MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Peygamber Efendimizin (sav) mübarek sözleri ve Kudsi Hadisler.
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Zâlime Karşı Hakkı Söylemek
100.Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem orta cemrenin yanında iken "Hangi amel daha faziletlidir?" diye soruldu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Zâlim sultana karşı hak söz söylemek" buyurdu.( İbni Mâce, Fiten: 20. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/164.)

İzah
İbni Mâce'de Peygamberimizin (s.a.v.) yukarıdaki sözü "Hangi cihad efdâldir?" sorusuna karşı söylediği rivayeti vardır. Bir başka rivayette de suâli soran kimseye bir müddet cevap ver­mediği, sonra, "Soruyu soran nerede?" buyurduğu, suâl soran ortaya, çıkınca da yukarıdaki sözü söylediği bildirilir.Hadiste geçen "cemre" ifâdesi, hacda şeytanın taşlandığı yere denir. Şeytanın taşlandığı üç cemre vardır. Bunlar, büyük cemre, orta cemre ve küçük cemrelerdir.Zâlim bir sultana karşı hak bir sözü söylemenin en faziletli amel veya en faziletli cihad olmasının sebebi açıktır. Cihada çı­kan birisi, savaştan dönmeme endişesini taşımakla beraber, dönebilme ümidini de taşır. Nitekim savaşta herkes ölmez, bir çok kişi geriye döner. Ama dilediği kimseyi sorgusuz sualsiz öldü­rebilen, en azından ağır şekilde cezalandıran zâlim bîr idareciye karşı hakkı söyleyebilmek, gerçekten zordur. Zor olduğu için de en faziletli bir ameldir, en faziletli bir cihaddır.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/164-165.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Yolculukta Namaz
101.Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile Ebû Bekir ve Ömer ile yolculuk yaptım.Onların dört rekâtlı farz namazları iki rekâttan fazla kıldığını görmedim.Yolculukta namazların ikişer rekât olarak kılındığı hususunu daha önce izah etmiştik.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/165.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Kuşluk Namazı

102.Zeyd bin Erkam (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Evvâbin namazı, deve yavrusunun ayağı kumdan yan­maya başladığı andan itibaren kılınır." buyurdu.(Müslim, Müsâfirîn: 43. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/165.)

İzah

Aslında burada dikkat çekilen namaz evvâbîn namazı değil, kuşluk namazının vaktidir. O zaman için vakitleri tesbitte saat ol­madığı için, Peygamberimiz bu namazın vaktini Arapların bildiği bir şeyle tespit etmiştir. O da "deve yavrusunun ayağının kumda yanmaya başladığı andır." Bu da güneş doğduktan kırk beş elli dakika sonra demektir. Oysa evvâbin namazı, akşam namazından sonra kılınır.Hadiste bildirilen vakitte , iki, dört, sekiz veya on iki rekât na­maz kılmak sünnettir. Evvâbin namazına "duhâ" diğer bir ifâ­deyle kuşluk namazı da denir. Kuşluk namazını bazan iki, bazan dört, bazan on iki rekât olarak kılan Sevgili Peygamberimiz, bu namazı teşvik için şöyle buyurmuştur:"Kim kuşluk namazını on iki rekât kılarsa, Allah onun için Cennette altından bir köşk bina eder."(Tirmizî, Salât: 346.)Başka bir hadis de şu mealdedir:"Kim kuşluk namazının iki rekâtine devam ederse, deniz köpüğü kadar da olsa günahları ba­ğışlanır."(Buhârî, Sulh: 11; Müslim, Müsâfirin: 84; Tirmizî, Salât: 346.)Fakat bu müjdeler, farz namazlarının yanı sıra kuşluk nama­zını kılanlar içindir. Bir kimse farz namazları kılmasa, her gün kuşluk kılsa da hadislerin müjdesine kavuşamaz. Çünkü bu na­maz nafiledir. Böyle namazların bin rekâtı, iki rekât farz namazın faziletine kavuşamaz.452, 618 numaralı hadise de bakınız.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/166.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Peygamberimizin Bâzı İsimleri
103.İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Ben Ahmed'im, Muhammed'im, Hâşir'im, Mukeffâ'yım ' ve Hâtem'im." buyurdu.(Müslim, Fezâil: 124-126. Tirmizî, Edeb:67; Muvaîtta Esmâü'n- Nebiy: 1. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/166-167.)

İzah
Peygamberimizin (s.a.v.) pekçok ismi vardır. Bu hadiste Pey­gamberimiz isimlerinden beşini saymaktadır. Bunlar:1. Ahmed: Övülmeye en layık olan.2. Muhammed: Herkesçe övülen.3. Haşir: Herkesten önce haşrolacak olan. Tirmizî ve Muvatta'da Peygamberimiz bu ismini "İnsanlar benim peşim sıra haşrolunacaklar" şeklinde açıklamıştır.4. Mukaffa: Kendisinden sonra peygamber gelmeyecek olan.5. Hâtem: Peygamberlik kapısı kendisiyle mühürlenen, ka­patılan.Zikrettiğimiz üç kaynakta bunlarla beraber Peygamberimizin bir kaç ismi daha zikredilir. Bunlar:6. Âkib: Peygamberlerin sonuncusu.
7. Mâhî: Peygamberimiz bu ismini, "Allah benimle küfrü sile­cektir" şeklinde açıklamıştır.8. Tevbe Peygamberi: Peygamberimizin günahtan tevbeyi ge­tirdiğini ifâde eder.9. Rahmet Peygamberi: Resûlullahın insanların birbirlerine acımalarını getirdiği mânâsına gelir.Kadı İyaz Şifâ-i Şerifte, İbni Kayyım el-Cevzî, Zâdü'l-Meâd'da ve daha pekçok kitapda Peygamberimizin bütün isimleri sayılmaktadır.150 Nolu hadise de bakınız.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/167.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Suçlunun Affedilmesine Aracı Olmak
104.Urve bin Zübeyr rivayet ediyor, Zübeyr bir hırsızla karşılaştı. Hırsızı yakalayanlardan onu affetmelerini istedi. Onlar, "Kadıya teslim edelim de orada aracı ol" dediler. Zübeyr şöyle dedi; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Kadıya teslim edildikten sonra suç­luya affedilmesi için aracılık edene de, kendisine aracılık edilene de Allah lanet eder" buyurdu.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/168.)

İzah
Hadis, hırsızlık, zina, kısas gibi Cenâb-ı Hakkın tayin ettiği cezalar için, mesele hâkime intikal ettikten sonra suçlunun affedil­mesi hususunda aracılık yapmanın caiz olmadığını ifâde etmekte­dir. Bu, bütün âlimlerin ittifakıyla haramdır. Ancak mesele hâki­me intikal etmeden aracı olmak ise caizdir. Zaten Zübeyir bin Avvam da (r.a.) henüz mesele hâkime intikal etmeden aracı olmuş­tur. Onların "Biz hâkime teslim edelim de öyle aracı ol" demeleri üzerine de Resûlullahın bunu yasakladığını bildirmiştir.Nitekim günümüzde de bâzı suçlar mahkemeye intikal ettikten sonra dâvâlı davasından vazgeçse de mahkeme suçluyu bırak­maz. Çünkü o artık kamu dâvası olmuştur.Müslim'de rivayet edilen şu hadis de konuya açıklık getirmek­tedir:Manzum kabilesinden bir kadın hırsızlık yapmıştı. Ve mesele Peygamberimize intikal etmişti. Bu durum Kureyşlileri üzdü. "Durumu Resûlullah ile (s.a.v.) kim konuşabilir? Buna kim cesâret edebilir? Bunu ancak Resûlullahın çok sevdiği Üsame yapabi­lir" dediler. Üsâme Resûlullaha (s.a.v.) gittiğinde Ondan şu ceva­bı aldı: Allah'ın suçluya tatbikini istediği bir ceza hakkında aracı mı oluyorsun?" Resûlullah daha sonra şöyle bir konuşma yaptı:"Ey insanlar! Sizden öncekileri Allah ancak şunun için helak etti: Onlar aralarında şerefli biri hırsızlık ettiğinde onu bırakırlar, zayıf biri çalarsa, onu cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in kızı Fâtima dahi hırsızlık etse, mutlaka onun da elini keserdim."(Müslim, Hudüd: 8. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/168-169.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

İlmi Gizlemek
105.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Kim bir âlime birşey sorar da o âlim bildiğini gizlerse, Kıyamet gününde ateşten bir gemle gemlenir." buyurdu.(İbni Mâce, Mukaddime: 24 (264) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/169.) İbni Mâce'de yer alan başka bir rivayet, "Kim insanların dinî işlerinde faydalı olan bir ilmi gizlerse..." şeklinde gelmiştir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/169.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Oruca Başlama Tarihi Nasıl Tespit Edilir?

106.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Ramazan hilâlini gördüğünüzde oruca başlayınız. Şev­val hilalini gördüğünüzde iftar ediniz (bayram yapınız). Ha­va bulutlu olursa orucu otuza tamamlayınız." buyurdu.( İbni Mâce, Sıyâm: 7; Mu'cemü'l-Evsat, 3:153, (2312.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/169-170.)

İzah

Yüce Rabbimiz Kur'ân'da şöyle buyurur:"Güneşi bir ışık, ayı bir nur yapan, vaktinizi ve hesabı bilesi­niz diye aya menziller takdir eden Odur."(Yunus: 10/5.)Başka bir âyette de "Güneş ve ay şaşmaz bir hesap üzere hare­ket eder"(Rahman: 55/5.)buyurmuştur.İşte ay ve güneş şaşmaz bir ölçü ile hareket ettiği içindir ki, namaz vakitleri, oruca başlama tarihi, iftar vakti, ay ve güneşin hareketlerine göre tespit edilmektedir. Yukarıdaki hadiste de bu gerçeğe dikkat çekilir. Peygamberimiz zamanında astronomi ilmi günümüzde olduğu gibi gelişmediğinden gerek namaz vakitleri, gerek Ramazan ve Kurban bayramı günleri, gerekse Ramazan ayının başlaması hilâl çıplak gözle görerek tespit ediliyordu.Günümüzde ise ayın hareketleri modern âletlerle çok yakın­dan takip edilerek bir yıl sonraki takvimler önceden hazırlanabilmektedir. Namaz vakitleri, Ramazan ayının başlangıç tarihi, im­sak ve iftar vakitleri, bayram günleri bu takvimlerde belirtilmekte­dir. Bugün Müslümanlar takvimlere bakarak namaz kılmakta, sa­hur yemekte, iftar etmekte, oruca başlamakta ve bayram yapmak­tadırlar.Konu hakkında geniş bilgi için Hanefî ve Şâfiîlere Göre Oruç Zekât isimli eserimizin 33-40. sayfalarına bakınız.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/170.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Namazın Dindeki Yeri
107.İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Kendisine güvenilmeyenin imanı eksiktir. Abdest olmay­anın namazı olmaz. Namaz kılmayanın dini sağlam değildir. Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir." buyurdu.(Mecmâü'l-Evsat, 3:154, (2313.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/171.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Afiyet En Büyük Nimettir
108.Kays bin Ebî Hâzim rivayet ediyor,Ebû Bekir Sıddîk'dan (r.a.) duydum. O, minber üzerin­de şöyle diyordu, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim şu makamımda önceki sene şöyle buyurdu:"Hiç kimseye kuvvetli imandan sonra afiyet gibi bir şey verilmemiştir. Ve biz Allah'tan dünyada ve âhirette afiyet istiyoruz. Dikkat edin! Doğruluk ve iyilik Cennettedir. Dikkat edin, kötülük ve günah Cehennemdedir." buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/171-172.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

İman Ahlâkından Olan Üç Şey
109.Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Üç şey iman ahlâkındandır:1. Kızdığı zaman kızgınlığı kendisini bâtıla sevketmeyen,2. Hoşlandığında hoşnutluğu kendini hakdan çıkarma­yan,3. Gücü yettiğinde hakkı olmayan şeye el uzatmayan kimselerin ahlâkı." buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/172.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

İhlâs Ve Kâfirûn Sûrelerinin Fazileti
110.Sa'd bin Mâlik rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Kim ihlâs sûresini okursa Kur'ân'ın üçte birini okumuş olur. Kim de Kâfirûn Sûresini okursa, Kur'ân'ın dörtte bi­rini okumuş olur." buyurdu.(Tirmizi Sevâbü'l-Kur'ân: 10; Mu'cemü'l-Evsat, 3:33, (2056.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/172.)

İzah
Bu ve benzeri hadislerde geçen faziletler ilk bakışta mübalağa gibi görülebilir. Çünkü Kur'ân'ın içerisinde bu sûreler de yer al­maktadır. Dolayısıyla bu sûreler kendilerinin de yer aldığı bütün Kur'ân ile mukayese edilmiş oluyor. Bediüzzamah Sözler isimli eserinde bu meseleyi özetle şöyle izah eder:Kur'ân'ın herbir harfinin bir sevabı vardır. Allah'ın bir ihsanı olarak o harflerin sevabı sünbüllenir, bazan on tane verir, bazan yetmiş. Âyete'1-Kürsî harflerine yedi yüz, İhlâs Sûresi harflerine bin beş yüz, Berat gecesinde ve makbul vakitlerde okunan âyet­lere on bin, Kadir gecesinde okunan âyetlere otuz bin sevap ve­rir. Bu haliyle Kur'ân-ı Kerimin sevabını tartmak mümkün değil­dir. Belki gerçek sevabıyla bâzı surelerle ölçülebilir.Mesela bin tane mısır ekilmiş bir tarla farzedelim. Bâzı tanele­rin yedi sünbül verdiğini farzetsek, her bir sünbülde de yüzer adet mısır tanesi varsa, bu durumda sünbül veren yedi tane mısır bütün tarlanın üçte ikisine denk geliyor demektir. Bunun gibi bir tane on sünbül verse, her sünbülde iki yüz tane olsa, bu durumda bir tek tane, tarlaya ekilen tanelerin iki misli kadar olmuş olur. Bunu daha fazla devam ettirebiliriz.İşte Kur'ân-ı Hakimi nûrânî, mukaddes, semavî bir tarla ola­rak düşünüyoruz. Kur'ân'ın her bir harfi asıl sevabıyla birer hab­be hükmündedir. Diğer sûrelerin sünbülleri nazara alınmadığın­da, Yasin, İhlâs, Fatiha, Kâfirûn, Zilzal sûreleri bütün Kur'ân'la tartılabilir. Meselâ Kur'ân'ın 300620 harfi vardır. İhlâs Sûresinin harfleri ise Besmele ile birlikte 69'dur. Hadiste İhlâs Sûresi Kur'ân'ın üçte birine denktir denildiğine göre, İhlâs Sûresinin her bir harfine 1452 sevap düşer. Çeşitli hadislerde ifâde edilen diğer sûreler de bu şekilde hesaplanabilir.(Müslim, Hudüd: 8. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/168-169.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Peygamberimize Selâm Veren Taş

112.Câbir bin Semre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Ben, Peygamber olarak gönderilmeden önce bana selâm veren bir taş biliyorum." buyurdu.(Müslim, Fezâil: 2.)

İzah

Müslim'de "Ben onu şimdi de biliyorum" ilâvesi vardır.Taşlar cansız varlıklardır. Konuşamazlar. Ancak bu, genel olarak böyledir. Her şeyin yaratıcısı olan Cenâb-ı Hak dilediği za­man taşlara konuşma kabiliyeti verebilir. Zaten Kur'ân'da bildi­rildiğine göre bâzı taşların yuvarlanmalarının sebebi Allah korku­sundan kaynaklanmaktadır.(Bakara: 2/74.)Yine Kur'ân'da bildirildiğine göre, herşey Allah'ı teşbih eder.(İsrâ: 17/44.)"Şey" ifâdesine taşlar da dâhildir.Ancak biz onların teşbihlerini anlayamayız. Ama Cenâb-ı Hak taşa konuşma emrini verdiğinde taşların dile gelmemesi için hiç­bir sebep yoktur. Yine Kur'ân'da bildirildiğine göre Yüce Allah kıyamet gününde insanların derilerine, ellerine konuşma kabiliye­ti verecektir.(Fussilet: 41/21)İşte Resûlullah henüz Peygamber olmadan önce, Allah'ın em­riyle bâzı taşlar ona selâm veriyordu. Peygamber olduktan sonra da bir mucize olarak birçok taş ona selâm vermeye, onun emrini dinlemeye devam etti. Konu ile ilgili pekçok hadis vardır. Burada bunlara girmeyeceğiz.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/174-175.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Suretleri Değişecek Olanlar

113.Abdullah bin Abbas (r.a) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Bu ümmetten bir grup, yeme içme ve eğlenmek için bir araya geldikleri gecenin sabahında maymun ve domuza çev­rilmiş olarak kalkarlar." buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/175.)

İzah

"Çevrilmiş olarak" şeklinde tercüme ittiğimiz ifâde, hadisin metninde "mesh" kelimesi ile geçer. Mesh, insanın suretinin değişmesi, hayvan suretine sokulması demektir. Hadiste, gayri meşru eğlence için bir araya gelen bir topluluğun maymun ve do­muza çevrilmiş olarak sabahlayacaklarına dikkat çekiliyor. Bu değişiklik iki şekilde olur:Birincisi, mesh-i sûrî, yani insanın maddeten şekil ve sure­tinin değişmesidir. Eski ümmetlerde Allah'a isyan eden bâzı insanlar bu cezaya çarptırılmışlar, domuz, maymun veya fare şekli­ne çevrilmişlerdir. Bunlar daha sonra helak olmuş, tamamen öl­müşlerdir.(Bakara: 2/65; Buhari, Bedü'l-Halk: 14.)Bir de manevî mesh vardır. Burada manevî bir değişiklik söz konusudur. İman nimetinden mahrum olan, kimseden utanıp sı­kılmadan günah işleyen kimseler, maddeten insan şeklinde olsa­lar da, manevî yönden hayvana benzerler. Bunlar, davranış, ah­lâk ve karakter bakımından insandan çok hayvanı hatırlatırlar. Günahkar insanları bunlara misâl olarak vermek mümkün oldu­ğu gibi, hiç çekinmeden beşikteki çocuklara, ihtiyarlara, kadınla­ra makinalı ile ateş açan anarşistleri de, suretleri manen değişmiş, insan cesedinde canavar ruhu taşıyan insanlara misâl olarak verebiliriz.Bediüzzaman, Kur'ân'ın yerine geçirilmeye çalışılan, manevi­yattan sıyrılmış Batı medeniyetinin esaslarını kabul eden kişileri anlatırken, manevî meshe şöyle güzel bir misâl verir:
"Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yı­lan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir."
(Bediüzzaman, Sûnühat, s. 44. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/175-176.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Başkasının Evine İzinsiz Olarak Bakmak

114.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Başkasının evine izinsiz olarak bakanın gözünü çıkarsalar helâldir." buyurdu.(Müslim, Âdâb: 43, 44; Ebû Dâvud, Edeb: 128; Müsned, 2:546, (9333,) 5:232, (21561); Buhari, İsti'zan: 11. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/176.)

İzah

Müsned’de bu hadis biraz daha uzun olarak şöyle rivayet edil­miştir:"Herhangi bir kişi kendisine izin verilmeden önce bir evin kapı veya penceresindeki örtüyü kaldırarak bakarsa, yapması he­lâl olmayan bir iş işlemiş olur. O anda ev içinden birisi gözünü patlatırsa ceza görmez."Bir kimse de örtü bulunmayan bir kapının önünden geçer de ev sahiplerinin görülmesi uygun olmayan yönlerine gözü çarpar­sa, ona âni bakışı için hiçbir günah yoktur. Suç ev halkınındır." '} Müslim'deki rivayetlerin birisi ise şöyledir: "Bir adam izinsiz olarak senin evine baksa da, ufak bir taş ata­rak gözünü çıkarsan, günaha girmiş olmazsın." Buhârî'deki rivayet ise şöyledir:"Resûlullahın (s.a.v.) evinin bir penceresinden adamın birisi içeriye baktı. O sırada Resûlullah (s.a.v.) bir tarakla başını ta­rıyordu. Adamın içeri baktığını görünce şöyle buyurdu:"Eğer senin böyle haremgaha baktığını önceden bilseydim, şu demiri gözünü saplardım. Çünkü izin isteme göz için emredilmiş­tir."Peygamberimiz başka bir hadislerinde de Allah'ın izinsiz baş­kasının evine göz atmayı çirkin gördüğünü bildirmiştir.(Câmiu's-Sagîr, 2:250. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/177.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Duada Kesin Bir İfâde Kullanılmalı

115.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Biriniz, "Allah'ım, dilersen beni bağışla" demesin. İste­ğini kesin olarak istesin. Çünkü Allah'ı zorlayacak yoktur." buyurdu.(Buhârî, Daavât: 21; Müslim, Zikir: 9; İbni Mâce, Duâ: 8; Tirmizî, Daavât: 77; Müsned, 2:611, (9950); Câmiü'l-Evsat, 3:25, (2038.); Muvatta, Kur'ân: 78; Ebû Dâvud, Vitr: 23. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/177-178.)

İzah

Zikrettiğimiz kaynakların bâzılarında "Allah'ım, dilersen me­rhamet et demesin" ilâvesi vardır.Hadiste geçen "Dilersen" ifâdesi, Allah bağışlamaya zorlana­bilir gibi yanlış mânâya yol açabilir.Diğer taraftan, duâ edenin "Aslında ihtiyacım yok, dilersen kabul et" gibi bir mânâda da anlaşılabilir. Bu sebeple Peygamber­imiz duada kesin ifâde kullanılmasını istemiştir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/178.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Sahabîlerin Sünnete Düşkünlüğü

116.Abis bin Rebia rivayet ediyor, "Ömer bin Hattab'i gördüm. Hacerü'l-Esved'in karşısın­da durmuş şöyle diyordu: "Allah'a yemin ederim ki, ben senin bana ne fayda ne de zarar vermeye gücü yetmeyen bir taş olduğunu biliyorum. Eğer Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin seni öp­tüğünü görmeseydim ben de öpmezdim."(Müslim, Hac: 248-251; Buhârî, Hac: 50; Ebû Dâvud. Menasik: 46; Tirmizî, Hacc: 26; Nesat, Menâsik: 147; İbni Mâce, Menâsik: 27; Muvatta: Hacc: 135. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/178.)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Namazda Sağa Sola Bakmak

117.Abdullah bin Selâm (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Namazda sağa sola bakmayınız. Çünkü böyle yapanın namazı yoktur." buyurdu.(Ebû Dâvud, Salât: 160; Nesâî, Sehv: 10; Dârimî, Salat: 134; Müstedrek, 1:361; Mu'cemü'l-Evsat, 3:27,(2042.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/179.)

İzah

Hadisin zikrettiğimiz kaynaklardaki rivayeti ise şöyledir:"Allah namazda yüzünü sağa sola çevirmediği müddetçe rah­met ve bağışlamasıyla kula yönelmeye devam eder. Kul yüzünü sağa sola çevirince, Allah da rahmet ve bağışlamasını ondan çevi­rir."Kişi namazda iken başını sağa ve sola çevirmemelidir. Çünkü namazından mükemmel sevabı ancak böyle alabilir. Diğer taraf­tan, Allah'ın rahmet, mağfiret ve ihsan nazarları böyle bir kula çevrilidir. Eğer bir kimse namazda iken her hangi bir mecburiyet olmadan sağa sola bakınırsa Allah da o kula rahmet nazarıyla bakmaktan vaz geçer. Yani namazın sevabını o kul için azaltır. Konu ile ilgili başka hadisler de vardır. Birisi şöyledir:"Kul namazda sağa sola baktığında Allah kendisine şöyle ses­lenir: "Ey Âdemoğlu, nereye bakıyorsun? Ben senin için baktığın şeylerden daha hayırlıyım."(Suyutî, Câmiü'l-Kebir, 6:241, (18461.)Peygamberimiz namazda başını sağa sola çeviren kimsenin durumunu soran Hz. Âişe'ye de, "O kulun namazından şeytanın bir hırsızlığıdır" cevabını vermiştir.(Buhârî, Ezan: 93; Ebû Dâvud, Salat: 160; Tirmizî, Cuma: 59.)İşte Peygamberimiz yukarıdaki hadislerinde de namazda sağa sola bakmayı yasaklamıştır.Namazda sağa sola bakınmak mekruh olduğu gibi, yukarı ba­kınmak da mekruhtur. Mescide geldiğinde bir kaç kişinin başla­rını semâya diktiğini gören Peygamberimiz (s.a.v.), "Böyle ya­panlar gözlerini havaya dikmeye kesinlikle son vermelidir. Veya onların gözleri bir daha kendilerine dönmeyecektir" buyurmuş­tur.(Buhari, Ezan: 92; Müslim, Salat: 117; İbni Mâce, İkâme: 68.)Namazda sağa sola bakınmak, gözleri tavana dikmek, namaz­da bulunması gereken huşua da mânidir. Oysa namazda huşu kurtuluş sebebidir. Zira Yüce Allah bir âyet-i kerimede şöyle bu­yurmuştur:"Mü'minler kurtuluşa ermiş, umduklarına kavuşmuşlardır.""Onlar namazlarını Allah'tan korkarak, hürmet ve tevazu için­de ve tâdil-i erkân ile kılarlar."(Mü'minûn: 23/1-2.),Hadisde geçen "Böyle yapanın namazı yoktur" ifâdesi, "Se­vabı az olur" mânâsındadır. Yoksa "Namaz kılmamış olur" mânâ­sında değildir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/179-180.)

Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Bir Gün Güneş Batıdan Doğacak

118.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Rabbinin bir kısım âyetleri geldiği gün" (En'am: 6/158.) âyetiyle ilgili olarak;
"Güneşin batıdan doğması" buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/180.)

İzah

Kıyametin büyük alâmetlerinden birisi de güneşin batıdan doğmasıdır. Peygamberimiz kıyametin on büyük alâmetini sa­yarken bunlardan birisinin de güneşin batıdan doğması olduğunu bildirmiştir.(Müslim, Fiten: 39; İbni Mâce, Fiten: 28; Tirmizî, Fiten: 21.)Güneşin batıdan doğmasını, Batı dünyasının Müslüman olma­sıyla te'vil edenler varsa da, biz bu tev'ile katılmıyoruz ve böyle bir tev'ilin âyet ve hadislere zıt olduğunu düşünüyoruz. Güneşin batıdan doğması ile, artık imtihan meydanı kapanacaktır. Güneş batıdan doğduktan sonra getirilen iman ve yapılan tevbe kabul edilmeyecektir. Çünkü artık kıyametin en açık alâmeti ortaya çık­mış, insanın ihtiyarı elinden alınmıştır. Nitekim izahını yaptığımız hadiste Peygamberimize sorulan âyetin tamamında bu gerçek şöyle açıklanır:"Onlar ancak kendilerine azap melekleri gelsin, yahut mekân­dan ve zamandan münezzeh olan Rabbin bizzat gelsin, yahut Rabbinin bir kısım âyetleri geliversin diye bekliyorlar. Rabbinin bir kısım âyetlerinin geldiği gün ise, daha önce iman etmemiş kimsenin o gün iman etmesi veya imanın gereği olarak bir hayır işlememiş kimsenin o gün işleyeceği hayır, ona bir fayda verme­yecektir. De ki: Siz bekleyedurun; muhakkak biz de bekliyoruz."(En'am: 6/158)Peygamberimiz de bu alâmet çıktıktan sonra iman etmenin hiçbir fayda vermeyeceğini şöyle açıklamıştır:"Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Güneş batıdan doğduğu zaman da, artık bütün insanlar iman ede­cektir. Ancak, daha önce iman etmemiş kimsenin o gün iman et­mesi veya imanın gereği olarak bir hayır işlememiş kimsenin o gün işleyeceği hayır, ona bir fayda vermeyecektir."(Müslim, İman: 248; İbni Mâce, Fiten: 32)Tevbe kapısının güneş batıdan doğuncaya kadar devam edeceğini ifâde eden daha başka hadisler de vardır. Meselâ bu ha­dislerden birisi şu mealdedir:"Güneş batıdan doğuncaya kadar tevbe kapısı devamlı açık tu­tulacaktır."(İbni Mâce, Fiten: 32.),Evet, güneşin batıdan doğması artık kıyametin kopacağına, Kur'ân'ın ve Peygamberimizin gerçeği açıkladığına ap açık bir delil olacağı için, imtihan bitecek, o günden sonra inananın ima­nı, tevbe edenin tevbesi kabul edilmeyecektir. Kıyametle ilgili ha­disleri te'vil eden ve Deccal, Mehdi, Dabbetü'1-arz gibi kıyamet alâmetlerini açıklayan hadislerin teşbih ifâde ettiğini söyleyen Bediüzzaman, güneşin batıdan doğmasının ise zahirî mânâsında olduğunu söyler. Bununla ilgili olarak meâlen şöyle der:Güneşin batıdan doğması ise, açık bir kıyamet alâmetidir. Ve ap açık bir delil olduğu için, aklın ihtiyarı ile bağlı olan tevbe kapısını kapayan semavî bir hâdise olduğundan tefsiri ve mânâsı açıktır, te'vile ihtiyacı yoktur. Yalnız bu kadar var ki:"Allahu a'lem, güneşin batıdan doğmasının görünen sebebi, dünyanın kafasının aklı hükmünde olan Kur'ân onun başından çıkmasıyla zemin divâne olup—Allah'ın izni ile başını başka gezegene çarpmasıyla hareketinden geri dönüp—doğudan batıya olan seyahatini Allah'ın dilemesiyle batıdan doğuya değiştirmek­le, güneş batıdan doğmaya başlar. Evet, dünyayı güneşile, ferşi arşa kuvvetli bağlayan Allah'ın sağlam ipi olan Kur'ân'ın çekip gücü kopsa; dünya gezegeninin ipi çözülür, başı boş serseri olup aksiyle ve intizamsız hareketinden güneş batıdan çıkar. Hem çar­pışma neticesinde emr-i ilâhî ile kıyamet kopar diye bir te'vili vardır.(Şualar, s. 496, 497.)]Konu hakkında geniş bilgi için Kıyamet Alâmetleri isimli ese­rimizin 257-260. sayfalarına bakılabilir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/181-182.)

Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Hz. Ali'nin Fazileti

119.Umeyre bin Sa'd rivayet ediyor, Minberin üzerinde Ali'yi (r.a.) gördüm. Resûlullahın (s.a.v.) arkadaşlarına, "Resûlullahın (s.a.v.) Gadir Hum günündeki sözlerini kim işitti. Buna kim şahitlik edecek?" diye sordu.Ebû Hüreyre, Ebû Saîd ve Enes'in de içinde bulunduğu on iki kişi ayağa kalktı. Onlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin "Ben kimin mevlâsı [efendisi, dostu] isem, Ali de onun mevlâsıdır. Allah'ım, ona dost olana dost ol, düşman olana da düş­man ol"buyurduğuna şahitlik ettiler.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/180.)

İzah

Peygamberimiz Veda Haccından bir müddet önce Hz. Ali'yi Yemen'e vazifeli olarak göndermişti. Hz. Ali Veda Haccında Peygamberimizle buluşacaktı. Yolda gelirlerken Hz. Ali ile kafi­lede bulunanlar arasında bir huzursuzluk oldu. Hz. Ali haklıydı. Fakat onu Peygamberimize şikâyet ettiler. Resûlullah onlara, "Ey insanlar, Ali'yi şikâyet etmeyiniz. Vallahi o Allah yolunda şikâyet edilmez"(İbni Hişam, Sîre, 4:274; Halebî, İnsânü'l-Uyûn, 3:340.)dedi.
Hac dönüşünde Mekke ile Medine arasında bulunan Gadîr Hum mevkiine gelinince de orada mola verdi. Orada bir müddet istirahat edip öğle namazını kıldıktan sonra, Sahabîlere hitaben şöyle bir konuşma yaptı:"Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, ben de ancak bir insanım. Çok sürmez Yüce Rabbimin elçisi [Azrail] bana gelecek, ben de onun dâvetine icabet edeceğim. Ben size kıymeti ve mes'uliyeti ağır iki emânet bırakıyorum. Birincisi Yüce Allah'ın Kitabıdır ki, onun içinde hidâyet ve nur vardır. Cenâb-ı Hakkın Kitabına sım­sıkı sarılınız. İkincisi de Ehl-i Beytimdir. Ehl-i Beytime muamele hususunda size Allah'ı hatırlatırım. Ehl-i Beytime muamele husu­sunda size Allah'ı hatırlatırım. Ehl-i Beytime muamele hususunda size Allah'ı hatırlatırım."
(Müsned, 4:397, (19214.)Efendimiz daha sonra oradakilere, "Sizin velîniz kimdir?" diye sordu.Oradakiler, "Bizim velîmiz Allah ve Resulüdür" cevabını ver­diler.Peygamberimiz, "Ey insanlar, benim mü'minlere öz nefisle­rinden daha sevimli olduğumu biliyorsunuz değil mi?" buyurdu."Evet" dediler. Peygamberimiz suâlini tekrarladı, yine aynı cevabı aldı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Ali'nin elinden tuttu izahını yaptığımız hadisi söyledi.(Müsned, 4:399, (19227.)Câferîler, Peygamberimizin yukarıdaki sözlerini "orada Hz. Ali'yi kendisinden sonra halife olarak tayin ettiği" şeklinde yo­rumlarlar. Bu yoruma katılmak mümkün değildir. Bilgi için Ta­rihte ve Günümüzde Caferilik isimli eserimizin 227-237. sayfa­larına bakılabilir.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/183-184.)

Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Allah'ın Gazabından Emin Olunmamalıdır

120.Yahya bin İbni Kesîr rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Kim "Ben âlimim" derse, o câhildir. Kim "Ben câhilim" derse, o câhildir. Kim, "Ben Cennetteyim" derse, o Cehen­nemdedir. Kim "Ben Cehennemdeyim" derse, o Cehen­nemdedir."buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/185.)

İzah

Âlim sıfatı, kolay kazanılacak bir sıfat değildir. Çünkü âlim sayılabilmek için kişinin Kur'ân, hadis, fıkıh, İslâm tarihi gibi birçok ilmi bilmesi gerekir. Bütün bu ilimleri öğrenip âlim sıfa­tını kazanabilmek ise kolay değildir. Bu ilimleri öğrenmeden ki­şinin kendisini âlim ilan etmesi, onun cahilliğini gösteren bir hu­sustur. Çünkü gerçek mânâda âlim olan ilmin sonu olmadığını, ne kadar bilirse bilsin bilmedikleri binlerce hususun câhili oldu­ğunu bilir ve kendisini âlim ilân etmez.Kişinin "Ben âlimim" demesi, gurura kapılması açısından da tehlikelidir. Gerçek mânâda âlim olan ilmi ile gurura kapılmaz. O ilmi kendisine Allah'ın ihsan ettiğini bilir. Ona şükürden geri dur­maz. Allah'ın ihsan ettiği ilimle gururlanmaz.Bununla beraber, gerçekten âlim olan birisinin Allah'ın bir ih­sanını inkar etmemek için "Allah bana ilim ihsan etti" demesinde bir mahzur bulunmamaktadır.Bu arada gerçekten ilimle dopdolu oldukları halde tevâzuun-dan veya ne kadar bilgili olursa olsun "Kişi bilmediklerinin câhilidir" gerçeğini düşünerek kişi câhil olduğunu söyleyebilir. Böyleleri "Ben câhilim" dediği için câhil sayılmazlar.Hadiste üzerinde durulan diğer mühim bir husus Müslümanın "havf ve recâ" günümüz ifadesiyle korku ile ümit arasında olması gerektiğine dikkat çekilmesidir. Dinimize göre kişinin Allah'ın gazabından emin olması da, rahmetinden ümit kesmesi de doğru değildir. Dolayısıyla dikkat çekildiği gibi, Allah'ın gazabından emin olan, "Ben Cennetteyim" diyen bu sözünün cezasını çekin­ceye kadar Cehenneme atılır. Kişinin ibâdetleri kendisine daha önce verilen nimetleri dahi karşılamaya yetmez. Cennet ise Al­lah'ın fazlındandır. Dolayısıyla "Ben Cenneteyim" demesi Al­lah'ın irâdesini devre dışı bırakmak demektir.Kişinin Allah'ın gazabından emin olması doğru olmadığı gibi, Onun rahmetinden ümit kesmesi de doğru değildir. Bir âyette bu­nunla ilgili olarak şöyle buyurulur:"De ki: Ey günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki, O çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir."(Zümer: 39/53.)Bir başka âyette de, Allah'ın rahmetinden ancak Onun âyet­lerini ve Ona kavuşmayı inkar edenlerin ümitlerini keseceklerine dikkat çekilir.(Ankebut: 29/23.)Diğer taraftan, kişi Allah'a güzel zan beslemekle mükelleftir. Bir kul Allah'ın kendisine rahmetle muamele edip günahlarını ba­ğışlayacağını ümit ederse, Allah onu affeder, bağışlar. Kul, Al­lah'ın kendisine azapla muamele edeceğini zannederse, ona da öyle muamele eder. Yüce Allah, bir âyet-i kerimede kulun Kendi­si hakkındaki yanlış zannının onu helake götüreceğine işaretle şöyle buyurmaktadır:"Rabbiniz hakkındaki bu yanlış zannınızdır ki, sizi helake düşürdü ve hüsrana uğrayanlardan oldunuz."(Fussilet: 41/23.)Konuyla ilgili bir kudsî hadiste de şöyle buyurulur:
"Ben, kulumun Bana olan zannı yanındayım, yani kulumun Bana zannı nasılsa ona öyle muamele ederim."
Böyle olunca, kişinin "Ben Cehennemdeyim" demesi, Al­lah'a güzel zan değil, kötü zan beslemesi demektir. Dolayısıyla Allah'ın kendisini Cehenneme atacağına inandığı için, Allah da onu Cehenneme atar.Ancak mü'min bir kul, Allah'ın rahmetinden ümidini kesmemekle birlikte, bu rahmete güvenerek Allah'ın haram kıldığı şeylere de girmemelidir.Konu hakkındaki tafsilatı Ölüm Cenaze Kabir isimli eseri­mizin 107-110. sayfalarına havale ederek, burada konu hakkında Hz. Ömer'in güzel bir sözünü nakletmek istiyoruz:"Semâdan bir seslenici, 'Ey insanlar, bir kulum hariç hepiniz Cennete girin' diye seslense, o bir kulun ben olacağımdan kor­kuyorum."Eğer, 'Ey insanlar, bir kulum hâriç hepiniz Cehenneme girin' diye seslense, Cehenneme girmeyecek olan o bir kulun ben ola­cağımı umuyorum."(Hilyetü'l-Evliya, 1:53. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/185-187.)

Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Peygamberimizin Ehl-i Beytine Duası

121.Şehr bin Havşeb rivayet ediyor, Hz. Hüseyin şehid edildiğinde taziye için Ümmü Seleme'nin (r.a.) yanına geldim. O bana Hüseyin (r.a.) ile il­gili olarak şu hatırasını anlattı:" Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem içeri girdi, bizim bir yaygımızın üze­rine oturdu. Fâtıma (r.a.) oturması için başka bir şey verdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Fâtıma'ya, 'Bana Hasan'ı Hüseyin'i ve amcanın oğlu Ali'yi çağır' buyurdu. Onlar yanında toplanınca da şöyle buyurdu; "Allah'ım, bunlar has yakınlarım ve Ehl-i Beytimdir. Onların günahlarını gider ve onları tertemiz kıl."buyurdu.(Tirmizî, Fezâilü's-Sahabe: 61. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/187-188.)

İzah

Buna benzer başka rivayetler de vardır. Meselâ Müslim'de Hz. Aişe'den şöyle bir hadis rivayet edilir:"Peygamber (s.a.v,) bir sabah, üzerinde siyah kıldan yapıl­mış ve üzeri nakışlı bir elbise olduğu halde çıktı. O esnada Ali'nin oğlu Hasan geldi. Peygamber (s.a.v.) onu elbisesinin içine aldı. Sonra Hüseyin geldi. Onu da elbisesinin içine aldı. Fâtıma geldi. Onu da elbiseninin içine aldı. Ali geldi, onu da elbisesinin içine alıp sardı. Sonra da şu âyeti okudu:"Ey Peygamber ailesi, Allah günahlarınızı giderip sizi ter­temiz yapmak istiyor."(Ahzâb: 33/33.)Konu ile ilgili başka hadisler de vardır. Aynı hâdise farklı kanallardan gelmiş de olabilir, hâdise birkaç defa tekrarlanmış da olabilir. Doğrusunu Allah bilir.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/188-189.)

Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Faiz Haramdır

122.Ömer (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Altının altınla, gümüşün gümüşle, buğdayın buğdayla, arpanın arpayla, kuru hurmanın kuru hurmayla, üzümün üzümle satışı eşit olarak yapılır. Tuzun tuzla satışı peşin olarak yapılır. Kim artırır ve kim artırılmasını isterse o faizdir."buyurdu. (Buhari, Büyü: 78; Müslim, Musakat: 81, Ebû Dâvud, Büyü: 13. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/189.)

İzah

Müslimdeki rivayette "Alanla veren bu hususta eşittir" ilâvesi vardır. Büyük günahlardan birisi de faizdir. Yüce Allah bir âyet-i ke­limede faizin kesin olarak haram kılındığını şöyle açıklar:"Faiz yiyen kimseler, kıyamet gününde kabirlerinden, şeytan çarpmış kimsenin kalkışı gibi kalkarlar. Bunun sebebi, onların 'Alış veriş de faiz gibidir' demeleridir. Halbuki Allah alış verişi helâl, faizi haram kıldı."(Bakara: 2/275.)Faizin haramlığı ile ilgili birçok hadis de vardır. Bunlardan ikisinin meali şöyledir:"Mîraca çıkarıldığım gece, karınları odalar gibi büyük olan bir kavim gördüm. Karınlarında dışarıdan görülen yılanlar vardı. 'Ey Cebrail, bunlar kim?' diye sordum. 'Faiz yiyenler cevabını ver­di.(İbni Mâce, Ticâret: 58.)"Aralarında faizin yaygınlaştığı hiçbir topluluk yoktur ki, fa­kirliğe maruz kalmasın. Aralarında rüşvet yaygınlaşan hiçbir top­luluk yoktur ki, korkuya maruz kalmasın."[Fethü'r-Rabbani, 15:70.]Peygamberimiz izah ettiğimiz hadislerinde de altı maddeyi sa­yıyor ve bu altı maddenin kendileriyle, mesela buğdayın buğ­dayla satışının eşit olarak yapılması gerektiğini, aynı cins olan şeylerden birisinin fazla olması durumunda yapılan işlemin faiz olacağını ifâde ediyor.Hanefî, Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebi âlimleri, bu hadiste sayılanlara kıyas ederek bu altı maddenin dışında kalan madde­lerden alman fazlalığın da faiz olduğunu ifâde ederler. Bu dört mezhebe göre faiz, akit yapan taraflardan birisine her hangi bir mal karşılığı olmaksızın verilmesi şart koşulan fazlalıktır. Cinsi ve miktarı aynı olan iki mal birbiri ile değiştirilirken taraflardan birisinin fazla vermesi faiz olur. Bu tarifi göre bir milyon lirayı bir milyon bir lira ile değiştirmek, bir milyon borç verip verilen paradan fazlasını almak faizdir.[El-Mezâhibü'l-Erbaa, 2:246.]Dolayısıyla "Bu altı maddenin dışındaki şeylerde faiz geçerli değildir" denilemez. Çünkü o zamanda alış veriş para ile değil, hadiste sayılan maddelerle yapılıyordu. Zaten hadiste, "Bu altı maddenin dışındaki maddelerden alman fazlalık faiz olmaz" şek­linde bir ibare de bulunmamaktadır.Gerek bu konunun gerekse faizin haramlığı, haram kılınma­sının hikmetleri ile ilgili tafsilatlı bilgiyi Faiz Ticâret isimli eseri­mizde bulabilirsiniz.[İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/189-190.]

Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Tevbe Üzere Ölmek

123.Câbir (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Mü'min, kulluk elbisesi günahlarla yıprandığında onu tevbeyle yamayandır. Bahtiyar, tevbesi üzerine ölendir."buyurdu. (Mecmâü'l-Evsat, 2:510. (1877); Heysemî, Mecmaü'z-Zevâid, (10:201) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/191.)

İzah

Tevbe ile ilgili olarak 55 numaralı hadisin izahında açıklama yapmıştık. Burada konu üzerinde kısaca duracağız:Hadiste kulluk bir elbiseye benzetiliyor. Ve bu elbisenin gü­nahlarla yıpranacağına dikkat çekiliyor. Kulluk elbisesi günah­larla yıprandığında mü'minin onu tevbeyle yamaması gerektiği nazara veriliyor. Ayrıca sadece tevbe ile yetinmeyip o tevbe üzere ölmek gerektiği, yani tevbe edilen günaha bir daha dönmemek icab ettiği ifâde ediliyor. Peygamberimiz bunu yapan mü'minleri bahtiyar olarak vasıflandırıyor.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/191.)

Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Yahudilerin İhanetinin Cezası

124.Eşlem el-Ensârî rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem beni Kurayza Yahudileri esirlerinin başına ta­yin etti. Ben onların çocuklarının avret yerlerine bakıyordum. Buluğa ermişse boynunu vuruyordum. Buluğa ermemişse Müslümanlara ganimet olarak kalıyordu. (Mu'cumü'l-Evsat, 2:351 (1608.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/191-192.)

İzah

Yahudiler tarih boyunca kendi peygamberlerine eziyet etmiş­ler, hattâ onlardan bâzılarını şehid etmişler, bâzılarını da öldür­meye teşebbüs etmişlerdir. Bunun içindir ki, Kur'ân'da lanetlen­mişlerdir.Yahudiler Peygamberimizi de öldürme teşebbüsünde bulun­muşlar, ona eziyet etmişlerdi. Onu en kritik zamanda arkadan vurmuşlardı.İşte yukarıdaki hadiste bu hainlikleri sebebiyle onlara verilen ceza haber verilmektedir. Konu özetle şöyle gerçekleşmiştir:Peygamberimizin Medine'deki diğer Yahudi kavimleriyle ol­duğu gibi, Kurayzaoğulları Yahudileriyle de antlaşması vardı. Medine'yi müşterek düşmana karşı koruyacaklardı. Buna rağmen onlar birkaç defa Resûlullah ile yaptıkları anlaşmayı bozdular. En kötüsü Resûlullahın can düşmanlarıyla birlik oldular. Mekke müşriklerine mektup yazarak "Siz gelin, biz Müslümanları Me­dine'de arkalarından vuracağız" dediler.

Nihayet müşrikler Kurayzaoğullarının sözlerine de güvenerek Medine üzerine büyük bir ordu ile saldırıya geçtiler. Bu arada Kurayzaoğulları Yahudileriyle aralarında şu üç maddelik anlaş­mayı yaptılar:1. Savaş sona erinceye kadar Kurayzaoğulları on gün müş­riklerin safında Müslümanlara karşı savaşacaklardı.
2. Müşrikler için silah temin edeceklerdi.3. Müşriklerin ihtiyaçlarını karşılamak için karargahları yanına pazar kuracaklardı. Evet Yahudiler Peygamberimizi ve Müslümanları en nazik ve en tehlikeli bir anda, ölüm kalım savaşında yardımsız ve yalnız bırakıyorlardı. Müşterek vatanlarını daha önce söz verdikleri hal­de düşmana karşı korumuyorlardı. Bununla da kalmayarak elle­rine geçen fırsatı değerlendirmek istiyor, Müslümanları arkala­rından vurma planları yapıyorlardı. Böylece ahitlerini ikinci defa bozmuş oluyorlardı. Onların bu hali şu âyet-i kerimelerle bildiri­liyor:"Sen kendileriyle antlaşma yaptığın halde, onlar her defasında pervasızca ahidlerini bozarlar. Harp meydanında yakaladığında onları darma dağın et ki, arkalarından onlara destek verenlere ib­ret olsun—belki böylece akıllarını başlarına alırlar."
(Enfal: 8/56-57.)Kurayzaoğulları tarihe Hendek Savaşı olarak geçen bu savaş­ta müşriklerle yaptıkları bu anlaşmaya sâdık kaldılar. Peygamber­imiz ve Sahabîler bir yanında kalabalık müşrik ordusuyla sava­şırlarken, diğer taraftan Medine'de bıraktıkları kadınlarından ve çocuklarından endişe ettiler. Çünkü Kurayzaoğulları Yahudileri Medine'de idiler. Bu da Kur'ân'da şöyle haber verilir:"O vakit düşman orduları size hem yukarıdan, hem de aşa­ğıdan saldırmışlardı. Öyle ki, onların dehşetinden gözler yılmış, yürekler ağıza gelmişti."(Ahzab: 33/10.)Hz. Ebû Bekir de bu korku ile ilgili olarak şöyle diyor:"Medine'deki çoluk çocuğumuz hakkında Kurayzaoğulları Yahudilerinden duyduğumuz korku, müşriklerden ve onlann müttefiklerinden duyduğumuz korkudan çok daha fazlaydı. Za­man zaman dağın tepesine çıkıp Medine evlerine bakardım. Onla­rı sükûnet içerisinde görünce, Allah'a şükr ve hamd ederdim."Nihayet Allah Müslümanlara müşriklere karşı zafer ihsan etti, müşrikler mağlup bir vaziyette Mekke'ye dönmek zorunda kal­dılar.Peygamberimiz cepheden henüz yeni dönmüş, banyo yapıp koku sürünmüştü ki, başında beyaz sarığıyla Cebrail (a.s.) geldi. At üzerindeydi, Peygamberimize sitem etti, "Ey Allah'ın Resulü! Sen silahını bıraktın mı? Vallahi biz daha silahlarımızı çıkarma­dık. Allah seni affetsin. Kalk silahını kuşan onların üzerine yürü" dedi.Peygamberimiz "Kimin üzerine?" diye sorunca da, Cebrail (a.s.) eliyle Kurayzaoğullarının bulunduğu yeri gösterdi ve "İşte oraya" dedi. Sonra da meleklerle birlikte oraya gitti. Peygamberi­miz de derhal ordusuna emir verdi ve hedef olarak Kurayzaoğullarının yurdunu gösterdi. Kısa bir kuşatmadan sonra Yahudil­er şartsız teslim olmayı, Sa'd bin Muâz'ın (r.a.) vereceği hükmü kabul edeceklerini bildirdiler.Sa'd da Peygamberimizin emriyle iki toplum arasında hüküm vermeyi kabul etti. Yahudilere silahlarını teslim ederek teslim ol­malarını söyledi. Onlar denileni yaptılar. Sonra da hükmünü şöy­le verdi:"Ben onların hakkında buluğ çağına eren erkeklerin öldürül­mesine, mallarının Müslümanların arasında taksim edilmesine, kadınlarla çocukların esir edilmesine hükmettim."Bu hüküm Peygamberimizi çok sevindirdi, bunu şöyle açık­ladı:
"Sen onlar hakkında Allah'ın yedi kat gök üstünde Levh-i Mahfuzdaki hükmüne uygun hüküm verdin. Allah'a yemin ede­rim ki, Allah da bana senin bu hükmün gibi emir vermişti. Senin bu hükmünle Allah, melekler ve mü'minler razı oldular."Sa'd bin Muaz'ın (r.a.) bu hükmü Tevrat'ın hükmüne de uy­gundu. Tevrat'ın böyle durumlarla ilgili hükmü şöyle idi:"Bir şehre savaş için yaklaştığında onları sulha davel edesin, eğer senin sulh şartını kabul eder sana kapılarını açarlarsa, içinde bulunan kavmin hepsi sana haraç verip hizmet etsinler. Eğer sulha yanaşmayıp savaşırlarsa, onları muhasara edesin. Allah'ın Rab onları sana teslim ettikte erkeklerin tamamını kılıçtan geçiresin. Kadınları, çocukları ve hayvanları ve bütün ganimeti, yani o şehirde bulunan malların tamamını yağma edip Allah'ın Rabbin sana verdiği düşmanlarının ganimetini yiyesin."
[Tevrat, Tesniye, 2:10-14.]Bu hüküm kendi şeriatlarında da geçerli olduğu için Yahudiler itiraz edemediler, hükme razı oldular. Zaten Sa'd bin Muaz da (r.a.) Tevrat'ı çok iyi bilen biri idi. Hükmü, Tevrat'ta olduğunu bilerek verdi.Sonra hüküm infaz edildi. İşte izahını yaptığımız hadisin râvîsi, Resûlullahın kendisini Kurayza Yahudileri esirlerinin başına tayin ettiğini, çocuklarının avret yerlerine bakarak buluğa ermiş olanın boynunu vurduğunu, buluğa ermemişse Müslümanlara ga­nimet olarak kaldığını haber vermektedir. Bu husus Kur'ân'da şöyle haber verilir:"Kitap ehlinden olup da o kâfirlere arka çıkanları Allah kalele­rinden indirip yüreklerine korku saldı ki, siz onlardan bir kısmını öldürüp bir kısmını da esir alıyordunuz."[Ahzab: 33/26.]Konu hakkında tafsilatlı bilgiyi Tarih Aynasında Yahudiler isimli eserimizin 203-214. sayfalarına havale ediyoruz. [İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/192-195.]

Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Resûlullahın Ve Ashabının Çektiği Sıkıntı
125.İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Ebû Bekir (r.a.) günün sıcak bir saatinde dışarı çıktı. Onun çıktığını gören Ömer de (r.a.) çıktı, Ebû Bekir ile karşılaştı. "Ey Ebû Bekir, bu vakitte dışarı çıkmana sebep nedir? diye sordu.Ebû Bekir, "Allah'a yemin ederim ki, şiddetli açlık se­bebiyle dışarı çıktım" dedi.Ömer, "Allah'a yemin ederim ki, ben de bu sebepten dı­şarı çıktım" karşılığını verdi. Onlar böyle konuşurlarken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanlarına geldi ve, "Bu vakitte dışarı çıkmanızın sebebi nedir?" buyurdu.Onlar, "Allah'a yemin ederiz ki, biz şiddetli açlık sebe­biyle dışarı çıktık" cevabını verdiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Nefsim kudreti elinde olan Allah'a yemin olsun ki, ben de ancak bu sebeple dışarı çıktım. Geli­niz" buyurdu. Beraberce Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evine geldiler. Ebû Eyyûb Resûlullah için yiyecek veya süt hazırladığını daha önce söylemişti. Resûlullah o gün gecik­miş, zamanında gelememişti. Ebû Eyyub de onu ailesine yedirmiş ve sonra da hurma bahçesine çalışmaya gitmişti. Resûlullah ile arkadaşları kapıya geldiklerinde hanımı çıktı ve "Ey Allah'ın Peygamberi ve beraberindekiler, merhaba, hoş geldiniz" dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Ebû Eyyûb nerede?" diye sordu.Kadın, "Hemen gelir. Bu vakitte gelmenizin sebebi ne­dir, ey Allah'ın peygamberi?' dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geri döndü, tam o sırada bahçesinde çalışan Ebû Eyyub onu gördü, koşarak gelip Resûlullaha yetişti ve:"Merhaba, hoş geldiniz ey Allah'ın Peygamberi ve ya­nındakiler! Ey Allah'ın Resulü, bu vakitte sen gelmezdin?" dedi. Onu geri eve getirdi. Sonra da hemen gitti, bir hurma dalı kesip geldi. [Daim üzerinde yaş ve kum hurmalar oldu­ğu gibi, yeni olgunlaşmakta olanları da vardı]. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Bundan ne istedin, bize kuru hur­malardan toplasaydın?" buyurdu."Ya Resûlallah, hem kurusundan, hem yaşından, hem de yeni olgunlaşmışından yemenizi istedim. Size bunun yanın­da hayvan da keseceğim" dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Eğer kesersen sağılanlarından kes­me" buyurdu.Ebû Eyyûb bir kuzu veya oğlak alıp kesti. Hanımını da, "Sen ekmek pişir; ben de yemek yapacağım. Sen daha iyi ekmek pişirirsin" dedi. Kendisi de oğlağın ya­rısını pişirdi, yarısını da kızarttı. Yemek pişince getirip Re­sûlullah ve Ashabının önlerine koydu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem oğlaktan bir parça aldı, bir ekmeğin üzerine koydu ve Ebû Eyyûb'a vererek:
"Ey Ebû Eyyûb, bunu Fâtıma'ya götür. Çünkü o da günlerden beri böyle bir şey bulamadı" buyurdu. Ebû Ey­yûb da onu Fâtıma'ya götürdü. Hepsi yiyip doyduktan son­ra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Ekmek, et, kuru ve yaş hurmalar" dedi ve gözleri yaşardı. Şöyle buyurdu:"Bunlar kıyamet günü hesaba çekileceğiniz nimetlerden­dir." Bu durum yanındakilere ağır gelince şöyle devam etti:"Böyle birşey bulduğunuzda 'Bismillah ve bereketillah (Allah'ın ismi ve bereketi ile)' diyerek elinizi uzatınız. Doyduğunuzda da 'Bizi doyuran, içiren ve bize nimet ihsan edip lütufta bulunan Allah'a hamdolsun' deyiniz. Böyle ya­parsanız nimetin şükrünü edâ etmiş olursunuz." Resûlullah (s.a.v.) kendisine bir iyilik yapana mutlaka karşılığını vermek isterdi. Ebû Eyyûb'a, "Yarın bize gel" buyurdu. O bunu duymayınca Ömer (r.a.) "Resûlullah ya­rın kendisine gelmeni istiyor" dedi.Ertesi gün Ebû Eyyûb kendisine geldiğinde Resûlullah (s.a.v.) ona bir hizmetçi verdi ve "Ey Ebû Eyyûb, bunun hakkında sana iyilik tavsiye ederim. Çünkü biz yanımızda bulunduğu müddetçe ondan ancak iyilik gördük" buyurdu. Ebû Eyyûb onu eve getirdiğinde, "Resûlullahın tavsi­yesi sebebiyle onu hürriyetine kavuşturmaktan daha hayırlı bir şey bilmiyorum" dedi ve onu azâd etti. ( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/195-200.)

Resim
Cevapla

“►Hadis-i Şerifeler◄” sayfasına dön