
2. ileyye : bana
3. yede-ke : senin elin, elin
4. li taktule-nî : beni öldürmek için
5. mâ ene bi bâsitın : ben uzatacak değilim
6. yediye ileyke : elimi sana
7. li aktule-ke : seni öldürmek için
8. innî ehâfu Allâhe : muhakkak ki ben Allâh (c.c.)'dan korkarım
9. rabbe el âlemîne : âlemlerin Rabb'i
Elmalılı Orijinal: Kasem ederim ki sen beni öldürmek için bana el uzatsan da ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben rabbülâlemîn olan Allahdan korkarım
Maide Suresi [5/29]:
إِنِّي أُرِيدُ أَن تَبُوءَ بِإِثْمِي وَإِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ وَذَلِكَ جَزَاء الظَّالِمِينَ
--- ''İnnî urîdu en tebûe bi ismî ve ismike fe tekûne min ashâbin nâr(nâri), ve zâlike cezâûz zâlimîn(zâlimîne). ''
1. innî urîdu : gerçekten ben isterim, dilerim
2. en tebûe bi ismî : günahımı yüklenmeni (kötülüğe uğramanı)
3. ve ismi-ke : ve senin günahın
4. fe tekûne : o taktirde, böylece sen olursun
5. min ashâbi en nâri : ateşin halkından, ateş halkından
6. ve zâlike : ve işte bu
7. cezâû ez zâlimîne : zâlimlerin cezası
Elmalılı Orijinal: Ben isterim ki sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenüb varasın da o ateşe lâyıklardan olasın, zalimlerin cezası işte budur
Maide Suresi [5/30]:
فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ
--- '' Fe tavveat lehu nefsuhu katle ahîhi fe katelehu fe asbaha minel hâsirîn(hâsirîne). ''
1. fe tavvaat : bunun üzerine tav etti, kandırdı, ikna etti
2. lehu : onu
3. nefsu-hu : onun nefsi
4. katle ahî-hi : kardeşini öldürmeye
5. fe katele-hu : böylece onu öldürdü
6. fe asbaha : sonra oldu
7. min el hâsirîne : hüsran uğrayanlardan, kendine yazık edenlerden
Elmalılı Orijinal: Bunun üzerine nefsi kendine kardeşini öldürmeyi kolay gösterdi, tuttu onu öldürdü, artık husrana düşenlerden olmuştu
Maide Suresi [5/31]:
فَبَعَثَ اللّهُ غُرَابًا يَبْحَثُ فِي الأَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارِي سَوْءةَ أَخِيهِ قَالَ يَا وَيْلَتَا أَعَجَزْتُ أَنْ أَكُونَ مِثْلَ هَذَا الْغُرَابِ فَأُوَارِيَ سَوْءةَ أَخِي فَأَصْبَحَ مِنَ النَّادِمِينَ
--- '' Fe beasallâhu gurâben yebhasu fîl ardı li yuriyehu keyfe yuvârî sevete ahîh(ahîhi) kâle yâ veyletâ e aceztu en ekûne misle hâzel gurâbi fe uvâriye sevete ahî, fe asbaha minen nâdimîn(nâdimîne). ''
1. fe bease allâhu : sonra Allâh (c.c.) gönderdi
2. gurâben : bir karga
3. yebhasu fî el ardı : yeri eşeleyen
4. li yuriye-hu : ona göstermek için
5. keyfe yuvârî : nasıl örtecek, gömecek
6. sev'ete ahî-hi : kardeşinin cesedi
7. kâle yâ veyletâ : yazıklar olsun bana dedi
8. e aceztu en ekûne : ... olmaktan, aciz mi oldum
9. misle hâzâ el gurâbi : bu karga gibi
10. fe uvâriye : böylece örtmem, gömmem (benim gömmem)
11. sev'ete ahî : kardeşimin cesedi
12. fe asbaha : sonra oldu
13. min en nâdimîne : pişman olanlardan
Elmalılı Orijinal: Derken Allah bir karga gönderdi, yeri deşiyordu ki ona kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstersin, eyvah, dedi: şu karga kadar olub da kardeşimin cesedini örtemedim ha! Artık peşimanlığa düşenlerden olmuştu
Maide Suresi [5/32]:
مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا وَلَقَدْ جَاء تْهُمْ رُسُلُنَا بِالبَيِّنَاتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم بَعْدَ ذَلِكَ فِي الأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ
--- '' Min ecli zâlik(zâlike), ketebnâ alâ benî isrâîle ennehu men katele nefsen bi gayri nefsin ev fesâdin fîl ardı fe ke ennemâ katelen nâse cemîa(cemîan) ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahyen nâse cemîa(cemîan) ve lekad câethum rusulunâ bil beyyinâti summe inne kesîran minhum bade zâlike fîl ardı le musrifûn(musrifûne). ''
1. min ecli zâlike : bundan dolayı
2. ketebnâ : yazdık
3. alâ benî isrâîle : İsrailoğulları'na
4. ennehu men : kim ... olduğu
5. katele nefsen : bir kişiyi öldürdü
6. bi gayri nefsin : bir kişi karşılığı olmaksızın
7. ev fesâdin fi el ardı : veya yeryüzünde fesad
8. fe keennemâ : artık ... gibidir
9. katele en nâse : insanları öldürdü
10. cemîan : topluca, bütün hepsini
11. ve men ahyâ-hâ : ve kim onu yaşatırsa
12. fe keennemâ : artık ... gibidir
13. ahyâ en nâse : insanları yaşattı
14. cemîan : topluca, bütün hepsini
15. ve lekad câet-hum : ve andolsun ki onlara geldi
16. rusulu-nâ : resullerimiz
17. bi el beyyinâti : açık, apaçık deliller ile
18. summe : sonra
19. inne kesîran : hiç şüphesiz çoğu
20. min-hum : onlardan, onların
21. ba'de zâlike : bundan sonra
22. fî el ardı : yeryüzünde
23. le : gerçekten
24. musrifûne : müsrifler
Elmalılı Orijinal: Bu ecilden Beni İsraîle kitabda bildirmiştik ki her kim bir nefsi bir nefis mukabili veya yer yüzünde bir fesadı olmaksızın öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur, kim de bir adamın hayatını kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur; Celâlim hakkı için Resullerimiz onlara beyyinelerle geldiler de sonra içlerinden bir çoğu bütün bunların arkasından hâlâ yer yüzünde fesad ve cinayette israf etmekte bulunuyorlar
Maide Suresi [5/33]:
إِنَّمَا جَزَاء الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا أَن يُقَتَّلُواْ أَوْ يُصَلَّبُواْ أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ الأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ
--- '' İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yesavne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun). ''
1. innemâ : ancak
2. cezâû : ceza
3. ellezîne yuhâribûne : o harp edenler, savaşanlar
4. allâhe ve resûle-hu : Allâh (cc.) ve O'nun Resulu ile
5. ve yes'avne fî el ardı : ve yeryuzunde çalışırlar
6. fesâden : fesad - bozgun
7. en yukattelû : öldürülmeleri
8. ev yusallebû : veya asılmaları
9. ev tukattaa eydî-him : veya ellerinin kesilmesi
10. ve erculu-hum : ve ayaklarının
11. min hılâfin : çaprazdan
12. ev yunfev : veya sürülmeleri
13. min el ardı : o yerden
14. zâlike lehum : bu onların
15. hızyun fî ed dunyâ : dünyada bir rezillik
16. ve lehum fî el âhırati : ve onlar için âhirette vardır
17. azâbun azîmun : büyük azap
Elmalılı Orijinal: Fakat Allaha ve Resulüne harbetmeğe kalkışan ve Yer yüzünde fesada çalışanların cezası, taktil olunmalarından veya asılmalarından veya ellerinin ayaklarının çapraz kesilmesinden veya bulundukları yerden nefyedilmelerinden başka bir şey olmaz. Bu onlara Dünyada çekecekleri bir zillettir, Âhırette ise kendilerine azîm bir azâb vardır
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
M.Derman Hz. ALLAH DOSTU DERKI 1.Ciltten:
"Bütün Kâinat bir hamd ü sena, niyaz ve tesbih mabedi halinde yaratıldığından beri gelip gitmektedir.
İnsandan maada bütün canlı ve cansız yaratılanlar istisnasız bunu bilir ve yapar.
Ne yazıktır ki insanoğlu umumi bir taat ve tesbih çemberine girmemiştir.
Habili öldüren Kabil gibi hırs ve madde güruhuna uyanlar; hırslarını tatmin için yerleri kazdılar, dağları deldiler, bugünkü fennin mübeşşiri oldular.
Habilin grubu ise kazâ ve kaderin çerçevesi içinde tevekkülde kaldılar.
Bu küçük hikayenin mânâ, 60 senelik bir dünya hayatına sığdırılmak istenen fazilet, ahlak, kanaat mevhumlarıyla hırs ve maddeye tapma arzusunu ve şehvaniyet mevhumlarının mücadelesini ifâde eder ki bu mücadele hakikatın nûrundan uzaklaşma saikasının verdiği mantıkla insanoğluna ahlak, adalet, fazilet ve doğruluk hasletlerini haykıran dinlerin, hırs ve nefsani arzuların tatminine engel olduğu ileri sürülerek netice itibariyle beşeriyetin, yekdiğerini boğazlamaka için her an hazır bir halde birbirlerine hırs ve düşmanlıkla bakmasını husule getirmiş ve bugünkü dünya bu kisve altında düşünen kafa için bir üzüntü silsilesi haline gelmiştir.
Halbuki ölüm, bir yokluk ve varlık bataklığı değildir.
Pırıl pırıl açacak bir sabahın son karanlığıdır.
Hayatın beşikle mezar arası kısa bir mesafeden ibaret olduğunu sanan dar bir kafaya, mezar dağlarının arkasından sökecek bir ölmezlik sabahının tülleneceğini anlatmak çok zor ve korkunç bir iştir.
İlim ve fennin, kitap ve hükümleriyle gözyaşı acı ve ıstırap kelimeleriyle kapadığı ölümün hakikatını ancak Peygamgerlerin tuttuğu meşale altında, iman yolculuğuna çıkmış insanlar anlayabilir ve başarabilir.
Yaşamak hırsı içinde bulunan insanoğlunun, dünyada iken sarıldığı lezzet ve zevkin bir anda, yokluk diye inandığı ölüme sürüklenmesi kadar hicran olamaz.
İmansız, karanlık bir akıbete dünyadan giderken çivilenmiş hırsı ile ruhu birbirinden gıcırtı ile sökülür ve ayrılır.
Diğer taraftan imanlı bir insan, ölüm kelimesini hecelerken tatlı bir vuslat içindedir.
Bütün ömrünü sevgilisinden kalma bir mendil gibi dünya hayatına sallayarak ölümle sarmaş dolaş olarak ebediyet gözlerini yumar gider.
Semânın insana korku veren engin derinliklerinde pırıldayan yıldızlara ASTRONOT gönderen bugünkü ilim ve fen, biyolojik bakımdan hayatı, canlılığı şöyle tarif ediyor:
Hayatın ilk canlı atomu olarak hücreyi kabul eder.
Cansız moleküllerin suda eriyerek bilinmeyen bir kudrete iyonize olmasından ilk hücre meydana gelmiştir.
Canlı uzviyet kimyasının vardığı fennî, ilmî bu sır;
Kurân-ı Kerîmin Enbiyâ suresinin başlangıç olarak bildirdiği şu âyetin aynı ve izahıdır. Vecealnâ minelmâi küllî şeyin hayy
"Bütün Kâinat bir hamd ü sena, niyaz ve tesbih mabedi halinde yaratıldığından beri gelip gitmektedir.
İnsandan maada bütün canlı ve cansız yaratılanlar istisnasız bunu bilir ve yapar.
Ne yazıktır ki insanoğlu umumi bir taat ve tesbih çemberine girmemiştir.
Habili öldüren Kabil gibi hırs ve madde güruhuna uyanlar; hırslarını tatmin için yerleri kazdılar, dağları deldiler, bugünkü fennin mübeşşiri oldular.
Habilin grubu ise kazâ ve kaderin çerçevesi içinde tevekkülde kaldılar.
Bu küçük hikayenin mânâ, 60 senelik bir dünya hayatına sığdırılmak istenen fazilet, ahlak, kanaat mevhumlarıyla hırs ve maddeye tapma arzusunu ve şehvaniyet mevhumlarının mücadelesini ifâde eder ki bu mücadele hakikatın nûrundan uzaklaşma saikasının verdiği mantıkla insanoğluna ahlak, adalet, fazilet ve doğruluk hasletlerini haykıran dinlerin, hırs ve nefsani arzuların tatminine engel olduğu ileri sürülerek netice itibariyle beşeriyetin, yekdiğerini boğazlamaka için her an hazır bir halde birbirlerine hırs ve düşmanlıkla bakmasını husule getirmiş ve bugünkü dünya bu kisve altında düşünen kafa için bir üzüntü silsilesi haline gelmiştir.
Halbuki ölüm, bir yokluk ve varlık bataklığı değildir.
Pırıl pırıl açacak bir sabahın son karanlığıdır.
Hayatın beşikle mezar arası kısa bir mesafeden ibaret olduğunu sanan dar bir kafaya, mezar dağlarının arkasından sökecek bir ölmezlik sabahının tülleneceğini anlatmak çok zor ve korkunç bir iştir.
İlim ve fennin, kitap ve hükümleriyle gözyaşı acı ve ıstırap kelimeleriyle kapadığı ölümün hakikatını ancak Peygamgerlerin tuttuğu meşale altında, iman yolculuğuna çıkmış insanlar anlayabilir ve başarabilir.
Yaşamak hırsı içinde bulunan insanoğlunun, dünyada iken sarıldığı lezzet ve zevkin bir anda, yokluk diye inandığı ölüme sürüklenmesi kadar hicran olamaz.
İmansız, karanlık bir akıbete dünyadan giderken çivilenmiş hırsı ile ruhu birbirinden gıcırtı ile sökülür ve ayrılır.
Diğer taraftan imanlı bir insan, ölüm kelimesini hecelerken tatlı bir vuslat içindedir.
Bütün ömrünü sevgilisinden kalma bir mendil gibi dünya hayatına sallayarak ölümle sarmaş dolaş olarak ebediyet gözlerini yumar gider.
Semânın insana korku veren engin derinliklerinde pırıldayan yıldızlara ASTRONOT gönderen bugünkü ilim ve fen, biyolojik bakımdan hayatı, canlılığı şöyle tarif ediyor:
Hayatın ilk canlı atomu olarak hücreyi kabul eder.
Cansız moleküllerin suda eriyerek bilinmeyen bir kudrete iyonize olmasından ilk hücre meydana gelmiştir.
Canlı uzviyet kimyasının vardığı fennî, ilmî bu sır;
Kurân-ı Kerîmin Enbiyâ suresinin başlangıç olarak bildirdiği şu âyetin aynı ve izahıdır. Vecealnâ minelmâi küllî şeyin hayy
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
M.Derman Hz. - Allah Dostu Der ki 4.Cilt'ten:
"
İnsan :
Et, kemik, sinir ve birçok organlar olmadığı gibi, bütün bunların işlemesi, fizyolojik , doğa kanunlarına uygun işleyen, bir manken de değildir.
Bu nizamı ruhî hâmule ve hasletleriyle Adil, ahlâkî, faziletli kelimeleriyle ifade edilen ve bunun kanunu olan semâvi emirlere uygun olması ve bütün bu varlığa insan diyoruz.
Birleşme ve nesil vermede, muayyen değişmeyen, ahlâkî dinî bir kaide disiplininin içinde bulunuyor demektir.
Dinî ve resmî nikâh ruhun tâbi olduğu kanun Kanunî mukavele cesedî bir taahhüttür.
Bunları sezemeyen bir kitlede, bir toplulukta tüp bebek ve diğer çeşitler mevzuu bahis olamaz.
İslâm dini bu hususu gâyet ince ve kâfi bir sûretle ifadeyi cenazede ilân eder.
Meyt, ölü cesed demektir.
Anasının ismiyle huzura gider.
Babadaki daima şüphe mevcudiyetini ref için...
Bu, kadına HAKKın verdiği kıymetin ifadesidir, itimatsızlık veya kötü bir mülâhaza değildir.
Hazreti Meryeme yapılan bühtanlar...
Habil ve Kabilin kız kardeşleriyle evlenmeleri.
Bu hakikatleri bilmeyenlerin münakaşa ve sözleridir ki böyle düşünce küfürdür.
Hakikati bilenler için bunlar tabiidir.
HAKKın kudretidir.
Hazreti Meryem İsayı babasız doğurmuştur.
Hazreti Havvada Habil ve Kabili ve ilk Peygamber Şiti Hazreti Âdemle temastan sonra hamile kalarak doğurmuştur.
Fakat iki kızını Eklimya Lebuda yi Hazreti Meryem gibi doğurmuştur.
Âdem ile temas etmeden hamile kalmıştır.
28.07.1978 "
"
İnsan :
Et, kemik, sinir ve birçok organlar olmadığı gibi, bütün bunların işlemesi, fizyolojik , doğa kanunlarına uygun işleyen, bir manken de değildir.
Bu nizamı ruhî hâmule ve hasletleriyle Adil, ahlâkî, faziletli kelimeleriyle ifade edilen ve bunun kanunu olan semâvi emirlere uygun olması ve bütün bu varlığa insan diyoruz.
Birleşme ve nesil vermede, muayyen değişmeyen, ahlâkî dinî bir kaide disiplininin içinde bulunuyor demektir.
Dinî ve resmî nikâh ruhun tâbi olduğu kanun Kanunî mukavele cesedî bir taahhüttür.
Bunları sezemeyen bir kitlede, bir toplulukta tüp bebek ve diğer çeşitler mevzuu bahis olamaz.
İslâm dini bu hususu gâyet ince ve kâfi bir sûretle ifadeyi cenazede ilân eder.
Meyt, ölü cesed demektir.
Anasının ismiyle huzura gider.
Babadaki daima şüphe mevcudiyetini ref için...
Bu, kadına HAKKın verdiği kıymetin ifadesidir, itimatsızlık veya kötü bir mülâhaza değildir.
Hazreti Meryeme yapılan bühtanlar...
Habil ve Kabilin kız kardeşleriyle evlenmeleri.
Bu hakikatleri bilmeyenlerin münakaşa ve sözleridir ki böyle düşünce küfürdür.
Hakikati bilenler için bunlar tabiidir.
HAKKın kudretidir.
Hazreti Meryem İsayı babasız doğurmuştur.
Hazreti Havvada Habil ve Kabili ve ilk Peygamber Şiti Hazreti Âdemle temastan sonra hamile kalarak doğurmuştur.
Fakat iki kızını Eklimya Lebuda yi Hazreti Meryem gibi doğurmuştur.
Âdem ile temas etmeden hamile kalmıştır.
28.07.1978 "
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
M.Derman Hz.- ALLAH DOSTU DERKI SIRR kitabindan alintidir:
Hazreti Havvanın sırrını, Hazreti Meryemin erkeksiz İsayı doğurmasında Hakk gizlemiştir.
Hazreti Âdem ve Havva arza indikten sonra cinsî olarak birleşmişlerdir:
Habil, Kabil isimli iki evlatları olmuş, en son evladı da ŞİT dir ki ilk Peygamber Şittir.
Habilin öldürülmesi neticesi Cenâb-ı Allah Âdeme Hubbetullah mânâsına gelen Şit'i ihsan etmiştir.
Şit ilk peygamberdir, kendisine tesbih ve tehlil gelmiştir.
Ebu Kubeys dağında Hazreti Âdemin yanında metfundur.
Habil ve Kabilden sonra Havvanın, Âdemle birleşmeden
Hazreti Meryemin İsayı doğurduğu gibi Eklimya ve Lebuda İsimli iki kızı olmuştur.
Kabile küçük kız Lebuda.
Habile büyük kız Eklimya verilmiştir.
Eklimya çok güzeldir.
Kabil Habili öldürür.
Eklimyayı almak için...
Yukarda bahsettiğimiz gibi :
İnsan tıyn, salsal, kelfahhar, hame, turab'dan malzeme olarak halkedildi.
Bu Âdem...
İlk insan...
Sonra Nutfe, alaka'dan yaratma yardım malzemesi alarak İnsana verildi.
Hazreti Havva ise "NEFSİN VAHİDETİN" tek candan halkedildi. Âdemin yaratılma malzemesinden değil Havvanın ki...
Sonra her şey canlı cansız, zevceyn yaratıldı.
İlk evvelden...
Müsbet, menfi iki zıt element birleşti.
Bu zıtlardan bir ahenk ortaya çıktı.
Bu zıtlara yek diğerine karşı bir incizab, bir sevgi, bir yakınlık yek diğerine kaynaşıp bir varlık husule getirme kudreti verildi...
Maddî taraftan cesedî bir incizab başlar.
Küçülür, küçülür gözle görülmez hale gelir.
Orada bilmediğimiz yani müsbet ve menfi elementlerin, nesnelerin birleştiği yerde bir canlılık başlar.
Büyür, tekrar görünür canlılık ruhî tezâhür şeklinde görünür.
Erkek kadını gördüğü zaman, diğeriyle uzvî bir istek yek diğerine karşı duyarlar.
Yanaşırlar, sevişirler, koklaşırlar sonra vücudları yek diğeriyle birleşir.
Maddî görünen taraftan ruhî bir hazza giderler.
O sırada kendilerinden görünmez maddî bir şey ayrılır... Boşanırlar...
Görünmeyen parçalar birleşir.
İki zıttan bir ahenk yaparlar.
Kendilerine benzer bir yavru taslağı olmağa başlar.
Nutfe, Alaka bunların birleşmesi neticesi bir "NEFSİN VAHİDETİN" tek bir candan husule gelir...
Hazreti Âdemden sonra Hazreti Havva toprak, topraktan çıktıktan sonra başka bir terkib ve malzeme ile yaratılıyor.
Âdemin terkibini taşıyan erkek, erkeğin terkibini taşıyan kadınla devam ettiriliyor.
İnsanın nesli murad olunan zamana kadar...
Erkek ölünceye kadar nutfesi devam ediyor.
Yumurta husule getirecek kadın ise muayyen bir zamana kadar...
Bunların hikmeti ve sırrı bu son sözde gizlenmiştir.
Gizletilmiştir.
Hak tarafından...
Her sırrın akıl hududuna, tefekkür perdesine getirilmesini Cenâb-ı Hakk hiç bir yaratığa vermemiştir.
Yalnız bir tek mübârek insan müstesna...
Oda bunu söylemek iznini HakKtan almamıştır.
Ona selâm olsun.
O da Resûlü Ekremdir...
Cimâ ve birleşme cesede aittir.
Yaradılış malzemesi toprak olup, toprak topraktan çıktıktan sonraki erkek...
Aslı toprak olmayan yani ilk malzemesi tek bir can olan kadın...
Bu ikisinin, iki zıttın birleşmesi...
Bu birleşmede cesedin duyduğu zevki ruh, bir telezzüz şeklinde hisseder.
Zevk başkadır.
Telezzüz başkadır.
Aynı mânâ ve duygu değildir.
Bu kelimelerden bir çok inceliklerle iç âlemin kapıları aralanır. Amma düşünebîlirsen...
Zevk cesede aittir, telezzüz ruha aittir."
Hazreti Havvanın sırrını, Hazreti Meryemin erkeksiz İsayı doğurmasında Hakk gizlemiştir.
Hazreti Âdem ve Havva arza indikten sonra cinsî olarak birleşmişlerdir:
Habil, Kabil isimli iki evlatları olmuş, en son evladı da ŞİT dir ki ilk Peygamber Şittir.
Habilin öldürülmesi neticesi Cenâb-ı Allah Âdeme Hubbetullah mânâsına gelen Şit'i ihsan etmiştir.
Şit ilk peygamberdir, kendisine tesbih ve tehlil gelmiştir.
Ebu Kubeys dağında Hazreti Âdemin yanında metfundur.
Habil ve Kabilden sonra Havvanın, Âdemle birleşmeden
Hazreti Meryemin İsayı doğurduğu gibi Eklimya ve Lebuda İsimli iki kızı olmuştur.
Kabile küçük kız Lebuda.
Habile büyük kız Eklimya verilmiştir.
Eklimya çok güzeldir.
Kabil Habili öldürür.
Eklimyayı almak için...
Yukarda bahsettiğimiz gibi :
İnsan tıyn, salsal, kelfahhar, hame, turab'dan malzeme olarak halkedildi.
Bu Âdem...
İlk insan...
Sonra Nutfe, alaka'dan yaratma yardım malzemesi alarak İnsana verildi.
Hazreti Havva ise "NEFSİN VAHİDETİN" tek candan halkedildi. Âdemin yaratılma malzemesinden değil Havvanın ki...
Sonra her şey canlı cansız, zevceyn yaratıldı.
İlk evvelden...
Müsbet, menfi iki zıt element birleşti.
Bu zıtlardan bir ahenk ortaya çıktı.
Bu zıtlara yek diğerine karşı bir incizab, bir sevgi, bir yakınlık yek diğerine kaynaşıp bir varlık husule getirme kudreti verildi...
Maddî taraftan cesedî bir incizab başlar.
Küçülür, küçülür gözle görülmez hale gelir.
Orada bilmediğimiz yani müsbet ve menfi elementlerin, nesnelerin birleştiği yerde bir canlılık başlar.
Büyür, tekrar görünür canlılık ruhî tezâhür şeklinde görünür.
Erkek kadını gördüğü zaman, diğeriyle uzvî bir istek yek diğerine karşı duyarlar.
Yanaşırlar, sevişirler, koklaşırlar sonra vücudları yek diğeriyle birleşir.
Maddî görünen taraftan ruhî bir hazza giderler.
O sırada kendilerinden görünmez maddî bir şey ayrılır... Boşanırlar...
Görünmeyen parçalar birleşir.
İki zıttan bir ahenk yaparlar.
Kendilerine benzer bir yavru taslağı olmağa başlar.
Nutfe, Alaka bunların birleşmesi neticesi bir "NEFSİN VAHİDETİN" tek bir candan husule gelir...
Hazreti Âdemden sonra Hazreti Havva toprak, topraktan çıktıktan sonra başka bir terkib ve malzeme ile yaratılıyor.
Âdemin terkibini taşıyan erkek, erkeğin terkibini taşıyan kadınla devam ettiriliyor.
İnsanın nesli murad olunan zamana kadar...
Erkek ölünceye kadar nutfesi devam ediyor.
Yumurta husule getirecek kadın ise muayyen bir zamana kadar...
Bunların hikmeti ve sırrı bu son sözde gizlenmiştir.
Gizletilmiştir.
Hak tarafından...
Her sırrın akıl hududuna, tefekkür perdesine getirilmesini Cenâb-ı Hakk hiç bir yaratığa vermemiştir.
Yalnız bir tek mübârek insan müstesna...
Oda bunu söylemek iznini HakKtan almamıştır.
Ona selâm olsun.
O da Resûlü Ekremdir...
Cimâ ve birleşme cesede aittir.
Yaradılış malzemesi toprak olup, toprak topraktan çıktıktan sonraki erkek...
Aslı toprak olmayan yani ilk malzemesi tek bir can olan kadın...
Bu ikisinin, iki zıttın birleşmesi...
Bu birleşmede cesedin duyduğu zevki ruh, bir telezzüz şeklinde hisseder.
Zevk başkadır.
Telezzüz başkadır.
Aynı mânâ ve duygu değildir.
Bu kelimelerden bir çok inceliklerle iç âlemin kapıları aralanır. Amma düşünebîlirsen...
Zevk cesede aittir, telezzüz ruha aittir."
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5153
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
İlk katil İlk şehit
Kabil, nefsine uyup, karşı geldi babaya.
Ve hatta asi oldu, Allahü teâlâya.
İçindeki o haset, düşmanlık ve kin ile,
(Seni öldüreceğim) dedi gidip Habil'e.
O da, (Niçin?) deyince, dedi ki ona Kabil:
(Seni fazla seviyor, babam, bana mukabil.
Ve güzel kardeşimle, seni evlendiriyor.
Güzel olmayanını, bana layık görüyor.)
Habil, yumuşaklıkla dedi ki: (İyi, fakat,
Bunların olmasında, yok bende bir kabahat.
Bu işe kalkışırsan, sen katil olursun ilk.
Benim günahımı da, yüklenirsin üstelik.
Tasarladığın bu şey, zalimlerin işidir.
Zalimlerin yeriyse, Cehennem ateşidir.)
Bunları dediyse de Habil bu kardeşine,
O, çoktan kararını koymuş idi içine.
Habil, yine yumuşak, uysal davranıyordu.
Ona, hep tatlılıkla nasihat ediyordu.
Diyordu ki: (Bak Kabil, ne zaman ki sen beni,
Öldürmek gayesiyle kaldırırsan elini,
Seni öldürmek için, kaldırmam elimi ben.
Çünkü o iş günahtır, ben korkarım Rabbimden.)
Ona, böyle nasihat ettiyse de o, lakin,
Bunu kabul edecek hali yoktu Kabil'in.
Hacca gittiği vakit Âdem aleyhisselam,
Onu öldürmek için, bunu fırsat bildi tam.
Onu, ıssız bir yerde öldürmek istiyordu.
Lakin bu nasıl olur, onu bilemiyordu.
O an insan şeklinde, şeytan geldi yanına.
Bir kuş tutup, başını, koydu bir taş altına.
Başka bir taş ile de, vurup ezdi başını.
Kabil görüp anladı, nasıl yapacağını.
O da gidip Habil'i, yatırdı bir zemine.
Koydu sonra başını, bir taşın üzerine.
Başka bir taş ile de, vurup şehid eyledi.
Bu sefer, Bu cesedi, ne yapayım ben? dedi.
Koyup gidecekti ki cesedi o sahrada,
Baktı ki, vahşi kuşlar dolaşıyor havada.
Ve hemen o cesedi, bir torbaya koyarak,
Sırtlanıp, taşımaya başladı bir kaç ayak.
Lakin yine baktı ki, havadaki o kuşlar,
Cesedin etrafında, dönüp dolaşıyorlar.
Şaşkın bir vaziyette, o yük ile giderken,
Gördü iki kargayı, hem de kavga ederken.
Hayret ile baktı ki seyrederken kavgayı,
Öldürdü biraz sonra, biri, öbür kargayı.
Sonra inip, toprağı kazdı ayaklarıyle.
Onu, oraya gömüp, kapattı toprak ile.
Kabil, görüp öğrendi ondan işin şeklini.
O da gömdü toprağa, Habil'in cesedini.
Perişan, üzüntülü, huzursuz oldu o an.
Kendi kız kardeşini, alıp kaçtı oradan.
Âdem Nebi üzüldü, şehid olunca Habil.
Gelip, teselli için, şöyle dedi Cebrail:
(Allah, sana bir evlat verecek ki ya Âdem!
O çocuğun neslinden, gelecek Fahr-i alem.)
Daha sonra, dünyaya Şit Nebi etti teşrif.
Gün gibi parlıyordu, alnında nur-u şerif.
Abdüllatif Uyan
Kabil, nefsine uyup, karşı geldi babaya.
Ve hatta asi oldu, Allahü teâlâya.
İçindeki o haset, düşmanlık ve kin ile,
(Seni öldüreceğim) dedi gidip Habil'e.
O da, (Niçin?) deyince, dedi ki ona Kabil:
(Seni fazla seviyor, babam, bana mukabil.
Ve güzel kardeşimle, seni evlendiriyor.
Güzel olmayanını, bana layık görüyor.)
Habil, yumuşaklıkla dedi ki: (İyi, fakat,
Bunların olmasında, yok bende bir kabahat.
Bu işe kalkışırsan, sen katil olursun ilk.
Benim günahımı da, yüklenirsin üstelik.
Tasarladığın bu şey, zalimlerin işidir.
Zalimlerin yeriyse, Cehennem ateşidir.)
Bunları dediyse de Habil bu kardeşine,
O, çoktan kararını koymuş idi içine.
Habil, yine yumuşak, uysal davranıyordu.
Ona, hep tatlılıkla nasihat ediyordu.
Diyordu ki: (Bak Kabil, ne zaman ki sen beni,
Öldürmek gayesiyle kaldırırsan elini,
Seni öldürmek için, kaldırmam elimi ben.
Çünkü o iş günahtır, ben korkarım Rabbimden.)
Ona, böyle nasihat ettiyse de o, lakin,
Bunu kabul edecek hali yoktu Kabil'in.
Hacca gittiği vakit Âdem aleyhisselam,
Onu öldürmek için, bunu fırsat bildi tam.
Onu, ıssız bir yerde öldürmek istiyordu.
Lakin bu nasıl olur, onu bilemiyordu.
O an insan şeklinde, şeytan geldi yanına.
Bir kuş tutup, başını, koydu bir taş altına.
Başka bir taş ile de, vurup ezdi başını.
Kabil görüp anladı, nasıl yapacağını.
O da gidip Habil'i, yatırdı bir zemine.
Koydu sonra başını, bir taşın üzerine.
Başka bir taş ile de, vurup şehid eyledi.
Bu sefer, Bu cesedi, ne yapayım ben? dedi.
Koyup gidecekti ki cesedi o sahrada,
Baktı ki, vahşi kuşlar dolaşıyor havada.
Ve hemen o cesedi, bir torbaya koyarak,
Sırtlanıp, taşımaya başladı bir kaç ayak.
Lakin yine baktı ki, havadaki o kuşlar,
Cesedin etrafında, dönüp dolaşıyorlar.
Şaşkın bir vaziyette, o yük ile giderken,
Gördü iki kargayı, hem de kavga ederken.
Hayret ile baktı ki seyrederken kavgayı,
Öldürdü biraz sonra, biri, öbür kargayı.
Sonra inip, toprağı kazdı ayaklarıyle.
Onu, oraya gömüp, kapattı toprak ile.
Kabil, görüp öğrendi ondan işin şeklini.
O da gömdü toprağa, Habil'in cesedini.
Perişan, üzüntülü, huzursuz oldu o an.
Kendi kız kardeşini, alıp kaçtı oradan.
Âdem Nebi üzüldü, şehid olunca Habil.
Gelip, teselli için, şöyle dedi Cebrail:
(Allah, sana bir evlat verecek ki ya Âdem!
O çocuğun neslinden, gelecek Fahr-i alem.)
Daha sonra, dünyaya Şit Nebi etti teşrif.
Gün gibi parlıyordu, alnında nur-u şerif.
Abdüllatif Uyan