MuhaMMedî Teknik Tasavvufda TEFEKKÜR
Gönderilme zamanı: 29 Kas 2020, 12:32
Ya HAYy celle celâlihu..
TEFEKKÜR..
اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ
الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ
عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
---“İkra’bismi RABBikellezî halak (halaka). Halaka'l- insâne min alak (alakın). İkra’ ve RABBuke’l- Ekrem (ekremu). Ellezî alleme bi’l- kalem (kalemi). Alleme’l- insâne mâ lem ya’lem. : Yaratan RABB'in adıyla OKU! İnsanı bir alaktan (embriyodan) yarattı. OKU ve senin RABB'in, sonsuz Kerem Sâhibidir. Ki O, kalem ile öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” (Alak, 96/1-5)
Daha ilk âyetlerde vahyin dili, Tefekkür ve Düşünceye, kaleme, okumaya, ilme, öğretim ve eğitime bağlanmıştır..
إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
---"İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).: Biz EMÂNETi göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o (insan) çok zâlim ve çok câhildir!..." (Ahzâb 33/72)
Nedir bu emÂNet?..
NEyle BİLeceğiz, BULacağiz, OLacağız da YAŞAyacağız?.
Yaratan ve her Şey AKIL varsa vardır…
Eşya – Olay – Zaman – Zann hepsi AKILdadır…
Akıl Nur-u MiM midir?.
ASLın AYNası AKIL ise..
AKLın ASLı NuruLLah mıdır?
Ancak NakLe bağlı AKIL...
Kim, KİM'e bağlı?
BEN deki ucu EsfeLin'e..
RABBülâlemin UCu ise İLLiyîn…
Aradaki Bağ NEdir?.
Habli'l- Verîd NEdir?..
BİZ BİR-İZ NEdir?.
NaHNu SıRRı NEdir?..
Tefekkür.: Aklın bir noktaya yoğunlaşması..
Düşünceleri belli bir noktaya toplama gayreti..
O’na boyun eğerek TeSLiMîyet..
Eşyanın Nâhiyeti konusundaki çaba..
Kuluçkaya yatmak..
Zihin yormak..
Kafa gözüyle (basar) yaratılana, esere, resme yani kullî şeye bakıp,
Kalb gözüyle (basîret) Yaratanı, Ustayı, Ressamı görerek dosdoğru düşünme melekesidir.
Yürüdüğünde O’nun yolunda, O’nunla, O’nu düşünerek yürümek..
Tevhid Meydanı'nda düşünerek oturmak..
Geçmişi ve geleceği CEM' ederek; Şimdi, Şu ÂNda Şe’ÂNuLLAHta MuhaMMedî Teknik Tasavvuf Tevhid TEK-BİRi'dir..
BİLdiği NOKTAda BULuş, BULduğu NOKTAda OLuş, Olduğu NOKTAda YAŞAyış Teferrücü/ferahlağı-iç açıklığıdır..
Har Yer, Her ZamÂN, Her HÂLde, Her Nefeste =>HALK içinde HAKK’La Nefes Nefes, ÂNbeÂN OLuş HÂLvetidir..
Son-UÇ da;
Bir damlanın deryâya düşmesi gibi kendinden "FeNâ" OLur,
RABBısı'na "BeKâ" BULup =>ALLAH'ta FâNi OLur,
“Mutlak Hakîkat ALLAH’dır.” Sükûtuna ERer..
ALLAH’ın bir SIRRı olan MuhaMMedi Teknik Tasavvuf TeFeKKüRü;
İnsanın iç âleminde bir sır deryasıdır...
Aslında öğretilmez, öğrenilmez, târif edilmez..
Sadece aklın çeldiricileriyle ve aklen kandıranlarıyla dalâlete düşmemesi için, aklı hasbî habibi hizmet ile naklen İNANDIRmAk işidir..
Nakilsiz materyalizm değil,
Felsefe işi hiç değildir..
ŞeytÂNı'nı =>MüslümÂN etmek için =>Vaktini, Aktini, Zamanını/ÂNını/ NeFeSini, NEFSini ve RABBini TANImak =>Ancak N/AkLen D/UYuş TeFeKKüRüyle mümkündür..
---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat ALLAHu TeâÂL bana yardım etti ve şeytanım müslümÂN oldu, bana yalnız iyiliği emreder!" buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan; Müslim)
İKİLİK = ŞEY-t-ÂN-Lık kalkarsa..
---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsini BİLen/Tanıyan RABBisini BİLir/Tanır.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)
Tahkik Tevhid Güneşi doğar İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..
Kul İhvÂNi der ki;
MuhaMMedî Tasavvufta DÜŞÜNce DURULuğu =>CeNNet iken,
DÜŞÜNce DURGUNLuğu =>CeheNNemdir..
Onun için insÂNoğlu Düşünce Durumuna göre;
ya =>“ESFELîN” buyurulan Şeytândan da aşağı DEREKE/Aşağı Mertebeye DÜŞer,
veya =>“İLLÎYyîn”buyurulan Melekten de üstün DERECE/Yukarı Mertebeye YÜKSELir..
DÜŞÜNcesi DuRu insÂN =>İLETken ve ÜRETkendir,
DÜŞÜNcesi BULaNık insÂN =>YALITkan ve KISIRdır..
İnsÂNoğlu kendisine tanınan TERCİH ETme ve CÜZ’İ İRADE İmkÂNıyLa İmtihÂN OLurken AKLInı KULLANmaktadır.
ASLInda Pâk/NûR OLan AKIL SüNNetuLLAH gereği bu ÂLEMde =>KİRLenir, KARIŞır ve Arapsaçına Döner.
MuhaMMedî Tasavvuf dediğimiz İsLâh ve İfLâh İstasyonlarında =>ARINır, DURUNur, NURLANır ve KEMÂLât BULup, SINIRLı ve SORUMLu MesûLîYyetini =>İLİM, İRADE ve İDRAK EDER de İŞTİRAKLE NEFSin YAŞAyışına SOKar..
Ortada OLan Tek ve Gözüken ENGELi ise =>Dünyâ Hayatı ve Diğer ÇELdiriciLerdir ki.:
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Hubbü’d dünyâ re’sü küllî hatieti ve hubbüke’ş-şey’e yu’mi ve yusimmü.: Dünyâ sevgisi bütün hataların başıdır. Bir şeye olan sevgin seni kör ve sağır yapar.” buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anhu den; Kütibi Sitte,Rezîn İlâvesi; Beyhâkî, Şû’abü’l-İmân; Hadisin ikinci yarısı Ebu Dâvud, Edeb 125-5150 de tahric edilmiştir.)
Tefekkür hakkında HAKk DOStu Münir DERMAN kaddesallahu sırrahu;
Her hangi birşey karşısında : Aklın anlayıp evet dediği zaman o şeyi idrak edilmiştir.
Bu idrak edilen şeyi muhafaza eden teyp şeridi hafızadır..
İdrak.: Aklın kabul ettiği ve kendisinin deposu olan hafıza çekmecesine koyduğu ne varsa onların anlaşılmasıdır.
Şûur.: İdrak edilecek hafızada saklanan bilgileri icâbında ortaya çıkararak, onu aklın kabul edeceği veya etmeyeceği varıp da ona göre “hareket etmek” demek de hafızasında olan şeylerin artık malı olduğunu âcillendirdiği de "ŞÛUR"dur.
Bütün bu malzeme ile herhangi bir şeye ve hadiseyi kabul etmek için çalışmağa "TeFeKKüR" denir.
TeFeKKüRün kabul edilerek kendi bilgileri hududu içinde ortaya koymak işine de “DüŞüNCe” denir.
Bütün bunların hepsine “ZiHiN” denir.
Bu işi çabuk yapmak hünerine de “İZ'ÂN” ismi verilir.
Bütün bu anlatılanları normal bir hamlede başarabilen komplekse de "ZeKâ" ismi verilir..
KeLâMuLLAH ve RaSûLuLLAH =>İkİ Kesin Kaynak..
Kur'ÂN-ı Kerîm => EsfeLinden => İLLiyyîne Geçiş TeFeKKüRüne Çağırmaktadır..
لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
---“Lev enzelnâ hâzâ’l- kur’âne alâ cebelin le raeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh (haşyetillâhi), ve tilke’l- emsâlu nadribuhâ lin nâsi leallehum yetefekkerûn (yetefekkerûne): Eğer Biz, bu Kur’ÂN’ı, dağa indirseydik, O’nu mutlaka, ALLAH’ın korkusundan huşû’ ile boynunu bükmüş, parça parça olmuş görürdün. Ve insanlar için bu misâlleri veriyoruz. Umulur ki, böylece onlar TEFEKKÜR ederler.” (Hicr 59/21)
Niyâzî-i MıSRî kaddesallahu sırrahu BaBamızın DEyimiyLe;
“Bir göz ki, nazarında ibret olmasa anın,
Başının üzerinde düşmanıdır insanın.. ”
Yani; TeFeKKüR =>İbret nazarı melekesidir..
وَهُوَ الَّذِي مَدَّ الأَرْضَ وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْهَارًا وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فِيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
---“Ve huvellezî medde’l- arda ve ceale fîhâ ravâsiye ve enhârâ (enhâren), ve min kulli’s- semerâti ceale fîhâ zevceynisneyni yugşi’l- leyle’n- nehâr (nehâre), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne): Yeryüzünü uzatıp, yayan O'dur. Orada dağlar ve nehirler kıldı (yarattı, oluşturdu). Orada bütün ürünlerden ikili çiftler (zıt cinsli eşler) yarattı (oluşturdu). Geceyi, gündüze örter. Muhakkak ki; bunda TeFeKKüR eden kavim için elbette âyetler (deliller) vardır.” (Ra'd 13/3)
وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
---“Ve sahhara lekum mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne): Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre âmâde) kıldı. Muhakkak ki bunda, TeFeKKüR eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.” (Câsiye 45/13)
TeFeKKüRün Zıddı =>Fikirsizlik ve Düşüncesizlik demektir..
Ya açar Nazm-ı celîl'in, bakarız yaprağına,
Yahud üfler, geçeriz bir ölünün toprağına..
İnmemiş hele Kur'ÂN bunu hakkıyla bilin,
Ne mezârlıkta okunmak, ne de fal bakmak için..
(Mehmed Âkif Ersoy kaddesallahu sırrahu, Safehât, İstanbul 1989)
الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
---“Ellezîne yezkurûnALLÂHe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), RABBenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan), SUBHÂNeke fekınâ azâbe’n- nâr (nârı).: Onlar (ulû’l- elbab, lüblerin, ALLAH'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) ALLAH'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey RABBimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen SUBHÂN'sın, artık bizi ateşin azabından koru!.” (Âl-i İmrân 3/191)
---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: “ALLAH’ın mahlûkatını TeFeKKüR edin. ZâTı'nı TeFeKKüR etmeyin!.” buyurdu.
(Cami-üs- Sağir)
---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: “Bir saatlik TeFeKKüR 60 senelik ibâdetten daha hayırlıdır.” buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfu’l-Hâfâ I-370)
---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: “Bir saatlik TeFeKKüR bin yıllık ibâdetten efdaldir.” buyurmuştur.
(Deylemî, Müsned, 2/46)
ZeRRe-KüRRenin “Yusebbihu”,
YEnidEN YARAtıŞş İLaHî TeceLLîsini =>TeFeKKüR =>ZiKRuLLAHı BİLdirir..
MuhaMMedî ZiKiRLe =>İLaHî TeceLLîyi TeFeKKüR =>FiKRuLLAHı BULdurur..
MuhaMMedî FiKİRLe =>İLaHî TeceLLîyi TeFeKKüR =>ŞüKRüLLAHta OLdurur..
MuhaMMedî ŞüKÜRLe =>İLaHî TeceLLîyi TeFeKKüR=>SaBRuLLAHı ÂNda YAŞAtır..
MuhaMMedî SaBıRLa =>İLaHî TeceLLîyi TeFeKKüR=>SeLÂMETuLLAHta GANî KILar..
İnsanoğlu İLÂHÎ DENGE-DÜZEN içinde başıboş bırakılmış değildir..
وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
---“Ve sahhare lekum mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı cemîan minh (minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (kendi katından bir lütuf olarak) size musahhar (emre âmade) kıldı. Muhakkak ki bunda, TeFeKKüR eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.” (Câsiye 45/13)
Hiçbir şey boşa yaratılmamıştır.
Her ŞEYy =>Her ÂN =>ŞE’ÂNULLAHta bir DÜZEN İÇİnde ve DENGE Temeline oturtularak devamlı yeniden yaratılmakta/yenilenmektedir..
وَهُوَ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا أَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالًا سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَأَنْزَلْنَا بِهِ الْمَاءَ فَأَخْرَجْنَا بِهِ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ ۚ كَذَٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتَىٰ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
---''Ve huvellezî yursilur riyâha buşren beyne yedey rahmetih(rahmetihi), hattâ izâ ekallet sehâben sikâle suknâhu li beledin meyyitin fe enzelnâ bihil mâe fe ahrecnâ bihîmin kullissemerât(semerâti), kezâlikenuhricul mevtâ leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).“Rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgarları gönderen O’dur. O rüzgarlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir memlekete gönderir, sonra onunla yağmur yağdırır ve onunla her çeşit ürünü yetiştiririz. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltiriz. Gerekir ki düşünür, ibret alırsınız.” (Araf 7/57)
Meteorolojinin Temel Hakikatlerinden rüzgar ve yağmurun oluşumuna dair işâretler veren bu âyet-i celîleyi sahih bir tefekkürden sonra.: “Bu işlerin arkasında bir sanatkâr olmak zorunda.” gibi bir düşüncemiz olacaktır..
Bir bilim insanı, resme, tuvâle, boyalara, renk ve çizgilere ve fırçaya bakıyor ve onların düzenini keşfediyor..
Kur'ÂN ise tüm bunları kabul ediyor, fakat fırçanın arkasında Bir Sanatkârın eli olduğunu söylüyor. Ressamı keşfedince de insanın ve hayatın manası bambaşka bir hale geliyor.
Çağdaş bilim için bir tesadüfün ürünü olan sefil insan, Kur'ÂN’ın bakışında gökleri ve yeri yaratan Sanatkârın en kıymetli muhatabı haline geliyor. Ve hayatın hazları ve acıları bu karşılaşma anında mânâ buluyor.
Zirâ insan kendisini bekleyen sonsuz bir hayat olduğunu anlıyor..
“Atlas okyanusundan hareket edip de Eskişehir’e yere düşen yağmurun mâcerası nasıldır?.” diye bir meteorolog'a soralım.:
Muhtemelen size meteoroloji ders kitabında geçen ve ressama hiç değinmeden resimdeki bütün fırça darbelerini gösterecektir ve.: “Okyanustan yükselen molekülün nasıl zararlı moleküllerden ayrıştığını, havaya yükselen bu su molekülünün nasıl rüzgarla taşındığını, yeryüzünü yok edebilecek bu rüzgarların nasıl kuvvetlerin tesiri altında ehilleştiğini, yağmur yağacağı zaman gökyüzündeki moleküllerin nasıl ince hesaplar altında damla olacak şekilde bir araya getirildiğini, damlanın havada buharlaşmaması yada yaşamı yok etmemesi için nasıl ince dengeler ve sıcaklık ayarlarıyla yeryüzünü döküldüğünü” anlatacaktır..
Bundan sonra yapmanız gereken tek şey; fırçanın arkasındaki ReSSaM'ı, onun yağmuru kendine hizmetkar ettiği insana verdiği değeri ve onun insandan ne istediğini tefekkür etmektir..
Bu tefekkür içinizi mutluluk ve HaLiFeTuLLAH Hissi'yle dolduracaktır..
Doğada bir madde başka bir hale dönüşürken hacmi büyür.
Bir damla su, buhar olurken hacmi artarak buhar olur.
Hacmi artan bu koskoca bulut, yağmura/rahmete dönüşürken yine hacmi artar..
Yani bir damla su buhar olup, gökte buluta dönüşüp tekrar rahmet olarak inerken katbekat damla olarak iner..
Kar ise daha berekettir..
Eğer aynı bulut kar olarak inip, suya dönüşürse daha da artacaktır..
Bir damla su =>bir kaya kovuğuna girse, buhar olsa kayayı çatlatır. Bir gemiyi yürütür....
Bir damla su =>buhar yani hava olarak otomobil lastiği içine girerse tonlarca yükü taşıyacak kuvvet ve kudret ortaya çıkar...
Buhar, öylesine gizlidir ki havada..
Halk içinde gösterişsiz MuhaMMedî ÂRİFLer gibi..
ZiKiR =>ESERi ve RESMi BİLmek İLMidir =>GÖRmektir..
FiKiR ise =>ESERin USTAsını ve RESMin RESSAMı'nı BULmak İRADEsidir =>DUYmaktır..
KULun/KİŞİnin Kendi Gayretkeşliği iLe =>Şeriat-ı MuhaMMedîyye'nin ŞUÛRunu BİLmek =>ZiKRin->ZiKRi,
KâMiL HİMMetiyLe =>Tarikat-ı MuhaMMedîyyenin NÛRu'nu BULmak =>ZiKRin->FiKRi,
RASÛLuLLAH Şefaat Şifâsıyla =>Mârifet-ı MuhaMMedîyye'nin SÜRÛRu'nda OLmak =>FiKRin->ŞÜKRü
ALLAHu TeÂLÂ İnayeti-Hidâyeti-SeLâmetiyle =>Hakikat-ı MuhaMMedîyye'nin =>O-NURu'nu YAŞAmak =>ŞÜKRün SABRı =>KULLuk KEMÂLidir..
İnd-i İlahîde DUYmak, GÖRmekten daha efdaldir..
Kur'ÂN-ı Kerîmde de duymak daima görmekten öncedir..
“es Semiu’l- Basîr” buyuruyor Cenâb-ı ALLAH..
“Ben evvelâ Semi’yim DUYarım!” buyuruyor. “Sonra da GÖRürüm!” buyuruyor..
“Semi’nâ ve eta’nâ! : Duyduk ve UYduk!” geçiyor.. (Bakara 2/285)
Bunun için Peygamberler arasında da, görmeyenler vardır fakat sağırlar yoktur..
Görmede ışığa ihtiyaç vardır ve tek taraflıdır..
İşitmede ise ışığa ihtiyaç yoktur ve her taraftan duyarız..
Dünya kendi ekseni etrafında yapmış olduğu dönüş işlemini, Batı Yönünden Doğu Yönüne olmak üzere 24 saatlik bir zaman diliminde tamamlar..
Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki dönüş hızı saatte 1670 km. dir.
Bu dönme işlemi sırasında aynı zamanda güneşin etrafında da dönüş işlemini gerçekleştiren Dünya 108.000 km/saat hızla güneşin etrafında döner..
Bu hız dünya güneşe yaklaştığı zaman daha da artar..
Dünya o kadar hızlı dönüyor ki, idrak hududumuza giremiyor..
Güneşi yürür görürüz ancak o sabittir, biz dönüyoruz..
Elektrik saniyede 60 defa yanıp söner ancak biz onu devamlı görürürüz..
O halde bir şey var olur, yok olur ve tekrar var olur..
Ancak ALLAH celle calelihu El-Kadîr’dir ve bu halk oluş yenidir, asla tekrar değildir..
Bu KÛN fe-yeKÛN o kadar hızlıdır ki, o ÂN ->bizim göz hududumuza giremez..
O halde; en doğru idrak görme ile değil, ÖZünü görme iledir..
ÖZden GÖRmek ->MuhaMMedî Müslim,
ÖZden DUYmak =>MuhaMMedî Mü’min yapar..
ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
RasûLike ve
Nebîyyi'L- ÜMMîyyi ve alâ âlihi, EHL-i BeYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...
Yâ RABBenâ celle celâlihu!.
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in =>ŞEFÂat ŞİFâsıyLa,
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in =>İLME’L- YAKÎN EDEB-İLMiyLe,
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in =>AYNE’L- YAKÎN İDRAk-İRFÂNıyLa,
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in =>HAKku’L- YAKÎN İHSÂN-ERKÂNıyLa,
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in =>BİZ BİR-İZ=>NAHNU ŞEHÂDet ŞEREFiyLe=>BİZ’ide ŞEREFLendir!.
MuhaMMedî ŞEFÂAt ŞİFÂsıyLa İNŞÂe ALLAHu BERRü’r-RAHÎMmm!.
bî-RAHMetike yâ Erhame'r- RAHÎMiyn!
bî-RAHMetike yâ eEhame'r- RAHÎMiyn!
bî-RAHMetike yâ Erhame'r- RAHÎMiyn!.
İrhamNÂ yâ RABBBeNâ ceLLe ceLÂLihuu!..
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu!.
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
ANKA
TEFEKKÜR..
اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ
الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ
عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
---“İkra’bismi RABBikellezî halak (halaka). Halaka'l- insâne min alak (alakın). İkra’ ve RABBuke’l- Ekrem (ekremu). Ellezî alleme bi’l- kalem (kalemi). Alleme’l- insâne mâ lem ya’lem. : Yaratan RABB'in adıyla OKU! İnsanı bir alaktan (embriyodan) yarattı. OKU ve senin RABB'in, sonsuz Kerem Sâhibidir. Ki O, kalem ile öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” (Alak, 96/1-5)
Daha ilk âyetlerde vahyin dili, Tefekkür ve Düşünceye, kaleme, okumaya, ilme, öğretim ve eğitime bağlanmıştır..
إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
---"İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).: Biz EMÂNETi göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o (insan) çok zâlim ve çok câhildir!..." (Ahzâb 33/72)
Nedir bu emÂNet?..
NEyle BİLeceğiz, BULacağiz, OLacağız da YAŞAyacağız?.
Yaratan ve her Şey AKIL varsa vardır…
Eşya – Olay – Zaman – Zann hepsi AKILdadır…
Akıl Nur-u MiM midir?.
ASLın AYNası AKIL ise..
AKLın ASLı NuruLLah mıdır?
Ancak NakLe bağlı AKIL...
Kim, KİM'e bağlı?
BEN deki ucu EsfeLin'e..
RABBülâlemin UCu ise İLLiyîn…
Aradaki Bağ NEdir?.
Habli'l- Verîd NEdir?..
BİZ BİR-İZ NEdir?.
NaHNu SıRRı NEdir?..
Tefekkür.: Aklın bir noktaya yoğunlaşması..
Düşünceleri belli bir noktaya toplama gayreti..
O’na boyun eğerek TeSLiMîyet..
Eşyanın Nâhiyeti konusundaki çaba..
Kuluçkaya yatmak..
Zihin yormak..
Kafa gözüyle (basar) yaratılana, esere, resme yani kullî şeye bakıp,
Kalb gözüyle (basîret) Yaratanı, Ustayı, Ressamı görerek dosdoğru düşünme melekesidir.
Yürüdüğünde O’nun yolunda, O’nunla, O’nu düşünerek yürümek..
Tevhid Meydanı'nda düşünerek oturmak..
Geçmişi ve geleceği CEM' ederek; Şimdi, Şu ÂNda Şe’ÂNuLLAHta MuhaMMedî Teknik Tasavvuf Tevhid TEK-BİRi'dir..
BİLdiği NOKTAda BULuş, BULduğu NOKTAda OLuş, Olduğu NOKTAda YAŞAyış Teferrücü/ferahlağı-iç açıklığıdır..
Har Yer, Her ZamÂN, Her HÂLde, Her Nefeste =>HALK içinde HAKK’La Nefes Nefes, ÂNbeÂN OLuş HÂLvetidir..
Son-UÇ da;
Bir damlanın deryâya düşmesi gibi kendinden "FeNâ" OLur,
RABBısı'na "BeKâ" BULup =>ALLAH'ta FâNi OLur,
“Mutlak Hakîkat ALLAH’dır.” Sükûtuna ERer..
ALLAH’ın bir SIRRı olan MuhaMMedi Teknik Tasavvuf TeFeKKüRü;
İnsanın iç âleminde bir sır deryasıdır...
Aslında öğretilmez, öğrenilmez, târif edilmez..
Sadece aklın çeldiricileriyle ve aklen kandıranlarıyla dalâlete düşmemesi için, aklı hasbî habibi hizmet ile naklen İNANDIRmAk işidir..
Nakilsiz materyalizm değil,
Felsefe işi hiç değildir..
ŞeytÂNı'nı =>MüslümÂN etmek için =>Vaktini, Aktini, Zamanını/ÂNını/ NeFeSini, NEFSini ve RABBini TANImak =>Ancak N/AkLen D/UYuş TeFeKKüRüyle mümkündür..
---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat ALLAHu TeâÂL bana yardım etti ve şeytanım müslümÂN oldu, bana yalnız iyiliği emreder!" buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan; Müslim)
İKİLİK = ŞEY-t-ÂN-Lık kalkarsa..
---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsini BİLen/Tanıyan RABBisini BİLir/Tanır.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)
Tahkik Tevhid Güneşi doğar İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..
Kul İhvÂNi der ki;
MuhaMMedî Tasavvufta DÜŞÜNce DURULuğu =>CeNNet iken,
DÜŞÜNce DURGUNLuğu =>CeheNNemdir..
Onun için insÂNoğlu Düşünce Durumuna göre;
ya =>“ESFELîN” buyurulan Şeytândan da aşağı DEREKE/Aşağı Mertebeye DÜŞer,
veya =>“İLLÎYyîn”buyurulan Melekten de üstün DERECE/Yukarı Mertebeye YÜKSELir..
DÜŞÜNcesi DuRu insÂN =>İLETken ve ÜRETkendir,
DÜŞÜNcesi BULaNık insÂN =>YALITkan ve KISIRdır..
İnsÂNoğlu kendisine tanınan TERCİH ETme ve CÜZ’İ İRADE İmkÂNıyLa İmtihÂN OLurken AKLInı KULLANmaktadır.
ASLInda Pâk/NûR OLan AKIL SüNNetuLLAH gereği bu ÂLEMde =>KİRLenir, KARIŞır ve Arapsaçına Döner.
MuhaMMedî Tasavvuf dediğimiz İsLâh ve İfLâh İstasyonlarında =>ARINır, DURUNur, NURLANır ve KEMÂLât BULup, SINIRLı ve SORUMLu MesûLîYyetini =>İLİM, İRADE ve İDRAK EDER de İŞTİRAKLE NEFSin YAŞAyışına SOKar..
Ortada OLan Tek ve Gözüken ENGELi ise =>Dünyâ Hayatı ve Diğer ÇELdiriciLerdir ki.:
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Hubbü’d dünyâ re’sü küllî hatieti ve hubbüke’ş-şey’e yu’mi ve yusimmü.: Dünyâ sevgisi bütün hataların başıdır. Bir şeye olan sevgin seni kör ve sağır yapar.” buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anhu den; Kütibi Sitte,Rezîn İlâvesi; Beyhâkî, Şû’abü’l-İmân; Hadisin ikinci yarısı Ebu Dâvud, Edeb 125-5150 de tahric edilmiştir.)
Tefekkür hakkında HAKk DOStu Münir DERMAN kaddesallahu sırrahu;
Her hangi birşey karşısında : Aklın anlayıp evet dediği zaman o şeyi idrak edilmiştir.
Bu idrak edilen şeyi muhafaza eden teyp şeridi hafızadır..
İdrak.: Aklın kabul ettiği ve kendisinin deposu olan hafıza çekmecesine koyduğu ne varsa onların anlaşılmasıdır.
Şûur.: İdrak edilecek hafızada saklanan bilgileri icâbında ortaya çıkararak, onu aklın kabul edeceği veya etmeyeceği varıp da ona göre “hareket etmek” demek de hafızasında olan şeylerin artık malı olduğunu âcillendirdiği de "ŞÛUR"dur.
Bütün bu malzeme ile herhangi bir şeye ve hadiseyi kabul etmek için çalışmağa "TeFeKKüR" denir.
TeFeKKüRün kabul edilerek kendi bilgileri hududu içinde ortaya koymak işine de “DüŞüNCe” denir.
Bütün bunların hepsine “ZiHiN” denir.
Bu işi çabuk yapmak hünerine de “İZ'ÂN” ismi verilir.
Bütün bu anlatılanları normal bir hamlede başarabilen komplekse de "ZeKâ" ismi verilir..
KeLâMuLLAH ve RaSûLuLLAH =>İkİ Kesin Kaynak..
Kur'ÂN-ı Kerîm => EsfeLinden => İLLiyyîne Geçiş TeFeKKüRüne Çağırmaktadır..
لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
---“Lev enzelnâ hâzâ’l- kur’âne alâ cebelin le raeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh (haşyetillâhi), ve tilke’l- emsâlu nadribuhâ lin nâsi leallehum yetefekkerûn (yetefekkerûne): Eğer Biz, bu Kur’ÂN’ı, dağa indirseydik, O’nu mutlaka, ALLAH’ın korkusundan huşû’ ile boynunu bükmüş, parça parça olmuş görürdün. Ve insanlar için bu misâlleri veriyoruz. Umulur ki, böylece onlar TEFEKKÜR ederler.” (Hicr 59/21)
Niyâzî-i MıSRî kaddesallahu sırrahu BaBamızın DEyimiyLe;
“Bir göz ki, nazarında ibret olmasa anın,
Başının üzerinde düşmanıdır insanın.. ”
Yani; TeFeKKüR =>İbret nazarı melekesidir..
وَهُوَ الَّذِي مَدَّ الأَرْضَ وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْهَارًا وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فِيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
---“Ve huvellezî medde’l- arda ve ceale fîhâ ravâsiye ve enhârâ (enhâren), ve min kulli’s- semerâti ceale fîhâ zevceynisneyni yugşi’l- leyle’n- nehâr (nehâre), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne): Yeryüzünü uzatıp, yayan O'dur. Orada dağlar ve nehirler kıldı (yarattı, oluşturdu). Orada bütün ürünlerden ikili çiftler (zıt cinsli eşler) yarattı (oluşturdu). Geceyi, gündüze örter. Muhakkak ki; bunda TeFeKKüR eden kavim için elbette âyetler (deliller) vardır.” (Ra'd 13/3)
وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
---“Ve sahhara lekum mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne): Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre âmâde) kıldı. Muhakkak ki bunda, TeFeKKüR eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.” (Câsiye 45/13)
TeFeKKüRün Zıddı =>Fikirsizlik ve Düşüncesizlik demektir..
Ya açar Nazm-ı celîl'in, bakarız yaprağına,
Yahud üfler, geçeriz bir ölünün toprağına..
İnmemiş hele Kur'ÂN bunu hakkıyla bilin,
Ne mezârlıkta okunmak, ne de fal bakmak için..
(Mehmed Âkif Ersoy kaddesallahu sırrahu, Safehât, İstanbul 1989)
الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
---“Ellezîne yezkurûnALLÂHe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), RABBenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan), SUBHÂNeke fekınâ azâbe’n- nâr (nârı).: Onlar (ulû’l- elbab, lüblerin, ALLAH'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) ALLAH'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey RABBimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen SUBHÂN'sın, artık bizi ateşin azabından koru!.” (Âl-i İmrân 3/191)
---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: “ALLAH’ın mahlûkatını TeFeKKüR edin. ZâTı'nı TeFeKKüR etmeyin!.” buyurdu.
(Cami-üs- Sağir)
---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: “Bir saatlik TeFeKKüR 60 senelik ibâdetten daha hayırlıdır.” buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfu’l-Hâfâ I-370)
---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: “Bir saatlik TeFeKKüR bin yıllık ibâdetten efdaldir.” buyurmuştur.
(Deylemî, Müsned, 2/46)
ZeRRe-KüRRenin “Yusebbihu”,
YEnidEN YARAtıŞş İLaHî TeceLLîsini =>TeFeKKüR =>ZiKRuLLAHı BİLdirir..
MuhaMMedî ZiKiRLe =>İLaHî TeceLLîyi TeFeKKüR =>FiKRuLLAHı BULdurur..
MuhaMMedî FiKİRLe =>İLaHî TeceLLîyi TeFeKKüR =>ŞüKRüLLAHta OLdurur..
MuhaMMedî ŞüKÜRLe =>İLaHî TeceLLîyi TeFeKKüR=>SaBRuLLAHı ÂNda YAŞAtır..
MuhaMMedî SaBıRLa =>İLaHî TeceLLîyi TeFeKKüR=>SeLÂMETuLLAHta GANî KILar..
İnsanoğlu İLÂHÎ DENGE-DÜZEN içinde başıboş bırakılmış değildir..
وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
---“Ve sahhare lekum mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı cemîan minh (minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (kendi katından bir lütuf olarak) size musahhar (emre âmade) kıldı. Muhakkak ki bunda, TeFeKKüR eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.” (Câsiye 45/13)
Hiçbir şey boşa yaratılmamıştır.
Her ŞEYy =>Her ÂN =>ŞE’ÂNULLAHta bir DÜZEN İÇİnde ve DENGE Temeline oturtularak devamlı yeniden yaratılmakta/yenilenmektedir..
وَهُوَ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا أَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالًا سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَأَنْزَلْنَا بِهِ الْمَاءَ فَأَخْرَجْنَا بِهِ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ ۚ كَذَٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتَىٰ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
---''Ve huvellezî yursilur riyâha buşren beyne yedey rahmetih(rahmetihi), hattâ izâ ekallet sehâben sikâle suknâhu li beledin meyyitin fe enzelnâ bihil mâe fe ahrecnâ bihîmin kullissemerât(semerâti), kezâlikenuhricul mevtâ leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).“Rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgarları gönderen O’dur. O rüzgarlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir memlekete gönderir, sonra onunla yağmur yağdırır ve onunla her çeşit ürünü yetiştiririz. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltiriz. Gerekir ki düşünür, ibret alırsınız.” (Araf 7/57)
Meteorolojinin Temel Hakikatlerinden rüzgar ve yağmurun oluşumuna dair işâretler veren bu âyet-i celîleyi sahih bir tefekkürden sonra.: “Bu işlerin arkasında bir sanatkâr olmak zorunda.” gibi bir düşüncemiz olacaktır..
Bir bilim insanı, resme, tuvâle, boyalara, renk ve çizgilere ve fırçaya bakıyor ve onların düzenini keşfediyor..
Kur'ÂN ise tüm bunları kabul ediyor, fakat fırçanın arkasında Bir Sanatkârın eli olduğunu söylüyor. Ressamı keşfedince de insanın ve hayatın manası bambaşka bir hale geliyor.
Çağdaş bilim için bir tesadüfün ürünü olan sefil insan, Kur'ÂN’ın bakışında gökleri ve yeri yaratan Sanatkârın en kıymetli muhatabı haline geliyor. Ve hayatın hazları ve acıları bu karşılaşma anında mânâ buluyor.
Zirâ insan kendisini bekleyen sonsuz bir hayat olduğunu anlıyor..
“Atlas okyanusundan hareket edip de Eskişehir’e yere düşen yağmurun mâcerası nasıldır?.” diye bir meteorolog'a soralım.:
Muhtemelen size meteoroloji ders kitabında geçen ve ressama hiç değinmeden resimdeki bütün fırça darbelerini gösterecektir ve.: “Okyanustan yükselen molekülün nasıl zararlı moleküllerden ayrıştığını, havaya yükselen bu su molekülünün nasıl rüzgarla taşındığını, yeryüzünü yok edebilecek bu rüzgarların nasıl kuvvetlerin tesiri altında ehilleştiğini, yağmur yağacağı zaman gökyüzündeki moleküllerin nasıl ince hesaplar altında damla olacak şekilde bir araya getirildiğini, damlanın havada buharlaşmaması yada yaşamı yok etmemesi için nasıl ince dengeler ve sıcaklık ayarlarıyla yeryüzünü döküldüğünü” anlatacaktır..
Bundan sonra yapmanız gereken tek şey; fırçanın arkasındaki ReSSaM'ı, onun yağmuru kendine hizmetkar ettiği insana verdiği değeri ve onun insandan ne istediğini tefekkür etmektir..
Bu tefekkür içinizi mutluluk ve HaLiFeTuLLAH Hissi'yle dolduracaktır..
Doğada bir madde başka bir hale dönüşürken hacmi büyür.
Bir damla su, buhar olurken hacmi artarak buhar olur.
Hacmi artan bu koskoca bulut, yağmura/rahmete dönüşürken yine hacmi artar..
Yani bir damla su buhar olup, gökte buluta dönüşüp tekrar rahmet olarak inerken katbekat damla olarak iner..
Kar ise daha berekettir..
Eğer aynı bulut kar olarak inip, suya dönüşürse daha da artacaktır..
Bir damla su =>bir kaya kovuğuna girse, buhar olsa kayayı çatlatır. Bir gemiyi yürütür....
Bir damla su =>buhar yani hava olarak otomobil lastiği içine girerse tonlarca yükü taşıyacak kuvvet ve kudret ortaya çıkar...
Buhar, öylesine gizlidir ki havada..
Halk içinde gösterişsiz MuhaMMedî ÂRİFLer gibi..
ZiKiR =>ESERi ve RESMi BİLmek İLMidir =>GÖRmektir..
FiKiR ise =>ESERin USTAsını ve RESMin RESSAMı'nı BULmak İRADEsidir =>DUYmaktır..
KULun/KİŞİnin Kendi Gayretkeşliği iLe =>Şeriat-ı MuhaMMedîyye'nin ŞUÛRunu BİLmek =>ZiKRin->ZiKRi,
KâMiL HİMMetiyLe =>Tarikat-ı MuhaMMedîyyenin NÛRu'nu BULmak =>ZiKRin->FiKRi,
RASÛLuLLAH Şefaat Şifâsıyla =>Mârifet-ı MuhaMMedîyye'nin SÜRÛRu'nda OLmak =>FiKRin->ŞÜKRü
ALLAHu TeÂLÂ İnayeti-Hidâyeti-SeLâmetiyle =>Hakikat-ı MuhaMMedîyye'nin =>O-NURu'nu YAŞAmak =>ŞÜKRün SABRı =>KULLuk KEMÂLidir..
İnd-i İlahîde DUYmak, GÖRmekten daha efdaldir..
Kur'ÂN-ı Kerîmde de duymak daima görmekten öncedir..
“es Semiu’l- Basîr” buyuruyor Cenâb-ı ALLAH..
“Ben evvelâ Semi’yim DUYarım!” buyuruyor. “Sonra da GÖRürüm!” buyuruyor..
“Semi’nâ ve eta’nâ! : Duyduk ve UYduk!” geçiyor.. (Bakara 2/285)
Bunun için Peygamberler arasında da, görmeyenler vardır fakat sağırlar yoktur..
Görmede ışığa ihtiyaç vardır ve tek taraflıdır..
İşitmede ise ışığa ihtiyaç yoktur ve her taraftan duyarız..
Dünya kendi ekseni etrafında yapmış olduğu dönüş işlemini, Batı Yönünden Doğu Yönüne olmak üzere 24 saatlik bir zaman diliminde tamamlar..
Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki dönüş hızı saatte 1670 km. dir.
Bu dönme işlemi sırasında aynı zamanda güneşin etrafında da dönüş işlemini gerçekleştiren Dünya 108.000 km/saat hızla güneşin etrafında döner..
Bu hız dünya güneşe yaklaştığı zaman daha da artar..
Dünya o kadar hızlı dönüyor ki, idrak hududumuza giremiyor..
Güneşi yürür görürüz ancak o sabittir, biz dönüyoruz..
Elektrik saniyede 60 defa yanıp söner ancak biz onu devamlı görürürüz..
O halde bir şey var olur, yok olur ve tekrar var olur..
Ancak ALLAH celle calelihu El-Kadîr’dir ve bu halk oluş yenidir, asla tekrar değildir..
Bu KÛN fe-yeKÛN o kadar hızlıdır ki, o ÂN ->bizim göz hududumuza giremez..
O halde; en doğru idrak görme ile değil, ÖZünü görme iledir..
ÖZden GÖRmek ->MuhaMMedî Müslim,
ÖZden DUYmak =>MuhaMMedî Mü’min yapar..
ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
RasûLike ve
Nebîyyi'L- ÜMMîyyi ve alâ âlihi, EHL-i BeYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...
Yâ RABBenâ celle celâlihu!.
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in =>ŞEFÂat ŞİFâsıyLa,
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in =>İLME’L- YAKÎN EDEB-İLMiyLe,
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in =>AYNE’L- YAKÎN İDRAk-İRFÂNıyLa,
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in =>HAKku’L- YAKÎN İHSÂN-ERKÂNıyLa,
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in =>BİZ BİR-İZ=>NAHNU ŞEHÂDet ŞEREFiyLe=>BİZ’ide ŞEREFLendir!.
MuhaMMedî ŞEFÂAt ŞİFÂsıyLa İNŞÂe ALLAHu BERRü’r-RAHÎMmm!.
bî-RAHMetike yâ Erhame'r- RAHÎMiyn!
bî-RAHMetike yâ eEhame'r- RAHÎMiyn!
bî-RAHMetike yâ Erhame'r- RAHÎMiyn!.
İrhamNÂ yâ RABBBeNâ ceLLe ceLÂLihuu!..
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu!.
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
ANKA