KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta İBLÎS ve ŞEYTÂN

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta İBLÎS ve ŞEYTÂN

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta İBLÎS ve ŞEYTÂN...

KUR'ÂN-ı KERÎM’de ŞEYTÂN KAVRAMI.:

İçinde Yaşadığımız ŞEHÂDEt ÂLEMİ’nin YaratıLış Sebebi Kur'ÂN-ı Kerîmde açıkça BUYurulmuş ve DUYuruLmuştur ki; ALLAHu zü’L-CeLÂL, Tüm Esmâlarını AKıL OLarak FITRatına EMÂNet olarak YükLediği ÂDEMoğLunu ZÂTI’na KULLuk İMTİHÂNI için HaLk etmiştir.

Resim

تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Tebârekellezî bi yedihi’l- mulku ve huve alâ kulli şey’in KADÎR (kadîrun).: Mülk elinde (kudretinde) olan O (ALLAH) Mübârek'tir. Ve O, her şeye KADÎRdir.” (Mülk 67/1)

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
Resim---“Ellezî halaka’l- mevte ve’l- hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ (amelen), ve huve’l- AZÎZu’l- GAFÛR (gafûru).: Hanginizin daha güzel, daha değerli, devamlı bilinçli ameller işleyeceğini, işini daha güzel yapacağını denemek için dünyada ölümü, dünyada ve âhirette hayatı yaratan ALLAH’tır. O; AZÎZ'dir/ O kudretlidir, hükümrândır, sâlih amel işleyenleri koruma kalkanına alır, GAFÛR'dur/çok bağışlayıcıdır.” (Mülk 67/2)

Kâinâtta Gözle Görülen;
1-) Cansız CisimLer,
2-) BitkiLer,
3-) HayvanLar,
4-) HayvanLara..

Ve GözLe Görülmeyen;
1-) MeLekLer,
2-) ŞeytânLar,
3-) CinLer..

AKIL Ni’metiyle yaratılıp KuLLuk İmtihÂNı’na tâbi tutulanlar, İnsÂNLar ve CiNLerdir..

ALLAHu zü’L-CeLÂL’in EMiRLerini DUYup UYanLarın BAŞında RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem OLup=>HİZBULLAHtır.


لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---“Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimu’l- îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike HİZBULLÂH(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humu’l- MUFLİHÛN (muflihûne).: ALLAH'a ve ahiret gününe (ölmeden önce RABB'ine ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, ALLAH'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (ALLAH) onların kalblerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi. Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. ALLAH, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (ALLAH'tan) razı oldular. İşte onlar, ALLAH'ın taraftarlarıdır. Gerçekten ALLAH'IN TARAFTARLARI, onlar, FELÂHA ERENLER değil mi?" (Mücâdele 58/22)

ALLAHu zü’L-CeLÂL'in EMiRLerini DUYmayıp UYmayanLarın BAŞında ŞEYtÂNLar Olup=>HİZBUŞŞEYTÂNdır..

اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُوْلَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---“İstahveze aleyhimu’ş- şeytânu fe ensâhum zikrallâh (zikrallâhi), ulâike HİZBU’Ş- ŞEYTÂN (şeytâni), elâ inne HİZBE’Ş-ŞEYTÂNİ humu’l- HÂSİRÛN(hâsirûne).: Şeytan onları kuşattı. Böylece ALLAH'ın zikrini onlara unutturdu. İşte onlar, şeytânın taraftarlarıdır. ŞEYTÂNIN TARAFTARLARI, gerçekten HÜSRÂNda olanlar, onlar değil mi?” (Mücâdele 58/19)

KUR'ÂN-ı KERÎM’de ilk ŞeytÂNdan “İblîs” diye bahsedilir. İblîs, hased, kibir ve hırs yüzünden azmış ve isyan ederek sapıklığa düşmüş cinlerdendir. Onun, cinlerden ve insanlardan yardımcıları vardır. Bir zamanlar kendisine melekler arasında yer verilen bu ilk ve en büyük ŞeytÂN, sonradan kibre kapılarak ALLAHu zü’L-CeLÂL’e isyân etmiş ve ilâhî rahmetten kovulmuştur..

İslâm Dinî İnancında ŞeytÂN; gözle görülmeyen fakat varlığı kesin olan, azgınlık ve kötülükte çok ileri giden, kibirli, âsi, insanları saptırmaya çalışan CİN demektir..
Kur’ÂN-ı Kerîm’de ilk ŞeytÂNdan “İblîs” diye bahsedilir. İblîs, hased, kibir ve hırs yüzünden azmış ve isyan ederek sapıklığa düşmüş cinlerdendir. Onun, cinlerden ve insanlardan yardımcıları vardır. Bir zamanlar kendisine melekler arasında yer verilen bu ilk ve en büyük ŞeytÂN, sonradan kibre kapılarak ALLAHu zü’L-CeLÂL’e isyân etmiş ve ilâhî rahmetten kovulmuştur..

ARAPÇA’da ŞEYTÂN KELİMESİ.:

ŞeytÂN” kelimesi, Arapça “ş-t-n” (شَطَنَ) fiilinden türemiştir. “ş-t-n” fiili, uzaklaşmak mânâsına gelen bir fiildir..

(İbn Fâris, Mekâyisu’l-Luğa, (شطن) mad.; Râgıb el-İsfahânî, Müfredatu Elfâzi’l-Kur’ÂN, (شطن) mad.)
ŞeytÂN kelimesi, kibirlenip isyankâr olan ve kötülük eden her hayvan, cin veyâ insan için kullanılır..
(Ebû Ubeyde, Mecâzu’l-Kur’ÂN, I, 23; Râgıb el-İsfahânî, (شطن) mad.)
Kelimenin ayrıca, yanmak ve yok olmak mânâsına geldiği de söylenmiştir.
(İbn Manzûr, Üsânu’l-‘Arab, (شطن) mad.)
Sözlüklerden anlaşılacağı üzere, “ŞeytÂN” kelimesi Arapçada genel olarak, insan veyâ cin olsun, doğrudan uzaklaşan ve ALLAH’ın emirlerine başkaldıran herkes için kullanılmaktadır..

KUR'ÂN-ı KERÎM’de ŞeytÂN.:

Kur'ÂN-ı Kerîm'de ŞeytÂN’ın TopLum Hayatındaki Fonksiyonu.:

Âyetlerde mantık silsilesi içerisinde ŞeytÂNdan bir varlık olarak bahsedilir. Daha çok insan hayatındaki rolü ve simgesel etkisi anlatılır. Bâzen de ŞeytÂNlardan söz edilmiş olması müşahhas bir tek ŞeytÂN yerine kötülüğü sembolize eden pek çok türden ŞeytÂNî OLgu veya Varlık olduğu fikrini te’yid eder.

ŞeytÂNın Dostları OLduğu.:


وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيرًا
Resim---“Ve mâ lekum lâ tukâtilûne fî sebîlillâhi ve’l- mustad’afîne mine’r- ricâli ve’n- nisâi ve’l- vildânillezîne yekûlûne RABBenâ ahricnâ min hâzihi’l- karyeti’z- zâlimi ehluhâ, vec’a’l- lenâ min ledunke veliyyâ (veliyyen), vec’a’l- lenâ min ledunke nasîrâ (nasîran).: Ve size ne oluyor ki ALLAH'ın yolunda ve.: "Ey RABBimiz! Halkı zâlim olan bu kasabadan bizi çıkar ve katından bir velî ve katından bize bir yardımcı kıl (gönder)." diyen zayıf ve aciz erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?” (Nisâ 4/75)

الَّذِينَ آمَنُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُواْ أَوْلِيَاء الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا
Resim---“Ellezîne âmenû yukâtilûne fî sebîlillâh (sebîlillâhi), vellezîne keferû yukâtilûne fî sebîli’t- tâgûti fe kâtilû evliyâe’ş- şeytân (şeytâni), inne keyde’ş- şeytâni kâne daîfâ (daîfen).: ALLAH'ın yolunda savaşırlar ve kâfir olanlar ise tagut’un yolunda savaşırlar. O halde şeytânın dostlarıyla savaşın. MUHAKKAK Kİ ŞEYTÂNIN HİLESİ ZAYIFTIR.” (Nisâ 4/76)

يَا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُم مِّنَ الْجَنَّةِ يَنزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim---“Yâ benî âdeme lâ yeftinennekumu’ş- şeytânu kemâ ahrece ebeveykum mine’l- cenneti yenziu anhumâ libâsehumâ li yuriyehumâ sev’âtihimâ innehu yerâkum huve ve kabîluhu min haysu lâ terevnehum innâ cealne’ş- şeyâtîne evliyâe lillezîne lâ yu’minûn (yu’minûne).: Ey Âdemoğulları! Şeytân, sizin ebeveyninizi (anne ve babanızı), onların ayıp yerlerinin görünmesi için elbiselerini soyarak, cennetten çıkardığı gibi sakın sizleri de fitneye düşürmesin. Muhakkak ki; o ve onun kabilesi (topluluğu), sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Muhakkak ki; BİZ ŞEYTÂNLARI MÜ'MİN OLMAYANLARA DOST kıldık.” (A’râf 7/27)

ŞeytÂNın HİZBi OLduğu.:

اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُوْلَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---“İstahveze aleyhimu’ş- şeytânu fe ensâhum zikrallâh (zikrallâhi), ulâike HİZBU’Ş- ŞEYTÂN (şeytâni), elâ inne HİZBE’Ş-ŞEYTÂNİ humu’l- HÂSİRÛN(hâsirûne).: ŞeytÂN onları kuşattı. Böylece ALLAH'ın zikrini onlara unutturdu. İşte onlar, şeytânın taraftarlarıdır. ŞEYTÂNIN TARAFTARLARI, gerçekten HÜSRÂNda olanlar, onlar değil mi?” (Mücâdele 58/19)

Kur'ÂN-ı Kerîm’de ŞeytÂN;
Haksız kazanç elde ederek haram lokma yeme .: Bakara 2/168..
Ve Faiz yeme.: Bakara 2/275..
İnsanların birbirlerine güzel söz söylememeleri sebebiyle sosyal ilişkileri bozma.: İsrâ 17/53..
Körü körüne ataları taklîd etme.: Lokmân 31/21-22..
Haberin kaynağını araştırmadan yalan yanlış toplum içinde yayma.: Nisâ 4/83..
Gereksiz yere saçıp savurarak israf etme.: İsrâ 17/27..
Bilgisizce tartışma.: Hacc 22/3,4..
Barışı bozma.: Bakara 2/208..
Homoseksüellik.: A’râf 7/55; Neml 27/55..
Lezbiyenlik.: Nisâ 4/15.
Zinâ gibi eylemlerle.: İsrâ 17/32..
Cinsel sapkınlıkta bulunma.: Bakara 2/268; Nur 24/21..
Gösteriş için yardım etme.: Nisâ 4/38,39.
İçki içme ve Kumar oynamaya yöneltme.: Mâide 5/90,91.
Cimriliğe sürükleme.: Bakara 2/268..
Gibi sosyal alanda doğrudan gerçekleşen eylemler üzerinde de Kur’ÂN’da dikkat çekilmektedir..
(Bulat, Elif, Din Eğitimi Açısından Kur’ÂN’da ŞeytÂN s.136-152.)

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta İBLÎS ve ŞEYTÂN

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KUR’ÂN-ı KERÎM'de =>ŞEYTÂN.:

ŞeytÂN (a.i.c: şeyâtîn).: “Şatn” kökünden ele alındığı zaman, uzak olmak, muhâlefet etmek.“ kelimesinden türetilmiş bir cins isim kabul edildiğinde ise, yanmak ve helâk olmak demektir. İbranice kökenü olduğu kabul edildiğinde habîs, İslâm öncesi Arab telâkkisinde ise, insanüstü varlık anlamına gelmektedir. İblîsin kuvvetine, faaliyetine verilen bir ad olarak bazen “İblîs” yerine de kullanılır.
Kur’ÂN-ı Kerîm’de;
ŞeytÂN” kelimesi tekil olarak 70 âyette, çoğulu “şeyâtîn” olarak 18 âyette olmak üzere toplam 88 âyette geçmektedir.
Kur’ÂN-ı Kerîm’deki diğer adı olan “İblîs” ise 11 âyette zikredilmektedir.. =>Toplam OLarak 99 âyette geçmektedir..

ALLAHu zü’L- CeLÂL, insan neslinin ilki olan Hazreti Âdem aleyhisselâm'ı yaratınca meleklere, ona secde etmelerini emretti. İblîs hariç hepsi secde etüler. Böylece ilk isyan, kibir, ayrılık ve düşmanlık başladı. Artık ŞeytÂN insan nesline karşı olan bu tavrını, düşmanlık, saptırmak, vesvese vermek, aldatmak, nankörlük etmek, isyan etmek, şüpheye düşürmek, kötü işleri güzel göstermek, içki, kumar ve fuhuş gibi eylemleri sevdirmekle sürekli hâle getirmiştir. Onun gücü daha çok kendisine dost olanlarla ALLAHu zü’L- CeLÂL’e şirk koşanlara yetmektedir. Kulluk vecibelerini yerine getirenlerle ALLAHu zü’L- CeLÂL’e sığınanlara zarar veremez. Yarın kıyamet gününde gerçek ortaya çıktığında ŞeytÂN aczini ve iflâsını i’tirâf ederek gerçekleri ortaya koyacak, ancak bu gecikmiş bir i’tirâf ve beyân olduğundan kimseye faydası olmayacaktır. (Diyânet)

İBLÎS.: (a.i.c: ebâlis, ebâlise)..
1-) ŞeytÂN
2-) HiLekâr..

İblîs, hayırdan son derece me’yus/ümidsiz, kederli, ye'se düşmüş, ümidi kesik demektir. Arabçaya diğer bir lisândan inlikâl etmiştir. ŞeytÂN her hangi bir mütemerrid/inatçı, ısrar eden, dik kafalılık, kibirlilik eden yani azğınlıkta, şerr-ü habasette fevkâlede bir temâyüzle (kendini gösterme) sınıf ve eşbahinin (akran) haricine çıkmış, şirrir, anud (inatçı) mânâsına bir ism-i cinstir ki gerek insandan, hayvandan, yılan gibi mahlûkat-ı zâhireden ve gerek mahlûkat-ı hafîyeden alâka-i ruhîyesi bulunan habislere ıtlak olunur. ŞeytÂN ismi gizli bir kuvvet-i habise, bir ruh-u habis mülâhazasına raci’ olur. Habis olan maddî kuvvetleri dahi ilâve etmek zarurîdir. Ve ehl-i sünnetin izâhı böyledir. Filvâki ŞeytÂN HAKk’tan uzaktır ondan da uzaklaşmak lâzımdır.:


وَإِذَا لَقُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ إِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُواْ إِنَّا مَعَكْمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُونَ
Resim---“Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ, ve izâ halev ilâ şeyâtînihim, kâlû innâ meakum, innemâ nahnu mustehziûn (mustehziûne).: İman edenlerle buluştukları zaman: “Biz îmân ettik.” dediler. ŞeytÂNlarıyla yalnız kaldıkları zaman.: “Muhakkak ki biz sizinle beraberiz. Biz (onlarla) sadece alay eden kimseleriz.” dediler.” (Bakara 2/14)

Bu âyette ise insan ŞeytÂNları olduğunda müfessirlerin ihtilâfı görülmüyor..
(Elmalılı HamdiYazır HAKk DİNi Kur’ÂN DİLi Tefsiri)

İbLîS =>Rahmet-i İlâhiye'den me’yus olduğu için “İblîs” denilmiştir. Esâsen ismi Süryanice “azâzil” ve arabça “hâris”tir. Fakat isyanını izhâr edince ameline göre ismi değiştirilmiştir ve sûreti tebeddül etmiştir. Bu hâl insanların âsi’lerinde dahi cereyan etmektedir. Çünkü; bidâye-i hâlinde i’tikâdı ve ameli şer’a muvafık olan bir kimse güzel simâya mâlik ve Ehl-i İslâm beyninde güzellik sâhibi iken sonraları isyan ederse sûreti çirkin bir manzaraya tebeddül ettiği gibi beyennas kötü lakablarla çağrılır ve İslâm arasında haysiyeti zâil olduğundan iblîs gibi dünyâ ve âhireti haib/korku ve hâsir/zarara, ziyâna uğrayan olur.
(KonyaLı Mehmed Vehbi, Hulâsat'ül Beyân fî Tefsîr'il Kur’ÂN)

Bakara 2/14,30,32,33,34,35,36,102,275; Âl-i İmrân3/35,36,155,175; Nisâ 4/38, 60, 76, 83, 117..


إِن يَدْعُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ إِنَاثًا وَإِن يَدْعُونَ إِلاَّ شَيْطَانًا مَّرِيدًا
Resim---“İn yed’ûne min dûnihî illâ inâsâ (inâsen), ve in yed’ûne illâ şeytânen merîdâ (merîden).: Onlar, ancak O'ndan (ALLAH'tan) başka dişilere (dişi olarak isimlendirdikleri putlara) taparlar. Ve ancak isyankâr ŞeytÂNı çağırırlar.” (Nisâ 4/117)

âyetteki “dişiler”den maksat, müşrik Arapların; genellikle “dişi” (ünsâ) diye adlandırdıkları, Lât, Uzzâ, Menât gibi putlarıdır. (Diyânet)


Resim

Kur’ÂN-ı Kerîm'de ŞeytÂN KeLimesi Geçen Âyet-i CeLîLeR.:
Mâide 5/90; En’âm 6/43,68,71,112,113,121,142; A’râf 7/11, 12,13,14,15,16,17,18,19,20,21,22,27,30,175,200,201,202; Enfâl 8/11,48; Yûsuf 12/5,42,100; İbrâhîm 14/22; Hicr 15/15,31,32,33,34,35,36,37,38,39,40; Nahl 16/63,98,99,100; İsrâ 17/27, 53,61,62,63,64; Kehf 18/50,51,63; Meryem 19/44,45,68,83; Tâ-Hâ 20/116,117,118,119,120; Enbiyâ 21/82; Hac 22/3,4,52,53; Furkân 25/29; Şu’arâ 26/94,95,210,211,212; Neml 27/24; Kasas 28/15; Ankebût 29/38; Lokmân 31/21,33; Sebe’ 34/20,21; Fâtır 35/5,6; Sâffât 37/6,7,65; Sâd 38/37,41,74,75,76,77,78,79,82,83; Zuhrûf 43/36,37,62; MuhaMMed 47/25; Mücâdele 58/19; Haşr 59/16; Mülk 67/5; Tekvîr 81/5..


ŞEYTÂN’dan ALLAH’a SIĞINMA.: Mü’minûn 23/97,98; Nâs 114/1..

وَقُل رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ
Resim---“Ve kul RABBi eûzu bike min hemezâti’ş- şeyâtîn (şeyâtîni).: Ve “Ve de ki: "RABBim, ŞeytÂNların kışkırtmalarından (vesveselerinden) sana sığınırım.” de.” (Mü’minûn 23/97)

وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَن يَحْضُرُونِ
Resim---“Ve eûzu bike RABBi en yahdurûn (yahdurûni).: Ve RABBim, (ŞeytÂNların) benim yanımda bulunmalarından sana sığınırım.” (Mü’minûn 23/98)

قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ
Resim---“Kul eûzu bi RABBi’n- nâs (nâsi).: De ki: “Ben insanların RABB’ine sığınırım.” (Nâs 114/1)


ŞEYTÂN, APAÇIK DÜŞMANDIR.: En’âm 6/142; Yûsuf 12/5..
Adüvv (a.i.c.: edâdî).: Düşman..


قَالَ يَا بُنَيَّ لاَ تَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُواْ لَكَ كَيْدًا إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلإِنسَانِ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---“Kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke alâ ihvetike fe yekîdû leke keydâ (keyden), inne’ş- şeytâne li’l- insâni aduvvun mubîn (mubînun).: (Babası) şöyle dedi: “Ey oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma! O zaman (anlattığın taktirde) sana tuzak kurarlar. Muhakkak ki; ŞeytÂN, insana apaçık düşmandır.” (En’âm 6/142)

قَالَ يَا بُنَيَّ لاَ تَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُواْ لَكَ كَيْدًا إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلإِنسَانِ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---“Kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke alâ ihvetike fe yekîdû leke keydâ(keyden), inne’ş- şeytâne li’l- insâni aduvvun mubîn(mubînun).: (Babası) şöyle dedi: “Ey oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma! O zaman (anlattığın taktirde) sana tuzak kurarlar. Muhakkak ki; ŞeytÂN, insana apaçık düşmandır.” (Yûsuf 12/5)


ŞEYTÂN'ın ARKASINA TAKILANLAR.: A’râf 7/175,176..

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ الَّذِيَ آتَيْنَاهُ آيَاتِنَا فَانسَلَخَ مِنْهَا فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوِينَ
Resim---“Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ fenseleha minhâ fe etbeahu’ş- şeytânu fe kâne mine’l- gâvîn (gâvîne).: Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık ŞeytÂN onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu.” (A’râf 7/175)

وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِن تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَث ذَّلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Ve lev şi’nâ le refa’nâhu bihâ ve lâkinnehû ahlede ile’l- ardı vettebea hevâh(hevâhu), fe meseluhu ke meseli’l- kelb(kelbi), in tahmi’l- aleyhi yelhes ev tetrukhu yelhes, zâlike meselu’l- kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, faksusî’l- kasasa leallehum yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Ve şâyet dileseydik onu, onunla (âyetlerimizle) elbette yükseltirdik. Ve fakat o dünyaya meyletti ve hevasına (nefsinin afetlerine) tâbî oldu. Artık onun hali, köpeğin hali gibidir ki; onunla ilgilensen de solur, onu terketsen de (kendi haline bıraksan da) solur. Âyetlerimizi yalanlayan kavmin hali işte böyledir. Artık bu kısası anlat, böylece onlar tefekkür ederler.” (A’râf 7/176)


ŞEYTÂN’ın DOSTLARI.: Nisâ 4/76,118,119,121: En’âm 6/121; A’râf 7/27,30; Nahl 16/63,98,99,100; Kehf 18/50,51,62,63; Meryem 19/45; Hac 22/4.

الَّذِينَ آمَنُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُواْ أَوْلِيَاء الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا
Resim---“Ellezîne âmenû yukâtilûne fî sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne keferû yukâtilûne fî sebîlit tâgûti fe kâtilû evliyâe’ş- şeytân(şeytâni), inne keyde’ş- şeytâni kâne daîfâ (daîfen).: İyman edenler ALLAH'ın yolunda savaşırlar ve kâfir olanlar ise tagutun yolunda savaşırlar. O halde ŞeytÂNın dostlarıyla savaşın. Muhakkak ki ŞeytÂNın hilesi zayıftır.” (Nisâ 4/76)

تَاللّهِ لَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى أُمَمٍ مِّن قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---“Tallâhi lekad erselnâ ilâ umemin min kablike fe zeyyene lehumu’ş- şeytânu a’mâlehum fe huve veliyyuhumu’l- yevme ve lehum âzâbun elîm (elîmun).: ALLAH'a yemin olsun ki; senden önceki ümmetlere (resûller) göndermiştik. Fakat ŞeytÂN, onlara amellerini süslü gösterdi. Artık o gün, onların dostu, o (ŞeytÂN) olacaktır. Onlar için elîm azap vardır.” (Nahl 16/63)

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاء مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا
Resim---“Ve iz kulnâ li’l- melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs (iblîse), kâne mine’l- cinni fe feseka an emri RABBih(RABBihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv (aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ (bedelen).: Ve meleklere, “Âdem'e secde edin.” demiştik. İblis hariç, hemen secde ettiler. O cinlerdendi. Böylece RABB’inin emrini (yapmayarak) fıska düştü. Hâlâ onu ve onun zürriyyetini (neslini), onlar sizin düşmanınız (olduğu halde), Benim yerime dostlar mı ediniyorsunuz? Zalimler için ne kötü bir bedel (cehennem).” (Kehf 18/50)

يَا أَبَتِ إِنِّي أَخَافُ أَن يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِّنَ الرَّحْمَن فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيًّا
Resim---“Yâ ebeti innî ehâfu en yemesseke azâbun miner rahmâni fe tekûne li’ş- şeytâni veliyyâ (veliyyen).: Ey babacığım, muhakkak ki ben, sana Rahmân'dan azap dokunmasından korkuyorum! O durumda, ŞeytÂNa velî (dost) olursun.” (Meryem 19/45)

كُتِبَ عَلَيْهِ أَنَّهُ مَن تَوَلَّاهُ فَأَنَّهُ يُضِلُّهُ وَيَهْدِيهِ إِلَى عَذَابِ السَّعِيرِ
Resim---“Kutibe aleyhi ennehu men tevellâhu fe ennehu yudılluhu ve yehdîhi ilâ azâbis saîr (saîri).: Onun (ŞeytÂNın) üzerine yazıldı ki; kim, ona (ŞeytÂNa) dönerse, o taktirde onu mutlaka dalâlete düşürür ve onu cehennem azabına götürür.” (Hac 22/4)


ŞEYTÂN EDEBSİZLİĞİ EMREDER.: Nûr 24/21..

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ وَمَن يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَإِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ أَبَدًا وَلَكِنَّ اللَّهَ يُزَكِّي مَن يَشَاء وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâti’ş- şeytân (şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâti’ş- şeytâni fe innehu ye’muru bi’l- fahşâi ve’l- munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm (alîmun).: Ey iman edenler! ŞeytÂNın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim ŞeytÂNın adımlarına tâbî olursa o taktirde (ŞeytÂNın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (ŞeytÂN), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve ALLAH'ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer ALLAH'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin ALLAH, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve ALLAH, Sem'î'dir (en iyi işitendir) Alîm'dir (en iyi bilendir).” (Nûr 24/21)


ŞEYTÂN’ın İĞVÂ’sı.: Hicr 15/28-29-30-31-32-33-34-35-36-37-38..

İğvâ’ (a.i.gavâye’den).: azdırma, azdırılma, baştan çıkarına, çıkarılma, yolunu şaşırtına, ayartına, ayartılma.

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
Resim---“Ve iz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin).: RABB’in meleklere şöyle demişti: "Ben mutlaka, “hamein mesnûn olan salsalin”den (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) bir beşer (insan) halkedeceğim.” (Hicr 15/28)

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ
Resim---“Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn (sâcidîne).: Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!” (Hicr 15/29)

فَسَجَدَ الْمَلآئِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ
Resim---“Fe secede’l- melâiketu kulluhum ecmaûn (ecmaûne).: Böylece meleklerin hepsi birden, toplu olarak secde etti.” (Hicr 15/30)

إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى أَن يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ
Resim---“İllâ iblîs(iblîse), ebâ en yekûne meas sâcidîn (sâcidîne).: İblis hariç. Secde edenlerle beraber olmaktan (direnerek) kaçındı.” (Hicr 15/31)

قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلاَّ تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ
Resim---“Kâle yâ iblîsu mâ leke ellâ tekûne meas sâcidîn (sâcidîne).: ALLAHu TeÂLÂ’ şöyle buyurdu: “Ey İblis! Sen niçin secde edenlerle beraber olmadın?” (Hicr 15/32)

قَالَ لَمْ أَكُن لِّأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
Resim---“Kâle lem ekun li escude li beşerin halaktehu min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin).: (İblis:) “Ben, hamein mesnun (standart bir şekil verilmiş, organik dönüşüme uğramış) olan salsalinden halkettiğin bir beşere secde etmem (eden olmam).” dedi.” (Hicr 15/33)

قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ
Resim---“Kâle fahruc minhâ fe inneke recîm (recîmun).: (ALLAHu TeÂLÂ’ şöyle) buyurdu: “Hemen oradan çık! Muhakkak ki; sen bu sebeple kovuldun." (Hicr 15/34)

وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ
Resim---“Ve inne aleykel lâ’nete ilâ yevmi'd- dîn (dîni).: Ve muhakkak ki; lânet, dîn gününe (karşılıkların, ceza veya mükâfatın verildiği güne) kadar senin üzerinedir.” (Hicr 15/35)

قَالَ رَبِّ فَأَنظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Resim---“Kâle RABBi fe enzırnî ilâ yevmi yub’asûn (yub’asûne).: (İblis): “RABBim, öyleyse bana beas gününe (diriltilecekleri güne) kadar zaman ver.” dedi.” (Hicr 15/36)

قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنظَرِينَ
Resim---“Kâle fe inneke mine’l- munzarîn (munzarîne).: (ALLAHu TeÂLÂ’) şöyle buyurdu: “Öyleyse sen, gerçekten mühlet (süre) verilenlerdensin.” (Hicr 15/37)

إِلَى يَومِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
Resim---“İlâ yevmi’l- vakti’l- ma’lûm (ma’lûmi).: Malûm olan (bilinen) vaktin gününe kadar.” (Hicr 15/38)


ŞEYTÂN’ın İNSANLARA KARŞI TUTUMU.: Âl-i İmrân 3/175; En’âm 6/112; A’râf 7/22..

إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---“İnnemâ zâlikumu’ş- şeytânu yuhavvifu evliyâ’eh (evliyâ’ehu), fe lâ tehâfûhum ve hâfûni in kuntum mu’minîn (mu’minîne).: Fakat ŞeytÂN, böylece ancak kendi dostlarını (onu dost edinenleri) korkutur. Artık onlardan korkmayın ve eğer sizler mü'min iseniz, (sadece) Ben'den korkun.” (Âl-i İmrân 3/175)

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نِبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الإِنسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا وَلَوْ شَاء رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
Resim---“Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven şeyâtîne’l- insi ve’l- cinni, yûhî ba’duhum ilâ ba’dın zuhrufe’l- kavli gurûrâ (gurûran), ve lev şâe RABBuke mâ fealûhu fe zerhum ve mâ yefterûn (yefterûne).: Ve böylece peygamberlerin hepsine, insan ve cin ŞeytÂNları düşman kıldık. Onlar, birbirlerine aldatarak güzel (süslü) sözler vahyederler (fısıldarlar). Ve eğer RABB’in dileseydi, onu yapamazlardı. Artık onları ve iftira ettikleri şeyleri terket (bırak).” (En’âm 6/112)

فَدَلاَّهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَن تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُل لَّكُمَا إِنَّ الشَّيْطَآنَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---“Fedellâhumâ bi gurûr(gurûrin), fe lemmâ zâkâ’ş- şecerete bedet lehumâ sev'âtuhumâ ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakı’l- cenneh(cenneti), ve nâdâhumâ RABBuhumâ e lem enhekumâ an tilkume’ş- şecereti ve eku’l- lekumâ inne’ş- şeytâne lekumâ aduvvun mubîn (mubînun).: Böylece o ikisini aldatarak öncülük (önderlik) etti. Ağaçtan tadınca (meyvesini yeyince) ayıp yerleri kendilerine göründü (açığa çıktı) ve üzerlerine cennet yaprakları yapıştırmaya başladılar ve Rab'leri (ikisinin RABBi), ikisine şöyle seslendi: “Sizin ikinizi bu ağaçtan nehyetmedim mi (yasaklamadım mı)? Ve sizin ikinize, muhakkak ki ŞeytÂN apaçık düşmandır.” demedim mi?” (A’râf 7/22)


ŞEYTÂN, İNSANI FAKİRLİKLE KORKUTUR.: Bakara 2/268..

الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُم بِالْفَحْشَاء وَاللّهُ يَعِدُكُم مَّغْفِرَةً مِّنْهُ وَفَضْلاً وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“E’ş- şeytânu yeidukumu’l- fakra ve ye’murukumbi’l- fahşâi vallâhu yeidukum magfireten minhuve fadlâ (fadlan), vallâhu vâsiun alîm (alîmun).: ŞeytÂN size fakirlik vaadeder ve size fuhşuyatı emreder. Ve ALLAH ise, size kendinden mağfiret ve fazl vaadediyor. ALLAH, Vâsi'dir, Alîm'dir.” (Bakara 2/268)


ŞEYTÂN, İNSANIN KALBİNE ŞÜPHE VERİR.: Hac 22/52,53..

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّى أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ فَيَنسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Resim---“Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin ve lâ nebiyyin illâ izâ temennâ elka’ş- şeytânu fî umniyyetih (umniyyetihî), fe yensehullâhu mâ yulkı’ş- şeytânu summe yuhkimullâhu âyâtih (âyâtihî), vallâhu alîmun hakîm (hakîmun).: Senden önce gönderdiğimiz (hiç)bir resûl ve nebî yoktur ki; (bir şey) temenni ettiği (dilediği) zaman ŞeytÂN, onun temenni ettiği şeye, (yalan) ilka etmemiş (ulaştırmamış) olsun. Fakat ALLAH, ŞeytÂNın ilka ettiği şeyi nesheder (kaldırır, yok eder). Sonra ALLAH, âyetlerini muhkem kılar (sağlamlaştırır). Ve ALLAH, Alîm'dir, Hakîm'dir (ilim ve hikmet sahibidir).” (Hac 22/52)

لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِّلَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ
Resim---“Li yec’ale mâ yulkı’ş- şeytânu fitneten lillezîne fî kulûbihim maradun ve’l- kâsiyeti kulûbuhum, ve innez zâlimîne le fî şikâkın baîd (baîdin).: Kalblerinde maraz (hastalık) olan ve kalpleri kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş) olanlara, ŞeytÂNın ilka ettiği (ulaştırdığı) şeyi fitne (imtihan) kılmak içindir. Ve muhakkak ki zalimler, elbette uzak bir ayrılık içindedirler (Sıratı Mustakîm'den uzaklaşmışlardır, ayrılmışlardır).” (Hac 22/53)


ŞEYTÂN İNSANA ZORLA GÜNAH İŞLETEMEZ.: Nisâ 4/120; İbrâhîm 14/22; Hicr 15/42; Nahl 16/99; İsrâ 17/65; Sebe’ 34/21; Mücâdele 58/10; Nâs 114/5..

يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُورًا
Resim---“Yeıduhum, ve yumennîhim. Ve mâ yeıduhumu’ş- şeytânu illâ gurûrâ (gurûran).: (ŞeytÂN) onlara vaad eder ve onları emaniyyeye (kuruntuya) düşürür. Ve ŞeytÂN, onlara aldatmaktan başka bir şey vaadetmez.” (Nisâ 4/120)

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُواْ أَنفُسَكُم مَّا أَنَاْ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَآ أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---“Ve kâle’ş- şeytânu lemmâ kudıye’l- emru innallâhe veadekum va’de’l- hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm (elîmun).: ŞeytÂN, emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; ALLAH, size “hak olan vaadini” vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim. Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim. Muhakkak ki; zalimlere acı azap vardır.” (İbrâhîm 14/22)

إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلاَّ مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ
Resim---“İnne ıbâdî leyse leke aleyhim sultânun illâ menittebeake mine’l- gâvîn (gâvîne).: Azgın olanlardan (iğvaya düşürdüklerinden) sana tâbî olan kimseler hariç, muhakkak ki; benim kullarım üzerinde senin bir sultanlığın (gücün) yoktur.” (Hicr 15/42)

إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---“İnnehu leyse lehu sultânun alellezîne âmenû ve alâ RABBihim yetevekkelûn (yetevekkelûne).: Çünkü onun, iman edenler ve Rab'lerine tevekkül edenler üzerinde bir sultanlığı (yaptırım gücü) yoktur.” (Nahl 16/99)

إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ وَكَفَى بِرَبِّكَ وَكِيلاً
Resim---“İnne ibâdî leyse leke aleyhim sultân (sultânûn), ve kefâ bi RABBike VEKÎLâ (vekîlen).: Muhakkak ki BEN’im kullarımın üzerinde, senin bir sultanlığın (yaptırım gücün) yoktur. Ve senin RABB’in, VEKÎL olarak kâfidir (yeter).” (İsrâ 17/65)

وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِم مِّن سُلْطَانٍ إِلَّا لِنَعْلَمَ مَن يُؤْمِنُ بِالْآخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا فِي شَكٍّ وَرَبُّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ
Resim---“Ve mâ kâne lehu aleyhim min sultânin illâ li na’leme men yû’minu bi’l- âhireti mimmen huve minhâ fî şekk (şekkin), ve RABBuke alâ kulli şeyin HAFÎZ (hafîzun).: Ve onun (İblis’in) onlar üzerinde bir sultanlığı (nüfuzu, te’siri) yoktu. Ahirete (hayatta iken ruhunu ALLAH'a ulaştırmaya) inanan kişi ile ondan (ALLAH'a ulaşmaktan) şüphe içinde olanları bilmemiz için (İblisle onları imtihan ettik). Ve senin RABB’in herşeyi hıfzedendir.” (Sebe’ 34/21)

إِنَّمَا النَّجْوَى مِنَ الشَّيْطَانِ لِيَحْزُنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَلَيْسَ بِضَارِّهِمْ شَيْئًا إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Resim---“İnne men necvâ mine’ş- şeytâni li yahzunellezîne âmenû ve leyse bi dârrihim şey’en illâ bi iznillâh (iznillâhî), ve alâllâhi fel yetevekkeli’l- mû’minûn (mû’minûne).: Muhakkak ki necvâ (gizli fısıldaşma) ŞeytÂNdandır, imân edenleri mahzun etmek içindir. Ve ALLAH'ın izni olmadıkça onlara bir darlık (sıkıntı) verecek değildir. Öyleyse mü'minler, ALLAH'a tevekkül etsinler.” (Mücâdele 58/10)

الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ
Resim---“Ellezî yuvesvisu fî sudûri’n- nâs (nâsi).: Ki o (hannas), insanların göğüslerine vesvese verir.” (Nâs 114/5)

El-Hannâs.: (Hunus. dan) Geri çekilerek veya büzülerek, sinerek fırsat bulunca vesvese vermek için dönüp gelen. Sinsi ŞeytÂN. Besmeleyi işitince kaçan, gaflete dalınca musallat olan ŞeytÂN..


ŞEYTÂN’ın KARDEŞLERİ/İHVAN-ı ŞEYTÂN.: İsrâ 17/27..

إِنَّ الْمُبَذِّرِينَ كَانُواْ إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّهِ كَفُورًا
Resim---“İnne’l- mubezzirîne kânû ihvâne’ş- şeyâtîn (şeyâtîni), ve kâne’ş- şeytânu li RABBihî kefûrâ (kefûren).: Muhakkak ki israf edenler (gereksiz yere savuranlar, haksızlık ve fesad çıkarmak için kullananlar), ŞeytÂNların kardeşleri oldular. Ve ŞeytÂN, RABB’ine (karşı) çok nankör oldu.” (İsrâ 17/27)


ŞEYTÂN KİME İNER!.: Şu’arâ 26/221,222,223..

هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَى مَن تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ
Resim---“Hel unebbiukum alâ men tenezzelu’ş- şeyâtîn (şeyâtînu).: ŞeytÂNlar kimlere iner size haber vereyim mi?” (Şu’arâ 26/221)

تَنَزَّلُ عَلَى كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ
Resim---“Tenezzelu alâ kulli effâkin esîm (esîmin).: (İftira eden) yalancı günahkârların hepsine inerler.” (Şu’arâ 26/222)

يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ
Resim---“Yulkûne’s- sem’a ve ekseruhum kâzibûn (kâzibûne).: Onlar, (ŞeytÂNlara) kulak verirler (dinlerler) ve onların çoğu yalancıdırlar.” (Şu’arâ 26/223)


ŞEYTÂN, KÖTÜLÜĞÜ EMREDER.: Bakara 2/169..

إِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّوءِ وَالْفَحْشَاء وَأَن تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---“İnnemâ ye’murukum bi’s- sûi ve’l- fahşâi ve en tekûlû alâllâhi mâ lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: O size sadece kötülüşü, fuhşu (hayâsızlığı) ve ALLAH'a karşı (ALLAH hakkında) bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (Bakara 2/169)


ŞEYTÂN’dan KÖTÜ BİR DÜŞÜNCE GELİRSE HEMEN ALLAH’a SIĞIN.: Fussilet 41/36..

وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---“Ve immâ yenzeganneke mine’ş- şeytâni nezgun festeız billâh (billâhi), innehu huve’s- SEMÎU’l- ALÎM (alîmu).: Ama ŞeytÂNdan sana mutlaka vesvese gelecektir. O zaman ALLAH'a sığın. Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi bilendir.” (Fussılet 41/36)

Nezğ.: dürtmek, vesvese vermek, ifsâd etmek, halk için fitne bırakınak. (Ö.N.Bilmen)


ŞEYTÂN, SİNSİDİR.: Nâs 114/4..

مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ
Resim---“Min şerri’l- vesvâsi’l- hannâs (hannâsi).: (gizlice vesvese veren) Hannâs’ın vesveselerinin şerrinden.” (Nâs 114/4)


ŞEYTÂN'a TAPANLAR.: Nisâ 4/117; Yâsîn 36/60,61,62..

إِن يَدْعُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ إِنَاثًا وَإِن يَدْعُونَ إِلاَّ شَيْطَانًا مَّرِيدًا
Resim---“İn yed’ûne min dûnihî illâ inâsâ (inâsen), ve in yed’ûne illâ şeytânen merîdâ (merîden).: Onlar, ancak O'ndan (ALLAH'tan) başka dişilere (dişi olarak isimlendirdikleri putlara) taparlar. Ve ancak isyankâr ŞeytÂNı çağırırlar.” (Nisâ 4/117)

Merîd; Teannüd ederek, emre muhalefet eden, hayır ile alâkası bulunmayan şahıs. İblîs de emr-i ilâhiye muhalefet ederek Hazreti Âdeme secde etmekten kaçındığı için merid vasf-ı habisine müstehik olmuştur. (Ö.N.Bilmen)

أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---“E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budû’ş- şeytân (şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn (mubinun).: Ey Âdemoğulları! BEN, sizlerden ŞeytÂNa kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (ŞeytÂN), size apaçık bir düşmandır.” (Yâsîn 36/60)

وَأَنْ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ
Resim---“Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm (mustekîmun).: Ve BEN, sizden BANA kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.” (Yâsîn 36/61)

وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنكُمْ جِبِلًّا كَثِيرًا أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ
Resim---“Ve lekad edalle minkum cibillen kesîrâ (kesîran), e fe lem tekûnû ta’kılûn (ta’kılûne).: Ve andolsun ki sizden birçoklarını dalâlette bıraktı. Hâlâ akıl etmez misiniz?” (Yâsîn 36/62)


ŞEYTÂN'a UYMANIN YASAKLANMASI.: Bakara 2/168, 208..

يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُواْ مِمَّا فِي الأَرْضِ حَلاَلاً طَيِّباً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---“Yâ eyyuhe’n- nâsu kulû mimmâ fî’l- ardı halâlen tayyiben, ve lâ tettebiû hutuvâti’ş- şeytân (şeytâni), innehu lekum aduvvun mubîn (mubînun).: Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz şeylerden yiyin. Ve ŞeytÂNın adımlarına tâbî olmayın (izinden gitmeyin). Muhakkak ki o, sizin için apaçık bir düşmandır.” (Bakara 2/168)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenûdhulû fî’s- silmi kâffeh (kâffeten), ve lâ tettebiû hutuvâti’ş- şeytân (şeytâni), innehu lekum aduvvun mubîn (mubînun).: Ey iman edenler! Hepiniz silm'e dahil olun (ALLAH'a teslim olun)! Ve ŞeytÂNın adımlarına tâbî olmayın. Muhakkak ki o, size apaçık düşmandır.” (Bakara 2/208)


ŞEYTÂN’ın ALDATMALARı.: En’âm 6/142; Hac 22/3..

Hutuvat (a.i.).: ŞeytÂN’ın aldatmaları.

وَمِنَ الأَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشًا كُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---“Ve mine’l- en’âmi hamûleten ve ferşâ(ferşan), kulû mimmâ rezekakumullâhu ve lâ tettebiû hutuvâti’ş- şeytân (şeytâni),innehu lekum aduvvun mubîn (mubînun).: Hayvanlardan yük taşıyanlar ve kesim hayvanı olanlar var. ALLAH'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden (kesim hayvanlarından) yeyin. ŞeytÂNın adımlarına tâbî olmayın. Muhakkak ki; o, size apaçık düşmandır.” (En’âm 6/142)

وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَّرِيدٍ
Resim---“Ve mine’n- nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve yettebiu kulle şeytânin merîd (merîdin).: Ve insanlardan öyle kimseler vardır ki; ilmi olmaksızın, ALLAH hakkında mücâdele eder ve bütün azgın ŞeytÂNlara tâbî olur(lar).” (Hac 22/3)


KiM ŞEYTÂN’ı Dost Edinirse, Onu Muhakkak Saptırır ve Doğruca Cehennem Azâbına Götürür.: Lokmân 31/21; Zuhrûf 43/62..

وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ إِلَى عَذَابِ السَّعِيرِ
Resim---“Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ vecednâ aleyhi âbâenâ, e ve lev kâne’ş- şeytânu yed’ûhum ilâ azâbi’s- saîr (saîri).: Ve onlara "ALLAH'ın indirdiği şeye (Kitaba) tâbî olun!" denildiği zaman: "Hayır, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (putlara) tâbî oluruz." dediler. Ve ŞeytÂN onları, alevli ateşin (cehennemin) azabına çağırıyor olsa da mı?” (Lokmân 31/21)

وَلَا يَصُدَّنَّكُمُ الشَّيْطَانُ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---“Ve lâ yasuddennekumu’ş- şeytân (şeytânu), innehu lekum aduvvun mubîn (mubînun).: Ve ŞeytÂN sakın sizi, (Sıratı Mustakîm'den) men etmesin. Muhakkak ki o, sizin için apaçık düşmandır.” (Zuhrûf 43/62)


ŞEYTÂNİ'R- RACÎM.: Âl-i İmrân 35/35,36; Tekvîr 81/5..

إِذْ قَالَتِ امْرَأَةُ عِمْرَانَ رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنِّي إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---“İz kâlet imraetu ımrâne RABBi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke ente’s- SEMÎU’l- ALÎM (alîmu).: İmrân'ın eşi (Hanne): "RABBim ben, karnımda olanı (doğacak çocuğumu), hür olarak senin için (yalnız sana itaat ve ibadet etsin diye) nezrettim (adadım). Artık (onu) benden kabul buyur. Muhakkak ki SEN SEMİ'sin (en iyi işitensin), ALÎM'sin (en iyi bilensin)." demişti.” (Âl-i İmrân 3/35)

فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَى وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وِإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Resim---“Fe lemmâ vadaathâ kâlet RABBi innî vada’tuhâ unsâ vallâhu a’lemu bi mâ vadaat ve leyse’z- zekeru ke’l- unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mine’ş- şeytânir racîm (racîmi).: Fakat onu doğurunca: "RABBim, gerçekten ben onu kız olarak doğurdum" dedi. Ve ALLAH, onun ne doğurduğunu çok iyi biliyordu. "Erkek, kız (çocuğu) gibi değildir. Ben onu, "Meryem" diye isimlendirdim ve muhakkak ki ben, onu ve onun zurriyetini, taşlanmış ŞeytÂNdan Sana sığındırırım" dedi.” (Âl-i İmrân 3/36)

وَحَفِظْنَاهَا مِن كُلِّ شَيْطَانٍ رَّجِيمٍ
Resim---“Ve hafıznâhâ min kulli şeytânin recim (recîmin).: Ve BİZ, onu taşlanmış (kovulmuş) ŞeytÂN(lar)ın hepsinden muhafaza ettik.” (Hicr 15/17)

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Resim---“Fe izâ kare’te’l- Kur’ÂNe festeız billâhi mine’ş- şeytâni’r- racîm (racîmi).: Öyleyse Kur’ÂN-ı Kerim'i okuduğun zaman recmedilmiş (taşlanmış) ŞeytÂNdan hemen ALLAH'a sığın.” (Nahl 16/98)

وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ
Resim---“Ve mâ huve bi kavli şeytânin recim (recîmin).: Ve O (Kur’ÂN), taşlanmış ŞeytÂNın sözü değildir.” (Tekvîr 81/25)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta İBLÎS ve ŞEYTÂN

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ÂDEM--ŞEYTÂN--HAVVA..

ŞeytÂN kelimesi tekil ve mârife (bilinen) olarak (الشَّيطان) Kur’ÂN’da 68 âyette geçmektedir. Çoğul çekimi olan şeyâtîn (الشَّياطين) şeklinde 17 âyette, nekra (شيطاناً) şekliyle 2 âyette ve “onların ŞeytÂNları” mânâsına gelen (شياطينهم) şeklinde 1 âyette geçmektedir..
ALLAH TeÂLÂ, İblîs’i Âdem aleyhisselâm’a secde emrine başkaldırması sebebiyle ŞeytÂN olarak nitelendirmiştir. İblîs böyle yapmakla haktan (doğrudan) uzaklaşmış ve ALLAH TeÂLÂ’ya meydan okuyucu bir tavra bürünmüştür.:


قَالَ أَرَأَيْتَكَ هَذَا الَّذِي كَرَّمْتَ عَلَيَّ لَئِنْ أَخَّرْتَنِ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لأَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُ إَلاَّ قَلِيلاً
Resim---“Kâle e raeyteke hâzellezî kerremte aley (aleyye), le in ahharteni ilâ yevmi’l- kıyâmeti le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ (kalîlen).: (İblis) dedi ki: “SENin görüşüne göre, benim üzerime (benden daha) mükerrem (ikram edilmiş, şerefli) kıldığın kimse bu mu? Eğer beni kıyâmet gününe (kadar) tehir edersen (ertelersen), onun zürriyetinden (neslinden) pek azı hariç, mutlaka bana (kendime) tâbî kılacağım.” (İsrâ 17/62)

Âdem aleyhisselâm ve Eşi, ŞeytÂN’ın (İblîs’in) ilk kurbanları olmuştur. Onun vesvesesine kulak vermeleri sebebiyle ikisi de ALLAH celle celâlihu’nun onları yerleşürdiği bahçeden çıkarılmıştır.
Nitekim ALLAH TeÂLÂ şöyle buyurur.:


وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلآئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ لَمْ يَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ
Resim---“Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ li’l- melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn (sâcidîne).: Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size sûret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (aleyhisselâm)'a secde edin.” dedik. İblis hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.” (A’râf 7/11)

قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلاَّ تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ قَالَ أَنَاْ خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ
Resim---“Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk (emertuke), kâle ene hayrun minh (minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn (tînin).: (ALLAHU TEALÂ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.” dedi.” (A’râf 7/12)

قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ أَن تَتَكَبَّرَ فِيهَا فَاخْرُجْ إِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرِينَ
Resim---“Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn (sâgirîne).: (ALLAHu TEALÂ): “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık. Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.” (A’râf 7/13)

قَالَ فَأَنظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Resim---“Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn (yub'asûne).: (ŞeytÂN): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.” (A’râf 7/14)

قَالَ إِنَّكَ مِنَ المُنظَرِينَ
Resim---“Kâle inneke mine’l- munzarîn (munzarîne).: (ALLAHu TEALÂ): “Muhakkak ki sen izin (mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.” (A’râf 7/15)

قَالَ فَبِمَا أَغْوَيْتَنِي لأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ
Resim---“Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm (mustekîme).: (İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka SEN’in Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mâni’ olmak için)
oturacağım.” dedi.”
(A’râf 7/16)

ثُمَّ لآتِيَنَّهُم مِّن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ أَيْمَانِهِمْ وَعَن شَمَآئِلِهِمْ وَلاَ تَجِدُ أَكْثَرَهُمْ شَاكِرِينَ
Resim---“Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn (şâkirîne).: Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.” (A’râf 7/17)

قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُومًا مَّدْحُورًا لَّمَن تَبِعَكَ مِنْهُمْ لأَمْلأنَّ جَهَنَّمَ مِنكُمْ أَجْمَعِينَ
Resim---“Kâlehruc minhâ mez'ûmen medhûrâ (medhûren), le men tebiake minhum leemleenne cehenneme minkum ecmaîn (ecmaîne).: (ALLAHu TEALÂ): “Kınanmış (hor görülmüş) ve kovulmuş olarak oradan çık!” dedi. “Elbette onlardan kim sana tâbî olursa, mutlaka sizin hepinizden cehennemi (tamamen) dolduracağım.” (A’râf 7/18)

وَيَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلاَ مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ
Resim---“Ve yâ âdemuskun ente ve zevcuke’l- cennete fe kulâ min haysu şi'tumâ ve lâ takrebâ hâzihi’ş- şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn (zâlimîne).: Ve ey Âdem! Sen ve zevcen cennette yerleşin (oturun) sonra da, dilediğiniz yerden yeyin. Ve bu ağaca yaklaşmayın. O zaman (yaklaşırsanız ikiniz) zalimlerden olursunuz.” (A’râf 7/19)

فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِن سَوْءَاتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَذِهِ الشَّجَرَةِ إِلاَّ أَن تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ
Resim---“Fe vesvese lehumu’ş- şeytânu li yubdiye lehumâ mâ vuriye anhumâ min sev'âtihimâ ve kâle mâ nehâkumâ RABBukumâ an hâzihi’ş- şecereti illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ mine’l- hâlidîn (hâlidîne).: ŞeytÂN, onların (o ikisinin) görünmesi ayıp olan ve kendilerinden örtülmüş (gizlenmiş) yerlerinin açığa çıkarılması için onlara vesvese verdi ve sonra da şöyle dedi: “RABB’iniz (ikinizin RABBi) sadece iki melek olursunuz veya (orada) ebedî kalanlardan olursunuz, diye bu ağaçtan sizin ikinizi menetti (nehyetti).” (A’râf 7/20)

وَقَاسَمَهُمَا إِنِّي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحِينَ
Resim---“Ve kâsemehumâ innî lekumâ le minen nâsıhîn (nâsıhîne).: Ve ikisine yemin etti: “Muhakkak ki ben, sizin ikinize nasihat edenlerdenim.” (A’râf 7/21)

فَدَلاَّهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَن تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُل لَّكُمَا إِنَّ الشَّيْطَآنَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---“Fedellâhumâ bi gurur (gurûrin), fe lemmâ zâkâ’ş- şecerete bedet lehumâ sev'âtuhumâ ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakı’l- cenneh (cenneti), ve nâdâhumâ RABBuhumâ e lem enhekumâ an tilkume’ş- şecereti ve ekul lekumâ inne’ş- şeytâne lekumâ aduvvun mubîn (mubînun).: Böylece o ikisini aldatarak öncülük (önderlik) etti. Ağaçtan tadınca (meyvesini yeyince) ayıp yerleri kendilerine göründü (açığa çıktı) ve üzerlerine cennet yaprakları yapıştırmaya başladılar ve Rab'leri (ikisinin RABBi), ikisine şöyle seslendi: “Sizin ikinizi bu ağaçtan nehyetmedim mi (yasaklamadım mı)? Ve sizin ikinize, muhakkak ki ŞeytÂN apaçık düşmandır.” demedim mi?” (A’râf 7/22)

İblîs, kendi isteğiyle ŞeytÂNa dönüşmüştür. çünkü ALLAH’ın emrine uymayıp başkaldırmayı kendisi seçmiştir. Ayrıca insanları saptırabilmek için ALLAH’ın doğru yolunun üzerine oturmayı istemiştir. ALLAH TeÂLÂ şöyle buyurur.:

وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَى آدَمَ مِن قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا
Resim---“Ve lekad ahidnâ ilâ âdeme min kablu fe nesîye ve lem necid lehu azmâ (azmen).: Ve andolsun ki Âdem (aleyhisselâm)'a ahd verdik, fakat o unuttu. Ve onu, azîmli bulmadık.” (Tâ-Hâ 20/115)

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى
Resim---“Ve iz kulnâ li’l- melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblis (iblîse), ebâ.: Ve meleklere: “Âdem (aleyhisselâm)'a secde edin!” demiştik. İblis hariç, hemen secde ettiler. O (iblis), direndi (secde etmedi).” (Tâ-Hâ 20/116)

فَقُلْنَا يَا آدَمُ إِنَّ هَذَا عَدُوٌّ لَّكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَى
Resim---“Fe kulnâ yâ âdemu inne hâzâ aduvvun leke ve li zevcike fe lâ yuhricennekumâ mine’l- cenneti fe teşkâ.: Bunun üzerine, (Âdem aleyhisselâm'a şöyle) dedik: “Ey Âdem! Muhakkak ki bu (şeytân), senin için ve zevcen (eşin) için düşmandır. Sonra sakının (dikkat edin ki) sizin ikinizi (de) cennetten çıkarmasın. O zaman şâkî olursunuz.” (Tâ-Hâ 20/117)

إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَى
Resim---“İnne leke ellâ tecûa fîhâ ve lâ ta’râ.: Muhakkak ki senin için orada (cennette) acıkmak ve çıplak kalmak yoktur.” (Tâ-Hâ 20/118)

وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَى
Resim---“Ve enneke lâ tazmeu fîhâ ve lâ tadhâ.: Ve muhakkak ki sen, orada susamazsın ve (sıcaktan) yanmazsın.” (Tâ-Hâ 20/119)

فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَّا يَبْلَى
Resim---“Fe vesvese ileyhi’ş- şeytânu kâle yâ âdemu hel edulluke alâ şecereti’l- huldi ve mulkin lâ yeblâ.: Böylece şeytân, ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Âdem! Sana, ebedîlik ağacına ve sona ermeyecek bir saltanata, delâlet edeyim mi (ulaşmanı sağlayayım mı)?” (Tâ-Hâ 20/120)

فَأَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْآتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ وَعَصَى آدَمُ رَبَّهُ فَغَوَى
Resim---“Fe ekelâ minhâ fe bedet lehumâ sev’âtuhumâ ve tafıkâ yahsıfâni aleyhimâ min varakı’l- cenneti ve asâ âdemu rabbehu fe gavâ.: Bunun üzerine ikisi de ondan (o ağaçtan) yediler. O zaman ikisinin de edeb yerleri kendilerine açıldı. Cennet yapraklarından üzerlerine örtmeye başladılar. Ve Âdem, RABBine asi oldu, böylece azdı.” (Tâ-Hâ 20/121)

ثُمَّ اجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَى
Resim---“Summectebâhu rabbuhu fe tâbe aleyhi ve hedâ.: Sonra Rabbi, onu seçti. Böylece onun tövbesini kabul etti ve onu hidayete erdirdi.” (Tâ-Hâ 20/122)

قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَى
Resim---“Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv (aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.: (ALLAHu TEALÂ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytân ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.” (Tâ-Hâ 20/123)

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى
Resim---“Ve men a’rada an zikrî fe inne lehu maîşeten danken ve nahşuruhu yevme’l- kıyâmeti a’mâ.: Ve kim Benim zikrimden yüz çevirirse, o taktirde mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim (hayat) vardır. Ve kıyâmet günü onu, kör olarak haşredeceğiz.” (Tâ-Hâ 20/124)

Bu âyetlerden gördüğümüz üzere ŞeytÂN kendini her dâim insanları ALLAH’ın emirlerinden uzaklaştırmaya adamıştır. Bu sebeble birçok âyette ŞeytÂN insanlar için apaçık bir düşman olarak nitelendirilmiştir. Bu âyetlerde RABB’imizin bizi ŞeytÂN’ın izinden gitmememiz ve onun vesveselerine uymamamız için uyardığını görmekteyiz.:

قَالَ يَا بُنَيَّ لاَ تَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُواْ لَكَ كَيْدًا إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلإِنسَانِ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---“Kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke alâ ihvetike fe yekîdû leke keydâ (keyden), inne’ş- şeytâne li’l- insâni aduvvun mubîn (mubînun).: (Babası) şöyle dedi: “Ey oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma! O zaman (anlattığın taktirde) sana tuzak kurarlar. Muhakkak ki; şeytân, insana apaçık düşmandır.” (Yûsuf 12/5)

ŞeytÂN’ın sıfıtlarından birisi de insanları fâkirlikle korkutup onlara çirkin işleri ve kötülükleri emretmesidir. ŞeytÂN böylece insanları ALLAH’ın emirlerine karşı gelmeleri için kışkırtmaktadır.:

الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُم بِالْفَحْشَاء وَاللّهُ يَعِدُكُم مَّغْفِرَةً مِّنْهُ وَفَضْلاً وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Eş şeytânu yeidukumu’l- fakra ve ye’murukumbi’l- fahşâi vallâhu yeidukum magfireten minhuve fadlâ (fadlan), vALLÂHu VÂSİun ALÎM (alîmun).: Şeytân size fakirlik vaadeder ve size fuhşuyatı emreder. Ve Allah ise, size kendinden mağfiret ve fazl vaadediyor. ALLAH, VÂSİ'dir, ALÎM'dir.” (Bakara 2/268)

ALLAH TeÂLÂ, ŞeytÂN’ın vaadlerinin boş, aldatına ve kuruntulardan ibâret olduğunu hatırlatmaktadır:

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
Resim---“İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu. Ve men yuşrik billâhi fe kad dalle dalâlen baîdâ (baîdan).: Muhakkak ki ALLAH, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki şeyleri ise, dilediği kimse için mağfiret eder. Ve kim ALLAH'a şirk koşarsa, o takdirde o, uzak bir dalâletle sapmıştır.” (Nisâ 4/116)

إِن يَدْعُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ إِنَاثًا وَإِن يَدْعُونَ إِلاَّ شَيْطَانًا مَّرِيدًا
Resim---“İn yed’ûne min dûnihî illâ inâsâ (inâsen), ve in yed’ûne illâ şeytânen merîdâ (merîden).: Onlar, ancak O'ndan (ALLAH'tan) başka dişilere (dişi olarak isimlendirdikleri putlara) taparlar. Ve ancak isyankâr şeytânı çağırırlar.” (Nisâ 4/117)

لَّعَنَهُ اللّهُ وَقَالَ لَأَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَصِيبًا مَّفْرُوضًا
Resim---“Leanehullâh (leanehullâhu), ve kâle le ettehizenne min ibâdike nasîben mefrûdâ (mefrûdan).: ALLAH, ona (şeytâna) lânet etti. Ve (şeytân) şöyle dedi: "Ben mutlaka, SEN’in kullarından belli bir nâsib edineceğim." (Nisâ 4/118)

وَلأُضِلَّنَّهُمْ وَلأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الأَنْعَامِ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّهِ وَمَن يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِّن دُونِ اللّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُّبِينًا
Resim---“Ve le udillennehum ve le umenniyennehum ve le âmurannehum fe le yubettikunne âzâne’l- en’âmi, ve le âmurannehum fe le yugayyirunne halkallâh (halkallâhi. Ve men yettehızi’ş- şeytâne veliyyen min dûnillâhi fe kad hasira husrânen mubînâ (mubînen).: Ve onları mutlaka dalâlette bırakacağım. Ve onları, mutlaka emaniyyeye (kuruntuya) düşüreceğim ve mutlaka onlara emredeceğim. Böylece onlar, mutlaka davarların kulaklarını kesecekler ve onlara emredeceğim, öyle ki mutlaka, ALLAH'ın yarattığını değiştirecekler. Ve kim, ALLAH'tan başka, şeytânı dost edinirse artık o, apaçık bir hüsranla hüsrana uğramıştır.” (Nisâ 4/119)

يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُورًا
Resim---“Yeıduhum, ve yumennîhim. Ve mâ yeıduhumu’ş- şeytânu illâ gurûrâ (gurûran).: (Şeytân) onlara vaad eder ve onları emaniyyeye (kuruntuya) düşürür. Ve şeytân, onlara aldatmaktan başka bir şey vaadetmez.” (Nisâ 4/120)

ŞeytÂN’ın kendisine vazife edindiği bir diğer vasfı ise insanlar arasında düşmanlığı ve nefreti yaymaktır. Bunu sağlamak için insanların ALLAH’ın yasaklarını çiğnemelerini arzulamaktadır.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنصَابُ وَالأَزْلاَمُ رِجْسٌ مِّنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû inneme’l- hamru ve’l- meysiru ve’l- ensâbu ve’l- ezlâmu ricsun min ameli’ş- şeytâni fectenibûhu leallekum tuflihûn (tuflihûne).: Ey iman edenler! Ancak şarap, kumar, (tapınmak için konulan) dikili taşlar (putlar) ve fal okları, şeytânın işlerinden pis şeylerdir. Artık bunlardan kaçının. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.” (Mâide 5/90)

إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَن ذِكْرِ اللّهِ وَعَنِ الصَّلاَةِ فَهَلْ أَنتُم مُّنتَهُونَ
Resim---“İnnemâ yurîdu’ş- şeytânu en yûkia beynekumu’l- adâvete ve’l- bagdâe fî’l- hamri ve’l- meysiri ve yasuddekum an zikrillâhi ve anis salâh (salâti), fe hel entum muntehûn (muntehûne).: Oysa ki şeytân, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve,sizi ALLAH'ı zikretmekten ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Siz artık (bunlara) son verdiniz mi?” (Mâide 5/91)

ŞeytÂN, ALLAH’ın emirlerine karşı gelmeyi, bunu yapan insanlara güzel göstermeye çalışır. Böyle yaparak haramları işleyip günaha girmeyi insanlara kolaylaştırmıştır. Nitekim ALLAH TeÂLÂ şöyle buyurur.:

وَلَقَدْ أَرْسَلنَآ إِلَى أُمَمٍ مِّن قَبْلِكَ فَأَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ
Resim---“Ve lekad erselnâ ilâ umemin min kablike fe ehaznâhum bi’l- be’sâi ve’d- darrâi leallehum yetedarraûn (yetedarraûne).: Andolsun ki; BİZ senden önce ümmetlere de (resûller) gönderdik.O zaman onları da sıkıntıya ve darlığa uğrattık, böylece yalvarırlar diye.” (En’âm 6/42)

فَلَوْلا إِذْ جَاءهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُواْ وَلَكِن قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---“Fe lev lâ iz câehum be’sunâ tedarraû ve lâkin kaset kulûbuhum ve zeyyene lehumu’ş- şeytânu mâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Böylece onlara darlığımız geldiği zaman yalvarsalardı olmaz mıydı? Fakat onların kalbleri kasiyet bağladı (katılaştı). Şeytân, onlara yapmış oldukları şeyleri süsledi (güzel gösterdi).” (En’âm 6/43)

Başka bir âyette ise ALLAHu zü’L- CeLÂL şöyle buyurmaktadır:

وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ خَرَجُواْ مِن دِيَارِهِم بَطَرًا وَرِئَاء النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَاللّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
Resim---“Ve lâ tekûnû kellezîne haracû min diyârihim bataran ve riâen nâsi ve yasuddûne an sebîlillâh (sebîlillâhi), vallâhu bimâ ya'melûne muhit (muhîtun).: Ve siz, diyarlarından (yurtlarından) kibirle (gururla, çalımla) ve insanlara gösteriş yaparak çıkan kimseler ve ALLAH'ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Ve ALLAH, yaptığımız şeyleri (ilmiyle, hakimiyetiyle, hükmüyle) kuşatandır.” (Enfâl 8/47)

وَإِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لاَ غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَإِنِّي جَارٌ لَّكُمْ فَلَمَّا تَرَاءتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلَى عَقِبَيْهِ وَقَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكُمْ إِنِّي أَرَى مَا لاَ تَرَوْنَ إِنِّيَ أَخَافُ اللّهَ وَاللّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---“Ve iz zeyyene lehumu’ş- şeytânu a'mâlehum ve kâle lâ gâlibe lekumu’l- yevme minen nâsi ve innî cârun lekum, fe lemmâ terâeti’l- fietâni nekesa alâ akibeyhi ve kâle innî berîun minkum innî erâ mâ lâ terevne innî ehâfullâh (ehâfullâhe), vallâhu şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Ve şeytân, onlara amellerini süslemişti. Ve şöyle dedi: “Bugün insanlardan size gâlib olacak yoktur. Ve muhakkak ki ben, size müttefikim (yardımcıyım).” Fakat iki toplum, (birbirini) görünce iki topuğu üzerinde arkasına dönüp kaçtı ve “Ben, sizden uzağım. Gerçekten ben, sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Muhakkak ki ben, ALLAH'tan korkarım.” dedi. Ve ALLAH, ikâbı (azâbı) şiddetli olandır.” (Enfâl 8/48)

Bir insanın ŞeytÂN’ın vesveselerine uymaya devam etmesi onu yavaş yavaş ALLAH’tan uzaklaştırmaktadır. Böylece bu insan ŞeytÂN’ın yakın bir dostu olmuş olur. Nitekim ALLAHu zü’L- CeLÂL şöyle buyurmaktadır.:

وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ
Resim---“Ve men ya’şu an zikri’r- RAHMÂNi nukayyıd lehu şeytânen fe huve lehu karîn (karînun).: Ve kim RAHMÂN'ın zikrinden yüz çevirirse, şeytânı ona musallat ederiz. Böylece o (şeytân), onun yakın arkadaşı olur.” (Zuhruf 43/36)

وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ
Resim---“Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn (muhtedûne).: Ve muhakkak ki onlar (şeytanlar), onları mutlaka (Allah'ın) yolundan men ederler (alıkoyarlar). Ve onlar kendilerinin hidayette olduğunu sanırlar." (Zuhruf 43/37)

حَتَّى إِذَا جَاءنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَرِينُ
Resim---“Hattâ izâ câenâ kâle yâ leyte beynî ve beyneke bu’de’l- meşrikayni fe bi’se’l- karîn (karînu).: O (onlardan biri), sonunda (kıyâmet günü) bize geldiği zaman: “Keşke benimle senin aran, iki doğu kadar uzak olsaydı.” dedi (der). İşte bu kötü bir yakınlık.” (Zuhruf 43/38)

وَلَن يَنفَعَكُمُ الْيَوْمَ إِذ ظَّلَمْتُمْ أَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
Resim---“Ve len yenfeakumu’l- yevme iz zalemtum ennekum fî’l- azâbi muşterikûn (muşterikûne).: Bugün size asla (hiçbir şey) fayda vermez. Siz zulmetmiştiniz. Muhakkak ki azâbda ortaksınız.” (Zuhruf 43/39)

ŞeytÂN’la yakın dost olmak bir insanın düşebileceği en kötü seviyedir. İnsana ŞeytÂN’la yakın olmak kadar zarar veren bir durum yoktur.:

وَالَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ رِئَاء النَّاسِ وَلاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَن يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَرِينًا فَسَاء قِرِينًا
Resim---“Vellezîne yunfıkûne emvâlehum riâen nâsi ve lâ yu’minûne billâhi ve lâ bi’l- yevmi’l- âhir (âhiri). Ve men yekuni’ş- şeytânu lehu karînen fe sâe karînâ (karînen).: Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş için infâk ederler, ALLAH'a ve ahiret gününe (insan ruhunun hayatta iken ALLAH'a ulaştığı sonraki güne) inanmazlar. Ve kim şeytânı kendisine yakın arkadaş edinirse, işte bu kötü bir arkadaşlıktır.” (Nisâ 4/38)

ŞeytÂN’ın vesveselerine uymak, kişiyi ŞeytÂN’dan yana olmaya sürükler. ŞeytÂN’dan yana olanlar zafer elde edemeyeceklerdir. Nitekim ALLAH TeÂLÂ şöyle buyurur.:

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللَّهُ جَمِيعًا فَيَحْلِفُونَ لَهُ كَمَا يَحْلِفُونَ لَكُمْ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ عَلَى شَيْءٍ أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْكَاذِبُونَ
Resim---“Yevme yeb’asuhumullâhu cemîan fe yahlifûne lehu kemâ yahlifûne lekum ve yahsebûne ennehum alâ şey’in, e lâ innehum humu’l- kâzibûn (kâzibûne).: O gün ALLAH hepsini beas edecek (yeniden diriltecek). O zaman size yemin ettikleri gibi O'na da yemin edecekler. Ve kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanırlar. Gerçekten onlar yalancı değil mi?” (Mücâdele 58/18)

اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُوْلَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---“İstahveze aleyhimu’ş- şeytânu fe ensâhum zikrallâh (zikrallâhi), ulâike HİZBU’Ş- ŞEYTÂN (şeytâni), elâ inne HİZBE’Ş-ŞEYTÂNİ humu’l- HÂSİRÛN(hâsirûne).: Şeytân onları kuşattı. Böylece ALLAH'ın zikrini onlara unutturdu. İşte onlar, şeytânın taraftarlarıdır. ŞEYTÂNIN TARAFTARLARI, gerçekten HÜSRÂNda olanlar, onlar değil mi?” (Mücâdele 58/19)

İbrahîm aleyhisselâm, babasını ŞeytÂN’a kulluk etmemesi, yani ŞeytÂN’ın isteklerine kapılmaması için uyarmıştır.:

يَا أَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمَنِ عَصِيًّا
Resim---“Yâ ebeti lâ ta’budi’ş- şeytân (şeytâne), inne’ş- şeytâne kâne li’r- RAHMÂNi asıyyâ (asıyyen).: Ey babacığım, şeytâna kul olma! Muhakkak ki şeytân, RAHMÂN'a asi oldu.” (Meryem 19/44)

يَا أَبَتِ إِنِّي أَخَافُ أَن يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِّنَ الرَّحْمَن فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيًّا
Resim---“Yâ ebeti innî ehâfu en yemesseke azâbun mine’r- RAHMÂNi fe tekûne li’ş- şeytâni veliyyâ (veliyyen).: Ey babacığım, muhakkak ki ben, sana RAHMÂN'dan azâb dokunmasından korkuyorum! O durumda, şeytâna velî (dost) olursun.” (Meryem 19/45)

Âyetlerden anlaşıldığına göre ŞeytÂN, insanları suç işler ve ALLAH’a isyan eder hale getirdikten sonra ALLAH’tan korkan biri gibi davranıp bu günahından kurtulmaya çalışmaktadır.:

كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
Resim---“Ke meseli’ş- şeytâni iz kâle li’l- insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe RABBe’l- âlemin (âlemîne).: (Münafıkların size vaadleri), şeytânın (vaadlerinin) durumu gibidir. İnsana: “İnkâr et (kâfir ol).” demişti. Fakat, inkâr ettiği zaman: “Muhakkak ki ben senden uzağım, elbette ben, âlemlerin RABBİ ALLAH'tan korkarım.” dedi.” (Haşr 59/16)

Aslında ŞeytÂN dâima, vesveselerini dinleyen insanları kendi gibi rezil rüsva hale getirmektedir. Çünkü âyetlerde de belirtildiği üzere ŞeytÂN insanların apaçık düşmanıdır. O halde ŞeytÂN’ın ağına takılarak başarı elde etmeyi uman insanların şunu asla unutınamaları gerekir. Düşmanını kendisine dost olarak gören kimse kendisini büyük bir hezimete sürükler. çünkü düşmanı asla ona merhamet etmez. Nitekim ALLAH şöyle buyurmaktadır.:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Resim---“Yâ eyyuhen nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumu’l- hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrennekum billâhi’l- garûr (garûru).: Ey insanlar! Muhakkak ki ALLAH'ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. Aldatıcılar da sizi ALLAH ile (affına güvendirerek) aldatmasınlar.” (Fâtır 35/5)

إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ
Resim---“İnne’ş- şeytâne lekum aduvvun fettehızûhu aduvvâ (aduvven), innemâ yed’û hızbehu li yekûnû min ashâbis seîr (seîri).: Muhakkak ki şeytân, sizin düşmanınızdır. Öyleyse onu düşman edinin. O, kendi hizbini (taraftarlarını) sadece alevli ateş (cehennem) ehlinden olmaları için çağırır.” (Fâtır 35/6)

أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---“E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budû’ş- şeytân (şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn (mubinun).: Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytâna kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytân), size apaçık bir düşmandır.” (Yâsîn 36/60)

وَأَنْ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ
Resim---“Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm (mustekîmun).: Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sırat-ı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.” (Yâsîn 36/61)

وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنكُمْ جِبِلًّا كَثِيرًا أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ
Resim---“Ve lekad edalle minkum cibillen kesîrâ (kesîran), e fe lem tekûnû ta’kılûn (ta’kılûne).: Ve andolsun ki sizden birçoklarını dalâlette bıraktı. Hâlâ akıl etmez misiniz?” (Yâsîn 36/62)

هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
Resim---“Hâzihî cehennemulletî kuntum tûadûn (tûadûne).: Size vaadedilmiş olan cehennem (işte) budur.” (Yâsîn 36/63)

اصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ
Resim---“Islevhe’l- yevme bimâ kuntum tekfurun (tekfurûne).: İnkâr etmeniz sebebiyle bugün ona (cehenneme) yaslanın (girin).” (Yâsîn 36/64)

Kıyamet günü, ŞeytÂN’ın tâkibçileri ŞeytÂN’ın vaadinden geri dönüşüyle kendini aklama çabasına şâhid olacaklardır. O gün, ŞeytÂN’ın tâkibçileri yaptıklarına pişman olacaklar ancak bu pişmanlıkları onlara fayda vermeyecektir. ALLAH TeÂLÂ şöyle buyurmaktadır.:

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُواْ أَنفُسَكُم مَّا أَنَاْ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَآ أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---“Ve kâle’ş- şeytânu lemmâ kudıye’l- emru innallâhe veadekum va’de’l- hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm (elîmun).: ŞeytÂN, emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; ALLAH, size “hak olan vaadini” vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim. Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim. Muhakkak ki; zalimlere acı azâb vardır.” (İbrâhîm 14/22)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta İBLÎS ve ŞEYTÂN

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

BİR İNSANIN ŞEYTÂN OLMASI MÜMKÜN MÜDÜR?.:

Sözlüklerdeki târife bakıldığında ŞeytÂN (olan İblîs)’in fiillerini yapan ya da kendine görev edinen insanların da ŞeytÂN olarak isimlendirilebileceği görülmektedir. Zâten ŞeytÂN kelimesi özel bir isim değildir. Bu kelime (فيعال) vezninde mübalağa sîgasında bir kelimedir. Yani, Hak’tan (gerçekten) uzaklaşıp isyan eden cin veyâ insan herkes için kullanılmaktadır..

Hayatta yanlış tercihleri ve diğer etkenler yüzünden Şeytânlaşmış insanlar ALLAHu zü’L- CeLÂL’e başkaldırmamız yönündeki etkileri, cin olan ŞeytÂNlarla aynı seviyeye ulaşabiliyor. ALLAH TeÂLÂ şöyle buyurur.:


وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نِبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الإِنسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا وَلَوْ شَاء رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
Resim---“Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven şeyâtîne’l- insi ve’l- cinni, yûhî ba’duhum ilâ ba’dın zuhrufe’l- kavli gurûrâ (gurûran), ve lev şâe RABBuke mâ fealûhu fe zerhum ve mâ yefterûn (yefterûne).: Ve böylece peygamberlerin hepsine, insan ve cin ŞeytÂNları düşman kıldık. Onlar, birbirlerine aldatarak güzel (süslü) sözler vahyederler (fısıldarlar). Ve eğer RABB’in dileseydi, onu yapamazlardı. Artık onları ve iftira ettikleri şeyleri terket (bırak).” (En’âm 6/112)

وَلِتَصْغَى إِلَيْهِ أَفْئِدَةُ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُواْ مَا هُم مُّقْتَرِفُونَ
Resim---“Ve li tesgâ ileyhi ef’idetullezîne lâ yu’minûne bi’l- âhıreti ve li yerdavhu ve li yakterifû mâ hum mukterifûn (mukterifûne).: Ve ahirete inanmayanların gönülleri ona (onlara; insan ve cin şeytânlara) meyletsin ve ondan razı olsunlar. Ve onlar, kazandıkları şeyleri kazanmaya devam etsinler.” (En’âm 6/113)

Kur’ÂN-ı Kerim’deki “Şeytânları” (شياطينهم) lafzı, Ehl-i Kitap’tan münâfık olanların, insan ve cinlerden oluşan ŞeytÂNlarla derin bir ilişki ve dostluk kurduklarını bildirmektedir.:

وَإِذَا لَقُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ إِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُواْ إِنَّا مَعَكْمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُونَ
Resim---“Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ, ve izâ halev ilâ şeyâtînihim, kâlû innâ meakum, innemâ nahnu mustehziûn (mustehziûne).: İman edenlerle buluştukları zaman: “Biz îmân ettik.” dediler. ŞeytÂNlarıyla yalnız kaldıkları zaman.: “Muhakkak ki biz sizinle beraberiz. Biz (onlarla) sadece alay eden kimseleriz.” dediler.” (Bakara 2/14)

Kıyamet günü, ŞeytÂNlaşan insanlar da tıpkı cin olan ŞeytÂNlar gibi kendilerine uyanları terk edecektir. Ancak aşağıdaki âyetlerde de görüleceği üzere bunlar ALLAH’ın azâbını hep birlikte tadacaklardır.:

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
Resim---“Ve minen nâsi men yettehızu min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehum ke hubbillâh (hubbillâhi), vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh (lillâhi), ve lev yerâllezîne zalemû iz yeravne’l- azâbe, enne’l- kuvvete lillâhi cemîan, ve ennellâhe şedîdu’l- azâb (azâbi).: Ve insanlardan bir kısmı, ALLAH'tan başka “eş ve ortak (putlar)” edinenler, onları (eş ve ortak edindikleri şeyleri), ALLAH'ı sever gibi severler. (Oysa) âmenû olanların ALLAH'a olan sevgileri çok daha kuvvetlidir. Ve zulmedenler, azâb görecekleri (azaba uğrayacakları) zaman, bütün kuvvetin tamamen ALLAH'a ait olduğunu ve ALLAH'ın şiddetli azabı olduğunu keşke görselerdi (bilselerdi).” (Bakara 2/165)

إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُواْ مِنَ الَّذِينَ اتَّبَعُواْ وَرَأَوُاْ الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الأَسْبَابُ
Resim---“İz teberreellezînettubiû minellezînettebeû ve reavû’l- azâbe ve takattaat bihimu’l- esbâb(esbâbu).: O zaman tâbî olunanlar, (kendilerine) tâbî olanlardan berî oldular(uzaklaştılar) ve azabı gördüler. Ve (artık) onlarla (aralarındaki) bütün sebepler (bağlar) koparıldı.” (Bakara 2/166)

وَقَالَ الَّذِينَ اتَّبَعُواْ لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُواْ مِنَّا كَذَلِكَ يُرِيهِمُ اللّهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُم بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ
Resim---“Ve kâlellezînettebeû lev enne lenâ kerreten fe neteberree minhum kemâ teberreû minnâ kezâlike yurîhimullâhu a’mâlehum haserâtin aleyhim ve mâ hum bi hâricîne minen nâr(nâri).: Ve o (ALLAH'tan başkasına) tâbî olanlar dedi ki: “Keşke bizim için (dünyaya) bir kere daha dönüş olsaydı. O zaman bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşırdık.” Böylece ALLAH, onlara amellerinin hasara uğradığını (hüsrana düştüklerini) gösterecek. Ve onlar ateşten çıkacak da değiller.” (Bakara 2/167)

Bu dünyâda ŞeytÂNlaşan insanlara uyan bir kişi, kıyamet günü kendisini zayıf Yâ da mağlub olarak gösterecek bir delil bulamayacaktır. Nitekim ALLAH TeÂLÂ şöyle buyurur.:

وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Resim---“Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdikîn(sâdikîne).: Ve: "Eğer sadıklar (doğru söyleyenler) iseniz bu vaad (kıyâmet) ne zaman?" derler.” (Sebe’ 34/29)

قُل لَّكُم مِّيعَادُ يَوْمٍ لَّا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ
Resim---“Kul lekum mîâdu yevmin lâ teste’hirûne anhû sâaten ve lâ testakdimûn(testakdimûne).: De ki: "Sizin için (belirlenen) günün zamanından, bir saat (dahi) tehir ve takdim edemezsiniz (geciktiremezsiniz veya öne alamazsınız)." (Sebe’ 34/30)

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن نُّؤْمِنَ بِهَذَا الْقُرْآنِ وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِندَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ
Resim---“Ve kâlellezîne keferû len nû’mine bi hâze’l- kur’âni ve lâ billezî beyne yedeyh(yedeyhi), ve lev terâ iziz zâlimûne mevkûfûne inde rabbihim, yerciu ba’duhum ilâ ba’dıni’l- kavl(kavle), yekûlullezînestud’ifû lillezînestekberû lev lâ entum le kunnâ mûminîn(mûminîne).: Ve kâfirler: "Bu Kur'ân'a ve elleri arasındakine (İncil'e) asla inanmayız." dediler. Rab'lerinin huzurunda zalimleri tevkif edildikleri (tutuklandıkları) zaman görsen. Birbirlerine lâf atarlar. Zaafa uğratılanlar (hakir görülenler), kibirlenenlere: "Eğer siz olmasaydınız, biz muhakkak mü'minler olurduk." derler.” (Sebe’ 34/31)

قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا أَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدَى بَعْدَ إِذْ جَاءكُم بَلْ كُنتُم مُّجْرِمِينَ
Resim---“Kâlellezînestekberû lillezînestud’ifû e nahnu sadednâkum ani’l- hudâ ba’de iz câekum bel kuntum mucrimîn(mucrimîne).: Kibirlenenler, zaafa uğratılanlara: "Sizlere hidayet geldikten sonra, hidayetten sizleri biz mi engelledik? Hayır, siz (kendiniz) mücrimlerdiniz (suçlulardınız)." dedi(ler).” Sebe’ 34/32)

وَقَالَ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ إِذْ تَأْمُرُونَنَا أَن نَّكْفُرَ بِاللَّهِ وَنَجْعَلَ لَهُ أَندَادًا وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ وَجَعَلْنَا الْأَغْلَالَ فِي أَعْنَاقِ الَّذِينَ كَفَرُوا هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Resim---“Ve kâlellezînestud’ifû lillezînestekberû bel mekru’l- leyli ven nehâri iz te’murûnenâ en nekfure billâhi ve nec’ale lehû endâdâ(endâden), ve eserrûn nedâmete lemmâ raevû’l- azâb(azâbe), ve cealne’l- aglâle fî a’nâkıllezîne keferû, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).: Ve zaafa uğratılanlar (hakir görülenler), kibirlenenlere: "Hayır, (işiniz) gece ve gündüz hile idi. Bize ALLAH'ı inkâr etmemizi ve O'na putları eşler koşmamızı emrediyordunuz." dediler. Azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını saklarlar (için için pişman olurlar). İnkar edenlerin boyunlarına halkalar (zincirler) geçirdik. Onlar yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılırlar?” (Sebe’ 34/33)

ŞeytÂNlar ve onların tâkibçilerinin varacakları yer Cehennem ateşidir. Kim Cehennem ateşinden uzakta kalmak istiyorsa, bu dünyâda ŞeytÂNları kendisine düşman olarak görmelidir.:

وَيَقُولُ الْإِنسَانُ أَئِذَا مَا مِتُّ لَسَوْفَ أُخْرَجُ حَيًّا
Resim---“Ve yekûlu’l- insânu e izâ mâ mittu le sevfe uhracu hayyâ(hayyen).: Ve insan: “Ben, öldükten sonra mı diri (canlı) olarak mutlaka çıkarılacağım?” der.” (Meryem 19/66)

أَوَلَا يَذْكُرُ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْئًا
Resim---“E ve lâ yezkuru’l- insânu ennâ halaknâhu min kablu ve lem yeku şey’â(şey’en).: Ve insan, daha önce o bir şey değilken; Bizim, onu nasıl yarattığımızı düşünmez mi?” (Meryem 19/67)

فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاطِينَ ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِيًّا
Resim---“Fe ve rabbike le nahşurennehum ve’ş- şeyâtîne summe le nuhdırannehum havle cehenneme cisiyyâ(cisiyyen).: Rabbine andolsun ki, sonra da onları ve şeytânları, mutlaka haşredeceğiz (toplayacağız). Sonra onları, cehennemin etrafında diz üstü çökmüş olarak hazır kılacağız.” (Meryem 19/68)

ثُمَّ لَنَنزِعَنَّ مِن كُلِّ شِيعَةٍ أَيُّهُمْ أَشَدُّ عَلَى الرَّحْمَنِ عِتِيًّا
Resim---“Summe le nenzianne min kulli şîatin eyyuhum eşeddu aler rahmâni ıtiyyâ(ıtiyyen).: Sonra bütün gruplardan onların hangisi, Rahmân'a karşı daha çok asi (azgın) olduysa, onları mutlaka ayıracağız.” (Meryem 19/69)

ثُمَّ لَنَحْنُ أَعْلَمُ بِالَّذِينَ هُمْ أَوْلَى بِهَا صِلِيًّا
Resim---“Summe le nahnu a’lemu billezîne hum evlâ bihâ sıliyyâ(sıliyyen).: Sonra ona (cehenneme) maruz kalmayı en çok hakedenleri, elbette en iyi Biz biliriz.” (Meryem 19/70)

Resim ŞEYTÂN’ın HİLESİNE KARŞI MÜSLÜMAN’ın DURUŞU.:

Bir insan güçlü bir iradeyle ŞeytÂN’la mücâdeleye karar verirse ŞeytÂN’ın hilesi ona oldukça zayıf gelecektir. Nitekim ALLAH TeÂLÂ şöyle buyurmaktadır.:


الَّذِينَ آمَنُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُواْ أَوْلِيَاء الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا
Resim---“Ellezîne âmenû yukâtilûne fî sebîlillâh (sebîlillâhi), vellezîne keferû yukâtilûne fî sebîli’t- tâgûti fe kâtilû evliyâe’ş- şeytân (şeytâni), inne keyde’ş- şeytâni kâne daîfâ (daîfen).: ALLAH'ın yolunda savaşırlar ve kâfir olanlar ise tagut’un yolunda savaşırlar. O halde şeytânın dostlarıyla savaşın. MUHAKKAK Kİ ŞEYTÂNIN HİLESİ ZAYIFTIR.” (Nisâ 4/76)

ŞeytÂN’ın hilesinin ALLAH’ın hâlis kullarını yönlendirici bir etkisi olamaz. çünkü ALLAHu zü’L- CeLÂL şöyle buyurur.:

إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلاَّ مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ
Resim---“İnne ıbâdî leyse leke aleyhim sultânun illâ menittebeake mine’l- gâvîn (gâvîne).: Azgın olanlardan (iğvaya düşürdüklerinden) sana tâbî olan kimseler hariç, muhakkak ki; benim kullarım üzerinde senin bir sultanlığın (gücün) yoktur.” (Hicr 15/42)

وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ
Resim---“Ve inne cehenneme le mev’ıduhum ecmaîn(ecmeîne).: Ve onların hepsine vaadedilen yer, elbette, mutlaka cehennemdir.” (Hicr 15/43)

Eğer bir Müslüman ŞeytÂN’ın ağına düşerse hemen ALLAH’ı hatırlamalı ve günahından ötürü ALLAH’tan bağışlarınıa dilemelidir.:
Nitekim bir âyet şöyledir:


إِنَّ الَّذِينَ اتَّقَواْ إِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِّنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُواْ فَإِذَا هُم مُّبْصِرُونَ
Resim---“İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mine’ş- şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn (mubsırûne).: Muhakkak ki; takva sahibi kimseler şeytândan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah'ı) tezekkür ederler (ALLAH'la tezekkür ederler). İşte o zaman onlar, basar edenlerdir (kalb gözlerinin basar hassası ile görürler: Casiye-23).” (A’râf 7/201)

أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَن يَهْدِيهِ مِن بَعْدِ اللَّهِ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Resim---“E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).: Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve ALLAH, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda ALLAH'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?” (Câsiye 45/23)

وَإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ يَخُوضُونَ فِي آيَاتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّى يَخُوضُواْ فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ وَإِمَّا يُنسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلاَ تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرَى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Resim---“Ve izâ reeytellezîne yahûdûne fî âyâtinâ fe a’rıd anhum hattâ yahûdû fî hadîsin gayrih(gayrihî), ve immâ yunsiyenneke’ş- şeytânu fe lâ tak’ud ba’dez zikrâ mea’l- kavmiz zâlimîn(zâlimîne).: Âyetlerimiz hakkında (alaylı) konuşmaya dalanları gördüğün zaman, ondan başka bir söze geçinceye kadar artık onlardan yüz çevir. Ama şeytân sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğuyla beraber oturma.” (En’âm 6/68)

Bir Müslüman, dâima insan ve cin ŞeytÂNlarının vesveselerine karşı uyanık olmalıdır. çünkü onlar bir Müslüman’ın açık düşmanıdırlar. Bu sebebten ötürü Müslümanlar dâima ŞeytÂNlardan ALLAH’a sığınmalıdır.:

وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---“Ve immâ yenzeganneke mine’ş- şeytâni nezgun festeız billâh (billâhi), innehu huve’s- SEMÎU’l- ALÎM (alîmu).: Ama ŞeytÂNdan sana mutlaka vesvese gelecektir. O zaman ALLAH'a sığın. Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi bilendir.” (Fussılet 41/36)

Bunun benzeri bir sığınmada Kur’ÂN-ı Kerim okunurken ve ondan hüküm çıkarılırken de yapılmalıdır. Çünkü bu ALLAH’ın göz ardı edilemeyecek bir emridir.:

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Resim---“Fe izâ kare’te’l- Kur’ÂNe festeız billâhi mine’ş- şeytâni’r- racîm (racîmi).: Öyleyse Kur’ÂN-ı Kerim'i okuduğun zaman recmedilmiş (taşlanmış) ŞeytÂNdan hemen ALLAH'a sığın.” (Nahl 16/98)

إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---“İnnehu leyse lehu sultânun alellezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).: Çünkü onun, âmenû olanlar ve Rab'lerine tevekkül edenler üzerinde bir sultanlığı (yaptırım gücü) yoktur.” (Nahl 16/99)

إِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذِينَ هُم بِهِ مُشْرِكُونَ
Resim---“İnnemâ sultânuhu alellezîne yetevellevnehu vellezîne hum bihî müşrikûn(müşrikûne).: Onun (şeytânın) sultanlığı (yaptırım gücü) sadece ona (şeytâna) yönelenlerin ve onunla (şeytânla), (ALLAH'a ulaşmayı dilemedikleri için) ALLAH'a şirk koşanların üzerindedir (onları etkiler).” (Nahl 16/100)

Müslümanlar, ŞeytÂN’ın korkutınalarına boyun eğmemeli, aksine ALLAH TeÂLÂ’nın bu çağrısına icâbet etmelidirler.:

إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---“İnnemâ zâlikumu’ş- şeytânu yuhavvifu evliyâ’eh (evliyâ’ehu), fe lâ tehâfûhum ve hâfûni in kuntum mu’minîn (mu’minîne).: Fakat ŞeytÂN, böylece ancak kendi dostlarını (onu dost edinenleri) korkutur. Artık onlardan korkmayın ve eğer sizler mü'min iseniz, (sadece) Ben'den korkun.” (Âl-i İmrân 3/175)

Resim SONUÇ.:

ŞeytÂN kelimesi, mübalağa sîgasında ve (فيعال) vezninde bir kelimedir. Bu kelime, cin veyâ insan, Hak’tan (ALLAH/gerçek/doğru) uzaklaşan, başkaldıran ve savaşan herkes için kullanılır. Bu sebeble ömeğin İblîs, işlediği günahlar sebebiyle “ŞeytÂN” vasfını hak etmiştir.
ŞeytÂNlaşan insanlar, bize herhangi bir cin ŞeytÂN’ından daha çok te’sirli ve zarar verici olurlar. Çünkü biz bu insanlarla günlük hayatta görüşür ve konuşuruz. Hatta bazılarıyla yakın akraba konumunda olabiliriz. Bu sebeble dâima bu insanlara karşı uyanık ve dikkatli olmalıyız çünkü ŞeytÂNî Fikirler en yakınlarımızdan gelebilir. Bu sözlerin ışığında ALLAHu zü’L- CeLÂL’in aşağıdaki âyetteki uyarısını daha iyi anlayabiliriz.:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَّكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَإِن تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Yâ eyhuhellezîne âmenû inne min ezvâcikum ve evlâdikum aduvven lekum fahzerûhum, ve in ta’fû ve tasfehû ve tagfirû fe innALLÂHe GAFÛRun RAHÎM (rahîmun).: Ey iman edenler Muhakkak ki, sizin zevcelerinizden ve evlâtlarınızdan size düşman olanlar vardır. Artık onlardan sakının. Ve eğer onları affeder, kusurlarına bakmazsanız ve bağışlarsanız, o taktirde muhakkak ki ALLAH; GAFÛR'dur, RAHÎM'dir.” (Tegâbun 64/14)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in emir ve yasaklarının gerektirdiklerini yerine getiren insan, kendisini cin ve insan ŞeytÂNlarının etkisinden koruyabilir. Ancak sapıklığı tercih eden insanın, yaşamını ŞeytÂN’ın etkisi altında sürdüreceği de bu ÂLEMde KuLLuk İmtihÂNı gereği bir gerçektir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta İBLÎS ve ŞEYTÂN

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’de ALLAHu zü’L- CELÂL’e SIĞINMAk.: İSTİÂZE.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in İstiâze Duâsını okuduğuna dâir pek çok hadis nakledilmiştir.
Eûzü billahi mine'ş-ŞeytÂNi'r-racîm.: Kovulmuş ŞeytÂNdan ALLAH'a sığırınım” duâsı, bazı rivâyetlerde;
Eûzü billahi’s-semi’ı’l-aümi mineş-ŞeytÂNırracim.: Kovulmuş ŞeytÂNdan her şeyi işiten ve bilen ALLAH'a sığırınım" ilâvesiyle nakledilmiştir.

(Buhârî, Bed'ü'l-Halk, Edeb/76. Müslim, Birr/109, 110. Ebû Dâvud, Salât/18, 119, 120, 122; Tirmizî, Mevâkît/65, Sevâbu'l-Kur’ÂN/22. ed-Dârimî, Salât/33, Fadâilü'l-Kur’ÂN/22; Ahmed b. Hanbel, ÜI, 50, V, 26, 253).

Hadislerde bir kaç İstiâze Sözü olmakla beraber en çok bilinen ve en yayğın olan budur. İstiâze konusuna hadislerde de genişçe yer verilmiştir. Nesâî es-Sünen’inde istiâzeyle ilgili olarak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den mükerrerleriyle birlikte 111 hadis nakletmiş (Nesâî Sünen, İstiâze, 1-65), hadisler, senedleri ve mükerrer olanları hazfedilip diğer hadis kaynaklarından 27 hadis ilâve edilmek sûretiyle Hasan Abdülhamîd tA’râfından Tehzîbü Kitâbi’l-İstiâze (Kâhire 1989) ve Ukkâşe Abdülmennân et-Tîbî tA’râfından el-İstiâze keyfe ve ü-mâzâ ve mimme isteʿâze’r-Resûl (Kâhire 1413) adıyla yayımlarınııştır (diğer hadisler için bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ʿavz” md.).
Bu hadislerde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bütün kötü sıfatlardan, fayda vermeyen işlerden, ŞeytÂN’ın vesvesesinden, dünyâ ve âhirette insana eziyet veren şeylerden ALLAHu zü’L- CELÂL’e sığınmış, bu maksadla daha çok İhlâs, Felâk ve Nâs Sûrelerini okumuş, bunu ashâbına da tavsiye etmiştir..

Kıraat imamlarının ve fakihlerin çoğuna göre İstiâze Cümlesi.:
“Eûzü billâhi mine’ş-ŞeytÂNi’r-racîm”dir
(Müsned, VI, 394; Buhârî, “Bedʾü’l-halk”, 11, “Edeb”, 76; Müslim, “Birr”, 109-110; Kurtubî, I, 86-87).
Ancak.: “Eûzü billâhi’s-semîi’l-alîmi mine’ş-ŞeytÂNi’r-racîm” cümlesiyle de kıraate başlamak câiz görülmüş, özellikle sabah namazının ardından yapılan tilâvetlerde bu kıraat bazı İslâm Ülkelerinde gelenek halini almıştır. Bu geleneğin oluşmasında, sabah vakitlerinde Haşr Sûresinin son üç âyetini sözü edilen istiâze ile başlayarak okumanın fazileti hakkında rivâyet edilen hadisin etkili olduğu söylenebilir (Müsned, ÜI, 50; V, 26; Ebû Dâvûd, “Salât”, 123; Tirmizî, “Mevâkît”, 65, “Fezâʾilü’l-Kurʾân”, 22).

Kur’ÂN okuyacağın zaman kovulmuş ŞeytÂNdan ALLAH’a sığın!”.:


فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Resim---“Fe izâ kare’te’l- Kur’ÂNe festeız billâhi mine’ş- ŞeytÂNi’r- racîm (racîmi).: Öyleyse Kur’ÂN-ı Kerim'i okuduğun zaman recmedilmiş (taşlanmış) ŞeytÂNdan hemen ALLAH'a sığın.” (Nahl 16/98)

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّى أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ فَيَنسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Resim---“Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin ve lâ nebiyyin illâ izâ temennâ elkaş ŞeytÂNu fî umniyyetih(umniyyetihî), fe yensehullâhu mâ yulkış ŞeytÂNu summe yuhkimullâhu âyâtih(âyâtihî), vALLAHu alîmun hakîm(hakîmun).: (Ey Muhammed!) Senden önce gönderdiğimiz (hiç)bir resûl ve nebî yoktur ki; (bir şey) temenni ettiği (dilediği) zaman ŞeytÂN, onun temenni ettiği şeye, (yalan) ilka etmemiş (ulaştırmamış) olsun. Fakat Allah, ŞeytÂN’ın ilka ettiği şeyi nesheder (kaldırır, yok eder). Sonra Allah, âyetlerini muhkem kılar (sağlamlaştırır). Ve Allah, Alîm'dir, Hakîm'dir (ilim ve hikmet sahibidir). (Hacc 22/52)

Nahl 16/98 âyette geçen emirden vücûb hükmünü çıkaranlar varsa da, âlimlerin çoğunluğu bunun müstehâb olduğu ve Kur’ÂN okumaya başlamadan önce istiâze yapılmasının daha isâbetli olacağı görüşündedir. Okuma esnâsında meydana gelebilecek hatalardan ALLAHu zü’L- CELÂL’e sığınma arzusu da bunu gerektirmektedir. Namaz dışında Kur’ÂN okunurken dinleyici varsa istiâzenin âşikâre yapılması gerekir, zirâ bu husus kıraatin sesli olacağının ilân edilmesi anlamına gelir.
Namazda istiâze Hânefî ve Hanbelî Mezheblerine göre birinci rek‘atta, Şâfiîler’e göre her rek‘atta sünnettir. Mâlikîler ise bunu farz namazlarda mekruh görmekle birlikte nâfile namazlarda gizli okunmak kaydıyla sünnet kabul ederler. Cemâatle kılınan namazlarda imama uyan kişinin istiâzede bulunması gerekmez. çünkü istiâze namaz için değil Kur’ÂN okumak içindir. Şâfiî’nin, âşikâre okunan namazlarda istiâzenin sesli ve sessiz olarak iki şekilde yapılabileceğini söylemesine karşılık Ebû Hanîfe ve Ahmed b. Hanbel sessiz okunmasını tercih etmişlerdir..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in İstiâze Duâsını OKUduğuna dâir pek çok hadis nakledilmiştir.:
"Koğulmuş, taşlanmış ŞeytÂNdan ALLAH'a sığırınım" Duâsı,
Bâzı rivâyetlerde.: "... her şeyi İşiten ve Bilen ALLAH'a sığırınım" ilâvesiyle nakledilmiştir.
(bk. Buhârî, Bed'ü'l-Halk, Ü, Edeb, 76; Müslim, Birr, 109, 110; Ebû Dâvud, Salât, 18, 119, 120, 122; Tirmizî, Mevâkît, 65, Sevâbu'l-Kur’ÂN, 22; ed-Dârimî, Salât, 33, Fadâilü'l-Kur’ÂN, 22; Ahmed b. Hanbel, ÜI, 50, V, 26, 253)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in duâlarında, insana sıkıntı ve üzüntü verecek, onu zarara sokacak, dünyâ ve âhirette zillete düşürecek birçok konularda ALLAH'a sığındığını görmekteyiz.
O'nun cehennemden, cehennem ateşinden, kabir fitnesinden, her şeyin ve her canlının şerrinden, nefsinin şerrinden, yoksulluk ve borcun galebe çalmasından, tembellikten, küfürden, kötü ahlâk iş ve heveslerden; kederen ve çok yaşlılıktan; yanğın ve sel felâketinden ALLAH'a sığınması bunlar arasında sayılabilir..

(Geniş bilgi için bk. Buhârî, Deavât, 35-46, Et'ime, 28, Eşribe, 30; Bedü'l-Halk, II, Edeb, 76, Tefsiru Sûre, 6/2, Ezân, 149, Cihâd, 25, Fiten, 15, Rikâk, 52; Müslim, Fiten 4, 7, 10, Zikr, 47-52, 61, 62, 66, 73, 76, 96, Birr, 109, 110, Fadâilu's-Sahâbe, 140, Eymân, 36; Ebû Dâvud, Edeb, 98, 104, Salât, 18, 119, 120, 122, Tıbb, 19; Tirmizî, Tahâre, 4, Deavât, 15, 19, 67, 74, 76, 110; Nesâ;, istiâze, 7, 12, 17, 18, 25, 26, 33, 38, 60; Ahmed b. Hanbel, I, 247, Ü, 202, ÜI, 50, 427, V, 356, VI, 31, 10o, 139, 190; İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur’ÂNi'l-Azîm, Kâhire, ty., I, 27-29).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH'ım! Âczden, tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten sana sığınırım. Kezâ, kabir azâbından sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım." buyurdu.
(Enes radiyallahu anhu’dan; Buharî, Da’avât 38, 40, 42, Cihad 25; Müslim, Zikr 52, (2706); Tirmizî, Da’avât 71, (3480, 3481)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH'ım! Cüzzamdan, barastan (alâliktan), delilikten ve hastalıkların kötüsünden sana sığınırım." buyurdu.
(Enes radiyallahu anhu’dan; Ebu Davûd, Salât 367, (1554); Nesaî, İstiâze 36, (8, 271))

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH'ım, huşu’ duymaz bir kalbten sana sığınırım, dinlenmeyen bir duâdan sana sığınırım, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden, bu dört şeyden sana sığınırım!."buyurdu.
(Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, Da’avât 69, (3478); Nesaî, İstiâze 2, (8, 255))

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "BelÂN’ın ezmesinden, helâkin gelmesinden, kötü kazadan, düşmanların şamatasından ALLAH'a istiâze edin!." buyurdu.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Buharî, Kader 13, Da’avât 28; Müslim, Zikr 53, (2707); Nesaî, İstiâze 34, (8, 269, 270))

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH’ım!, şikâk ve nifâktan ve kötü ahlâktan sana sığınırım." buyurdu.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Ebu Davûd, Salât 367.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH’ım! Açlıktan sana sığınırım, çünkü o pek fenâ yatak arkadaşıdır. Hıyânetten de sana sığınırım, çünkü o ne kötü huydur." buyurdu.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Ebu Davûd, Salât 367, (1546); Nesaî, İstiâze 21, (8, 264))

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Mi’rac gecesi cinlerden bir ifrit gördüm. Elinde ateşten bir şûle olduğu halde beni tâkib ediyordu. Nazarımı her atışımda onu görüyordum. Cibril (aleyhisselâm) bana.: "İstersen sana bir duâ öğreteyim, onu okursan, şûlesi söner ve ağzının üstüne düşer!." dedi." "Pekalâ!" dedim. Cibril (aleyhisselâm) de.: "Şunu oku!" buyurdu: "ALLAH'ın kerim olan rızası için, eksiksiz, mükemmel kelimatullah hakkı için -ki hiç kimse muttâki olsun, fâcir olsun onu aşıp daha güzelini söyleyemez- (belâ olarak) semâdan inen, semâYâ yükselen, (ve cezâ gerektiren) şerlerden, yeryüzünde yarattığı şerden, yer(in altın)dan çıkan şerden, gece ve gündüz fitnelerinden, gece ve gündüz gelen musibetlerden ALLAH'a sığınırım. Ey RahmÂN, hayır getiren hadiseler hariç." buyurdu.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Muvatta, Şi'r 10, (2, 950, 951))

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Fâkirlik fitnesinin şerrinden ALLAH'a sığınırım.” buyurmuştur.
(Nesâî, İstiâze, 17)

Resim---Enes radıyALLAHu anh anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle istiâze ederdi.: "ALLAH'ım! Aczden, tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten sana sığınırım. Kezâ, kabir azâbından sana sığınırım. Hayâ ve ölüm fitınesinden sana sığınırım." buyurmuştur.
(Buharî, Daavat 38, 40, 42, Cihad 25; Müslim, Zikr 52, (2706); Tirmizî, Daavat 71, (3480, 3481); Ebu Davûd, Salât 367, (1540, 1541); Hurüf 1, (3972); Nesaî, İstiâze 6, (8, 257, 258))

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ey göklerle yerin ve büyük Arşı’n RABBi! Ey bizim ve herşeyin RABBi! Ey tâneyi, çekirdegi yaran, Tevrat'ı, İncil'i ve FurkÂN'ı indiren ALLAH'ım! Alnından tuttuğun her şeyin şerrinden sana sığınırım. Evvel Sensin, Senden evvel hiçbir şey yoktur. Âhir de Sensin, Senden sonra hiçbir şey yoktur. Zâhir şensin, Senin üstünde hiçbir şey yoktur. Bâtın da Sensin, Senden gayrı hiçbir şey yoktur. Bana borcumu ödeme imkanı ver ve beni ihtiyaçtan müstagni kıl!." buyurmuştur.
(Müslim, Zikir, 61, 62, 63; Müsned, 2/381, 404, 536; İbn Mâce, 15; Ebu Davûd, Edeb 96; Tirmizî, 19, Da’avât, 68.)


Resim
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

KUL İHVÂNİm..
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön