3.6. Duâ
"Duâ kelimesi "çağırmak, seslenmek, istemek; yardım talep etmek" mânâsındaki da‘vet ve da‘va kelimeleri gibi mastar olup, küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyâz anlamında isim olarak da kullanılır."(443)
"Kur‘ansal bir terim olarak duâ Allah ile kul arasında diyalog anlamınadır ki, kuldan Allah‘a yakarış ve sığınma, Allah‘tan kula merhamet, bağış ve koruma ifâde eder."(444)
"Bir başka söyleyişle duâ; sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın, sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kuruduğu bir köprüdür. Bu sebeple insan tarihin hiç bir döneminde duâdan uzak kalmamıştır."(445)
"En basit anlamıyla kulluk, duâ ve zikirdir."(446)
"Duâ sadece çaresizlik ve sıkıntı hâllerinde başvurulan bir yardım talebi olmayıp, bolluk, ferahlık, mutluluk gibi hâllerde de Allah‘a yönelme ve O‘nunla iletişim kurma, O‘nu zikretme, O‘na duyulan sevgi, şükran, hayranlık duygularını ifâde etme vâsıtasıdır. Diğer ibâdetlerden farklı olarak dini bir zorunluluk ve vâzife anlayışı ile değil, tamamen insanın kendi isteğiyle içten gelen samimi bir yönelişle yerine getirdiği evrensel bir ibâdettir."(447)
Izutsu ise vahiy ile duâ arasında bir ilişki kurar, duânın da vahiy gibi olağanüstü şartlar altında meydana gelen bir durum olduğunu şöyle açıklar: "Vahiy, Allah ile insan arasında cereyan eden, Allah‘tan insana doğru olan bir çeşit özel konuşmadır. Fakat Allah ile insan arasındaki bu lisanî münâsebet tek taraflı değildir. Bazen insan da Allah ile sözlü bir ilişki başlatır ve onunla konuşmak ister. İşte bu isteğin netîcesinde öyle bir olay doğar ki bu yapı bakımından vahye benzer ancak bunda konuşma doğrultusu aşağıdan yukarıya doğrudur. Vahy gibi bu da olağanüstü şartlar altında ve özel bir biçimde meydana gelir. İşte buna duâ denir."(448) Buradan da duânın sanıldığı gibi sıradan bir şey olmadığını ve ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlamaktayız. Aslında insanın yaratıcısı ile arasında özel bir bağ kurması nasıl sıradan olabilir ki.
Münir Derman Hoca‘nın bu konudaki görüşlerine baktığımızda onda önce duânın ta‘rifini sonra da hangi durumlarda duâ edileceği, susmanın duadan daha faziletli olup olmadığı, gece yapılan duâların neden kabûle daha yakın olduğu gibi soruların cevabını bulmaktayız.
Ona göre duâ: "Kulun naz makamında kendini yaratana vasıtasız ve büyük bir edep ve sevgiyle çevirip, arzularını, dertlerini açıklamasıdır. Hâlik‘ıyla senli benli konuşmasıdır. Senli benli konuşmada teklik gizlidir, Allah teki sever. Duâlar ancak ehâdiyet mertebesine intikal ederse kabul edilir. Duânın yapıldığı zaman ehâdiyete çevrilmiş başka bir duânın o anda olmaması lâzımdır. Gece ibâdeti, bu makama çevrilenlerin adet i‘tibâriyle az olmasından istifâde etmek için önemlidir. Namaz ise ehâdiyet mertebesinde kabul edilen yegâne ibâdettir. Salâtın asıl mânâsı duâ, niyaz demektir. Âyette geçen "duâ edin vereyim" buyruğu, ehâdiyette beni bulun, senli benli olalım demektir. İşte duâda çok ince bir mânâ vardır ki araya mesâfe sokmak şirk olur. Onun için istemek araya mesâfe sokmak demektir ki, her yerde hâzır ve nâzır, sana şah damarından yakın olanın senden haberi yokmuş gibi hatırlatmak olur. Bu mıntıka şirk mıntıkasıdır. İyisi istememektir. Bunu anlamak ise çok zordur. Ancak bunu anlamak için bir çare vardır ki buna çalışınız. Allah ile yarış edercesine müsamahakâr, sabırlı, affedici, şefkatli, merhametli olmaya gayret ediniz. Bu hasletler söz ile kısa ve kolay söylenir fakat insanda tecellîsi çok güçtür."(449) "Zâten îmân gözüyle her şeyin taksiminin Allah tarafından olduğunu görüp anlayan bir şey istemek için utanç duyar."(450) Duâda kullanılan dile çok dikkat edilmelidir. Zirâ Münir Derman Hoca‘ya göre Allah‘ın bizden haberi yokmuş gibi hatırlatarak konuşmak şirke bir kapı açabilir. Zâten O‘na göre kadere tam teslim olmuş biri Allah‘tan bir şey istemek istemez.
Münir Derman Hoca burada sükût etmenin dua etmekten daha faziletli olduğunu söylemektedir. Ancak bu konuda farklı görüşler vardır. Kuşeyrî eserinde şunları söyler: "Âlimler, duâ mı yoksa sükût edip hâle rızâ mı daha faziletli olduğu konusunda farklı görüşler söylemişlerdir. Bâzıları şöyle demiştir; duânın bizzat kendisi bir ibâdettir. İbâdet olan bir şeyi yapmak terk etmekten daha hayırlıdır. Bir grup âlimde şöyle demiştir. Allah Teâlâ‘nın hükmü altında sükût edip teslim olmak daha yüksek bir hâldir. Hakk‘ın takdirine rızâ göstermek daha faziletlidir. Bâzıları da şöyle demiştir: Kul, diliyle duâ etmeli, kalbiyle de ilâhî takdir ve tecellîye rızâ göstermelidir. Böyle yaparsa, her iki emri de yerine getirmiş olur. Kuşeyrî, bu görüşleri sıraladıktan sonra kendi fikrini şöyle açıklamaktadır: En doğrusu, kul yaşadığı vakit ve hâl içinde duâ etmeye bir işaret alıyorsa, duâ etmesi daha fazîletlidir, sükût etmeye bir işâret alıyorsa, sükût etmesi daha fazîletlidir."(451)
Duâ etmeyip sukût etmek bâzılarına göre bir derece meselesidir. Bu konuda şöyle söylenmiştir: "Sufî bâtınını ve zâhirîni Allah‘ın Kitabına ve Resûlünün sünnetine uyarak arıtandır. O, sâfiyeti arttıkça, irâdesini dilek ve ihtiyârını terk eder. Sufîler öyle bir dereceye ulaşırlar ki burada ne duâ ederler ne de herhangi bir şey isterler."(452) İnsanın saf ve duru hâle gelmesi Melek Hoca‘nın da dediği gibi Allah ile yarışır derecede merhametli ve sabırlı olmasıyla gerçekleşebilir. Bu hasletlerin kendinde tecellî ettiren bir insanın hiç kimseden bir beklentisi olmaz.
Melek Hoca duâ etmenin Allah ile bir çeşit dostluk kurmak demek olduğunu söyler. "Allah ile dostluk kurabilmek hünerdir. Bu dostluk ise duâ ile olur amma duâ çok güçtür. Duâ ancak ve daima kâinâtta cârî, kânun hâlindeki olayların dışında ve insanın tasarruf kudreti dâhilinde olan hâdiseler, arzular için yapılır. Bir de Peygamber (s.a.v.) Efendimiz‘in bana salavât getirmeden yapılan duâlar kabul olmaz buyurması vardır. Bunun anlamı Rasûl–ü Ekrem onları bir nevî sansürden geçiriyor demektir." Son olarak Münir Derman Hoca şunları söyler: "Duânın hakîkatini bilirsen, kim olursa olsun, inanan, inanmayan herkesin duâsı Allah indinde makbuldür ve muhakkak kabul edilir. Bunda toz kadar şüphen olmasın. Şüphe, aklın zelzelesidir. Akla hakarettir. O da onu sana verene bir nevî itimatsızlık olur. Buna biz küfür diyoruz."(453) Münir Derman Hoca‘ya göre Allah‘ın yarattığı insanların en kötüsünün bile O‘nun yanında söz sahibi olmasını te‘min edecek iyi bir tarafı vardır. Bu açıdan insan duâsının kabulünden şüphe duymamalıdır. Kaderin çizdiği hiç bir hâdiseye üzülmemeli, tasarruf kudretinde olan şeyler için ise elinden geleni yapmalıdır.
Sonuç olarak Münir Derman‘a göre duâ edilecek durumlar vardır, edilmeyecek durumlar vardır. Sadece insanın değiştirebilme imkânı bulunan durumlarda dua edilebilir. Aksi bir durum Allah‘a karşı saygısızlık olur. Ayrıca insan duâ ettikten sonra onun kabulünden şüphe duymamalıdır.
443 Komisyon, T.D.V. İslam Ans., İstanbul 1994,Cilt IX,s.529."Duâ kelimesi "çağırmak, seslenmek, istemek; yardım talep etmek" mânâsındaki da‘vet ve da‘va kelimeleri gibi mastar olup, küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyâz anlamında isim olarak da kullanılır."(443)
"Kur‘ansal bir terim olarak duâ Allah ile kul arasında diyalog anlamınadır ki, kuldan Allah‘a yakarış ve sığınma, Allah‘tan kula merhamet, bağış ve koruma ifâde eder."(444)
"Bir başka söyleyişle duâ; sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın, sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kuruduğu bir köprüdür. Bu sebeple insan tarihin hiç bir döneminde duâdan uzak kalmamıştır."(445)
"En basit anlamıyla kulluk, duâ ve zikirdir."(446)
"Duâ sadece çaresizlik ve sıkıntı hâllerinde başvurulan bir yardım talebi olmayıp, bolluk, ferahlık, mutluluk gibi hâllerde de Allah‘a yönelme ve O‘nunla iletişim kurma, O‘nu zikretme, O‘na duyulan sevgi, şükran, hayranlık duygularını ifâde etme vâsıtasıdır. Diğer ibâdetlerden farklı olarak dini bir zorunluluk ve vâzife anlayışı ile değil, tamamen insanın kendi isteğiyle içten gelen samimi bir yönelişle yerine getirdiği evrensel bir ibâdettir."(447)
Izutsu ise vahiy ile duâ arasında bir ilişki kurar, duânın da vahiy gibi olağanüstü şartlar altında meydana gelen bir durum olduğunu şöyle açıklar: "Vahiy, Allah ile insan arasında cereyan eden, Allah‘tan insana doğru olan bir çeşit özel konuşmadır. Fakat Allah ile insan arasındaki bu lisanî münâsebet tek taraflı değildir. Bazen insan da Allah ile sözlü bir ilişki başlatır ve onunla konuşmak ister. İşte bu isteğin netîcesinde öyle bir olay doğar ki bu yapı bakımından vahye benzer ancak bunda konuşma doğrultusu aşağıdan yukarıya doğrudur. Vahy gibi bu da olağanüstü şartlar altında ve özel bir biçimde meydana gelir. İşte buna duâ denir."(448) Buradan da duânın sanıldığı gibi sıradan bir şey olmadığını ve ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlamaktayız. Aslında insanın yaratıcısı ile arasında özel bir bağ kurması nasıl sıradan olabilir ki.
Münir Derman Hoca‘nın bu konudaki görüşlerine baktığımızda onda önce duânın ta‘rifini sonra da hangi durumlarda duâ edileceği, susmanın duadan daha faziletli olup olmadığı, gece yapılan duâların neden kabûle daha yakın olduğu gibi soruların cevabını bulmaktayız.
Ona göre duâ: "Kulun naz makamında kendini yaratana vasıtasız ve büyük bir edep ve sevgiyle çevirip, arzularını, dertlerini açıklamasıdır. Hâlik‘ıyla senli benli konuşmasıdır. Senli benli konuşmada teklik gizlidir, Allah teki sever. Duâlar ancak ehâdiyet mertebesine intikal ederse kabul edilir. Duânın yapıldığı zaman ehâdiyete çevrilmiş başka bir duânın o anda olmaması lâzımdır. Gece ibâdeti, bu makama çevrilenlerin adet i‘tibâriyle az olmasından istifâde etmek için önemlidir. Namaz ise ehâdiyet mertebesinde kabul edilen yegâne ibâdettir. Salâtın asıl mânâsı duâ, niyaz demektir. Âyette geçen "duâ edin vereyim" buyruğu, ehâdiyette beni bulun, senli benli olalım demektir. İşte duâda çok ince bir mânâ vardır ki araya mesâfe sokmak şirk olur. Onun için istemek araya mesâfe sokmak demektir ki, her yerde hâzır ve nâzır, sana şah damarından yakın olanın senden haberi yokmuş gibi hatırlatmak olur. Bu mıntıka şirk mıntıkasıdır. İyisi istememektir. Bunu anlamak ise çok zordur. Ancak bunu anlamak için bir çare vardır ki buna çalışınız. Allah ile yarış edercesine müsamahakâr, sabırlı, affedici, şefkatli, merhametli olmaya gayret ediniz. Bu hasletler söz ile kısa ve kolay söylenir fakat insanda tecellîsi çok güçtür."(449) "Zâten îmân gözüyle her şeyin taksiminin Allah tarafından olduğunu görüp anlayan bir şey istemek için utanç duyar."(450) Duâda kullanılan dile çok dikkat edilmelidir. Zirâ Münir Derman Hoca‘ya göre Allah‘ın bizden haberi yokmuş gibi hatırlatarak konuşmak şirke bir kapı açabilir. Zâten O‘na göre kadere tam teslim olmuş biri Allah‘tan bir şey istemek istemez.
Münir Derman Hoca burada sükût etmenin dua etmekten daha faziletli olduğunu söylemektedir. Ancak bu konuda farklı görüşler vardır. Kuşeyrî eserinde şunları söyler: "Âlimler, duâ mı yoksa sükût edip hâle rızâ mı daha faziletli olduğu konusunda farklı görüşler söylemişlerdir. Bâzıları şöyle demiştir; duânın bizzat kendisi bir ibâdettir. İbâdet olan bir şeyi yapmak terk etmekten daha hayırlıdır. Bir grup âlimde şöyle demiştir. Allah Teâlâ‘nın hükmü altında sükût edip teslim olmak daha yüksek bir hâldir. Hakk‘ın takdirine rızâ göstermek daha faziletlidir. Bâzıları da şöyle demiştir: Kul, diliyle duâ etmeli, kalbiyle de ilâhî takdir ve tecellîye rızâ göstermelidir. Böyle yaparsa, her iki emri de yerine getirmiş olur. Kuşeyrî, bu görüşleri sıraladıktan sonra kendi fikrini şöyle açıklamaktadır: En doğrusu, kul yaşadığı vakit ve hâl içinde duâ etmeye bir işaret alıyorsa, duâ etmesi daha fazîletlidir, sükût etmeye bir işâret alıyorsa, sükût etmesi daha fazîletlidir."(451)
Duâ etmeyip sukût etmek bâzılarına göre bir derece meselesidir. Bu konuda şöyle söylenmiştir: "Sufî bâtınını ve zâhirîni Allah‘ın Kitabına ve Resûlünün sünnetine uyarak arıtandır. O, sâfiyeti arttıkça, irâdesini dilek ve ihtiyârını terk eder. Sufîler öyle bir dereceye ulaşırlar ki burada ne duâ ederler ne de herhangi bir şey isterler."(452) İnsanın saf ve duru hâle gelmesi Melek Hoca‘nın da dediği gibi Allah ile yarışır derecede merhametli ve sabırlı olmasıyla gerçekleşebilir. Bu hasletlerin kendinde tecellî ettiren bir insanın hiç kimseden bir beklentisi olmaz.
Melek Hoca duâ etmenin Allah ile bir çeşit dostluk kurmak demek olduğunu söyler. "Allah ile dostluk kurabilmek hünerdir. Bu dostluk ise duâ ile olur amma duâ çok güçtür. Duâ ancak ve daima kâinâtta cârî, kânun hâlindeki olayların dışında ve insanın tasarruf kudreti dâhilinde olan hâdiseler, arzular için yapılır. Bir de Peygamber (s.a.v.) Efendimiz‘in bana salavât getirmeden yapılan duâlar kabul olmaz buyurması vardır. Bunun anlamı Rasûl–ü Ekrem onları bir nevî sansürden geçiriyor demektir." Son olarak Münir Derman Hoca şunları söyler: "Duânın hakîkatini bilirsen, kim olursa olsun, inanan, inanmayan herkesin duâsı Allah indinde makbuldür ve muhakkak kabul edilir. Bunda toz kadar şüphen olmasın. Şüphe, aklın zelzelesidir. Akla hakarettir. O da onu sana verene bir nevî itimatsızlık olur. Buna biz küfür diyoruz."(453) Münir Derman Hoca‘ya göre Allah‘ın yarattığı insanların en kötüsünün bile O‘nun yanında söz sahibi olmasını te‘min edecek iyi bir tarafı vardır. Bu açıdan insan duâsının kabulünden şüphe duymamalıdır. Kaderin çizdiği hiç bir hâdiseye üzülmemeli, tasarruf kudretinde olan şeyler için ise elinden geleni yapmalıdır.
Sonuç olarak Münir Derman‘a göre duâ edilecek durumlar vardır, edilmeyecek durumlar vardır. Sadece insanın değiştirebilme imkânı bulunan durumlarda dua edilebilir. Aksi bir durum Allah‘a karşı saygısızlık olur. Ayrıca insan duâ ettikten sonra onun kabulünden şüphe duymamalıdır.
444 Öztürk, Kur’an’ın Temel Kavramları, s. 92.
445 Komisyon, T.D.V. İslam Ans., Cilt IX,s.529.
446 Hulusi, Ahmed, Dua ve Zikir, Kitsan Yay., Şubat 2010, s. 25.
447 Certel, Hüseyin, Din Psikolojisi, Andaç Yay. , Ankara 2003, s. 123.
448 İzutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 47.
449 Derman, Münir, Allah Dostu Der ki, s. 65.
450 Derman, a.g.e., s. 51.
451 Kuşeyrî, Risâle, s. 501.
452 Velioğlu, Tarık, Kalbin Nuru, s. 74.
453 Derman, Münir, Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu, Cilt IV, ss. 117–118.