PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

HAYVANLARLA KONUŞURDU..
(SÜLEYMÂN aleyhisselâm HİKMETi.)

Şeyhü’l- Ekber Muhiddini Arabî Hazretleri, “Fususu’l- Hikem” adlı eserinde peygamberlerin hikmetlerini anlatır, Yâni peygamberlere verilen özel ilim, yetki, bilgi gibi hususlar. Her peygambere değişik hikmetler verilmiştir, Meselâ Hz. İsâ aleyhisselâm ölüleri diriltme, körlerin gözünü açma gibi hikmetlere sahipti. Hz. Süleymân aleyhisselâm hayvanların dilinden anlayıp cinlere hükmederdi. Peygamberlere verilen hikmetlerden bazılarının büyük velîlere de verildiği söylenir. Buna göre Münir Derman Hocamıza hem Hz. İsâ aleyhisselâm, hem de Hz. Süleymân aleyhisselâm hikmetlerinden verildiği anlaşılmaktadır..
Ameliyatsız, kerameten gözlerini açtığı körler var. Cinlere hükmettiği de, bazı kişileri uzaktan ve kerameti ile cinlerin tasallutundan kurtarmasından anlaşılıyor. Hayvanlarla konuştuğunu da onu tanıyan herkes biliyor..
Derman Hocanın, kedi, eşek, akbaba, arı, sinek, fâre, aslan, köpek, kanarya gibi hayvanlarla konuşmaları kitaplarında yer almaktadır.
Münir Derman Hazretleri'nin Almanya'da Frankfurt hayvanat bahçesini gezerken yaşadığı olaylar hayli uzundur.
Özetleyelim: Hayvanat bahçesinde üç saat dolaşıyor. Sinekten file kadar, dünyanın her yerinden getirilmiş hayvanlarla konuşuyor. Parmaklıklar arasındaki genç bir aslana yaklaşıyor Onunla konuşuyor. “Yaklaşmak tehlikeli ve yasaktır!.” levhasını görmemiş. Çevredeki halkın şaşkın bakışları arasında aslanı okşuyor. Aslan ilk defa kükrüyor (Hayvanat bahçesine kapatılan hayvan kükremezmiş), Polisler geliyor.: “Sen çıldırdın mı?” diyorlar. “Görüyorsunuz, okşadım. Bir şey yapmadı.” diyor. Biri.: “Siz necisiniz?” diye soruyor. “Sihirbaz değilim. Doktorum. Hayvan lisânından anlarım. Biraz aslanla konuştum.” diyor. O günkü olay Frankfurt Gazetesi’nde yayınlanmıştır..

Resim
FÂRE HELÂL MALA DOKUNMAZ..
(Tecrübe Edilmiştir.)

Derman Hoca bir konuşmasında.: “Fâreler helâl malı yemezler. Haramları temizlerler!.” demişti. Bende o yıl Bursa Karacabey asfaltı üzerindeki tarlamıza buğday ektirmiştim. Karacabey İlçe Tarım Müdürü bana “Kırkpınar” adını verdikleri sıfır yaşında tohumluk buğday vermişti. Hasatta bunu pazara satmayacaksın yine tohumluk olarak ya köylüye ya da bize vereceksin demişti. Çok iyi bir ürün oldu. Hasat zamanı, amcamın çocukları köyden römork getirdi. Tohumluk buğdayı biçerdöverden römorka yükledik. Çuvallara doldurduk. Ziraat Müdürünün sözü üzerine pazara değil, Ekim ayına kadar bekletmek üzere köye götürdük.
Köyde depom yoktu. Amcamın evinin altında bir yer vardı çuvalları oraya yığdık. Etrafı açıktı köylüler dediler ki.: “Ekim ayına kadar fâreler çuvalları deler, bunların hepsini yer. Bizim ambarlarımızı delip giriyor, yiyorlar!..”
“Benim buğdayımı yemezler!.” dedim. “Yahu Hoca, neyine güveniyorsun. Sen Ankara'ya gideceksin. Bunlar burada sürüyle geziyorlar. Kim koruyacak. Gelince çuvalları boşalmış bulacaksın!.” dediler. “Ben bu buğdayın zekâtını daha tarlada ayırdım verdim. İçinde haram kalmadı. Fâreler helâl mala yaklaşmaz!.” dedim (Münir Hocam doğru söyler). “Eh! Görürsün... Dört ay sonra, gelince konuşuruz!.” dediler.
Bizim Köyün halkı zekât deyince canlı hayvandan ve altın gümüş gibi servetten verilir biliyorlardı. Koyun, keçinin kırkta birini herkes veriyordu ama tarım ürünlerine zekât düştüğünü bilmiyorlardı. Münir Hoca ile tanışıncaya kadar bir çiftçi çocuğu olarak ben de bilmiyordum. Oysa kuru tarımda ürünün onda biri, sulu tarımda yirmide biri zekât olarak verilmeliymiş. Belki de köylünün ambarlarına fâreler bunun için giriyordu. Çünkü fâkirin hakkı olan zekât verilmezse o mal, sahibine haramdır. İslâm'da zekât çok mühim bir meseledir..

Resim
MEVLİD-İ ŞERİF NASIL YAZILDI?
“Lâ nufferiku beyne ahadinminrusulih.”
Mâlum olduğu üzere Bakara Sûresinin 285.inci âyeti Amene’r-rasulü' nün bir parçasıdır. Bir gün Münir Derman Hocamız bu âyetin anlamı üzerinde konuştu. Meâl kitaplarında.: “Peygamberlerden hiçbiri arasında ayırım yapmayız.” diye tercüme edilmiştir. Bazılarında ise “fark yoktur.” diye açıklanır. Derman Hocamız peygamberlerin görevi görevlendirilişi bakımından görevinin verildiği yer olarak hepsinin ALLAH Katı’nda görevlendirildiği anlamda fark olmadığını açıkladılar. Tabii ki kişilikleri, vazifeleri arasında farklar olacaktır. Görevi veren Makam aynıdır.
Mevlid-i Şerif'in yazılışını teşvik eden bir olay okumuştum. Bu açıklamadan sonra onu hatırladım. Mevlidin yazarı Süleyman Çelebi miladî 1400 yılı başlarında Bursa Ulu Câmi'de imamdır.
Bursa'ya Arabîstan'dan misâfir olarak âlim bir zat gelir, Namazdan sonra vaaz verir. Vaazda “Amenerrasulü”deki âyetin anlamını açıklar ve şerh eder. Der ki.: “Peygamberlerin hepsi birbirine eşittir. Aralarında hiçbir fark yoktur. Birbirlerinden üstünlükleri yoktur.”
Süleyman Çelebi, Hazreti Muhammed aleyhisselâm âşığı bir din adamıdır. Bu açıklamayı içine sindiremez ve hemen orada bir Beyit kaleme alır.:
“Gerçi kim onlar dahi efdâldürür,
Lik Ahmed efdâl ü ekmeldürür.”

O hızla Mevlid-i Şerif'i yazmaya başlar. Büyük bir aşkla 770 Beyit, 1540 mısradan oluşan Mevlid-i Şerif'i yazar. “Vesiletü'n Necât” adını verdiği eserini 1409 yılında tamamlar. Peygamber Aşkını mısra mısra işlemiştir eserine. O aşk 600 yılı aşan bir süredir hiç sönmemiş, artarak devam etmiştir. ALLAH celle celâlihu o'ndan razı olsun!.
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

MÜNİR DERMAN Hz.'nin BİLDİĞİ YABANCI DİLLER.:

Bazı kitaplarda “Dört dili ana dili gibi konuşurdu.” diye yazmışlar. Kesinlikle yanlış. Arapçayı, Araplardan iyi bildiğini, Kur'ÂN'ın 11 cilt Ledunnî Tefsiri’ni yaptığını biliyoruz. Otel resepsiyonunda bir Fransız mühendisle konuşurken söylediği Fransızca deyimi Fransız mühendisin anlayamadığına, deyimi ona açıkladığına ben şâhid oldum. Almanya'da 15 yıl üniversitede hoca olarak görev yaptı. Otele gelen yabancılardan konuşamadığı kimseye rastlamadık. İranlılarla, Ruslarla, Japonlarla rahat konuşuyordu. Kaç dil bildiğini kendisine hiç sormadık ama gelen giden yabancılarla yaptığı konuşmalardan 12 dile kadar tespit ettik. Sorulmazdı... Sormazdık!.. İstemediği soruları manevî otoritesi ile engellerdi. Niyetlenir, karşısına çıkınca unuturduk ama otel salonunda beraber çok vakit geçirdiğimiz için yabancılarla konuştuğunu görüyorduk. Süryâniceye varıncaya kadar bilmediği lisana rastlamadık. Bütün bunlar öğrenmekle elde edilebilecek şeyler değildi. Hayvanlarla konuşma hikmeti verildiği gibi, bütün dünya dillerini konuşma yetkisinin de kendisine manevîyattan verildiğini düşünüyorduk..

Resim

DERMAN HOCA'nın YEDİKLERİ, YEMEDİKLERİ.:
Münir Derman Hazretleri'ni tanıyanlar bilir. O, çok az yerdi. Özellikle Keçiören Sanatoryum Hastanesi'nde kaldığı yıllarda ziyâretine akşam geç saatlerde giderdim. Kibrit kutusu kadar bir ekmeğin üzerine acı hardal sürüp yediğini ardından suyunu içip oruca niyetlendiğini çok gördüm. Bazen de yine kibrit kutusu kadar ekmeğin üzerine ince kıyılmış acı biber turşusu koyar, orucunu açar, tekrar niyetlenirdi. Maydanozu çok severdi. Bazen bir bağ maydanoz götürürdüm. Onu çiçek gibi bir bardak suya koyup buzdolabına kaldırırdı. “Bu bana en az bir hafta yeter.” derdi. “Vücudun günlük ihtiyacı olan mineraller miligram cinsindendir. Vücud onları iki tel maydanozdan alır, fazlası atılır. Tuvalet doldurmaya yarar. Bütün yiyecekler böyledir. Vücud ihtiyacı kadarını alır, fazlası atılır.” derdi.
Asma yaprağından yapılan yaprak sarmayı severdi. Eşim bazen bir miktar götürürdü. Bu bana, bir dağın başında olsam bir ay yeter derdi. Günde bir tane yermiş..
Namaz abdestsiz hazırlanan yemeği yemezmiş. Ziyâretine gelen bazı kadınlar yemek getirirlermiş. Tam düzgün abdest olmadan hazırlanmışsa O bilir, yemezmiş. Otel çalışanlarına gönderirmiş. Eşi Cahide Hanım, eşime söylemiş.: “Boşuna getiriyorlar!.” demiş. Abdestsiz kesilen eti de bilir yemezdi. Nasıl bildiği O'nun sırrı... Onun bünyesi öyle yoğrulmuş. Annesi, çocukken onlara abdestsiz süt emzirmemiş. Abdeste çok önem verirdi. Abdestsiz yemeyin, içmeyin, konuşmayın derdi. Kitaplarında da bunlar var..
Meyve yemezdi. Nadiren ince bir dilim elma yediği olurmuş o da kırmamak için. Ona uzun yıllar hizmet eden polis Hüseyin Ayırgan (merhum) sormuş.: “Oğlum! Tam olgunlaşmadan koparıyorlar, zikrini tamamlamadan...” demiş.
Limonu severdi. “Limon asittir fakat bünyeye girdiği zaman alkalen (baz) özelliği gösterir. Kanın asitliğini dengeler.” diyordu. Ben bu sözden hareketle limonu kramplarımda kullanmayı denedim. Kramp laktik asit birikmesi olduğuna göre limonun onu nötrleştirmesi gerektiğini düşündüm. Her kramp olayında bol limon suyu içtim. Çok iyi geldi. Hâlâ ihtiyaç oldukça kullanırım.
Suyu çok soğuk içerdi. Buzluktan yarı donmuş olanı daha çok severdi. “Rahmet soğuktadır.” derdi.
Kahve içmezdi. Sanırım 16. yüzyılda İstanbul'a bir gemi dolusu kahve gelmiş. Zamanın şeyhülislâmı içilmez fetvâsı vermiş. Kahveler denize dökülmüş. ”Haram mı?. Hayır!.” Diyordu.: “Ama fetvâ orada duruyor!.”
Bilmiyorum bu fetvâya hürmeten mi kahve içmezdi. O sadece bu olayı anlatmıştı. Kendisinin niçin kahve içmediği konusu geçmedi. Soğan, sarımsak yemezdi. Bir gün bize.: “Siz yiyebilirsiniz şifâlıdır.” demişti. Kendisinin niçin yemediğini açıklamadı..

Resim

MOLLA FENARî HZ.'nin RÜYASI.:
Münir Derman Hoca anlatmıştı. Dört cilt Fatiha tefsiri yapan Molla Fenarî Hz. (Yıldırım Beyazıt dönemi şeyhülislâmı)'nin 80 yaşında gözleri kapanmış. Bir gece rüyasında Resûlullah Efendimizi görmüş.: “Yâ Fenari benim için de Tâ-Hâ Sûresini tefsir et!.” demiş. “Gözlerim görmüyor ya Resûlullah!.” demiş. Resûlullah iki gözünün üzerine pamuk koymuş. Uyandığı zaman pamuklar gözlerinin üzerindeymiş. Pamukları kaldırmış ve gözleri açılmış. Rüyasında Resûlullah Efendimiz'in hay olarak geldiği anlaşılıyor..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

ÇAR NİKOLA VE ŞEYH ŞâMİL.:

Kafkas Müslüman halklarının gönlünde taht kurmuş olan, Kafkas kartalı, büyük mücahit Şeyh Şâmil, Münir Derman Hocamızın baba tarafından büyük dedesidir. Şeyh Şâmil'in hançeri Münir Hoca'daydı. Hançerin üzerinde.: “Beni şerefini korumak için çeker de kullanamazsan, kendine sapla...” yazmaktadır.
Şeyh Şâmil 20 yıl Ruslarla savaştı. Sonunda iki oğlu ile birlikte esir düştü. Çar Nikola ona özel oda ayırttı, misâfir muamelesi yaptı. Sarayda 7 yıl esir kaldı. Oğulları Rus Harp Akademisi'nde okudu, subay oldu. Çar Nikola Şeyh Şâmil'i çok sever, sayardı. Masasına dâvet eder, birlikte yemek yerdi. Bir gün Şeyh Şâmil kendi parasıyla bir kuzu alır, besler, bayramda keser. Bütün olarak kızartır, masaya koyar. Çar Nikola ile karşılıklı otururlar. Subaylar ayakta... Nikola sorar: 'Bu nasıl yenir?' Şeyh Şâmil bir
but koparıp Nikola'ya verir. Diğer budu kendi alır ve elle yer. 'İşte böyle yenir! der. Nikola: 'Çok iştahlısın. Bitince korkarım beni de yiyeceksin.' der. Şeyh Şâmil yemeği birakır kalkar. Tek ayak üzerinde ve oyun figürü ile masayı dolaşıp Nikola'nın önünde durur. 'Biz Müslümâniz haşmetmahap, domuz eti yemeyiz.' der. Daha sonra Nikola esâreti kaldırır ve Şeyh Şâmil'i serbest bırakır. Dönüşte halk arasında eğlence yapılır ve Şeyh Şâmil oyununun figürleri buradan doğar.

TEŞEKKÜRÜN GERÇEK MANASI.:

Münir Derman Hocam bazen bir soru sorar: 'Bunu düşün. Hallettiğin zaman gel.' derdi. Bir gün yine sordu: 'Teşekkürün gerçek manası nedir? Hallettiğin zaman gel.' Bir an düşündüm. Teşekkürü biliyoruz ama gerçek manası başka bir şey olsa gerek. Birden içime bir fikir doğdu. Hocam bir şey düşündüm izin verirseniz söyleyeyim. Söz aldım. Bize bir iyilik edene teşekkür ediyoruz ama aslında ona değil bizim işimizi görmesi için onu vasıta kılan bize iyilik etme fırsatını veren ALLAH 'a dolaylı yoldan şükretmiş oluyoruz. O halde teşekkürün gerçek manası, bize iyilik yapmak üzere birini vasıta kıldığı için ALLAH 'a şükürdür. Derman hocam bu cevabı doğru kabul ettiler.

AKVARYUMDA BALIK, SAKSIDA ÇİÇEK.:

Apartmanda karşı komşumuzun akvaryumu vardı. Çocuklar akvaryumun içindeki balıkları seyretmeyi çok seviyor, saatlerce seyrediyorlardı. Akvaryumu bir tanıdikları yapıyormuş. Çocuklar çok seviyor size de yaptıralım.' dedi komşu. Bana oldum olası akvaryumdaki balıklar üzüntü veriyordu. Dar bir alana hapsedilmişler, iki kuyruk sallayışta cama çarpıp dönüyorlar. Onlar için bu ne büyük işkence diye düşünüyordum. 'Esir olarak en güzel yemlerle beslenmeyi mi, özgür sularda aç dolaşmayı mı tercih edersiniz?' diye sorulsa sanırım özgür suları tercih ederlerdi. Çocukların fikrini yokladım. Akvaryum istiyorlardı. Bir de Münir Derman Hoca'ya sorayım dedim. Münir Derman Hoca uzun konuşmazdı, En zor soruları bazen tek cümle ile cevaplardı. Sizi yasaklar günahlar, haramlar, dünyasina da hapis etmez, düşünüp doğruyu bulmanızın yolunu açardı, Yine öyle yaptı: 'Oğlum incesini ararsan saksıda çiçek bile doğru değil.' dedi. Tek kelime fazla söylemedi.
Beni özellikle incesini ararsan sözü çok etkilemişti. İncesini nasıl arayacaktım. O inceyi ALLAH aramazken buldurdu. Gölbaşı'nda yazlık gibi kullandığımız bir bahçeli evimiz vardı. Balkonda büyüttüğümüz 2 çiçeği saksıları ile oraya götürdük. Daha büyük saksılara aktarmak için çıkardık. Baktım ki saksıda toprak diye bir şey kalmamış. Bir kök yumağı oluşmuş. Saksıya başını vuran kökler geri dönmüş. Tekrar gelmişler, tekrar dönmüşler. Çitilenmişler, bir avuç toprağı da bitirmişler. 'İşte incesi..' dedim. O köklerin doğası toprakta gidebileceği yere kadar gitmek değil mi? Bitki köklerinin yurdu topraktır. Özgürce yayılmak isterler. Balıkların yurdu sudur. Özgürce dolaşmak ister. Kuşların yurdu havadır. Özgürce kanat açmak ister.

OLTA İLE BALIK TUTMAK DOĞRU DEĞİLDİR.:
(HİLENİN, ALDATMÂNİN HER ÇEŞİDİNE KARŞIYDI)

“Oltanın ucuna yem takarak balığı aldatmak, hayvanları aldatarak tuzağa düşürerek avlamak, bunlar doğru değil.' derdi Derman Hoca. İmam-ı Azam Ebû Hânife'den bir kıssa anlatmıştı. İmam-ı Azam Hazretleri nerede bir hadis nakleden duysa gidiyor. Bir gün Orta Asya şehirlerinden birinde (Buhara veya Semerkant) hadis nakleden birinden söz ediyorlar. Günlerce, haftalarca yol katediyor. Adamın evini buluyor. Atını yakalamak için filan yerdeki çayıra gittiğini söylüyorlar. Bakıyor adam elinde bir deste ot, ata 'Gel Gel...' deyip çağırıyor, kaçan atı yakalamak istiyor. İmam-ı Azam adama bir şey sormadan geri dönüyor. 'Bu kadar yol geldin niçin adamla konuşmadın.' diyorlar. 'Elindeki otla atı kandırmaya çalışıyordu. Atı kandıran beni de kandırır.' diyor. Büyük İslâm uleması bu kadar incesini düşünmüş. Doğruların doğrusunu araştırmış. Bugün yaşasalardı hile, yalan, reklam deryasına dalsalardı ne yaparlardı acaba?.

ÜRPERTEN BİR ÂNİ: SON NEFESTE İMAN
Münir Derman Hoca, Eşi Cahide Hanım ve Eşim İnci masada dört kişiydik. Hocam dayısının yaşadığı bir olayı anlatmıştı. 4O yıldır hala etkisindeyim o olayın.
Birinci Dünya Savaşı'nda dayısı, kanal cephesinde Mısır'da savaşlara katılmış. Savaş kaybedilip ordu dağılınca dayısı dönememiş. İstanbul'da ailesi 7 yıl beklemiş, hiçbir haber alınamamış. Savaşta öldüğünü düşünmüşler.
Öbür yanda dayısı savaşta ölmemiş ama günün şartlarında Türkiye'ye de dönememiş. Yoksulluk içinde ülke ülke dolaşmış. Sonunda yolu Mekke'ye götürmüş O'nu. Lime lime olmuş asker elbiseleri ile dolaşıyormuş. Bir ayakkabı tamircisi her gün ona bir ekmek parası veriyormuş. Bir gün tamirciye yakınmış 'Memleketi, evlâd-l ıyali çok özledim: diye. Tamirci ona bir şahıs tarif etmiş.
'Filan camiye sabah namazına gelir. O'na söyle, O seni gönderir.' demiş.
Tarif edilen kişiyi bulmuş. Derdini anlatmış. Adam biraz harçlık verecek olmuş. Ben para istemiyorum. Memlekete gitmek istiyorum diye ısrar edince, Mekke'nin dişında bir yere götürmüş. Bir taşın üzerine oturmuşlar: 'şeni şimdi İstanbul'a göndereceğim ama senden bir ricam var. Gidince filan camiye uğra oranın bakıcısına söyle benim kurtuluşum için duâ etsin. Şimdi yum gözünü... Gözünü kapamış. Adam eliyle kafasına dokunmuş gözlerini açınca kendisini Sultanahmet Meydanı'nda bulmuş. Evi yakınmış.
Gidince bir sevinç hısım akraba konu komşu toplanmış. Gözaydınlar, ziyâretler iki üç gün sürmüş, Dayı sonunda kendini toparlayınca 'Şimdi bana izin verin bir emanetim var. Onu yerine ulaştırmam gerek.' demiş. Tarif edilen camii ve şahsı bulmuş. Adam caminin halılarından birini merdivenler üzerine sermiş, onarıyormuş. Dayı, `Sana Mekke'den filan şahıstan selâm getirdim. Onun için duâ etmeni istedi.' demiş. Adam işine devamla 'ALLAH tevfiki versin.' demiş. Dayı:
-Senden duâ etmeni istedi.
-ALLAH tevfiki versin dedik ya...
-Efendi! Ben tevfik mevfik anlamam. Sen duâ etmedikçe de buradan gitmem.
Adam eliyle eğil işâreti yapıyor. Kulağına `Dün akşam bütün manevî kadro uğraştık, kurtaramadık. Karanlığın içine imansız yuvarlandı gitti.' demiş. Dayısının İstanbul'a dönüşünde Münir Derman Hoca da oradaymış bu olanları dayısının ağzından dinlemiş. O anda bir şey soramadım. Adeta donmuş kalmıştım. Bu konu günlerce zihnimi işgal etti. Sonunda bir gün Derman Hoca'ya sordum: 'Bir başkasını Mekke'den İstanbul'a Tayy-l Mekân ile gönderecek kadar manevî mertebe sahibi bir velî nasıl Olur da imansız gider?' dedim. 'Oğlum iman dediğin abdest gibidir. Anında kaçabilir onun için son nefes çok önemlidir.' dedi. Demek ki ağzı duâlı insanların çoğu bunun için 'Son nefeste ALLAH imandan ayırmasın.' derler.
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

SAĞ ELİNİN AVUÇİÇİ PROJEKTÖR ve AYNA GİBİYDİ.:
Derman Hoca olayın bir şark kasabasında geçtiğini söylemişti. Muhtemelen hükümet tabibi olarak görev yaptığı Eleşkirt'te geçmiştir. Köy tipi helâlar vardır, Bir çukurun üzerine ayakla basılıp durulacak kadar genişlikte iki tahta veya ağaç uzatılır. Bütün pislikler Çukurun içinde birikir. Yukarıdan bakıldığında görülür. Öyle bir helâyı kullanmak zorunda kalmıştır. Bakar ki aşağıdaki pisliğin içine bir örümcek düşmüş çırpınıyor. Kollarını sıvar aşağıya kadar uzanır ve örümceği pisliğin içinden alır. Bu merhametine ödül olarak örümceği kurtardığı sağ eline bazı özellikler verilir..
Gece karanlıkta elini açıp ileriye doğru tutsa, projektör gibi ışık veriyor. Karanlıklar aydınlanıyor. Uzaktaki bir şeyi görmek isteyip avucuna baksa ayna gibi avucunda görüyor, İsterse dünyanın öbür ucu olsun... Eliyle ateşi tutsa ateş yakmıyor. İnanmayanlar için peri masalı ama Derman Hoca'nın elinde bu hassalar mevcuttu. Bize göre bu bir ihlâs anıydı. Böyle bir anı yakalamak her zaman mümkün değildir. Hele bir karşılık bekleyerek, bir çıkar hesabı ile yaparsak bin örümcek kurtarsak nafile...

İHLÂS... İLLE İHLÂS...
İhlâs deyince hocamdan bir kıssa aklıma geldi. Bir köyde çok kötü bir adam yaşarmış. Kötülük olarak aklımıza ne gelirse hepsi onda varmış. Adam ölmüş. Cenâzesine kimse gitmemiş. Karısı gözyaşları içinde cenâzeyi bir çuvala koymuş. Kazma kürek alarak ormanın yolunu tutmuş.
Komşu köyün deli dolu bir ağası varmış, İçinden geldiği gibi konuşan ve davranan biri...”Kadın nereye gidiyorsun? Ne var bu çuvalın içinde?” demiş Kadın ağlayarak.: “Kocam öldü. Cenâzesine kimse gelmedi. Çok kötü biriydi. O'nu gömmek için şu ormana götürüyorum.” demiş. “O çuvalı bana ver bakalım. Kadın işi değil bu... Sen dön evine..” demiş ağa ve ormanda bir çukur kazmış, cenâzeyi içine yuvarlamış. “ALLAH 'ım, ben bana gelen yolcuları şanıma yakışır şekilde ağırlıyorum ama bu benim misâfirim değil. Bu sana gelmiş. Bunu sana havale ediyorum. Şanına yakışır şekilde ağırla gayrı...” demiş.
O gece köydeki bütün cemaat ve köyün Hocası aynı rüyayı görmüş o kötü adam Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendi'mizin yanında oturuyor. Kadına koşmuşlar ne yaptın cenâzeyi diye. “Bilmem demiş. Komşu köyün ağasına teslim ettim.” Ağaya koşmuşlar. Ağa.: “Ben ne yapayım.” demiş. “Bana gelen misâfir değil ki ağırlayayım. ALLAH 'ın misâfiri... Böyle söyledim ve çukura yuvarladım.” İşte...” derdi Münir Hocam.: “O deli dolu ağa, bu sözleri öyle saf, öyle içten ve öyle bir ihlâsla söyledi ki ALLAH indinde kabul gördü..”

YENİ DOĞAN BEBEĞİN SONU ATILMASIN.:
Ana karnında bebeği saran bir muhafaza vardır. Çoğu yerde “son” derler. Bu sonu bilmeyenler çöpe atar. Hastanede doğum yapan kadınların sonları da çöpe atılır Derman Hoca derdi ki.: “Sakın bu sonları çöpe atmayın. Çocukların maddî ve manevî hayatları için önemlidir Hastanede doğum yapanlar da onu istesinler. Temiz bir yerde, temiz toprağa duâ ile gömün. “Biz bunu bilmiyorduk. Çocuklarımızın ikisi de hastanede doğdu ve sonları çöpe gitti. Ne yapmamız gerektiğini sordum.” “Yeni kuzulayan bir koyunun sonunu alın çocuklarınızın sonu niyetine temiz bir toprağa Fâtiha ile gömün. Çocuklar için ayrı ayrı yapın.” dedi. Ben de bu iş için köye gittim. Amcamın koyunları kuzuluyordu. İki kuzunun sonunu aldım ve çocukların sonu niyetiyle Fâtiha ile temiz toprağa gömdüm. ALLAH niyetimize göre kabul eder inşALLAH ...
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

PROF. DR. DERMAN HZ.'nin SAĞLIK için TAVSİYELERİ.:

a-) Yüksek Ateş.: Ateşin yükselmesi vücûdun kendini savunmak için aldığı önlemdir. Vücûd ısısında çoğalan mikropların ortamını bozarak onları yaşayamaz hale getirmek için bünye, ısısını yükseltir. Her ateş yükselmesinde antibiyotiğe sarılmayın. Ihlamur kaynatın için, doğal yollar kullanın..

b-) Mide ÜLseri.: Münir Hoca.: “Katkısız tahin helvasını süt ya da yoğurtla kırın bulamaç haline getirip yiyin.” derdi. Bu yöntemle Münir Hocam bir arkadaşımızı ameliyattan döndürdü. Arkadaşımız mide ağrıları ile kıvranıyordu, Ankara Hastanesi'nden ameliyat için gün almıştı. O'na Münir Hoca'dan bahsettim. Bir deste mide filmi ile gittik, Filmleri inceledi. Odasına çıktı. Elinde bir kâse ile döndü. Tahin helvasını yoğurtla kırmış bulamaç yapmıştı. Arkadaşa verdi.: “Hoşuna gitti mi? Buna devam et. Randevuyu iptal ettir.” dedi. Arkadaş ameliyattan da, üslerden de kurtuldu..

c-) Kuru Üzüm.: Komşumuzun hanımı karnının sağ tarafında şiddetli ağrılardan şikâyetçiydi. Özel hastanelerde dolaşmış, deste deste filmler çekilmiş, çâre bulunamamıştı. Derman Hoca'ya götürdük, filmleri inceledi.: “Bunlarda bir şey yok, senin karaciğerin yorulmuş. Kuru üzüm alacaksın. Onu bol suda çalkalayacaksın. Üzümü kuruturken potaslı suya batırırlar. Kuruyunca da üzerinde potas artığı kalır. O, suda kolay erir ve temizlenir. Temiz üzümü bol suda kaynat. O sudan içebildiğin kadar iç. Litrelerce galonlar dolusu iç.” dedi. Bir süre sonra komşumuz ağrılarından kurtuldu..
Yıkanmış ve tekrar kurutulmuş kuru üzümü okula giden çocuklara da tavsiye ederdi.: “Zihin yorgunluğu, sınavda başarı için sabahları aç karnına 21 tane yesinler yanlarında da bulundursunlar. Akıllarına geldikçe birer ikişer atıştırsınlar.”

d-) Havuç.: Hatırlanacağı üzere Amerika'da Başkan Reagan kolon kanseri olmuştu. Münir Derman Hoca, doktorunun Başkan Reagan'ı havuçla tedavi ettiğini söyledi. Başkan Reagan'ın çiftliğinde özel olarak yetiştirilen havuçlarla bir yıl kür uygulamış. Blenderden çekilen havuçlar posası ile birlikte yediriliyormuş. Derman hocam havuçta henüz keşfedilmemiş daha nice hassalar var diyordu..

e-) Vitamin.: Derman Hoca.: “Vitaminleri yiyeceklerden doğal yollarla alın.” diyordu. İlaç şeklinde vitamin almak vücûdu hazıra alıştırmak olur. Besinlerden emilimi tembelleştirirmiş. Tabii ki hazır vitamine tamamen karşı değildi.: “Mecbur kalınmadıkça kullanılmasın.” diyordu. Çene kasları tutulan bir hastaya B vitamini tavsiye ettiğine bizzat şâhid oldum..

f-) Limon, Maydanoz, Acıbiber.: Bu üç sebzeyi Münir Hocam mutfağın demirbaşı sayardı. Kendisi de acı biberi çok severdi. Özellikle turşusunu tüketirdi.: “Acıyı seven ALLAH 'ı sever.” derdi..

g-) Erken Yemek.: “Akşam yemeğini erken yiyin. Erken yatın. Sabah erken kalkın.” derdi. Akşam güneş batıp hava kararınca vücûd kimyası değişirmiş. Sabah güneş doğup ortalık ağarınca tekrar gündüz kimyasına dönüşürmüş. Yâni gece pasif kalmayı gerektiren alkalen özellik, gündüz ise aktif olmayı gerektiren enerjik bir yapı. Eğer vücûd kimyasının gereğini yerine getirmez, güneş doğduktan sonra da uykuya devam edersek bu enerjik yapı bünyeye zarar verirmiş. Atalarımız boşuna söylememiş.: “Güneş üzerinize doğmasın. Kısmetler sabahın erken saatlerinde dağıtılır. Geç kalkanlar kısmetlerini kaçırırlar.” Bu geleneksel söylemler demek ki bilimsel ve fizyolojik gerçekleri de ifâde ediyormuş..

h-) Alüminyum Kaplar.: “Alüminyum kapları mutfağınıza sokmayın.” derdi Derman Hoca. Çok zararlıymış. Beyinde birikim yapıyormuş..

i-) Toprak Kaplar.: Toprak kaplarda yemek yapmak, yiyecekleri toprak kaplarda saklamak, suları toprak testi veya küplere koymanın sıhhi bakımdan çok önemli ve faydalı olduğu gibi manevî bakımdan da önemli olduğunu söylerdi Derman Hoca.: “Kullanmasanız bile evinizde bir toprak testi veya ibrikte mutlaka su bulundurun sebebini sormayın.” derdi..

j-) Margarin.: “Margarin türü hidrojenle katılaştırılmış yağları mutfağınıza sokmayın, bunlar zararlı besinlerdir.” derdi.

k-) Tereyağı.: “Tereyağı ve doğal katı yağlardan korkmayın. Kim ne derse desin doğal yağlar zararlı değildir. Avucunuzun içine tereyağı koyun erir. Sun’i olarak katılaştırılmış yağ koyun erimez. Kolesterol söylemleri de doğru değildir. Onun sebepleri başkadır. Doğal yağlar değildir.” derdi..

l-) Bal, Vahiy Balı.: Kur'ÂN'da Nahl Sûresi 68. 69. âyetler, arıdan, baldan bahseder. ALLAH arıya bal toplamasını vahiy etmiştir ve balda insanlar için şifâ olduğunu beyân etmiştir.
Derman Hoca derdi ki.: “Balda bütün hastalıklara şifâ vardır. Ama hangi balda?. Vahiy Balı’nda... Vahiy Balı, arının hakkı çalınmamış olan, helâl baldır. Günümüzde nerede o balı üreten... Arının hakkını ayırmıyorlar, çalıyorlar. Arıya şekerle, şerbetle kışı geçirtiyorlar. Bu bal Vahiy Balı değildir. Çalıntı baldır. Arının hakkını ayıracaksın. Kışı o balla geçirecek. Artanını alacaksın. Ertesi yıl yine artarsa alacaksın. 4 yıl sonraya kalan balda artık arının hakkı kalmamıştır. İşte o bal bütün dertlere şifâdır..”


Resim

وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ
Resim---“Ve evhâ RABBuke ilen nahli enittehızî mine’l- cibâli buyûten ve mine’ş- şeceri ve mimmâ ya’rişûn (ya’rişûne).: Ve senin RABBin, BAL ARISIna, dağlardan, ağaçlardan ve onların (insanların) kurdukları çardaklardan, evler (kovanlar) edinmelerini vahyetti.” (Nahl 16/68)

ثُمَّ كُلِي مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاً يَخْرُجُ مِن بُطُونِهَا شَرَابٌ مُّخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاء لِلنَّاسِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Summe kulî min kulli’s- semerâti feslukî subule RABBiki zululâ (zululen), yahrucu min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvânuhu fîhi şifâun li’n- nâs (nâsi), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Sonra meyvelerin (çiçeklerin) hepsinden yeyin! RABBinin emre amade kılınmış yollarında sülûk edin (uçun, dolaşın). Onun karnından muhtelif (çeşitli) renklerde içecek (bal) çıkar. Onda insanlar için şifâ vardır. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için elbette bir âyet (delil) vardır.”(Nahl 16/69)
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

ESRÂRENGİZ BİR HASTALIĞIN ESRÂRENGİZ TEDÂVİSİ.:

Bir akşamüzeri hastamızın karnı birdenbire şişmeye başladı. Normal etek ve pantolon giymesi mümkün değildi. Hâmilelikten kalma çok geniş eteğini giydi. Karşı dâirede oturan komşumuzun oğluna seslendik. Arabası ile bizi Hacettepe Hastanesi Acil Servisi'ne yetiştirdi. Doktor muâyene etti. Bir başka arkadaşını çağırdı. 3-4 doktor bir araya geldi. Aralarında epey konuştular. Şişme olayının bir saat içinde olduğunu söylemiştik. Bir karara varamadılar. Biri dedi ki.: "Ameliyata almamız gerekiyor ama nöbetçi operatör yok. Siz en iyisi yarın gelin. Ameliyat için gün alın!." “Ameliyat yarın mı?.” dedik. “Yok!.” dediler. “Yarın gün alırsınız. Ne zamana gün verilir belli olmaz...”
Anlaşılan bizi başlarından savıyorlardı.
Hasta çatlayacak hale gelmişti. Yarını bekleyecek durumda bile değildik. Münir Derman Hoca'ya gitmeyi düşündük. O, akşam erken yatar, uyandırılmayı sevmezdi, Başka çâremiz de kalmamıştı. Doğru Hânecioğlu Oteli'ne yöneldik. Otel çalışanı.: “O yattı, uyandıramayız!.” dediyse de çok âcil diye ısrar ettik. İsmimizi verdik.: “O, bizi tanır.” dedik. Hoca pijamaları ile uykulu uykulu söylenerek geldi.: “Siz ne korkak adamlarsınız. Ölmek kolay mı?” diye söyleniyordu. Otel çalışanına boş bir oda sordu, açtırdı.: “Şu yatağa uzan kızım!” dedi. Muayene etmedi, karnını açtırmadı. Elbisesinin üstünden bir tutamlık bir kısmı parmaklarının arasına alarak büktü. Birden balon gibi şiş karın indi. “Ayağa kalk!.” dedi. Hasta ayağa kalkarken eteğin gevşeyen belini 1 metreye yakın büzdü. Şişlikten eser kalmamıştı. Hoca uykulu uykulu odasına döndü. Tedavi 2 dakika sürmemişti. Hastanın söylediğine göre karnına dokunmamış. Benim gördüğümde elbisesinden bir kısmı parmakları arasına almış ve bükmüştü. O sırada hasta koltuğunun altında balon gibi bir şeyin patladığını hissetmiş. Bunun dışında hiçbir şekilde en ufak bir gaz vesâire boşalması yok. O kocaman karın şişliği nereye gitti? Herhalde kimse izâhını yapamaz. İşte Derman Hoca'dan, kendisinden başka kimsenin açıklayamayacağı mu’cizevî bir tedâvi...


Resim TELEFONLA TEDAVİ.:

Bir veteriner arkadaşla Derman Hoca'dan konuşuyorduk. Kardeşi pilot yüzbaşıymış. Müzmin bir baş ağrısına yakalanmış. Askeri Hastanelerde tedâvisi yapılamamış, uçma görevine çıkamaz olmuş. Benden ricâ etti. Kardeşini Münir Hoca ile tanıştırmamı istedi. Pilot yüzbaşı ile birlikte otele gittik. Derman Hoca dinledi. Bir ilaç önermedi sadece okudu. Yüzbaşının müzmin baş ağrıları geçmiş hatta uçma görevlerine bile çıkmaya başlamış. Bir süre sonra da NATO'dan görev çıkmış, Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmiş. Bir gün Hoca’yı ziyârete gittiğim de otelin telefonu başında konuşur buldum.: “Oğlum merak etme ben sana buradan okurum bir şeyin kalmaz!.” diyordu ve telefondan okudu. Masaya döndüğünde açıkladı.: "Amerika'ya giden pilotun baş ağrıları nüksetmiş. ABD Hastaneleri tedâvi edememişler." Çâreyi Hoca’ya telefon açmakta bulmuş. Hoca.: “Telefonda okudum O'na... İyileşir bir şeyi kalmaz1.” dedi. Sonraki zamanlarda yüzbaşının tamamen iyileştiği, baş ağrılarından eser kalmadığı haberlerini aldık..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Resim NAR KABUĞU..

Münir Derman Hazretleri"nin çok kıymet verdiği şeylerden biri de nar kabuğu idi.:
* Nar kabuğunu kuşlar yuvalarına koyar. Yumurtalarına ve yavrularına bazı hayvanlar (yılan vs.) zarar vermesin diye...” diyordu. Nar kabuğuna bu zararlı hayvanlar yaklaşmazmış. Keçiören Sanatoryum Hastanesi'nde kaldığı günlerden bir gün ziyârete gitmiştik. Nar kabuklarını 50 kuruş, 1 lira büyüklüğünde yuvarlaklar halinde kesmiş, ortalarını delmiş, kolyeler haline getirmişti. Gelenlere veriyordu. Bize de birkaç tane verdi.: “Çocuklarınızın boynuna takın, onları birçok şeyden korur!.” dedi.
Nar kabuğundan muska gibi bir şey oluyordu. Nelerden koruduğunu nedense sormadık. Düşünüyorum da apartman çocukları yılan, akrep gibi zehirli hayvanların tehlikesine maruz kalmadığına göre, manevî yönden nar kabuğunun koruyucu etkileri var demektir..


ResimİNCİ-MERCAN..
Derman Hoca İNCİ üzerinde çok dururdu.:
* “Boynuna gerdanlık şeklinde İNCİ takıp taşımak bilhassa kadını birçok hastalıktan korur diyordu. Yalnız gündüzleri, gök aylarına göre bazı aylarda taşımak doğru olmaz.”
“İnsanlar hakiki İNCİnin sırrını bilseler altın kıymetini kaybeder. İNCİ taşımak sıhhattir, şükürdür. Bir nevi gizli sırrî bir ibadettir.” diyordu.

* İNCİnin taşıdığı sır çok büyüktür. Bundan bir nebze söylesem, bütün malınızı İNCİ almak için sarf edersiniz.”

* İstiridye denizin dibinde sabır ve kanaatle, hırs, ihtiras ve isyandan uzak, aza kanaat ettiği için ALLAH içini İNCİ ile doldurmuştur. İnsan da aza kanaat, sabır, tahammül ile isyan, itiraz tanımaz, temiz ahlâklı olur, HAKk'ın Emirlerine boyun eğerse, Hak onun içindeki ile o kimseyi İNCİ haline getirir.” diyordu.

* İNCİyi bir akrebin önüne veya karıncaların arasına yahut da akvaryumda bulunan balığın yanına koyun. Ne oluyor görün (hiçbiri yanaşmaz).”

* “Bir İNCİ tanesini bir mikrop kültürünün içine koyun ve mikroskopla tetkik edin. Mikroplar İNCİye yanaşmazlar. Etrafında bir hale şeklinde halka yaparlar. Bu ne demektir?”

* İNCİ kelebini siyah pamuk veya hakiki ipek ipliğine dizin. Sun’î ipliklere dizmeyin.”

Not.: Biz İNCİyi akvaryuma sarkıtarak denedik. Balıklar yakınına kadar gelip vurmadan döndü. Başka ne sarkıttıysak yem sanıp vurdular. Altına, gümüşe, her türlü maddeye vurdular...


HASTALARA OKUMANIN ETKİSİ..

Derman Hoca hastalara okumanın etkilerini özet olarak şöyle açıklamıştı:
* “Beyinde her organla ilgili merkezler var. Meselâ boğaz ağrısı, bademcik iltihabı diyelim. Beta denen mikropların üremesiyle hastalandık. Beta mikropları oraya dışarıdan gelmez. Her zaman boğazımızda vardır. Fakat faaliyette değildirler. Beyindeki ilgili merkez onları baskı altında tutar. Enfekte olamazlar. “Bağışıklık” dediğimiz de budur ama beyindeki merkez soğuk algınlığı vs. gibi çeşitli sebeplerle atıl vaziyete geçer ve görevini yapamaz. O zaman mikroplar serbest kalır ve ürer, enfeksiyon yapar. Beyinde ilgili merkez tekrar aktive edilirse hastalık beyindeki merkez tarafından durdurulur. Bütün tedaviler, ilaçlar atıl duruma geçmiş olan ilgili merkezi uyarmak içindir. Plasebo denen şeyin yaptığı da budur..”

* “Gelelim okumaya, Özellikle Kur'ÂN âyetlerinin ayrı ayrı enerjileri var. Bunun ötesinde kelime ve harflerinin husule getirdiği ihtizazlar, titreşimler. Bil enerji ve titreşimler beyinde etkisini göstererek atalete uğramış merkezleri uyarır ve aktive eder.”

Onun için Derman Hoca derdi ki.: “Hastaya okurken onun işiteceği bir sesle okuyun. Âyetlerin enerjisine ek ses titreşimleri de beyne ulaşsın ve etki daha fazla olsun!.”

Not.: “Hastalara Okumanın Etkisi” başlığı altında yazdığım bu yazıyı Derman Hocamı dinledikten en az 30 yıl sonra kaleme alıyorum. Tıp adamı değilim. Tıbbî açıdan yanlışlıklar, yanlış ifâdeler varsa bunlar benim hafızama aittir. Derman hocam dünya çapında bir hekimdir. Ona ait olması mümkün değildir..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Resim SES KASEDİNDEN SESLENİŞi..

Münir Derman Hoca'nın vefâtından birkaç yıl sonraydı. Bir gece saat 12 sularında kapı çalındı. Aile dostumuz İsmail Bey ile eşi Semiramis Hanım ziyâretten dönerken kapıdan hâl hatır sorup geçmek üzere uğramışlar.
Eşimin ısrarı üzerine içeri geldiler. Çaylar içilirken eşim, size Münir Hoca'nın bir kasetini dinleteyim dedi ve kaseti teybe koydu. Kasetten.: “Bu gece uzun konuşacağız. Oturup dinleyin. İşimiz var gidiyoruz demeyin!.” diyen Münir Hoca'nın sesi...
Kasette böyle bir konuşma yoktu. Yarım saatlik kaset bir türlü bitmiyordu. Kasette olmayan konuşmalar kasetten geliyordu. Semiramis Hanım bir yerde konuşmayı kaçırıyor.: “Ne dedi?” diye eşime soruyor. Kasetten bir ikâz.: “Ne dediyi bırak, kulağını aç, beni dinle!..” Yarım saatlik kaset 3 saat sürüyor. Eşim sonradan hatırlıyor. Kızımız gündüz teybi çalıştıramamış.: “Anne bunun pili bitmiş. Pil almayı unutma!..” demiş. Eşim pil almayı unutmuş ama teyp sorun çıkarmamış. Dostumuz İsmail Bey ve Eşi şokta... O gece kasette olmayan konuşmalar ve ikâzları duyunca çok şaşırdılar.
Evlerine ancak sabaha karşı dönebildiler..

Resim SIVRİHİSAR'DA KIBLE DÜZELTME..
Sivrihisar'da Selçuklulardan kalma eski, büyük bir câmi var.
Sivrihisarlılar fark etmişler ki, bu eski câmi ile yeni yapılan câmilerin kıblesi aynı değil. Pusulalarla ölçmüşler kıblede epey sapma var. Ne yapsınlar, koskoca tarihi câmi yıkılacak mı? Münir Derman Hazretleri’nin zâhir ve batin ilimlerinde ne kadar derin vukufa sâhib olduğunu bilenlerden bir heyet Ankara'ya gelmiş. Derman Hoca'yı bulmuşlar. Kıble problemini anlatmışlar. Eski câminin kıblesinin yanlış olduğunu söylemişler.
Derman Hoca.: “Olmaz öyle şey, Selçuklulardan kalan câminin kıblesi yanlış olamaz. O zaman câmi yapanlar kıbleyi muhakkak Ledün İlmine sâhib bir velîye sormuşlardır. O da doğru göstermiştir. Yanlış olan, sizin pusulalarla ölçerek yaptığınız yeni câmilerin kıblesidir. Muhakkak ki pusulalarda sapma vardır. Yakınlarda bir pirit, bir demir madeni varsa manyetik etki yapıyor, pusulaları saptırıyordur. Siz doğrusunu öğrenmek istiyorsanız askeriyeye gidin. Onların haritacılık uzmanları var. Onlar güneşin paralaks açısına göre, güneşin açılarını ölçerek enlem boylamını bulur. Yön tayin ederler. Ölçtürün, pusulaların saptığını göreceksiniz!”
Derman Hoca’nın dediğini yapmışlar. Haritacılık Uzmanları gelmiş. Güneşin açılarına göre yön tâyin etmişler. Gerçekten Sivrihisar çevresindeki bir madenin pusulaları saptırdığı anlaşılmış. Selçuklu Câmii'nin kıblesi doğru çıkmış..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Resim İZNİ OLMADAN ÇEKİLEN FİLM ve FOTOĞRAFLAR ÇIKMAZ, YANARDI..

Biz buna şâhid olduk. Gül Hanım'ın nikâhı için gençlik parkı nikâh salonunun önündeydik. Yıl 2 Haziran 1982. Derman Hoca ile eşi ortada, eşimle ben de yanlarında bir kanepeye oturmuştuk. Arkada da eşimin annesi ve Yurdanur Hanım'ın kızı ayaktaydılar. Derman Hoca'nın elinde beyaz baston vardı. Tamamen kapanmış olan gözlerinden yıllarca ameliyat olmamış, Almanya'da bile beyaz bastonla dolaşmıştı. Düğün salonunun fotoğrafını çekme hakkını satın almış olan fotoğrafçı ortada geziniyordu. Bir ara önümüze geldi.: “Fotoğrafınızı çekebilir miyim?.” diye sordu. Derman Hoca.: “İstiyorsan çek!.” dedi. Etraftan bunu gören çok kişi çoğu gençler toplandılar.: “Hocam bizimle de, bizimle de...” diyerek hocayı yerinden kaldırdılar. Onlarca poz fotoğraf çektirdiler. Hoca isteksizdi. Ne kadar.: “Bırakın beni, siz çektirin!.” dediyse de dinlemediler.
Fotoğrafçı fotoğrafları tabetmek için dükkâna gidince hayretler içinde kalmış. Bir tek izin alarak çektiği fotoğraf sağlam. İsteksiz çekilen onlarca poz yanmış.: “Böyle şey başıma hiç gelmedi!.” diyormuş fotoğrafçı. Aynı bobinden biri çıkar, diğer filmler nasıl yanar?.

Buna benzer bir olayı da merhum Ahmet Kılıçarslan yaşamış. “Evliyaullahtan Dr. Münir Derman'ın Hayatı ve Mektupları” adlı kitabının 144. sayfasında. Kitaba ulaşamayanlar için kısa bir bölüm alıyorum.:
“197O yılları idi. Bir gece Atilla Mayda ve Mehmet Cihan'ın tanıdıkları bir yerde dini sohbet toplantısı varmış. Hocamı da bu toplantıya dâvet etmişler. Hoca mübârek de Mamaklı Yaşar Çetinkaya'yı yanına almış ve adrese gitmişler. Yaşar Bey anlatıyor. Çaylar geldi. Sohbet başladı, Arada salona kameraman geldi. Toplantıyı filme aldı, Ayrıca Ankara'dan fotoğrafçı da getirmişler, Onlar da epey poz çektiler. Otele gelince Yaşar kardeşimiz söyledi.: “Hocam, toplantıda ben çok sıkıldım. İşleri hep gösteriş ve bir sürü fotoğraf ve film çekildi!.” dedim. Bunun üzerine Münir Hoca.: “Oğlum Yaşar, ne kamera ile çektiklerinde, ne de fotoğraflarda, hiçbirinde çıkmadım. İstemezsem çıkmam!.” dedi. On gün sonra Mehmet Cihan'a gittim. Fotoğrafları istedim. Mehmet Cihan'ın fotoğraflarının hiçbirisi çıkmamış. Hepsi yanmış.: “Kamera filmlerinin yanmaması için de Fransa'ya göndereceğiz. Orada yaptıracağız.” dedi. Otele geldim hocama durumu anlattım. Hocam.: “Oğlum istemezsem çıkmam. Fransa'da değil Amerika'da yaptırsalar değişmez. Çünkü onların hepsi yandı!.” dedi.
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

2.BÖLÜM.:

HAYATINDAN KESİTLER.:
Kitabımızın 1. Baskısında M. Derman Hazretleri ile tanıştığımız 1978 yılından vefâtına kadar onbir yıllık süre içinde geçen anılarımızı ve şâhid olduğumuz kerâmetlerini yazmıştık. Kitabı okuyanlar özellikle kerâmetlerinden çok etkilendiklerini bildirdiler. Bununla birlikte, hayatı hakkında kısa da olsa bilgi edinmek istediklerini ifâde ettiler. Umumî istek üzerine bu ikinci bölümü eklemek bizim için kaçınılmaz oldu. Yine de fazla uzatıp kitabın hacmini büyütmek istemiyoruz. Derman Hocamızın 79 yıllık hayatından çok etkileyici, unutulmaz ve örnek olacak bölümünler, kesitler vermeye çalışacağız; eksiklerimiz bağışlanır ümidiyle...

ÖZ GEÇMİŞİ.:
M. Derman Hazretleri 1910 yılında, Gümüşhâne'nin Hedre Köyünde dünyaya geldi ve Hüseyin Münir adıyla hayata başladı. Beş yaşında iken babası Rasim Efendi Trabzon Emniyet Müdürlüğüne atanınca Trabzon'a taşındılar. İlkokul ve ortaokulu Trabzon'da okudu. Liseyi Ankara'da bitirdi..
Annesi ve babası Trabzon'da büyük bir velî olan Ömer İnan Efendi'ye bağlı idiler. Derman Hoca 5 yaşında iken annesi, ağabeyi Hasan Kazım ile ikisini Ömer İnan Efendi'ye götürüp onun eğitimine teslinı etti. Ömer İnan Efendi annesinin teslimiyetini ölçmek için çocukları minâreye çıkarıp oradan atacağını söyledi. Annesi Ömer İnan Efendi'ye güveniyordu. Ömer İnan Efendi çocukları minâreye çıkarıp oradan attı. İkisi de paraşütle iner gibi süzülerek yere indiler ve manevî eğitimine böylece 5 yaşında, ağabeyi de 7 yaşında başladı..
Biz bu hikâyeyi çok yakın âile dostları olan Yurdanur Şendir'den dinledik. Merhum Ahmet Kılıçaslan kitabında bu minâreden atma olayının babaları yanında yapıldığını yazmış. Belki ana, baba her ikisi de beraberdi. Önemli olan Ömer İnan Efendi'ye tam teslimiyet ve inançla çocukların emânet edilmiş olmasıdır.

Kur’ÂN öğretmeni Hafız Nigâr Hatun'dur. 9 yaşında Kur’ÂN-ı ezberleyerek hafız olmuştur. Manevî, Tasavvufî Eğitimini Mürşidi Ömer İnan Efendi'den almıştır. Dört yaşında başladığı manevî eğitimini 16 yaşında tamamlamış ve hâlvete alınarak kendisine Ledünnî Sırrlar verilmiştir. Hâlvete girişinin Avrupa dönüşünde olduğunu yazanlar da var. Tarihler karışmış olabilir. Kendisinden dinlediğimize göre 16 yaşında mürşidi Ömer İnan Efendi kendisini hâlvete almıştı..

HÂLVET.:
Mâlum, Hâlvet erbainden sonradır. Erbain 40 gün demektir. Her gün bir zeytin tanesi ile orucunu açar, suyunu içer ve tekrar oruca niyetlenir. 40 günün sonunda mürşidi nefis terbiyesinin tamamlandığına ve arındığına karar verirse talebesini hâlvete alır. Burada ne kadar kalınacağı belli değildir.
Derman Hoca.: “Hâlvetten 3 türlü çıkılır.: Ya DeLi, ya VeLî, ya da ÖLü..” demişti. Tabiî ki buradaki “DeLi” akıl hastası demek değil, “Meczub” demektir. Yâni verilen Manevî Sırların etkisi ile cezbeye kapılmış demektir. Bu da manevî bir mertebedir. ÖLü de, cenâze demek değildir. Nefsini öldürmüş; ölmeden ölmüş kişidir. Ölmeden ölmek çok yüksek bir makamdır. Onlar bir daha ölmez. Kur’ÂN-ı Kerim'de âyet var. Meâlen.: “Şehitler ve evliyalar ölmez; siz onları göremediğiniz için öldü sanırsınız.”


وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
“Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ(emvâten), bel ahyâun inde rabbihim yurzekûn(yurzekûne).: Ve Allah'ın yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Hayır, (onlar) hayydırlar (canlıdırlar), Rab'lerinin katında rızıklandırılırlar.” (Âl-i İmrân 3/169)

Hâlvetten çıktıktan sonra mürşidi ona bir görev daha verir: Sabah namazından çok önce yalnız başına ormana gidecek; gördüklerini, yaşadıklarını dönünce sadece mürşidine anlatacaktır.
Derman Hoca sabaha karşı ormana gider. Burada birçok tecelliyât olur. Sır Kapsamına girenleri sadece mürşidine anlatır. Sır Kapsamı dışında yaşadıklarının bir kısmını bize de anlatmıştı.:
Mâlum, sabaha karşı çiğ düşer ve çimenlerin üzerinde “şebnem” denen su damlacıkları oluşur. Büyükçe bir su damlacığının yanından geçerken damla birden büyür ve Derman Hoca'yı içine alır. Burada yaşananlar “SIRR” olduğu için anlatmadılar. Görev tamam olunca balon patlar. Hoca biraz ıslanmıştır..
Bu Manevî Gezintinin sonunda kendisine Manevî Kadrolara alındığı ifâde edilmiştir. Dönüşte Hocası da kendişini tebrik eder..

OKUDUĞU OKULLAR.:
İlk ve ortaokulu Trabzon'da, liseyi Ankara'da bitirir. Lise’den sonra Atatürk'ün bizzât bulunduğu bir sınavı kazanarak Fransa'ya gönderilir. (Bu sınavı 8 öğrenci kazanmış ve yurt dışına gönderilmişlerdir.) Fransa'da Sorbon Üniversitesinin psikoloji ve Felsefe bölümlerinden mezun olur..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Resim ESRÂRENGİZ ZİYÂRETÇİLER.:

Fransa'dan unutulmaz bir hatırasını nakletmişti: Bir gün odasına girdiğinde başları sarıklı iki kişi görüyor. Kendisini görünce yere bir kâğıt bırakıp duvara doğru yürüyorlar ve duvarın içinde kayboluyorlar. Odası kilitli imiş. Nasıl girdiklerini, kim olduklarını düşünürken yerdeki kâğıdı görüyor ve okuyor, Kâğıtta tavsiyeler var. Bu tavsiyelere aynen hayatının sonuna kadar uymaya karar veriyor ve kâğıdı da saklıyor.
Olaydan bir yıl sonra yurda dönüyor ve Hocası Ömer İnan Efendi'yi ziyârete gidiyor. Hal hatırdan sonra Hocası Ağabeyinin gelmesini de istiyor. Bir ara.: “Kâğıt sende mi?” diye soruyor ve sus işâreti yapıyor, Ağabeyine de.: “Kazım sende biliyorsun ya!” diyor. O zaman anlıyor ki Fransa'da odasına girip o kâğıdı bırakan iki kişi Ağabeyi ile Hocası imiş. Yazı aynen şöyle.:
“Vesveseyi birak!...Ne kadar işin, arzun, dileğin varsa hepsini kaza ve kadere teslim et. Kendini, nasıl dilerse öyle iş gören ALLAH 'a bırak ve bekle!.. Telâşı terket, İzdirabı, üzüntüyü kaldır. Murat Yolu kendi kendine görünür. O yola düşersin!.
Aç kal, kimseye söyleme! Dertlerini, yoksulluklarını, ızdırablarını söz haline geçirme, melekler bile duymasın. Derdin olursa HAKk ile konuş. Her şeye o yeter. Sefâlete düşersen vakûr ol!.
Sabret, HAKka bile ellerini istek için kaldırma, Yalnız Hamd için kaldır. ALLAH seni senden iyi bilir. HAKk'ta erimek dünyada budur!.”

(Ahmet Kılıçarslan: Evliyaullahtan Dr. Münir Derman'ın hayatı ve mektupları. Sayfa 39.)


Resim FRANSA DÖNÜŞÜ.:

22 yaşında İstanbul'da Tıp Fakültesine kaydolup, orayı da bitirerek doktor olur. Fransa'da tanıştığı Suudi Arabîstan Kral Âilesinden bir Prens vardır. Derman Hoca'yı dâvet eder. 5 yıl Suudi Arabîstan'da Kraliyet Doktoru olarak görev yapar. Bu süre içinde Mısır'da Câmiü’l- Ezher Üniversitesi'ne kaydolur. Dışarıdan derslere hazırlanarak sınavlara girer ve dünyaca ünlü bu Üniversiteyi de bitirir. (İlahiyat Bölümü) Böylece Sorbon, İstanbul Tıp ve Câmiü’l- Ezher olmak üzere 3 üniversite bitirmiş olur, Yurda dönerken, 5 yıllık hizmetlerin karşılığı olarak Kral ona bir teneke altın verir. Bu altınları daha Suudi Arabîstan'dan ayrılmadan fâkirlere dağıtır..


Resim ARABİSTAN DÖNÜŞÜ.:

Derman Hoca yurda kesin dönüş yaptıktan sonra bir süre Ankara Üniversitesi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde Felsefe, Psikoloji ve Fransızca dersleri verir.
Bir konferansı sırasında yaptığı konuşma anında sözünü kesen üst düzey bakanlık görevlisine verdiği cevaba takılan bir müfettiş ön yargılı olarak dersine girer ve kusur arar. Bir şey bulamayınca.: “Öğrenciler niye palto ile oturuyor.” diye çıkışmaya başlar. Hava çok soğuk sınıfta soba yok!... Hoca ne söylediyse müfettiş dinlemez, bağırıp çağırmaya devam eder. Münir Hoca sonunda celâllenir ve müfettişi tekme tokat sınıftan dışarı atar. Kendisi de çantasını alır ve görevi bırakıp İstanbul'a gider. Olay Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e intikal eder. Hasan Ali Yücel Derman Hocayı çağırır. Sabahattin Eyuboğlu ile karşılarlar ve Hasan Ali Yücel'in yeni kurduğu Tercüme Bürosunda görev almasını teklif ederler.
Derman Hoca bir süre de orada çalışmış ve batı klasiklerinden özellikle psikiyatri konusunda bazı eserleri tercüme etmiştir..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Resim ŞARK HİZMETİ.:

Derman Hoca'ya Sağlık Bakanlığı tarafından doktor olarak görev verildiğinde ilk olarak Ağrı'nın Eleşkirt ilçesine hükümet tabibi olarak atanmış ve iki yıl orada şark hizmetini tamamlamıştır.
Eleşkirt'in tanınmış bir “Deli” si var. Güçlü kuvvetli vurduğunu devirebilen biri. Herkes ondan korkar... Bir gün yolda Münir Hoca ile karşılaşırlar. Münir Hoca ona.: “Sen deli değilsin!.” der.
“Nerden bildin?”
“Bilirim. Ben doktorum. Gözünden anlarım.”
Deli, Hoca'nın kulağına eğilir.: “Yer ehline göre deliyim, gök ehline göre velî..”.
Derman Hoca ile sırdaş olur, dost olurlar.
Eleşkirt'te Derman Hoca'nın tanıdığı Hak Dostları da var. Esnaftan sık sık sohbet ettiği Mânifâturacı Ömer Efendi'nin ve Kasap Hasan'ın kerâmetlerinden bahsetmişti..
Kendisine olan bir tecelliyi de anlatmıştı: Oturduğu ev basit bir kulübe, tuvâleti yok. Bahçede bir çukur kazılmış, üzerine iki ağaç uzatılmış. İlkel bir helâ. Çukurun içinde sular ve pisliklerle birbirine karışmış... Bir gün ihtiyaç gidermeye gidince bakmış ki pisliğin içine bir örümcek düşmüş, çırpınıyor. Kollarını sıvamış. Eğilmiş, örümceği pisliğin içinden çıkarmış.
O günden sonra örümceği kurtardığı eline bir özellik verilir.: Gece karanlıkta o eli bir projektör gibi kullanabiliyor, tuttuğu yeri aydınlatıyor. İstediği zaman avucunun içine bakıp istediği yeri, istediği şeyi dünyanın öbür ucunda olsa görebiliyor.

Gerçi Derman Hoca'nın böyle bir şeye ihtiyacı yoktu. O istediği zaman hiçlik makamına yükselebilen bir velî idi. Yâni yaratılış ahengine girebilen, kesretten kurtulup vahdete erebilen bir velî. Buna “Fenâfillâh” diyenler, “Nirvana” diyenler var. Burada zaman, mekân, mesâfe, evvel âhir yoktur. Bilinmeyen yoktur. Her şey ayandır. Ama gene de onun eline o hassa'ların verilmesi gerekiyormuş ki verilmiş. Hiçbir karşılık beklemeden, tam bir ihlâs ile karıncaya bile yapılan iyiliğin karşılıksız kalmayacağına bir misaldir bu. Tabiî ki o ihlâsa erebilene verilir. Bir karşılık için en küçük zerrenin zerresi küçük bir hisse kapılana bin örümcek kurtarsa verilmez kanısındayım.


Resim BOZÜYÜK'TE HÜKÜMET TABİPLİĞİ.:

Derman Hoca Eleşkirt'te hükümet tabibi olarak şark hizmetini bitirdikten sonra Bilecik'in Bozüyük ilçesine naklen tâyin edilir. Yine hükümet tabibidir. Annesi Şehvâre Hatunla oturmaktadır. Bir süre sonra, İstanbul'da müfettiş olan dayısının kızı Cahide Hanım'la evlendirilir. Bir kız çocukları olur. Bozüyük'te hükümet tabipliği sırasında ilçede birçok şeyi değiştirir. En yakın âile dostları Süleyman Aksaz'ın anılarından birkaçını özet olarak verelim.:
1-) Hemen her evin bahçesinde bulunan hayvan gübrelerini tarlalara taşıtmış, ilçeyi pis koku ve mikrop yuvalarından temizletmiş.
2-) Evlerin bahçelerini çeviren derme çatma çitlerin yerine bahçe duvarları yapılmasını emretmiş; yine ilçe bu yönden de temizlik ve tertibe kavuşmuş.
3-) Pislik içinde ve düzensiz pazar yerini temizletip düzene sokturmuş. Süt, yoğurt, bal, pekmez gibi gıda maddelerini tozdan korumak için üzerlerinin kapanmasını temiz ıslak tülbentle örtülmesini emretmiş; hatta tülbentleri kendi parası ile alıp dağıttığı olurmuş. Kurallara uymayanları cezâlandırır; bozuk gıda maddelerini imhâ ettirirmiş. Bu uygulamalardan canı yananlar onun adını “DELİ DOKTOR” koymuşlar.
4-) Arabalara öküzlerin çekemeyeceği kadar yük yüklenmesini; öküzlerin nodullanmasını yasak etmiş. Kurala uymayanları görürse müdahale eder, yüklerini yıktırır, iki seferde taşımalarını temin edermiş.
5-) Evlenecek çiftlerin doktor raporu almaları şartını koymuş. Muayene için gelenlere sağlık dışında, gusül abdesti nasıl alınacağını da sorar; bilemeyenlere: “Öğren öyle gel!.” dermiş.
6-) 1940'lı yıllarda II. Dünya Savaşının bütün sıkıntıları Türkiye'de de hissediliyordu. Kıtlığın, hastalıkların yanında inanılmaz bit salgını da vardı. Benim de çocukluk yıllarımdı. İnsanların üzerlerinde, saçlarında bitlerin gezindiğini görürdük. Derman Hoca Bozüyük'te bitlerle mücâdeleyi de ciddî şekilde ele almış. Otele inen müşteriler giysilerini çıkarıp “Etüv” denen yere verir, bit ve yumurtaları öldürüldükten sonra giyerlermiş. Sanırım etüv kızgın fırın gibi bir şey. Askeri birliklerde de o zamanlar kullanıldığını duymuştum.
Bir gün Ankara'dan gelen bir trenden bir grup milletvekili Bozüyük'te inmiş, otelde kalacaklar. Otelci, doktorun emri, giysilerini etüv için vermelerini söylemiş. Milletvekilleri itiraz etmişler. Olay Derman Hoca'ya intikal etmiş. Hoca gelmiş.: “Ben İlçenin doktoruyum, ben emrettim.” demiş. İtiraz üzerine birine gömleğini çıkarttırmış. Yakasında, dikişler arasında gizlenmiş bitleri ve yumurtalarını göstermiş. Milletvekilleri mecbur kalmış giysilerini etüv için vermeye. O tarihte milletvekiline direnmenin, hele emri vâki yapmanın ne demek olduğunu o günleri yaşamayanlar hayal bile edemezler.
7-) Bozüyük'te hükümet tabipliği sırasında birçok yoksul âileye kendi maaşından gizlice yardım ettiğini Süleyman Aksaz anılarında anlatıyor..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim ESKİŞEHİR'de 22 YIL.:

Derman Hoca 1945 yılında Bozüyük Hükümet Tabibliği'nden Eskişehir'e nakledilir. Eskişehir Devlet Hastanesinde 22 yıl operatör doktor olarak hizmet verir. Bu süre içinde hastane kayıtlarına göre 12O.OOO ameliyat yapmıştır. (Ahmet Kılıçlaslan sayfa 83) Birkaç örnek verelim.:
1-) Afyon'un bir köyünden kolu kopmuş bir genç götürülür. Derman Hoca altı buçuk saat süren bir ameliyat sonunda kolu yerine takar. Bu dünya çapında bir başarıdır. Amerika Sağlık Bakanlığından tebrik ve takdirname; Rusya'dan, Fransa'dan, İngiltere'den tebrikler gelmiştir.
2-) Akşam Gazetesi: 24 Temmuz 1964. Eskişehir Muhabiri İsmail Sadık.: “Dr. Münir Derman yine tamamen kopuk bir ayağı yerine ekledi. “yine” diyoruz. Çünkü Dr. Derman geçen yıl da bu şekilde kopan bir ayağı yerine eklemişti.”
Gazete haberini özetliyorum.: İhsan Erşen adında bir liseli gencin ayağı otobüsün tekerlekleri altında kalmış, ayak tamamen kopmuştu. Diz kapağına kadar çürüyen ayağı kangren olmaktan ancak kesmekle kurtarabileceklerini söyledi doktorlar. Hazırlık yapılırken Dr. M. Derman çıkageldi. 4 saat süren bir ameliyattan sonra ayağın kurtarıldığını söyledi, Derman Hoca'yı muhabir evinde ziyâret ettiğinde.: “Söyleyecek bir şeyim yok. Bir ameliyat yaptık. Bütün başarısı Türk doktorluğuna ait!.”
Derman Hoca övünmeyi, reklamı sevmezdi. Olay Türk medyasında gerekli ilgiyi görmemişti ama dünyada büyük yankı uyandırmıştı. Rusya'dan, Amerika'dan tebrikler gelmiş; hatta Amerika'da tıp kitaplarına geçmişti. Hâlâ tıp öğrencilerine örnek olarak derslerde anlatılıyor. Tıbben imkânsız görülen böyle bir ameliyatın Türkiye'de başarı ile sonuçlandığı; hiçbir zaman ümit kesmemek gerektiği ifâde ediliyormuş.
Kayıtlarda Derman Hoca'nın buna benzer birçok başarılı ameliyatı var. Bunların ancak kerâmetle gerçekleştirilebileceği inancı yaygındır..

Resim KORE SAVAŞINDA.:
1951 yılında Kore Savaşı çıktığında General Tahsin Yazıcı komutasında bir Türk Tugayı Kore'ye gönderilir. Derman Hoca da Tugay Doktoru olarak binbaşı rütbesi ile birliğe katılır. Savaşa devam edilirken Ramazan Bayramı gelir. Asker cephede Bayram Namazını kılmak ister. Hava açık, pırıl pırıl. Düşman bunu fırsat sayabilir. Derken, birden bire kalın bir sis tabakası askerin üzerini örter. Rahatça namaz kılınır. Bayramlaşma bitince hava tekrar açar. Komutan Tahsin Yazıcı.: “Yahu Münir bu sis nereden geldi, bizi düşmandan gizledi?.” der. Derman Hoca.: “Bizler HAKk Rızası için namaz kıldık. O da sis göndererek düşmana karşı bizi kamufle etti!.” der.

Mâlum savaşın çok kızıştığı bir sırada Başkomutanlıktan bütün birliklere.: “Geri çekilmeleri emri” çıkmış; Amerikalı Komutan bu emri bizim tugaya bildirmemişti, Bizim tugay emir gelmeden yerini terk etmemiş ve düşman tarafından çembere alınmıştı. KUNURİ'de kuşatılan O birliğin kurtulması mümkün değildi. Ya teslim olacak, ya da topyekûn imha olacaktı. Fakat öyle olmadı, Tugayımız bir imkânsızı başardı. Süngü takarak düşman çemberini yardı. O zamanlar bu bir Türk mu’cizesi olarak görülmüş ve Tugayımız en üstün nişanlarla ödüllendirilmişti..
NOT: Sonraki bir komutanlar toplantısında, “Geri çekilme emri”ni Tugayımıza bildirmeyen Amerikalı Komutanın deşifre olduğu ve Tahsin Yazıcı tarafından vurularak öldürüldüğü söylenir..

Resim ALMANYA'DA 15 YIL.:
Dr. Münir Derman Hazretleri Eskişehir Devlet Hastanesi'nde gerçekleştirdiği başarılı ameliyatlardan sonra Rusya'dan, ABD, Fransa ve Almanya gibi ülkelerden tebrik ve dâvet telgrafları almıştı. Eskişehir'deki görevinden emekli olduktan sonra dâvet edildiği Almanya'ya gitti. Almanya'da 15 yıl Anatomi Profesörü ve Cerrah olarak çalıştı. Derman Hoca övünmeyi ve unvanı kullanmayı sevmezdi. Hiçbir yerde profesör, hatta doktor diye imza atmazmış. Kitaplarında bile sadece adı “M. Derman” olarak geçer. Bâtınî yönünü gizlediği gibi, zâhirî konularda yaptıklarını da olabildiğince gizlemiştir.
Meselâ, Almanya'da çalıştığı sürede 70'ten fazla bilim adamı ve akademisyeni Müslüman yaptığını rahmetli Yurdanur Hanım söylemişti. Eşinin çok yakın dostu ve sırdaşı olan Yurdanur Hanım muhtemelen bu gibi bilgileri eşinden öğreniyordu..

Almanya'da bir gün kolu omuzdan çıkmış, tersine dönmüş bir genci hastaneye getirmişler. Izdırab içinde, ameliyattan başka çâresi yok. Nöbetçi doktorlar ameliyathâneyi hazırlatmış genci götürüyorlar. Derman Hoca gencin kolundan tutmuş.: “Bir dakika bekle!.” demiş, Kolunu sağ çevir, sola çevir, yukarı kaldır gibi bazı komutlarla hâreket yaptırmış. Çıkık omuz yerine oturmuş Ameliyathânenin kapısında genci bekleyen.: “Hadi gel!.” diyen doktorlara da.: “Gerek kalmadı, omuz düzeldi!.” demiş.
Doktorlar şaşkın!. Onlara da omuz çıkığını basit hâreketlerle yerine getirmenin metodunu öğretmiş..

Resim MÂNEVî AMELİYATLAR.:
Yaptığı manevî ameliyatlar da var ki, onları gizlemiştir. Anlatmazdı, Vefâtından en az 10 yıl sonra biz birine muttali olduk.: Dikmen'de bir dostumuzun evine dâvetliydik. Dâvetlilerden tanımadığımız bir hanım vitrinde Derman Hoca'nın fotoğrafını gördü. Kim bu diye sordu.: “Bu beni Almanya'da 20 yıl önce ameliyat eden doktor.” dedi. Evinden alınıp Tayy-ı Mekânla nasıl Almanya'ya götürüp ameliyat edildiği ve geri getirildiğini, bütün bunların dakikalar içinde olduğunu topluluğa anlattı.
Bu konu kitabın I. Bölümünde, ”Mesude Hanım Örneği” başlığı altında detaylı olarak anlatılmıştı. Görüldüğü gibi bu olay bir raslantı sonucu ortaya çıktı. Benzeri birçoğu gizli kalmış olayın olmadığını kimse bilemez ve söyleyemez..

Derman Hoca Almanya'dan da emekli olup kesin dönüş yaptığında sanırım 70 yaşında vardı. Almanlar kendisini bırakmak istememişler.: “Hiç olmazsa sınav zamanlarında gel öğrencilerin sınavlarında bulun!” diye ricâ etmişler. Hatta tarihi belirlenmemiş uçak biletlerini cebine koymuşlar. Bileti bize de göstermişlerdi..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim HÂNECİOĞLU OTELİ'nde.:

Derman Hoca'nın kendine ait bir evi yoktu. Eskişehir Devlet Hastanesi'ndeki görevinden emekli olunca Ankara'ya gelmiş ve Cebeci Dörtyol'da Yarı Açık Cezâevi'nin karşısında yeni yapılan Hânecioğlu Oteli'nde mutfağı ve banyosu olan süit bir oda ayırtmış. Almanya'ya yalnız gittiği zaman eşi Cahide Hanım burada kalıyor; birlikte gittikleri zaman odayı kilitleyip gidiyorlarmış. Otelci Trabzon'lu bir hemşerileridir. Odayı sürekli onlara kirâlamış oluyor ve kimseye açmıyor.
1964-1965'te emekliliğinden 1989'da vefâtına kadar 25 yıl bu odayı kirâladılar ve orada yaşadılar. Bu oda onlar için kudsal bir mabet gibiydi. Ziyâretçilerini otelin salonunda karşılar, oradan uğurlarlardı. Odalarına kimse giremezdi. Yurdanur Hanım'la eşim İnci, Cahide Hanım'ın çok yakın sohbet arkadaşları olduğu halde; yıllarca ziyâretlerine gittiği halde, odalarının kapısından içeri bir kez dahi adımlarını atmamışlardır.
Otel görevlileri bile giremezlerdi. İnternette ve Bazı Yüksek Lisâns tezlerinde rastladım. Derman Hocayı tanıdığını iddia eden kişilerle konuşmalar kayda geçmiş.: “Vefâtına kadar yanından ayrılmadım. Oteldeki odasında hep yanında, hizmetinde oldum” gibi saçma sapan beyânlar. Hiç Cahide Hanım sizi odaya sokar mı? Hizmete ihtiyaç varsa bir başkasına yaptırır mı? İnsanlar niçin böyle yalanları uyduruyorlar anlamıyorum! Derman Hoca ve Eşi kimsenin yardımını kabul etmezlerdi. Çarşıdan alınmasını istedikleri bir şey, bir siparişleri olursa bir tek polis Hüseyin Ayırgan'a söylerler; başka hiç kimseden bir iş istemezlerdi.

Vefâtından önce 2,5 yıl Keçiören Sanatoryum'unda, kendisi için özel olarak tefriş edilmiş bir odada kaldı. Orada da Cahide Hanımla beraber kalıyordu. Odasına belli saatlerde belli ziyâretçilerden başka kimse giremez her türlü hizmetleri de Hastane personeli ya da Cahide Hanım tarafından görülürdü. Derman Hoca'ya hizmet ettiğini söyleyenlerin yalancı, palavracı, hasta ruhlu kimseler olduğundan emin olduğum halde; yanlarında büyüyen torunları Gülbanu Hanım’a da sordum.: “Hepsinin yalan olduğunu, böyle hasta tiplerin Hoca'ya yaklaşamadığını.” söylediler. Tez hazırlayan araştırmacılar da dikkat etseler, yakınlarından sorsalar iyi olacak...


Resim DERMAN HOCA OteLin Sigortası Gibiydi.:

Bir gün gittiğimizde Hoca’yi sinirli gördük. Söyleniyordu.: "Bunlar nasıl insan?... Bilmiyorlar ki bıraksam otel havaya uçacak!..” Tabiî ki ne demek istediğini anlayamadık. İki üç yıl sonraydı. Cahide Hanım bir iş için otele gitmiş, hastaneye dönüşünde anlatıyordu: Otelin bodrumunda müşterilerin unuttukları valizler varmış. Yıllarca sâhibleri gelir, sorar diye bekletmişler. Sonunda da temizlemeye karar vermişler. Valizin birinde saatli bir bomba görmüşler. Polis çağırılmış. Yıllar önce çok güçlü bir bomba oteli havaya uçurmak üzere kurulmuş. Fakat patlama noktasına gelmeden saat durmuş. Valizin yıllar önce otelde kalan bir İranlı’ya ait olduğu anlaşılmış. O zamanlar İranlı ajanlar birbirinin peşinde dolaşıyordu. O zaman anladık ki, Derman Hoca bu unutulan valizlerin içinde neler olduğunu biliyor; kerâmeten saatli bombaları imhâ ediyormuş. ALLAH sırrını takdis etsin..


Resim DERMAN HOCA Bir de OteLin Yabancı DiL Danışmanı Gibiydi.:

Yabancı müşterilerden dilini anlamadıkları biri olursa Derman Hoca'ya başvururlar, dil sorunu çözülürdü. Bazı kaynaklarda Derman Hoca'nın 6 dil bildiğini yazmışlar Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca, İngilizce, Rusça. Bu tespit doğru ama eksik. Biz Derman Hoca'ya kaç dil biliyorsun diye sormadık. Ama otele gelen müşterilerle konuşmalarından 12 dile kadar tespit ettik. Kanaatimizce Hoca'nın bilmediği bir dil yoktu. Hatta hayvanlarla konuştuğu da malûm. Kitaplarında da bu var.
Muhiddin-i Arabî Hazretleri "Füsus-ul Hikem" adlı eserinde anlatıyor. Peygamberlerin hepsine değişik hikmetler verilmiş. Hazretli Süleymân aleyhisselâm'a insanlar, hayvanlar, cinler hatta rüzgârlarla konuşma. Hazreti İsâ aleyhisselâm'ya ölüleri diriltme, körlerin gözünü açma gibi... Peygamberlere verilen bu hikmetlerden bazıları büyük velîlere de verilmiş. Anlaşılıyor ki Derman Hoca'ya da birçok hikmet verilmiş. Hayvanlarla konuştuğu biliniyor. Doğuştan körlerin gözünü açtığı örneklerle sabit. Cinlere hükmettiğine de şâhid olduk. Beşerin bütün dillerini konuştuğundan da şüphemiz yok..


Resim KEÇİÖREN SANATORYUM'unda.:

Derman Hoca ömrünün son 2,5 yılını Keçiören Sanatoryumu'nda geçirdi. 1986 yılında hastalanmış. Ankara Hastanesi'ne kaldırılmıştı. Orada birkaç ay kaldıktan sonra Keçiören Sanatoryumu'na nakledildi.
Orada Hoca için özel ve çok güzel bir oda tefriş edilmişti. Birinci sınıf doktor emeklisi olarak da bu yasal hakkıydı. Eşi Cahide Hanımla birlikte 2,5 yıl orada kaldı. Oteldeki odalarını da boşaltmamışlardı. Eşyaları oradaydı..


Resim ODASI EĞİTİM SINIFI GİBİYDİ.:

Derman Hoca'yı Keçiören Sanatoryumu’nda da oldukça sık ziyâret ederdik. Odası Hastane doktorları için eğitim yeri gibiydi. Mesâiden çıkan doktorlar odasına gelir, onun engin tıbbi bilgilerinden ve tecrübelerinden faydalanırlardı. Başhekim dâhil birçok doktora odasında rastladık. Onu dinlediklerini gördük. Türkiye'de yeterince bilinmese de; Rusya'dan Amerika'ya birçok ülkede Tıp Dünyasının çok iyi tanıdığı bir doktordu Derman Hoca. Adı ve tedâvi yöntemleri tıp literatürüne hatta ders kitaplarına girmişti. Sanatoryum doktorları tarafında kıymeti biliniyor, hak ettiği saygıyı görüyordu..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim 1989 SONBAHAR =>“BIRAKıN ARTıK GİDEYiM!.”.:
1989 yılının Ekim, Kasım aylarıydı. Ziyâretlere devam ediyorduk. Bir gün Hoca gayet sitemkâr bir tonda bir cümle söyledi.: “Gideceğim bırakmıyorlar. Bırakın artık gideyim! Bırakin artık yeter!.” Bunun ne demek olduğu anlaşılmıştı. Ama kim bırakmıyordu. Eve dönüşte eşimle bu cümleyi tartıştık. Tamam, sevenleri sağlığı için duâ ediyor. Ama bu değil. Bırakmayan kim? Belli ki manevî büyüklerden gitmesini istemeyenler var. Bizlerin haddine mi düşmüş bırakmamak... Meselâ Şaziye Anne'yi hatırladık. Son zamanlarda sıkça tekrarlıyordu.: “Mübârek yerine bırakacak kimseyi bulamadı. O ilmi, her şeyi beraber götürecek. Yazık, çok yazık!.” diyordu. Muhakkak başka velîler de vardı, gitmesini istemeyen..

Resim VEFÂTI.:
Büyük Velîler gidecekleri günü, saatine kadar biliyorlar, ya da onlara bildiriliyor.
Derman Hoca'da 1989, bir aralık günü seyahate çıkar gibi hazırlıklarını yapıyor. Hastane yetkililerine “gideceğini” söylüyor. Eşi Cahide Hanımı o gün için Hânecioğlü Oteline gönderiyor. Banyosunu yapıp boy abdestini alıyor ve yetkililere.: “Ben yıkandım, abdestimi aldım. Beni yıkamayın!.” diye vasiyet ediyor.
Hak Dostu Velîler için.: “ÖLmeden ÖLmek” tâbiri vardır, Onlar daha önceden, ölmeden ölmüşler; nefislerinden, dünya hırslarından geçmişlerdir, tekrar ölmezler. Sadece aramızdan ayrılırlar. Bu âyetlerle de sabittir ALLAH.: “Benim şehidlerim evliyâlarım ölmez. Siz onları göremediğiniz için öldü sanırsınız” diyor, Kur’ÂN-ı Kerim'de.
Derman Hoca bir sohbetimizde.: “ÖLümden korkmayın, ÖLüm ÂNında kimse acı duymaz. Aksine yüksek derecede zevk alır. Herkes ölümü tadacaktır!. âyetindeki kelime “zâika” kelimesidir. Yüksek derecede zevk demektir. O anda inzâl, yâni boşalma vuku’ bulur. Ölüleri yıkamak bunun içindir, demişti. Ölmeyen, sadece aramızdan ayrılan Hak Dostu Velîlerde bu durum söz konusu olmadığı için olacak ki kimileri kendileri abdestini alıp gidiyorlar..

Resim KABRİ.:
Derman Hoca kabrinin bilinmesini istemiyormuş. Yurdanur Hanım'dan vasiyetini dinlemiştik.: Vefâtının duyurulmasını istememiş. Cenâzeyi dört kişinin kaldırmasını, iki kişinin kabre indirmesini isim vererek vasiyet etmiş. Yer olarak da Bağlum Köyü Kabristanında, Arvasî Hazretlerinin Kabri’ne yakın bir yere defnedilmesini istemiş. Vefâtına bir hafta kala bu vasiyet değişmiş. Çok yakın dostu Mamak'lı Yaşar Çetinkaya, Memlik Köyü Kabristanında, Annesi’nin kabri yanında geniş bir boşluk bulunduğunu, oranın uygun olacağını söylemiş. Hoca da kabul etmiş. O boşluk Derman Hoca'nın vefâtından sonra duvarla çevrildi ve Hoca'nın yakınları için ayrıldı. Derman Hoca'dan sonra vefât eden Yaşar Çetinkaya'nın kabri de şimdi orada. Derman Hoca'nın eşi Cahide Hanım da orada..

Derman Hoca Kabri’nin yeri bile bilinsin İstemezdi. Hele üzeri örtülü türbe hiç istemezdi. Kabri şimdi istediği gibi açık havada. Ama yanı başına türbe benzeri bir yapı yapıldı. İki katlı bir yapı. Alt kat çoğu kapalıdır. Görevli oradaysa açar. Üst kata kabir tarafında girilir. Ziyâretçilerden 10-15 kişinin namaz kılabileceği ufak bir mescid haline getirilmiştir.
Bu yapı Hocanın vefâtından sonra Adapazarlı dostlarından 3-5 kişi tarafından finanse edilerek yaptırıldı. Mamaklı Yaşar Çetinkaya planını çizdi yakın dostları; Polis Hüseyin, Yaşar Çetinkaya, Sabri Türker ve diğer dostları bilfiil çalıştılar.,

Resim KABİR TAŞIM!.
Bir gövde borcum var toprağa,
Verdim borcumu,
RÛHumun toprağa borcu yok benim.
Arama toprakta beni ben başka yerdeyim.
Toprağım temizdi temiz teslim ettim borcumu,
Bu kabir ruhumla gövdemin ayrılış yeri,
Burada arama burada değilim Azâbda değil nârda değilim.
Sıkıntım kalmadı artık aç ve yoksul değilim.
Dünyada haksızlık, sefâlet, açlık, sıkıntı, dertlerle,
arkadaş yaşadım..
Şikâyet etmedim .RABB’’imden.: “Bu nedir?.” diye.
Kırklar, yediler, dörtler, üçlerle arkadaş idim.
Hızır'la buluştum, konuştum, dertleştim dünya yüzünde.
Şikâyet etmedim kendi hâlimden
Nefsinle uğraşma, bu savaş değildir.
Kabirde azâbın esası budur.
Bırak nefsini kendi hâline.
Uğraşma onunla, yakışmaz sona.
Gövde, nefis, ruh, başka başkadır.
Yekdiğerine karıştırıp çengelleme onları,
Nefis dünyada kalır, gövde toprakta.
Ruh gider asıl olan RABB’ine
Burada arama burada değilim,
Azâbda değil, nârda değilim,
Sıkıntım kalmadı, aç ve yoksul değilim.
Gövdemi verdim toprağa borçlu değilim.
Nefsimin de derdi dünyada kaldı
Üzme kendini ben de senin gibiyim.
RABB’imin yanında uçar gibiyim..

(Bu metnin yazılı olduğu kabir taşının fotoğrafı kitabın son sayfalarında mevcudtur.)
Resim Not.: Türbesini ziyâret etmek isteyenlere: Yenimahalle Karşıyaka Kabristanından sonra 7 km. mesafede Memlûk Köyü girişindedir. Toplu taşıtla da gidilebilir..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim GAVS MAKAMI.:
Merhum A. Kılıçaslan kitabında Hocanın GAVS Makamı’nda olduğunu yazıyor. (Dr. M. Derman'ın Hayatı ve mektupları Sayfa:13). Bunu nereden bildiğini de Derman Hoca'nın dilinden şöyle açıklamış.:
“Kırklar hakkında sorduğu bir soruya özet olarak.: “Bunların Hirâ Dağı'nda tek gecelerde divan toplantıları vardır. Divan toplantılarına “GAVS” başkanlık eder.
Bazen de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz teşrif ederler. Toplantıda konuşma dili Süryânice'dir. Çünkü Süryânice Cennet dilidir. Cennette herkes Süryânice konuşacak. Bilsin, bilmesin ALLAH Cennette bir anda öğretecek. Bâzen de Arapça konuşulur.”

Tekrar sordum.: “GAVS hangi ülkededir? “Pakistan'da dır.” dediler.
Aradan bir hayli sene geçmişti. Sohbet esnâsında.: “Hocam GAVS yine Pakistan'da mı?” diye sordum. “Hayır GAVs öldü!.” dediler. “Şu anda Gavs kim, hangi ülkede?” dedim, Hiç cevap vermediler, sükût ettiler..
O zaman anladım ki, Hocam mübârek Hazretleri GAVS” mertebesine yükselmişti..
Bir gün Dr. M. Derman Hazretleri söyle buyurmuşlardı.: “Ölümümden bir asır sonra dünyaya birisi gelecek, o bizim kim olduğumuzu açıklayacak ve ilân edecektir..”
Merhum A.Kılıçaslan'ın kitabından çıkardığımız bu özet bilgiler ve konuşmalara göre M. Derman Hz, “GAVS” Makamı’na yükselmiş büyük bir Velîydi..

Resim KIRKLAR MECLİSİ.:
Derman Hoca daha 45 yaşında iken yazdığı bir yazıda Kırklar'dan olduğunu söylüyor. Kırklar Sofrasında bulunduğunu, onlardan üç kişiyle haftada bir gece buluştuğunu yazıyor.
Kırkbeş yaşında kaleme aldığı bu yazıda.: “Onüç senedir Kırklar'danım!.” dediğine göre otuziki yaşında Kırklar Meclisine girmiş. Altmış'lı, Yetmiş'li yıllarda ise Gavs Makamına yükselmiş olması muhtemel ve normaldir..
Derman Hoca o gün için Kırklar Meclisi'nde hangi ülkeden kaç kişi olduğunu da beyân ediyor. Görevlerini sayıyor. O Meclisin içinde olmayan biri bunları bilebilir mi?

Resim ŞECERESİ VE AİLESİ.:
Anasının ismi.: Şehvar Hatun.
Babasının ismi.: Ahmet Rasim Efendi.
Anasının anası.: Pembe Hatun.
Anasının babası.: Uzun Mehmet Efendi.
Babasının anası.: Cevâhir Hatun. “Kafkasya'dan”
Babasının babası.: Hacı Ali “Buhara'dan”.
Anasının doğum yeri.: Gümüşhâne.
Babasının doğum yeri.: Vakfıkebir.
Anasının ana tarafından büyük annesi.: Gül Hatun veya halk arasındaki ismi “Evliyâ kadın”.
Türbesi.: Gümüşhâne'nin Hedre Köyündedir.
Doğum Tarihi: 1910
Kur’ÂN öğreten.: Hafız Nigar Hatun.
Mürşidi.: Ömer İnan Efendi.

(Ahmet Kılıçaslan: Münir Derman'ın Hayatı ve Mektupları)

Tevazu’u ile tanınmış olan Derman Hoca ana tarafından soyunun büyük âlim ve velî, Ünü Osmanlı sınırlarını aşmış olan Ahmet Ziyaeddin Gümüşhânevî Hazretlerine uzandığını şeceresini soranlara söylememiştir. Baba tarafından da Kafkas Kartalı diye ünlenmiş Şeyh Şâmil ile akrabadır. Hatta bir konuşmasında Şeyh Şâmil'in ünlü hançerinin kendisine intikal ettiğini söylemişlerdi..

Âilesine Gelince.: Derman Hoca Eleşkirt'te şark hizmetini bitirdikten sonra Bilecik'in Bozüyük İlçesine atanır ve orada; İstanbul'da Müfettiş olan dayısının kızı Cahide Hanım'la evlenirler. Bu evlilikten Ayşin adını koydukları bir kızları dünyaya gelir. Ayşin Hanım'dan da Gülbanu Feryal ve İsra adında üç torunu olur..
Derman Hoca eşi Cahide Hanım'a çok değer verir. Hürmet ederdi.
Bir gün bir dostunun polikliniğinde Hoca'ya rastladım. Önünde bir kilo kadar havuç vardı. Havuçlarının köklerini, çamurlu yerlerini çürüğünü tek tek ayıklıyor, temizliyordu. İlgilendiğimi görünce dedi ki.: “Ben bugüne kadar temizlenmemiş bir tek sebze, ürün eve götürmedim.”
Almanya'dan Merhum Ahmet Kılıçaslan'a gönderdiği bir mektupta.: “Yengeniz çok çileli birisi, o evliyâ bir kadındır. Yengenize hürmet edin, onun duâsını alın!.” diye yazıyor.

Hânecioğlu Otelinde kaldıkları odanın tam karşısı Cebeci-Dörtyol yarı açık cezaevinin kapısıdır. Erken saatlerde gelen ziyâretçiler kapı açılıncaya kadar orada birikirler. Bir gün eşimle ziyâretine gittiğimizde Derman Hoca dedi ki.: Cahide yengeniz sabah namazından çok önce kalkar, sabaha kadar uyumaz; burada ki mahkûmlara bu insanlara duâ eder. O çok merhametlidir. O evliyâdır, ama kendisi farkında değil!.”

Resim KİTAPLARINI NASIL YAZARDI.:
Birinci bölümde de değindiğimiz gibi, Derman Hoca bir program, bir plan yapıp kitap yazmazdı. Onun için kitap yazmak çok kolay ama bastırmak zordu. Öncelikle matbaa masrafları için finansa ihtiyaç var. O yazılarından para almazdı. Yazılarını ancak dergilere gönderir, yayınlatırdı. Konya'da yayınlanan Toprak Dergisi ve Diyanet'in İslâm Dergisi'nde makaleleri yayınlanırdı. Eskişehir'de ve Ankara'da Aslanhâne Câmii, Hacı Bayram Câmii gibi yerlerde çok sayıda vaazı teyplere alınmış; özel sohbetlerde de çok sayıda ses kaydı yapılmıştır. Yine kendisine sorulan sorulardan gerekli bulduğu konuları not eder; daha sonra bu konuları 3-5 sayfalık makaleler halinde yazdırırdı. Ayrıca Derman Hoca konuşurken defterlerine not alan birçok kişinin elinde de bir hayli not birikirdi. çok yakın dostları bütün bu notların kitap haline getirilmesini Hoca'dan isterler, hoca kitap bastıracak hali olmadığını onlara söyleyince.: “Biz bastıralım.” diye izin isterler ve bastırırlardı. Altı cilt “ALLAH Dostu Der ki” ve Üç cilt “SU” bu şekilde Hoca'yı seven yakın dostları tarafından bastırılmıştır. Bu hizmetlerinin bilinmesini istemeyen; tevazu’da Hoca'yı örnek almış bu dostlar isimlerini de gizli tutmuşlardır. Onlar istemeyince biz de bu isimleri vermiyoruz..
Görüldüğü gibi Derman Hoca'nın yazıları, notları, vaazları isimlerini vermeyen, hayırsever birkaç kişi tarafından derlenip finanse edilerek kitap haline getirilmiş ve sağlında telif hakkı alınmadan, maliyetine satılmıştır.
Derman Hoca'nın kitapları belli bir sistem dâhilinde düzenlenmiş; konuları belli bir plana göre sıralanmış eserler değildir. Bazı konuların tekrarlandığı da görülür. Değişik zamanlarda yazılan notlar ve vaazlardan derlendiği için önemli konular tekrar gündeme gelmiş; derleyenler de aslına sadık kalarak kitaplara geçirmişlerdir.
Kitaplarının ALLAH Dostu Der ki serisinden beşinin cilt kapaklarında “Yazılmamış Sırların İlki Yazılacak Sırların Sonu” cümlesi yer alır.
İlk karşılaşanlarda bu cümle birâz tereddüd uyandırabilir. Okudukça anlarsınız ki eserler Ledünnî Sırları görülmemiş bir tarzda ortaya koyuyor. Kelimelerin ve lisânın yetersiz kaldığı, hiçbir yerde anlatılamamış. Tasavvufî Ledünnî konu ve kavramlar Derman Hoca'nın inanılmaz sağlam ve güçlü anlatım yeteneği karşısında çözülmüş kolaylaşmış; anlatılabilir ve anlaşılabilir olmuş.
Derman Hoca'nın kitaplarını bir kere okumak yetmez Tekrar tekrar okumak gerekir. Her okuyuşta yeni anlamlar, açılımlar olur. Bu da bu kitapların sırrı. Çok kişiden bunu dinledim..

Derman Hoca'nın 6 cilt “ALLAH Dostu Der ki” ve 3 cilt “SU” olmak üzere 9 ciltlik eserinde oradan buradan aktarma, derleme, alıntı tek satır bulamazsınız, Hiçbir dipnot göremezsiniz. Tamamı kendi gönlüne doğanlar, kendi hazinesinde olanlardır; âyet ve hadislerden verilen örneklerle tamamlanmış fikirlerdir..

Kanaatimce böylesi yazılmadı ve yazılamayacaktır. Zaman geçtikçe değeri daha çok anlaşılacak, tasavvuf ehli âlimler tarafından daha çok incelenecek ve daha geniş tanıtımı yapılacaktır. Buna ihtiyaç vardır. Belki bir vakıf ya da enstitü kanalı ile yapılmalı; dünyaya ve insanlığa tanıtılmalıdır..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

MEKTUPLARI.:

Yakın Dostu Merhum Ahmet Kılıçaslan “Evliyâullahtan Dr. Münir Derman'ın Hayatı ve Mektupları” adlı kitabına otuza yakın mektubu almış ve kitabının doksan sayfasını mektuplara ayırmakla bu değerli mektupları kaybolmaktan kurtarmış. ALLAH ondan razı olsun. Mektupların çoğu Almanya'dan kendine yazılan mektuplar. Muhakkak başkalarına yazdığı mektuplar da var. Bir araştırmacı onları da bulup mektuplarından oluşan bir kitap yazsa çok hayırlı bir iş yapmış olur. Bu kendisinin de vasiyetidir. (A. Kılıçaslan.)

Derman Hoca'nın mektupları öyle sıradan mektuplar değil. Hepsi dinî, tasavvufî makaleler gibi. Mektuplaştığı dostlarının sayısı beşi geçmez: Ahmet Kılçaslan'a, Sabri Türker'e, Yaşar Çetinkaya'ya Polis Hüseyin Ayırgan'a Almanya'dan mektuplar yazmış; birine yazınca, diğer dostların adlarını da zikrederek selâm ve duâlarını göndermiştir. Mektupların çoğu, “muhteremler” ya da “oğlum” hitabı ile başlar. Bâzen de isim vardır. Meselâ: “Muhterem Sabri Türker, oğlum Yaşar...” gibi. Her mektubu 6 kişilik bir dost grubuna hitaben yazılmıştır. Ahmet Kılçaslan'a, Sabri Türker'e, Yaşar Çetinkaya'ya Polis Hüseyin Ayırgan, Remzi Kasımcan, Yurdanur Şendir'e...
Mektuplarda benim adım geçmez çünkü mektupları Almanya'dan gönderiyordu. O Almanya'da iken henüz tanışmıyorduk. Kesin dönüşünden sonra tanıştık. Mektuplaştığı isimlerle de çok yakın dost olduk.
Mektupların içeriği ile ilgili bir fikir vermek üzere birkaç kısa alıntı sunmak istiyorum.:

Resim

“Oğlum;
Hakiki bilgi Hak Erenlerinin ağızından alınır. İnsanın bilmediği şey önünde ses çıkarmaması ilimdir. Ni’met gelir, şükür bulamayınca gider. Bu şükürsüzlükler birleşince memleketten bereketler kalkar, afetler görülür!.
ALLAH 'tan korkan kimseden her şey korkar. ALLAH 'tan korkmayan her şeyden ürker..
Kimseyi korkutmak şiârım olmadığı için kimseden korkmam. Kendi basit elbisemi ve basit yaşayışımı, başkasından alınacak emânet kürke, apartman, otomobil ve diğer refaha değişmem!.
Katiyen, katiyen doğruluktan ayrılmayınız!. GIYBET etmeyiniz! Kabirde suâllerin birisi gıybettir. Gıybetten ALLAH 'a kâsem ederim ki “Kabir azâbı” vardır.
İmân, mahlûku HALİK'a bağlayan zaruri ve manevî bir bağdır ki, zerrelerden kürelere, nebâtlardan hayvanlara, insanlardan ruhânilere kadar umumî bir tezâhür arz eder.
KUR’ÂN-ı KERİM'de: Yedi gök, yeryüzü ve içindekiler ALLAH 'ı tesbih eder, Hiçbir şey yoktur ki, onu hamd ü senâsı ile teşbih etmiş olmasın. Lakın siz onların tesbihlerini anlayamıyorsunuz.
“Ve’n-necmü ve’ş-şecerü yescüdan “ çimen, ağaç secde etmektedir, Burada ki “necm” yıldız değil çimen mânâsındadır. (Rahmân 55/6)
Yaratılışta insanlarda umumî nizama uyma, fazilet, adalet, doğruluk hasletlerinin devamı bir secdedir. ÖLÜM bir yokluk. Varlık bataklığı değil!..
Pırıl pırıl açılacak bir EBEDîYET Sabahı’nın son karanlığıdır...
ŞÜKÜR Yolu’nu tutmadan bol rızık istemek fitnedir. Sabır olmazsa rızkın darlığı fitnedir. Zirâ Hakk'a i’tirâzdır. İmân, kadere ve hükümlerine uyulduğu takdirde ayakta durur...
Ağalar hepinize söylüyorum!.. Beylere, diğerlerine... Bu yazıları da kaybetmeyin. Yazık olur!. Bir deftere kaydedin. Şunu katiyen unutmayın GIYBET etmeyim RESÛL'ün Tebliği vardır. “Kabir azâbı vardır gıybette.” ve fesad çıkarmakta. Aman oğlum çok dikkat edin!. Kimsenin aleyhinde bulunmayın!..
Benini kulaklarım uzundur.
Gözlerim fersizdir amma... Duyar. Görürüm!..
ALLAH 'ın selâmı üzerinizde olsun!.


Münir Derman
08.02.1975

Resim

Bu mektup çok uzun. Aldığım cümleler onda biri bile değil. Bir fikir verdi sanırım. Tabiî ki tamamının yerini tutmaz. Olmazsa başka mektuplarından da birkaç satır sunalım.:

“Efendim,
Bir takım sorular soruyorsunuz yine...
İmam.: Hakiki İmam bugün yok, İmam olacak şahısta neler bulunmalı diyorsunuz.:
1-) Dedikodu bilmez.
2-) Gıybet bilmez.
3-) Hasedi yoktur.
4-) Haramdan tamamiyle kurtulmuştur.
5-) Mekruhları terk etmiştir.
6-) Vücûdunda sakatlık yoktur.
7-) Sarımsak, soğan yemez..
Daimâ abdestlidir. Her namaz vakti için tekrar abdest alacaktır. Sadaka almayacak, hediye almayacak, dişleri gayet temiz olacak, sesi düzgün olacak, birâz şer'i bilgisi olacak, güler yüzlü olacak.."


Münir Derman
30.03.1975

Resim

“Muhterem Efendim,
Sabır şükür ile elde edilir. ALLAH 'a yapılan ibâdetten kul bir şey beklemeınelidir. Çünkü ibâdet ALLAH 'a karşı şükrün en bâriz ifâdesidir. Şükrün içinde Rıza-i İlahî gizlidir. En büyük hazine budur.
Sabah Namazını kaçırmamak Settâr Esmâsı’na sarılmak demektir. İbâdetin en efdâli gizli yapılan İbâdettir.
Şüpheyi içinden at!. Beğenmediğin kum, suyu süzer. Yediğin tokat aklını başına getirir! Bu işlerde dilsiz olmak lâzımdır, Bunlara kavuşana “İLM-ü ERCÜL” tahsil edilir, “Rızaya Doğru Yürüyen Ayak İlmi” demektir.".


Münir Derman
11.09.1955

Resim

“Ahmet…
Size ve hepinize senelerdir birçok nasihat ve sözler söyledim. Yazılar yazdım.
Bu asırda içi ile görünmek arzu ve sevdâsında olanlar çoktur. Yalancı mürşidler, şeyhler, âlimlerle dolu diyâr... Kendini kendi kendine Evliyâ Mertebesine çıkaran münâfıklar da çoktur.
Haram lokma, yalan, gıybet, dedikodu, hile, zekât vermemek bereketi, kitlelerin üzerinden kaldırmıştır!.
Mideci olmayın, çok uyku uyumayın, hırsa kapılmayın. Sâde olun, kanaatkâr olun!. Şüpheli şeylerden uzak olun!. Abdestsiz ne bir lokma, ne bir kelâm yapmayın!. HAKk’a emânet olun’.
Selâm, bizden hepinize..."


Münir Derman
22.09.1975
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

TASAVVUF HAKKINDA.:
Derman Hoca'nın 6 cilt =>“ALLAH Dostu Der Ki”, 3 cilt =>“SU” adlı eseri var. Bunların tamamı Tasavvufî ve Ledünnî konuları içerir. Bu kadar geniş ve derinliğine ele aldığı konular hakkında burada birkaç satırla ne söyleyebilirim ki! Bu eserleri okumak gerek.
Derman Hoca.: “Tasavvuf anlatılmaz, YAŞAnır. Tasavvuf Edebiyatı olmaz. Tasavvuf ALLAH 'ın bir SIRRı’dır. Öğrenilmez, öğretilmez, ulaşılan manevî bir MAKAMdır. YAŞAnır!. Söze, kelâma gelmez, İnsanın İç Âlemi’nde YAŞAyan bir HÂLdir. Bu HÂL, sözle öğretilmez, kitaplardan öğrenilmez!.” derdi.

Merhum A. Kılıçaslan'a yazdığı mektupunda da diyor ki.: “ALLAH Yolunda, Resûl-ü Ekrem'in Ruhânî Yardımı ile, ŞİKAYETSİZ ÇİLE; usanmadan, kimseyi incitmeden ve incinmeden bu Dünya Mekânı’nda mekânsızlığa doğru yürümekle bu hâl içine girmek mümkündür.
Bugünün Ulemâ ve Mürşidlerinin ağzında bir “Tasavvuf” kelimesi gidip durur.
Tasavvufun ÖZü vardı, Hakikati vardı. Fakat “Ağızda dolaşan İsmi” yoktu. Bugün ise sâdece ismi var, ÖZü kalmadı; Hakikati de yok oldu!.. Herşeyin sonu vardır. Onun için Bedesten Laflarından uzaklaş oğlum!.”


TARİKATLAR HAKKINDA.:

“Tasavvuf” deyince çoğu tarikatlar akla gelir. Oysa Tasavvufî Haller kişiye ÖZELdir. İç Âlemi’nde yaşanan bir hâl, manevî bir kemâl'dir. Tarikatların ve Cemaatlerin kalabalığıyla ulaşılacak bir hâl değildir.
Derman Hoca'nın herhangi bir tarikat ve cemaatle bağlantısı yoktur, Eserlerinde tarikatlardan bahsetmez. Tarikat faaliyeti icrâ etmedi, Mürid edinmedi. Mürşid-i Kâmil olduğu halde; tarikat usulü ile kimseyi irşâd etmedi. Ancak çok yakın ve Evliyâullahtan bir Dostu’nun oğlu olan Mansur Işıdan'ı kişisel eğitime alarak irşâd etti.
Babası kabre indirildiğinde Mansur Efendi de kabre iner. Babası kefenden elini çıkarıp Mansur Efendi'ye bir tokat atar. Mansur Efendi üç ay meczûb olarak, kendini bilmeden dolaşır. Derman Hoca onu hem kendine getirir, hem de eğiterek irşâd eder. Avukat Mansur Işıdan, “Şeyh Mansur Efendi” olur ve söylendiğine göre yüz bine yakın mürid edinir. Derman Hoca'dan iki yıl önce vefât eder.

Derman Hoca hiçbir zaman şeyhlik iddiâsında bulunmadığı gibi mevcud şeyhler için de mektuplarında diyor ki.:
“Yüzlerce Şeyh Beyler ortaya çıktı. Tarikatlar vardır. Ama bu tarikatlarda artık Adam, Efendi kalmamıştır. Hepsi sahtedir. Menfaatler üzerinedirler. Zavallı insanlar da peşlerine takılmışlardır. Hakîkileri gizlidirler. Hızır'dan başka onları bu asırda bilen yoktur!.”

M. Derman Hazretleri’nin çok sevdiği ve saydığı, sağlığında oldukça çok ziyâret ettiği Abdülhakim Arvasî Hazretleri de; tekke ve zâviyelerin kapatılması ile ilgili bir soruya.: “Hükümet tekkeleri değil, boş mekânları kapattı. Onlar zâten kendi kendilerini çok önceden kapatmışlardı.” diye cevab vermiştir.

M. Derman Hazretleri’nin, tarikatların kuruluşu ile ilgili düşünceleri de pek olumlu değildi. Zaman zaman sohbetlerinde söylerdi.: “Bektâşî Tarîkatını Hacı Bektâş-ı Velî Hazretleri kurmadı. Kendisinden yüzelli yıl sonra BaLım Sultan kurdu. Mevlevî Tarîkatı'nı Celâleddin-i Rûmî değil, oğlu Sultan Veled kurmuştur. Bayramî Tarikatını Hacı Bayramı Velî Hazretleri değil; Kadirî Tarikatını A. Kadir Geylânî Hazretleri değil hepsini kendilerinden sonra gelenler kurmuştur.: “Şeyhimiz şöyle ibâdet eder, böyle zikir yapardı.” gibi... Oysa büyüklerin zikirleri, halleri kendilerine mahsus hallerdir. “Sizde böyle yapın!.” demek değildir.” derdi..

Derman Hoca Dostları’na yazdığı mektuplarda da Sahtekârlar, Sahte Şeyhler hakkında onları uyarmıştır.:
“Ahmet... Orada üç beş kişisiniz. Birbirinize hakiki sarılın, Bugün havada uçan adam görsen bile, o da hokkabâzdır, Çünkü hakiki uçanları bugünkü gözler artık göremezler, Âhir zamandayız, tedbirli olun!.”
“Bu asırda içi ile görünmek sevdâsında olanlar çoktur. Yalancı mürşidler, şeyhler, âlimlerle dolu diyâr!. Kendi kendini evliyâ mertebesine çıkaran münâfıklar da çoktur!.”
“Yekdiğerinize sarılın, zaman az, Yaşar Çetinkaya, sen, Hüseyin, Remzi, Sabri Türker Beyler toplanın konuşun iyi olur!. ... Hiçbir şeyi dışarda aramayın kendinizde arayın!. Hepinize selâm... HAKk’a emânet olun!.”

İmza
Münir Derman..

Görüldüğü gibi Derman Hoca tarikatlar ve tarikatları ele geçiren Sahte Şeyhler hakkında yakın dostlarını daimâ uyarmıştır..

YAKIN DOSTLARI.:

Bu başlığı, bazı araştırmacıların yayınlarında ve internet sayfalarında yapılan yanlışları düzeltmek için böyle yazdım. Derman Hoca'nın ne talebesi, ne de müridi yoktur, olmamıştır.. “Talebesi” diye gösterilen altı, yedi muhterem isim var. Bu isimler Derman Hoca'nın en yakın Dostlarıdır, Sırdaşlarıdır. Bizim de yakından tanıdığımız Dostlarımızdır.
Talebe.: “Bir mürşidin yetiştirmek, erbain ile son eğitim düzeylerini ölçmek ve hâlvete alarak icâzet vermek için seçtiği ve eğitime aldığı kişilere” denir. Tarikatlarda yetiştirilmek üzere seçilmiş talebeye “Derviş” denir, Sâdece Şeyhe bağlanan sıradan kişilere ise “Mürid” denir.. Mürid; irâdesini şeyhine teslim etmiş, bağlanmış kişi demektir. Yüzlerce, binlerce mürid, yetiştirilmek üzere seçilmez. Ancak “Derviş” denen özel talebeler şeyh tarafından eğitime alınır. Onlara zor görevler; hatta çekilecek çileler verilir. Derviş Hırkasına büründürülüp diyâr diyâr dolaştırılır. Tasavvufî Yolda ilerlemek o kadar kolay değildir. Malûm, Yunus Emre kırk yıl dergâha odun taşımıştır..
Derman Hoca'nın yetiştirip icâzet verdiği tek kişi “Mansur Işıdan Hazretleri”dir. Ona da “Halifesi” diyenler var. Bu da yanlıştır. Derman Hoca kimseye halifelik vermedi..

Talebesi olarak adı geçen DOSTLARIna gelince.:


1-) Hâkim Yurdanur Şendir. (Hâkime hamm).:
Yurdanur Hanım Derman Hocayı tanıyanların en eskilerindendir. Eşi Cahide Hanım'la aynı yaşlarda idi. Daha gençliğinde âilenin bir ferdi gibi olmuştur. Kızının ve Torunlarının öz teyzeleri gibiydi. Görüşmediği gün olsa, hafta olmazdı. Bizi de Derman Hoca ve Âilesiyle tanıştıran Yurdanur Hanım'dı. Apartman komşumuzdu. Ziyâretlere hep beraber giderdik. Derman Hoca'yı gözü yaşlı dinlerdi. ALLAH 'ın rahmeti üzerine olsun!.

2-) Polis Hüseyin Ayırgan.:
Derman Hoca'nın en eski dostlarından biri de polis Hüseyin'dir. Derman Hocanın Ankara'ya ilk gelişlerinde Derman Hocayı takip için gizli görev verilmiş. Takip ederken öyle bir bağlanmış ki, ayır ayırabilirsen! Hiç mübalağa etmeden söylüyorum.: Polis Hüseyin kardeşimize.: "Derman Hoca için öl!.” deseler, tereddüt etmeden ölüme giderdi, Hiçbir menfaat beklemeden hiç bir şey istemeden bu candan bağlılığı bilen Derman Hoca, Polis Hüseyin'in gönülden gelen hizmet aşkını da reddetmemiş; bir tek onun hizmet taleblerini kabul etmiştir. Arabası ile Derman Hocayı gideceği yerlere götürmeyi; bir siparişi yerine getirmeyi hep o üstlenirdi. Derman Hoca ve Eşi kendi işlerini kendileri görürler, kimseye iş buyurmazlardı. Hizmetçileri yoktu. Sadece Polis Hüseyin'in can ı gönülden hizmet aşkını reddetmezlerdi..

Sağlığında kırk yıla yakın Derman Hoca'ya hizmet eden Hüseyin Ayırgan, Hoca'nın vefâtından sonra da kabri çevresinde ve türbesinde gönüllü hizmetine devam etmiştir. Zamanlarının çoğunu türbede geçirir; çevre temizliğini yaptırır, gelen ziyâretçilere yardımcı olaurdu. Derman Hoca'dan kendisine kalan notları bastırır, çoğaltır, gelen gidene kucak dolusu not dağıtırdı. Derman Hoca'nın kitapları kadar bilgi ile dolu bu notlardan bize de vermişti. Biz de tez hazırlayan araştırmacılara azamî faydalı olmaya çalıştık..

Ayrıca elinde Hoca'nın vaaz kasedlerinden silinmemişleri, hırıltılı da olsa temizlenip dinlenebilecekleri temizletmiş, cd'ler halinde yeniletmişti. Bu kasedleri de çoğaltıp dağıtıyordu. Bütün bunları emekli maaşından ayırdığı paralarla yaptırıyordu. Öyle bir âşıktı ki.: “Hocam!..” dediği zaman nefesi kesilecek gibi oluyordu. Ömrünün sonuna kadar Hoca’nın hatırasına hizmet etti. ALLAH gâni gâni rahmet eylesin!.

3-) Ahmet Kılıçaslan.:
Kimyager Dostumuz Merhum Kılıçaslan da Derman Hoca'nın eski Dostlarından ve sevenlerindendir. Dostluğu Eskişehir'den başlar. Almanya'da iken de Derman Hoca ile en çok mektuplaşanlardandır. Sağlığında Derman Hoca'dan izin alarak hayatını anlatan bir kitap yazmıştır. “Evliyâullahtan Doktor Münir Derman'ın Hayatı ve Mektupları” adlı, çok kıymetli bir kitaptır, Derleme değil, kendi anıları ve kendi mektupları olması açısından birinci ağızdan bir eserdir. Bizce otuza yakın mektup ölçülemeyecek kıymet arz etmektedir. Kaybolmaktan kurtarılmış, halka ve tarihe mal edilmiştir. ALLAH ondan razı olsun. Nûr içinde yatsın!.

4-) Yaşar Çetinkaya.:
Yaşar Çetinkaya'da Derman Hoca'yı çok seven ve sayan; Derman Hoca'nın çok sevdiği bir dostuydu. Hiçbir karşılık beklemeden canı gönülden seven ve sayan bir dosttur. Yanında hiçbir zaman yayılarak oturduğunu görmedik. Hep derli toplu, başı öne eğik, şeklinde son derece saygılı duruş içindeydi..
Derman Hoca vasiyetinde, Bağlum Köyü Kabristanı'nda; çok sevdiği ve saydığı Abdulhâkim Arvâsi Hazretleri'nin kabrine yakın bir yere defnedilmesini istemiş. (Âilesinden ve Yurdanur Hanım'dan intikal eden bilgi.) Vefâtına yakın son hafta içinde Yaşar Çetinkaya; Memlük Köyü Kabristanı'nda, annesinin kabri yanında, uygun, boş bir alan bulunduğunu, vasiyetini oraya değiştirmesini önermiş Derman Hoca'da kabul etmiş. Adapazarı'ndan Derman Hoca'yı ziyârete gelen 4-5 kişilik bir dost grubu vardı. Vefâtından sonra kabrin çevresini ihyâ etmek ve oraya bir mescid yapmak istemişler Yaşar Çetinkaya'nın yardımı ile proje çizilmiş; Derman Hoca'nın istediği şekilde kabir dışarıda bırakılmış ve yanına bir mescid yapılmış. Tabiî ki birbirinden ayrılmayan diğer dostları: P. Hüseyin-A. Kılıçaslan-Sabri Türker ve Remzi Beylerinde gayretleri ile...

5-) Sabri Türker.:
Yaşça Derman Hoca'ya en yakın dostuydu. (1910-1914). Aralarında dört yaş fark var. Buna göre Derman Hoca liseyi, Sabri Türker ortaokulu eski harflerle okumuş oluyorlar. İkisi de eski yazıyı çok iyi okuyor ve yazıyorlardı.
Sabri Türker her haliyle bir Osmanlı efendisi idi. Karşısındaki insanda saygı uyandırıyordu. Derman Hoca'nın eski yazı ile tuttuğu notları ancak o okuyordu. Derman Hocanın yazdığı ve nerede olduğunu kimsenin bilmediği Kur’ÂN-ı Kerim'in onbir ciltlik Ledünnî Tefsiri'nin de Sabri Türker'de olduğu tahmin ediliyordu..
DDerman Hocanın muhakkak ki çok kıymetli eserlerden oluşan zengin bir kütüphânesi vardı. Ama otel odasına taşıyamıyordu. Ya emânette ya da bir depodaydılar. “Bir kısmını bize vermeyi düşündüğünü” eşime söylemiş.. Biz de Ayrancı'da, zemin altında çok dar bir dâirede oturuyorduk. Koruyamayız düşüncesiyle eşim kabul etmemiş. Şimdi çok pişman...

6-) Remzi Kasımcan.:
Remzi Bey de, Derman Hocayı seven ve Hoca tarafından da sevilen en yakın Dostlarındandı. Derman Hoca’mın notlarını, yazılarını vaazlarını toparlayıp kitap olarak bastıran, hatta finansmanlarını da karşılayan dostlarından birinin de Remzi Bey olduğunu tahmin ediyorum.
Bu isimlerini saydığım 6 kişi tek tek Derman Hoca'ya can-i gönülden bağlı olmakla kalmamış, grup olarak da aralarında bir birlik oluşturarak kaynaşmış.. Hepsi birlikte Derman Hoca ile nefes alıp veriyor gibiydiler. DDerman Hoca'da onları ayırmamış; Almanya'dan birine mektup yazdığı zaman diğerlerini de isimleriyle anarak selâm ve duâlarını göndermiştir. Zaman zaman da.: “Bir araya gelin, aranızda konuşun!.” gibi tavsiyelerde bulunmuştur..

Yaşar Çetinkaya'ya yazdığı bir mektupta iki isme daha selâm gönderiyor.: Suna ve Basri...
Bunların dışında yakınlık iddiasında bulunanlar, hatta kendisinden yetki aldığını söyleyen, sohbet açıp mürid toplayanlar olduğunu duyduk. Bunları şüphe ile karşılamak gerekir..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

KADINLAR HAKKINDA.:
Derman Hoca'nın en çok konuştuğu konulardan biri de KADIN'dı. KADINa çok değer verir âdeta kudsallaştırırdı. On cilt eserinin hepsinde KADIN konusuna yer vermiş, çok şeyler yazmıştır. Mektuplarında, vaazlarında, şahısların kasedlerine yaptığı konuşmalarında uzun uzun KADINın değerini anlatmıştır. Gönül arzu eder ki gayretli bir araştırmacı çıksın; kitaplarını, mektuplarını, ses kasedlerini tarasın ve Derman Hoca'nın KADIN ile ilgili görüşlerini bir kitapta toplasın. Bunu yapmayı çok isterdim ama yaş sekseni aşınca insan oturduğu yerde bile yoruluyor..

Derman Hoca'nın çok sık tekrarladığı bir söz vardı.: “KADIN ALLAH’ın HAYy Tezgâhıdır.” Bu ne demektir?. İnsan fâni olsa da, hayat bâkidir. ALLAH 'ın HAYy Esmâsı bâkidir. Şahıslar ölse de hayat devam eder. İşte nesillerin devamını ALLAH KADINla sürdürür. Çocuğu dokuz ay karnında büyüten, doğuran, daha sonra da sütü ile belli bir süre çocuğa hayat vermeyi sürdüren ANA'dır.
Bundan daha değerli ne olabilir.:
KADIN olmasaydı biz yoktuk”,
“Cennet Anaların ayağının altındadır.”

Bu sözler boş sözler mi? Açarsan ciltler dolusu kitap olur,

Derman Hoca manevî ilimlerdeki derin bilgileriyle âyet ve hadislerden de örnekler verirdi.:
KADINlar sizin ziynetlerinizdir. Onları hoş tutun, Eziyet etmeyin. KADINı sevmek büyük bir ibâdettir. KADINı seven muhakkak beni sevmiştir. KADINı memnun etmeyen beni de memnun etmiş olmaz. Evlenmek, HAKk’ın nikâhla emrettiği bir ibâdettir. Eşlerin; ruhen, bedenen, lisânen, iki taraflı arzu ve duygularla birleşmeleri ibâdettir.
Resûlullah.: “Bana KADIN sevdirildi.” diyor. Bu da Murad-ı İlâhi vardır. Kâinat Kanunu olarak (tabiî olarak) zorla sevdirildi demektir. İbâdet olmasından dolayı böyle söylemiştir.
Âyetlerde.: “Âdem topraktan halkedildi” deniyor. Havva için böyle bir beyân yok. Eye kemiği hikâyesi Kur’ÂN'da yoktur. Yakıştırmadır.
Son zamanlarda ülkemizde ve dünyada yaygın bir söz ve olgu var. =>“KADINA ŞİDDET”.
Derman Hoca; mübârek ağızını kirletmemek için olsa gerek bu sözü pek telâfuz etmezdi. Etse hiddetinden yanına yaklaşılamazdı.: “Kime el kaldırıyorsun? ALLAH 'ın HAYy Tezgâhına mı?... Be hey gafil!.”
Derman Hoca her zaman söylerdi.: “İslâm Dini’nde KADIN öldürmek tamamen yasaktır, haramdır, tövbesi ve affı yoktur. Her ne sûretle olursa olsun KADIN öldüren cehennemliktir.”
Bir hadiste.: “Bir kimse anasının ayağının altını öperse cennetin eşiğini öpmüş olur.” deniyor. HAKk’ın en büyük sırrı, eseri ANNEdir. Ayağının altına sermiş cenneti... ALLAH 'ın büyük eseri ANNE...
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Huzuru’na giren hiçbir kimseye, hatta Cebrâil'e bile ayağa kalkmazdı. Hazretleri Fatıma huzura girdiği zaman derhal ayağa kalkardı. KADIN Makamı’nın kıymetini artık düşün.
Derman Hoca'nın KADINlar hakkında söyledikleri uzar. Burada bu kadarı ile yetinelim...

Resim
NASİHATLARI ve TAVSİYELERİ.:
Derman Hocaa'nın dergilerde çıkan yazıları, notları vaazları, kasedlere yaptığı konuşmalar derlenerek 9 cilt eseri basılmıştır. Bu kitaplarında ve özellikle mektuplarında çok değerli nasihatları ve tavsiyeleri var. Bu kaynaklar taranarak “Nasihatları ve Tavsiyeleri”nden oluşan bir kitap yazılmalıdır. Bunu yapmayı çok isterdim; amma geç kalmışım. Artık yaşım ve sağlığım böyle bir çalışmaya izin vermiyor.Derman Hoca'yı seven kardeşlerimizden çok rica ediyorum. Şahıs ya da grup olarak böyle bir çalışma yapınız. Buna çok ihtiyaç var..
Derman Hoca mektuplarında dostlarından bu çalışmaları yapmalarını ısrarla istiyor. (Kılıçaslan sayfa 208)

Derman Hoca'nın nasihâtlarına geçmeden önce, basılmış onuncu kitabı olan: “MUHİDDİN-i ARABÎ HAZRETLERİNİN MÜSLÜMANLARA NASİHATLARI” adlı kitabını kısaca tanıtmak istiyorum.:

Bu eseri Derman Hoca Eskişehir Müftüsü Abdullah Toprak ile birlikte tercüme etmeğe başlamış; Abdullah Bey'in vefâtı üzerine eser yarım kalmış, müsveddelerinin temize çekilmesi ve tashih işlerini Derman Hoca tamamlayarak neşredilmesini sağlamıştır..

Muhiddin-i Arabî Hazretleri’ni Derman Hoca çok sever ve sayardı. Onun için.: “Resûlü Ekrem'in Hususî Velâyeti’ne mazhar olmuş büyük Velî; tasarrufu devam etmektedir.” derdi. Evliyâlar HAYy oldukları halde birçoğunun tasarrufu alınmış; birkaç Büyük Velînin Tasarruflarının devam ettiğini söylerdi..

Muhiddin-i Arabî Hazretleri'nin “NASİHATLARI”, kendisine Ravza-i Mutahhara'da Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz tarafindan yazdırılan “Fütuhat-ı Mekkiye” adlı eserinin son kısmına ilavedir.. A. Toprak ve M. Derman Hazretlerinin himmetleri ile dilimize kazandırılmış; Derman Hoca'nın adıyla yayınlanmış 87 sayfa bir kitaptır. Nasihatlar 99 maddede toplanmıştır. Bu kitabı övmek bile bizim haddimizi aşar. Muhakkak bulmalı ve okumalısınız. Her Müslümanın başucu eseri olması gereken bu kitabı bulun. Hiç elinizden bırakmayın inşallah..

Derman Hoca'nın vaazlarından, kasedlerinden, kitaplarından başka; dostlarına yazdığı mektuplarında da kıymetli tavsiyeleri ve nasihatları var.: Bunlar kişisel olmakla birlikte, herkes için doğru ve uygulamasında fayda olan tavsiyelerdir. Tamamını bulup yayınlamak çok iyi olurdu.:

“Benim bütün vaazlarım, muhtelif kimselerin teyp makaralarındadır. Onları bir himmetle toplayıp bir külliyat yaparsanız ecir almış olursunuz. Onlarda birçok şey gizlidir. Tekrar tekrar dinlemek lâzımdır”
(Kılıçaslan sayfa 208)

“Siyasetle uğraşmayın. Bunu size tamamıyla yasak ederim!. Böyle düşünceler beni üzüntüye sokar. Tavsiyelerimi tutarsanız beni çok memnun etmiş olacağınızı unutmayın. Neleri yaptığınızı, neleri yapmadığınızı ben biliyorum. Amma... Yüze vurmak âdetim değildir. Birdenbire beni soldurursunuz!.”

“Âhir Zamanda olduğunuzu katiyyen unutmayın, dedikodu etmeyin. Hiddet etmeyin, münâkaşa etmeyin, öfkelenmek devri çoktan geçmiştir. Bunlardan bir şey çıkmaz... Sözlerimi dinleyin. Ben geldim gidiyorum... Sonra başınızı taşa vurursunuz!.
Hırsa kapılmayın. Sonu yoktur... Güzel güzel içten sohbet edin. Birbirinizi sevin!.

Daimâ ALLAH 'ı anın!. Resûlü Ekrem'e aleyhisselâm çevrilin. Namazı terketmeyin. Abdestli bulunun... İsraftan kaçın, sabırlı olun... Beni memnun edersiniz ALLAH ve Resûl'u Ekrem de sizden memnun olur!.”


“Âhir Zamanda yola getireceğim, fikrimi kabul ettireceğim!.” diye çabalama. Çok dikkat et. Âhir Zaman Peygamberinin Ümmeti olduğunu unutursun. ReSûL'ü incitirsin. Aman Sakın!..

HAKk'ın Murad ve Takdirine bozulma!.. O en güzelini yapandır. Cenâb-ı ALLAHES SABÛR” Esmâsı ile Tecellî etmiştir bu zamanda... Helâk olan kavimlerin yaptıkları bu günün kavimleri yanında hiç kalır. Helâk etmiyor: ResûI-ü Ekrem'in şefik kalbleri üzülmesin diye...

ALLAH 'ın Kudreti’nden şüphe etmek küfürdür.” (Hadis).
Kalbinde ALLAH 'ın gölgesini görmeğe çalış...

Dertlerimden, üzüntülerimden ayrılarak gece yarısından sonra, sessizlik içinde sizlere sesimle gelmek belki bir ferahlık verecektir, Aranızdayım işte... Cesed ayrılıkları bir şey değildir. Ruh ayrılıkları elem vericidir.

* Erenler vazife verdiler. HAKk müsaade etti. Gurbete geldik -.
Üçler, dörtler, yediler, kırklar geldiler. Zorladılar söylemedim, dertlerimi, acılarımı onlara. Hızır çıktı karşıma, dileğimi sordu. Söylemedim, utandım HAKk'tan. Hicâb duydum Resûlü Ekrem'den..

* Kapılmayın kendini göstermek peşinde koşanlara, ALLAH ile olmak. ReSûL'e bağlanmak ne kadar hoştur.

* Az uyumak, az yemek, kanaat, sabır, şefkat, merhamet, insandan hayvana, nebata, taşa, toprağa, her şeye karşı... Hepsinin güzel tarafını görmek, çirkin ve fena aslında yoktur. Bize karşı tecellînin, bizim noksanımızın görünüşü, duyuluşu öyledir..

Bunları yaparsam sonunda şuna kavuşacağım düşüncesi ile bir şey beklemeyeceksin...

* Her ay gök ayına göre üç gün oruç tutun!. Tek kap yemek yiyin. Çok uyumayın. Mümkünse gece namazı kılın, Abdestsiz tırnak, saç, sakal kesmeyin!. Münâkaşa etmeyin. Falan yerde büyük zat varmış, gidip görelim diye düşünmeyin!. Dünya bugün peşine bir sürü saf temiz insanları dalâlete götürenlerle dolu...

* ALLAH zikredildiği yerde, Kur’ÂN okunduğu zaman İlahî Tecellî olur. Fakat bu görünmez. Bunları görmek ancak haramı bırakmakla olur. Haramı bırakmak farzdır. İbâdetlerde huzur bulunamıyorsa bunda haram lokmanın payı çoktur.

* ALLAH'ı ananların yanına şeytan sokulamaz. Abdestli olanın yanına şeytan yaklaşamaz. Kabahatleri gafletleri başkasına yükleme!.

* Doğruyu bulma arzusu arttıkça gaflet azalır. İbâdetlerde uyku azalır. Meleklerde bundan uyku yoktur. Cennette uyku yoktur. Uyku gaflettedir. Zâhirî uykudan kurtulmak için: Az yemeli, az içmelidir. Çok yiyenler rahat ibâdet edemezler, oruca dayanamazlar!.

* Cân ve Cesed ile RÛH arasına sokulan yegâne şey: BÜYÜ ve SİHİR'dir. Günahtır. Bunu yapanları, RESÛL-ü EKREM aleyhisselâm bile kurtaramaz. Yerleri Azâb-ı İLAHî'dir. ALLAH muhafaza buyursun... ALLAH 'a emânet olunuz...


Derman Hoca..
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

“Meleklerimle birlikte NEBİ zî-Şânım’a salât getiriyoruz. Ey insanlar sizde getirin!.” âyette açık olarak peygamberimize salât ve selâm getirmek emrediliyor. FARZdır.
* RESÛL'e itaat ve hürmet, ALLAH 'a itaattir.
* Müslümanlar zekâtlarını toplasalar, milyarlara baliğ olur. Yekdiğerine yardım etseler, aç ve fâkir kalmaz. Oruçlarına devam etseler, hasta olmazlar...

ALLAH'ın İlim ve İlham verdiği ÂLİMLER vardır..
Resûlullah'ın aleyhisselâm bunlar hakkında hadisleri var.:
1-) ÂLİMLERe hürmet ediniz. ÂLİMe hürmet eden ALLAH 'ına hürmet etmiş olur.
2-) Ümmetimin ÂLİMLERi beni İsrail peygamberleri ayarındadır.
3-) ÂLİMLER yeryüzünde ALLAH 'ın mutemedleridir.
4-) ÂLİMLER peygamberlerin vârisleridir.
5-) ÂLİM yeryüzünde Kudret-i İLAHİYE'nin mümessilidir.
6-) İlim rütbesi en yüksek rütbedir.
7-) ÂLİMLERi sık sık ziyâret etmek, ibâdet yerine geçer.
(Devam eder)

“Sabah namazını kaçırmayın. Her ay 3 gün oruç tutun, ihmâl etmeyin!. Gece Namazı kılın. Daimâ abdestli olun!.
Dinsiz ve mağrur insanlarla münâkaşa etmeyin!. Ümidinizi kaybetmeyin!. Dert ve yoksulluk karşısında metin olun!.
Dilinizden ALLAH ve RESÛL'ü EKREM'i eksik etmeyin!.

Benden sonra yalnız kalmazsınız. Ben yine sizinle beraberim. Bu Kubbe’nin altında binlerce gizli Dostum ve Refikim vardır. Onların himâyesindesiniz. Katiyen bu lafı unutmayın ve şüphe etmeyin!.”


Derman Hoca..
14.02.1974..

Resim

Muhteremler,
Mektupları toplamak, bir deftere yazmak iyi olur. Yaşar'la konuş bu işi bir ân evvel tamamlamanızı arzularım..

Bu toplumda azalan Hakiki Dindârların bir arada sık sık sohbet etmeleri gerekir: Yaşar, Ahmet, Remzi, Hüseyin, Basri, Şevki, Abdulkadir Bey ve diğerleri toplanmaları, sohbet etmeleri iyi olur. Bu asır kendi kendini kurtarma asrıdır!.

Siyasete karışmayın. Devlete DUÂ edin. Kendi gündelik işlerinizle manevî taraflarınızı takviye ile uğraşın!..

Uğradığın dertlerden mahlûklara şikâyet etme!. RAHîM'i merhametsize şikâyet etmiş olursun!.

ALLAH Adı anılmayan yuvada hayır yoktur!.
“İLM-i NÜCUM (Astroloji, Yıldız Falı) ile uğraşmayın, felâketiniz olur.” (Hadis)

Kabirde suâl HAK'tır ve kat'idir: Gıybet, yalan, hased, dedikodu, yetim malı, haram lokma; işte bunlardan suâl vardır. Kabir Azâbı bunlardan gelir. Aman dikkat edin!..

“Vatanınızı SEVin, evinizi SEVin, birbirinizi SEVin!. Dedikodu yapmayın, Günahları HAKk, tevbe ettikten sonra affeder!. Fakat dedikodu yapanı asla!.. Dedikodu yapmanın dehşetini bir bilseniz!. Üst başınızı yırtar, perişan olurdunuz!.. Aman dikkatli olun, âzâbı hesabı çok dehşetlidir!.”


Derman Hoca..
22.09.1975..

Resim

Aman oğlum,
“Sünnetler bid'at telâkki edilmedikçe kıyamet kopmayacaktır.” (Hadis)

Bid’at: Hadis ve Kur'ÂN’a uymayan her türlü fikirdir. Ve bid'at haramdır. ALLAH 'a ve Peygambere isyândır. Aman dikkatli olu!.
Bazı âlimler söyler.:

“Bid’at-i Hasene” güzel bid'at.„ Böyle bir şey yoktur. Kat'iyyen bunlara kulak vermeyin!. Kıyametin kopmasına vesile ve sebeb olmayın!...
Resûlullah buyuruyor.: “Bid'atları sünnet zannedenler çoğalmadıkça kıyamet kopmaz!.”
O halde kıyametin kopmasına sizler de oy vermeyin!.


Resim

YAZARın NOtu.:
Derman Hoca'nın mektupunda Bid'at konusunu okuyunca ürperdim, sarsıldım. Ülkem ve insanları için büyük üzüntüye kapıldım: 1980'li yıllardaydı. Televizyonda TRT'nin Din Ahlâk Programını izliyordum. Diyanet İşleri Başkanlığından bir yetkili ve uzman zât konuşuyordu. Kur’ÂN’da olmayan birçok şeyi kendi düşüncelerini “ALLAH 'ın Emri”ymiş gibi anlatıyordu. Bir grup arkadaş, uzman olmadığımız halde bunların bid'at olduğunu yakıştırma olduğunu anladık. Ertesi gün Diyanet İşlerine telefon açtık.: “Akşam Tv.de konuşan kişinin söyledikleri bid'at değil mi? Nasıl söyler bunları?” diye sorduk. Yetkili kişi.: “Bid'at olduğunu biliyoruz. Amma biz onlara “Bid’at-ı Hasene” diyoruz. Yâni iyi, güzel şeyler.”
Telefonda tartışamadık..
İyi, güzel şeyler ama, kime göre iyi güzel?... Sana göre iyi, güzel olan, bir başkasına göre iyi olmayabilir. Herkes kendi iyisini, güzelini âyetlerin hadislerin yerine koyarsa; yamalı bohçaya döner ve “DÎN” diye bir şey kalmaz. Bu Diyanet Yetkilileri ve sözde Ulemânın; Âyetlerden ve Resûlüllah Efendimizin Hadisleri'nden haberleri yok mu? Meâlen hatırladığım bir âyette de ALLAH diyor ki.: “Benim emirlerimden bir şey eksiltmek, yok saymak nasıl zulümse, suçsa, bir şey katmak eklemek de aynı şekilde zulümdür.”
Buyurun “Bid’at-ı Hasene” ci sözde ulema!... Uydurun, ekleyin!... Siz ALLAH 'ın bildirdiklerinde eksiklik mi buluyorsunuz?. Haddiniz bilin!. Kıyamete götüren yollara taş döşemeyin!.

Siz de sevgili kardeşlerim, dostlarım!.
Derman Hoca'nın ve HAK DOSTLARı'nın nasihatlerine kulak verin. Bakin din adına halkı kandıranları mektubunda Derman Hoca nasıl tasvir etmiş.:
“Elinde tespih, “Hacı, Hoca olduğunu” bağıran, ALLAH 'ın mahlûkatına saldıran, herkese kâfir nazarı ile bakan, ilmi olmadığı halde dinden bahseden, alaycı, kirli mürşidler; erdiğini zorla kabul ettirmeye çalışan kara softalar... ALLAH 'a kasem ederim ki bunlar cehennemde bile yeri olmayan, ALLAH 'ın lânet ettiği Eşkıyâ Tâifesi’ndendirler!.”

Derman Hoca..
30.06.1976..

Resim

“Resûlullah SallALLAH ü Aleyhi vesellem, mecbur kalmadıkça kadın elbisesi giyen erkeklere ve erkek kıyafetine giren kadınlara lânet etti..” (Seçme hadisler)
Hakiki kadın elbisesi, erkek elbisesi nedir?. Nasıldır?. Bugün bilen yoktur. Onun için Ahmet, hakikat çok acı ve serttir. Her şeyi bilmek güç ve ağırdır...
“El hâkkah. Mel hâkkah. Ve mâ edrâke mel hâkkah. Kezzebet semûdu ve âdun bil kâriah.” (Hâkka 69/1-4)
Bu âyet-i kerime insanı titretir. Onun için her lâfa kulak verme!. Şüpheleri tamamiyle içinden at!.


Derman Hoca..


SAHTE HALİFELER.:
Böyle bir bölüm yazmak istemezdim ama gördüklerimiz, işittiklerimizden sonra görev oldu sanırım.
Her büyüğün vefâtından sonra sahte halifeler, suları bulandırmak, kendilerine büyüklerin adını kullanarak çıkar sağlamak isteyenler olmuştur. Hatta peygamberlerden sonra bile Sahte Peygamberler çıkmıştır. Derman Hoca'dan sonra da fırsatçıların boş durmadığını görüyoruz..

Derman Hoca HAKk'a yürüdükten sonra, onu hiç görmemiş, tanımamış bir genç ortaya çıktı. Derman Hoca ile rabıta kurduğunu, mesajlar aldığını iddiâ etmeye başladı. Aldığını iddiâ ettiği mesajlar elimize kadar geldi, Birçok kişi ona ermiş gözüyle bakmaya başladı. Bazı dostlarımız da bu yalanlara inandı. Dilimiz döndüğü kadar kendilerini uyarmaya çalıştık. Maalesef bize değil ona inandılar ve bizimle ilişkilerini kestiler. Önemi yok dedik. Bizim hiçbir iddiâmız ve kimseden istediğimiz hiç bir şey yok. Dostlarımız yanılmasın, üzülmesin istedik...

Bu sahte ermişin kısa zamanda maskesi düşmüş. (kısa dediğim de en az onbeş-yirmi yıl!) Müridlerini epey soymuş, dolandırmış. Canları yananlar yavaş yavaş uzaklaşmışlar. Onlar için şans!... Ya anlayamayıp devam edenler!. Ya başka başka şehirlerde de benzerleri türeyip faaliyette olanlar?. Bunlar hakkında da duyumlarımız oldu. Hatta Dergah kurup etraflarına mürid toplayanlar; fanatik müridleri eliyle inanmayanları tehdit edenler varmış...

Derman Hoca etrafında adam toplamamak mürid edinmemek, hâlvet için, irşâd için hazırlayıp; Mürşid-i Kâmil olduğu halde kimseyi irşâd etmemekte, bu kapıları tamamen kapatmakta ne kadar haklıymış. Kapattığı halde istismarcılar çıkıyor.
Kızı ve Torunları hayatta olduğu halde:

“Odasından çıkmazdım. Sabahtan akşama hizmetindeydim!.” gibi yalan beyânlarda bulunanlar, Derman Hoca'ya yakın olmuş görünerek ne gibi çıkarlar elde etmeyi düşündükleri belli olmayanlar da var.

Maalesef halkımızdan tahminimizin çok üstünde bir kesim bağlanacak bir şeyh, bir tarikat arayışı içinde. Bu, istismarcıların işini kolaylaştırıyor. Derman Hoca'nın çok sık tekrarladığı bir söz vardı.: “Size ALLAH ve Resûlü yetmiyor mu? ALLAH 'ın Emirleri’nden Peygamberin Sünnetinden ayrılmayın yeter!.”

Dini istismâr eden, kendilerini ermiş gibi gösteren Yalancı, Sahte Şeyhler hakkında da yakın dostlarını mektuplarında sık sık uyarmaktadır.
Bir cümlesini tekrar ederek sözü bağlayalım.:

ALLAH 'a kasem ederim ki bunlar cehennemde bile yeri olmayan, ALLAH 'ın lânet ettiği Eşkıyâ Tâfesi’ndendirler,”

Derman Hoca..
30.06.1976..

Resim

SONUC.:
Derman Hoca'mın Dünyasını, Bilgeliğini, Manevî Makamını tanıtmak için en küçük bir hizmetim olmuşsa kendimi mutlu sayacağım ama ne mümkün. O öyle bir umman idi ki; birkaç anı ile, mektuplarından birkaç satır ile hatta birkaç cilt eserle anlatılamaz. Tanıtılamaz. Kişisel gayretler de yetmez. Ancak bir kurum, bir vakıf, bir akademi uzun ve titiz çalışmalarla bir şeyler ortaya koyabilir. Dileriz bu gibi çalışmalara vakit geçirilmeden başlanır..

Her gün yeni bir sahtekârın çıktığını, Derman Hoca ile rabıta kurduğunu, hatta görüştüğünü iddiâ etmesi; insanları etkilemeye çalışması bu konudaki boşluktandır. Boşluk doldurulursa fırsatçılar ortaya çıkamaz ve sorumsuz faaliyetlerini sürdüremezler.

Gerçek Dostları, Sevenleri çıkın ortaya!. Birleşin!. Birlikten kuvvet doğar. Hocam’ın HiMMetleri de sizinle beraber olur inşallah!.

ALLAH yardımcınız olsun!.

Hüseyin Kanyılmaz..
28.11.2019..
Resim
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: PROF. DR. MÜNİR DERMAN'dan ANILAR..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

“Meleklerimle birlikte NEBİ zî-Şânım’a salât getiriyoruz. Ey insanlar sizde getirin!.” âyette açık olarak peygamberimize salât ve selâm getirmek emrediliyor. FARZdır.
* RESÛL'e itaat ve hürmet, ALLAH 'a itaattir.
* Müslümanlar zekâtlarını toplasalar, milyarlara baliğ olur. Yekdiğerine yardım etseler, aç ve fâkir kalmaz. Oruçlarına devam etseler, hasta olmazlar...

ALLAH'ın İlim ve İlham verdiği ÂLİMLER vardır..
Resûlullah'ın aleyhisselâm bunlar hakkında hadisleri var.:
1-) ÂLİMLERe hürmet ediniz. ÂLİMe hürmet eden ALLAH 'ına hürmet etmiş olur.
2-) Ümmetimin ÂLİMLERi beni İsrail peygamberleri ayarındadır.
3-) ÂLİMLER yeryüzünde ALLAH 'ın mutemedleridir.
4-) ÂLİMLER peygamberlerin vârisleridir.
5-) ÂLİM yeryüzünde Kudret-i İLAHİYE'nin mümessilidir.
6-) İlim rütbesi en yüksek rütbedir.
7-) ÂLİMLERi sık sık ziyâret etmek, ibâdet yerine geçer.
(Devam eder)

“Sabah namazını kaçırmayın. Her ay 3 gün oruç tutun, ihmâl etmeyin!. Gece Namazı kılın. Daimâ abdestli olun!.
Dinsiz ve mağrur insanlarla münâkaşa etmeyin!. Ümidinizi kaybetmeyin!. Dert ve yoksulluk karşısında metin olun!.
Dilinizden ALLAH ve RESÛL'ü EKREM'i eksik etmeyin!.

Benden sonra yalnız kalmazsınız. Ben yine sizinle beraberim. Bu Kubbe’nin altında binlerce gizli Dostum ve Refikim vardır. Onların himâyesindesiniz. Katiyen bu lafı unutmayın ve şüphe etmeyin!.”


Derman Hoca..
14.02.1974..

Resim

Muhteremler,
Mektupları toplamak, bir deftere yazmak iyi olur. Yaşar'la konuş bu işi bir ân evvel tamamlamanızı arzularım..

Bu toplumda azalan Hakiki Dindârların bir arada sık sık sohbet etmeleri gerekir: Yaşar, Ahmet, Remzi, Hüseyin, Basri, Şevki, Abdulkadir Bey ve diğerleri toplanmaları, sohbet etmeleri iyi olur. Bu asır kendi kendini kurtarma asrıdır!.

Siyasete karışmayın. Devlete DUÂ edin. Kendi gündelik işlerinizle manevî taraflarınızı takviye ile uğraşın!..

Uğradığın dertlerden mahlûklara şikâyet etme!. RAHîM'i merhametsize şikâyet etmiş olursun!.

ALLAH Adı anılmayan yuvada hayır yoktur!.
“İLM-i NÜCUM (Astroloji, Yıldız Falı) ile uğraşmayın, felâketiniz olur.” (Hadis)

Kabirde suâl HAK'tır ve kat'idir: Gıybet, yalan, hased, dedikodu, yetim malı, haram lokma; işte bunlardan suâl vardır. Kabir Azâbı bunlardan gelir. Aman dikkat edin!..

“Vatanınızı SEVin, evinizi SEVin, birbirinizi SEVin!. Dedikodu yapmayın, Günahları HAKk, tevbe ettikten sonra affeder!. Fakat dedikodu yapanı asla!.. Dedikodu yapmanın dehşetini bir bilseniz!. Üst başınızı yırtar, perişan olurdunuz!.. Aman dikkatli olun, âzâbı hesabı çok dehşetlidir!.”


Derman Hoca..
22.09.1975..

Resim

Aman oğlum,
“Sünnetler bid'at telâkki edilmedikçe kıyamet kopmayacaktır.” (Hadis)

Bid’at: Hadis ve Kur'ÂN’a uymayan her türlü fikirdir. Ve bid'at haramdır. ALLAH 'a ve Peygambere isyândır. Aman dikkatli olu!.
Bazı âlimler söyler.:

“Bid’at-i Hasene” güzel bid'at.„ Böyle bir şey yoktur. Kat'iyyen bunlara kulak vermeyin!. Kıyametin kopmasına vesile ve sebeb olmayın!...
Resûlullah buyuruyor.: “Bid'atları sünnet zannedenler çoğalmadıkça kıyamet kopmaz!.”
O halde kıyametin kopmasına sizler de oy vermeyin!.


Resim

YAZARın NOtu.:
Derman Hoca'nın mektupunda Bid'at konusunu okuyunca ürperdim, sarsıldım. Ülkem ve insanları için büyük üzüntüye kapıldım: 1980'li yıllardaydı. Televizyonda TRT'nin Din Ahlâk Programını izliyordum. Diyanet İşleri Başkanlığından bir yetkili ve uzman zât konuşuyordu. Kur’ÂN’da olmayan birçok şeyi kendi düşüncelerini “ALLAH 'ın Emri”ymiş gibi anlatıyordu. Bir grup arkadaş, uzman olmadığımız halde bunların bid'at olduğunu yakıştırma olduğunu anladık. Ertesi gün Diyanet İşlerine telefon açtık.: “Akşam Tv.de konuşan kişinin söyledikleri bid'at değil mi? Nasıl söyler bunları?” diye sorduk. Yetkili kişi.: “Bid'at olduğunu biliyoruz. Amma biz onlara “Bid’at-ı Hasene” diyoruz. Yâni iyi, güzel şeyler.”
Telefonda tartışamadık..
İyi, güzel şeyler ama, kime göre iyi güzel?... Sana göre iyi, güzel olan, bir başkasına göre iyi olmayabilir. Herkes kendi iyisini, güzelini âyetlerin hadislerin yerine koyarsa; yamalı bohçaya döner ve “DÎN” diye bir şey kalmaz. Bu Diyanet Yetkilileri ve sözde Ulemânın; Âyetlerden ve Resûlüllah Efendimizin Hadisleri'nden haberleri yok mu? Meâlen hatırladığım bir âyette de ALLAH diyor ki.: “Benim emirlerimden bir şey eksiltmek, yok saymak nasıl zulümse, suçsa, bir şey katmak eklemek de aynı şekilde zulümdür.”
Buyurun “Bid’at-ı Hasene” ci sözde ulema!... Uydurun, ekleyin!... Siz ALLAH 'ın bildirdiklerinde eksiklik mi buluyorsunuz?. Haddiniz bilin!. Kıyamete götüren yollara taş döşemeyin!.

Siz de sevgili kardeşlerim, dostlarım!.
Derman Hoca'nın ve HAK DOSTLARı'nın nasihatlerine kulak verin. Bakin din adına halkı kandıranları mektubunda Derman Hoca nasıl tasvir etmiş.:
“Elinde tespih, “Hacı, Hoca olduğunu” bağıran, ALLAH 'ın mahlûkatına saldıran, herkese kâfir nazarı ile bakan, ilmi olmadığı halde dinden bahseden, alaycı, kirli mürşidler; erdiğini zorla kabul ettirmeye çalışan kara softalar... ALLAH 'a kasem ederim ki bunlar cehennemde bile yeri olmayan, ALLAH 'ın lânet ettiği Eşkıyâ Tâifesi’ndendirler!.”

Derman Hoca..
30.06.1976..

Resim

“Resûlullah SallALLAH ü Aleyhi vesellem, mecbur kalmadıkça kadın elbisesi giyen erkeklere ve erkek kıyafetine giren kadınlara lânet etti..” (Seçme hadisler)
Hakiki kadın elbisesi, erkek elbisesi nedir?. Nasıldır?. Bugün bilen yoktur. Onun için Ahmet, hakikat çok acı ve serttir. Her şeyi bilmek güç ve ağırdır...
“El hâkkah. Mel hâkkah. Ve mâ edrâke mel hâkkah. Kezzebet semûdu ve âdun bil kâriah.” (Hâkka 69/1-4)
Bu âyet-i kerime insanı titretir. Onun için her lâfa kulak verme!. Şüpheleri tamamiyle içinden at!.


Derman Hoca..


SAHTE HALİFELER.:
Böyle bir bölüm yazmak istemezdim ama gördüklerimiz, işittiklerimizden sonra görev oldu sanırım.
Her büyüğün vefâtından sonra sahte halifeler, suları bulandırmak, kendilerine büyüklerin adını kullanarak çıkar sağlamak isteyenler olmuştur. Hatta peygamberlerden sonra bile Sahte Peygamberler çıkmıştır. Derman Hoca'dan sonra da fırsatçıların boş durmadığını görüyoruz..

Derman Hoca HAKk'a yürüdükten sonra, onu hiç görmemiş, tanımamış bir genç ortaya çıktı. Derman Hoca ile rabıta kurduğunu, mesajlar aldığını iddiâ etmeye başladı. Aldığını iddiâ ettiği mesajlar elimize kadar geldi, Birçok kişi ona ermiş gözüyle bakmaya başladı. Bazı dostlarımız da bu yalanlara inandı. Dilimiz döndüğü kadar kendilerini uyarmaya çalıştık. Maalesef bize değil ona inandılar ve bizimle ilişkilerini kestiler. Önemi yok dedik. Bizim hiçbir iddiâmız ve kimseden istediğimiz hiç bir şey yok. Dostlarımız yanılmasın, üzülmesin istedik...

Bu sahte ermişin kısa zamanda maskesi düşmüş. (kısa dediğim de en az onbeş-yirmi yıl!) Müridlerini epey soymuş, dolandırmış. Canları yananlar yavaş yavaş uzaklaşmışlar. Onlar için şans!... Ya anlayamayıp devam edenler!. Ya başka başka şehirlerde de benzerleri türeyip faaliyette olanlar?. Bunlar hakkında da duyumlarımız oldu. Hatta Dergah kurup etraflarına mürid toplayanlar; fanatik müridleri eliyle inanmayanları tehdit edenler varmış...

Derman Hoca etrafında adam toplamamak mürid edinmemek, hâlvet için, irşâd için hazırlayıp; Mürşid-i Kâmil olduğu halde kimseyi irşâd etmemekte, bu kapıları tamamen kapatmakta ne kadar haklıymış. Kapattığı halde istismarcılar çıkıyor.
Kızı ve Torunları hayatta olduğu halde:

“Odasından çıkmazdım. Sabahtan akşama hizmetindeydim!.” gibi yalan beyânlarda bulunanlar, Derman Hoca'ya yakın olmuş görünerek ne gibi çıkarlar elde etmeyi düşündükleri belli olmayanlar da var.

Maalesef halkımızdan tahminimizin çok üstünde bir kesim bağlanacak bir şeyh, bir tarikat arayışı içinde. Bu, istismarcıların işini kolaylaştırıyor. Derman Hoca'nın çok sık tekrarladığı bir söz vardı.: “Size ALLAH ve Resûlü yetmiyor mu? ALLAH 'ın Emirleri’nden Peygamberin Sünnetinden ayrılmayın yeter!.”

Dini istismâr eden, kendilerini ermiş gibi gösteren Yalancı, Sahte Şeyhler hakkında da yakın dostlarını mektuplarında sık sık uyarmaktadır.
Bir cümlesini tekrar ederek sözü bağlayalım.:

ALLAH 'a kasem ederim ki bunlar cehennemde bile yeri olmayan, ALLAH 'ın lânet ettiği Eşkıyâ Tâfesi’ndendirler,”

Derman Hoca..
30.06.1976..

Resim

SONUC.:
Derman Hoca'mın Dünyasını, Bilgeliğini, Manevî Makamını tanıtmak için en küçük bir hizmetim olmuşsa kendimi mutlu sayacağım ama ne mümkün. O öyle bir umman idi ki; birkaç anı ile, mektuplarından birkaç satır ile hatta birkaç cilt eserle anlatılamaz. Tanıtılamaz. Kişisel gayretler de yetmez. Ancak bir kurum, bir vakıf, bir akademi uzun ve titiz çalışmalarla bir şeyler ortaya koyabilir. Dileriz bu gibi çalışmalara vakit geçirilmeden başlanır..

Her gün yeni bir sahtekârın çıktığını, Derman Hoca ile rabıta kurduğunu, hatta görüştüğünü iddiâ etmesi; insanları etkilemeye çalışması bu konudaki boşluktandır. Boşluk doldurulursa fırsatçılar ortaya çıkamaz ve sorumsuz faaliyetlerini sürdüremezler.

Gerçek Dostları, Sevenleri çıkın ortaya!. Birleşin!. Birlikten kuvvet doğar. Hocam’ın HiMMetleri de sizinle beraber olur inşallah!.

ALLAH yardımcınız olsun!.

Hüseyin Kanyılmaz..
28.11.2019..
Cevapla

“Münir Derman (k.s) Kimdir?” sayfasına dön