BELED SÛRESİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

BELED SÛRESİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Resim

TÜRKÇESİ: Allahümmec'al salavâteke ve rahmeteke ve berekâtike alâ seyidil mürselîn Ve imâmmil müttakîn Ve hâteminnebîyyîne Muhammedin abdike ve Resûlike Ve imâmil hayri ve kâidil hayri ve Resûlirrahmeti Allâhümmeb'ashu makama Mahmuddenillezi yâgbituhu bihil evvelûne vel âhirun. Yâ Rabbel âlemîn.

MÂNÂSI: "ALLAH'ım! Resûllerin Efendisine, muttakilerin (takvâ ehli) İmâmına, peygamberlerin sonuncusuna, Efendimiz, Kulun, Resûlün Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e, hayırların İmâmına, hayırların Önderine (liderine, başkomutanına), Rahmet Peygamberine, salâvât kıl (getir), bereketini ve rahmetini ihsân eyle! (merhamet et!) ALLAH'ım! Yâ Rabbe'l-âlemîn! Onu geçmiş ve gelecek nesillerin gıpta edeceği Makam-ı Mahmud'a gönder!"


Resim

Eûzu bi'llahi min eş-şeytâni'r-racîm.
Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm.


لَا أُقْسِمُ بِهَذَا الْبَلَدِ

Lâ uksimu bi hâzel beled(beledi)

1. : hayır
2. uksimu : kasem ederim, yemin ederim
3. bi : ... e
4. hâzâ : bu
5. el beledi : belde

Hayır; bu şehre yemin ederim,



وَأَنتَ حِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ

Ve ente hıllun bi hâzel beled(beledi).

1. ve ente : ve sen
2. hıllun : mukim, oturan, ikâmet eden, bulunan
3. bi : de
4. hâzâ : bu
5. el beledi : belde

Ki sen, bu şehirde oturmakta iken,



وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَ

Ve vâlidin ve mâ veled(velede).

1. ve : andolsun, yemin olsun
2. vâlidin : baba
3. ve mâ velede : ve doğan şey, veled, çocuk

Babaya ve doğan çocuğa da.



لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ

Lekad halaknel insâne fî kebed(kebedin).

1. lekad : andolsun
2. halaknâ : biz yarattık
3. el insâne : insan
4. fî kebedin : meşakkat, zorluk içinde

Andolsun, biz insanı bir zorluk içinde yarattık.



أَيَحْسَبُ أَن لَّن يَقْدِرَ عَلَيْهِ أَحَدٌ

E yahsebu en len yakdira aleyhi ehad(ehadun).

1. e : mi
2. yahsebu : zannediyor, sanıyor
3. en len yakdira : asla güç yetiremeyeceğini
4. aleyhi : ona, kendisine
5. ehadun : bir kimse, hiç kimse

O, hiç kimsenin kendisine asla güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?



يَقُولُ أَهْلَكْتُ مَالًا لُّبَدًا

Yekûlu ehlektu mâlen lubedâ(lubeden).

1. yekûlu : diyor, der
2. ehlektu : helâk ettim, tükettim
3. mâlen : mal
4. lubeden : yığınla, pekçok

O: "Yığınla mal tüketip yok ettim" diyor.



أَيَحْسَبُ أَن لَّمْ يَرَهُ أَحَدٌ

E yahsebu en lem yerahû ehad(ehadun).

1. e : mi
2. yahsebu : zannediyor, sanıyor
3. en lem yera-: onu görmeyeceğini, görmediğini
4. ehadun : bir kimse, hiç kimse

Kendisini hiç kimsenin görmediğini mi sanıyor?



أَلَمْ نَجْعَل لَّهُ عَيْنَيْنِ

E lem nec’al lehu ayneyn(ayneyni).

1. e : mi
2. lem nec'al : kılmadık, yapmadık (vermedik)
3. lehu : ona
4. ayneyni : iki göz

Biz ona iki göz vermedik mi?



وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ

Ve lisânen ve şefeteyn(şefeteyni).

1. ve : ve
2. lisânen : dil
3. ve : ve
4. şefeteyni : iki dudak

Bir dil ve iki dudak?



وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ

Ve hedeynâhun necdeyn(necdeyni).

1. ve : ve
2. hedeynâ-hu : onu hidayet ederiz, ulaştırırız
3. necdeyni : iki yol

Ona iki yolu gösterdik.



فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ

Fe laktehamel akabete.

1. fe : fakat
2. lâ ıktehame : katlanmadı, geçmedi, aşmadı
3. el akabete : akabe, sarp yokuş, dik yokuş, zor iş

Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi.



وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ

Ve mâ edrâke mel akabeh(akabetu).

1. ve mâ edrâ-ke : ve sana bildiren nedir
2. : ne
3. el akabetu : akabe, sarp yokuş, dik yokuş, zor iş

Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?



فَكُّ رَقَبَةٍ

Fekku rekabetin.

1. fekku : kurtarma, azad etme
2. rakabetin : köle

Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir;



أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ

Ev ıt’âmun fî yevmin zî mesgabeh(mesgabetin).

1. ev : veya
2. ıt'âmun : doyurma
3. fî yevmin : günde
4. : sahip, ...oldu
5. mesgabetin : yorgunluk ve açlık (darlık ve zorluk)

Ya da açlık gününde doyurmaktır,



يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ

Yetîmen zâ makrabeh(makrabetin).

1. yetîmen : yetim
2. : sahip, ...oldu, ...olan
3. makrabetin : yakın, akraba

Yakın olan bir yetimi,



أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ

Ev miskînen zâ metrabeh(metrabetin).

1. ev : veya
2. miskînen : miskin, çalışamayan yaşlı, yoksul
3. : sahip, ...olan
4. metrabetin : turab üstünde olan (toprak üstünde olan) çok fakir, çok yoksul

Veya sürünen bir yoksulu.



ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ

Summe kâne minellezîne âmenû ve tevâsav bis sabri ve tevâsav bil merhame(merhameti).

1. summe : sonra
2. kâne : oldu
3. min ellezîne : o kimselerden, onlardan
4. âmenû : âmenû oldular
5. ve : ve
6. tevâsav : birbirine tavsiye ettiler
7. bi es sabrı : sabrı
8. ve : ve
9. tevâsav : birbirine tavsiye ettiler
10. bi el merhameti : merhameti

Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak.



أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ

Ulâike ashâbul meymeneh(meymeneti).

1. ulâike : işte onlar
2. ashâbu : sahip
3. el meymeneti : meymene, bereket, saadet, amel defteri (hayat filmi) sağından verilenler

İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene).



وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ

Vellezîne keferû bi âyâtinâ hum ashâbul meş’emeh(meş’emeti).

1. ve ellezîne : ve onlar, ..... olanlar
2. keferû : inkâr ettiler
3. bi âyâti-nâ : âyetlerimizi
4. hum : onlar
5. ashâbu : ashab, sahip
6. el meş'emeti : uğursuzluk, amel defteri (hayat filmi) solundan verilenler

Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme).



عَلَيْهِمْ نَارٌ مُّؤْصَدَةٌ

Aleyhim nârun mu’sadeh(mu’sadetun).

1. aleyhim : onlar üzerinde vardır
2. nârun : ateş
3. mu'sadetun : kapatılmış, örtülmüş

"Kapıları kilitlenmiş" bir ateş onların üzerinedir.


Sadakallâhu'l-azîm

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: BELED SÛRESİ

Mesaj gönderen Gul »

nur-ye yazdı:08 MART 2008 SOHBETİNDEN...
KULİHVANİ
LATİF YILDIZ

90 - BELED SÛRESİ

Mekke döneminde inmiştir. 20 âyettir. Sûre, adını ilk âyetteki “el-Beled” kelimesinden almıştır. Beled, şehir, belde demektir


Burada bir güzellik var…

BismillahirRâhmanirRahîm

لَا أُقْسِمُ بِهَذَا الْبَلَدِ
وَأَنتَ حِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ
وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَ
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ
Resim--- “La uksimü bilhazelbeledi. Ve ente hillün bihazelbeledi. Ve validin ve ma velede. Lekad halaknel'insane fiy kebedin.: Bu beldeye -ki sen bu beldedesin-, babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki biz, insanı (yüzyüze geleceği nice) zorluklar içinde yarattık.” (Beled 90/1-4)

La uksimü bihazel beledi.”
Bu beldeye yemin olsun.”
Beled Sûresinde Allahü zül-Celâl açıkça..
Bu belde?..
Beden beldesi?.. Olur!..
Mekke?.. Olur!..
Yani, “beled”dir…
Nereyi düşünseniz olur…
Meâl değil, tefsir değil ki düşünmek..

Ve ente hillün bihazelbeledi ya Muhammed (sallallahu aleyhi vessellem).”
Senin içinde bulunduğun bu beldeye yemin olsun.”
Sen bu beldedeyken, bu beldeye yemin olsun.”

Ve validin ve ma velede.”
Babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin olsun.”
Ve veledin = Velede yemin olsun.”
Ve validin…
Valide: anne Arapçada…
Valid: baba…
Veled: çocuk…
Ve validin : Babaya yemin olsun.”
Kim baba?..
Tohumu taşıyan!..
Diriliği taşıyan!..
Hayy esmasını aktaran!..
Esas!..
Nurullahı taşıyan erkektir, Nur-u Mimi taşıyan kadındır…
Onun için Nurullah ve Nur-u Mimim birleşiminden doğan İNSANdır…
Ve imtihan vermektedir…
Ve validin ve ma veled.”
Babaya ve onun, tohumu taşıyana ve tohuma yemin olsun.”

Dördüncü âyeti:
Bir yere gelmek için okuyorum…
Lekad halaknel insani fi kebed.”
Andolsun, yemin olsun ki insanı Biz bir kebedde yarattık.”
Yani: “Nice zorluklar içerisinde yarattık. Yüz yüze gelebileceği pek çok zorluklar içinde yarattık. Sıkıntılar, göğüs gerecek, bütün bu zorluklara göğüs gelecek şartlarda yarattık.”
Bu kependleri, bizim köylerde mesela bizim çocuklar bilirler. Hasan Dağına çıkarken dağ kademeleri vardı, kaya.
Eskiden hayvanlarla çıkardık atlarla falan, eşeklerle çıkarsın. Oralara vardı mı hayvan ön ayaklarını kaldırır o şeylere koyar üstteki basamağa koyar, araları yüksektir, seksen santim bir metredir belki.
Arkadaki ayaklarıyla birden havaya fırlayarak ileri hamle yapar ve kependi atlardı…
Kepend derdik biz…
Burda kebed de aynı şeydir…
Arapçadan geçme zaten…
İşte böyle engelleri, böyle şeyleri geçecek şekilde yarattık.”
Lekad = Andolsun ki”
Halakna = Biz yarattık”
El insani = İnsanoğlunu, insanı yarattık”
Fi kebedin = Bu kebedleri geçecek şekilde yarattık.”
Zorluklar içinde yarattık. Ama batacak şekilde de değil yani.”

أَيَحْسَبُ أَن لَّن يَقْدِرَ عَلَيْهِ أَحَدٌ
Resim--- " Eyahsebü en len yakdire 'aleyhi ehadün.: İnsan, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?” (Beled 90/5)

Eyahsebü en len yakdire 'aleyhi ehadün”
Yani; “İnsan hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi hesab ediyor?”
Öylemi?..
Eyahsebu = yani şunu mu hesab ediyor?”
El len yakdira = Kimsenin kudreti yetmez.”
Aleyhi ahedin = Hiçbir kimsenin kendisine gücü kuvveti yetmez, böyle sağlam, böyle muhteşem, böyle muazzam bir şey mi sanıyor kendisini?”

يَقُولُ أَهْلَكْتُ مَالًا لُّبَدًا
Resim--- " Yekulü ehlektü malen lübeden.: «Pek çok mal harcadım» diyor.” (Beled 90/6)

Yekulu ahlektü malel lübadi.”
Birde o…”
Bu aynı zamanda bu âyette ordaki bir kişi, o zamanki bir kişi içinde söyleniyor, şimdi de söylenebilir…
Ben çok mal harcadım” diyor bide.”
Ben neler yaptım bir bilsen, oooo işte hanlar hamamlar, camiler yaptırdım, yani pek çok yoğun, bir sürü mal “ehlektu = helak ettim” yani”…
Telef ettim, birçok mal benimken verdim, dağıttım, attım, telef ettim, helak oldu malım yani.”

أَيَحْسَبُ أَن لَّمْ يَرَهُ أَحَدٌ
Resim--- "Eyahsebü en lem yerehu ehadün.: Kimse onu görmedi mi sanıyor?” (Beled 90/6)

Ehsebü el lem yerehu ehad.”
Yani; “Kimse onu görmedi mi hesab ediyor?”
Yani; “Onu hiç gören olmamış mı?”
Öylemi zannediyor?”
Öylemi hesab ediyor?”

أَلَمْ نَجْعَل لَّهُ عَيْنَيْنِ
وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ
وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ
Resim--- “Elem nec'al lehu 'ayneyni. Ve lisanen ve şefeteyni. Ve hedeynahünnecdeyni .: Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi? Ona iki yolu (doğru ve eğriyi) göstermedik mi?” (Beled 90/8-10)

Elem nec'al lehu ayniyni.”
Buna çok dikkat etmemiz lâzım bakın…
Elem nec’al = Biz kılmadık mı?”
Lehu = Onun için.”
Ayneyn = İki göz vermedik mi Biz buna, iki göz?”
Biz bu insana, yarattığımıza.”

Ve lisanen ve şefeteyn.”
Bir dil ve iki dudak vermedik mi Biz bu insana?”

Ve hedeynahu ennecdeyn.”
Biz ona iki yol göstermedik mi?”
Ve hedeynahu = Hidâyet etmedik mi?”
Necdeyn = İki yolu, iki tepe yolu.”
Yani; “tepesi olan iki yolu.”
Yani; “yokuşu olan iki yolu da göstermedik mi?”
Ona iki yolu gösterdik.” bu şekilde de tercüme edilmiştir…
Doğru eğriyi göstermedik mi?”
Hakkı – Bâtılı, Hayrı ve Şerri, zıtları göstermedik mi?”
Yani; “bilgisiz mi bıraktık?”

فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ
وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ
فَكُّ رَقَبَةٍ
أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ
يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ
أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ
Resim--- “Felaktehamel'akabete.. Ve ma edrake mel'akabetü. Fekkü rekabetin. Ev it'amün fiy yevmin ziy mesğabetin. Yetiymen za makrebetin. Ev miskiynen za metrebetin.: Fakat o, sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat etmek veya açlık gününde yakını olan bir yetimi, yahut aç-açık bir yoksulu doyurmaktır.” (Beled 90/11-16)

Felaktehamel akabeh.”
Fakaaaat o sarp yokuşa göğüs veremedi.”
Akabe: Sarp yokuş demektir…
Yani; çıkılması, zirveye tırmanılması oldukça zor olan bir yerdir…
Fakat o, sarp yokuşa göğüs veremedi.”
Bu neden, yani bu nasıl bir yokuştu ki veremedi?..

Ve ma edrake mel akabe.”
Ve ma edrake = Sen idrak edebildin mi?”
Mel akabe = Akabe neymiş? Sen bilebildin mi? İdrak edebildin mi?”
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesselleme soruyor Allahü zül-Celâl…
Bildin mi nedir o sarp yokuş? İnsanların göğüs veremediği, atlayıp da geçiveremedikleri, bir çare buluveremedikleri bu yokuş nedir?”

Fakkun vekabeh.”
Bu esir bir boyun kurtarmak.”
Bir köle azad etmek” diye tercüme edilmiştir…
Esir bir boyun…
Birinci boyun zaten benim kendi boynum…
Kendi boynum esir olan…
Kendi nefsim esir olan…
Kurtarmam gereken birinci köle kendim burda…
Hatta kimin kölesi olduğum belli değil Allah korusun!..
Neyin kölesi olduğum belli değil…
Bırakın Allahü zül-Celâle kulluğu, daha ipin kimin elinde olduğunu bilemiyorsam mesela demek istiyorum…
İşte geçemediğim yokuş, atlayamadığım…

Beled sûresini zevk ediyoruz, biz meâl değil…
Meâl açın, meâl Kurân-ı Kerîmde, meâller hepimizin önünde var, ordan meâli okuyun…
Biz ne anladığımızı anlamaya çalışıyoruz…
Meâl olarak da şey yapmıyoruz…

Fekkun vakabeh = Bir kölenin boğazından ipi çıkarmaktır, kurtarmaktır o bağdan.”
Neden?..
Eğer kurtarmazsak ne derse desin oraya bağlıdır o…
Boynundaki bu ipi çözmediğimiz sürece, hatta sırtına kırbaç atalım, fır döndürelim hızını arttırmış oluruz, fakat biz, bir kısır dolap beygiri gibi döner dururuz aynı yerde…
Hızlı döneriz sadece…
Mümkün değil yol almaz…
Tasavvufta da böyledir…
Bir kişi yanlış noktalara zincirlenmiş, bağlanmışsa ister ağlasın, ister gülsün, ister oynasın boşadır, çünkü bağlıdır, hareket edemez…
Asla Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e gidemez…
Çünkü bir yere bağlıdır…
Bir yerden kasdım; Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemde bağ yoktur çünkü…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem zaten hareket hâlindedir…
Teslimiyet ve İstikameti bildirme uygulama görevi sahibidir…
Allah’ın emrettiği şekilde hareketi vardır…
İnsanları kendisine bağlayıp da “gelin bana hâş tapın!” diyecek felan bir hâl yoktur…
Bağlayıcı değil Peygamber Aleyhis-selâm, götürücüdür…
SALL ettiricidir.
Köprüdür…
Yoldur…
Kendisi Rahmetenlilâlemindir…
Allaha gidiş yoludur Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem…
İşte bizim geçemediğimiz bu en sarp yokuş, geçit vermeyen önümüzü kapatan şey meğer bir esirin boynunu kurtarmakmış…
Başka?..

Ev it'amün fiy yevmin ziy mesğabetin.”
Birde o en kıtlık gününde, en açlık gününde yemek yedirmektir.”
Ev it'amün = Taam ettirmektir.”
Fiy yevmin = Bir gündeki.”
Ziy mesgabeh = Korkunç bir kıtlık içinde, açlık gününde, herkesin her şeyi yiyebileceği günde.”
Yani?..
Domuz haram mı?..
Haram!..
Ne zaman helal?..
Öleceğini anlarsa!..
İki arkadaş yola gidiyorlardı birisi öldü açlıktan, öbürü sağ, arkadaşının leşini yiyebilir mi?..
Evet!..
Doymamak üzere yaşayabilecek kadar yer…
Helal mi?..
Helal!..
Ne zaman?..
O zaman helal!..
İslam bu!..
İslam şeriatı…
Bütün haramları helal eder…
Ne zaman?..
Azgınlık yapmamak üzere zamanı gelince…
İşte burada da o açlık gününde yemek yedirmek…

Yetiymen za makrebetin .”
Bir yetim ki birde sen onun akrabasıysan o yetime yemek yedirmek varya”
Evet, itam etmek, taam etmek…
Onu bu tarafa çeviriverdiğimizde bizim Allahü zü’l-Celâl’le bağını kesmiş ya da bağını bulamamış, babasını kaybetmişte bulamamış birisi gibi, anasını kaybetmişte bulamamış bir öksüz gibi kalan bir nefis, kendi nefsimiz böyle bir hâldeyken buna Allahü zü’l-Celâl’in ilim, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın edeb taamlarını yedirmek…
Bu şekilde de zevk etmek gerçekten mümkün…

Ev miskiynen za metrebetin.”
Yada bir miskin ki sakin kalmış.”
Yani; hiçbir hareket edemiyor…
Gâvurdur, Müslümandır, ötedir, bötedir ama gelmiş Antalya’nın bir köşesine…
Ve ben bunu bizzat yaşadım…
Yani, evet…
Adamcağızın karnı parçalanmış…
Benim geldiğim senelerdi…
Karnı parçalanmış, bağırsakları dışarı düşmüş, dökülmüş eliyle koyuyor…
Ben bunu gördüm gözlerimle yani…
Yanında şarap şişesini de gördüm…
Ama sabah namazlarından dönerken ekmek bırakıyorduk yanına ve de ekmeği bekliyordu zaten…
Yani bunu bu hâlde gören Allahü zül-Celâldi, yani görüyordu demek istiyorum, Kendi kuluydu, Kendi şeyiydi…
İnsanların merhameti imtihan ediliyordu…
Bunlar bütün, böyle bir miskin, elden ayaktan düşmüş, ekmeğe muhtaç hâle düşmüş bir miskin olursa “za metrabeh”…
Metrabeh” sanki toprak yani, üstüne bas geç…
Toprak olmuş gibi böyle…
Bu kadar zavallı hâle düşmüş gibi…
Za metrabeh” sanki toprak sahibi gibi, toprak olmuşta yere döşenmiş bir toprak olmuş…
Öyle bir garabet sahibi yani…
Yerlere serilmiş bir zavallı hâline gelmiş…
Bu kim?..
Buda biz…

ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ
أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ
Resim--- "Sümme kane minelleziyne amenu ve tevasav bissabri ve tevasav bilmerhameti. Ulaike eshabul meymeneti : Sonra iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine acımayı öğütleyenlerden olmaktır. İşte bunlar sağdakilerdir.” (Beled 90/17-18)

Sümme kane minelleziyne amenu ve tevasav bissabri ve tevasav bilmerhameti.”
Sonra iman edenlerden, birbirine sabrı tavsiye edenlerden.”
Minellezine amenu = İman edenlerden.”
Ve tevasav bissabr = Sabırda vasiyetleşenlerden.”
Ve tevasav bilmerhameh = Birbirine merhameti tavsiye edenler.”
İmanda buluşalım…
Sabırda buluşalım…
Merhamette buluşalım…
Bunlar ne?..
Muhammed Aleyhis-selâm’ın ana özellikleri…
Sadakatta, Sabırda, Merhamette, Muhabbette buluşmalar bütün Rasûlullah Efendimizin bütün özelliklerini yakalamaklar…
Şurası için ben burayı okudum…
Biraz sonra geleceğiz…

Ülaike ashabülmeymene.”
İşte bunlar meymenetli insanlardır.”
Uğurlu insanlardır.”
Bunlar hakka-hayra götürücü insanlardır.”
Meymenet sahipleridir.”
Meymene = Yemin sabibleridir.”
Yani?..
Kitabları sağ taraftan verileceklerdir…
Hak ve hayr sahibi olanlardır…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin taraftarlarıdırlar…

وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ
عَلَيْهِمْ نَارٌ مُّؤْصَدَةٌ
Resim--- " Velleziyne keferu biayatina hüm ashabülmeş'emeti. Aleyhim narün mü'sadetün .: Âyetlerimizi inkâr edenler ise işte onlar soldakilerdir. Cezaları, kapıları üzerlerine sımsıkı kapatılmış bir ateştir.” (Beled 90/19-20)

Vellezine keferu biayatina hüm ashabül meş'emeh.”
Fakaaaat!..
Vellezine keferu = O kafirler yok mu.”
Biayatina = Âyetlerimize küfredenler yok mu, inkâr edenler yok mu âyetlerimizi, hem onlar var ya.”
Ashabül meş'emeh = Onlar şum ashablardır.”
Şom ağızlı” diyoruz ya, uğursuz insanlardır, yaramaz insanlardır, şemahat ehlidirler…
Hiç hakka ve hayra yanaşmazlar…
Her yerde noksan ararlar…
Daima kötülük ararlar…
Hiç iyilik görmezler, insanları iyiye çekmezler…
Yani yıkıcı, yakıcı, negatif insanlardır…
Şom yani…
Bizim Türkçede “şom ağızlı” diyorlar…
İşte bu şum : uğursuz…
Meymenetsiz…
Hiçbir işe yaramaz, kötülük yapar…
Olumsuz yani…
Kim bunlar?..

Aleyhim narun mü'sadeh.”
İşte bunların üzerlerine ateş var.”
Nasıl bir ateş var?..
Mü'sadeh: kapıları bastırıp payandalanmış yani, tersten, asla açamazlar içerden dışarıdan payandalı çünkü…
Kapanmış, ebedî…
İşte kim bunlar?..
Kendi nefislerine zulmedenler…
Her şeyin ötesinde kendi nefislerine…
Neden kötü adam?..
Neden kötü olacak, nefsini şeytana sattı da onun için kötü…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâmın yanında, canında olan nasıl kötü olacakmış…
O özellikleri taşıyamaz ki…
Yukardaki özellikleri taşıyamaz ki…
Bir miskine bakmamazlık yapamaz…
Efendim bir yetime bakmamazlık yapamaz…
Bir acı doyurmamazlık yapamaz…
Kendine bencillik yapamaz…
Sabrı, merhameti, hakkı tavsiyesizlik yapamaz…
Muhammedî bir şuuru olan asla!…
Kim yapar?..
Kim yapacak, şeytan…
O kim?..
O kim olacak cehennemin zümerasına girip kapıyı dışarıdan kapattırandır…
Yani?..
Şeytan ve şeytanlaşmışlara teslim olduğu için başına bu şeyle gelmiştir…
Nerde?..
Bu dünyada!..
Öbür dünyada ne var?..
Buradaki tabikatın imtihanı var…
Burdaki kazancı, elindeki çekin-sonucun karşılığını görecek…
Burda gördüğü işlerin karşılığını orada kitabını soldan aldığı için, yani soldan kasdım şomlular, şumlar tarafından, şemahet, meymenetsizler tarafından aldığı için bunlar başlarına gelecektir…

Bu Beled Sûresini, yirmi âyetti, şöyle bir göz gezdirdik…
Resim
Cevapla

“Kur'an-ı Kerim” sayfasına dön