BEN MELÂMET HIRKASINI
Gönderilme zamanı: 05 Şub 2017, 05:14
BEN MELÂMET HIRKASINI
Ben Melamet Hırkasını
Kendim Giydim Eynime
Ar U Namus Şişesini
Taşa Çaldım Kime Ne
Haydar Haydar Taşa Çaldım Kime Ne..
Gah Çıkarım Gökyüzüne
Seyrederim Alemi
Gah İnerim Yeryüzüne
Seyreder Alem Beni
Haydar Haydar Seyreder Alem Beni..
Sofular Haram Demişler
Bu Aşkın Badesine
Ben Doldurur Ben İçerim
Günah Benim Kime Ne
Haydar Haydar Günah Benim Kime Ne..
Nesimi'ye Sormuşlar
Yarin İlen Hoş Musun
Hoş Oluyum Olmuyayım
O Yar Benim Kime Ne
Haydar Haydar O Yar Benim Kime Ne..
Kul Nesimî
BEN MELÂMET HIRKASINI
Öğünmek cümle âlemleri ve bu âlemlerdeki tüm varlığı kendi zat’ı mevcudiyetinden yaratan ALLAH celle celâlihu’ya mahsustur.
Selâma lâyık olan ise, aşkına cümle âlemler ve âlemlerdeki varlıklar yaratılan, Hz. Muhammed Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ve onunla beraber, her zamanda sağ ve mevcut olan ehl-i beyt’tir, Evlâd-ı Resûl’dur. O evlâd-ı Resûl ki, kıyamete kadar insanlığı makamı velâyet irşadı ile geçmişte aydınlattığı gibi, halen aydınlatmakta ve gelecekte de aydınlatacaktır. Çünkü insanlığın yaradılışının ideal gayesi olan olgunluğa, yani insan-ı kâmil makamına ulaşabilmesi ancak Evlâd-ı Resûl irşad aydınlığı ile mümkündür.
Evlâd-ı Resûl’un en kemâl’li ve ziyalılarından olup, zamanında etrafını irşadı ile aydınlatan ve mahlası/lakabı “Nesimî” olan Hazret’in, Türk dünyasında pek meşhur olup, dilden dile dolaşan ilahi’sini şerh etmeyi, bize ihsan ve nasip ettiği için, Allah’a şükürler olsun.
Hz Nesimî buyurdu:
BEN MELÂMET HIRKASINI
KENDİM GİYDİM EYNİME
AR U NAMUS ŞİŞESİNİ
TAŞA ÇALDIM KİME NE..
HAYDAR HAYDAR
TAŞA ÇALDIM KİME NE..
Melâmet hırkasını eyni’ne giymek, insanın cümle kulluğunda Melâmiliğin hakim olup Melâmiliğe dahil olmasıdır. Ki, Melâmilik cümle peygamber ve insan-ı kâmil olan evliyânın ulaştığı kulluk mertebesidir.
Melâmiler için KurÂN-ı Kerimde buyrulur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâ’l- mu’minîne eizzetin alâ’l- kâfirîn (kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim (lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâu vallâhu vâsiun alîm (alîmun).: Ey iman edenler! Sizden kim dîninden dönerse, o zaman Allah onun yerine (başka) bir kavim getirecektir öyle ki, (Allah) onları sever ve onlar da O’nu (ALLAH celle celâlihu’yau) severler. Mü’minlere karşı daha alçak gönüllü, kâfirlere karşı daha izzetlidirler (başları dik, vakarlı, şereflidirler). ALLAH celle celâlihu’yaun yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, ALLAH celle celâlihu’yaun fazlıdır, onu dilediğine (lütfedip) verir. Allah Vâsi’dir (fazlı ve lütfu geniştir), Alîm’dir (herşeyi en iyi bilendir)” (Mâide 5/54)
Ki, ehl-i kemâl, bu âyetin Melâmîleri târif ettiğini beyan etmişlerdir. Çünkü kınayanın kınamasına aldırmamak Arapça “levm” kelimesidir ki, kınanmak mânâsında olup, melâmet demektir.
Âyette ifade edildiği gibi Melâmîler, ALLAH celle celâlihu’yau sevdikleri gibi, Allah da onları sever, yani ALLAH celle celâlihu ile sevişirler. Melâmiler dâima Cenâb-ı Hak’la vuslatta olduklarından, onlar Hakk’ın kendilerini kınamasından, Hakk’a vuslattan mahrum olmaktan ve ALLAH celle celâlihu’nun emir ve yasaklarına riâyet etmemekten korkarlar. Melâmiler, Halkın onları cehâlet ve gafletle kınamasına aldırmadıkları gibi, cehâlete ve zulme karşı, irfâniyet ve kemâlatlarıyla dik ve çetin durup boyun eğmezler. Hidâyet tecellîlerine ve müm’inlere karşı ise, mütevazı ve hürmetlidirler.
Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabî Hazretleri, Fütuhat-ı Mekkiye adlı eserinde: “Melâmîler; bunlara melâmetçiler de denir. Bu ad dahi lügat yönünden, bunlar için zayıf bir kelime olmuş olur. Bu gibi kişiler, Allah yolunun efendileri ve önderleridir. Bütün âlemin tek efendisi bunların arasındadır. İşte o büyük efendi de Resûlullah Muhammed aleyhisselâm Efendimizdir. Bunlar, Hak Teâlâ’nın emir ve yasaklarını bu âlemde yerleştirdiler, kuvvetlendirdiler. Sebeplerini yerli yerinde açıkladılar. Yaramayanların da nedenlerini anlattılar. Dünya evine yarayacak hacetleri dünyaya bıraktılar, âhiret gününün hacetlerini de âhirete bıraktılar. Eşyaya ALLAH celle celâlihu’nun baktığı nazarla baktılar, gerçekleri birbirine karıştırmadılar.” diyor.
Bu itibarla Yunus Emre, Niyazi Mısrî, Hz. Mevlânâ vb. gibi çeşitli zamanlarda yaşayıp insanlığı aydınlatmış olan İnsan-ı Kâmil velîler de, “Melâmi” olduklarını beyan etmişlerdir. Çünkü Melâmilik Pir Seyit Muhammed Nur Hz. leri nin buyurduğu gibi “ Kulun fenafillah olup Hz. Muhammed s.a.v ahlâkıyla ahlâklanmasıdır. Fenafillah kulun cehaletle kendine ve eşyaya nisbet ettiği varlıkların yokluğunda Hakk’ın zat’ı mevcudiyetinden ve tecellîlerinden gayrı görmemesidir. Melâmiler Hakk’a vasıl / kavuşmuş ve Hakk’ın “Beka”sı ile beka bulmuş kulluklarında “İnsanı kâmil” mârifetinin zâhir olup açığa çıktığı kulluk’tur. Bu itibarla insanlığı tebliğ ve irşadı ile aydınlatmış olan cümle peygamberler ve insanı kâmil olan velîler melâmi’dir.
Peygamberlikle irşad Kur’an-ı Kerîm’deki;
“Muhammed sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. O ALLAH celle celâlihu’yaun Resûlü ve nebîlerin sonuncusudur…”
مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
---"Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ (alîmen).: Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.” (Ahza 33/40)
Beyânı mucibince cümle peygamberin imamı Hz. Resûlullah aleyhisselâm Efendimizle nihâyete ermiştir. Velâyet yolu ile irşad ise, Hz. Resûlullah’la beraber aynı zaman ve coğrafyada, cümle evliyânın imamı olan Hz. Ali kerremallahu vechehu’nun şahsında zâhir olmuştur. Ve bu irşad kıyamete kadar bu âlemde Evlâd-ı Resûl tarafından icra edilecektir.
Evlâd-ı Resûl yani ehl-i beyt, birincisi soy, ikincisi manevî, üçüncüsü ise hem soy hemde manevî olup, bu iki hasletin birleştiği “Pençyi ali aba”dır. Yani Hz Resûlullah aleyhisselâm ile beraber Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan, ve Hz. Hüseyin aleyhumusselâm’dır. Ve Hz. Hasan’ın ve Hz. Hüseyin aleyhumusselâm’ın hem manevî hemde soy hasletlerini taşıyan evladlarıdır.
Asrı saadette Hz. Resûlullah’ın “ehl-i beytimdir” dediği, soyundan gelmeyen Manevî Evlâd-ı Resûl olan sahabeler vardı, fakat bunların en meşhur ve çarpıcı örneği Selman-ı Farisî Hz. lerdir ki, Hz. Selman, Farisî, yani İran’lı olup, Hz. Resûlullah aleyhumusselâm’ın yaşadığı coğrafya ve oradaki insanlarla hiçbir akrabalığı ve yakınlığı yoktu. Selman hakkında Hz. Resûlullah aleyhumusselâm Efendimiz: “Selman benim ehlibetimdir” ve yine “Selman bendendir ben selmandan” buyurmuştur.
İşte manevî Evlâd-ı Resûl olan bu sahabeler, daha ziyade irşadla görevli olanlar idiler. Bunlar gördükleri “merat-i ilahî” seyri süluk’u ile, kendilerinin ve cümle eşyanın nisbet varlığından fenafillah irfaniyeti ile soyunup Hakk’a kavuşmuş, Hakk’ın Bekâsı ile beka bulmuş, Muhammedî ahlâkla ahlâklanıp, yukarıda evsâfı belirtilen “melâmi” neşesi ile yaşayanlardan idiler.
Bu itibarla, cümle zaman ve coğrafyada yaşamış ve yaşayan “Melâmiler” manevî Evlâd-ı Resûl olup, irşadları ile insanlığı aydınlatmışlardır. Ki, bu mevzu Kur'ÂN-ı Kerîm’de;
“Muhammed Allah'ın elçisidir. Onunla beraber olanlar inkârcılara karşı çetin, aşılmazdırlar. Kendi aralarında ve müm’inlere karşı yumuşaktırlar. Onlar secde ve rükû ederler. Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk isterler. Görünüşlerine gelince yüzlerinde secde eseri / izi vardır. Biz bunu Tevrat’ta da aynı şekilde yazdık. İncil’de ise ekin filizi ile misâllendirdik...”
مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
---"Muhammedun resûlullâh (resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâ’l- kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseri’s- sucûd (sucûdi), zâlike meseluhum fî’t- tevrât (tevrâti), ve meseluhum fî’l- incîl (incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibu’z- zurrâa, li yagîza bihimu’l- kuffâr (kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ (azîmen).: Allah’ın Resûl’ü Hz. Muhammed (aleyhisselâm) ve O’nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli; kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rükû ederken, secde ederken ve Allah’dan fazl ve rıza isterken görürsün. Onların alâmetleri yüzlerindeki secde izleridir. İşte bunlar, onların Tevrat’taki ve İncil’deki vasıflarıdır. Filizini çıkaran sonra onu kuvvetlendiren, böylece kalınlaşan, sonunda gövdesi üzerinde yükselen, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidir. Onlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Ve Allah, onlardan âmenû olanlara (Allah’a ulaşmayı dileyenlere) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlara mağfiret ve büyük ecir vaadetti.” (Fetih 48/29) âyeti ile beyan edilir.
Ki Tevrat, Peygamber Efendimiz aleyhisselâmdan yaklaşık 1200, İncil ise yaklaşık 600 yıl evvel inzal olmuştur. âyette bahsedilen “Hz. Muhammed’le beraber olanlar” manevî Evlâd-ı Resûl’dur. Bunlar fenâfillh irfaniyetiyle yokluğa ulaşmış, Hak’la bekâ bulmuş Muhammedâ ahlâk ve Melâmet Neşesiyle tüm zamanlarda var olan kullardır. Bu itibarla manevî Evlâd-ı Resûl, Peygamber Efendimizin unsur bedenle bu âlemde zuhûrundan evvel de var idiler, halen de mevcut olup sonra da var olacaklardır. Bunların “yüzlerindeki secde izi,” kulun yokluk irfâniyeti olup fenâfillah keşfidir.
Velhasıl “Ben melâmet hırkasını kendim giydim eynime” buyurmakla Hz. “Nesimî,” vasıfları yukarıda beyan edilen, Evlâd-ı Resûl irşadı ve Melâmet neşesiyle hasıl olan olgunluğa, yani insan-ı kâmil makamına ulaştığını beyan ediyor.
Melâmilik, insan-ı kâmil mârifetiyle açığa çıktığı için, kâmil’in anlayış ve ahvali câhiller tarafından tenkide uğrar ve âyette belirtildiği gibi o, “kınanır.” Çünkü câhiller doğruluğuna ve yanlışlığına bakmadan atadan kalma değerlere ve geleneğe tabi olurlar. Câhiller Din’e sirâyet etmiş olan, ve KurÂN-la, Hz. peygamberin uygulamalarıyla aynı olmayan değerlere bağlı kalmayı, dindarlık olarak görürler, kendilerini uyaran zamanın Kâmili’ni ise, “sapıklık ve dine riâyet etmeyen” gibi vb. vasıflarla kayıtlar ve Kâmil’e zülum yaparlar. Hatta onun katline fetvâ verip zamanın kâmilin’den istifade edemedikleri gibi onun kanını akıtırlar. Aynı imam-ı azam, Şemsi tebrizî, Şeyhül ekber Muhuddin Arabî hz. leri vb. gibi. Ki, Hz. Nesimî’nin de câhiller tarafından işkence edilerek şehid edildiği rivâyet edilir.
Bu itibarla cümle peygamberler ilim ve irfaniyetle zuhur etmelerine rağmen, Peygamberleri cehâletle red ve inkar edenler daima atadan kalma değerlere ve geleneğe uymamakla peygamberleri itham etmişlerdir.
İşte beyitte ifade edilen “arı namus şişesi,” halkın cehâlet kaynaklı anlayışlarıdır. Bunu beyanla Hz. Nesimî, ben melâmet neşesi ve insanı kâmil mârifetiyle ulaştığım kulluğumda, ALLAH celle celâlihu’nun buyrukları ve Hz. Peygamber aleyhisselâm Efendimizin ahlâkı üzere yaşıyorum ve câhil halkın beni kınamasına aldırmıyorum, ben cehaletin oluşturduğu “Arı namus şişesini taşa çaldım kime ne” diyor.
Her beyitte tekrarlanan “Haydar” ise, Hz. Ali kerremallahu vechehu nun lakabı olup, atılgan aslan ve devamlı diriliği ifade eder. Hz. Ali kerremallahu vechehu zâhiren de Hz. Resûlullah aleyhisselâm Efendimizle ve diğer sahabelerle katıldığı savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermiş, kılıcı Zülfikar ile fetihler yapmış, İslam dünyasında haklı bir şöhrete ulaşmıştır.
Hakikat’ta ise, Hz. Ali kerremallahu vechehu cümle insan-ı kâmil olan evliyânın kemâlat ve mârifetinde her zaman sağdır, diridir. Fetih açılma açma, Zülfikar ise, Mârifet demektir. Her Kâmil olan velînin irşadındaki fetih’te, Hz. Ali kerremallahu vechehunun imam olduğu velâyet zâhir olur. Ve o velâyet mârifeti olan Zülfikar’la, cehlin oluşturduğu anlayış ve zanların başları kesildiği zaman, o kul, “velâyet fethiyle” ârif ve kâmil olur. Bu itibarla, her zamandaki Melâmi olan insanı kâmil’in mârifet ve irşadında, Hz. Alinin imam olduğu velâyet sağ ve diri olup “Haydar”dır. Vesselâm.
Ben Melamet Hırkasını
Kendim Giydim Eynime
Ar U Namus Şişesini
Taşa Çaldım Kime Ne
Haydar Haydar Taşa Çaldım Kime Ne..
Gah Çıkarım Gökyüzüne
Seyrederim Alemi
Gah İnerim Yeryüzüne
Seyreder Alem Beni
Haydar Haydar Seyreder Alem Beni..
Sofular Haram Demişler
Bu Aşkın Badesine
Ben Doldurur Ben İçerim
Günah Benim Kime Ne
Haydar Haydar Günah Benim Kime Ne..
Nesimi'ye Sormuşlar
Yarin İlen Hoş Musun
Hoş Oluyum Olmuyayım
O Yar Benim Kime Ne
Haydar Haydar O Yar Benim Kime Ne..
Kul Nesimî
BEN MELÂMET HIRKASINI
Öğünmek cümle âlemleri ve bu âlemlerdeki tüm varlığı kendi zat’ı mevcudiyetinden yaratan ALLAH celle celâlihu’ya mahsustur.
Selâma lâyık olan ise, aşkına cümle âlemler ve âlemlerdeki varlıklar yaratılan, Hz. Muhammed Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ve onunla beraber, her zamanda sağ ve mevcut olan ehl-i beyt’tir, Evlâd-ı Resûl’dur. O evlâd-ı Resûl ki, kıyamete kadar insanlığı makamı velâyet irşadı ile geçmişte aydınlattığı gibi, halen aydınlatmakta ve gelecekte de aydınlatacaktır. Çünkü insanlığın yaradılışının ideal gayesi olan olgunluğa, yani insan-ı kâmil makamına ulaşabilmesi ancak Evlâd-ı Resûl irşad aydınlığı ile mümkündür.
Evlâd-ı Resûl’un en kemâl’li ve ziyalılarından olup, zamanında etrafını irşadı ile aydınlatan ve mahlası/lakabı “Nesimî” olan Hazret’in, Türk dünyasında pek meşhur olup, dilden dile dolaşan ilahi’sini şerh etmeyi, bize ihsan ve nasip ettiği için, Allah’a şükürler olsun.
Hz Nesimî buyurdu:
BEN MELÂMET HIRKASINI
KENDİM GİYDİM EYNİME
AR U NAMUS ŞİŞESİNİ
TAŞA ÇALDIM KİME NE..
HAYDAR HAYDAR
TAŞA ÇALDIM KİME NE..
Melâmet hırkasını eyni’ne giymek, insanın cümle kulluğunda Melâmiliğin hakim olup Melâmiliğe dahil olmasıdır. Ki, Melâmilik cümle peygamber ve insan-ı kâmil olan evliyânın ulaştığı kulluk mertebesidir.
Melâmiler için KurÂN-ı Kerimde buyrulur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâ’l- mu’minîne eizzetin alâ’l- kâfirîn (kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim (lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâu vallâhu vâsiun alîm (alîmun).: Ey iman edenler! Sizden kim dîninden dönerse, o zaman Allah onun yerine (başka) bir kavim getirecektir öyle ki, (Allah) onları sever ve onlar da O’nu (ALLAH celle celâlihu’yau) severler. Mü’minlere karşı daha alçak gönüllü, kâfirlere karşı daha izzetlidirler (başları dik, vakarlı, şereflidirler). ALLAH celle celâlihu’yaun yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, ALLAH celle celâlihu’yaun fazlıdır, onu dilediğine (lütfedip) verir. Allah Vâsi’dir (fazlı ve lütfu geniştir), Alîm’dir (herşeyi en iyi bilendir)” (Mâide 5/54)
Ki, ehl-i kemâl, bu âyetin Melâmîleri târif ettiğini beyan etmişlerdir. Çünkü kınayanın kınamasına aldırmamak Arapça “levm” kelimesidir ki, kınanmak mânâsında olup, melâmet demektir.
Âyette ifade edildiği gibi Melâmîler, ALLAH celle celâlihu’yau sevdikleri gibi, Allah da onları sever, yani ALLAH celle celâlihu ile sevişirler. Melâmiler dâima Cenâb-ı Hak’la vuslatta olduklarından, onlar Hakk’ın kendilerini kınamasından, Hakk’a vuslattan mahrum olmaktan ve ALLAH celle celâlihu’nun emir ve yasaklarına riâyet etmemekten korkarlar. Melâmiler, Halkın onları cehâlet ve gafletle kınamasına aldırmadıkları gibi, cehâlete ve zulme karşı, irfâniyet ve kemâlatlarıyla dik ve çetin durup boyun eğmezler. Hidâyet tecellîlerine ve müm’inlere karşı ise, mütevazı ve hürmetlidirler.
Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabî Hazretleri, Fütuhat-ı Mekkiye adlı eserinde: “Melâmîler; bunlara melâmetçiler de denir. Bu ad dahi lügat yönünden, bunlar için zayıf bir kelime olmuş olur. Bu gibi kişiler, Allah yolunun efendileri ve önderleridir. Bütün âlemin tek efendisi bunların arasındadır. İşte o büyük efendi de Resûlullah Muhammed aleyhisselâm Efendimizdir. Bunlar, Hak Teâlâ’nın emir ve yasaklarını bu âlemde yerleştirdiler, kuvvetlendirdiler. Sebeplerini yerli yerinde açıkladılar. Yaramayanların da nedenlerini anlattılar. Dünya evine yarayacak hacetleri dünyaya bıraktılar, âhiret gününün hacetlerini de âhirete bıraktılar. Eşyaya ALLAH celle celâlihu’nun baktığı nazarla baktılar, gerçekleri birbirine karıştırmadılar.” diyor.
Bu itibarla Yunus Emre, Niyazi Mısrî, Hz. Mevlânâ vb. gibi çeşitli zamanlarda yaşayıp insanlığı aydınlatmış olan İnsan-ı Kâmil velîler de, “Melâmi” olduklarını beyan etmişlerdir. Çünkü Melâmilik Pir Seyit Muhammed Nur Hz. leri nin buyurduğu gibi “ Kulun fenafillah olup Hz. Muhammed s.a.v ahlâkıyla ahlâklanmasıdır. Fenafillah kulun cehaletle kendine ve eşyaya nisbet ettiği varlıkların yokluğunda Hakk’ın zat’ı mevcudiyetinden ve tecellîlerinden gayrı görmemesidir. Melâmiler Hakk’a vasıl / kavuşmuş ve Hakk’ın “Beka”sı ile beka bulmuş kulluklarında “İnsanı kâmil” mârifetinin zâhir olup açığa çıktığı kulluk’tur. Bu itibarla insanlığı tebliğ ve irşadı ile aydınlatmış olan cümle peygamberler ve insanı kâmil olan velîler melâmi’dir.
Peygamberlikle irşad Kur’an-ı Kerîm’deki;
“Muhammed sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. O ALLAH celle celâlihu’yaun Resûlü ve nebîlerin sonuncusudur…”
مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
---"Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ (alîmen).: Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.” (Ahza 33/40)
Beyânı mucibince cümle peygamberin imamı Hz. Resûlullah aleyhisselâm Efendimizle nihâyete ermiştir. Velâyet yolu ile irşad ise, Hz. Resûlullah’la beraber aynı zaman ve coğrafyada, cümle evliyânın imamı olan Hz. Ali kerremallahu vechehu’nun şahsında zâhir olmuştur. Ve bu irşad kıyamete kadar bu âlemde Evlâd-ı Resûl tarafından icra edilecektir.
Evlâd-ı Resûl yani ehl-i beyt, birincisi soy, ikincisi manevî, üçüncüsü ise hem soy hemde manevî olup, bu iki hasletin birleştiği “Pençyi ali aba”dır. Yani Hz Resûlullah aleyhisselâm ile beraber Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan, ve Hz. Hüseyin aleyhumusselâm’dır. Ve Hz. Hasan’ın ve Hz. Hüseyin aleyhumusselâm’ın hem manevî hemde soy hasletlerini taşıyan evladlarıdır.
Asrı saadette Hz. Resûlullah’ın “ehl-i beytimdir” dediği, soyundan gelmeyen Manevî Evlâd-ı Resûl olan sahabeler vardı, fakat bunların en meşhur ve çarpıcı örneği Selman-ı Farisî Hz. lerdir ki, Hz. Selman, Farisî, yani İran’lı olup, Hz. Resûlullah aleyhumusselâm’ın yaşadığı coğrafya ve oradaki insanlarla hiçbir akrabalığı ve yakınlığı yoktu. Selman hakkında Hz. Resûlullah aleyhumusselâm Efendimiz: “Selman benim ehlibetimdir” ve yine “Selman bendendir ben selmandan” buyurmuştur.
İşte manevî Evlâd-ı Resûl olan bu sahabeler, daha ziyade irşadla görevli olanlar idiler. Bunlar gördükleri “merat-i ilahî” seyri süluk’u ile, kendilerinin ve cümle eşyanın nisbet varlığından fenafillah irfaniyeti ile soyunup Hakk’a kavuşmuş, Hakk’ın Bekâsı ile beka bulmuş, Muhammedî ahlâkla ahlâklanıp, yukarıda evsâfı belirtilen “melâmi” neşesi ile yaşayanlardan idiler.
Bu itibarla, cümle zaman ve coğrafyada yaşamış ve yaşayan “Melâmiler” manevî Evlâd-ı Resûl olup, irşadları ile insanlığı aydınlatmışlardır. Ki, bu mevzu Kur'ÂN-ı Kerîm’de;
“Muhammed Allah'ın elçisidir. Onunla beraber olanlar inkârcılara karşı çetin, aşılmazdırlar. Kendi aralarında ve müm’inlere karşı yumuşaktırlar. Onlar secde ve rükû ederler. Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk isterler. Görünüşlerine gelince yüzlerinde secde eseri / izi vardır. Biz bunu Tevrat’ta da aynı şekilde yazdık. İncil’de ise ekin filizi ile misâllendirdik...”
مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
---"Muhammedun resûlullâh (resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâ’l- kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseri’s- sucûd (sucûdi), zâlike meseluhum fî’t- tevrât (tevrâti), ve meseluhum fî’l- incîl (incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibu’z- zurrâa, li yagîza bihimu’l- kuffâr (kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ (azîmen).: Allah’ın Resûl’ü Hz. Muhammed (aleyhisselâm) ve O’nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli; kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rükû ederken, secde ederken ve Allah’dan fazl ve rıza isterken görürsün. Onların alâmetleri yüzlerindeki secde izleridir. İşte bunlar, onların Tevrat’taki ve İncil’deki vasıflarıdır. Filizini çıkaran sonra onu kuvvetlendiren, böylece kalınlaşan, sonunda gövdesi üzerinde yükselen, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidir. Onlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Ve Allah, onlardan âmenû olanlara (Allah’a ulaşmayı dileyenlere) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlara mağfiret ve büyük ecir vaadetti.” (Fetih 48/29) âyeti ile beyan edilir.
Ki Tevrat, Peygamber Efendimiz aleyhisselâmdan yaklaşık 1200, İncil ise yaklaşık 600 yıl evvel inzal olmuştur. âyette bahsedilen “Hz. Muhammed’le beraber olanlar” manevî Evlâd-ı Resûl’dur. Bunlar fenâfillh irfaniyetiyle yokluğa ulaşmış, Hak’la bekâ bulmuş Muhammedâ ahlâk ve Melâmet Neşesiyle tüm zamanlarda var olan kullardır. Bu itibarla manevî Evlâd-ı Resûl, Peygamber Efendimizin unsur bedenle bu âlemde zuhûrundan evvel de var idiler, halen de mevcut olup sonra da var olacaklardır. Bunların “yüzlerindeki secde izi,” kulun yokluk irfâniyeti olup fenâfillah keşfidir.
Velhasıl “Ben melâmet hırkasını kendim giydim eynime” buyurmakla Hz. “Nesimî,” vasıfları yukarıda beyan edilen, Evlâd-ı Resûl irşadı ve Melâmet neşesiyle hasıl olan olgunluğa, yani insan-ı kâmil makamına ulaştığını beyan ediyor.
Melâmilik, insan-ı kâmil mârifetiyle açığa çıktığı için, kâmil’in anlayış ve ahvali câhiller tarafından tenkide uğrar ve âyette belirtildiği gibi o, “kınanır.” Çünkü câhiller doğruluğuna ve yanlışlığına bakmadan atadan kalma değerlere ve geleneğe tabi olurlar. Câhiller Din’e sirâyet etmiş olan, ve KurÂN-la, Hz. peygamberin uygulamalarıyla aynı olmayan değerlere bağlı kalmayı, dindarlık olarak görürler, kendilerini uyaran zamanın Kâmili’ni ise, “sapıklık ve dine riâyet etmeyen” gibi vb. vasıflarla kayıtlar ve Kâmil’e zülum yaparlar. Hatta onun katline fetvâ verip zamanın kâmilin’den istifade edemedikleri gibi onun kanını akıtırlar. Aynı imam-ı azam, Şemsi tebrizî, Şeyhül ekber Muhuddin Arabî hz. leri vb. gibi. Ki, Hz. Nesimî’nin de câhiller tarafından işkence edilerek şehid edildiği rivâyet edilir.
Bu itibarla cümle peygamberler ilim ve irfaniyetle zuhur etmelerine rağmen, Peygamberleri cehâletle red ve inkar edenler daima atadan kalma değerlere ve geleneğe uymamakla peygamberleri itham etmişlerdir.
İşte beyitte ifade edilen “arı namus şişesi,” halkın cehâlet kaynaklı anlayışlarıdır. Bunu beyanla Hz. Nesimî, ben melâmet neşesi ve insanı kâmil mârifetiyle ulaştığım kulluğumda, ALLAH celle celâlihu’nun buyrukları ve Hz. Peygamber aleyhisselâm Efendimizin ahlâkı üzere yaşıyorum ve câhil halkın beni kınamasına aldırmıyorum, ben cehaletin oluşturduğu “Arı namus şişesini taşa çaldım kime ne” diyor.
Her beyitte tekrarlanan “Haydar” ise, Hz. Ali kerremallahu vechehu nun lakabı olup, atılgan aslan ve devamlı diriliği ifade eder. Hz. Ali kerremallahu vechehu zâhiren de Hz. Resûlullah aleyhisselâm Efendimizle ve diğer sahabelerle katıldığı savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermiş, kılıcı Zülfikar ile fetihler yapmış, İslam dünyasında haklı bir şöhrete ulaşmıştır.
Hakikat’ta ise, Hz. Ali kerremallahu vechehu cümle insan-ı kâmil olan evliyânın kemâlat ve mârifetinde her zaman sağdır, diridir. Fetih açılma açma, Zülfikar ise, Mârifet demektir. Her Kâmil olan velînin irşadındaki fetih’te, Hz. Ali kerremallahu vechehunun imam olduğu velâyet zâhir olur. Ve o velâyet mârifeti olan Zülfikar’la, cehlin oluşturduğu anlayış ve zanların başları kesildiği zaman, o kul, “velâyet fethiyle” ârif ve kâmil olur. Bu itibarla, her zamandaki Melâmi olan insanı kâmil’in mârifet ve irşadında, Hz. Alinin imam olduğu velâyet sağ ve diri olup “Haydar”dır. Vesselâm.