GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
Olmadı diye sızlandığın duaya, gün gelir olmadı diye şükredersin.
Şems-i Tebrizi
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü hayal edebilmektir.
Şems-i Tebrizi
-
- Yeni Üye
- Mesajlar: 9
- Kayıt: 11 Oca 2015, 14:56
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
Celaleddin-i Rumî hz.lerine ait bir söz vardı. Sabır; dikeni boğazını yırta yırta yutarken hiç sesini çıkarmamaktır (tam böyle değilse de konunun teması böyleydi:) demiş. Hayatta zaman zaman öyle zorlanıyor, canı yanıyor ki insanın bu durumlarda ben de çok demişimdir ''Rabbim imtihan ne kadar çetin''diye...
- der-ya
- Özel Üye
- Mesajlar: 853
- Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
17. Lem’a’nın 14. Notasının 3. Remzinin son paragrafında bahsedilen, ‘Madem böyledir; hazer et. Dikkatle bas. Batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma’ cümlesinde ne anlatılmak istenmektedir?”
On Yedinci Lem’a’nın On Dördüncü Notasının Üçüncü Remzi, insanın çok ince, çok derin, ulaşılamayan, tanımlanamayan, elle tutulamayan bir yanına ulaşıyor, elle tutuyor, nazara veriyor ve insanın, dikkat etmediğinde, o tanıyamadığı garip halinde ve keşfedemediği acip duygusunda boğularak batabileceğine dikkat çekiyor; insanı uyarıyor.
İnsan kendisini tanısın, tanımasın; her yönüyle derinliği olan bir varlıktır. Yaşadığı hiçbir hatırayı gerçekte unutmaz. Tattığı hiçbir acının, kederin ve elemin izini hafıza arşivinden silemez. Tattığı hiçbir lezzetin hatırasını dimağından çıkaramaz. İnsan ne geçmişini ve mazisini unutabilir; ne geleceğe dayalı ümit ve emellerinden vazgeçebilir. Bazen laf olsun diye söylenmiş bir tek kelime, ona, geçmişinde iz bırakan bir hatıra sayfasını açar ve öyle bir manyetik alan meydana getirir ki, insan âdeta aynı olayı tekrar yaşar.
Bir elemse yaşadığı; bakarsınız adam, o elemi tâ yüreğinde duyar, burnunda bir kez daha acı hisseder, derin etkisinde bir kez daha sarsılır. Ve hemen arkasından, o elemin geride kalmış olmasından–eğer şükredebiliyorsa—şükreder. Bir lezzetse geride kalan; bir tek kelime, bir tek işaret, bir tek pırıltı, bir tek tanecik, bir tek hareket, onun zihin ekranına öyle net bir görüntü düşürür ki, onu, tekrar mazinin efsunlu ve büyülü keyiflerine alır götürür. Eğer şükürsüz bir nimetse dimağına tadı vuran, derinden bir “ah!” çekmekten kendini kurtaramaz, “of!” demekten kendini alamaz. Çünkü şükürsüz olduğundan; lezzetten ayrılmış olmanın verdiği derin acı ve dayanılmaz elem, içini yakar, midesini ekşitir, yüreğini parçalar.
Kimi zaman küçük şeyler, büyük haramlara kapı açarlar. Ondandır ki din, mide bulandıran küçük şeylere “mekruh” demiştir. İnsan, bir damladan, bir noktadan ne olacak, der, takvayı esas tutmaz, kendini sakınmaz; ama ne acıdır, az sonra öyle bir dalga gelir ki, onu denize çeker, boğar, tüm hayatını mahveder.
Bazen de farklı bir yapıya ve karaktere sahip olduğunu ileri bir yaşta, hiç beklemediği bir “an içinde” keşfeder insan. Bu an, zamanın çok küçük, zerre gibi bir parçasıdır ve insanın tüm dünyasını değiştirecek güçtedir. Allah nelere kadir değildir ki?
Bir cam parçası, nasıl, gökyüzünü güneşiyle ve yıldızlarıyla birlikte içine alabiliyorsa; incir çekirdeği kadar bir hafıza kuvveti, nasıl, bütün ömürdeki yaşanmış hayat hallerini ve hatıraları kuşatabiliyorsa; gökyüzündeki her bir kara delik, nasıl dev küreleri ve dev ölü yıldız enkazlarını yutabiliyorsa; çok büyük ve çok önemli hatıralar da bazen umulmadık bir kelimenin, beklenmeyen bir işaretin, ansızın beliren bir pırıltının büyülü kucağında gizliden oturuyor olabilir ve bir tek işaret ilgili kişiyi çok farklı bir duygu yoğunluğuna götürebilir, ruhunda bir fırtına estirebilir. Meselâ birden bire facia getirebilir, birden bire huzura gark edebilir, birden bire kriz verebilir, birden bire kalp sektesine neden olabilir, birden bire ölüm getirebilir, birden bire hayat kurtarabilir.
Böyle, insanın hayatını alabora eden şey, eğer bir helâl lezzet, bir meşru heyecan ve bir masum hatıra ise hiç mesele yok. Fakat yine de, insanın başına neler açacağı bilinmez. Meselâ, askerde; arkadaşının ağzından alelusul dökülüveren söz gelişi, “ateş” sözcüğü, avcı hattında, bütün dikkatiyle hedefe kilitlenmiş bir er için, çok hasret duyduğu annesinin ocak başındaki muhterem ve müşfik tavırlarına şimşek gibi bir pencere açabilir, hayalî bir intikal sağlayabilir. Bu öyle bir penceredir ve öyle bir intikaldir ki, erin bütün dikkatini dağıtır, bütün hedefini alt üst eder, bütün performansını bozar, bütün verimliliğini kaybettirir ve belki de düşmana kendisini hedef eder. Ya da, çok stratejik bir alanda, tam kritik bir esnada düşmanı gözden kaybetmesine neden olur.
Peki; âhiretin ebedî, sonsuz, dev boyutlu, cazibeli ve capcanlı hayatı karşısında, oldukça geçici, oldukça fani, oldukça günübirlik, oldukça sığ, oldukça basit, oldukça itici ve oldukça hızlı bir seyirle tükeniveren ve bir “zerrecikten” ibaret olan dünya hayatının insan kalbinde oturduğu “konuma” ne demeli? Peygamberlerin ve vahyin doğru haberleri bütün kulaklarda yankılanırken; bu “hayalî zerreciğin”, o “dev hakikî hayatı” yutmasını nasıl izah edersiniz? Bunun ona tercih edilmesi hangi akla sığar?
Oysa aslında insan dünyaya sığışamıyor, dünyaya yerleşemiyor; zindanda boğazı sıkılmış bir adam gibi “of!” “of!” deyip duruyor. Çünkü dünya insana kâfi gelmiyor. İnsan hakikî bir hayat arıyor. İnsan ebediyet arıyor. Fakat aradığını dünyada zannediyor ve yanlış kapı çalıyor! Aradığının âhirette olduğunu söylediğinizde, ölümden korkuyor, karanlıktan ürküyor ve kendisini bir hatıraya, bir ışığa, bir kelimeye, bir taneciğe, bir işarete, bir öpmeye; sözün kısası, bir “dünyacığa” hapsediyor. Ama o “dünyacıkta” yerleşemiyor. Çünkü kalbi âhireti istiyor. Bundandır ki her ibadet, insan kalbine sonsuz bir huzur ve doyumsuz bir lezzet veriyor.
On Yedinci Lem’a’nın On Dördüncü Notasının Üçüncü Remzinden; insanın hayatı boyunca imtihan içinde olduğuna, hayatı boyunca bütün dikkati ve yoğunluğu ile aklının “başında” olması gerektiğine, zerrecik bir dünya için ebedî bir âhiret hayatını boğmaması gerektiğine, bütün ümitleri konusunda yalnız Allah’a güvenmesinin ve bütün korkularını bir yana bırakıp yalnız Allah’tan korkmasının önemine; aksi takdirde çok küçük şeylerin, insanın dünya-âhiret dev hayatını boğup mahvedebileceğine işaret edildiğini görüyoruz.
Anlaşılıyor ki, insan, bir sırat köprüsünde duruyor
On Yedinci Lem’a’nın On Dördüncü Notasının Üçüncü Remzi, insanın çok ince, çok derin, ulaşılamayan, tanımlanamayan, elle tutulamayan bir yanına ulaşıyor, elle tutuyor, nazara veriyor ve insanın, dikkat etmediğinde, o tanıyamadığı garip halinde ve keşfedemediği acip duygusunda boğularak batabileceğine dikkat çekiyor; insanı uyarıyor.
İnsan kendisini tanısın, tanımasın; her yönüyle derinliği olan bir varlıktır. Yaşadığı hiçbir hatırayı gerçekte unutmaz. Tattığı hiçbir acının, kederin ve elemin izini hafıza arşivinden silemez. Tattığı hiçbir lezzetin hatırasını dimağından çıkaramaz. İnsan ne geçmişini ve mazisini unutabilir; ne geleceğe dayalı ümit ve emellerinden vazgeçebilir. Bazen laf olsun diye söylenmiş bir tek kelime, ona, geçmişinde iz bırakan bir hatıra sayfasını açar ve öyle bir manyetik alan meydana getirir ki, insan âdeta aynı olayı tekrar yaşar.
Bir elemse yaşadığı; bakarsınız adam, o elemi tâ yüreğinde duyar, burnunda bir kez daha acı hisseder, derin etkisinde bir kez daha sarsılır. Ve hemen arkasından, o elemin geride kalmış olmasından–eğer şükredebiliyorsa—şükreder. Bir lezzetse geride kalan; bir tek kelime, bir tek işaret, bir tek pırıltı, bir tek tanecik, bir tek hareket, onun zihin ekranına öyle net bir görüntü düşürür ki, onu, tekrar mazinin efsunlu ve büyülü keyiflerine alır götürür. Eğer şükürsüz bir nimetse dimağına tadı vuran, derinden bir “ah!” çekmekten kendini kurtaramaz, “of!” demekten kendini alamaz. Çünkü şükürsüz olduğundan; lezzetten ayrılmış olmanın verdiği derin acı ve dayanılmaz elem, içini yakar, midesini ekşitir, yüreğini parçalar.
Kimi zaman küçük şeyler, büyük haramlara kapı açarlar. Ondandır ki din, mide bulandıran küçük şeylere “mekruh” demiştir. İnsan, bir damladan, bir noktadan ne olacak, der, takvayı esas tutmaz, kendini sakınmaz; ama ne acıdır, az sonra öyle bir dalga gelir ki, onu denize çeker, boğar, tüm hayatını mahveder.
Bazen de farklı bir yapıya ve karaktere sahip olduğunu ileri bir yaşta, hiç beklemediği bir “an içinde” keşfeder insan. Bu an, zamanın çok küçük, zerre gibi bir parçasıdır ve insanın tüm dünyasını değiştirecek güçtedir. Allah nelere kadir değildir ki?
Bir cam parçası, nasıl, gökyüzünü güneşiyle ve yıldızlarıyla birlikte içine alabiliyorsa; incir çekirdeği kadar bir hafıza kuvveti, nasıl, bütün ömürdeki yaşanmış hayat hallerini ve hatıraları kuşatabiliyorsa; gökyüzündeki her bir kara delik, nasıl dev küreleri ve dev ölü yıldız enkazlarını yutabiliyorsa; çok büyük ve çok önemli hatıralar da bazen umulmadık bir kelimenin, beklenmeyen bir işaretin, ansızın beliren bir pırıltının büyülü kucağında gizliden oturuyor olabilir ve bir tek işaret ilgili kişiyi çok farklı bir duygu yoğunluğuna götürebilir, ruhunda bir fırtına estirebilir. Meselâ birden bire facia getirebilir, birden bire huzura gark edebilir, birden bire kriz verebilir, birden bire kalp sektesine neden olabilir, birden bire ölüm getirebilir, birden bire hayat kurtarabilir.
Böyle, insanın hayatını alabora eden şey, eğer bir helâl lezzet, bir meşru heyecan ve bir masum hatıra ise hiç mesele yok. Fakat yine de, insanın başına neler açacağı bilinmez. Meselâ, askerde; arkadaşının ağzından alelusul dökülüveren söz gelişi, “ateş” sözcüğü, avcı hattında, bütün dikkatiyle hedefe kilitlenmiş bir er için, çok hasret duyduğu annesinin ocak başındaki muhterem ve müşfik tavırlarına şimşek gibi bir pencere açabilir, hayalî bir intikal sağlayabilir. Bu öyle bir penceredir ve öyle bir intikaldir ki, erin bütün dikkatini dağıtır, bütün hedefini alt üst eder, bütün performansını bozar, bütün verimliliğini kaybettirir ve belki de düşmana kendisini hedef eder. Ya da, çok stratejik bir alanda, tam kritik bir esnada düşmanı gözden kaybetmesine neden olur.
Peki; âhiretin ebedî, sonsuz, dev boyutlu, cazibeli ve capcanlı hayatı karşısında, oldukça geçici, oldukça fani, oldukça günübirlik, oldukça sığ, oldukça basit, oldukça itici ve oldukça hızlı bir seyirle tükeniveren ve bir “zerrecikten” ibaret olan dünya hayatının insan kalbinde oturduğu “konuma” ne demeli? Peygamberlerin ve vahyin doğru haberleri bütün kulaklarda yankılanırken; bu “hayalî zerreciğin”, o “dev hakikî hayatı” yutmasını nasıl izah edersiniz? Bunun ona tercih edilmesi hangi akla sığar?
Oysa aslında insan dünyaya sığışamıyor, dünyaya yerleşemiyor; zindanda boğazı sıkılmış bir adam gibi “of!” “of!” deyip duruyor. Çünkü dünya insana kâfi gelmiyor. İnsan hakikî bir hayat arıyor. İnsan ebediyet arıyor. Fakat aradığını dünyada zannediyor ve yanlış kapı çalıyor! Aradığının âhirette olduğunu söylediğinizde, ölümden korkuyor, karanlıktan ürküyor ve kendisini bir hatıraya, bir ışığa, bir kelimeye, bir taneciğe, bir işarete, bir öpmeye; sözün kısası, bir “dünyacığa” hapsediyor. Ama o “dünyacıkta” yerleşemiyor. Çünkü kalbi âhireti istiyor. Bundandır ki her ibadet, insan kalbine sonsuz bir huzur ve doyumsuz bir lezzet veriyor.
On Yedinci Lem’a’nın On Dördüncü Notasının Üçüncü Remzinden; insanın hayatı boyunca imtihan içinde olduğuna, hayatı boyunca bütün dikkati ve yoğunluğu ile aklının “başında” olması gerektiğine, zerrecik bir dünya için ebedî bir âhiret hayatını boğmaması gerektiğine, bütün ümitleri konusunda yalnız Allah’a güvenmesinin ve bütün korkularını bir yana bırakıp yalnız Allah’tan korkmasının önemine; aksi takdirde çok küçük şeylerin, insanın dünya-âhiret dev hayatını boğup mahvedebileceğine işaret edildiğini görüyoruz.
Anlaşılıyor ki, insan, bir sırat köprüsünde duruyor
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
GÜNÜN SÖZÜ
Hayat, inanan ve salih ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur.
Aliya İzzetbegoviç
Hayat, inanan ve salih ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur.
Aliya İzzetbegoviç
- der-ya
- Özel Üye
- Mesajlar: 853
- Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
Nar tanelerini tek tek kabuğuna yerleştiren Kudret (c.c) ,
Seni de hangi gönüle yerleştireceğini bilir. .!!
Tasalanma . . .
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
GÜNÜN SÖZÜ
"İsyanlardayım" dedi. Hayır, imtihanlardaydı. Fark etseydi kurtulacaktı.
Mevlana
"İsyanlardayım" dedi. Hayır, imtihanlardaydı. Fark etseydi kurtulacaktı.
Mevlana
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
GÜNÜN SÖZÜ
İçinden bir şey gelmeyene, dışarıdan bir şey yaptıramazsın.
İçinden bir şey gelmeyene, dışarıdan bir şey yaptıramazsın.
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
GÜNÜN SÖZÜ
İnsan dünyadan üç şeye hasretle gider: topladığına doymaz. Umduğuna kavuşamaz. Önündeki âhiret yolculuğu için, iyi azık temin etmez.
Hasan Basri
İnsan dünyadan üç şeye hasretle gider: topladığına doymaz. Umduğuna kavuşamaz. Önündeki âhiret yolculuğu için, iyi azık temin etmez.
Hasan Basri
- der-ya
- Özel Üye
- Mesajlar: 853
- Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
HİÇ GEREĞİ YOKKEN - ŞEMS-İ TEBRİZİ
Hiç gereği yokken hayatına girer insanlar.
Hiç gereği yokken karşına çıkarlar.
Hiç gereği yokken gününü haftanı ayını belkide yıllarını alırlar.
Hiç gereği yokken gece-gündüz aklından geçen her düşünceye bulaşırlar.
Hiç gereği yokken seni istemediğin kadar mutlu ederler.
Sonra hiç gereği yokken hayatından çıkıp giderler.
Anladım ki meğer gerçek dost aşk Mevlâ imiş.
Ne beni unuttu ne de bıraktı.
Hiç gereği yokken hayatına girer insanlar.
Hiç gereği yokken karşına çıkarlar.
Hiç gereği yokken gününü haftanı ayını belkide yıllarını alırlar.
Hiç gereği yokken gece-gündüz aklından geçen her düşünceye bulaşırlar.
Hiç gereği yokken seni istemediğin kadar mutlu ederler.
Sonra hiç gereği yokken hayatından çıkıp giderler.
Anladım ki meğer gerçek dost aşk Mevlâ imiş.
Ne beni unuttu ne de bıraktı.
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
- der-ya
- Özel Üye
- Mesajlar: 853
- Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
Bahçede Gezerken Gördüğünüz Bir Karınca Üzerinde
Hiç Düşündünüz mü?
karınca, yaprak taşıyan karınca
Büyük bir gayretle yuvasına yiyecek taşıyan bir karınca.
Bazı insanlar çevrelerinde gördükleri canlılar üzerinde düşünmeyi çok gerekli görmezler. Her gün gördükleri canlıların ilginç özellikleri olabileceği akıllarına gelmez. Oysa iman eden bir insan için Allah'ın yarattığı her canlı kusursuz bir yaratılışın izlerini taşır. İşte karıncalar da bu canlılardandır.
İman eden bir insan bahçede dolaşırken gördüğü bir karıncayı görmezlikten gelerek geçip gitmez. Onun şaşkınlık verici özelliklerini görerek Allah'ın kusursuz yaratışına şahit olur.
Örneğin bir karıncanın yürüyüşünü dahi incelemek düşündürücüdür. Milimetrik bir inceliğe sahip olan bacaklarını son derece düzenli bir şekilde arka arkaya hareket ettirir, üstelik hangi bacağının önce, hangisinin sonra geleceğini çok iyi bilir. Hiç şaşırmadan hızlı hızlı hareket edebilir.
Bu küçücük böcek, kendi bedeninden çok daha büyük kırıntıları yüklenir. Canla başla onları yuvasına taşır. Kendi bedeniyle kıyaslandığında çok uzun mesafeler kat eder. Uçsuz bucaksız bir toprak zeminde görünürde hiçbir yol gösterici olmamasına rağmen yuvasını bulabilir. Üstelik bu yuvanın girişi insanın dahi tespit etmekte hayli zorlanacağı küçüklükte olmasına rağmen, o hiç yanılmaz ve nerede olursa olsun bu yuvayı bulur.
İnsan bahçede arka arkaya dizilmiş, büyük bir gayretle yuvalarına yiyecek taşımaya çalışan karıncaları görünce bu küçücük canlının böylesine canla başla çalışması için ne gibi bir amacı olabilir diye düşünür. Ardından bir karıncanın sadece kendisi için değil, kolonisindeki diğer bireyler, kraliçe karınca ve yavrular için de sürekli yiyecek taşıdığını fark eder. Bu kadar küçük ve gelişmiş bir beyni bile olmayan karıncanın bu çalışkanlığı, disiplini, fedakarlığı nereden bildiği, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Tüm bunları düşündükten sonra vardığı sonuç ise şöyledir: Karıncalar da tüm diğer canlılar gibi Allah'ın ilhamı ile hareket ederler, yalnızca O'nun emrine uyarlar.
Hiç Düşündünüz mü?
karınca, yaprak taşıyan karınca
Büyük bir gayretle yuvasına yiyecek taşıyan bir karınca.
Bazı insanlar çevrelerinde gördükleri canlılar üzerinde düşünmeyi çok gerekli görmezler. Her gün gördükleri canlıların ilginç özellikleri olabileceği akıllarına gelmez. Oysa iman eden bir insan için Allah'ın yarattığı her canlı kusursuz bir yaratılışın izlerini taşır. İşte karıncalar da bu canlılardandır.
İman eden bir insan bahçede dolaşırken gördüğü bir karıncayı görmezlikten gelerek geçip gitmez. Onun şaşkınlık verici özelliklerini görerek Allah'ın kusursuz yaratışına şahit olur.
Örneğin bir karıncanın yürüyüşünü dahi incelemek düşündürücüdür. Milimetrik bir inceliğe sahip olan bacaklarını son derece düzenli bir şekilde arka arkaya hareket ettirir, üstelik hangi bacağının önce, hangisinin sonra geleceğini çok iyi bilir. Hiç şaşırmadan hızlı hızlı hareket edebilir.
Bu küçücük böcek, kendi bedeninden çok daha büyük kırıntıları yüklenir. Canla başla onları yuvasına taşır. Kendi bedeniyle kıyaslandığında çok uzun mesafeler kat eder. Uçsuz bucaksız bir toprak zeminde görünürde hiçbir yol gösterici olmamasına rağmen yuvasını bulabilir. Üstelik bu yuvanın girişi insanın dahi tespit etmekte hayli zorlanacağı küçüklükte olmasına rağmen, o hiç yanılmaz ve nerede olursa olsun bu yuvayı bulur.
İnsan bahçede arka arkaya dizilmiş, büyük bir gayretle yuvalarına yiyecek taşımaya çalışan karıncaları görünce bu küçücük canlının böylesine canla başla çalışması için ne gibi bir amacı olabilir diye düşünür. Ardından bir karıncanın sadece kendisi için değil, kolonisindeki diğer bireyler, kraliçe karınca ve yavrular için de sürekli yiyecek taşıdığını fark eder. Bu kadar küçük ve gelişmiş bir beyni bile olmayan karıncanın bu çalışkanlığı, disiplini, fedakarlığı nereden bildiği, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Tüm bunları düşündükten sonra vardığı sonuç ise şöyledir: Karıncalar da tüm diğer canlılar gibi Allah'ın ilhamı ile hareket ederler, yalnızca O'nun emrine uyarlar.
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
Verilen görevi layıkıyla yerine getiren, bazen ibret bazen de ilham almamız için olaylarda rol oynayan hayvanlar, bitmez tükenmez enerjisi ve azmiyle görevine amade olmuş ve özünde bitmeyen enerjiyle sadakatini göstermektedirler. Karga, insana ölüsünü nasıl defnedeceğini öğreten bir nevi öğretmen. Münir Derman Hocamın dediği gibi kargayı incelediğimizde de hayranlıklar içerisinde kalabiliyoruz.
- der-ya
- Özel Üye
- Mesajlar: 853
- Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
- der-ya
- Özel Üye
- Mesajlar: 853
- Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
Hz. Mevlana ve AŞKa dair sözleri
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
- der-ya
- Özel Üye
- Mesajlar: 853
- Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
İsa (Aleyhi's Selam) bir gün bahçe sulayan bir genç ile karşılaşır. Genç, Hz. İsa (Aleyhi's Selam)'a:
-Rabbin'den sevgisinin zerre kadarını bana vermesini isteyebilir misin? der.
İsa (Aleyhi's Selam):
-Sen buna güç yetiremessin, der. Genç:
- O zaman zerrenin yarısını versin, der. Bunun üzerine İsa (Aleyi's Selam):
-Ey Allah'ım! Muhabbetinin zerre kadarının yarısını bu gence ver, d,ye dua eder. Daha sonra İsa (Aleyhi's Selam) yoluna devam eder.
Aradan bir müddet sonra İsa (Aleyhi's Selam), gencin bulunduğu yere uğradı ve oranın halkına:
- O genç nerededir diye sordu. Halk:
- O delirip, dağlara çıktı, dedi. Bunun üzerine İsa (Aleyhi's Selam) genci kendisine göstermmesi için Allah (Celle Calaluhü)'a yalvardı.
Genci, iki dağın arasında, bir kayanın üzerinde, gözlerini gökyüzüne dikmiş olarak buldu. İsa (Aleyhi's Selam) gence selam verdi. Genç selamı almadı. Bunun üzerine İsa (Aleyhi's Selam):
- Ben İsa'yım, dedi. Fakat genç, yine selamı almadı. Bu sırada Allahu Teala Hazretleri (Celle Celaluhu) , İsa (Aleyhi's Selam)'a:
-Kalbinde benim sevgimin zerresinin yarısı olan kimse, Ademoğlunun sesini duyabilir mi? İzzet ve celalime yemin olsun ki şayet sen onu testereyle kesecek olsan o bunun farkında olmaz. (Mukâşefetu'l- Kulub'dan)
-Rabbin'den sevgisinin zerre kadarını bana vermesini isteyebilir misin? der.
İsa (Aleyhi's Selam):
-Sen buna güç yetiremessin, der. Genç:
- O zaman zerrenin yarısını versin, der. Bunun üzerine İsa (Aleyi's Selam):
-Ey Allah'ım! Muhabbetinin zerre kadarının yarısını bu gence ver, d,ye dua eder. Daha sonra İsa (Aleyhi's Selam) yoluna devam eder.
Aradan bir müddet sonra İsa (Aleyhi's Selam), gencin bulunduğu yere uğradı ve oranın halkına:
- O genç nerededir diye sordu. Halk:
- O delirip, dağlara çıktı, dedi. Bunun üzerine İsa (Aleyhi's Selam) genci kendisine göstermmesi için Allah (Celle Calaluhü)'a yalvardı.
Genci, iki dağın arasında, bir kayanın üzerinde, gözlerini gökyüzüne dikmiş olarak buldu. İsa (Aleyhi's Selam) gence selam verdi. Genç selamı almadı. Bunun üzerine İsa (Aleyhi's Selam):
- Ben İsa'yım, dedi. Fakat genç, yine selamı almadı. Bu sırada Allahu Teala Hazretleri (Celle Celaluhu) , İsa (Aleyhi's Selam)'a:
-Kalbinde benim sevgimin zerresinin yarısı olan kimse, Ademoğlunun sesini duyabilir mi? İzzet ve celalime yemin olsun ki şayet sen onu testereyle kesecek olsan o bunun farkında olmaz. (Mukâşefetu'l- Kulub'dan)
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
GÜNÜN SÖZÜ
Dertli insan, içi duman dolu bir odaya benzer. Onu dinlemek, o odaya bir pencere açmak gibidir.
Mevlana
Dertli insan, içi duman dolu bir odaya benzer. Onu dinlemek, o odaya bir pencere açmak gibidir.
Mevlana
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
GÜNÜN SÖZÜ
Dikkat et, lokma seni yemesin, sen lokmayı ye!
Hacı Bektaş-ı Veli
Dikkat et, lokma seni yemesin, sen lokmayı ye!
Hacı Bektaş-ı Veli
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
Dertli insan, içi duman dolu bir odaya benzer. Onu dinlemek, o odaya bir pencere açmak gibidir.
[Mevlana]
Hakan canım, insanların çoğu ne yazık ki pencereyi açıp dumanı görünce dumandan boğuluruz burda, göz gözü görmüyor deyip kaçıyorlar
[Mevlana]
Hakan canım, insanların çoğu ne yazık ki pencereyi açıp dumanı görünce dumandan boğuluruz burda, göz gözü görmüyor deyip kaçıyorlar
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
Haklısın üstadım. Sende iyi bilirsin ki zâten bu görev çoğu insana değil nadide insanlara verilmiş bir gönül görevi olduğunu düşünüyorum. Sözü söyleyen gönül ereni Mevlânâ olunca, sözün muhatabları da gönül erenleri olsa gerek... Muhabbetlerimle...
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
GÜNÜN SÖZÜ
Bil ki güneşe bakmaya cesareti olmayan gölgede kalmaya, gölgeyi ışık sanmaya mahkumdur.
Şems-i Tebrizi
Bil ki güneşe bakmaya cesareti olmayan gölgede kalmaya, gölgeyi ışık sanmaya mahkumdur.
Şems-i Tebrizi
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
GÜNÜN SÖZÜ
Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini şaşırmayasın!
Mevlana
Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini şaşırmayasın!
Mevlana
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
GÜNÜN SÖZÜ
Kur'an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O'na bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakılmalıdır.
Aliya İzzetbegoviç
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bulutundan her an yeniden yağan Kur'anı Kerim, insan aklında yeni güncellemeler yaparak, idrakiyle hazmini kolaylaştıran zemzem suyu, bal şerbeti, kevser havuzudur inşallah...
Kur'an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O'na bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakılmalıdır.
Aliya İzzetbegoviç
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bulutundan her an yeniden yağan Kur'anı Kerim, insan aklında yeni güncellemeler yaparak, idrakiyle hazmini kolaylaştıran zemzem suyu, bal şerbeti, kevser havuzudur inşallah...
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
GÜNÜN SÖZÜ
Gelmez sana bir ziyan bu aşktan gönlüm! Can gitse de korkma başka bir candır ölüm.
Mevlana
A Ş K U L L A H = A Ş K I R A S U L U L L A H
Gelmez sana bir ziyan bu aşktan gönlüm! Can gitse de korkma başka bir candır ölüm.
Mevlana
A Ş K U L L A H = A Ş K I R A S U L U L L A H
- der-ya
- Özel Üye
- Mesajlar: 853
- Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
Bülbül gibi GÜL dalın da...
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4969
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Re: GÖNÜL AYNASINDAN YANSIYANLAR!...
GÜNÜN SÖZÜ
AkıLLar Tevhid tokmağı,
BedenLer buLgur sokusu...
Kulihvani
DÖğülen NEfis ->MuhaMMedî OLursa ->BUyurun buLgur piLavına!..
AkıLLar Tevhid tokmağı,
BedenLer buLgur sokusu...
Kulihvani
DÖğülen NEfis ->MuhaMMedî OLursa ->BUyurun buLgur piLavına!..