MÜHİM OLAN....

Hergün bir hikmetli söz.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

MÜHİM OLAN....

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

Mühim olan, düşmanın sırtını yere getirmek değil,
Öfke anında, öfkeyi bastırıp, nefsini tuşa getirmektir
.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: MÜHİM OLAN....

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

Güzel ve iyi şartlarda herkes iyi olur.
Mühim olan, kötü ve zor şartlarda iyi olabilmektir
.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: MÜHİM OLAN....

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

İşine yaramayanı ve hoşa gitmeyeni vermek kolaydır.
Mühim olan, nefsine hoş geleni ve ihtiyacın olanı verebilmektir
.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: MÜHİM OLAN....

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim
İyiliğe, iyilikle karşılık vermek kolay.
Mühim olan kötülüğe iyilikle mukabele edebilmektir
.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: MÜHİM OLAN....

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

Kışır kabuğu ile uğraşıp zaman geçirmek değil maksat.
Mühim olan hayatın ÖZsuyundan içebilmektir
.
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: MÜHİM OLAN....

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim

"OLsun!. OLmasın!" İ'tiraz!..
Mühim "OL-AN" RAZI OLmak!..
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: MÜHİM OLAN....

Mesaj gönderen MINA »

Resim

Güzel Ahlâk Sahibi Olmak


Resim


Kıyamet günü, mümin kulun terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder. (Tirmizi, Birr, 62)

Cenâb-ı Hak insanı, incelik, zerâfet ve ulvî derinlik istidatlarıyla teçhiz etmiştir. İnsanın asıl kıymeti de bu meziyetlerini gönül âleminde yeşertip geliştirdiği nispettedir. İnsanın sadece suretten değil, sîreten de insan olabilmesi; ancak güzel huylarla bezenip kötü huyları tesirsiz hâle getirmesiyle mümkündür.

Ruhaniyet dolu kalpler, güzel ahlâk, amel-i sâlih ve manevi hâllerin tezahürüne amil olur. Bu şekilde kul, en güzel surette yaratılmış varlık olmanın icabını gerçekleştirmiş olur.

Kalplerin ruhaniyetle dolu olmasının zıddına, onda nefsaniyetin galebesi söz konusu ise, küfür, şirk, kötü huy, şehvetperestlik ve vesvese gibi çirkin tezahürlere sebep olur.

Neticede kalp, Rabbi’ni unutup, yaratılış gayesinin tersine bir istikamete yönelerek körelir. Hatta bazen diğer mahlûkattan daha aşağı bir derekeye düşer.

Kâinatın Hâlık'ı, insanı muhatap alarak onun böyle bir derekeye düşmemesi ve kendisine dönmesi için ikaz eder: "Ey insan! Seni yaratan sana şu salim uzuvları veren, (onları birbirleriyle dengeli yapmak suretiyle) sana şu nizam ve itidali bahşeden keremi bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?" (el-İnfitâr, 6-8)

Rabbimiz, Kur'ân-ı Kerim’de: "Allah, kullarını "Dârü's-Selâm"a (saadet yurdu olan cennete) dâvet etmektedir." (Yûnus, 25) buyurmaktadır. Lâkin fanilerin davetlerine dahi bir icâbet şartı vardır. Herkes her yere dâvet edilmez. Liyâkat şartı aranır. Rabbimizin "Dârü's-Selâm"a dâvetine ise ancak "kalb-i selîm" ile icâbet edilebilecektir.


Hakiki manada insanlık vasfıyla yaşayabilmenin yegâne şartı, dîn ve ahlâkın ulvî hedeflerine ulaşabilmektir. İnsanlığın kemâli ve güzel ahlâkın zirve noktadaki misâli de, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'dir. Cenâb-ı Hak ondaki bu vasfı te'yîd ve tasdik sadedinde: "- Şüphesiz Sen yüce bir ahlâk üzeresin." (el-Kalem, 4) buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hadis-i şeriflerinde buyurmuşlardır: "Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi ne güzel yaptı." (Suyûtî, Câmiu's-Sağîr, I, 12) "Kıyamet günü, mümin kulun terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz.

Allâh Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder." (Tirmizî, Birr, 62) "Ben, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim." (İmâm Mâlik, Muvattâ, Hüsnü'l-hulk, 8)

Tarihte, hayatının tamamı en ince teferruâtına kadar tespit edilebilen tek peygamber ve tek insan, Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'dir. Onun bütün söz, fiil ve duyguları an-be-an kaydedilerek târihe bir şeref levhası hâlinde geçmiştir.

Hazret-i Peygamberdeki "üsve-i hasene", yâni örnek şahsiyet, bütün bir beşeriyet için zirve teşkîl etmiştir. Cenâb-ı Hak ayet-i kerimede bunu şöyle bildirmiştir: "Andolsun! Rasûlullâh'ta sizin için; Allâh'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh'ı çok çok zikredenler için, bir "üsve-i hasene" (güzel örnek) vardır." (el-Ahzab, 21)


Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in kalbî hayatından ve ahlâk-ı hamîdesinden nasiplenmek zarûrîdir. Bu da ancak O'na duyulan muhabbet ve O'nun ruhaniyetine bürünebilme nispetinde gerçekleşir.

Bu inikâs ve insibâğ (mânevî boyanma) netîcesinde müminde merhamet, şefkat, ikrâm, sehâvet, affedebilme, kendi imkânlarını bir din kardeşiyle paylaşabilme hasletleri bir sürûr ve lezzet hâline gelir. Ashâb-ı kirâm, evliyâullâh, sâlihler ve sâdıklar, bu hâlin en güzel nümûneleridir.

Bu ince ruhlu zarif müminler, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in hakîkatine yaklaşabilmek için O'nun ruhaniyeti etrâfında âdetâ pervâne olarak, O'nda fânî olmayı dünyânın en büyük nîmeti saymış ve bu sûretle ilâhî lütuflara gark olmuşlardır.

Târih boyunca Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in üsve-i hasenesinden nasip alan müminler, îmâna âit tekâmül çıkışlarını zirveleştirmişler, fıtrattaki ilâhî neş'eleri olgunlaştırarak insanlığa kutsi meşaleler olmuşlardır. Hasta ve gâfil kalplerin en müessir dermânı, O'na olan muhabbettir.

İşte O'nun yüksek yaratılış, ahlâk ve davranışlarının tipik misâllerinden bazıları:

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in mübârek yüzü, yüzlerin en güzel ve temizi idi. Yahudî âlimlerinden Abdullâh ibn-i Selâm, hicrette merakla Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'i sormuş, vech-i mübareklerine bakınca da: "Bu yüzün sahibi yalancı olamaz." diyerek Müslüman olmuştu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 451)

Çünkü O'ndaki güzellik, heybet, nûrâniyet ve letâfet o derecede idi ki, Allâh'ın peygamberi olduğuna dâir, ayrıca bir mûcize, delîl ve bürhâna ihtiyaç yoktu.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir şeyi arzu etmediği zaman, derhal simalarından fark edilir, bir şeyi beğenince de memnûniyeti hissedilirdi.

İlk yaratılan nur, O'nun nûrudur. Cism-i nazîfânelerinde zindelik, kuvvetli hayâ ve müthiş bir azim, bir arada idi. Örtüsüne bürünmüş bâkire bir genç kızdan daha edepli idi.

Rikkat-i kalbiyyesinin derinliğini izah etmek mümkün değildir. Fuzuli söz söylemeyip her kelâmı hikmet ve nasîhat idi. Lügatinde aslâ dedikodu ve malayani yoktu. Herkesin akıl ve idrâkine göre söz söylerdi.

Mülâyim ve mütevazı idi. Gülmesinde kahkaha gibi aşırılık olmazdı. Dâimâ mütebessimdi.

O'nu ansızın gören kimseyi haşyet sarardı. Onunla ülfet ve sohbet eden kimse, O'na cân u gönülden âşık ve muhib olurdu.

Derecelerine göre fazilet erbabına ihtiram eylerdi. Akrabâsına da ziyâde ikrâm ederdi. Ehl-i beytine ve ashâbına hüsn-i muâmele ettiği gibi, diğer insanlara dahî rıfk ve lutf ile muamele ederdi ve: "Sizden her biriniz kendi nefsi için istediğini, mümin kardeşi için de istemedikçe kâmil mümin olamaz." (Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71-72) buyururdu.


Hizmetkârlarını pek hoş tutardı. Kendisi ne yer ve ne giyerse, onlara da onu yedirir ve giydirirdi. Cömert, ikrâm sâhibi, şefkatli ve merhametli, gerektiğinde cesûr ve gerektiğinde halim idi…

Ahid ve vaadinde sabit, sözünde sâdık idi. Ahlâk güzelliği, akıl ve zekâ yönüyle de cümle insanlardan üstün ve her türlü medh u senâya lâyık idi. Sûreti güzel, sîreti mükemmel, misli yaratılmamış bir vücûd-i mübârek idi.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in hüznü dâimî, tefekkürü sürekliydi. Zarûret olmaksızın konuşmazdı. Sükûnet hâli uzun sürerdi. Bir söze başlayınca yarım bırakmaz, onu tamamlayarak bitirirdi. Az sözle çok mânalar ifâde ederdi. Sözleri tâne tâne idi.

Ne lüzûmundan fazla ne de az idi. Yaratılış olarak yumuşak huylu olmasına rağmen gâyet salâbetli ve heybetli idi.

Öfkelendiği zaman yerinden kalkmazdı. Hakk'a îtiraz edilmesinin, hakkın çiğnenmesinin hâricinde öfkelenmezlerdi. Kimsenin farkına varmadığı bir hak çiğnendiği zaman öfkelenir, hak yerini buluncaya kadar öfkesi devâm ederdi. Ancak hakkı tevzî ettikten sonra sükûnete bürünürdü. Aslâ kendisi için öfkelenmezdi. Kendisini de müdâfaa etmez, kimseyle münâkaşaya girişmezdi.

O, kimsenin hanesine izin almadıkça girmezdi. Evine geldiği zaman da evde kalacağı müddeti üçe bölerdi; birini Allâh'a ibâdete, diğer vaktini âilesine, üçüncüsünü de şahsına ayırırdı. Kendisine ayırdığı zamânını avâm-havâs insanların hepsine tahsîs eder, onlardan kimseyi mahrûm bırakmazdı. Hepsinin gönlünü fethederdi.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in her hâl ve hareketi, zikrullâh ileydi.

Belli bir yerinde oturmanın âdet edinilmesini önlemek için mescitlerin her yerinde oturduğu olurdu. Yerlere ve makâmlara kudsiyyet izâfe edilmesini ve meclislerde tekebbüre medâr olacak bir tavır takınılmasını istemezlerdi. Bir meclise girince, neresi boş kalmışsa, oraya oturur, herkesin de öyle yapmasını arzu ederdi.

Kim O'ndan herhangi bir ihtiyâcını gidermek için bir şey istese, o ister ehemmiyetli, ister ehemmiyetsiz olsun, onu yerine getirmeden huzur bulamaz, ihtiyâcı halletmesi mümkün olmadığı takdirde hiç olmazsa güzel bir söz ile muhâtabının gönlünü almaktan geri kalmazdı.

O, herkesin dert ortağı idi. İnsanlar, hangi makâm ve mevkîde olursa olsun, zengin-fakîr, âlim-câhil, O'nun yanında insan olmak haysiyetiyle müsâvî bir muâmeleye nâil olurlardı. Bütün meclisleri hilim, ilim, hayâ, sabır, tevekkül ve emânet gibi fazîletlerin cârî ve hâkim olduğu bir mahaldi.

Ayıp ve kusurlarından dolayı kimseyi kınamaz, îkaz ihtiyâcı belirdiğinde bunu, karşısındakini rencide etmeyecek bir şekilde zarîf bir îmâ ile yaparlardı.

"Müslüman kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama! Allâh Teâlâ onu rahmetiyle o felâketten kurtarır da seni musîbetle imtihân eder." (Tirmizî, Kıyâmet, 54) buyururlardı.

Hiç kimsenin zahire çıkmamış ayıp ve kusuruyla meşgul olmadığı gibi, bu tür hâllerin araştırılmasını da şiddetle men ederlerdi. Zîrâ başkaları hakkında zan ve tecessüs, ilâhî emirlerle men olunmuştu.

Sevabını umduğu meseleler haricinde konuşmazdı. Sohbet meclisleri vecd içinde idi.

O konuşurken etrâfındakiler öyle büyülenir ve can kulağıyla dinlerdi ki, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-'ın ifâdesi vechile, başlarına bir kuş konmuş olsa, uçmadan saatlerce durabilirdi. O'ndan ashâbına akseden edeb ve hayâ o derecede idi ki, kendisine suâl sormayı bile -çoğu kere- cür'et telâkkî eder ve çölden bir bedevî gelerek Hazret-i Peygamber'le sohbete vesîle olsa da, O'nun feyiz ve ruhaniyetinden istifâde etsek diye beklerlerdi.

Ebu Hüreyre -radıyallâhu anh-, O'nun merhamet ve şefkatinin enginliğini şu şekilde ifade eder: "Biz, bir gazada kâfirlerin yok olması için Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in bedduâ etmesini istedik. O ise: "Ben, lânet etmek için değil, (âlemlere) rahmet olarak gönderildim." buyurdu." (Müslim, Birr, 87)


Allah Teâlâ, Kur'ân-ı Kerim’de Habib-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz için: "Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (el-Enbiyâ, 107) buyurmuştur.

Hak dostu Ahmed er-Rifâî Hazretleri, mânevî evlatlarına şu nasihatte bulunur: "Ey irfan talibi! Bütün varlığını Hak yolunda harca. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in sünnet-i seniyyesine tâbî ol. Gece ve gündüzünü huşû dolu ibâdet iklîminde ve güzel muâmele ile geçir... Ancak böylelikle mârifete nâil olabilirsin. Aksi takdirde bundan bir nasip alamazsın. O'nun hâli ile hâllenemez, kusurlu bir kul olursun."

Burada kelimelerin mahdut imkânlarıyla hülâsâ etmeye çalıştığımız Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in yüksek yaradılışındaki ahlâkî meziyetler, O'ndan idrâkimize damlayan şebnemler mesâbesindedir.

Vâsıl-ı illallah olabilmenin sırrı, Allah’ın kitâbına ve Varlık Nûru'nun sünnet-i seniyyesine, yâni yüksek ahlâk ve davranışlarına halis bir kalp ile yakınlaşabilmektir. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in hissiyâtından istifâde edebilmenin temel sâikı da, O'na muhabbet ve O'nun düşmanlarına nefrettir.


alıntı
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: MÜHİM OLAN....

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim
Başkalarını tenkit etmek, onları cehenneme doldurmak kolay .
Mühim olan, onlara örnek olup, cehennemden kurtulmanın yollarını gösterEBİLmektir
..
Resim
Kullanıcı avatarı
kull
Üye
Üye
Mesajlar: 47
Kayıt: 28 Haz 2011, 01:10

Re: MÜHİM OLAN....

Mesaj gönderen kull »

Bu eğridr bu doğru demeden yaratılanı YARATANDAN ötürü sevebilmektir
Maharet güzeli görebilmektir,
Sevmenin sırrına erebilmektir,
Cihan,alem herkes bilsin ki şunu;
En büyük ibadet sevebilmektir.
YUNUS EMRE
Cevapla

“►Günün Sözü◄” sayfasına dön