2010 Nisan H.A; GÜL TOHUMu M. DERMAN

Cevapla
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

2010 Nisan H.A; GÜL TOHUMu M. DERMAN

Mesaj gönderen sev-guzel »

GÜL TOHUMU
Tarih: 17.04.2010 Saat: 10:01 Gönderen: kulihvani


Resim


MÜNİR DERMAN (ks)

GÜL TOHUMU


Gül tohumu vardır aziz cemaat.
Gül tohumu.
Bunu bir tahlil edelim.
Gül tohumunun içinde renk vardır.
Çok dikkat edin!
Koku vardır.
Görünmez bu.
Gül tohumunu yar!
Kimya laboratuarına gönder!
Ne koku vardır içinde ne renk vardır.
Ancak içinde amidon vardır.
Birazda fosfat vardır.
Yani nişasta ile fosfat vardır.
Başka bişey yoktur…

Gül toprağa girip EL REZZAK esmasıyla beslenmeye başladığı zaman, gülün bu zâhiri kısmı kaybolur.
Bâtını çıkar içeriden.
Bâtınında o halde zâhirini kaybetti.
Bâtınını ortaya çıkarmak için Allah ona bir mükâfat verir.
Nedir o mükâfat?..


El ile tutan tohumda bir bâtın var bir gizli bir şey var.
Zâhir olmak için yani içinde tahlille bulunmayan kokuyu, rengi, yeşilliği çıkarmak için ne yapması lazım.
Toprak altına konur bu.
Çünkü, yaratma unsunu topraktan başlar.
HAYY, EL REZZAK, EL BEDİ’ topraktan çıkar.
EL BEDİ’ renkler güzellikler.
HAY canlılık.
EL REZZAK yemek.
Hep topraktan. Toprak altından…
Su verilir buna.
Mâdem ki bâtınını dışarı çıkarmaya savaşıyor.
Su gelir.
Ve minel mayi külli şeyin hay.
Es seyhanu vec ceyhanu. El fıratü vel mim. Küllin min emharı cenne.
Seyhan ve Ceyhan. Fırat ve Dicle, Nil nehri cennet nehirleridir buyurmuştur Cenâb-ı Allah.
Cennetin altında ırmaklar akar.
O halde su dünyada elle tutulan, gözlü görülen yegâne cennet taamı sudur.
Onun için su pislik tutmaz!
Onun için insanlar huzur-u ilâhiye ye giderken cennet taamı su ile yıkanırlar.
Su pislik tutmaz.
Dünyanın milyarlarca suyu akar çeşmeler bitmez.
Akar dereler bitmez.
Cennet taamıdır.
Cennetten bu bâtınını zâhire çıkardığı için cennet taamı su verilir gülün tohumuna.
Güneşten hararet gelir.
Böyle kendini Allah yoluna verdin.
Sakın affedileceğini yahutta tamamiyle azap göreceğini, ikisi de şüphelidir.
Allah’a bırak onun için cehennemden hararet verilir buna.
Onu da unutma demektir.
O halde güneş, merhamet, rahimden başlıyor olgunluk geliyor güle.
Aha bunların hepsi nefistir oğlum.
Bu nefisi ortadan kaldırdığın zaman geride SABÛR esması kalır. Allah’ın Es SABÛR esması kalır.
Gül açar, toprağa çıkar.
Klorafili gelir de güneş var yemyeşil olur.
Tomurcuk gelir.
Olgunluk haline gelmiştir.
O zaman güle bir mükâfat verilir.
Nedir o?
Koku…
Koku içinde değil.
O kırmızılık haline geldiği zaman, nasıl ki ziya aynaya akseder de ondan aksederse, koku sonradan verilir güle.
Eğer gülen kendisinden olaydı.
Cenâb-ı Allah herkesi kıskanç ve hâsid yaratmıştır.
Gül etrafa kokusunu vermezdi.
Yani gülün bâtını zâhiri bâtın olduğu için bütün esmalar çıkarır. Sende bâtını zâhirini yok et, içinden güzel kokular çıkar ağzından. Bütün dünyadaki çiçekler iki çiçeğin sırrını kapamak içindir.
Onları örtmek için yaratmıştır Cenâb-ı Allah bütün çiçekleri...

Biri manolya biri de güldür.
Dikkat edin dikkat edin daha lakırtı bitmedi.
O halde senin içindeki kalbine gelen Nur-u Rasûlullah’ı aksettirip onun kokularını onun güzelliklerini onun menevişlerini ortaya çıkarmak için kalbini hazırlamak lazım.
Bunların hepsine nedendir?
Gülün bize kokusunu göstermek içindir oğlum.
Hanı eski şairlerden birinin bir sözü vardır “ne güzel lakırtıdır” diye edebiyat muallimleri tahlil ederler.
Bide evinizde manevî gözle tahlil edin bunu.
Gel gül dedi. Gel gül dedi. Bülbül güle.
Bülbül orda. Gel bana dedi gel.
Gel gül dedi bülbül güle.
Gül gelmedi gitti.
Gül bülbüle, bülbül güle yar olmadı gitti.

Bu insanın kendi şeklini anlatır.
Birbirimize kendi kendimize tekme atıyoruz farkında değiliz.
Yoksa koku çıkarmak için mi?
Tohum iken gülün kokusu nerede idi?
Nefsinin altında, nefsinin altında!
Çay! Çay! çay!..
Al çayı kokula!
Koku yok.
Çayı suya koyacaksın.
Sıcak edebine girecek.
Sıcaklıklan haşr edecek.
Koku veren o zaman kendisine verilir.
Kendisi çıkarmıyor.
Zâhirin bâtın ve bâtının zâhir oluşun.
Bunların yarısı irade-i cüzi ye tabidir diğeri de küllî iradeye.
Sen kendini.
Huve’l- Bâtını ve’z- Zâhir.
O halde gül toprağa giriyor çıkıyor koku haline intikal ediyor.
Huve’l- Bâtını ve’z- Zâhiri tesbih ediyor.
Her tesbihinde de EL BEDİ’ esması tecellî ediyor gülün güzel rengi. Koku bu tesbihin titreşiminden ibarettir.
O halde sen Allah Allah içinden dersen o gülün kokusu gibi çıkmaya başlar koku.
Bu güzel tecellîden dolayı gülün kokusu hoşumuza gider oğlum!

Gülün bu sırrı, insanlar bile sırrını çıkarmasın ortaya diye isim değiştirmiştir.
“Nasıl isim değiştirdi Hoca Efendi?”
Biraz sonra söyleyeceğim nasıl değiştirdi.
Gül yağı deriz. Gül yağı.
Gülü alır, asidi sıfır zeytinyağında kaynatırlar muamele ederler. Gül kokusunu yağa verir.
O bile bizi yine şaşırtmak için insanlar dili dolanmıştır ismi başka vermiştir.
O gül yağı değildir oğlum.
Gül yağı, gülden yağ çıksaydı.
Şimdi o linkolin bilmem efendim pamuk yağı, fındık yağı, bilmem efendim kabak çekirdeği yağı diye milletler ondan yağ çıkarırdı yerdi.
O gül yağı değildir.
Güllü yağdır. Güllü yağ.
Bu bile yanlış.
Bu sırrı gizlemek için Cenâb-ı Allah bütün çiçekleri yaratmıştır. Güllerin de seksen türlü rengi vardır.

Bi de manolya çiçeği vardır dokundunuz mu solar şöyle büyük açar o, bembeyazdır.
Büyük ağaçları vardır.
Yaprakları kışın dökülmez onun.
Bu kauçuk ağaçları gibidir yaprakları.
Yaprağın ismindendir.
Niye solar?
Manolya da oğlum tanen vardır tanen denilen mazıdan çıkan birşey.
Elmada da vardır.
Ayvada da vardır.
Ayvayı elmayı ısırırsın biraz sonra havanın oksijeni ile birleşti mi tanen açığa çıkar kararır o.
Haa onun gibi.
Sen elini vurduğun zaman manolya solar.
Dokunmak bir nevi manolyanın temizliğine mekruh sürmektir.

Şaibelerden kurtulmuş temizlenmiş bir insana da küçük bir mekruh aynı böyle manolya gibi yapar.
Cenâb-ı Allah vücuttaki esmalarının menevişlerini toplar biter o zaman.
O zaman araya perde misüllü şeytan girer Havva ile Âdem .
Havva ile Âdem arasına nasıl şeytan girdi onları kandırdı.
Âdem ile Havva hikayesi aynen devam etmektedir.
Son nefesimize kadar devam edecektir.
Âdem bütün insanların, Havva bütün kadınların…
Bu hikaye hâlâ devam etmektir.
Manolya ya şöyle bir emir çıkar.
“Bu kul senin temizliğinin kıymetini bilmedi sana el sürdü.
Bende bütün mevcudatımı kulumun emrine musahhar kıldım.
En efdal kulumu yarattım.
O senin kıymetini bilmedi.
Ben onu senden yüksek yarattığım için verdiğim rütbeyi geri almak şanıma yaraşmaz.
Sen benim basit bir çiçeğimsin, onlar senin kıymetini bilmedi.
“Dön Bana! Bana dön!” emridir.
Bunun için manolya solar oğlum.
“Senin kıymetini bilmiyorlar Bana dön Manolya!” emridir bu.
Onun için manolyaya dokundun mu soluverir…

Onun için islamlar içinde manolya gibi insanlar vardır.
Zaten Secde-i Rahmana kapanan da bir gün muhakkak gül kokusu ortaya çıkacaktır.
Rasûlullah efendimiz gül gibi kokar.
İnsanlar kendi kokusunu aziz cemaat alamazlar.
Nasıl ki şu kağıda bakarsan yüzünü göremezsin, aynada görürsün.
İnsanlar kendi kokularını alsaydı Cenâb-ı Peygamber buyuruyor hepsi çıldırırdı.
Çünkü tefahur gelir adama ben ne kokuyorum diye.
Onun için herkesin kendine mahsus bir kokusu vardır.
Gidersiniz bir memlekete bakarsınız bir yere yanaşırsınız bir koku gelmeye başlar.
O koku oranın kokusu değil azizim.
O adam ve yahut o muhit senin aynan oldu.
O koku kendi kokundur.
Ancak o temiz insanda sana intikal ediyor o koku.
O adamın kokusu değildir.
Bağırsaklarımız ne dolu biliyorsunuz değil mi kokusunu almıyorsunuz.
Siz bir insanın karnının yarıldığını görseniz.
Ameliyat esnasında, ben operatörüm.
Midesini açtım felan.
Bir koku gelir karından imkanı yok duramaz insan.
Ama ben senelerce alışmışım koku almam.
Koyunu kestiğiniz zaman karnından bir sıcak koku gelir.
Ondan daha fenadır o koku.
Onun için Allah bunu gizlemiştir.

“Efendim felan bir Şeyh Efendiye gittim sarıldım ona aman ne güzel kokuyor!”
Ulan Şeyh Efendide, Şeyh Efendinin kokusu değil o.
Senin kokun.
Senin kokunu ayna gibi sana aksettiriyor.
Herkes o kokuyu başka türlü şey eder kimi menekşe duyar, kimi gül duyar.
Kimi bilmem ne kokusu duyar.
Kendi kokundur o.
O adam kokusunu almaz.
Onun için o hale gelenler.
Hepimiz inşallah geleceğiz o hale.
Sen ne zannettin 40 sene 50 sene namaz kıl da sonunda hüsrana mı uğrayacağını zannediyorsun?
Bu dünyanın sapık ve âhir zamanında namazını kılıp orucunu tutabilen her babayiğide kâr değildir.
Her babayiğidin kârı değildir.
Bu şükür makamıdır.
Şükür makamı Allah’ın izni olmadan olmaz.
Şükür makamını Allah az çok sevdiklerine ikram eder.
Şuraya sizi birisi mi zorladı geldiniz.
Muhakkak Allah’ın sizin haberiniz olmadan aldığınız bir telgrafla geldiniz.
Onun için aziz cemaat bahane arayın bahane.
Baha değil.

İstanbul da bir Zeynep Kamil Hastanesi vardır bilirsiniz. Haydarpaşa da.
Zeynep Sultan tarafından yapılmıştır.
Zeynep Sultan aynı zamanda Şehzâdebaşı’ndaki Zeynep Hatun binası vardır.
Fen Fakültesidir orası.
Şimdi başka türlü yapıldı.
Üniversitenin idi orası.
Orayı yaptıran mübârek padişahın vâlide-yi muhteremeleri.
Bu kadıncağız, hacca gitmiş bir iki defa.
Küçüklüğünden beri namazını bırakmamıştır bu mübârek kadın.
Zeynep Hatun.
Nur yüzlü bir kadın.
Padişahın anası.
Bir gün Şeyhü’l İslamı saraya davet etmiş.
Gelmiş Şeyhü’l İslam : “Buyurun Sultanım!” demiş.
“Hoca efendi sana bişey soracağım.” Demiş.
“Buyurun Sultanım” demiş.
Aha Zeynep Kamil Hastanesi.
Başhekimi şimdi Belediye Reisi oldu orda.
İstanbul da.
“Ben demiş hacca gittim hiç namazımı bırakmadım.
Borcum yok. Orucum yok. İyilik yapıyorum demiş.
Dünya gözüyle bana bir anahtar usulü öğrette demiş.
Rasûlullah’ı rüyamda göreyim” demiş.
Şeyhü’l İslam demiş : “Sultanım! Üsküdar kısmında bir hastane yok demiş. Oraya emredin de bir hastane yaptırsınlar” demiş.
Emrediyor, Zeynep Kamil Hastanesi yapılıyor.
Bir doğum hastanesi. Hastane yapılıyor.
İçinin çanakları, çatallar matallar Viyana’dan geliyor.
Şişli Çocuk Hastanesini de Abdulhamid yaptırmıştı.
Ordaydı onlar.
Şimdi hep kayboldu.
Herkes çaldı evine götürdü.
Her şey yapılmış.
Aradan bir iki ay geçmiş.
Hastane işliyor.
Binlerce kadın gelip doğurup gidiyorlar.
Doktorlar, moktorlor bakılıyor.
Şeyhü’l İslam’a haber göndermiş demişki : “Dediğinizi yaptım göremiyorum!” demiş.
“Sultanım demiş bir defa ziyaret buyurun hastaneye.” demiş.
Kalkmış saraydan.
Eskiden kırk kişi çekerdi kayıkları.
Haydarpaşa’ya gitmiş.
Doğru hastaneye.
Hastane hekimleri : “Buyurum sultanım” demiş.
Paşalar falan. İşte.
Gezmiş hastaları.
Girmiş bir koğuşa : “Nasılsınız” hepisi Sultanı tanıyor.
Hep kadınlar.
“İyiyiz Sultanım Allah ömür versin” demiş.
“Bir arzunuz var mı?” demiş.
“Yok Sultanım çok iyi bakıyorlar” demiş.
“Başka bir arzunuz var mı” demiş.
“Söyleyin yiyeceklerinizden, içeceklerinizden şundan bundan.”
“Yok Sultanım demiş Allah senden razı olsun! Hepimize bakıyorlar” demiş.
Orayı, burayı bütün hastaneyi gezmiş.
Doğumhâneye gelmiş ki bir kadın bağırıyor orda.
Doğum sancıları çekiyor.
“Niye bağırıyor orda” demiş.
“Sultanım demişler bir ermeni kadıncağızı var genç kadın o doğuruyor” demiş.
“Görebilir miyim?” demiş.
“Eee biraz sonra doğuracak” demiş.
Kadının sesi kesilivermiş o anda.
Demişler ki “Doğurdu. Buyurun” demişler.
Girmiş ki güzel bir ermeni kızcağızı.
Yeni doğurmuş.
Çocuğunu da ebe yıkıyor.
“Nasılsın kızım” demiş.
Teri yüzüne vurmuş.
“İyiyim Sultanım” demiş.
“Geçmiş olsun” demiş.
“Allah bir evlat verdi sana” demiş.
“Bir arzun var mı yavrum yapıyım?” demiş. “Arzun isteğin.”
“Yok Sultanım” demiş. “Allah razı olsun senden.”
“Söyle yavrum demiş bişeyin.”
Yok demiş Sultanım.
Bitmiş hastanedeki ziyareti.
Binmiş kayığa saraya gelmiş.
O gece Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem rüyasına giriyor.
“Ya Zeynep!” diyor. “Hastaneyi yaptırdın diye senin rüyana girmedim!” diyor.
“ O doğuran ermeni kadınının yüzünü okşadın, onu ziyaret ettin. Onun için rüyana girdim!” diyor.
Aha bu bahane ağaamm.
Bahane arayım aziz müslümanlar.
Bahane de Allah’ın rahmeti, Rasûlullah’ın şefaat-i uzması gizlidir.
Hiç kimseyi hor görmeyin!
Dua edelim efendim!
Haa söyleriz.
Amin.
Elhamdülillahi Rabbilâlemin.
Errahmanirrahim.
Allahümme salli muhammedin ve ali Muhammed.
Subhaneke ya allam ta aleyte ya Selami cinna minna ve affike ya mücir.
Ya Gani Ya Allah Ya Hay Ya Allah Ya Kayyum Ya Cebbar Ya Allah!

* * *

Birisi bişey söyler!
Haa hahaa!..
Herif zınbırtıynan uğraşır.
Gelmiş oruçlu adam bişey alacak…
İşte hayâ buradan başlar oğlum.
Bu hayâyı yapabiliyor musun gel hayânın içinde seni cennete gönderecek Rasûlullah’ın tahsilatını söylüyorum.
Yoksa bunlar olmadan orta mektebi bitirmeden liseye almazlar. Liseyi bitirmeden de üniversiteye almazlar.
Acele yok İslam dininde.
Her şey damla damla.
Kan nakli gibi insana damla damla damla verirler.
Bak şurdaki ihtiyar mübârek adama.
Onu da hor görenler vardır haaaa.

Dağ volkanı sinesinde yetiştirir oğlum. Volkan dağı deler.
Ağaç kurdu içinde besler. Kurt ağacı yer.
İnsan hülya kurar. Hülya insanı kemirir.
Aha bunların hepisi hayâsızlıktandır…

Birisi birine demiş ki : “Allah Hafızdır her şeyi korur!” demiş.
“Evet korur!” demiş.
“He he he demiş. Atsam ben kendimi bakalım koruyacak mı?”
Öyle söylerler size.
Bir çok münevverler çıkar.
“Allah seni koruyacak haa benim tabancamdan koru bakalım.”
Ona verilecek cevap “ben Allah’a öyle inanıyorum ki senin sapık lakırtın için Allah’ı imtihan mı edeceğim?”
Cevap bu.
O vakit yapışır dudağında kalır.
“Atsam sen kendimi de Allah korusun.”
“Ben Allah’a öyle inanmışım ki senin gibi köpeğin lakırtısından Allah’ı mı imtihan edeceğim de sana ispat edeceğim!” dersin.
Onun için bir büyük insana bağlandığın zaman Onu sınamaya kalkma!
Acaba bunda şu var mıydı bu var mıydı deme!
Senin şüphen o.
Allah’ı hakiki seveni ateşe atsalar, Allah’a duyduğu sevgi o ateşi gül bahçesine çevirir.
Gönül gözü kapalı olanlar bu lakırtıdan da hiçbir şey anlamazlar.
Onun için başına bir dert geldiği zaman O’na isyan etme!
Üzülme, ne yapacağım deme!
Çünkü o dert hayâ hududunun noktasıdır.
Allah sendeki hayâyı ölçüyor.
Çünkü bu gelen dert, insana bedava gelmez oğlum!
Sabret altında cennet nimetleri gizlidir.
Onun için Cenâb-ı Peygamber bir hadiste buyurmuş ki :
“Savaştan evvel yiğitlik olmaz” demiş.
“Ben şöyleyim, ben böyleyim!”
Al kılıcı da gel karşı karşıya geçelim.
İnsanın öyle gizli tarafları vardır.
Peri gizlidir periden daha gizlidir.
O halde fazilet, doğruluk, şefkat, merhamet son düğmesi hayâ. İnsanın yaradılışında mevcut ilâhi nakışlardır.
Cenâb-ı Allah : “Ben bir gizli hazine idim. Görünmek için kâinatı yarattım” dedi.
Serpti esmalarını böyle.
Elektrik gibi serpti.
Bu esmalar toplandı.
Hepisi ilâhi esma.
Birbirine mafsalları var bunların.
Hani çocukların kutularda oyuncaklar satarlar Japon mağazalarında.
Alır çocuk onu oraya getirir, onu oraya getirir.
Bu olmadı der oraya.
Bi de bakarsınız bir ev resmi çıkar.
Aha onun gibi bu esmalar, Kudret-i İlâhi ile toplanır verir toplandı mı bi şekil çıkacak ortaya.
İşte insan şekli o.
Onun için “Ben kulumu kendi suretim yarattım” demesi bu.
Yoksa Allah şeklinde yarattı demek değildir.
Esmalarının toplanışından husûla gelen.
Bir gül tohumunu burada da eksen.
Endülüs’te de eksen, Amerika’da da eksen yine gül aynı çıkar.
Her yaratıkta bu nakışlar mevcuttur.
İnsanın kıymeti işte bunlarla.
Fazilet, doğruluk, şefkat, merhamet hepsinin torbasının ağzını bağlarsan, hayâ zinciri ile bağlarsın bunu.
Bu nakışlar tezâhür imkanlarını bulamayan veya onları örtecek hal ve tavırlarda bulunanlarda ortaya çıkmaz.
“Hayâsız” deriz ona, “merhametsiz” deriz, “şefkatsiz” deriz, “yalancı” deriz “faziletsiz” deriz.
Bütün bu nakışlardan iki tanesi birisi fazilet diğeri hayâ.
Bütün ibadetlerden bütün bu nakışlardan dünyada kazandığınız neticeleri en sonunda yıkarlar seni, çıkacak netice faziletlen hayân varsa âhirette seninlen o devam eder ötekiler hepsi mezar kapısında kalır.
Bunlar şah damarlarınızdan daha yakin olan Allah’ın nakışlarıdır. Burnu nezleden kapalı olan kokuyu alamaz.
Fakat koku dimağındaki merkez bozuk değildir.
Gözü hasta olan göremez.
Göz merkezi şey değildir.
Efendim gözü kör adamın da görmüyor.
Yahut katarakt oldu.
Biliyorum katarakt olan gözü kör olan rüya görmez mi oğlum?
Neynen görüyor? Neynen görüyor?
Sapık konuşmamak lazım.
İnsan bilmediği yerde bütün frenlerini çekmekte bir hayâdır.
Ondan sonra “Yok efendim şöyleydi. Felan kitap böyleydi!” demek hayâsız.
Hayâ kelimesine sözü kimisi uzun ilave eden kimisi kısa ilave eder.
Bu edepsizlik olur.
Kulağa tıkalı olan, iç kulak iltihabı olan adam, yahut orada bir tümör olan adam duymaz.
Fakat kulağın içindeki merkezin bozuk olduğu demek değildir.
Dili paslı olan tad almaz.
Bu arızalar o uzuvların merkezlerinin yani ruhun hasta olması değil.
O halde fazilet ve diğer yüksek duygu tezahürlerinin ortada olmaması aynı temizliği bulamadığından ortaya çıkmıyor demektir.
Sen o temizliği bul!
İlahi nakış senin vücudundan eksik olmaz.
Çıkar ortaya.
Yalınız temizler.
Abdest almadan namaz kılınmaz bilirsin.
Muayyen bir temizliğe varmak lazım.
Kur’an-ı Kerim de bir âyet var.
Biz onların, biz onları mühürledik.
Kalplerini mühürledik.
Gözlerini kapadık.
Kulaklarını kapadık.
Eşşek kulağı çünkü, anlamazlar.
Öyle bir âyet var.
Şimdi birisi derki “ulan böyle âyet olduktan sonra beni Allah fena yarattı bana ne?”
Her şey Allah’ın emrinde değil mi?
Eeee evet!
Yarın âhirette ben çıkarım avukatta tutarım yanıma :
“Ya Rabbi sen şöyle şöyle söyledin.
Beni fena yarattın.
Bende ne kabahat var!”
Öyle diyemeyecek.
Âyet onlar gelemez.
Onlar bizim nakışlarımızın ortaya çıkmasına müsait durumda olmadıklarından biz kendi kendimizi mühürledik demektir.
Ortaya çıkmamı, çıkamadık demektir.
“Ben kulum ile görür, kulum ile işitirim” diyor.
“Bizim nakışlarımızın ortaya çıkması için onlara kötüyü, fenâyı temyiz hassası verdik.
Bir de irade verdik.
Onlarla bize yanaşın dedik.
Eğer bunu yapmazlarsa Ben ortaya çıkamıyorum.
Onlar Beni mühürledi demektir.
Bende kusur olamaz çünkü, her türlü noksandan münezzehim” diyor.
Onlar kendi kendilerini mühürlediler demektir.
“Ve Ben de Şanımın icabı, onları Kendime mazhar yaptım.
Ve her tarafını kapadım dışarı çıkmazlar.”
İşte Allah’ın büyük sabrı burada.
O kadar edepsizlik yaptığın halde dışarı çıkarmıyorsun
Onu orada sabrediyor.
Belki kulum, belki kulum diyor.
Onun için tövbe kapısı İslamiyet’te son nefese kadar açıktır.
Beyazid-i Bestamî hazretlerinin ki,
Beyazid-i Bestamî, El Vahab isimli kitabı vardır.
Diyor ki “benim kapımın önünden geçen köpek velî olur.”
Öyle bir büyük Velî.
Cafer-i Sadık’ın yetiştirdiği.
Beyazid-i Bestamî’nin ismi geçtiği zaman koskoca Gavs-ı Geylanî hazreti Abdulkadir Geylanî kıyam edermiş.
Bir gün bir papaz gelmiş 70 yaşında yanına.
Demiş “Ya Beyazid ben İslam olacağım ne yapayım?”
“La ilâhe illallah Muhammedu’r- Rasûlullah” demiş.
Papaz başlamış ağlamağa.
Olmuş İslam gitmiş.
Beyazid-i Bestamî başlamış saçlarını yolmaya.
“Ya Beyazid ne oluyorsun?” demiş.
“Nasıl olmayayım ben 70 senedir secdedeyim.
Bu herif 70 senedir demiş küfürdedir.
Bir La ilâhe illallah’ınan hepsini kurtardı bir anda tertemiz oldu!” demiş.
Onun için tövbe kapısı oğlum şeye kadar açık.
İçinizde olabilir yaa.
“Efendim ben şimdiye kadar hiç namaz kılmadım, ara sıra kıldım.
Edepsizlik yaptım.
Vaiz efendinin sözlerini dinledim.
Ben ben bu gün secde edeceğim artık ama sonu ne olacak eskiler?
Eskileri geç.
Sende bu günden itibaren İslam oldum!” de.
Hulusi kalb ile ondan sonra başla kazaya.
Size namazlar nasıl kaza edilir.
Onun usulünü öğrettim.
Çukur eşeceksin.
Hepsinin kolayı var.
Öyle rap tut haydi sok cehenneme sok adamı.
Allah yakar mı müslümanı be!
Geziyor diyi.
Abdulkadir Geylanî : “Ceddim Rasûlullah’ın şefaatı olmasa diyor ben hakiki müminim, şöyle tükürüknen söndürürüm cehennemi!” diyor.
“Lev şefaatü ceddü muhammedün fe tefeyte bi nari cehennemi cebren”.
Kolay iş değil bunlar.
Müslümana her şeyi kolay
Yani kulum kapanır her tarafını kapar, temizlik derecesine varmaz.
“Beni bırakmaz çıkayım dışarı.
En müşkil zamanlarda kulumun içindeyim.
Acımam huzursuzdu. Onun en müşkil.
Onun için kulun aklına her zaman gelirim.
Birde kendisinin daime Beni hatırlasın diye müşkil zamanlarında şöyle bir fiske vururum!” diyor. Hadis-i kudsi bu.
“Münasebetsiz zamanlarında hatırından geçiveririm.”
Hâşâ sümmi hâşâ helâda bile Cenâb-ı Allah insanın aklına gelir.
Eeee bunlar hikmet oğlum.
“Aman efendi ben. Helâda Allah aklıma geldi günah mı?”
Padişah binmiş atına resmi geçide gidiyor. Yaldızlı felan giderken at dursa abdest etse.
Padişahta mı kabahat, atta mı oğlum!.
Ne korkuyorsun?
“Gizli hazine olan Hâlık görünmek istedim. Kâinatı yarattım” diyor.
Esmalarıyla tecellî etti. Kâinat var oldu.
Bilinmek istedim. İnsanı halk ettim.
Konuşmak istedim. İnsana bir makine verdim.
Vahyinnen işte konuştu biznen.
Sessiz, sözsüz hassız kelâmıyla konuştu.
Bu sessiz, sözsüz kelamın tecellîsi için de bir cihaz var insanda.
Bir müstesna bir insan yarattı.
Onun nurunu beşeriyete yavaş yavaş asırlarca, binlerce sene alıştırmak için peygamberlerden peygamberlere, peygamberlerden peygambere bu nuru nakletti.
Nihâyet nur Rasûlullah Efendimizin dünyaya teşrif ettiği zaman tecellî etti.
Resûlun içinden ve dilinden hassiz, sessiz, kelimesiz kelâmını bizim duyabileceğimiz, anlıyabileceğimiz şekilde konuştu.
O halde Rasûlullah, Hâlık’ın konuşma cihazı oldu haa konuşma cihazı.
Anca Cenâb-ı Peygamberlerle Allah biznen konuşur, bizde Allah’a yöneldiğimiz zaman Rasûlullah kanalıyla gelir.
Bu kanalın telefonunu temiz tut oğlum.
Telefonun daima alarm da durması için her zaman salavat-ı şerife.
Telefon santralinden birisiynen ahbab olun.
Ankaraynan İstanbul’dan tüccarlar konuşacağı zaman :
“Kızım bana İstanbul da 47 31 bilmem kaçı ver! Daha çok bekliyecek miyim?”
“Beyefendi 18 kişi var. Seninde işin acele.”
“Acele yaz!”
“Acelede de 15 kişi var!” dedi.
Ama ordaki hanımlan tanışıyorsan sen haa : “Buyur amca sen merak etme ben aradan sokuveririm” der.
Sende bu kadar gaflet içinde olanlarlan boyuna salavat-ı şerife getir!
Abdestli geziyorsun.
Sokakta içinden söyle yürü! Söyle yürü!
Kimse duymasın. Kendin bile duyma!
İçinden söyle!
Rasûl ümmetini senelerce bu kelâma alıştırdı.
Herkeste olan asıl nurun fenerini yaktı ve sende konuş dedi bize.
Bunu ümmete emânet ederek çekildi gitti.
Onun için “Benim hadisimden kırk tane ezberleyen, başkasına söyleyene, ben yarın âhirette şefaat bana vâcib olar farz olur” diyor Cenâb-ı Rasûlullah.
“Nerden ben hadislerini ezberleyeyim yahu!”
Yahu ahaaa sana Türkçesini söyleyeyim.
“Büyüklere hürmet edin. Küçüklere şefkat gösterin!”
Hadisi yalnız lakırtıyla söylemek olmaz ki.

* * *

Hepinizin İslami yüreklerinizde muhakkak küçük bir üzüntü var.
Bu üzüntü Ramazan’ın çıkması dolayısıyla târif edilmez, lafla izah edilmez bir üzüntüdür.
Bu üzüntünün nereden geldiğine tahlile savaşmak da doğru değildir.
Çünkü temiz islami yüzlerinizi çevirdiğiniz şu karşıdaki mihrap, evinizdeki basit seccade ve postunuz bile doğrudan doğruya çevrildiği kıble bu mihrabın bir cinsidir.
Çünkü hakiki saadetin bu mihrapta anahtarı asılı olduğu şuursuz bir surette idrak ederiz hepimiz.
Cenâb-ı Peygamber bir hadisinde buyurmuştur ki.
“Zemin her tarafı mesciddir.”
Yani dünyanın her yeri mesciddir.
Pis yer yoktur dünyada çünkü hepimiz topraktan yaratıldık.
İslamda kapalı yer diğer dine mensub olanların tapınaklarında, ibadethanelerinde muayyen bir dekora lüzum vardır.
İslamda buna luzüm yoktur.
Kıbleyi bulabilirsen çevrilirsin.
Bulamazsan aklın nereye eriyorsa o tarafa çevrilirsin.
Allah’a İslam, dağ başında, damda, ağaç üzerinde, su üzerinde, su altında her yerde ibadet edebilir.
Bu Allah’ın Rasûlune ve Kendine inanlara büyük bir bağışıdır bilirsiniz.
Bu üzüntüde insanın vücudunun içine ruhuna Allah’ın sevgisi dağılmış o sevgisinin şuurlanmamış üzüntüsüdür.
Oruç, bir nevi ruhun banyosudur.
Hepimiz tuttuk.
Her şeyi Cenâb-ı Allah şunu yaparsan şunu veririm.
Bunu yaparsan bunu veririm.
Şunu yaparsan şu cezayı veririm der fakat bu vereceği mükâfatı doğrudan doğruya kendisiyle değil kendi esmalarından tecellî eden menevişlerle, mükâfatlarla, rızıklarla mükâfatlandırır.
Halbuki oruç için diyor ki “doğrudan doğruya onun mükâfatını
Ben vereceğim.”
Çünkü oruçta hile yoktur.
Namazda hileniz olabilir.
Kıbleye çevrildiğimiz de aklınız başka tarafa gidebilir.
Şeyin yıkılacağını hissetseniz.
Bulunduğunuz yerin namazı bırakıp kaçabilirsiniz.
Şunu bozabilirsiniz.
Fakat oruçta hile yoktur.
Doğrudan doğruya Allah’la beraberdir insan.
“Ya Rabbi! Sen bana rızık veriyorsun.
Ben rızkı da tepiyorum.
Ben Hayyımnan Hay nan senli benli konuşacağım!” demektir onun için.
Onun için ikinci vakti sana bir zengin çıksa.
Senin çeketin bile yok.
Evinde bir çorban bile yok.
“Alsana yüz bin lira oğlum. Bozuver orucunu!”
Gülersin. Kim sana mâni.
Çünkü Allah’nan o kadar berabersin ki ayrılamazsın O’ndan.
Onun için Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem demiş ki :
“Cenâb-ı Allah’la öyle bir anım olur ki aramıza ne bir Nebiyi Mürsel, ne bir Melek-i Mukarreb girebilir.”
Bu aynen Rasûlulluh’a inanan sizin gibi nurlu Müslümanlarda da aynen böyledir.
İşte oruçta aranıza ne bir Nebi girebilir, ne Melek girebilir.
Hele şeytan, oruçlunun yanına yanaşamaz.
Çünkü oruçlu bir adam Hazreti İnsandır.
Meleklerin secde ettiği, Tahiyattü Secdesi yaptığı o İNSANdır.

Sevgi de biz ilk defa canımızı düşünürüz.
“İlk defa can sonra cânân.”
Böyle bir kelime vardır değil mi.
İlk defa kendimi düşünürüm sonra sevdiğimi düşünürüm.
Şimdi bu kelime hotgamlık perdesi altına gizlenmiş asıl sevginin ifadesidir.
Çok dikkat edin kelimeye!
Bazıları anlayabilir ama içimizde kafası İslami bilgi ve fennî bilgiyle dolu münevver insanlar var.
Hotgamlık perdesi altına gizlenmiş asıl sevginin ifadesidir.
Diğer sevgiler, ana sevgiler, evlat sevgisi, sevgili sevgisi, vatan sevgisi, din sevgisi, şu sevgisi bu sevgisi hepsi asıl sevginin gaflet perdesine bir suya aksetmiş akisleridir.
Asıl sevgiye insanı alıştırmak nimetidir o.
Onun için ana babaya itaat farzdır.
“Cennet anaların ayağı altındadır” demek anaya sevgiden kusur etmeyin.
“Bir baba çocuğunun yüzüne bakması ibadettir” buyuruyor.
Cenâb-ı Peygamber.
Bir baba evladının yüzüne bakması onun için bir ibadettir.
O halde o sevgiyi bir Raddeye hududa kadar onun altında Allah sevgisi gizlidir.
Demek ki bu sevgilerin verilmesi asıl sevgiyi öğretmek için Allah tarafından verilen bir nimettir.
Ananın elini öpersin aynı dudakla başka türlü zevk duyarsın.
Sevgilini öpersin başka türlü duyarsın.
Bir nurlu ihtiyarın elini öpersin başka türlü bir zevk duyarsın.
Evladını öpersin başka türlü şey edersin.
Bu şuna benzer.
Et. Koyun eti. Pirzola yaparsın. Et aynıdır.
Köfte yaparsın et aynıdır.
Bilmem biftek yaparsın et aynıdır.
Kül bastı yaparsın, şiş köfte yaparsın et aynıdır amma tadları başka başkadır.

Asıl bu sevgiyi işte bulabilmek için, biliyorsunuz İbrahim Peygamber çocuğu olmadı dua etti :
“Ya Rabbi bana bir evlat ver! Bana bir evlat ver! Onu Senin yolunda kurban edeceğim!” dedi.
Evlat verildi.
İsmail 14-15 yaşına geldi nur topu gibi bir çocuk.
Evet, 80 küsur yaşındaki bir adamın evladı oluyor.
Başka evladı yok.
Ona bağlanmak, onu sevmenin tartısını siz kendi kabiliyetinizle ölçün.
Sevgi insanın içindedir ama tomurcuk bulursa çıkar.
İçimizde daha evladı olmayanlar vardır.
Evladı olduktan sonra ananızın babanızın kıymetini bilebilirsiniz.
Torununuz yok mu, torununuz olduktan sonra torunun kıymetini bilebilirsiniz.


KELİMELLER:

Tahlil : Müşkül meseleyi halletmek. * Bir şeyi kolaylıkla tutmak. * Eritmek. * Bir şeyi helâl kılmak.
EL BEDİ’ :
Yegâne : Tek, bir.
Hâsid : Hased eden, kıskanan.
Tecellî : Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah''ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te''siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Musahhar : Teshir edilmiş. Ele geçirilmiş. Fethedilmiş. * İstenilen hâle konulmuş. * Birine bağlanmış.
Tefahur : Fahirlenmek. İftihar etmek. Kendini iyi görüp, kusurdan gaflet etmek.
Husûl : Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.
Fazilet : Değer. Meziyet, iyilik, ilim ve iman, irfan itibarı ile olan yüksek derece. Dinî ve ahlâkî vazifelere riayet derecesi. Fazl ve hüner cihetiyle olan yüksek derece. Bir şeyin başka şeylerden cemal ve kemal ve fayda cihetiyle üstünlüğü, müreccah olmasına sebep olan keyfiyet.
Hayâ : Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak.
Müşkil :(Müşkile) Zorluk, güçlük, zor olan iş. Çetinlik. * Edb: Mânasının derinliği veya edebi bir san''atla ifade edilmiş olmasından dolayı teemmül ve tefekkürsüz anlaşılmayacak derecede hafî olan lâfızdır. Mânaca nass''ın mukabilidir.
Münasebet : İki şey arasındaki tenasüb, uygunluk, yakınlık, bağlılık, mensubiyet, yakışmak, vesile, alâka.
Mukarrib : (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan. Hotgam : Bencil.
Resim
Cevapla

“NİSAN” sayfasına dön