EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Resim

EVLİYÂULLAH'tan,
DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..


BiSMiLLâHiRRaHMâNiRaHiM..

20 ASRIN GAVSI,
ALLAH DOSTU,
ÂRiF-i BİLLÂH..

EVLİYÂULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'ın, HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Yazan.:
Emekli Kimyager
Ahmet KILIÇASLAN..
1993..



Resim

Besmeleyi Katiyyen Abdestsiz Söyleme!.
Opr.Dr. Münir Derman..

Ömer İnan Efendi Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) der ki;
ALLAH'ı bulamayacağını anladığın ÂN,
ALLAH'ı bulmuş sayılırsın…
ALLAH’ı BİLemeyeceğini anladığın ÂN,
ALLAH’ı BİLmiş sayılırsın…


İÇİNDEKİLER.:
* Neden 20 nci Ayın Gavs Dedim.
* Niçin ALLAH Dostu Dedim?.
* Niye Ârif-i Billah Dedim?

* TAKDİM.:
* Zamane Bakını!.
* Dünya Hâlim!.

* GİRİŞ.:
** ALLAH Dostu'na Dost Olanlar!.
** Mübârek Hocam Hayatını Yazmama izin Verdiler.
** Hocam Mübârekle Nasıl Tanıştım.
** Doğumu ve Çocukluğu.
** İlk-Orta-Lise ve Üniversite Tahsilleri.
* Yere Bırakılan Kağıt.
* Hocam’dan Nasihat.
* Avrupa Dönüş.
* Hâlvet.
* İstanbul’daki Hâtıralar.
* Şeyh Mansur İşdan Hazretleri.
* Haçkalı Hocanın Tayy-i Mekân Hikâyeleri.
* Tezveren Baba!
* Hacı Hakkı Efendi!
* Hacı Hakkı Efendi'nin ikinci Kerâmeti
* Münir Derman'ın Edirne'deki Yağmur Duası!
* Camiü’l- Ezher Üniversitesi.
* Eleşirt'teki Deli.
* Kasap Hasan ve Ömer Efendi Hazretleri.
* Tigran!
* Eleşkirtlten Bozüyük'e Tâyini ve Evlenmesi.
* Ledünn İlminin verilmesi.
* Rüyâsında Peygamber (Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem)'in Elini Öperler!
* Süleyman Aksaz Beyefendi Anlattılar!
* Süleyman Bey Der ki.
* Camide Kilot Muâyenesi.
* Eskişehir Devlet Hastanesi'nde ihtisası (Uzmanlığı).
* Said Nursî.
* Kore Savaşı.
* Dinsiz bir Müfettişe verilen cevap.
* İzmir'e Çalışmaya Gidecektim.
* Ankara Aslanhâne Camiindeki Vaazı!
* Denizlideki Vaazı.
* Çilingir Bahattin'in Dükkanı.
* Mübârek Hocamın Âilesi.
* Ögretim görevlisi.
* Eskişehirde Sel Felâketi.
* Bir Fâkire Yardımı.
* Köseleyi Çiviletmesi.
* Erciş Otelinde.
* Kaz öldürme Hikâyesi.
* Araba Kazası.
* Münir Derman Tayy-i Mekânı.
* Gözlerinin Ameliyatı.
* Almanya'da Papazla Arkadaşlığı.
* Hocamın Hızırla Konuşması.
* Hayvanlarla Konuştuklarım!
* Gel Gül Dedi..
* Şaka ile Karışık bir Kerâmeti Daha.
* Ankara’da Hocamın Sohbet Yerleri.
* Danıştay Ziyâretleri.
* Hocam İstemezse Kamerada ve Fotoğrafta Çıkmazdı!
* Hakkı Güven Efendi Hazretleri.
* Karısını Boşayana Verilen Fetvâ!
* Kâbe’yi Göstermesi.
* Hocamı Ateş Yakmazdı.
* Siyah Kuşak - DAN - Judocu!
* Basılmış ve Basılacak Kitapları Çıkmış Eserleri.
* Namaz Mir’açtır amma! Mir’aç namazın neresinde.
* Zekayi Hoca!
* Şeyhülislâm Nevşehirli Molla Hüsrev!
* Ancak ALLAH Yaratır.
* İzmir Seyahati.
* Kırda Yılan Sulaması.
* Karyağdı Sultan.
* Onlarla Görüşmeden Dönmez.
* ALLAH Dostu Der ki Kitabından.
* Arabayı Yıkatıp Kurutması.
* Adnan Menderes'in Hocama Diyânet Başkanlığını Teklifi.
* Ankara Sanatoryum Hastanesi.
* Âlimin Ölümü..

Bismilllâhirrahmânirrahim..
* Canım Sultanım Benim..

İKİNCİ KISIM.:
* Evliyâullah'tan Doktor Münir Derman’in Mektupları..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

RESim-1.:
Hocamın Hocası.: ÖMeR İnan Efendi Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Kendileri Trabzon’ludur.
Mekke'de vefât etmiştir, orada mefdundur.
İsimsiz büyük velîlerdendir.
ALLAH himmet ve şefaâatlerinden mahrum etmesin...

ALLAH =>Görünmez bilinir,
RESÛLALLAH =>Görünür bilinmez!..
Opr. Dr. Münir Derman..

Münir Derman için:
Zamanın Ebu Hüreyresi,
Üç kalanların bağlandığı baş,
Ledünn İlmini nereden öğrendiği bilinmeyen
Velâyet ve Tasarruf Sahibi "Ârif-i Billah" der!.

Şeyh Mansur Işıdan..

Bir kerâmet çıkacak, ortaya vakti gelince,
Biz bu dünyadan, HAKk'a doğru göç edince...

Opr. Dr. Münir Derman..

Resim

RESim-2.:
Opr. Dr. Münir Derman Hocamız'ın Almanya'da Doktorluk yaptığı sırada 3.4.1973 yılında bir Almanya dönüşünde. Esenboğa Hava alanında çekilmiş fotoğrafıdır.
Yengemiz; Câhide Derman Hanımla beraber..

Halkı Tufân,
Her Veliyi, NUH GEMİSİ bil..

İlaç, ilaç olarak kaldıkça, tesirsizdir,
İçildimi; varlığından geçer,
O zaman te’sir eder..

Belâ; insan içindir,
Hayrı çoğaltır
Kanâatı arttırır..


Opr. Dr. Münir Derman..
RESim-3.:

Resim
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

ÖN SÖZ!.

Ön sözü, son sözü,
Kitabın kendi özü,
Hatâ varsa HAKk affetsin,
Hocam bağışlasın bizi..

Bismillâhirrahmânirrahîm..


Resim NEDEN =>20 ASRIN GAVSı DEDİM?.

Hocam Doktor Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Eskişehir Devlet Hastanesi'nde genel cerrahtı yâni (operatör) dü sık sık ziyâretine giderdim. Birgün sohbet esnâsında.: “Dün burada bir misâfirim vardı, Kırklardan!.” dediler.
Bunu fırsat bilerek sordum.: “Kırklardan Türkiye'de kaç kişi var?” dedim.
Hocam.:“5'in üzerinde.” dedi. “Diğerleri İse, Suudi Arabistan, Cezâyir, Hindistan, Pakistan ve..” diğer İslâm ülkelerinden birkaç tane daha saydı. “Dünyâ'ya dağılmış durumda.” dediler.
“Bunların Hırra Dağı’nda tek gecelerde divân toplantıları vardır. Toplanır konuşurlar. Bu divân toplantısına "GAVS" başkanlık eder. Bâzen de Resulüllah Efendimiz teşrif ederler. Sallâllâhü Aleyhi Vesellem Efendimiz geldiğinde toplantıya başkanlık ederler. Toplantıda konuşma dili Süryânicedir. Çünkü Süryânice, Cennet Dilidir. Cennette herkes Süryânice konuşacak, bilsin bilmesin, ALLAH cennette bir anda öğretecek. Bâzen de Arapça konuşulur divân toplantısında.”
Tekrar sordum: “Hocam "GAVS” hangi ülkededir?” dedim. “Pakistan da.” dır dediler.

Aradan bir hayli sene geçmişti. Hocam, Ankara'da Ulucanlar Hânecioğlu Otelinde, senelerce ikâmet etmişlerdi. Birgün otelin dinlenme salonunda oturuyorduk. Sohbet esnâsında.: HocamGAVS” yine Pakistanda mı?.” diye sordum. “Hayır GAVS öldü.” dediler,
[GAVS, biliyorsunuz yaşayan Velîlerin başıdır,]
“Şu anda Gavs nerede, hangi ülkede?” dedim.. Hiç cevap vermediler sükût ettiler.
O zaman anladım ki, Hocam mübârek Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) "GAVS” Mertebesine yükselmişti.

Zâten daha önceleri “Kırklar’ın en genci” olduklarını söylemişlerdi. Mânevi Dereceleri itibâri ile de dokuzuncu sırada olduklarını biliyordum.
Son zamanlarda, "GAVS” olmadan önce de konuşmalarından üçlerden olduğu” kanâatına varmıştım. "GAVS” ölünce de, üçlerden birisi Gavs görevine getiriliyor. ALLAHu âlem...
Hocam şu Beyitlerinde, üstü kapalı olarak bizlere anlatmak istemişlerdi.
Ârif olan anlasın dercesine.:

Ebette birgün olur, sırrımız âyân,
O zaman anlayalar, kimüdük biz?.
Bir kerâmet çıkacak, ortaya vakti gelince,
Biz bu dünyâdan, HAKk’a doğru göç edince...


Evet; Sağlığında, Mübarek Hocam Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) şöyle buyurmuşlardı.: “Benim ölümümden bir asır sonra dünyâ'ya birisi gelecek, o bizim kim olduğumuzu açıklayacak ve ilân edecektir. O zaman anlayalar kimüdük biz?...”

Sağlığında kendisini son derece kamufle eder, saklar ve örterdi. Şâyet birisi birşey farkeder de.: "Bunu nereden biliyorsunuz?" diye sorarsa, ki soran çok olurdu.: "Oğlum ben doktorum bilirim!.” der, o şahsı, oracıkta iki seksen atlatırdı...
ALLAH ganî ganî. Rahmet eylesin âmin!.


Resim NİÇİN =>ALLAH DOSTU DEDİM?.

Mübârek Hocam Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi Aleyh 22 yaşında iken kâlb gözü açılır.
Hocası Ömer İnan Efendi Hazretlerl (kaddesallahu sırrahu) der ki.: “Oğlum!. Ben seni öyle yetiştirdim ki, sen görünmezsin, seni kolay kolay kimse bilemez ve göremez!.” demişlerdir.
Münir Derman da Hocasına.: “Ammâ ben görünmek istiyorum!.” demişler de.: “Hadi zamanı gelince görün!.” demiş.
“Ben Hocamın sözünü tutanlardanım, görünmek istedik =>"ALLAH DOSTU DER Ki” diye kitaplar yazdım, beni yine göremediler!.” demişlerdir..

1971 yıllarında.: "ALLAH Dostu Der ki” kitabını Danıştay üyesi Sabri Tandoğan Bey, zamanın Diyanet Başkanı Dr. Lütfi Doğan’a götürmüşler de başkan kitabın adını görünce.: “Bu zât ALLAH Dostu mu?.” diye sormuş, Sabri Tandoğan Bey de.: “Evet ALLAH Dostu!.” demiş.
Demiş ammâ başkan gülmüş, o zaman Sabri Bey, Başkan’a.: “Siz kimin dostusunuz?. Aslında hepimiz, ALLAH Dostları değil miyiz?.” demiştir.

Sabri Tandoğan Bey, Başkanla aralarında geçen bu konuşmayı naklettiklerinde, Hocam mübârek, şöyle bir cevap verir.:
“Biz ALLAH'ı kendine seçenlerdeniz.
ALLAH kendisine, kimi Dost seçmişse,
Bu, onun ayağnın altını öper!..”
demişlerdir...
Bu cevâbını da, basılan ikinci kitabının başına almışlardır.

“Oğlum, görünmek istedik ama bizi kimse göremedi,
Göremezler de, onun için, görünmemeyi tercih ettik!.”


Resim NİYE =>ÂRİF-i BiLLAH DEDiM?

Mübârek Hocam Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh, Bâtın (Ledünn) iİmine vakıftı, bilirdi. Ledünn İlmini bilenler ALLAH (celle celâlihu.) Sırlarına ERişmiş kimselerdir.
Onun için "Ârif-i Billâh" yâni en çok ALLAH'ı BİLenlerden demektir de ondan...

Şeyh Mansur Işıdan’ın târifine göre (ALLAH ona da rahmet eylesin).:
"Hocanın tevâzu’su karşısında tevâzu’ erir. Sabrı karşısında, sabır erir yok olur. Kanâatı karşısında, kanâat, utanır ağlar!.”

Şeyh Mansur Hocası için şöyle söylermiş.: “Hocam görünür, görünmez. Görünmez, görünür. Ömer inan, Efendi Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi Aleyh'in, tâ bu âsırda görünüşüdür.
Hoca kendisini görenlerin, fark edenlerin yanına sokulmaz.
Onun ilmi nereden gelir bilinmez, bildikleri bir ömür boyunca öğrenilmez nereden bunları almıştır bu hiç bilinmez. Maddî, Mânevi İlimlerin hepsi onda dır. Yarın göçerse, yerini tutacak kimse olmayacaktır.” buyurmuşlardır.

Hoca =>Taşı elmas, odunu gül yapanlardandır. Her müşkülü hâlleden odur. Onu anlayan Şeyh Mansur’dur..
Şeyh Mansur Hazretleri der ki.:
"Nereden bunları almıştır bu hiç bilinmez!."

Evet; Hocam Bozüyük'te Hükümet Tâbibi iken, bir gece kendisine bir Zât-ı Muhterem gelir. Hocamı dâvet ederler. Hocamda, gecenin karanlığında Bozüyük Dağlarına çıkar gider. Üç gün, üç gece gelmez. Kimseye haber vermediği için, kayboldu diye ararlar tararlar bulamazlar.
kendileri çıkar gelir. Kimseye bir şey anlatmaz. İşte ne olduysa o zaman olur. Kendilerine Bâtın yâni Ledünn İlmi o seyahatinde verilir.
Son zamanlarında bizlere bu kadar bir ipucu verdiler.
Nerelere gittiğini, nasıl gittiğini anlatmadılar. Yalnız Hocam çok celâlli idi, bu celâlli olma halinin de, emir olarak Mânevi Âlemden verildiğini söylediler.: “Benim celâlli olmam istendi.” dediler.

Mübârek Hocam’ın yanına, her insan gelemezdi, sokulamazdı ve hatta soru soramazdı, korkarlardı çekinirlerdi celâlli hâlinden. Fakat yüzleri 500 mumluk lâmba gibi pırıl pırıl parlardı.
Mübârek Vücudları sanki GüL Bahçesi gibi kokardı. Yanında hiç konuşmadan otursanız bile, ferahlar huzur bulurdunuz.
Cenâb-ı ALLAH, Himmet ve Şefâatlerini eksik etmesin!. Âmin..

Resim
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim TAKDİM.:

Cenâb-ı HAKk bana, Veliyyü’l- Kâmil olan, Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) ile, tanışmayı kısmet ve nâsib etti.
Ne kadar şükretsem azdır.
O hem cismen, hem ruhen temiz, Zamânın Gavsı ve Ârif-i Billâhı idi...


Resim Opr. Dr. MÜNİR DERMAN'ın ŞECERESİ.:

“Ana adı.: Şehvâr Hâtun,
Baba adı.: Ahmet Rasim Efendi
Anasının anası.: Pembe Hâtun,
Anasının babası.: Uzun Mehmet Efendi,
Babasının anası.: Cevâhir Hâtun (Kafkasyadan),
Babasının babası.: Hacı Ali (Buhâradan),
Anasının doğum yeri.: Gümüşhane,
Babasının doğum yeri.: Vakf-ı Kebir..

Anasının, ana tarafından, büyük annesi GÜLHÂTUN veya halk arasında, ismi (Evliyâ Kadın) Türbesi Gümüşhane'nin HEDRE köyündedir..
Netice.: Rasim Efendi oğlu, Şehvâr Hâtundan doğup, süt emen Hüseyin Münir işte Şecerem budur!.”
dediler...

“Doğum Tarihi.: 1325 yâni 1910'dur.
Kur'ÂN Öğreten.: Hâfız Nigâr Hâtun
Hocası.: Ömer İnan Efendi Rahmetullahi Aleyh
Vaaz ve Nasihatçım.: Annem Şehvâr Hâtun
Hepsinden Hak Râzı olsun!.”
dediler.

“Nâzım ve Nuriye adında iki kardeşim, küçükken ben doğmadan ölmüşler. Ağabeyim Hasan Kâzım, oda 47 yaşında HAKk'a kavuştu. En küçük evlâdları benim. Hepsinden çok dünyâda kalan da benim.” dedi.
“Annem 86, Babam 54 yaşlarında HAKk'a vardılar.
Netice: ALLAH‘ın kulu olmaya, RESULün görünmeyen gölgesini takib etmeye ve ÜMMeti olmaya çabalayan biriyim.”
dediler ve sözlerini bitirdiler..

ResimZAMANE BAKIN!..

Ne düşerler peşlerine bilmem mürşid diyerek,
İrşâd edecek kalmadı, içimizde belki bugün.
Fakat, arayan Gönül Sâhibleri, isterse bulur.
Her yerde doludur, teslim ediver kendini ne olur..

O zaman Ehl-i Beytin, kokusu duyulur, hem de derin,
Şah damarından, daha yakın olarak, hem de senin,
Bir muâmmâ gibidir, bu işler çok düşünme derin..

Beşerriyet dolu dizgin gidiyor, dinsizliğe doğru,
Gönül Sâhibleri, çekilip girdiler, Sır İzbesi’ne,
Üçler ve Yediler vardır. Dolaşırlar bulmak için,
Bunalıp yol arayan gönlü temiz kimseleri..

Hızır’ın geçtiği yollar vardır, arz üzerinde,
Kırkların Sohbeti vardır tek gecelerde,
Ne olursun be adam, dolduruver içine ne olur,
ALLAH’ı an dönerek, Hırra Dağına,
Doldurup taşırıver içini, Ehli Beyt Hakkı için..

O zaman aç gözlerini, bak birden dört yanına,
Yanaşırsın o zaman Üçler, Yediler, Kırklar Sofrasına..

Anlayamaz bu sırrın künhü nedir, kimse bu gün,
Elbette bir gün olur SIRRIMIZ âyân,
O zaman anlayalar, kimüdik biz?.

Elbette olur, şüphede olanın, kâlb köşesi virân.
Bir kerâmet çıkacak, ortaya vakti gelince
Biz bu dünyâdan HAKk’a doğru göç edince!..


Opr. Dr. Münir Derman
20.10.1974

ResimDÜNYÂ HALIM!..

Bir gövde borcum vardı toprağa verdim borcumu.
Artık toprak düşünsün Rabbine kendi borcunu.
Ruhumun toprağa borcu yoktur benim.
Arama toprakta beni, ben başka yerdeyim.
Toprağım temiz idi, temiz teslim ettim, borcumu.
Bu kâbir Rûhumla gövdemin ayrılış yeri.
Burada arama, burada değilim.
Azâbda değil nârda değilim.
Sıkıntım kalmadı artık, aç ve yoksul değilim.
Dünyâda, haksızlık, sefâlet, açlık, şikâyet etmedim.
RABBimden bu nedir diye.
Kırklar, yediler, dörtler, üçlerle arkadaş idim.
Hızırla buluştum, görüştüm, dertleştim dünyâ yüzünde.
Şikâyet etmedim kendi hâlimden Nefsinle uğraşma, bu savaş değildir.
Kâbirde Azâbımın esası budur.
Bırak nefsi kendi hâline
Uğraşma onunla yakışmaz sana.
Gövde, nefis, ruh başka başkadır.
Yekdiğerine karıştırıp çengelleme onları
Nefis dünyâda kalır.
Gövde, toprakta.
Rûh gider, aslı olan RABBi'ne...


03.07.1972
Opr. Dr. Münir Derman
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

GİRİŞ!..

Beşinci kitabımın sonuna, bir kısım açarak, Mübârek Hocam Münir Derman Hazretlerinden "İNCİLER” adıyla derlemeler yapmıştım.
Hocamın basılacak kitaplarını göz önüne alarak Nâdide mücevherler satan o büyük mağazada, henüz sergilenmemiş, sergilenmeye hazır. "İNCİLERİ” derlemeye edeben hayâ ettim ve utandım.
Yine yazmış olduğum kitaplarımdan buram buram Mübârek Hocanın kokusu gelmektedir...
Zirâ, boş bir testi idim yanaştım DERMAN PINARINA sindire sindire dolmaya çalıştım.
Doldum demiyorum, şimdi testinin dışına ne sızıyorsa, o pınardan içine giren damlalar sızıyor..
1980´li yıllarda Eskişehirde bir Doktor Ağabeyimiz, bendenize.: “Ahmet Bey siz, tamı tamına Dr. Münir Derman´ın bir kopyası olmuşsunuz. Sizinle konuşurken kendimi Dr. Münir Derman Ağabeyimle konuşuyormuş zannediyorum!.” demişlerdi...
Ne mutlu bana, Hocamın bir kopyası olabilmişsem...
Eskişehir'deki bu Ağabeyimiz, Opr. Dr. Mehmet Tekin Oktar Beyefendidir.
Kendileri de nâdir bulunan, insanlardan ve doktorlardandır. Doktorluk hayatında hiç muâyenehâne açmamış, bir kaç doktordan birisidir.
Para karşılığı muâyene yapmamış muâyene ve tedâvi yaptıklarından para istememiştir.
Mü’min, mütedeyyin, eli öpülecek bir zâtı muhteremdir. (Şu anda emeklidirler.)
ALLAH kendilerinden râzı olsun her iki cihanda su gibi azîz olsunlar efendim âmin!..

Resim

ALLAH DOSTU´na DOST OLANLAR!.

ALLAH DOSTU olan, Mübârek Hocam Dr. Münir Derman Hazretlerinin çevresinde ÜÇ GRUP İNSAN toplanmıştı.:

1-) BİRİNCİ GRUPTA OLANLAR!.:
Hocamı candan seven, "Hocam" diye hitâb eden, Hocamın da sevdiği kimselerdir, Bu insanlar hâzâ edeb sâhibidirler. Hizmet ederlerde, hizmetlerini HAKk Rızası için yaparlar, Katiyen karşılık beklemezler. Hocam Mübârek de o kimselerin hizmetlerini kabul ettiği için, hizmet edenler Hocalarına karşı minnet duygusu içindedirler. Hiçbir zaman, böbürlenmezler, hâttâ.: “Hocamıza hizmet edebildik” diye bu sevinçlerinden ötürü sanki göklere uçarlar..
Hocalarının kendilerine minnet etmesini asla beklemezler. Mübârek Yüzlerine âdeta utanarak bakarlar.
Sâdık ve doğrudurlar, içlerinde dosdoğru olanları da vardır. Bu kişiler Efendidirler. Hattâ içlerinden bazılarına; başka tarikattan olanlar.: "Efendi Hazretleri” diye hitab ettikleri de olmuştur ve görülmüştür. Hocamıza sorduğumuzda.: “Evet onlara göre, içinizde bazıları, Efendi Hazretleridir, ne zannetiniz ya!.” demiştir.
Bu zâtlar, mühim işlerinde Hocalarına mutlaka danışırlar. Onun fikrini, iznini ve duâsını alırlar.
Çilelidirler, çalışkandırlar, helâl lokma kazanmak için çırpınırlar.
Hiç abdestsiz yere basmazlar,
Kul hakkından son derece korkarlar. Hiç yalan söylememeye çalışırlar.
Gıybet, dedikodu bilmezler. Zinâya asla yanaşmazlar. Harâmın her çeşidinden kaçarlar.
Hatta şüpheli gördükleri her şeyi, terk ederler. İcâbında, terki bile terk ederler...
Vicdanlarının sesini dinlerler. Onun günah dediği, hiçbir şeye yanaşmazlar.
Cömert, babacan, kalender ve hoşgörü sâhibidirler. Güler yüzlü, hoş sohbetlidirler.

Hülâsa Mübârek Hocalarının:
İnsânı =>“İNSÂN” =>İNSÂN yapar!.”
sözüne tam mânâsıyla inanmış ve uymuşlardır.
Bu birinci grupta olan talebelerinin arasından üç kişi olgunluk çağına geldiği için onlara yol verilmiştir..
Yine bu birinci gruptan, onbeş kişiyi de mânevî himâyesine, yâni (yanına) almış olup, bunlara da sağlığında dünyâda yük yüklememiştir. Hocamız da Dünyâsını değiştirince onlarda kısmetleri kadar mânevîyattan nâsiblerini alırlar inşâALLAH!.

Bunlardan başka bu gruba dahil, birkaç kişi daha var. Onlarla da, ciddi olarak ilgileniyorlar.
ALLAH kendilerinden sayısız râzı olsun.
“Artık yaşlandım, yoruldum!.” derken,
Hocamız ilâve ediyor.: “Bu yol sabır yoludur. Bu yol çile yoludur. Bu yol, hizmet yoludur. bu yol, övünme, böbürlenme, gururlanma yolu değildir. Bu yol, makam, mansıb, şan, şöhret yolu hiç değildir!” buyurdular.
İşte, bu birinci gruptakiler =>“ARI” gibidirler!.

2-) İKİNCi GRUPTAKİLER İSE!.:
Bu grupta olanların; Hocamızı sevmelerinde biraz da dünyâ ve âhiret menfâatı gizlidir. Bunların sayısı birinci gruptakilerden daha çoktur. Belki yüzlercedir. Bu gruptakiler Hocamızı sevmelerine rağmen, Hocamızın sevgisini tam anlamıyla kazanamamışlardır. Fakat kazanmak için çok çaba sarfeden kimselerdir.
O da, kendi mânevî hataları ve eksikleri yüzündendir. Kapalı olan bu mânevî kapıların önünde, nöbet tutar gibi, beklemekte ve açılsın diye durmadan kapıyı çalmaktadırlar. Ne zaman kapı açılırsa içeri gireceklerdir. Ne mutlu o kimselere de, ALLAH o kimselerinde arzu ve isteklerini kabul buyursun âmin!.

Velîlerin Büyüklerinden Ahmet Rüfâî Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) ALLAH himmet ve şefaatlerinden mahrum etmesin şöyle derler.: "Ben dervişliği kediden öğrendim. Bir kedi, bir fâre deliğinin başında hiç uyumadan iki gün, iki gece bekledi. Fâre çıktı oda avını yakaladı...
Ben de hiç uyumadan kediyi takib ettim. Avını nasıl yakaladığını gördüm. Ben de uyumadım da dervişliği öyle yakaladım!.”
buyurmuşlardır.

Bu ikinci gruptakiler ise, bâzen harama meylederler, bâzen korkup kaçarlar.
İbâdette eksikleri çoktur bî-namazdırlar. Abdestli gezmezler, namazdan namaza abdest alırlar. Kul Hakkı boyunlarında, kul hakkına hiç dikkat etmezler. Merhamet duyguları daha azdır.
İnsanların kalblerini kırarlar. Ara sırada olsa yalan söylerler, çekinmezler.
Bu gruptakiler henüz (Nefsü’l- Emmârede) olanlardır. Takvâ Ehli olmak için dâima mücâdele verirler..
İşte bu gruptakilerde =>“BÖCEK” gibidirler.

3-) ÜÇÜNÇÜ GRUPTAKİLER İSE!.:
Hocamıza gelir giderler, sevmedikleri hâlde, sever gözükürler. Bunlar tamamen menfâatleri için, Hocamızın Çevresinde dolaşır dururlar.
Hocamızı sevdiklerini her fırsatta söylerler. Fakat asla sevmezler. O tipler aslında kimseyi sevmezler, çıkarlarını ve menfâatlerini severler.
Bunlar da müslüman gözüken zavallı insanlardır. Bunların sayısı belki binlercedir. Hocam Mübârek, bu tiplere fazla yüz vermezler. Ammâ.: “İlle de elini öpelim!.” derler. Bir çokları abdestsiz, hattâ ğusülsüz olanları bile var ki içlerinde, kimisine elini verir, kimisine vermez, kimisini de derhâl kovar. Gusülsüzleri kovduğunu tahmin ediyorum.
Demek ki gusülsüzlerin yüzleri işkembe gibi olmuş ki, yüzlerine bakınca anlıyorlar.

Bu gruptakiler, İslâmı akılları sıra, atlama tahtası olarak kullanmak isteyenlerdir. Haberleri yok ki, bir gün atlarken cehenneme yuvarlanacaklar. Bu grup için de, Mübârek Hocamız dâimâ duâ ederler. Bizler de.: “Cenâbı ALLAH'a bunlara da, İslâmı ve Takvâ Yolunu göstersin!.” diye duâ edelim.
Bunlar da müslimdir ammâ, mü’min değildir. İslâmın beş şartım yapmazlar. ALLAH bunları da affetsin. Rahmeti ile yargılasın âmin...
İşte bu gruptakilerde =>“SİNEK" gibidirler.

İster ARI - ister BÖCEK - ister SİNEK olsunlar, yeter ki bir pekmez'e, bir bal'a konsunlar!.
At Sinekleri gibi, atların kıçından, nâsiblerini aramasınlar!.
Mayıs Böcekleri gibi ->pislik olan yerlerde dolaşıp arka ayakları ile B.K yuvarlayıp, top yaptıklarını zannetmesinler!.
Ağustos Böcekleri gibi, saz çalıp, bütün yaz boyu şarkı söylemesinler!.
Karınca gibi çalışıp kışa hazırlık yapsınlar ki,
Cehennem Azâbından kurtulsunlar. Cennet Ni’metlerine kavuşsunlar konsunlar!. ALLAH'tan dileğim ve temennim budur efendim!.
Kalın Sağlıcakla!..

Resim
Minnet.: İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. * Birisine iyilik etmek..
Himâye.: Koruma. Korunma. Muzır şeylerden muhafaza etme..
Mansıb.: (Nasb. dan) Devlet hizmeti. * Memuriyet. * Bünyad. Merci'..
Ahmed Rüfâî Hazretleri (kaddesallahu sırrahu).: (Hi: 512-578) Büyük bir veliyullahtır. Pek çok kerametleri görülmüştür. İmam-ı Musa Kâzım Hazretlerinin evlâtlarından olup, dine büyük hizmetler etmiştir..
Nefsü’l- Emmâre.: İnsanın çirkin ve şeytanın teşviklerine itirazsız ve mücahedesiz tâbi olması hâli.
Takvâ.: Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Bismillâhirrahmânirrahîm..

MÜBÂREK HOCAM,
HAYATINI YAZMAMA İZİN VERDİLER..


1983 yılları idi: Bir gün, Mübarek Hocam Dr. Münir Derman Hazretleri, Rahmetullâhî aleyh ile, karşılıklı oturmuş konuşuyorduk. Neş'eli bir hâli vardı.
Ondan cesâret alarak.: “Hocam izin verirseniz, sizin hayatınızı yazmak istiyorum.” dedim. Bir müddet düşündü ve.: “Yazabilirsin oğlum!.” dedi. Böylece, sağlığında Hayatını yazmam için bana izin verdiler.
Bunun üzerine kendisinden doküman istedim. Bir dosya verdi. “Bu dosyadan istediklerinin fotokopisini çek, dosyayı bana iâde et.” dediler. Çektim fotokopileri dosyayı iâde ettim. Ne yazık ki, çektiğim fotokopi dosyasını, çok samimi bir arkadaşıma verdim. O da çeksin diye, dosyayı kaybetti getirmedi. O kadar doküman hebâ oldu. Bu dosya: Judo ve karete dosyası idi..
Hocam yedinci kuşak, siyah kemer judocu idi. Judo öğretmeniydi.
Hayatını yazmam için, Hocamdan bu izni kopardıktan sonra, bildiğim, sezebildiğim duyduğum ve işittiğim kadar yazmaya gayret edeceğim. ALLAH yardımcım olsun!.

HOCAM MÜBAREKLE NASIL TANIŞTIM..

Otuz yıllık talebesi Ahmet Kılıçaslan der ki.:
Mânevî Hayatım ondört yaşında iken, bir ramazan sabahı, seher vaktinde gördüğüm rüyâ ile başlar...
Rüyâmda kulağıma yüksek sesle Kur’ÂN okudular. Üç defâda.: “Yâ Ahmet!. Yâ Ahmet!. Yâ Ahmet!.” diye bağırdılar korku ve heyecan içinde uyandım.
İşte o günden beri içime bir ateş düştü. Hâlâ yanar. Söneceğe de hiç benzemez. ALLAH söndürmesin âmin!.
Bu aşk ateşi ile onbeş yıl, kendime bir rehber, bir yol gösterici, bir mürşid, bir usta aradım..
Çorum'a gittim, daha başka yerlere gittim. Gördüm, görüştüm, içim hiç kimseye ısınmadı. Demek ki kısmetimiz, o gittiğim yerlerde değilmiş de ondan ısınmamışım..
Bu arayış içinde devam ederken bir gün Ankara Mamak'ta, Ethem Ağa'nın Havuzlu Kahvesinde, arkadaşlarımdan Mamaklı Yaşar Çetinkaya, o zamanın Ankara Vilâyeti Köy İşleri Büro şefi Muhterem Ağabeyimiz Rahmetli Sabri Türker Beyle oturuyorduk.
Bir ara Yaşar.: “Konya'da yayınlanan Toprak Dergisini bana uzattı ve dedi ki; Eskişehir'den Opr. Dr. Münir Derman`ın bir yazıları çıkmış. Al oku!.” orada hemen okudum. Yazının özü bakmakla, görmenin ayrı şeyler olduğunu izâh ediyordu. Manisa'nın Akhisar Kazası’ndan bir bakkalın, mektup yazarak sormuş olduğu.: “Bakmak nedir? Görmek nedir?" sorusuna cevâbdı bu dergideki yazının özü..
Hocam Akhisar'dan misâller vererek bakmakla görmeyi izâh ediyordu. Akhisar'a hiç gitmediği hâlde, cadde ve sokakları isimleriyle anlatıyordu. Sokaktaki kuru ağaca köşedeki bakkala kadar târif ediyordu. Yazının sonu ise, şöyle bitiyordu.:
“Bunları nereden bildiğimi, bana tekrar mektup yazıp sorma, bırak o kadar mârifette bizde bulunsun!.”...
Bu son cümle; Mübârek Hocam Dr. Münir Derman Hazretleri Rahmetullâhi Aleyhe gitmeme ve tanışmama sebeb oldu.
Meğer benden altı ay önce. Yaşar ve Sabri Beyler de Hocamla tanışma lütfuna ermişler..

1961 lerde idi; Hocam Eskişehir Devlet Hastanesinde, operatör doktor olarak çalışıyordu. Kızılay Caddesi başındaki binâ, -şimdi doğum evi olarak kullanılıyor kapıdan girince sağda Hâriciye Kliniği onun hasta kabul ettiği yerdi..
Ablamın oğlu Mustafa Kavas'la gitmiştik. Mustafa o zaman lise sonda okuyordu.

Dr. Münir Derman'ı sorduk.: “Yukarda hasta kontrolüne çıktı!.” dediler. Öğleden sonra idi bizde yukarı çıktık.
Bir salonda bulduk. Üzerinde siyah pelerini vardı. Masa üzerinde bir kediyi okşuyor, seviyordu. Karşısında da bir Hanımla bir Bey duruyordu. Sonra öğrendim ki, radyodan ormanlarımız hakkında konuşan orman mühendisi Cemâlettin Şenocak ve Hanımı imiş onlar da ziyâretine gelmişlerdi. Onlara birşeyler anlatıyordu. Edeben bir müddet bekledik. Konuşmadık kendileri sordular.: “Bir şey mi istiyorsunuz?.” dediler.
“Doktor Münir Derman siz misiniz?” dedim. “Evet benim.” dediler. “Ankara'dan ziyâretinize geldik Efendim.” dedim. “Aşağıya inin klinikte bekleyin geliyorum.” dediler.
Yarım saat sonra, misafirlerini uğurlamış olacak ki geldiler. Bizleri kucakladılar bizlerde ellerini öptük oturduk. O söyledi biz dinledik tam üç buçuk saat sürdü bu ilk ziyâretimizdeki sohbetimiz. Kendilerine sormak istediğim yüzelli kadar sorum vardı. Hiç birisini soramadım. Sanki sıraya koymuşçasına, sorularımın hepsine cevâb aldım. Hattâ bir ara.: “Meselâ sen 1930 doğumlu ol!.” Yiğenim Mustafa’ya da.: “Sen de 1945 doğumlu ol!.” diye söze başladı. Biz dışarıya çıkınca Mustafa.: “Dayı bizim doğum tarihlerimizi nasıl bildi?” diye bana sordu.
Tanışmamızdan onbeş yıl sonra idi. Hocam mübârekle beraber bir ziyâretten dönüyorduk. Taksinin arkasında oturuyorduk Yüksek Hâkim Yurdanur Hanım, öbür başta ortada Hocam, bu başta da ben oturuyordum.
Yurdanur Hanım dedi ki.: “Hocam o adam da size çok soru sordu!.” dedi: Hocam da.: “Aptal adam bilmez ki, kafasındaki soracağı sorularını, sıraya koyar da cevâb veririz!.” dediler. O zaman anladım ki, Eskişehir'de hiç soru sormadan, almış olduğu cevâblar onbeş sene sonra da olsa, böylece aydınlanmış oldu..

Eskişehir'de sohbetimiz devâm ediyor. Bir ara, Eskişehir'in meczublarından birisi geldi. Hocamı kucakladı öptü, kenara çekilip asker gibi esas duruşa geçti. Ve dedi ki.: “Çeltikli Belinde kamyonlar kaldı. Kar ve tipiden gelemiyorlar. Ne yapacağız?.” dedi. Hocam da.: “Sen merak etme gelirler!.” dedi.
Meczub.: “Gelirler mi?. dedi. Hoplayıp zıplayarak bağırarak çıktı gitti.
Hocam.: “Bu kişi, Eskişehir'in meczublarından!.” dediler.
“Sıkışınca bana gelir. Benimle konuşur başka kimse ile konuşmaz!.” dedikten sonra sohbetimize devam ederken, kapıdan başka bir zât daha girdi. Geldi selâm verdi oturdu. Hiç konuşmadı. Yarım saat sonra izin istedi kalkıp gitti. O gidince, Hocam.: “Bu zât emekli Albay Reşat Beydir. Câmilerde vaaz verir. Kendisini çok güzel yetiştirdi. Binbaşılığına kadar. ALLAH'a dahi inanmazdı. Bir gecede ALLAH hidâyet verdi, kurtuldu. Şimdi sadece geçmişine pişmanlık duyarak, ağlıyor. Bu zâtın Hidâyet Hikâyesi benim "HİÇSİN" kitabının 92 nci sayfasında anlatılmıştır.”
Akşam ezânına bir saat kalarak sohbetimiz bitti. Hocam mübârek Rahmetullâhi aleyh bizleri hastanenin dış kapısına kadar uğurladı. Ayrıldık koşar adım. Eskişehir Çarşı Câmii`ne geldim. İkindi namazı geçmeden farzından dört rekat namaz kıldım.
Ammâ ALLAH Şâhid, vücudum bir pamuk yığını gibiydi. Ayaklarım yere basmıyordu. Kuş kadar hafiftim. Sanki boşlukta gibiydim. Demek ki Hocam mübârek cesedimi, ruhumun emrine almıştı.
Böyle kılınan namazlara “Ruh Namazı” derler. Bu namazdan daha öncede kılmıştım, bir sabah namazı bir de yatsı namazı.
ALLAH her müslümana ömründe bir defâ olsun, böyle bir Ruh Namazı kılmak nâsib etsin!. Ondan sonra dedim ki.: "Ben mürşidimi, ustamı, üstâdımı buldum. Daha ayrılmam!.” diye kararımı verdim.
Hocamın vefâtına kadar 30 yıla yakın hizmet ettim. Cenâbı ALLAH hizmetimizi kabul buyursun âmin!.

DOĞUMU VE ÇOCUKLUĞU!.

1910 yılında Gümüşhâne'nin HEDRE Köyünde doğdu.
Hüseyin Münir Derman 5 yaşında iken, babası Rasim Efendinin Trabzon Emniyet Müdürlüğüne tâyini dolayısıyla âilece Trabzon'a taşınmışlardır.
Mübârek Hocamın ağzından şu hikâyeyi dinlemiştim.:
“Ağabeyim Hasan Kâzım yedi, ben de beş yaşlarında idim. Sabah Namazından sonra, Câmii Kebir yakınında bir kahvehâne önünde. Câmi cemâatı sohbette idiler. Ben babama yalvarıyordum.: “Bizi minâreye çıkar!.” diye, babam bizi minâreye çıkarmak istemedi.
Câmi İmamı Ömer İnan Efendi Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Ağabeyimle beni aldı götürdü minâreye çıkardı. Ağabeyimin boyu uzun olduğu için o Trabzon'u minâreden görebiliyordu. Ben göremiyordum. Ömer İnan efendi beni tutup kaldırdı. Minârede döne döne bana Trabzonlu gösterdi. Daha sonra da.: “Münir seni aşağıya atacağım!.” dedi ve beni aşağı bıraktı, arkadan da, Ağabeyim Hasan Kâzım'ı minâreden attı. (Sanki paraşütle. inermişim gibi) yavaş yavaş aşağıya iniyorduk. Arada bir yukarıya bakıyorum. Ağabeyim de ağır ağır iniyordu. Yere yarım metre kalınca hızla düştüm, Ağabeyimde indi. Biz koşa koşa kahve önündeki. babamızın yanına gittik.: "Baba Hoca Efendi bizi minâreden attı." dedik. Babam inanmadı biz israr edince şaşırdı.: “İmam Efendi bunlar ne diyor?” diye sordu. O da.: “Atacağım, atacağım!.” dedim attım!.” dedi..


İşte Ömer İnan Efendi Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Hocam Münir Dermanı ve Ağabeyisini mânevî sahada yetiştiren, sessiz sözsüz öbür âleme göçen Evliyâullah'tan büyük bir zât-ı muhteremdir.
Kendileri =>Ölümlerine yakın, İstanbul'a oradan da, gitmişler. Mekke’de namaz da tahiyyâtta otururken vefât etmişlerdir. Mekke'de medfun olup ALLAH Nazlılarındandır..
ALLAH himmet ve şefâatlarından mahrum etmesin âmin!.

Ömer inan Efendi Hazretleri Rahmetullâhi aleyhin, sarıklı bir fotoğrafı bende vardı kitabın en başına konuldu..
Hocam, Hocasından ders görmeye başlar. Babası İstanbul Emniyet Âmirliğine tâyin olur: Çocuklarını Trabzon’da bırakır. Çünkü İstanbul işgal altındadır, onları götürmez..
Rus savaş gemileri de Trabzon'u top ateşine tutarlar. Ömer İnan Efendi Hazretleri, yanında talebeleri olduğu hâlde evinin balkonundadır. "Âyetel Kürsi'yi” okuyup, Rus Savaş gemilerine doğru üfler. Düşman gemilerinden atılan top merrnileri Trabzon'a zarar vermez hep boş yerlere düşer.: “Korkmayın çocuklar onları başka taraflara yollarız!.” der.
Sonunda düşman işgali başlar. Hocam da Annesi Şehvâre Hâtunla beraber kaçarlar Ankara'ya kadar gelirler..
Ankara'da, Hacıbayram Câmii`nin altındaki ahşap evlerden bir ev kiralar otururlar. O zaman Ankara Valisi paşadır. Bir yıl kadar bu evde otururlar. Ev sâhibi bir binbaşıdır.: “Ya kirâyı arttırın ya da evden çıkın!.” der Hocamın annesi.: “Kirayı arttıramayız!.” deyince, “sizi evden atacağım!.” diye tehdid eder. Ve hâkâret eder.
Harb (savaş) hâli devam ediyor. Düşman çok yeri işgal etmiştir.
Sadece birkaç Vilâyetimiz işgâlde değil, bunun üzerine çâresiz kalan Şehvâre Hâtun, çocuklarını yanına alır. Ankara Valisi Paşa Hazretlerine çıkar, ev sâhibi binbaşıyı şikâyet eder.
Paşa binbaşıyı çağırtır.: “Bunların dedikleri doğru mu, bunları evden atacak mısın?.” der. Binbaşı.: “doğru!” der.
Derhal Paşa emrini verir. Binbaşıyı Vilâyetin Kapısı önünde asarak, idam ederler..
Hocam mübârek der ki: “Biz binbaşının asılmış olduğunu gördük. Annem çok üzüldü, o hâli görünce keşke şikâyet etmeseydim!.” dedi.
"Babam İstanbul Emniyet Âmiri iken, İstanbul işgaldeydi. Bir İngiliz askeri, Türk bayrağını indirir, yırtar ve ayakları altında çiğner. Zaptiyeler (polisler) İngiliz'i yakalarlar getirirler. Durum babama iletilir. Babam tahkikat (inceleme) yapar. Hadise (olay) doğrudur. Emniyet Âmiri olan babam İngilize bir tokat vurur. İngiliz orada düşer ölür. Babam çok güçlü kuvvetli uzun boylu idi diyor Hocam. Bu hâdise üzerine işgal kuvvetleri komutanı, Babamı İmralı Adası’na sürgün eder. İmralı'dan babamın bir kere mektubu geldi. Bir daha haber alamadık. Babamı İmralı'da öldürdüler (Şehid ettiler)..
Babamın İmralı'dan gönderdiği o mektubu hâlâ saklarım!.”
buyurmuşlardı.
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

İLK - ORTA - LİSE VE ÜNİVERSİTE TAHSİLLERİ!.

Kur’ÂN Öğretmenim.: Hafız Nigâr Hâtun.
Hocam.: Ömer İnan Efendi Hz. Rahmetullâhi aleyh.
Vaaz ve Nasihatçım.: Annem Şehvâr Hâtun.
İlk ve ortayı Trabzon'da Liseyi, Ankara'da bitirdikten sonra, 17 yaşımda okul birincisi olduğum için, beni devlet Fransaya Sorbonne Üniversitesi'ne gönderdi. Sorbon'dan Psikolog olarak mezun oldum.” demişlerdir.
Kendileri şiir gibi Fransızca konuşurlardı. Fransa dönüşünde, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinde, Fransızca başta olmak üzere, dersler verdi. Fransa'da kaldığı tahsil döneminde çok güçlüklerle karşılaşmış, aç kaldığı günler bile olmuştur. Ammâ hâlini kimseye açmamıştır. Fransa'da bir vitrinin önünde durup, vitrini seyredip içini çekerken, dükkân sâhibi farkına varmış ve sormuş.: “Nelere bakıyorsun?” demiş, vitrindeki üzümleri göstererek.: “Bu üzümlerden benim memleketimde de var!.” demiş, “Senin ülken neresidir?.” diye soran dükkân sâhibine “Türkiye”dir demiş. Onun üzerine dükkân sâhibi Türkçe konuşmaya başlamış. Meğer o zât İstanbul'dan gelme bir ermeni imiş.
Hocamı içeri almış, izzet ikrâm etmiş, karnını doyurmuş ve cebine de harçlık koymuş. “Her zaman geleceksin.” demiş, o âilenin Hocam yaşında bir oğlu varmış ölmüş de Hocam’ı onun yerine koymuşlar.
Fransa'dan dönünceye kadar bir hayli Hocam’a yardımları dokunmuştur...

YERE BIRAKILAN KAĞIT..
Hocam anlatıyor.: "Fransa'da tahsilime devam ediyordum. Aradan üç-dört sene geçti. Bir gün odama girdim. Odamda, başları sarıklı sakallı iki zât gördüm. Birden bire şaşırdım, odam kilitli idi, bunlar odama nereden girdiler diye, beni görür görmez yürüdüler yere bir kâğıt bıraktılar. Ve duvarın içinde kayboldular şaşırdım kaldım.
O küçük kağıdı hâlâ saklarım. Fakat hayretim devam ediyordu. Otuz küsur sene oldu son nefesime kadar da, bu hayretim devam edecek halledemedim...
Bu hâdiselerden bir sene sonra yurda döndüm, doğru Hocam’a gittim. Yaşlanmıştı. Elini öptüm. Bana hâlimi sordu. Ağabeyimi sordu.: “O’da gelsin!.” dedi. Ağabeyim o sıralarda Sivas'ta defterdar idi. Tel çektim. Ağabeyim geldi. Oturduk bize nasihat etti. Duâ etti, bizi okşadı.: "Bir aralık kâğıt sende mi dedi” birden bire anlayamadım. “Hâ” derken ağzımı kapattı.: “Sus!.” dedi. “Öyle yap!.” Ağabeyime döndü.: “Kâzım sende biliyorsun ya!.” dedi...
Hâlâ Hocam bizi bırakmamıştır. Bunalınca yetişir.
O kâğıttaki yazı şu, size de söyleyeyim de böyle yapın!."


HOCAM’dan NASİHAT.:
Vesveseyi bırak!
Ne kadar işin, arzun, dileğin varsa, hepsini kazâ ve kadere teslim et!.
Kendi nasıl isterse öyle iş gören, ALLAH'a bırak ve bekle!.
Telâşı terket, ıstırâbı üzüntüyü kaldır. Murat yolu kendi kendine görünür. O yola düşersin!.
Aç kal kimseye söyleme! Dertlerini, yoksulluklarını, ıstıraplarını, söz hâline geçirme melekler bile duymasın!.
Derdin olursa HAKk ile konuş!. Herşeye yeter!. Sefâlete düşersen, vâkur ol!.
Sabret!. HAKk’a bile ellerini istek için kaldırma, yalnız Hamd için kaldır!. ALLAH seni, senden iyi bilir!. HAKkta erimek, dünyâda budur!.


1958
Münir Derman..

AVRUPA DÖNÜŞÜ.:
Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde açılan öğretim görevlisi imtihanlarını kazanır. Fakültede göreve başlar.
Ders olarak da psikoloji ve Fransızca Dersleri verir.
Hasan Ali Yücel Maârif Vekilidir (M.E.B.)dır. O sıralarda geçen bir hâtırasını bize şöyle anlatmıştı.:
"Mevsim kış hava çok soğuk, sınıflarda ne kalorifer ne soba vardı. Öğrenciler üşüdüler. Ben de paltolarını giymelerini söyledim. Derse devam ediyordum. Bakanlık müfettişi geldi. Sınıfa, baktı ki öğrenciler paltolarla oturuyorlar.
Bana dedi ki.: “Paltolarını çıkarsınlar, sınıfta böyle oturulmaz!.”
Ben de.: “Öğrenciler üşüdüler, ben de izin verdim, giydiler!.” dedim.
“Hayır efendim derhâl paltoları çıkarsınlar, yoksa hakkında rapor yazarım!.” dedi.
Ben de, bir öğrenci çağırdım. Geldi ona.: “Kapıyı aç oğlum!.” dedim. “Vay beni kovuyor musun?” dedi. Ve bağırmaya başladı.
Ben de kürsüden indim geldim. Müfettişe bir tane salladım. Kendisini koridorda uzanmış yatıyor buldu.
Öğrencilerde ne oldu, nasıl oldu, şaşırdılar. Ben yedinci kuşak Judocuyum (siyah kuşak) müfettiş nereden bilecek ki..
Hemen trene atlayıp İstanbul'a geldim. Zâten İstanbul Tıpta öğrenciydim.
Zamanın Maârif Vekili, Hasan Ali Yücel beni telgrafla istedi. Ankara'ya geldim. Ulus Meydanındaki "KARPİÇ” lokantasında öğle yemeğinde, beni müfettişle barıştırdı, Tekrar hocalığa devam ettim."


HALVET!.:
"Avrupa'dan döner dönmez daha Devlet Kapısında görev almadan önce, Mânevî Hocam Ömer İnan Efendi Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) beni Hâlvete soktu. Hâlvette kırk gün, bir tas tuzsuz çorba ile "ERBAİN" yaptım.
Kırk gün sonra çıkardı. Hocamın bir bahçesi vardı. Bahçede üzüm asmasının altına bir sofra kurmuşlar. Hocamla yemeğe oturduk. Çorbaları içtik. Tavuk kızartmışlar sofrada duruyor. Tavuğun kokusu burnuma mis gibi geliyordu. Hocam tavuğu önümüze koydu.: “Buyur ye!.” dedi. Ben de hemen budunu koparacağım, anda tavuğu nasıl kaptı önümden, Karabaş’ın önüne attı. Hocamın Karabaş Köpeği yanımızda duruyordu.
Karabaş tavuğu kaptığı gibi uzaklaştı Bana da.: “Kalk hâlvete gir. Daha nefsini terbiye edemedin!.” dediler. Ağlayarak kalktım hâlvete girdim. Kırk gün daha tuzsuz bir tas çorba ile, hâlvette kaldım. Sekseninci günde tekrar çıkardı.: “Hadi oğlum bu gece sabaha karşı, Seher Vakti’nde falan ormana gideceksin. Tek başına, korkma ben seni takib ederim!” dedi “Dilinden "ER RAHMÂN SÛRESİNİ" düşürme, yüksek sesle oku!.” dedi.
Sabaha karşı ormana daldım. Er Rahmân Sûresi’ni hem okuyor, hem de yürüyordum. Bir SU başına geldim. O SU’dan abdest aldım. Sabah Namazını kıldım. Kutup Yıldızını seyrettim. SU’yun başında yabânî bir ot vardı, çiçek açmıştı, çiçeklerin üzerine de şebnem düşmüştü, bir damla yağmur SUyu gibi parlak bir SU. O şebnemi seyretmeye başladım. O bir damla SU balon gibi büyüdü büyüdü beni içine aldı. Sabun köpüğü gibi. Ve patladı. Baktım saçlarım ve elbisem ıslanmıştı.
Oradan kalktım yürümeye başladım. Tan Yeri ağarıyordu. Birden karşıma uzun boylu yüzü peçeli bir Adam geldi. Bana.: “Korkma oğlum. Hadi hâlvetin mübârek olsun!.” dedi. “Artık sende bizden oldun!.” dedi. “Zaman zaman ben sana geleceğim ve dediklerimi yaparsın!” dedi ve kayboldu. Korktum titremeye başladım. Fakat karanlık kayboluyor ortalık ışıklanıyordu.
Yavaş yavaş ormandan döndüm. Hocama geldim olanları anlattım. Hocam da tebrik etti.: “Hadi Oğlum yolun açık olsun!.” dedi, DUÂ etti. Beni uğurladı. Elini öptüm ayrıldım.
İstanbul Tıpta okumaya doktor olmaya karar verdim.”


İSTANBULDAKİ HATIRALARI.:
"Doktor olmaya karar verdikten sonra, İstanbul´da Tıp Fakültesine kaydoldum. Bir yandan Ankara'da Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde ders veriyorum, bir yandan da Tıbba devam ediyorum.
O zaman İstanbulda, "Abdülhakim Arvasî Efendi Hazretleri vardı" zaman zaman o Zât-ı Muhterem’i ziyârete giderdim. Ve sohbetlerinde bulunurdum.
Necip Fazıl Kısaküreği Abdülhakim Efendinin Dergahı’nda tanıdım. Necip Fazıl o zaman gençti. Deli zamanıydı. Ağzında bir çiğnem sakız, başında bere, öyle gördüm, dikkatimi çekti. “Böyle bir Zübbenin bu dergâhta ne işi var!.” diye düşündüm. Bir türlü çözemedim. Sonra Abdülhakim Efendiye sordum.: “Bu Zât kimdir?” dedim.
“Bu Zât’a Şâir Necip Fazıl derler. Her menhiyat var. Kumar, içki, âmmâ çok zeki çok akıllı. bir kimsedir. Meselâ bir makara iplik ver eline, bana bir kitap yaz de, sabaha kadar bu makara hakkında 200 sayfa kitap yazar. Çok mâlumatlı (bilgili) birisi.” dediler.
“Münir oğlum; bu Necip Fazıl bir İslâh olur da dönerse. hem kendisine, hem de insanlara ve hem de İslâma büyük faydası dokunur, DUÂ ediyorum, Onun İçin.” dediler...
Abdülhakim Arvâsî Efendi Hazretleri DUÂları kabul oldu, Necip Fazıl döndü ki ne biçim döndü. Câhiliye de iken yazmış olduğu bütün şiirlerini yaktı. Yeniden yazmaya başladı ve sonunda;
“Şeyhü’l- Şâirin, Üstad Necip Fazıl Kısakürek” oldu. Yeniden doğdu ve yetişti meyvelerini verdi. O da her fâni gibi, bu âlemden göçtü. ALLAH gani gani rahmet eylesin!.”
dediler...”

Başka bir Hâtırasını da şöyle anlattılar.:
"Prof. Dr. Mazhar Osman Tıp Fakültesinde bizim Hocamızdı. Aynı zamanda da Bakırköy Akıl Hastanesinin de Baş Tabibi idi. Baş Tabib yardımcısı da Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay'dı.
Mazhar Osman Hoca çok bilgili ve çok doğru aynı zamanda çok da merhametliydi, öğrencilerini çok severdi.
Fakir talebelere kitap alır dağıtırdı. “Hocam bizim paramız yok, bu kitapların parasını nasıl ödeyeceğiz?” diyenlere, “Doktor olup maaş alınca ödersiniz!” derdi. Mezun olup maaşa geçenlere de.: “Hadi benim hediyem olsun!.” derdi.
Öğrencilerini onurlandırmasını çok iyi bilirdi. Bütün öğrenciler de Mazhar Osman Hoca’yı bir baba gibi severlerdi.
Bir gün bize, Mazhar Hoca, şöyle bir hâdise (olay) anlattı.:
“O zaman İstanbul'da, bir milletvekili kadının birisine göz koyar. Ne kadar peşinde dolaştı ise, kadını bir türlü elde edemez. Yine bir gün Taksim'de kadına sarkıntılık eder. Kadın yine red cevabı verince, cadde ortasında, herkesin gözü önünde, tabancasını çeker. Kadını vurarak öldürür. O günkü Mebusların da dokunulmazlıkları olduğu İçin, yakalayıp cezâevine atamazlar. Dokunulmazlığının kaldırılması için, Büyük Millet Meclisine önerge verilir, Bakarlar ki mebus, hapse girecek, ona akıl verirler.
Derler ki: Mazhar Osman'dan deli raporu alırsan ancak kurtulursun!.” Mebus dilekçe İle mürâcâat eder. Ammâ Mazhar Osman rapor vermez.
Meclisten baskı yaparlar Mazhar Osman.: “Olmaz!” der.
Mazhar Hoca'nın İzinli olduğu bir gün Baş Tabib yardımcısı olan Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay' dan, mebus için deli raporu alırlar. Mazhar Osman bunu duyunca küplere biner. Yardımcısı Dr. Fahrettin Gökay ’a der ki: “Sen bir gün Baş Tabib olursun. Mebus'da olursun, sen bakan da olursun, hatta sen Reis-i Cumhur da olursun. Ammâ bir gün hâşâ, sümme sümme hâşâ.: “ALLAH oldum!.” diye karşıma çıkarsan, seni deli diye içeri atarım. Benden başka da kimse kurtaramaz!” demiştir."
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

ŞEYH MANSUR IŞIDAN HAZRETLERİ.:

Hocamın arkadaşlarından, İstanbullu Avukat Gönül ehlinden Şeyh Mansur Işıdan Hazretlerinden bahsedeceğim...

Şeyh Mansur Işıdan, 1971 yılında yayınlanan Hocamın “ALLAH DOSTU DER Ki” Kitabı’ndan mektupla benden istemişlerdi. Kendilerine göndermiştim. Kitapları almış, bana aşağıdaki mektubu salmıştı. Aynen yazıyorum.:

Ahmet Kılıçaslan Bey!.
Efendim:
Dostu üstâdı Münir Derman'ın "ALLAH Dostu Der kisini“ aldım.
Bol bol göndermişsiniz. EyvALLAH...

Kalb cebime koydum katlandı! Gönlüm râzı olmadı...Kitaplığa koydum taşdı eyvALLAH...
Perşembe Günü Ankara'da olacağım. Hacı Bayam Velî Hazretleri (kaddesallahu sırrahu)'nin Câmii Şerifi’nde Öğle Namazı kılacağım. (yer varsa) Câmii Şerifin içinde, geride (maksûrede) mihrâba karşı parmaklık içinde olurum. Abdal abdal bakınırım. Teşrif ederseniz, EyvALLAH!.. Hem tanışır, hem borçlarımı öderim..
Mansur Işıdan
Fakiri Pür Taksir..


O, mu?
Beyazda olduğunda siyâhı unutmazmış, ve siyâhı unutmaz ki, hiç aldanmazmış. Muhabbet Şarabı’na hiç SU katmazmış. Nice Lokmanmış O Münir Dermanmış.. Der.:
Şeyh Mansur Işıdan Hazretleri Mektuplarında..
Şeyh Mansur, Hocam’ın yedek subay arkadaşı imiş.
Şeyh Mansur'un babası da Evliyâullah’tan imiş.
Şeyh Mansur, gençken ele avuca sığmayan bir insanmış, babasını sağlığında çok üzermiş..
Oğlu İstanbul'da yokken, Mansur'un babası vefât etmiş, oğluna haber göndermişler gelmiş. Gelmiş ammâ, cenâzeyi kabre indirdikten sonra, kan ter içinde ancak yetişebilmiş, ne var ki babasını mezara koymuşlar. Tam gömecekleri sırada gelmiş, Son bir defâ babasının yüzünü görmek için atlamış mezarın içine, açmış başındaki kefeni, ölmüş olan babası konuşmuş, yüzünü açınca.: “Ulan buradada mı beni rahat bırakmayacaksın!.” demiş...
Ölmüş babasının konuştuğunu gören ve duyan Mansur birden bire.: "ALLAH!.” diye bağırmış, mezardan çıkmış, koşmaya ve kaçmaya başlamış. Mansur'u yakalayıp Bakırköy Akıl Hastanesine yatırmışlar da oradan tedâvi olup çıkmış.
Şeyh Mansur Işıdan Hazretleri’nin öldüğünde, İstanbul'da 20 bin müridi (Talebesi) varmış..
Suâdiye Çolak İsmail Sok. No: 26 Nur Apt. Daire 17 Kadıköy/ İstanbul da otururmuş..
1986 yılında HAKk' a yürüdüler. ALLAH rahmet eylesin âmin...

MEKTUB.:

Ahmedi Rifâ-i Şeyhlerinden şeyh Mansur Hazretlerinin, talebeleri tarafından 7.6.1982 tarihinde, kardeşlerimizden muhtereme bir Hanımefendi’ye gönderilmiş olan mektubu aynen aşağıya alıyorum.:

“Zâmânın Ebu Hüreyresi, Üç kalanların bağlandığı baş. Ledünn İlmini nereden öğrendiği bilinmeyen velâyet ve tasarruf sâhibi Ârifibillâh Derman Efendi Hazretlerinin, on sene ilmi ve mânevî terbiyesinde yetişen, Şeyh Mansur’un bizler talebesiyiz.. Şeyh Mansur (Derman Hocasına).: “Kendi kendisini, diken ve çalılarla gözlerden gizleyen, gönüllere girmekten kaçan, zamânın nokta hâlinde görünen, en büyük Kutbu ve Sultandır. der.
Geçen ayın on dokuzuncu cuma günü, sabah namazından sonra, Süleymâniye Câmiinden çıkarken, Hocası Derman Hazretlerine rastlamış. Hemen koşarak ledünn kokan ellerine sarılmış, ağlamış, Hoca Hazretleri artık gözlerinin görmediğini söylemiş, Şeyhimiz Mansur Hazretleri ağlamaya başlamış Câmiye yakın eve götürürken.: “Mansur şu fırından ekmek al!.” demiş. Hacı Sadık Efendinin fırınından ekmeği almaya gitmiş, Döndüğünde, Hocayı bulamamış ağlamaya başlamış. Hoca acaba Ankara'ya geldi mi?. Uzun senelerdir Almanya’da idi. Ankara'da kızına telefon ettik, telefona cevâb alamadık.
Şeyh Mansur duâ ister sizden der. Biz de ricâ ederiz. Hocamın Ankara'da olup, olmadığını bize bildirin acele..
Şeyh Mansur Hocasının elini öpmeye gelecek, bizim sorduğumuzu da kendisine söylemeyin..

Şeyh Mansur'un târifine göre.:
Hocanın tevâzu`u karşısında, tevazu’ erir. Sabrı karşısında, sabır erir, yok olur. Kanâatı karşısında, kanâat utanır ağlar.
Şeyh Mansur Hocası için;
“Hocam.: görünür, görünmez. Görünmez görünür o der.”
Ömer inan Efendi Rahmetullâhi aleyhin tâ bu asırda görünüşüdür.
Hoca, kendisini görenlerin yanına sokulmaz onun ilmi nereden gelir bilinmez. Bildikleri bir ömür boyu öğrenilmez. Nereden bunları almıştır o hiç bilinmez. Maddî ve Mânevî İlimlerin hepsi ondadır. Yarın göçerse, yerini tutacak kimse olmayacaktır..
Sizde herhâlde nâsibiniz kadar nâsib almışsınızdır.
Ne mutlu sizlere.
Hoca.: Taşı elmas, odunu GüL yapanlardandır.
Onu anlayan Şeyh Mansurdur.
Her müşkülü hâlleden odur der... Onu görenler bile yanaşamazlar. Ona selâm ederiz...
Mektup bu kadardır kalın sağlıcakla efendim..”
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

HAÇKALI HOCANIN TAYY-i MEKAN HİKAYELERİ.:
Hocam: Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh, İstanbul Tıpta tahsilde iken, daha önce yakından tanıdığı Hocası Ömer inan Efendi Hazretleri (kaddesallahu sırrahu)’nın yetiştirdiği, talebelerinden bir ayağı aksak "HAÇKALI HOCA" nâmiyle maruf bir zât'ı muhterem var ki, kalb gözü açık, tayy-i mekân yapabilen bir kimsedir.
Bu zâtı muhteremin açık kerâmetleri vardır. Hocamı da çok seven bir kimsedir. Hocam anlatıyor.:
"Bir kış günü, havalar çok soğuk, denizlerde büyük dalgalar var. Karadeniz'den onbeş gündür bir tek vapur gelmedi. Bütün gemiler limanlara sığınmış beklerken, Galata Köprüsünden geçiyordum. Bir de ne göreyim bizim Haçkalı Hoca köprünün üstünde. Görür görmez kucaklaştık. Başında sarık vardı. “Hoca bu sarığı bari çıkar başından!.” dedim. “Münir beni görmezler sen merak etme!.” dedi.
“Haçan ne ile geldin Trabzon'dan, havalar bozuk onbeş gündür vapurlar işlemiyor!.” dedim. Cevâb vermedi. Yanında, ablası var. Biraz da eşyası var. Bir kafes içinde horozu var. Horozu kafese koymuş onu da getirmiş.: “Sizi bir otele götüreyim.” dedim. “Zahmet etme Münir biz az sonra, Bursa'ya kaplıcalara gideceuz. Ablanın bacakları tutuldu Romatizma var da. Onbeş gün kalıp sonra tekrar Trabzon'a döneceğiz.” dedi.
“Görüştüğümüze çok sevindim.” dedim. Hocama beni tanıyanlara çok selâm söyledim. Ayrıldık ammâ düşündüm. Bu kış gününde Trabzon'dan-İstanbul'a, İstanbul'dan-Bursa’ya, Marmara Denizinde de vapurlar çalışmıyor. O mübârek insan, kendi Mânevî Uçağına mı binip gidecekti...
İşte buna Tây-yi Mekân derler. İstanbul'a nasıl gelmişse, Bursa'ya da öyle gidecek.
Böyle mübârek insanların işlerine karışmaya gelmez. Hem de yanında ablası, eşyası, ve kafes içinde, horozu ile tayyeder (ışınnanır) derler...

Tay-yı Mekânla Dayımı Sinop'tan getirdi.:
Haçkalı Hoca. Trabzon'da bir gün annemi ziyârete geldi. Görüşüp konuştular sabahın erken saatleri idi. Câmiden çıkınca bize uğramıştı. Anneme bir ara dedi ki.:
“Şehvâre Hâtun, bir arzun bir isteğin var mı?” Annem de.: “Çok oldu Sinop'taki kardeşimi göremedim. Ona hasretim!.” dedi. “Kardeşinizi getireyim de görüşün.” dedi. Annem de.: “Sen bilirsin.” dedi. Dayımı daha önceden tanıyordu. Dayım Sinop Vilâyetinde mektupçu idi. Dayım her sabah, sabah namazını kılınca, şehrin kenarındaki ormanda, gezinti yaparmış. Haçkalı Hoca onu da biliyormuş. “Şimdi o gezintide hemen alır gelirim!” dedi ve evden çıktı. Yarım saat sonra, dayımla birlikte, Trabzon’a eve geldiler. Bir saat kadar Annemle dayım görüştüler. Haçkalı Hoca.: “Vakit geldi gidelim!.” dedi vedâlaşıp dışarı çıktılar.
Sonra Haçkalı’ya sordum.: “Hoca Dayımı nerede buldun?”Sinop’ta ormanda dolaşıyormuş, yanına vardım. Bana hoş geldin dedi. Elimi öptü, Ablan seni istiyor gidelim!.” dedim, geldik.: “İşte, geri getireceğime söz verdim!.” dediler...
Nasıl getirdiğini hiç anlatmazdı onu dâimâ gizlerdi..

Haçkalı Hoca Kar Getirdi.:
Neden Haçkalı Hoca demişler.:
Trabzonda, başları karlı yüksek dağlar var. O dağlara KAÇGAR Dağları derler. Hocada o dağların içinden bir köyden olduğu için, Galat (Bozuk şive) olarak “Kaçgarlı” değilde, kisâca “HAÇKALI Hoca” demişler adına..
Münir Derman Hocam anlatıyordu.:
“Bir Ramazan akşamı idi. Aylardan Ağustos ayı, ammâ hâlâ yüksek Kaçgar Dağlarının tepelerinde beyaz karlar gözükürdü. Hepimiz orucuz, Mübârek Hocamız Ömer İnan Efendi susamış olacak ki.: “Ülen Haçkalı yengen sana bir bakraç versin de, dağdan bize kar getir!.” dedi.
Top atılmaya yarım saat vardı. Sofra kuruluyordu. Haçkalı Hoca bakracı aldı dışarı çıktı. Onbeş dakika sonra bir bakraç kar ile geldi.: “Getirdim Hoca Efendi!.” dedi.
“Ülen Haçkalı yaptığın işi sakın bir mârifet sanma hâ, biz elimizi şöyle bir uzatsak, karı dağdan alır. Soframıza koyarız!.” dedi. Haçkalı ayakta.: “Tabi Hoca Efendi!. Tabi Hoca Efendi!.” diye hürmet gösteriyordu.


Sakın Tay-yi Mekân İçin GururLanma.:
Haçkalı Hocayı da Ömer inan Efendi Hazretleri yetiştirmişlerdir.
Haçkalı Hoca, Tayyi Mekânı (ışınnanmayı) devamlı olarak övünç meselesi yapmaya başlamıştır.: “Mekke-i Mükerreme’de öğle namazı kıldım. Medine-i münevvere de ikindi namazı kıldım. Meselâ: bu hafta Bursa’da Cuma namazı kıldım. Şuraya gittim, buraya gittim!.” gibi sözler söylemeye başlamıştır.
Bunları işiten Hocası Ömer inan efendi (kaddesallahu sırrahu) Hazretleri.: "Haçkalı Hocayı yanına çağırmış.: “Haçkalı Haçkalı kuşlar da uçar havada, balıklar da yüzer denizde. Bunlar bir mârifet değil, Asıl mârifet.: "Nefisten ALLAHta Tayyetmektir" bunu yapabiliyor musun?!.” demişlerdir?.
Haçkalı Hoca onu yapamadığı İçin çok üzülmüş ve günlerce ağlamıştır.
Haçkalı Hocanın Türbesi, Trabzon'da Vilâyet Konağı yanındadır.
Ziyârete açıktır, çok ziyâretçisi vardır.
ALLAH himmetinden mahrum etmesin âmin...

TEZVEREN BABA.:
Ömer inan Efendi Hazretlerinin talebelerinden bir de Tezveren Baba vardır.
Hocam Münir Derman Hazretleri Rahmetullâhi aleyh, bizlere.: “Oğlum, her gün Ömer İnan Efendinin, Haçkalı Hocanın, Tezveren Babanın ruhlarına okuyun!.” demişti. Ben de devamlı okurdum.

Bu arada, Hacı Bayram câmii şerifinde öğle namazı kılmak istedim. Arabamı münâsip bir yere park ettim. Câmiye girdim, namazı kıldım çıktım ki, araba yerinde yok. Sağa sola sordum iki genç bindi gitti dediler. Çalındığını anladım. Polis karakoluna haber verdim. Kayda aldılar, aramaya başladılar. Üç gün oldu arabadan bir haber çıkmadı.
Üçüncü günün gecesi idi. Yatsı namazını kıldıktan sonra, her zamanki gibi TEZ VEREN BABA'ya da okudum. Aklıma şöyle söylemek düştü.: “Ey Tezveren Baba! Ben senin ruhuna on yıldan beri okuyorum. Sana hediye gönderiyorum. Beni tanıyorsun. Arabam kayboldu bunaldım, ya adını Tezveren Baba koymasaydın, ya benim arabamı tez ver!.” dedim.
O gece arabamı, Ankara Kalesi'nde bir sokakta, kapıları açık durumda, trafik polisleri bulmuşlar, parka çekmişler. Ertesi günü saat dokuzda, eve telefon ettiler. Gittim arabamı parktan çıkardım.
Arabanın içinde ceketim vardı. Sâdece onu almışlar. Başkacada bir eksiği yoktu.
O gece söyledim: O gece Tezveren Baba arabamı tâ Ankara Kalesinde, kuş uçmaz kervan geçmez yere trafik polislerini gönderttirdi buldurdu. Ertesi sabah bana teslim ettirdi.
Bu mânevî insanların işlerine aklım bir türlü yetmiyor vesselâm...

HACI HAKKI EFENDİ!...
Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh anlatmışlardı.:
Trabzon'da ZAFANOZ Mesire Yeri diye güzel, yeşillik, ağaçlık bir yer vardır.Trabzonlular; tatil ve bayram günlerinde, o mesîre yerine giderler, dinlenirler piknik yaparlar.
Trabzon’da HACI HAKKI EFENDİ namıyla mâruf Ermişlerden bir Zât-ı Muhterem var.
Trabzonlular Zafanoz Mesire Yerine dinlenmeye giderler. O gün, Hacı Hakkı Efendi'de oradadır. Bir ara bir feryat kopar. On yaşında bir erkek çocuğunu yılan sokmuştur. Çocuğun yakınları, ne yapacaklarını şaşırırlar. Trabzon’a doktora gitseler çocuk yolda ölecek. O devirde motorlu vasıtada yok. Şaşırırlar orada bulunan HACI HAKKI EFENDİye baş vururlar. Başkacada bir çâreleri yoktur. Durumu anlatırlar. O mübârek zâtta, parmağını tükrüğü ile ıslatır.: "Bismillah" der parmağını yılanın soktuğu yere basar. Bağıran çocuğun sesi birden bire kesilir. Çocuk sâkinleşir ve iyi olur. Bu durumu yakından gören halk.: “Hocam bir duâ buyurun da, buradaki yılanlar bir daha bizleri sokmasınlar!.” derler. Hacı Hakkı Efendi de duâ ederler. O günden itibaren, Zafanoz Mesire Yerinin yılanlarının zehirleri alınmıştır. Ondan sonra kimi soktu ise, kimse ölmemiştir, Bugün dahi böyledir. Zafanoz yılanları artık zehirsizdir..

HACI HAKKI EFENDİ'nin İKİNCİ KERÂMETİ.:

Hacı Hakkı Efendi Hazretlerine, Trabzon Esnâfı, Ziyâretine geleceklerinin haberini göndermişlerdir. Hacı Hakkı Efendi de, onbeş yirmi kişi gelir zannı ile bir kaba yirmi kişilik NAR ŞERBETİ hazırlatır. Misâfirler gelmeye başlar. Amma nar şerbeti bitmiştir. Misâfirlerin bir tarafı geliyor bir tarafı gidiyor. Adamları haber verir.: “Efendi Hazretleri nar şerbeti bitti. Misâfirlere ne ikram edeceğiz?” derler.
“Kabın içinde ne kaldı ise, onu bahçedeki havuzun içine dökün, havuzdan bardakları doldurun verin.” demiş. (Tabii havuz tertemiz suyu içilen bir havuz) öyle yapmışlar. Bir havuz NAR ŞERBETİ olmuş, o günde 200'ün üzerinde misâfir gelmiş hepsine ikrâm etmişler.
Havuzun suyu mis gibi kokulu NAR ŞERBETİ olmuş içenler bir daha içmek istemişler. O günden sonra içtikleri o nar şerbetinin tadı kokusu meşhur olmuş herkesin dilinden düşmemiş..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

MÜNİR DERMAN'ın EDİRNE'deki YAĞMUR DUÂSI!..
Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh, yedek subaylığını asteğmen olarak Edirne'de yapmışlar. Askeri birliğin doktoru idi. O yıl Edirne'de yağmur yağmamış, ekili tarlalar neredeyse kurumaya yüz tutmuştur.
Edirneliler çok üzgünler ne yapacaklarını bilemiyorlar. Büyük çapta bir Yağmur DUÂsına hazırlanıyorlar ammâ ümitleri de çok az. ALLAH'tan ümit kesilmez. Bir ağzı DUÂlı çıkar da, DUÂ ederse belki yağar, halk böyle konuşmaktadır. Bir de Edirne'nin Meczûbu vardır. Böylelerine "Divâne" de derler, ama kesinlikle bunlar deli değillerdir..
Hocam Mübârek, Edirne'de çarşıdan geçerken o Meczûb Hocamı görür ve tanır. O arada Edirne Müftüsü de çarşıda esnâfi dolaşıyormuş, Müftü Efendiye Hocamı göstererek.: "Şu giden Zâbit (subay) DUÂ ederse, yağmur yağar." der.
Müftü Efendi.: "Bu Meczûb söylediğine göre, bunda bir şey var!." der.
Hemen Hocama gelir.: "Zâbit Efendi, ben Edirne müftüsüyüm üç gün sonra yağmur DUÂsına çıkacağız. Siz gelir de bir DUÂ buyurur musunuz?" der. "Müftü Efendi benim DUÂ edeceğimi size kim söyledi?" der. "Edirnemizin bir Meczûbu var. Sizi bana o gösterdi. O Zâbit DUÂ ederse, yağmur yağar!." dedi de, öyle geldim." der.
Bunun üzerine.: "Ben askerim, bizim Tabur Kumandanından, sizler izin alırsanız gelirim." der. "Ayrıca benim şartlarım var, Ben DUÂ edeceğim şâyet yağmur yağarsa, keseceğiniz kurbanlardan askerlere 5-10 adet, kurban göndereceksiniz." der. Kabul ederler,
Müftü Efendi yanına, eşraftan bir kaç Edirneli daha alır, askeri birliği giderler. Ve tabur kumandanından izin alırlar.
DUÂya çıkılacağı gün gelir. Çok kalabalık bir halk kitlesi, DUÂya şehrin dışına çıkarlar. Hocam da halkla beraber gider. Halkın geniş bir dâire şeklinde çevrilmelerini ister. Orta yere de bir masa koymalarını söyler. Yaparlar. Hocam masanın başına gelir. Şapkasını çıkarır masaya ters olarak koyar. Tabancısını da şapkanın yanına koyar. Ve halka şöyle seslenir.:
"Ey Cemâat! Cenâbi ALLAH'ın Rahmet ve yağmur vermesi için, buraya DUÂ etmeye geldik. Ben DUÂ edeceğim sizler de âmin diyeceksiniz. ALLAH yağmur verirse, kimse ıslandım diye kaçmayacak kaçan olursa şu tabanca ile vururum. Sırılsıklam olacağız- benim şapkam doluncaya kadar bekliyeceğiz!." der. Halk söz verir. Hocam DUÂya başlamadan önce, hava açık hiç bulut yok, yakıcı güneş sıcağı var.
DUÂya başlanır. Üstlerine kara bir bulut gelir. Buluttan yağmur yağmaya başlar. Bulut büyüdükçe büyür, gökyüzü simsiyah, bardaktan boşanırcasına, yağmur yağmaya başlar. Hocamın elinde tabanca kimse yerinden kıpırdayamaz, yağmur herkesin dişinden girer tırnağından çıkar. Ve masanın üstündeki şapka dolar. Taşmaya başlayınca halka.: "Serbestsiniz, herkes evlerine gidebilir!." der. Ertesi gün Askeri birliğe on adet koyun gelir. Kesilen kurbanlardan, askerlere de güzel bir et ziyâfeti çekerler...
Tabur Komutanı, Hocama teşekkür eder.: "Münir demek ki sizde daha ne hünerler varmış!." der. Sonradan tabur komutanı paşalığa kadar yükselir. Aralarındaki samimîyyet paşa iken de devam eder. Hocamla dâimâ görüşür konuşurlar.

CÂMİÜ’L- EZHER ÜNİVERSİTESİ.:
Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh,.
Mısır'daki Din Üniversitesi olan Câmîül Ezher-i de bitirmişlerdir.
Onyedi yaşında Fransa'ya gider "Sorbonne” Üniversitesinin Psikoloji Bölümünü bitirir. Psikolog olur.. 22 yaşlarında İstanbul'da Tıp Fakültesine başlar. Orayı da bitirir. Doktor olur ammâ yine tahsil devam eder. Bir tanıdığı vasıtasıyla Suûdî Arabistan'a gider. Kral Suûd'un Saray Doktorları arasına girer. Arabistan'da iken aynı zamanda, Mısır'daki Câmi'ü'l- Ezher Üniversitesine kaydını yaptırır. Hem doktorluk yapar hem de, Mısır'daki Ezher'e devam eder. Dışardan derslerine hazırlanır. Ve imtihanlarına girmek suretiyle, Camiü'l- Ezher Üniversitesini de bitirir. Suûdi Arabistan'dan döner.
Dönmeden önce Saraydaki maaşı ile biraz sarı lira biriktirir. Döneceği sene son haccında, bu parayı yoksullara dağıtır. Kesede bir miktar daha sarı lira kalır. Başka bir fakire bir altın verirken, arkasından omuzuna birisi vurur. Hepsini ver ona der. Hocam da kesesiyle verir.
Türkiye'ye döner üç üniversite bitirmiş. Fransa'da Sorbonne - İstanbul'da Tıbbiye Mısır'da Câmiü'l- Ezher ve bildiği diller Fransızca - Arapça - Almanca - Farsça -İngilizce - Rusçadır...
Bizlere .: "Kur'ÂNı Kerim "ALLAHÇADIR" oğlum, arapça değildir" derlerdi...
"Resulü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)'e Cebrâil aleyhisselâm tarafından "ALLAHÇA” olarak getirilen Kur’ÂN, Peygamberimizin Lisânı (dili) Arapça olduğu için, Arapçaya tercüme edilerek ezberlenmiştir, yazılmıştır." derlerdi.
Türkiye'ye döndükten sonra, Hükümet Tabibi olarak, Ağrı'nın Eleşkirt İlçesinde görevlendirirler. Şark hizmetini iki yıl Eleşkirt'te bitirir.

ELEŞKİRT'teki DELİ.:
Eleşkirt'te Hükümet Tabibi olarak göreve başlar. Eleşkirt'i tanımak için çarşıyı pazarı dolaşır. Çarşıda bir Kahvehâneye girip oturur. Eleşkirtliler.: "İlçemize yeni gelen doktor!." diye birbirlerine gösterirler.
O arada çay söyler, içerken, karşı masada uzun boylu, saçı sakalı birbirine karışmış, fâkir kıyafetli birinin oturduğunu görür.:
"Şu karşıdaki adama da benden bir çay ver!." der. Garson hem çayı verir. Hem de.: "Aman Doktor Bey, O adamla pek samimî olma, O deli vurdumu adamı yıkar!." der. Hocam aldırmaz.
Aradan bir hayli zaman geçer. Hocam mesâiden çıkıp çarşıda yürürken, o DeLi dedikleri adam. Hocamın karşısından gelir.
Hocam ona doğru yürür. O deli de Hocama doğru yürür. Adamınan burun buruna gelirler.: "Yahu deli doktoru dövecek!." derler. Korkarlar. Ammâ hiç kimsede karışmaz.
Hocam DeLiye.: "Sen deli değilsin!." der.
DeLi.: "Nereden bildin?." der.
Hocam.: "Ben Doktorum deliyi gözlerinden bilirim, sende deli gözü yok!." der.
DeLi.: "O zaman, getir kulağını ağzıma!." der.
Hocamın kulağına fısıldar.:
"Yer ehline göre deliyim
Gök ehline göre velîyim!."
der...
Hocamla kucaklaşırlar.
"O yaşlı olduğu için, ben onun elinl öptüm, O yoluna gitti, ben de yoluma." diye buyurmuşlardır.
Ammâ, Eleşkirtli'ler şaşırdılar hattâ şamşırdılar. Öylece kaldılar. "Ha şimdi kavga edecekler ha dövüşecekler!" derken, "Biz anlaştık, hattâ birbirimizi çok sevdik!." dediler...
Tasavvufta bir kâide var.: "Deli olmadan Velî olunmaz!.” derler ve çok doğrudur.
Eskişehir'de de Hocama "Deli Doktor" lakâbını takmışlardı. Çok Celâlli olduğu için halk arasında galât olarak öyle derlerdi.
Bir kâide vardır: Çok doğru olan insan, çok sinirli olur.
Hocam da çok doğru olduğu için çok sinirli idi..

KASAP HASAN ve ÖMER EFENDİ HAZRETLERİ.:
Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh,...
Hükümet tabibi olarak, Ağrı'nın Eleşkirt ilçesinde görev yapmaktadır.
İlçede eşraftan ve Velîyullahtan olan, Manifaturacı Ömer Efendi vardı.
Hocam hasta muâyenelerini bitirdikten sonra, mesâi bitiminde, akşama doğru, Ömer Efendi'nin Eleşkirt'teki Manifatura Mağazasına gider. Ömer Efendi önceden çayı demler hazırlar. Hocamla birlikte akşam çayı içerler. Ve sohbet ederler.
Yine aynı sohbetlerine devam ededursunlar. Eleşkirte bir Mâliye Müfettişi gelir. Bir araştırma yapar.: "Bu ilçede ermiş veya evliya kişiler var mı?." diye sorar.
Oranın yerli halkı da.: "Bizim bildiğimiz şurada bir Kasap Hasan var. Bir de çarşının öteki başında, Manifaturacı Ömer Efendi var." derler.
Müfettiş aklınca bunların "Velî" olup olmadıklarını sınamak ister. Kasap Hasan’a gider. Kasap Hasan’ı sınava çeker. Parça et ister hazırlatır tarttırır, paket yapılır.: "O kalsın yanlış oldu!." der. "Bana bir kilo kıyma ver!." der. Kasap Hasan hazırlar, tartar, paketler. Müfettiş.: "O da kalsın, bana bir kilo pirzola yap!." der. Onu da yaptırır, paketletir.: "Onu da almayacağım!." der, bırakır Kasap Hasan, sabırlı, yumuşak ve mûnis bir insan.: "Efendi Bey, bugün size et verip sizi memnun edemedim, yarın buyurun tâze etlerimiz gelecek yarın verelim, inşâALLAH bizden memnun olursunuz!." der...

Müfettiş oradan çıkar. Çarşının öte başındaki Ömer Efendinin Manifatura Mağazasına gider. Ömer Efendi ile Hocam çay içiyor, sohbet ediyorlar. Müfettiş Mağazaya gelir, selâm verir.: "On metre basma alacağını" söyler.: "Bu basmaların cins ve fiatlarını bana gösterir misin?." der. Ömer Efendi Hazretleri kalkar ayağa, boy boy olan basmaları raflarda gösterir.: "Şu raftaki basmaların metresi on kuruş, şu raftakilerin metresi on beş kuruş, bu raftaki basmaların metresi de yirmi kuruş, beğen hangisini beğenirsen onu keseyim." der. Der ammâ Ömer Efendi, Kasap Hasan gibi, yumuşak değil celâllidir.
"Bundan kes =>beğenmedim?"
"Şundan kes =>beğenmedim.
"Ondan kes =>beğenmedim."
demek istemekte..
Deme hâ; "Önce beğen, sonra keseyim. Bak ben "Kasap Hasan" değilim. O salağın aptalın birisidir!." Deyince Müfettiş hemen Ömer Efendinin ellerine sarılır, öper...
color=#BF4040]"İşte görüyorsun ya Doktor. Bunlar bizleri böyle imtihana (sınava) çekerler."
Müfettişi oturturlar, ona da çay ikrâm ederler.
"Ömer Efendiile Kasap Hasan ALLAHın ermiş kullarındandır." dediler..

Hocamın iki yıllık Mecburi Hizmeti biter? Eleşkirt'ten tâyini, Bileceğin Bozüyük İlçesine çıkar.
Bozüyük’e Hükümet Tabibi iken Eskişehir'de de Hükümet Tabibi ve Opr. Dr. iken de, zaman zaman Ömer Efendiile mektuplaşır hattâ görüşürler...
Hocamın Annesi vefât ettiğinde, Ömer Efendi büyük oğluna.: "Beni Eskişehir'e götür. Doktor Münir'in Annesi vefât etti, baş sağlığı dileyelim." der. Eskişehir'e gelirler. Tâziyetlerini bildirir ve dönerler.
Aradan seneler geçer Hocam emekli olur. Almanya'ya gider. Orada Doktorluk yaparken, Ömer Efendi Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Tay-yi mekânla, yâni kendi mânevî özel uçağı ile, Almanya'ya Hocamın evine gelir. Pasaport filân yok, Hocamın kapısını çalar. Hocam kapıyı açar. Karşısında Eleşkirt'li Manifaturacı Ömer Efendiyi görünce çok sevinir. İçeri alır. İki saat kadar oturur konuşurlar.
"Size ALLAHa ısmarladık demeye geldim. Öteye yolculuk var. Hakkını helâl et!." der. Helâllaşırlar. Hocamla birlikte dışarı çıkarlar. Şehrin yakınındaki Ormana dalarlar.
Ömer Efendi gözlerden kaybolur. Tay-yi melânla (ışınnanma) ile Eleşkirt'e döner.Ömer Efendi öbür âleme yürür.
Onlar büyük insanlar hiçbir zaman vefâ borçlarını unutmazlar...
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim
RESIM-4

“TİGRAN”!
Ermiş Köpek..

Resim Hocamın Eleşkirt'teki Çoban Köpeği.:


Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh.
Ağrı'nın Eleşkirt İlçesfnde Hükümet Tabibidir. Bir koyun köpeği almak ister. Gelip giden köylülere söyler. Köylüler bu koyun köpeğini getirirler. Köpek hoşuna gider alır.
Kısa zamanda Hocama alışır. Ona arkadaş olur. Hocam adını “TİGRAN” koyar.
Onu terbiye etmeye başlar. Hastalarını muâyene için evlere giderken, Doktor çantasını ağzına verir. Çantayı “TİGRAN” taşır. Aradan bir sene geçer. “TİGRAN” bambaşka bir köpek olmaya başlar. Meselâ, kıbleye karşı katiyen işemez. Döne Döne kıbleyi bulur. Aksi tarafa işer. Ve yine “TİGRAN” sırtını kıbleye çevirip yatmaz. Daimâ önünü kıbleye döner öyle yatar.
Eleşkirt'te Hükümet Tabibliği iki katlı yıkık dökük ahşap bir binadadır. Odamda kırık dökük tahta bir masa, bir tahta sandalye, başka bir şey yok.

“O odada hastaları kabul edip, muâyene ediyor, ilâçlarını yazıyorum. Sabah saat dokuz da başlayıp, akşam beşte çıkıyorum. Günlerden bir gün, Eleşkirt'e Sağlık Müfettişi geldi. Hastalarımı muâyene ediyorum. “TİGRAN” da odamda bir kenarda yatıyor. Müfettiş içeri girdi.: “Doktor ne bu hâl burası bir Muâyenehâne Odası olamaz. Böyle biryerde nasıl hasta kabul ediyorsun!.” diye, bağırmaya başladı. Müfettişin bu bağırmasını gören işiten “TİGRAN”, yerinden kalktı ve hırlamaya başladı. Bir bana bakıyor bir müfettişe, müfettiş korktu.: “Çek bu köpeği çıkar dışarı!.” dedi. Ben de.: “O, benim koruyucum. İstiyorsan sen çıkar!.” dedim.
Müfettiş yumuşadı. Oturduk, herşeyi enine boyuna konuştuk. İşi tatlıya bağladık çünkü; baktı ki pabuç pahalı uzlaşmayı tercih etti!.”
dediler.

Hocam.: “O köpeğin gözleri insan gözüne benzerdi.” dediler. Bize “TİGRAN”’ın resimlerinden verdiler, herkes ibret alsın diye. Ben de bu kitaba koyuyorum.: “O köpek ermiş köpeklerden!.” derlerdi. Hocamın döneceğine yakın “TİGRAN” ölmüş.
Hocam anlattı.: “Kabristana götürdük GüL suyu ile yıkadık gömdük!.” dediler.
Ömer Efendi de vardı. Gömerken ben ağladım yanımızdaki diğer tanıdıklar.: “Doktor köpeğin ölümüne ağlanır mı?.” dediler.
Ömer Efendi Hazretleri de.: “Ağla doktor ağla bu köpeğe ağlanır!.” dediler...
Otuz sene hizmet ettim,
“TİGRAN” kadar olamadım!.
En sonunda yoruldum da,
Ben yanın da kalamadım!.


Resim ELEŞKİRT'ten BOZÜYÜK'e TÂYİNİ ve EVLENMESİ.:

Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) rahmetullâhi aleyh.
Eleşkirt Hükümet Tabibliğinde şark hizmeti bittikten sonra, Bileciğin Bozüyük İlçesi Hükümet Tabibliğine naklen tâyini yapılır.
Hocam; Annesi Şehvâre Hâtunla otururlarken.: “İstanbul'da, Müfettiş dayın var ya, onun kızı, Câhide var, sana onu almak istiyorum.” der. İstanbul'a giderler. Dayısından Kızını isterler ALLAH'ın emri ile, ALLAH'ta yazmış ki, Câhide Hanımla evlenirler. Câhide Hanımı Bozüyük'e gelin getirirler. Mübârek Hocam artık evlenmiştir. Annesi ve Hanımı ile beraber aynı evde otururlar. Bu arada bir de nur topu gibi bir kız çocuklan dünyaya gelir. Adını “Ayşin” koyarlar.
Hocam mesâi haricinde, muâyenehâne açmaz aldıkları doktor maaşıyla kıt kanaât geçinmeye çalışırlar..


Resim

RESIM-5
Dr. Münir Derman, Eşi Câhide ve kızları Ayşın ile Sene 1947


Resim YIRTILAN TENCERE.:

Hocamın Annesi, Bozüyük'te bakır eşya satan bakırcıdan bir tencere alır. İsrarla.: “Oğlum tencere dövme bakır olsun!.” der. Bakırcı da.: “Dövme bakır bizde yok!.” demez. Dövme bakır olmayan tencereyi dövme bakır diye satar. Eve gelince annesi aldığı tencereyi gösterir. Hocam da.: “Bu tencere dövme bakır değil çok ince!.” der. “Ben sana dövme tencere al!.” dedim. “Neyse yarın berâber gidelim de değiştirelim.” der. Ertesi günü berâberce giderler. Bakırcıya.: “Bu tencere dövme, bakır değil çok zayıf bize dövme bakır ver!.” derler. Ammâ Bakırcı inadında israr eder “dövme bakır” diye, Hocam da tencereyi ağzından çekince tencere yırtılır, parçalanır. Tencerenin yırtıldığını gören bakırcı hem şaşırır hem de şamşırır, derhal parasını iâde eder..

Resim KÖSTEBEK.:

Kaymakamlığın emri ile zirâat odası tellâl bağırtır. Köstebekler bitkilere zarar vermektedir. Kim ki, köstebekleri canlı olarak yakalar getirirse, iki buçuk liradan satın alınacaktır. Köylüler köstebekleri yakalayıp getiriyorlar. Köstebekler, Zirâat Odasınca satın alınıp öldürülüyorlar.
Hocam bunu duyar duymaz hemen müdâhale eder. Zirâat Odası yetkililerine.: “Her mahluk rızkını yer. Geriye kalan da bizlere yeter!.” dediyse de anlatamaz...
Yetkililere anlatamayınca, Hocam da bir tellâl bağırtır.: “Canlı getirilen her köstebek için hükümet tabibi, beş lira ödeyerek satın alacaktır!.”
Rekâbet başlar, köstebekleri Zirâat Odası iki buçuk liradan, Doktor Derman Beş liradan satın alıyor. Canlı köstebekleri Doktor Derman ertesi günü götürüp, canlı canlı tarlalara bırakıyor.
Zirâat Odası, Hocamla başa çıkamayacağını anlayınca, köstebek almaktan vazgeçiyor..

Resim HÜSNÜ DEDE.:

Doktor Münir Derman anlatıyor.: “Altı aydan beri Bozüyük'te Hükümet Tabibliği yapıyorum. Birgün İlçe Müftüsü çıka geldi.: "Doktor Bey İlçemizde 80 yaşında bir Hüsnü Dedemiz var. Birde 55 yaşlarında dul kızı var. Bunlar çok fâkirler hiç bir gelirleri de yok. Her nedense kazamızın zenginlerinin elleri açık değil, acaba Kızılay'dan bir yardım alabilir miyiz?.” dedi.
Ben dedim ki.: “Müftü Efendi, burada Kızılay yok ben bir fırın göstereyim, her gün iki ekmek alsınlar. Her hafta da beş lira vereyim. (O zamanın beş lirası Şimdinin elli bin lirası belki daha fazla). Yalnız Kızılay'ın yardım ettiğini söylersin. Benim verdiğimi bilmesinler ki, bana minnet duymasınlar!.” der. Ve böylece dört sene devam ederler. Hüsnü Dede hastalanmıştır. Yatakta yatıyor. Hocam bir rüyâ görür. Aynı rüyâyı Hüsnü Dede de görür.: “Üzüm bağındalar, Hüsnü Dede Hocam’dan üzüm ister.”

Hocam ertesi gün çarşıya çıkar. Çarşıya iki küfe üzüm gelmiştir. Üzümün son turfandasıdır. Çünkü kar yağmaktadır. Pahalı da olsa iki kilo üzüm alır. Müftü Efendi ile berâber Hüsnü Dede'nin evine hasta ziyâretine giderler. Hocam.: "Hüsnü DeDe üzüm getirdim yer misin?.” Deyince.: “Doktor Bey bu gece seni rüyâmda, üzüm bağında görmüştüm de, senden üzüm istemiştim. Sen nereden bildin de bana üzüm getirdin?!” der. Üç beş tane üzüm koparıp titrek elleriyle yediler. Muâyene ettim pek iyi değildi. Öteye gitme işâretleri vardı.
Ertesi gün tekrar ziyâretine gittik. Bana dedi ki.: “Doktor Bey beni Gazhâne’nin üstündeki mezarlığa gömdür. Unutma dedi. Ben artık yolcuyum. Bana şimdi Kur’ÂN oku!.” dedi. Beş ile altı âyet okudum. Ağlamaya başladı.: “Beni kaldırın, kaldırın!.” dedi. Koltuklarına girip ayağa kaldırdık birden bire.: “Lâ iLâhe iLLâ ALLAH!. MuhaMMedün ReSûLüLLaH!.” dedi ve gözlerini pencereye dikti yüksek sesle.: “Niçin zahmet buyurdun Yâ ReSûLüLLaH!.” dedi...
RÛHunu teslim etti. Bir ÂNda odayı çok güzel bir koku aldı, kapladı. Müftü Efendi yüksek sesle TEKBİR getirmeye başladı.
Ertesi günü Hüsnü Dede'yi Gazhânenin üstündeki Mezarlıkta toprağa verdik..
ALLAH rahmet eylesin âmin!. Nûr içinde yatsın!.
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

LEDÜNN İLMİ'nin VERİLMESİ.:

Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullahi aleyh Bilecik, Bozüyük'te, 7 yıl hükümet tabibliği yapmış, çok titiz ve celâlli olduğu, ALLAH Adına hiçbir yanlışı affetmediğinden, adı da Halk arasında “Deli Doktora” çıkmıştır.
Kendileri şöyle buyurmuşlardı.:
“Bir insanın adı halk arasında “deli”ye çıkmassa hak katında velî olamaz!.” derlerdi...
En son basılan ALLAH DOSTU DER Ki, SIRLAR kitabının beşinci cildinde, mânevîyattan "celâl” verildi bana "cemâl” verildi bana buyurmaktadır..
BİR ALLAH DOSTU'nun veya bir VELİ'nin Halk içindeki hareketleri, halkın hareket şekline uymadığı ve yaşantısı da, halk yaşantısına uymadığı için o ALLAH Dostu ister istemez, asabî celâlli ve sinirli olarak gözükmektedir. Halk ise o şahsın bu durumu karşısında, "celâlli insan" diyemiyor da, kısaca ve kolayca.: “deli bu adam” deyip geçiyorlar. Zâten öteden beri derler ki, ermiş kişileri, böyle acâyip, insanlarda aramak gerekir. Yoksa günlük işleri ile uğraşan, maddeye düşkün, rahatlıkla yalan söyleyebilen kişiler olamaz. Velî İnsan’a başını kesseniz bir tek yalan söyletemezsiniz. Şunu iyi bilirler.: “Yalan ile imân, bir arada durmaz!.”
Belki yalan olmadan lâtif bir lâtife yapabilirler o kadar hepsi!.

Bu girişten sonra, Hocam Mübârek, Bozüyük'te o gece bir rüyâ görür. Rüyâsında.: “Yarın gece, dağda falan yere gel!.” emri alır. Hocam hiç kimseye haber vermeden 72 saat kaybolur. Dedikleri yere gider. Kendisini bir şahıs beklemektedir. Yüzü peçeli kim olduğunu bilmiyor.: “Beni takib et!.” der. Hocam o zatın peşinden gider.
Amma mânevî uçaklarına binerler, Tay-yi mekân ederler (ışınnanırlar)
Hocamın daha önce hiç görmediği bilmediği yerleri gezdirirler. Hocam bir ara korku geçirir.: “Korkma!.” derler.
Bu seyahatler 3-5 defa tekrarlanır. “LEDÜNN İLMİ” denilen ilim kendisine, bu mânevî seyahatlerde verilir, öğretilir, Kendisi de “Kırklar"dan olur. Hatta kırkların da en genç üyesi, 9.uncu Sırada yer alır, daha sonra sırasıyle terfi ederek “7” lerden “4” lerden ve “3” lerden olur. Zamanın Kutbu olur. Hızırla dünya yüzünde bir kaç kere görüşür, konuşur dertleşir. Son olarak ta Almanya'da bulunduğu yıllarda bir ormanda seher vakti buluşur, görüşür, dertleşir. Ondan sonra ALLAHu âlem yaşadığı “Zamanın Gavs”ı Mertebesine kadar yükselmiş bir Ârif-i Billâh’tır.
Gavs’ı sormuştum.: “Pakistanda.” demişlerdi. Aradan bir kaç yıl geçti. Tekrar Gavs'ı sordum.: “Pakistan'daki Gavs öldü!.” dediler. “Şu ÂN’da Gavs nerede?.” dedim. Bu sorumu cevâbsız bıraktılar. O zaman anladım ki Gavs Hocamın kendisi idi..
Birgün, bir lâf arasında bir velîden söz edildi de, hem de çok müridi (talebesi) olan birisi idi. “O da kim oluyor?.” diye celâllendi. "GAVS" olmasa bunu söyleyemezdi Cenâb-ı HAKk böyle büyük insanların himmet ve şefâatlerinden, biz fâkirleri mahrum etmesin âmin!..
Yine bir gün sohbet esnâsında (anında) Kutup ve Gavs’dan söz açıldı da, “Kutup şöyle Gavs böyle!.” diye,
Hocam birden bire celâllendi.: “Kutup ta kim oluyor, Gavs ta kim oluyor!.” dediler...
O gün iyice anladım ki, Hocam mübârek Münir Derman Hazretleri GAVS idiler, GAVS olmasa hiçbir Velî bu sözü mümkün değil söyleyemezdi de ondan..

RÜYÂSINDA PEYGAMBERİMİZ sallallahu aleyhi vesellem'in ELİNİ ÖPERLER!.:

Hocam Mübårek GAVS olmadan önce bir rüyä görür. Bu rüyâ tam Gavs olma zamanına rastlamaktadır.
Rüyâsında; Hocamın Annesi Şehvare Hatunla Resûllullah Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) beraber bir yerde oturuyorlar.
Hocam yanlarına varıyor. Selâm veriyor. Hemen Resûlü Ekrem Efendimizin ellerini öpmek istiyor.
Resûllüllah Efendimiz de.: "Münir önce ANA’nın elini öp!." diyor.
Hocam da önce anasının elini öpüyor. Sonra Resûlullah Efendimiz'in ellerini öpüyorlar. ALLAHu âlem Hocamın bu rüyâsmdan sonrat Resülü Ekrem Efendimiz Hocama "GAVS" Rütbesini, ALLAH'ın da İzniyle, ikram ediyorlar,
ALLAH dâim mübårek kılsın âmin!..

Resim

SÜLEYMAN AKSAZ BEYEFENDİ ANLATTILAR!.:

1938-1945 yılları arasında Dr. Münir Derman 7 sene, Bozüyük Hükümet Tabibi olarak görev yaptılar. Süleyman Aksaz Bey ve Annesi o tarihlerde Bozüyük'te otururlar zâten kendileri Bozüyüklüdürler.
Süleyman Aksaz Beyefendi, 1927 yılında Bozüyük'te doğmuştur. İlk ve orta okulu Bozüyük'te bitirdikten sonra 1946 yılında Bursa Sanat Enstitüsü Torna Tesviye Bölümünden mezun olmuştur. Bursa Sanat Enstitüsü'nde Milli Eğitim hesabına yatılı okumuş, Milli Eğitim tâyin etmeyince, mecburî hizmetini Sanayi ve Ticaret Bakanlığına devretmiş, Bakanlık da kendisini Zonguldak kömür havzasına tâyin etmiştir. 1947-1948 yılları arasında iki yıla yakın çalışmış 1949 yılında askere çağrılmıştır. İki yıl da Boğaz komutanlığında, İstanbul'da askerlik yapmıştır..
Terhis olduktan sonra, bakanlık kendisini, Trabzon Ölçüler ve Ayarlar Baş Kontrolörlüğüne tâyin etmiştir. 1951-1960 yılları arasında Trabzon'da görev yapmış daha sonra memleketine, Eskişehir'e tâyin olmuş. Eskişehir'de 35 yılını doldurup emekliye ayrılmıştır..

Hocamın Bozüyük'te doktor olduğu yıllarda, Hocamla ve âilesiyle tanışırlar. Hocamıza ve annesine, Hocamlar Bozüyük'te kaldıkları müddetçe yedi yıl, Hocam’a ve âilesi’ne yardımcı olmuşlar ve hizmetlerinde bulunmuşlardır.
Ne mutlu onlara ki, Hocamlar gibi bir âile ile içli dışlı olabilmişlerdir.
Hocam aynı zamanda Süleyman Aksaz Beyin, orta okuldan Fransızca dil öğretmenidir..
1945 yıllarında, Hocamız’ın Eskişehir hükümet tabibliğine tâyini yapılmış olup, Eskişehir'e nakletmişlerdir.
Bir müddet sonrada Eskişehir Devlet Hastanesinde "Genel Cerrah" İhtisâsına başlamıştır. Ve Operatör Doktor olmuştur. Aynı hastanede 22 yıl operatör doktor olarak hizmet vermiştir. Bu arada Süleyman Aksaz Beyde Enstitüyü bitirmiş Ticaret Bakanlığı emrine, önce Zonguldak, askerlikten sonra Trabzon en son da Eskişehir'e tâyin olmuş buradan emekli olan Süleyman Aksaz Bey bir müddette 'Esnâf ve Sanatkâr Odaları Birliği Sekreterliğini" yürüttükten sonra 1992'nin Aralık sonunda oradan da ayrılacaklardı..

Hocamız’ın da Eskişehir'de olmalarından istifâde ederek Hocamız’ın hizmetlerine aşkla şevkle koşmuş olup, Hocamızı en iyi tanıyanlardan biri de Süleyman Aksaz Beyefendidir.
Hocamız’ın mânevî sofrasından kısmetleri kadar nâsiblenmişlerdir. Kendileri zayıf bir bünyeye sâhibdirler, ammâ bana göre, demirleri gitmişte geriye çelikleri kalmıştır. Süleyman Aksaz Bey Hocam’a ve âilesi’ne kendisini o kadar sevdirmiştir ki; Hocamın Annesi iyice yaşlanmış ve hastadır. Hocam Annesi’ne eliyle yemeğini yedirir.
Bâzen de nazlanır Hocamın elinden yemezmiş. O zaman Süleyman Aksaz Beyi çağırırlar gelir, Hocamın Annesi Şehvâre Hâtun’a yemeğini yedirir de ona hiç i’tiraz etmezmiş..
(Hocanın Annesi Şehvârete Hâtun da evliyâ kadındır)

İşte Süleyman Aksaz Bey ,Hocam ve Âilesi ile içli dışlı olmuş temiz çalışkan, alçak gönüllü, dosdoğru, sabırlı bir insandır.
Hocamız’ın Hanımı rahmetlik Câhide Yengemiz. Süleyman Aksaz Beyin adı geçtiği yerde.: “O kitap gibi temizdir!.” derdi.

ALLAH celle celâlihu her iki cihânda yüzünü ak SU gibi, AZÎZ eylesin âmin!..

Resim
Resim-6

21.3.1965
Hocamın Annesi Şehvâre Hâtun
Süleyman Aksaz Beyefendi.
.

Süleyman Aksaz Bey.: “28.11.1992'de İbni Sina Hastanesinin yoğun bakım servisinde yatarken (Ankara’da) rüyâmda, şöyle bir levha gösterdiler.:
“NE KAZANIRSA,
ÜSTADINA
MİSLİNİ VERİR!.”


İşte Süleyman Aksaz Bey budur, yorumu size âittir. Çok üzülmüştüm hastalığına, o gece gördüm.

SÜLEYMAN BEY DER Ki.:

Hocam Dr. Münir Derman Bileceğin Bozüyük ilçesine, Hükümet Tabibi olarak tâyin oldu.
İlk işleri; Bozüyük'te hemen hemen her evin bahçesinde bulunan, hayvan gübrelerini tarlalara taşıtmak oldu. Pis koku ve mikroptan böylece ilçemizi temizlemiş oldu.
İkinci hizmeti, ilçemizin evlerinin bahçe duvarları yoktu. Çitle çevrili idi. Kimi evlerde çitte yoktu. Bahçeler birbirine karışmıştı. Bu durumu gören Hocam, bir tellâl bağırtır. Bahçe duvarlarının yapılmasını halktan istedi. Durumları iyi olanlar taştan, olmayanlar kerpiçten, duvarlarını yapmaya başladılar. İlçemize büyük bir temizlik ve güzellik hâkim oldu. Önce halkın zoruna gitti ammâ, sonradan çok takdir ettiler. Ve hattâ çok sevindiler..

Pazar Yeri Tanzimi.:
Pazar Yerini hiç beğenmediklerini yeniden bir pazar yeri yapmak istediklerini halka ilân etti.
Temiz ve sağlıklı yiyecekleri ilçe halkının temin etmesi için Pazar Yerinin tanzimine başladı. Önce temizletti, tertemiz bir Pazar Yeri meydana geldi. Sebzeciler bir tarafa, süt, yoğurt, peynir, yağ bal ve pekmez satanlar bir tarafa, manifatura ve ayakkabıcılar başka bir tarafa. mutfak eşyası ve cincik boncuk satanlar bir tarafa, olmak üzere çok güzel ve tertipli bir pazar yeri meydana getirdi.
Süt, yoğurt, bal, pekmez gibi, peynir gibi yiyeceklerin üzerine ıslak tülbent örttürdü, Hâttâ tülbentleri kendi parasıyle alıp satıcılara dağıttırmıştı.
Bütün bu titizlik ve temizliğe rağmen, bunlara uymayanları cezâlandırdılar.
Ayaklarında lâstik çizmelerle gezerdi tülbent örtmeyen satıcıların sütlerini döktürdü. Peynir ve yağlarını döktürdü ve imha etti. Bir daha böyle yiyecek satmasınlar diye. Onun için de canı yanan bazı kimseler adını “Deli Doktor” koydular.

Kağnı Arabası ve ArabaLar.:
Hocam Münir Derman, köylülerin, kağnıya ve arabalara öküzlerin çekeceğinden fazla yük yüklemelerine karşı çıkardı. Fazla yük yükleyeni görürse, hele öküzlerin, bu yükleri çekmekte zorlandıklarını fark ederse, öküzlerin nodullandığını (umballandığını) görürse, derhal o arabacıya müdahale eder. Arabasını durdurur. Yükleri arabadan aşağıya yıktırır. iki seferde götürmelerini temin ederdi. Öküzlerin nodullanmasına hiç mi hiç tahammül edemezdi. Arabacıyı arabadan indirip. Ona bir hayli bağırıp çağırır. “Merhametsiz insanlar!.”diye bu üzüntüsünü ancak böyle tatmin eder giderirdi.
Öküzü boyunduruktan salıverir. Öküzün yerine arabacıyı boyunduruğa koşar, boynunu boyunduruğa sokar.: “Hadi bakalım kolay mı zor mu?” diye arkaya geçer adamı nodullardı.
Bütün bunları öküzlere acıdığı ve merhamet ettiği için yapardı.
İlçe Halkı böylece hayvanların da hakkına hürmet etmeyi öğrenmişti..

DavuL ÇaLdırma.:
Mübârek Ramazan Ayı geldi, örf ve âdetlerimiz gereği, Ramazan geceleri sahura yakın cadde ve sokaklarda davul çalınırdı. İlçemiz Kaymakamı; her nedendir bilinmez, gece sahurda davul çalmayı yasaklamıştı. İki gecedir davul çalınmıyordu. Bunu fark eden Dr. Münir Derman Hocam, davulcuyu çağırtır. “Neden davul çalmadığını” sorar. Davulcu.: “Efendim Kaymakam Bey yasak etti!.” der.
“Sen bu gece davul çalacaksın hemi de Kaymakamın Kapısı’nın önünde çalacaksın!. Ben senin arkana iki kişi takacağım. Onlar seni takib edecekler. Kaymakam dışarı çıkıp da.: “Çalma!.” diye sana mâni olunca, o iki kişi kaymakamı bir güzel dövecekler. Kaymakam rapor almaya bana gelecek ben rapor vermem, böylece de kurtulursunuz. Hiç merak etmeyin!.” der.
O gece Davulcu Kaymakamın Kapısının önünde davul çalmaya başlar. Kaymakam bağırır çağırır olmaz, sonunda evden çıkıp davulcunun yanına gelince, arkadaki diğer iki kişi ile beraber kaymakamı bir güzel döverler.
Ertesi günü Hükümet Tabibine rapor almaya gider oda rapor vermez. Vermeyince de mahkemeye gidemez. Vilâyete gider Vâliden başka yere tâyinini ister Vâli durumu anlayınca başka yere tâyinini yapar. Böylece ilçeden ayrılır gider.
İlçemizde böylece örf-âdet düşmanı bir zâlimden kurtulur..

GusüL Abdesti ve 32 Farz.:
İlçemizde evlenmek, yâni nikâh muâmelesi yapmak isteyen gençler, Hükümet Tabibi olan, Hocam Dr. Münir Derman'dan evlenmelerinde bir sakınca yoktur raporunu almak zorundadırlar. Muâyene için gelen gençleri sağlık açısından muâyene eder, sağlık durumları iyi ise, gençlere rapor vermeden önce, gusül abdestinin nasıl alındığını sorar. Târif etmesini söyler. Doğru târif ederse, bu defada 32 farzı sorar, onlara da doğru cevâb alırsa, sağlık raporunu hemen verir. Bu iki soruya cevâb alamazsa.: “Git öğrende gel ondan sonra raporunu al!.” der, çâresiz kalan gençler, çok mühim bu iki dini emri iyice öğrenir gelirler sınavı kazanırlarsa sağlık raporunu alırlar. Aksi hâlde o genç evlenemezmiş...

Yardımda Örnek İnsan.:
Hocam Dr. Münir Derman, insanları ve hayvanları çok severdi. Sevdiği için de, onlara yardım etmeyi kendisine bir görev bilirdi.
Hayvanlar için bir misâl verecek olursak.:
Bozüyük'te; oturduğu evin bir odasında otuz kırk kadar kedi beslerdi.
Sokakta kalan aç sefil kedileri toplar, getirir. Evinin bir odasında onlara bakardı. Kasaptan aldığı et parçaları ve ciğerlerle onları beslerdi. Yaralı olanların da yaralarını tedâvi ederlerdi..

ÜLfet Hanım'a YardımLarı.:
Yakın komşusu, Avukat Sami Bey ve eşi Ülfet Hanım vardı. Avukat Sâmi Bey âniden vefât ediverdi. Karısı yalnız başına kaldı. Çoluk çocukları da yoktu. Emekli Maâşı da olmadığı için, Sâmi Beyin dul eşi, Ülfet Hanım bir hayli zor durumda kaldı, Hatta aç kalma tehlikesi ile karşı karşıya geldi.
Ülfet Hanımın Bahçesinde dokuz adet tavuğu vardı. Onların yumurtalarını 10 paradan satacak da geçinecekti. Bunu gören Hocam Ülfet Hanıma.: "Tavukların yumurtalarını kimseye verme. Hergün bize getir!." dedi. Hemi de 40 paradan yumurtaların parasını öderdi. Hocamdaki şu inceliği bakınız ki, Ülfet Hanım.: “Doktor siz bana fazla para ödediniz!.” dediğinde. “Hayır sizin yumurtlarınız ev yumurtası sarıları çok kırmızı, başka yumurtaların 9 tanesinenin yerine geçiyor vitâmini bakımından, hattâ az bile ödüyorum parasını, siz hakkınızı helâl ediniz!.” derdi.
ALLAH celle celâlihu hepsine gani ganî rahmet etsin!.
Bunları anlatmaktaki gâyem.: “İşitenler, büyük insanların hâllerinden ve hareketlerinden örnek alsınlar!.” diyedir. Yoksa kendimize bir pay çıkartmak için değildir. Övünmek için asla değildir. Kalın sağlıcakla efendim!..

CAMİDE KİLOT MUÂYENESİ.:
Mübârek Hocam, Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh, 1945 yılında; Bozüyük Hükümet Tabibliğinden Eskişehir Hükümet Tabibliğine tâyin olmuştur. Bu görevini sürdürürken şöyle bir karar verir.: “Acaba câmiye gelen cemâatin giydikleri kilotlar, temiz mi değil mi?” Bunları kontrol etmek gereğini duyar.
Bu işe de Eskişehir Çarşı Câmi’inden başlar. Yanına il Jandarma Komutanlığından silahlı iki jandarma eri alır. Sabah ezân okunurken câmiye gelir içeri girer. Kapının arkasına jandarmalarla beraber dururlar. İçeri giren cemâate.: “Pantolonu aşağıya indir. Kilot temiz mi kirli mi muâyene var!." derler. Kilotlar kontrol edilir. Kirli olanlar câmiye alınmaz. “Git değiştir gel!.” der. Böylece o gün kilotu temiz olanlar, sabah namazını kılarlar. Tabiki câmiye girenlere.: “Ben Hükümet Doktoruyum!.” der. Cemâatte i’tiraz edemez. Böyle bir kaç kontrol yapar. Cemâat korkusundan temiz kilotla câmiye gelmeye başlarlar.
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

ESKİŞEHİR DEVLET HASTANESİNDE İHTİSASI (Uzmanlığı).:

Eskişehir Hükümet Tabibliği'ne tâyinleri yapıldıktan bir müddet sonra, Eskişehir Devlet Hastânesi Genel Cerrâhi Bölümünde ihtisâsa başlar. İhtisâsını bitirir genel cerrah olur. Aynı Hastânede kalır. 22 yıl Opr. Dr. olarak hizmet verir. Hastânenin kayıtlarına göre, 22 yılda irili, ufaklı 120.000 ameliyat yapmış, çok az denecek kadar ölü vermiş.: “Zâten onlar da getirildiklerinde ölmek üzere idiler idi!.” dediler.

Opr. Dr. Münir Derman şöyle anlattılar.: “Afyon'un köyünden trafik kazasında kolu kopmuş bir genç getirdiler. Kopmuş kolu da beraber getirmişler. Kol kopalı 2,5 saat olmuştu.
Kolu kopan gencin babası şöyle dedi.: “Doktor Bey ALLAH Rızâsı için, oğlumun kolunu yerine tak!.” Hocam bu söz üzerine, genci derhâl ameliyata almış, tam altı buçuk saat süren bir ameliyat sonunda kopmuş kolu yerine takmış, kol tutmuş, hiç bir eksiksiz kol çalışmaya başlamış tamamîyle iyi olmuş, parmaklar falan eskisi gibi çalışmış. Türkiye'de gazeteler yazmış, hâdiseyi basından duyan Amerika Sağlık Bakanlığı Hocama takdirnâme göndermişler. Ammâ maâlesef, bizim Sağlık Bakanlığımızdan bir teşekkür mektubu bile gelmemiş, Hocam mübârek ona çok üzülmüşlerdi...

SAİDî NURSÎ.:

1950 li yıllarda Afyon'un Emirdağ İlçesinde, devlet gözetiminde bulunan, Bediüzzaman Saîdî Nursiî Hazretleri’ne (kaddesallahu sırrahu.) o zamanın Eskişehir müftüsü Abdullah Toprak Hoca ile beraber, Emirdağı'nda ikâmet ettiği yere varmışlar. Saidî Nursî Hazretleri karşılamış. Bir hayli sohbetten sonra, Hocam Saidî Nursî’ye.: “Sizin yazmış olduğunuz Risâleleri, izin verirseniz, Müftü Abdullah Toprak'la birlikte, sâdeleştirelim. Risâleleri her okuyan anlasın, ayrıca tefsire hâcet kalmasın!.” dedik. Ammâ Saidî Nursî Hazretleri izin vermediler.: “Böylece kalsın anlayan anlar, anlamayan anlamaz!.” dediler.” diyor Hocam mübârek...

Hocama sordum.: “Neden Saidî Nursi Risâlelerin sâdeleşmesine izin vermedi?” Hocamda.: "Oğlum zor anlaşılanların peşine düşen çok olur da ondan, izin vermedi!.” dediler.
Bilir misiniz? Saidî Nursî Hazretleri Hocamın Anne tarafından Dedesi olan, Ahmet Ziyâeddin'î Gümüşhânevi'nin talebesidir, mürididir, yine bilir misiniz ki? Saidî Nursî Hazretleri Kadirî Tarikatına bağlıdır. Ona mensubdur. Yani Kadirî’dir. Abdülkadir Geylanî) Hazretlerinin (kaddesallahu sırrahu) yolundandır..

1950 yıllarında Saidî Nursî Hazretleri Emirdağı’nda iken hastalanır. Eskişehir Devlet Hastanesinde yatarak tedavi olur. Hocamda aynı hastanede doktor olduğu için ilgilenir. Hastaneden çıkarken.: "Münir Bey siz de, Hocam Ahmet Ziyâeddîn Efendi Hazretlerinin bir gömleği veya her hangi bir şeyi yok mu, bana verseniz de Hocamı çok özledim koklasam!." derler.
Hocam da.: “Namaz kıldığı deve yavrusu derisinden postu var. Ondan bir parça size getireyim.” der. Hocam Dedesinin Postu’nun sol ön bacağını keser. Ve Saidî Nursî Hazretlerine verir.
O deve yavrusundan yapılmış postta ben de, bir yatsı namazı kıldım. Post hâlâ GüL Bahçesi gibi, GüL kokuyordu.. Kokusu burnumda, aklıma geldikçe hissediyorum!.
Postu Hocam Yaşar Çetinkaya Kardeşimiz’e hediye etmişlerdi. Oda resmini çektirmiş kartpostal yaptırmışlar bizlere de verdiler.
Ahmet Ziyâeddîn Hazretleri’ne (kaddesallahu sırrahu) “Uçan Velî” derler. Çünkü Padişâh Abdülhamid kendilerini İstanbul'a çağırdığı zaman, Gümüşhânenin Kalesi’ne çıkmış, oradan uçarak İstanbul'a gitmiş. Gümüşhâneliler görmüşler de uçtuğunu, adı oradan “Uçan Velî” kalmış halk arasında.
“Ahmet Ziyâeddîn'i gümüşhânevi” diye de bir kitabı var. Kitapçılarda bulunur. Padişâh Abdülhamid, Ahmet Ziyâeddîn Efendiye çok hürmet etmiş, talebe yetiştirmesi içinde, kendisine dergâh hediye etmiştir.
Yetiştirdiği talebelerden birisi de, işte Saidî Nursî Hazretleridir.

Resim

Resim-7
Hocamın Dedesi Gümüşhâneli
Ahmet Ziyâeddîn Efendi Hazretlerinin 90 senelik deve yavrusu postundan namazlığı 2.2.1972 de bu postta bir yatsı namazı kıldım. GüL kokardı. Kabri Şerifleri İstanbul'da Süleymanîye Câmiindedir. Demir parlaklıklar içindedir.


KORE SAVAŞI.:
1951 yılında Kore Savaşı patlak verir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti de, Birleşmiş Milletlerle beraber. Savaşa katılmaya karar alırlar.
Beşbin kişilik bir askeri kuvvetle, Çin ve Kuzey Koreli'lere karşı, savaşmak için iştirak ederler. General Tahsin Yazıcı komutasında, bir Türk Tugayı Güney Kore'ye gönderilir. Tugay Doktoru olarak da binbaşı
Rütbesi ile Hocam Dr. Münir Derman da Kore’ye gider.
Kore Savaşı bütün hızıyla devam ediyor ammâ Ramazan Bayramı gelir çatar. Asker Kore de cephede Ramazan Bayram Namazını kılmak ister. Tugay komutanı Tahsin Yazıcıya mürâcâat ederler.
O da düşünür taşınır, Bayram Namazı toplu hâlde, cemâatle kılınması gerekir. Cephedeyiz, düşman karşı sırtlarda, bizi devamlı tâkip edip gözlüyorlar. Fırsat bekliyorlar. Bir türlü karar veremez. Dr. Binbaşı Münir Derman’ı çağırır.: “Asker, Bayram Namazı kılmak ister nasıl kılacaklar?.” der. Ay Ağustos ayıdır. Sıcak bir yaz sâbâhıdır. Hocam Münir Derman şöyle bir teklifte bulunur.:
“Her Tabur kendi içinden, namaz kıldıracak bir imam bir de müezzin çıkarsınlar. Bir kaç yerde birden Bayram Namazı kılabilirler..” der. Teklif kabul edilir imam ve müezzinler bulunur.
Bayram Namâzı vakti yaklaşmıştır. Hava açık pırıl pırıl. Ezânlar okunmaya başlar. O arada nereden geldiği bilinmeyen kalın bir sis tabakası, sanki kış gününün Sisi gibi, askerin üzerini örter. Türk Askeri
rahat rahat, cemâat hâlinde Bayram Namazlarını kılarlar. Birbirleriyle bayramlaşırlar. Tekrar siperlerine girmeye başlarlar. Sis dağılır hava tekrar pırıl pırıl olur..
Bu hâli gören Komutan Tahsin Yazıcı.: “Yahu Münir, bu sis nereden geldi. Sanki bir perde çekmiş gibi, bizleri düşman gözünden korudu!.” der. Hocam da.: “ALLAH kendisine yanaşanları korur!.” der. “Bizler HAK Rızâsı için namaz kıldık, o da bizleri SİS göndererek düşman gözünden korudu, düşmana karşı bizleri kamufle etti!.” der.
Aslında, O Tugayın içinde, bir ALLAH Dostu vardı.. O mübârek insan KIRKLARdandı. Bu sis hikâyesi onun DUÂları ve Kerâmetleriydi. O da Doktor Binbaşı Münir Derman Hazretleri Rahmetullâhi aleyh idi..
Çünkü, Edirne'de yedek subaylığını yaparken de, çok kurak bir yıla rastlamış. Edirne Müftüsünün ricâsiyle, Yağmur DUÂsı yapmış da, yağmur yağdırmıştı..

Zannıma göre; Kore Savaşının kazanılmasında, diğer evliyâlarla beraber mübârek Hocamın da büyük katkıları olmuştur. "KUNURİ”de savaş çemberi içinde kalan Tugayımız süngü takarak çemberi yarıp çıkmışlardır. Amerikalılar.: “Bu bir mucizedir!.” demişlerdir. En büyük nişânlarla Tugayımızı ödüllendirdiler..
Bu da şöyle olmuştur.:

KORE'YE SAVAŞA GİDEN ÜMMî SİNÂN kaddesALLAHu sırrahu HAZRETLERİ.:
Burada, Kore Savaşının maddî yönünden fazla mânevî yönünü anlatacağım. Kunuri'de Çember Türk Tugayı tarafından yarılıp birliklerimiz kurtulduktan sonra esir alınan Çinliler ve kuzey Koreliler anlatmışlar.: “Hani sizin önünüzde kılıçlarla savaşan, Yeşil Başlıklı ve Beyaz Başlıklı (sarıklı) olanlar var ya, biz onlardan korkup kaçtık.
Çünkü onlara ne kurşun işliyordu ne de süngü işliyordu. Biz onları vuruyorduk amma onlar ölmüyordu. Nerede onlar?!.” diye sormuşlardır.
Şimdi bu ifâdeleri doğrulayan bir hikâye anlatacağım. Dedim ya Hocam mübârek o zaman KIRKLARdandı...
Askerimiz sıkışınca Hocam Cenâbı ALLAH'tan mânevî yardım istedi. ALLAH da ERmiş ve EVLİYÂLarını yardıma gönderdi.
Hazreti Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u Fethinde mânevî yardımcısı Hocası Akşemseddin değil miydi? Onun mânevî yardımlarıyle, İstanbul fethedildi Hocamda; Kore'de Türk Tugay komutanı Tahsin Yazıcı Paşanın mânevî yardımcısı idi.
Neden olmasın efendim?.
Antalya'nın Elmalı İlçesinde, Ümmî Sinan Hazretleri (kaddesallahu sırrahu)'nin Dergâhı ve Kabr-i şerifleri vardır. 400 yıl önce yaşamış ve ölmüş, türbesi Elmalı'da, ben bir kaç defa ziyâret ettim.
"Rüyâmda; beni bana gösterdi hâller içinde..” oradan biliyorum kendilerini...
1950 yıllarında Ümmî Sinan Türbesinin Türbedârı olan bir zatın 65 yaşındaki oğlu ile son ziyâretine gittiğimde tanıştım. (SALİH-Ahmet BARATALI) ayakkabı satıcısı. Sancak dibi No: 2 Elmalı - ANTALYA adresi bu, isteyen mektup yazıp sorabilir. Tabii ölmedi sağ ise, o da kaderinize kalmıştır. Bu Salih Ahmet Baratalı, bana bu Kore Hikâyesini şöyle anlattılar.:
Salih Ahmed'in Babası, Kunuri Çemberi’nden bir gün önce, şöyle bir rüyâ görüyor.:
“Bu gece rüyâmda Ümmî Sinan Hazretleri kendi câmisinde, imam oldu sabah namazı kıldırdı câmi ağzına kadar cemaatle dolu idi, Câmide ben de vardım. Cemâate bakıyorum hiç kimseyi tanımıyorum. Hepsi yabancı Elmalı'lı değiller. Ne ise, namazı cemâatle kıldık, Ümmî Sinan ayağa kalktı.: "Ey cemâat, Kore'de askerimiz çok zor durumda, onlara yardıma gideceğiz. Biz gelinceye kadar buralara, Türbedârım filân Efendi. (ismen beni söyledi) vekâlet edecek göz kulak olacak!.” dedi. Babamı vekil bırakıp çıkmışlar ve hareket etmişler..
Babam hiç radyo dinlemezdi. O gün öğlende geldi.: “Oğlum Ahmet şu haberleri dinleyelim. Kore'de durum ne oldu?.” dedi.
Beş dakika sonra haberler başladı.: “Kore'de Askerlerimiz çemberi yardılar, imha olmaktan kurtuldular.” dedi. Babam çok sevindi çok şükür dedi. Ve ilâve etti.: "Ahmet, Oğlum bu sabah, rüyâmda Ümmî Sinan Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) beni vekil bırakıp, Kore'ye yardıma gittiler idi de, onun için haberleri dinlemeye geldim!.” dedi babacığım.
Unutma ki, Ümmî Sinan Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) çok büyük velîlerdendir. Meşhur Mısrı Niyâzi Hazretlerinin Mânevî Hocasıdır. Mısrı Niyâzi'yi o yetiştirmiştir. Aşağıdaki şu Beyit Ümmî Sinanındır.:

Sen kendini bilmek diler isen,
Gel göstereyim seni hâller içinde..

Kendine güvenebiliyorsan git, seni sana göstersin, sinema filmleri gibi filmler içinde.
Ben gittim. Beni, bana gösterdi HAKk =>HİMMet ve ŞEFÂatinden mahrum etmesin âmin!.

Not: Velîleri ziyâret şöyle oluri: Niyet edip doğrudan doğruya o Zât’ı ziyârete gideceksin başka bir iş ve ziyâret yapmayacaksınız...
“Ankara'da işim var. Bu arada Hacı Bayrâmı Velîyi'de ziyaâret edeyim!.” dersen, bu ziyâret kabul olmaz. Katiyen kabul olmaz, özel olarak gideceksiniz oku üfle gönder o başka, o hediyedir ziyâret değil!.”
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen aNKa »

Resim
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

DİNSİZ BİR MÜFETTİŞE VERİLEN CEVÂB!.:

Sene 1965 idi: Nevşehir'e bir iş tâkibi için gitmiştim. Ankara Otelinde kalıyordum. O günkü işlerimizi bitirip otele döndük. Alışveriş ettiğim iki arkadaşla, otelin dinlenme salonunda hesapları yapıyorduk. Salonda beş altı kişi daha vardı. Onlar da çaylarını içip sohbet ediyorlardı.
Sonra farkettim ki; birisi, başka bir zâta dinle ilgili sorular soruyordu. Âyet ve Hadislere pek inanmadığı için de mantığa dayalı cevâblar istiyordu. Karşısındaki zât Karadenizli bir Tüccar. Cevâb vermek için zorlanıyor. Ara sıra bakıyorum mendille terlerini siliyordu.
Bu müfettiş olan birey öyle cambaz ki, karşısına aldığı kişiler, saf temiz olmakla beraber dini bilgilerden biraz noksan olanları yakalıyor. Onların şahsında, onların bocalaması ile, İslâm’ı bocalattım zannedip kıs kıs güLüyor. Maliye Müfettişi olması hasebiyle de, onbeş gündür kimse üstüne varıp bu zâta dur diyememiş.
Hâl böyle iken, bizler işimizi bitirdik, hesâbı ve kitâbı tamamladık. Arkadaşlar gittiler..

Ben de onların sohbetine katıldım, Dört beş kişide dinleyici vardı. Dinleyicilerin Teknik Öğretmen Yüksek Okulu Mezunu, Endüstri Meslek Lisesi Öğretmenleri olduğunu, yakalarındaki rozetlerden anladım.
Bir ara konuşma bitti hemen ben devreye girdim.: “Beyefendi, arkadaş biraz fazla yorulmuş, o çekilsin de bundan sonraki sorularınızı bana sorun, biraz da ben terlemek istiyorum!.” dedim.
Karadenizli Tüccar derin bir nefes aldı. Teşekkür etti ve çekildi münâzaradan...
İlk sorusu bana.: "Mesleğiniz nedir?.” dedi. “Kimyagerim.” dedim!.
Sormaya başladı.. Meselâ bir sorusu şöyle.: “Câmilerde minâreler var. Neden minâreler yapılmış, olmasa olmaz mıydı?.” gibi mantikî sorulardı. Bana da sorular peşpeşe gelmeye başladı, ben de terlemeye başladım. Nerdeyse bir saattir konuşuyordum. Baktım; dinleyen öğretmenler beni tasdik edercesine başlarını sallıyorlardı. Cevâblarımın mantıken yerinde olduğu kanâatına varmıştım.
Son bir soru daha sordu. Karışık ve çok zor bir soruydu!.
Ağzımı açtım ve konuşmaya başladım, başladım ammâ; ALLAH sizi inandırsın, konuşan ben değildim sanki, benim ağzımdan başkası konuşuyordu. Öyle bir cümle söyledim ki, bir cümle belki yarım sayfa tutardı. Cümle içinde kullandığım kelimeleri, ben hayatımda hiç kullanmadım..
Bu söylediğim cümleyi orada bir yere not etmediğime hâlâ pişmanım.
“yazmamak ilmin âfetidir. A.E.M.”
Sözü ne kadar doğrudur, doğruların da doğrusu. Unutmam zannettim fakat unuttum işte. Bu konuşmamdan sonra, müfettişin başı önüne düştü. Bir müddet düşündü hiç cevâb vermeden.: “İyi geceler Beyler!.” dedi, yatmaya odasına çıktı. Ben ve diğerleri de odalarımıza çekildik. Tam yatağa girdim başımı yastığa koydum, kapı çalındı ve içeri Ankara Otel’inin sâhibi geldi.: “İsminiz nedir?” dedi. "Ahmet Kılıçaslan" dedim. “Hayır siz Kılıçaslan değil, “Arslanmışsınız!” izin verirseniz alnınızdan öpeceğim!.” dedi. “Aman Efendim!.” dedimse de, geldi alnımdan öptü. Ve.: “Sizi buraya ALLAH gönderdi. Bu Müfettiş on beş gündür bu otelde kalıyor. Geldiği günden beri İslâmları sıkıştırıyor. Müfettiş diye de bir şey söyleyemedim. Çok bunalmıştım. Bundan Sonra artık, konuşamaz. Siz bir güzel susturdunuz!.” dediler.
Bu hikâyeyi döndükten sonra, Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri’ne anlattım.
“Oğlum, böyle bir yerde sıkışırsan, beni çağır ben derhal yetişirim. Sen aç ağzını konuş, biz seninle cevâb veririz!.” dediler.
ALLAH gani gani Rahmet eylesin âmin!.
Şimdi anladınız mı, konuşanın kim olduğunu?.


İZMİR'e ÇALIŞMAYA GİDECEKTİM.:
Ankara Elmadağ Çimento Fabrikasından ayrılmıştım. Baba Sanatı deri tabaklama üzerinde çalışıyordum. Kürk Derilerini tabaklıyor Ulus'taki bir kürkçüye satıyordum. O kürkçünün İzmir'de, Kürk Deri Fabrikası varmış, onunla anlaştık maaşlı olarak çalışacaktım. Valizimi herşeyimi hazırladım. Ertesi sabah yola çıkacaktım. O gece Hocam rüyâmda geldi bana bağırarak.: “İzmir’e gitmeyeceksin!.” dedi. [Hocam Almanya'da idi] Türkiye'de değildi. Uyandım kalktım sabah namazını kıldım. Hanım da kalktı kahvaltımı hazırladı kahvaltı yaparken.: “İzmir'e gitmiyorum vazgeçtim.” dedim. Rahmetlik Hanım.: “Zâten senin ipinle kuyuya inilmez ki!.” dedi. "Hocam geldi rüyâmda İzmir'e gitmeyeceksin!." dedi diye söyleyemezdim ki...
“O rüyâ, rüyâda her şey görülür sen yoluna devam et, git!.” diye ısrar edeceğini biliyordum da ondan söylemedim. Hocam'ın benim İzmir'e gideceğimden haberi yoktu ki..
Benim İzmir’e gideceğimi nereden bildi?. Onlar bilirler, Almanya'da da olsalar bile her gün mânevî uçaklarına binip gelirler bizleri kontrol ederler. Hâttâ konuştuklarımızı dinlerler. Onlar bizi görürler ammâ biz onları göremeyiz bu durumu gel de, karşındakilere anlat anlatabilirsen..


ANKARA ASLANHÂNE CÂMİİNDEKİ VAAZI!.:

Mübârek Hocam Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh. 1969 yılı Ramazanında Terâvih namazından sonra, bir ay ramazan boyunca Ankara Aslanhâne Câmii şerifinde vaaz ettiler.
Ankara Aslanhâne câmiinde vaaz izni alınınca, Şeyh Taceddin Eskişehir'de Hocamın rüyâsına girer.: "Ankaraya gelince benim câmimde de vaaz eder misin?.” der. Hocam.: “Hangi câmi?.” diye sorar. O da.: “Tâceddin Câmii.” der.
Hocam Ankara'ya gelince ilk vaazını şeyh Tâceddin Câmiinde yapar. Rüyâsında gelen Şeyh Tâceddin de gelir cemâatin arasına oturur. Hocamın vaazını sonuna kadar dinler. Duâdan sonra kaybolur gider. "Kocatepe'deki Hırdavatçı Muharrem Beyle de bu vaazdan sonra tanıştık, ahbablığımız hâlâ devam ediyor" dediler.
Her Ramazan Gecesi terâvih namazını, Mamak Çarşı Câmiinde kıldıktan sonra, hemen bir taksiye atlar. Aslanhâne Câmiine vaaz dinlemeye gelirdik..
Hocamın Aslanhâne Câmiindeki vaazlarını ben hiç kaçırmadım. Havanın karlı ve kış olmasına rağmen 30 Ramazan devamlı câmiye geldim ve bu vaazdan 240 maddelik notlar aldım. Diğer arkadaşlarım da hemen hemen devamlı geldiler..

Mamak’tan Kâzım Okan Bey (Rahmetli oldu) Sabri Türker Bey (Rahmetli oldu) Yaşar Çetinkaya, Postacı Abdullah Bey, Zabıta Komiseri Ahmet Bey, Remzi Kasımcan, Vaazlarını dinledik Polis Hüseyin Ayırgan da hem dinledi hem de teybe kaydetti. Sanki gölgesi gibi kendilerini tâkip etti ve hizmet etti. O da, Hocamdan kısmeti kadar aldı. O koskocaman Aslanhâne Câmii tıklım tıklım dolardı. Vaaz bittikten sonra kısa bir Kur'ÂN-ı Kerîm okuturdu. Kürsüden inerlerdi. Kürsüden inerdi ammâ; bütün câmi cemâati her gece kesintisiz sıraya girerler Hocam mübâreğin ellerini öperler onun hayır DUÂsını alırlardı. Ramazan kışa rastlamıştı. Hava soğuktu. Hocam Kızılay'da bir otelde kalıyordu.
Terâvihten sonra da Ankaralılar Hocamı evlerine dâvet eder götürürler bâzı evlere bizleri de götürürdü..

Resim

RESiM-8
Hocam Câmi Kürsüsünde Vaaz Verirken..
“Ahmet!. Kim çekmiş bu resmi ben ben de yokken nasıl yakalamış beni haberim olmadan?.”
Opr. Dr. Münir Derman..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

HİÇ ABDESTSİZ GEZMEMEK.:
Yine bir akşam Mamakta terâvih namazını kıldıktan sonra, beş arkadaş bir taksiye atlayıp Aslanhâne Câmiine geldik.
Aslanhâne Câmii Ankara'da Saman Pazarı’ndadır. At Pazarı’na çıkarken sağdadır. Taş yapı tarihi bir câmidir. İçeri girip vaaz kürsüsünün yakınına oturduk. Hocam abdestin faziletinden bahsediyordu. Bir ara coştu da.: “ALLAH Rızâsı için abdestsiz gezmeyin!.” dedi.
Dedi ammâ biz beş arkadaş birbirimizin yüzüne baktık. Ve dedik ki.: “Bize abdestli gezmek farz oldu!.” Biz böyle konuştuktan sonra, kürsüden bizleri duymasına imkân yokken.: “Bu söylediğimi ise, bu câmide, yalnızca beş kişi anladı!.” dediler.
Bizler ise, bu konuşmasından sonra hayretler içinde kaldık. O geceden itibaren de bu beş arkadaş, yâni İslâm Kardeşler hep abdestli gezmeye başladık hâlen de devâm ediyoruz. ALLAHımız'a ne kadar şükretsek azdır.

HAKk, Hocamızdan râzı olsun, gani gani Rahmet eylesin âmin...
Abdestimiz nerede bozulursa bozulsun, kolları sıvayıp hemen oracıkta toprakla teyemmüm yapıyoruz. İster sokak, ister kalabalık cadde olsun.
Hocam dedi ki.: “Çevreden sizi görenler ne yapıyorsun arkadaş?.” derlerse, siz de onlara.: “Daha dün tımarhâneden çıktım!.” dersiniz. “Onlar sizden korkar kaçarlar!.” diye bize tenbih etti, Soran olmadı ya, çok dikkatli bakanlar oldu. Şâyet sorarlarsa öyle diyeceğiz emir bu. “Oğlum, "deli olmadan velî olunmaz" "halk yanında deli, HAKk yanında Velî" bu hiç değişmez!.” dediler...
Zâten Hocanın kendisine de Eskişehirde “Deli Doktor” derlerdi. Bu yol böyle bir yoldur..


Resim
EDEBDEN BAHSEDERKEN de ŞU MİSÂLİ VERDİ.:
“Bilir misiniz Dünyada en çok yaşayan hayvan hangisidir?”
Dedi ve devam etti.: “Kara Kargadır 300-400 yıl yaşarlar (şâyet bir avcının tüfeğine hedef olmassa) Neden bu kadar yaşar diye sorarsanız? Kara kargaların çiftleştiğini hiç kimse görmemiştir. Çünkü onlar gece karanlıkta hiç kimsenin olmadığı yerde çiftleşirler. Onun için de uzun ömürlüdürler.
Eğer siz de cimâ yaparken, gece üzerinize bir çarşaf örtüp, kendinizi meleklere bile göstermezseniz ömrünüz uzun olur.
Bilir misiniz ki? "Serçeler" her yerde herkesin içinde çiftleşirler de onun için ömürleri 2-3 yıldır. Unutma bunu!...” (Edebden dolayı)


Resim

AY'a AYAK BASMA!.
1969 yılında Amerikalılar aya insan göndermeye hazırlandıkları sıralarda idi:
Eskişehir'e gitmiştim: Hocam Mübârek Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri Rahmetullâhi aleyh ile görüştüm. Porsuk Nehrinin kenarında koluma girdi geziyorduk. Bir ara kenardaki korkuluklara ayaklarımızı dayadık. Hem Porsuk Nehrini seyrediyor hem de konuşuyorduk.
Hocam.: “Amerikalılar bir kaç güne kadar Aya ayak basacaklarını söylüyorlar.”
“Ayda insan, yani hayat var mı?” dedim. “Yok oğlum, Ay’ın kıyâmeti koptu dedi. Ay’da hayat yok, çünkü Ay’da hava yok, su yok!.” dediler.
"Ay’da hayat olsaydı, Cenâbı ALLAH; Peygamberimiz’in "Şakku’l- Kamer” Mu’cizesini kabul etmezlerdi. Biliyorsunuz Ay iki parçaya ayrıldı ve tekrar birleşti. Şakku’l- Kamer Mu’cizesi Arabistan'da meydana gelirken, İstanbul'dan (Konstantiniyyeden) de görüldü. Ayın iki parçaya ayrıldığını, sonra tekrar birleştiğini gördüler. Çok şaşırdılar. Şu ÂNda bile, çekilen ayın fotoğraflarında da birleşen Ek Yeri görülmektedir.” dediler.

Hocamın; birkaç güne kadar Ay’a gidileceği bir zamanda, başka bir deyimle, herşeyin ayan beyân ortaya çıkacağı bir ÂNda. Meydan okurcasına.: “Ay’da hayat yoktur!.” demesi, Hocamın ne büyük bir Âlim. Ne büyük bir Velî olduğunun isbâtı olsa gerektir.
Birkaç gün sonra, Amerikalılar aya gittiler ve dünyaya ilân ettiler ki.: "Ay’da hayat yoktur, Ay’da su yok, Ay’da hava yok bunlar olmasa, nasıl hayat olsun ki?
Burada şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Ay’da hayat olmadığı gibi, diğer yıldızların ve gezegenlerin hiç birinde hayat yoktur. Oğlum; boşuna uğraşıyorlar uzaycılar!.”
dedi.
Bunu da; Dünya Astronotları ve Uzaycıları böyle bileler!...
Pîrî Reis Haritasını nasıl çizdi ise, Hocam da uzaydan haber veriyor bizlere, konuya biraz da bu yönden eğilmelidir?.


Resim
DENİZLİ'deki VAAZI!.:
1970 yıllan idi: Opr. Dr. Fahri Beyin dâvetlisi olarak, Ramazan Ayı’nda, vaâz vermek üzere Denizli'ye gitmişler. Bir Ramazan boyu Denizli'nin bir Selâtin Câmi’inde, yine Terâvih Namazı’ndan sonra, vaaz vermeye başlamışlar. Bizler bu durumu bilmiyorduk. Hocamızı Eskişehir'de zannediyorduk.
Ramazanın Haftası idi: Arkadaşımız Yaşar Çetinkaya.: “Hocamızı ziyârete gidelim!” dedi. Beş arkadaş sözleştik. O zaman, Yaşarın Kocatepe Takside çalışan, siyah bir Şevrole taksisi vardı. Mehmet Kardeşimiz taksiyi kullanıyordu.
Bu taksiyle Yaşar Çetinkaya, Kâzım Okan, Sabri Türker (son ikisi rahmetli oldular) Ahmet Alan ve Ahmet Kılıçaslan Hocamızı ziyâret için Eskişehir'e hareket ettik. Vardık ki Eskişehir'e Hocamız Denizli'ye gitmiş, bir haftadır da oradaymış. Derhâl Denizli'ye gitmek üzere hareket ettik. Top atılma sıralarında Pamukkale'ye vardık. Oradan da Denizli'ye geçtik. İftarımızı bir lokantada açtıktan sonra, Hocamız’ın kaldığı otelin adresi vardı elimizde, yerini sorduk, elimizle koymuş gibi kaldıkları oteli bulduk. Hocam otelin dinlenme salonunda oturuyorlardı. Asker usulü tek sıra olduk, en öne her nedense beni sürdüler, içeri girdik, ve Hocamın önüne geldik. Ben selâm verdim. Hocam mübârek şöyle başını bir yukarı kaldırdı. Bizleri görünce.: “Vay siz mi geldiniz?” dedi. Ayağa kalktı. Sırayla ellerini öptük. Ramazanlarını tebrik ettik. Oturduk. Yengemiz Cahide Hanım da oradaydılar. Onun da elini öptük dünyalar onların olmuştu.
Hocam gelen Denizlilere.: “Bak bunlar tâ Ankaradan arabalariyle benim ziyâretime gelmişler, Bunlar benim çok yakınlarım ve sevdiklerimdir.” diye bizleri gelenlere takdim ettiler..
ALLAH ondan râzı olsun, ALLAH rahmet eylesin. Hep beraber câmiye gittik. Ezan okundu terâvihi kıldık. Hocamız kürsüye çıktılar. Nefis bir vaaz ettiler. Bizlerde câmide olduğumuz için, coştu da coştu dinledik. Otele geldik birer çay daha içtik izinlerini istedik, gece Denizli'den Ankara'ya yola çıktık. Arkamızdan okudular.: “Yolunuz açık olsun!.” dediler, ayrıldık. Sabah namazını Ankara'da kıldık...
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Resim ÇİLİNGİR BAHATTİN'İN DÜKKANI!.:

Çilingir Bahattin Uydurucu Kardeşimiz, Hocamızı çok sevenlerdendi. Hocamız da onu severlerdi. Bahattin Bey Hocamla dükkânında bir köşe yapmış, bir koltuk koymuş, önüne de küçük bir masa Hocam; mesâi bitip hastaneden çıkınca, onun dükkânına gelir, başını dinler, istirahat ederdi. O küçük masada yazar çizer otururdu. Ayrıca kendisini sevenler, arayanlar Hocamı orada bulur. Sohbet eder, sıkıntılarını giderirler. İlminden istifâde ederlerdi..
Bu dükkân Çarşı Câmii’ne çok yakındı. Hemen sağ karşısında idi. Buraya “Taşbaşı” da derlerdi.
Hocam Bahattinle berâber, o dükkânda 400 saatlik konuşma bandı doldurmuşlardır..
Bahattin Bey'e ricâ ettim de bana 20 saatliğini çekip göndermişlerdi. Hocamın kendi seslerinden şimdi bu dükkân, kitapçı dükkânı oldu. Dini kitaplar satıyorlar. Bahattin Bey de, İzmit Gölcük'te kardeşi vardı. Gölcüğe gitti. Taşbaşı’ndaki dükkânını da kitapçıya kiraya verdi.
Bende de Hocamın kendi sesinden bir kaç tane bantları var. Bilhassa Ramazan Geceleri müsâid olduğu için onları dinlerim. Sanki Hocamla başbaşa konuşuyormuş gibi oluyor..

Bir gün, Çarşı Câmiinden ikindi namazını kılıp çıkan cemâati göstererek.: “İyi bak oğlum!. Adam 40 senedir câmiye koşar gelir, güyâ namaz kılar, Ammâ yüzlerinde NÛR-u İLÂHî yok!.” dediler.
“Çünkü bu cemâatin yüzde sekseni namaz kılmıyor. Namazla alay ediyorlar. Câmi âdâbını bilmezler. Okudukları sûreleri yanlış okurlar. Tâdil-i Erkânı, bilmezler!. O zaman ne oluyor? Yat yuvarlan!. Bu; MÂZALLAH, namazla alay etmek olur ki, onun için yüzlerinde NÛR yok!.” dediler.
O günden beri de, ALLAH bana da o hasleti verdi. Birilerinin yüzüne bakarak, onun nasıl bir yolda olduğunu görebiliyorum. Ammâ söylemem o da bende sırdır..
Sonra Hocam emekli oldu. Ankara'ya geldiler oradan da Almanya'ya gittiler.
Bahattin Bey de dükkânını kiraya verdi Gölcüğe gitmişti. Şimdi neredeler bilmiyorum..

Resim MÜBÂREK HOCAM’ın ÂİLESİ.:

Bu arada Hocamın Kızı Ayşin Hanımefendi büyüdüler. Fransız Kolejini bitirdiler. Evlendiler. İstanbul'a gelin gittiler. bu evlilikten nur topu gibi bir kızları dünyaya geldi. Hocam adını “Gülbânu” koydu. Gülbânu da büyüdü Ankara Kolejini bitirdi..
Bu arada Ayşin Hanımefendi birinci eşinden ayrıldı. İkinci bir evlilik daha yaptı. İkinci evliliğinden de nurtopu gibi iki kızı dünyaya geldi. Hocam Mübârek bu torunlarının da isimlerini kendisi koydu. “Feryal” ve “İsrâ”. MAŞALLAH bu iki torunu da büyüdü. Her ikisi de Ankara Kolejinde okuyorlar..

Hocamın ilk torunu Gülbânu Hanımefendi bir psikologla evlendiler. Gülbânunun da nur topu gibi bir oğlu dünyaya geldi. Câhide Yengemizin de, Kızı Ayşin Hanım’ın bir bankada çalışmasından dolayı torunlarının büyümesinde yetişmesinde çok emeği geçti. Câhide Yengemiz de çileli bir hanımdır..
“Çileli insanların mânevî yönleri de kuvvetli olur!.” derler ya. Hocam Mübâreğin Almanya’da iken gönderdiği bir mektubunda.: “Yengeniz de çok çileli birisi, onun için o evliyâ bir kadındır. Yengenize hürmet edin, onun DUÂsını alın!.” demişlerdir. Son zamanlarda bana da DUÂ etmeye başlamıştı..

Ne hikmetse 1981 yılında her iki elinin parmaklarında bir ağrı başladı. Bu ağrıyı on yıldan fazla çekti parmaklarındaki ağrılar dayanılmaz derecedeydi. Bir türlü tedâvi de edilemedi, Ne Almanya’da ne Türkiye'de tedâvi imkânı bulunamadı. Onun ıstırabı, ona yettiği için “Çileli Hanım” dedim. Hangi evliyâ var ki çile çekmiş olmasın, çileli olmasın...
Hocamın vefâtından, iki yıl on dört gün sonra, yengemiz de Rahmeti Rahmana kavuştu. Memlik köyüne Hocamın kabrinin yanına defnedildi.
ALLAH rahmet eylesin âmin!..
Not.: Bu yazımı Câhide Yenge’nin sağlığında kâleme almıştım.


Resim
RESIM 9..

Resim ÖĞRETİM GÖREVLİSİ.:

Hocam mübârek Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) rahmetullâhi aleyh, Eskişehir Ticâri ve İktisâdî İlimler Akademisinde 1965-1971 yılları arasında, Öğretim Görevlisiydi. Bilhassa 1968 yılından sonra, öğrenci olayları başladı. Zaman zaman öyle olaylarla karşılaşıldı ki, Hocaları derslere sokmadılar. Akademinin İdâri Bölümleri işgâl edildi. Dersler tamamen durdu. Bu kargaşada, kimse kimseye söz dinletemez oldu.
Bu durumlarda okula Hocamı çağırırlardı. Hocam gelir, Akademinin balkonundan öğrencilere hitâb eder. Konuşma yapardı. Ne hikmetse öğrenciler dağılır, yurtlarına ve evlerine çekilir giderlerdi. Hocam.: “Bunun sebebi hikmeti nedir?.” diye sorduğumuzda.: “Oğlum ALLAH beni onların gözüne Arslan gibi gösteriyor, içlerine bir korku düşüyor ve dağılıyorlar!.” demişlerdi.
Hiçte öğrencilere hitâp ederken, yumuşak sesle konuşmaz, onlara bağırır onları tehdid ederek konuşurlardı.: “Zâten bana, mânevîyattan "Celâlli OLmak" verildi buyurmuşlardı...
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Resim ESKİŞEHİR'de SEL FELÂKETİ!.:

1955 senesinde Porsuk Çayı kabarmış ve taşmış. Eskişehir'in cadde ve sokaklarını seller basmış, büyükler ve çocuklar sel sularında sürüklenmeye başlamışlar. Hocam Mübârek Dr. Münir Derman Hazretleri paçaları sıvamış sel sularının içine dalmış. Hem suda sürüklenen insanları tutup çıkarmış hem de bir taraftan devamlı Âyete’l- Kürsîyi okumuş.: “Tam 350 adet Âyete’l- Kürsî okuduğunu” söylediler. Bu sel felâketinin bir an önce durması için ALLAHa DUÂ etmişte, ALLAHın izniyle felâket Eskişehir’den kalkmış.


Resim BİR FÂKİRE YARDIM!.:

Hocam bir sabah, Eskişehir'de hastaneye giderken gözü fâkir bir adama ilişmiş, hava hafif hafif yağıyor, yollar çamur, bu fâkir yalın ayak, ne ayakkabıları var ne de çorapları. Fâkir adamın yanına varmış. İkisi bir köşeye oturmuşlar. Hocam cebinden mendilini çıkarmış, fâkirin bir ayağını silmiş, sonra kendi ayaklarını ve çoraplarını çıkarmış, önce çorabı sonra ayakkabıyı giydirmiş, daha sonra, öteki ayağını da silmiş, yine çorabı ve ayakkabıyı giydirmiş.
Fâkir adama.: “Tamam oldu mu demiş?” Adam da.: “Oldu, ayaklarım ısındı!.” demiş. “Kalk şimdi hadi işine git!.” demiş ammâ, bu sefer de kendisi yalın ayak kalmış yağmurlu, çamurlu yollardan evine gelmiş. O çamurda yalın ayak yürüdüğünü gören Eskişehirliler.: Dr. Münir Derman'a ne olmuş?.” diye, hayret ve şaşkınlıklarını gizleyemiyerek bakmışlar. Bâzıları da.: Doktor kafayımı bozdu acaba?!.” gibi lâflar etmişler.
O mübârek İnsan, kimseye aldırmamış cevâb bile vermeden evine gelmiş.
Evinde ayaklarını yıkayıp başka çorap ve ayakkabılarını giymiş, hastaneye görevine gitmek üzere evinden ayrılmış...


Resim KÖSELEYİ ÇİVİLETMESİ!.:

Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh, Eskişehir Devlet Hastanesinde, 22 sene bilfiil görev yapmışlardır.
“Hergün Hastaneye giderken, yolumun üstünde, köşe başına oturmuş, ayakkabı tâmir eden eskici Mehmet Usta vardı. Kendisine selâm verir geçerdim. Bir sabah baktım ki, eline çekici almış boş örsün üstüne çekiç vuruyor. Durdum selâm verdim selâmımı aldı, yanına oturdum. Tâmir ettirecek bir şeyim yoktu. O anda düşündüm, karşılıksız çıkarıp versem hem almaz, hem de gönlü incinirdi.: “Mehmet Usta dedim bir kösele parçası var mı?” “Var.” dedi. “Bana bir parça lâzım dedim. Çıkardı verdi. Köselenin üstüne kâlemle bir dâire çizdim. Dedim ki, bu çizginin üstüne sık aralıklarla en küçük çivilerden çak!.” târif ettim. Sık aralıklarla o köseleye çivileri çaktırdım. “Oldu mu?.” dedi, “Gâyet güzel oldu!.” dedim ve çıkardım beş lira verdim. Doktor Bey beş lira çok verdin!.” dedi. “Kalsın üstü!.” dedim ayrıldım, Sonra o parçayı çöp kutusuna attım!.”
Yapılacak bir yardımın bir gerekçeye dayandırarak yapılması gerektiğini anlatmak istediler. Yapacağımız yardımları, karşı tarafın gönlünü kırmadan ve incitmeden yapmamızı bize öğrettiler.


Resim ERCİŞ OTELİNDE!.:
1970 yılları idi. Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh, Ankara'ya geldiler, O zaman İtfâiye Meydanında Erciş Oteli vardı. (Şimdi yol açmak için yıktılar) O Otelin Müdürü Sabri Türker Ağabeyimizdi (Rahmetli oldu) Hocamız’a otelden özel oda ayırdılar. On gün kadar Hocam Ankara'da kaldılar. Aşağı yukarı ben hergün, Mamak’tan otele geliyordum. “Bir emri bir isteği olup olmadığını” soruyordum. Bir pazar sabahı otele gittim. “Bir emriniz var mı Hocam?.” dedim. “Bana bir kalıp Hacı Şâkir sabunu al gel.” dediler. Parasını da verdiler. Pazar olduğu için dükkânlar kapalı. İki büfe açıktı onlarda da Hacı Şâkir sabunu yoktu. Lüx sabunu aldım geldim. Lüx sabununu kabul etmedi, “Bana Hacı Şâkir bul.” dedi. Tekrar aradım bulamadım. Paksoy sabunu aldım, geldim. Onu da kabul etmedi. Bana bağırdı. Tekrar gittim, bir ara sokakta, mahalle bakkalında Hacı Şâkir sabunu buldum. Götürdüm. Aldı kullandılar. “Oğlum bu Hacı Şâkir sabunu sabunların en iyisidir. Ben devamlı bu sabunu kullanırım!” dediler. Ondan sonra ben de hep Hacı Şâkir kullanmaya başladım. Sizler de Hacı Şâkir kullanın tavsiye ederim. Ben çok memnunum...


Resim OKUNAN AYNI ÂYETİN ÜÇ AYRI MÂNÂSI.:

Erciş Otelinde; Hocamın odasında, dört arkadaşla birlikte Hocamın sohbetindeydik. Yaşar Çetinkaya, Sabri Türker ve bendeniz Ahmet Kılıçaslan, bir arkadaş daha vardı şimdi adını hatırlayamadım.
Hocam Mübârek Kur’ÂN’dan bir âyet okudular (Hz. Musâ Aleyhiselâma ait bir âyetti)
“Bu okuduğum âyetin birinci mânâsı (anlamı) şudur.” dediler ve izâh ettiler. İyice anladım.
Aynı âyeti tekrar okudular. Bu defada aynı âyetin ikinci mânâsını verdiler. Anlamakta zorlandım. Tekrar aynı âyeti üçüncü defa okudular. Aynı âyetin üçüncü mânâsını verdiler. O zaman benim kafam karıştı. Beynim uyuştu sanki, apdallaştım âdetâ…
Dediler ki.: “Şâyet bu âyetin dördüncü mânâsını anlatırsam hepiniz “ALLAH!.” diye bağırır, camları kırar, kendinizi caddeye fırlatır atarsınız!” buyurdular. “Onun için dördüncü mânâsını sizlere anlatmayacağım!.” dediler.
Mübârek Hocam; Ledünn (Bâtın) İlmini bilir. Her âyetin yedi mânâsını verebilecek kuvvet ve kudrette İlim Sâhibi, bir ALLAH Dostu, Büyük Bir Velî idiler.
“Okunan âyetin verilen üçüncü mânâsından sonra, benim kafam karıştı. Aptallaştım!.” demiştim ya, bir hafta aptal ve salak gibi dolaştım. Bir şeyi, bir yere bırakırsam unutuyordum. Bazı şeyleri hatırlamıyordum.
Maden Tetkik ve Arama Enstitüsünde çalışıyordum. Mesâi arkadaşlarım.: “Ahmet Bey siz de bir şey var, unutkan oldunuz bir doktora gitseniz!.” dediler. Ben de espri yaparak.: “Ben doktordan geldim de onun için böyle oldum!.” dedim. GüLdüler, ammâ bir şey anlamadılar. Ancak bir hafta sonra kendime geldim. Normale dönebildim, işte burası da böyle ağam...
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Resim GENÇLİK PARKI'ındaki GEZİNTİMİZ!.:


Mübârek Hocam; Erciş Otelinde iken arkadaşlar, Hocamdan ricâ ettik.: “Ankara Gençlik Parkı'nda döner yiyelim.” dedik, kabul ettiler. Yine beraberinde Yaşar Çetinkaya, Sabri Türker, Hüseyin Ayırgan ve ben vardım. Bir de adını hatırlayamadığım o arkadaş vardı.
Arkadaşlarla beraber Hocamızı almaya geldik. Mübârek Otelde pantalonunu ütülüyordu. Bitti giyindi, otelden dışarı çıktık. Hava çok bulutlu idi, gök gürlüyordu, iri yağmur damlaları düşüyordu.
Mübârek başını havaya kaldırıp.: “Sırasımı şimdi yâni, pantolonu yeni ütüledik.” dediler, yürüdük yağmur durdu. Gençlik Parkına gittik, iki saat dolaştık. Lokantasında hep beraber döner yedik. Hava bulutlu, ağıyor, dönüyor. Bir türlü yağmıyordu.
Bu arada Yaşar'ı tanıyan iki kişi yanımızdaki masada yemek yemişler. Yaşar Çetinkaya'ya takılmak lâf atmak istemişler fakat korkmuşlar.:
“Yanınızda iki metre boyunda, 150 kilo ağırlığında, pazuları bizim bacaklarımız gibi kalın birisi vardı. O adamdan korktuk da sana şaka yapamadık, adam bir tutsa bizi, armut gibi havaya kaldırır, havuza fırlatırdı. Doğrusu korktuk!.” demişler. Ertesi günü Yaşar'a telefon edip bunları anlatmışlar.
Yaşar da o adamın üzerindeki elbise nasıldı demiş. Târif etmişler.: “Bej bir pantolon ve kısa kollu bej bir gömlek vardı, elinde de bir çantası vardı!” demişler.
“Târif ettiğiniz şahıs, bizim Ahmet telefon ederim. Mesâiden çıkınca gelir. Sizde görüşelim.” demiş. Yaşar telefonla beni aradı. Ben de mesâi çıkışı gittim. O arkadaşlar da geldiler. Beni görünce şöyle dediler.: “Evet bu arkadaşa benziyordu, ammâ, bu değil, o korkunç bir adamdı!.” dediler.
Demek ki Hocam beni insanların gözüne arslan gibi göstermişti.
Bizleri rahatsız edenler olmasın diye. iki üç saat gezdikten sonra otele döndük. Bizler daha kapıdan girer girmez. Bardaktan boşanırcasına yağmur başladı.
Mübârek Hocamızın iki ayrı kerâmetini o gün görmüş olduk.
Hocam, Tasarruf Ehli Mârifet Ehli, Büyük Bir Velî idi...
ALLAH himmet ve şefâatinden mahrum etmesin âmin!...

KAZ ÖLDÜRME HİKAYESİ!.:

ALACALI VAHİT, Çorum'un Alaca kazasından Kocatepe Taksi’de, taksi şoförlüğü yapardı. Hocam ise; Kocetepe Taksi bitişiğindeki hırdavatçı, Muharrem Beyin dükkânına haftada bir gider orada otururdu. Alacalı Vâhit, Hocamla orada tanışmış, taksiyle Hocamı oteline götürürmüş hülâsa ahbab olmuşlar. Alacalı Vâhid’in babası altı senedir felçten yatıyormuş, bizim Yaşar Çetinkaya'ya ricâ etmiş.: “Hocamıza söyle de, Hocamı taksi ile Alacaya babamı muâyeneye götürelim.” demiş, Yaşar da Hocama söylemiş, Hocam kabul etmiş, bir kaç gün sonra taksi ile Alaca'ya gitmişler.
Hocam Alacalı Vâhid’in Babasını muâyene etmiş ve sorular sormaya başlamış.: “Sen hiç hayvan filân öldürdün mü?”
“Öldürmedim!.”
“Avcılık yaptın mı?”
“Yapmadım!.”
“Bak iyi düşün bana ona göre cevâb ver!.” demiş.
Yine.: “Öldürmedim!.” diyence;
Hocam sinirlenmiş.: “Çek öyleyse!.” demiş.
Onun üzerine Vâhid'in Babası.: “Hâ çok zaman önce, Harman'da buğdaylara kazlar gelmişti. Ben de elimdeki sopayı kazın birine vurdum. O da ölmüştü. Bir bunu hatırlıyorum!.” demiş.
Hocam da kendisine okumuş.: “Âbdest al, ALLAH affedinceye kadar. her gün tövbe et ki ayağa kalkasın!.” buyurmuşlardır.
Hocamızın Himmeti ve Duâsı, hastanında tövbesi sonunda hasta iyileşmiş, felç hâli düzelmiş hasta ayağa kalkmıştır..

Resim
RESIM-10
Hocam Opr. Dr. Münir Derman bir Almanya dönüşü
uçaktan iniyor. Hanımı Cahide Yenge ile beraber.

ARABA KAZASI!.:

Mübârek Hocam Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh...
Almanya "İdstein“ de operatör doktor olarak çalışıyordu. Her sene bir iki defa Türkiye'ye gelir ve tekrar giderdi. Yine böyle bir gelişlerinde, önceden, telefonla gelecekleri günü ve saati bize bildirmişlerdi. Biz de kendilerini karşılamaya gittik. Hava kıştı: Karşılamaya gitmeden bir gün evvel bir rüyâ gördüm. Rüyâmda bir çaydan geçiyorum. Ayaklarım ıslanıyor, Derenin öbür tarafına geçince bakıyorum ki, sağ ayağımdaki yün çorap buz tutmuş. Onunla uğraşırken uyandım. “Hayır olsun!.” dedim. Ertesi günü, Hocamı karşılamıya arkadaşlar taksi tutup gittiler. Ben de kendi arabamla gittim. Esenboğa Hava Meydanına vardım. Bir müddet bekledik uçak geldi. Hocamıza.: “Hoş geldin!” dedikten sonra, arkadaşlarla Hocamlar iki taksi ile, Hocamın kızı Ayşın hanımefendinin evine gittiler.

O arada kar yağmaya başladı, yerde 5 cm kadar kar vardı. Ben de arkalarından hareket ettim, yarı yola geldim. O tarihlerde yollar çift yönlü idi, yolun kenarında da şimdiki gibi korkuluklar yoktu. Önümden bir kamyon geliyordu. Şaşırdım, sollasam geçsem karşıdan gelen kamyona çarpacağım, solamasam önümdeki durana çarpacağım. Durmak için fren yapsam yerde kar var araba kıç atıp kayacak. Çâresiz kaldım isteğim dışında, fren yaptım. (Hem de ikinci vites gidiyorum) fren yapar yapmaz sağdaki uçuruma yuvarlandım. Sağ elimi başıma koydum.: “Bismillâhirrahmânirrahîm. Yâ RABBî sen koru!.” dedim. Hem de attığım taklaları saydım. Tam 5 takla atmıştım. Derenin içine indim. Araba durdu. Nasıl durdu biliyor musunuz? dört tekerleğin üstünde durdu. Sağ kapı açılmıştı. Kendimi şöyle bir yokladım. Ayaklarımı ellerimi oynattım. Hepsi iyi ve çalışıyor, başımda da bir şey yok. Ön cam tuz buz olmuş şoför mahâllinin üstündeki saç başıma deyecek kadar eğilmiş fakat değmedi. Sol kapı açılmıyor. Sağ kapıdan indim. Benim takla attığımı gören arkamdan gelen bir işçi servis arabası durmuş işçiler benim yardımıma koşa koşa geldiler. Dereye indiler ALLAH hepsinden râzı olsun. Oradan bir taksiye atladım. Hocamın kızı Ayşin Hanımefendinin evine geldim. Hocam evde kendisini karşılamaya gelenlerle sohbet ediyordu. Ben durumu Hocamızın hanımı (Rahmetli) Câhide Yenge’ye anlattım. Bir ara.: "Bak Münir, Ahmet kaza geçirmiş arabası yolda derenin içine yuvarlanmış!.” dediler. Hocam da.: “Geçmiş olsun oğlum, dün gece seni rüyâmda gördüm.” dedi. Ve rüyâsını anlattı. “Ben hastanenin kapısında duruyorum, sen geliyorsun, acele acele hastaneye girip girip çıkıyorsun. Üç dört defâ girdin çıktın, hadi geçmiş olsun oğlum atlatmışsın!.” dediler.

Hocam Mübâreğin, önceden, bizlerle ilgili her hâdiseden (olaydan) haberi olurdu da hâdise olmadan bizlere DUÂ ederlerdi. Üç gün sonra, kurtarıcı ile, dereden arabayı çıkarttım, tâmirciye götürdüm de.: “Bu arabada kaç kişi öldü?” dediler. Araba hurdaya dönmüştü.
Yalnız sağ ayağım rüyâmda buz tuttu demiştim ya, sağ ayağım vites koluna çarpmış onbeş gün kadar aksayarak yürüdüm. ALLAHın izniyle o da düzeldi..

Resim
RESIM-11
Hocam Almanya’da Ren Nehri Kenarında..

MÜNİR DERMAN'ın TAY-yi MEKANI!.:
Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretler (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh şöyle derdi.:
"Bana bakanlar benim gövdemi görürler. Hâlbuki ben başka yerdeyim!.”...
Hocam aynı anda yetmiş ayrı yerde veya ülkede tecellî ederdi, görünürdü veya o ülkede bulunurdu...
Hocam Almanya'da idi orada bir hastanede doktorluk yapıyordu. Mamak'ta Abdullah Bey isminde Postacı bir arkadaşımız vardı. Bize geldi dedi ki.: “Geçen Cuma günü Hacı Bayram Veli Câmii'nde cuma namazı kıldım. Cuma namazından önce, Doktor Münir Derman vaaz ettiler, onu dinledim. ALLAH ondan râzı olsun!.” dediler. Sonra ilâve etti.: “Almanya'da değil miydi Hoca?.” Bizler.: “Evet!.” dedik. “Hoca geldi de neden geldiğini bana söylemediniz?” dediler. Bizler birbirimizin yüzüne baktık. Hoca Almanya'da geleceği zaman bize telefon eder. Biz onu karşılardık. Biz Abdullah Bey’e dedik ki.: “Sen yanlış görmüşsün, Hocamız Ankara'da değil!” dedik. Abdullah Bey.: “Yanlış görmeme imkân yok, 45 dakika hem seyrettim hem de dinledim!” dediler. “O zaman özel uçağı ile geldi, vaaz etti gitti!” dedik.
Onun özel uçağı (Tay-yi Mekândır) ışınnanmak ara sıra böyle kerametleri gösterirlerdi. Bâzen bizlerle karşı karşıya konuşurlarken, susarlar. Kendi kendilerine çok hafif sanki derinden gelen bir sesle konuşmaya başlarlardı. Ne dediğini anlayamazdık ammâ, durumu bildiğimiz için susar beklerdik.

Hülâsa; Hocam mübâreğin 500 mumluk lâmba gibi yüzü parlar. GüL Bahçesi gibi de mübârek vücutları kokardı...
Hocam tam bir Sîret-i Resûlullâhtı...
Çok küçük hediyeleri kabul ederdi. Bir kutu şeker, bir kilo tâhin helvası sâde olacak, onu çok severlerdi. Veya bir mendil, çorap gibi şeyler. “Oğlum tâhin helvasında, çöven var ülser bile olsan mideyi tedâvi eder!” derdi. Acı biberi çok severdi. Biberin en acısını yerdi. Hocamıza “cüşka” biber bulursak götürürdük. “Biber "C" vitâminidir. Biberde % 30 "C" vitâmini vardır. Biberi çok yiyin!” derlerdi. “Mânevî faydasını da söylemem!” derdi...
Tâhin helvasının üstüne kırmızı acı biber döker yerdi.: “İşte oğlum dünyada böyledir, acısı tatlısı bir aradadır!” derlerdi.
Muhtelif zamanlarda, muhtelif kişiler Hocama ev, dâire hediye etmek istediler. Hatta Ankara'da villâ bile hediye etmek isteyenler oldu. Ben biliyorum, katiyen kabul etmediler. “Minnet altına giremem, ben o minnet borcunu ödeyemem!.” dediler ve reddettiler. Sonunda kendisinin bir dâiresi dahi olmadan bu fâni dünyadan ayrıldılar.

Son zamanında, on sene kadar Ulucanlar da Hanecioğlu Otelinde kaldılar. Son iki yılda hastalandılar ciğerlerinden rahatsızlardı. Ankara Sanatoryum Hastanesinde yatarak geçirdiler. Bu fâni dünyaya Hastane odasında gözlerini yumdular. (2 Aralık 1989’da) kendi vasiyetleri üzerine, Ankara Yenimahalle İlçesi. Memlik Köyü Mezarlığında toprağa verildi. Kabri Şerifleri Memlik Köyü Mezarlığındadır, yüksekçe bir yerdedir.
ALLAH gani gani rahmet etsin şefaatlerinden bizleri mahrum etmesin âmin...
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

GÖZLERİNİN AMELİYATI!.

Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh Hocamızın; önce bir gözüne katarakt geldi. Katarakt gelen gözünü, Doktor arkadaşlarından göz mütehassısı (uzmanı) bir doktora Eskişehir Devlet Hastanesinde ameliyat ettirdi. Ameliyatı maâlesef başarılı olmadı o gözü kapandı görmez oldu. Aradan üç sene geçti. Bu defâ da öbür gözüne katarakt geldi, perde indi önünü zor görüyordu. Sonraları hiç görmez oldu. Bizler koluna girip götürüyorduk gideceği yerlere. İkinci gözünü ameliyat ettirmekten korktu veya çok iyi bir doktor bulmaya çalıştı ya da Almanya’da ameliyat olmak istedi. Almanya’ya gittiler. Almanya'da ameliyat için, teşebbüse geçmişlerse de, yirmi bin mark gibi yüksek bir ücret istemişler. Bu parayı bulmak Hocam için çok zordu. Hocam bu sıkıntı içinde iken, Hocam'a Almanya’ya 1.11.1982 tarihinde bir mektup yazdım. Bu mektubumu aynen aşağıya alıyorum.:

1.11.1982.. Eskişehir..
MEKTUP!
Mübârek Cânım Hocama:
Eskişehir'de Süleyman Bey ve diğer arkadaşlarla devamlı sizleri konuşuyoruz. Bu arada Almanya'dan birkaç mektubunuz geldi. Hiçte iç açıcı değildi. Çünkü, ameliyat olma imkânı yok diyordunuz. Dönecektiniz fakat, dönemediniz, İnşâALLAH bir ümit ışığı yanmıştır. Ameliyat olur gözünüz açılır da dönersiniz. Cânı gönülden arzumuz budur. ALLAH'a duâ ediyoruz.
Şâyet açılmazsa, göz nakli düşünülürse, Süleyman Bey, size gözünün birisini vermek istiyor. Bende öyle. İste cânım Hocam, gözümün birisini vereyim. Ne olur Hocam bunu benden esirgeme, seninle göreyim...
Hiç bir maddî imkâna sahip değiliz ki, katkıda bulunalım. Mal, mülk dünya gözümde yok, yeter ki sizin duânızı alalım. Âlimsiniz cânım Hocam dünyaya ışık saçtınız. Heyhât ışıkları göremiyorsunuz bu da sizin bahtınız. Sizi seven, size "Hocam!" diyenleri gönülden yaktınız. Yine çok duygulandım Hocam affedin bu oğlunuzu.
Hak râzı olsun sizden, çizdirdiniz, çizdiniz yolumuzu. Rüyâmda gördüm sizi oturuyordunuz yüzünüz bana dönüktü “Kelime-i Şehâdet” getiriyordunuz, Uyandım; uyanınca çok üzüldüm. Bir şeyler yapamamanın ıstırâbı içinde yandım kavruldum...
Rahman ve Rahim olan ALLAH, yardımcın olur İnşâALLAH, o gurbet diyarında sizlere..

Aslan Yenge’cim siz nasılsınız. İnşâALLAH sıhhatiniz yerindedir. Ellerinizi Hocam tedâvi etmiştir. Aman Yenge’cim kendinize iyi bakın. Mübârek Hocamın bu dünyada "Elinin değneği sırtının gömleğisiniz” Yenge’cim Ayşın Hanım ve GüL için, bir isteğiniz varsa, elimden geldiğince yerine getirmeye çalışırım.
Mübârek Hocama, size selâm sevgi ve hürmetlerimi yollar. Her iki ellerinizden huşu ile öperim.
Bâki Hüdâya emânet olunuz.
Süleyman Aksaz Bey de, hürmet ve selâmlarını yollar ellerinizden öperler.

Oğlunuz
Ahmet Kılıçaslan

İmza..


Almanya'da ameliyat olamadı; Almanya'dan döndüler. Türkiye'de ameliyat oldular. Rabbi Taâlâ'ya sayısız şükürler olsun ki, o gözü açıldı görür oldu. O bir gözle vefâtına kadar idâre ettiler.
Öyle mübârek ki hiçte şikâyet etmezlerdi.: “Oğlum bir şeye sıkılırsanız benim hayatımı gözünüzün önüne getirin, beni düşünün sıkıntınız kalmaz!.” derlerdi. Celâlli olmasına rağmen en büyük sabır onda idi. Onun sabır karşısında sabır erir yok olurdu...


Resim

ALMANYA’da PAPAZLA ARKADAŞLIĞI!.

Bu bahsi; "GÜRÜLTÜ ARMONİSİ” kitabımın ikinci kısmında yazmıştım. Mühim olduğu için, bu kitaba da alıyorum.
Mübârek Hocam, Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh Almanya İdstein de, bir hastanede doktorluk yaparlardı, her sabah hastaneye giderken, yolunun üstündeki kiliseye uğrar, papazla sohbet edermiş, bâzen de kilisede âyin olurmuş onu da, kilise kapısından seyredermiş. Bir sabah da çocuklar, Meryem Ana için, şarkı söylüyor, âyin yapıyorlarmış, yine kapıda durmuş seyretmiş, çocukların âyinine gözleri yaşarmış, o gece hastaneden dönmüş namazını kıldıktan sonra, yatmadan bir Yâsâin-i Şerif okumuş, İsâ peygamberin (aleyhisselâm) Annesi Meryem Ana'nın ruhuna hediye etmiş ve yatmış..
O gece Kilisenin Papazı bir rüyâ görmüş, rüyâsında, İsâ Peygamber Aleyhisselâm gelmiş, Papaz Efendiye şöyle söylemiş.: “Hani buradan geçen bir Türk Doktor var ya. O bu gece Anamın Ruhu’na Kur’ÂN okudu. Ve hediye etti. Ben o doktordan çok memnun oldum. Benim selâmımı o doktora söyle. Benim için ona teşekkür et!.” demiş.
Papaz Efendi gece uyanmış, İsâ Aleyhisselâmı rüyâsında gördüğü için, çok sevinmiş, gözüne uyku girmemiş. Hocam Münir Derman Hazretlerinin yolunu beklemiş. Hocam’a gece gördüğü rüyâsını anlatmış ve İsâ Aleyhisselâmın selâmını, teşekkürünü iletmiş. Arkasından şunu ilâve etmiş.: “Doktor siz ne kutlu insansınız ki, benim yıllarca görmediğim Peygamberim İsâ ile görüşmeme sebeb oldunuz!.” demiş. Yere iki diz üstüne oturmuş, Hocamın ayaklarını öpmüş.
“Aman Papaz Efendi kalk ayağa, ben de bir şey yok, ben de âciz bir kulum. Bu gece, Kur’ÂN okumuştum demek ki İsâ Aleyhisselâm memnun olmuşlar. Hepsi o kadar!.” demişler. . .
Bu hâdiseden sonra; Papaz Efendi, her sabah Hocamın yoluna çıkar, selâm verir. Hocama hayırlı sabahlar dilermiş..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

HOCAmın HIZIRLA KONUŞMASI!.:

Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh.
Almanya İdstein’de, bir hastanede görev yaparken, ev ile hastane arasını, sabah ve akşam dâimâ yürüyerek gidip geliyor.
Oturduğu ev ile hastane arası tam yarım saat yürüyerek, bu yolun bir kısmı orman içinden geçiyor. Yine bir sabah kalkıyor sabah namazını kılıyor. Alaca karanlıkta yola düşüyor. Ormana dalıyor. Yan yola geldikten sonra, karşısına, uzun boylu, ince yapılı, saç ve sakalı ağarmış, sert mizaçlı bir zât çıkıyor. Selâm veriyor Hocam selâmı alıyor. Lâkin şöyle bir irkiliyor. Gelen zâtın heybetinden, yerinde durup kalıyor, Hızır Hocamın biraz korktuğunu anlayınca, ismi ile hitâb ediyor.: “Korkma Münir ben Hızırım. Seninle biraz sohbet etmek için geldim!.” deyince Hocam biraz ferahlıyor. Ormanda hem yürüyorlar hem konuşuyorlar.
Hızır diyor ki.: “Son zamanlarda çok üzülüyor ve ağlıyorsun, biliyorum mânevî yükün çok ağır. Şâyet çekemiyeceksen bu dünyadan öbür tarafa göçmeyi isteyebilirsin, bu dünyada kaldığın müddetçe de benden yardım isteyebilirsin!.” der...
Hocam Müâberek de.: Cenâbı ALLAH benim hâlimi biliyor. O isterse yardımcı da gönderir. Ondan başka kimseden yardım istemem. Hâttâ hiç bir şikâyetimde yok, şâyet ben size dertlerimden şikâyet edersem, RABBımı size şikâyet etmiş olurum. Ben onlarla haşır neşir oldum. Bu böyle ömrümün sonuna kadar devâm edip gidecektir!.”
Hızır.: “Ben de size DUÂ edeceğim. İnşaâllah, yükünüz biraz azalır!” der.
Bu konuşmaların sonunda, Hızır.: “ALLAH'a emânet olunuz.” diyerek ormana dalar ve kaybolur gider.
Mübârek Hocam; Rahmetullâhi Aleyh.: “Oğlum Hızır’a hiçbir derdimden şikâyet etmedim. Edemezdim ki zâten, veren ALLAH, alan ALLAH, beni benden iyi bilen, ALLAH!.” dediler...


CAHİDE YENGEMİZ ANLATMIŞTI!.:

Almanya idistayin’de, Ev ile hastane arası bir hayli uzaktı. Hocanız haftada İki gün hastanede geceleri sabaha kadar nöbetçi olarak kalırlardı. Ben de evde yalnız başına kalırdım. ALLAH var korkuyordum ama mecburdum. Hocanız.: “Câhide sen meraklanma, ben seni gece gelir yoklarım. sen rahat uyu!” derdi.
Beni gelip yokladığına inanmaya inanıyordum ya yine de korkuyordum. Bir gece Hocanız yine Hastanede nöbetçi idi.
Gece yarısı kapının kilidi açıldı. Ve eve birisi girdi seslendi.: “Câhide ben geldim!” dedi. Münirin sesi idi. Ben de bağırdım.: “Tamam Münir anladım!” dedim. Bekledim ki Münir odaya gelecek, sabaha kadar bekledim ne gelen var ne giden var. Korka korka sabahı yaptım. Namazı kıldım. Münir Hastaneden geldi.
Kendisine yalvardım.: “Gelirsen, bir daha bana seslenme. Daha çok korktum, sessizce gel git!.” dedim.
Bir daha beni kontrole geldiklerinde seslenmediler..


EZÂN SESİ!.!.:

Rahmetli Câhide Yengemiz anlattı.:
Almanya idistayin de, bir sabah tam vaktinde sabah namazını kılmıştık. Oda havalansın diye Münir pencereyi açtı, Bir de ne duyalım. Çok güzel sesli bir bir müezzin ezân okuyor. Her ikimizde pencere kenarına dayandık, ezânı bitinceye kadar dinledik. Çok hoşumuza gitti, ammâ, Ezân bitti.
Düşündük ki, bu Almanya’da, hele bizim bulunduğumuz bu kasabada, ne İslâm var ne de câmi, ne de ezân okuyacak müezzin var.
Bu Ezân sesi nereden geldi. Hemi de çok yakınımızdan. Orman tarafından geliyordu.
Sonra hatırladık ki birkaç gün önce Münirle ben konuşmuştum.: “Şu kâfir diyârında, ezân sesine de hasret kaldık!.” demiştim.
Cenâb-ı HAKk’; bizlere o sabah pencereyi açınca Ezânı dinletti.
Ne kadar şükretsek RABBımıza azdır diye duâlar ettik...”


Resim

RESIM-12
Hocam Dr. Münir Derman Hazretleri Yengemiz ve Câhide Derman
Hanımefendi Hocam'ın sevdiği talebeleri: Ahmet Kılıçaslan, Remzi Kasımcan - Yaşar Çetinkaya - Mehmet Bey - Hüseyin Ayırgan ve adını Hatırlayamadığım bir kardeşimiz..


HAYVANLARLA KONUŞTUKLARIM!.:

Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh.
Almanya'da iken, Frankfurt Hayvanat Bahçesi[/color]!ne gider ve gezerler.
Üç saatlik bir zaman dilimi içerisinde çeşitli hayvanlarla konuşurlar.
Bu konuşmalarını da; geniş olarak "ALLAH Dostu Der ki, yazılmamış sırların ilki, yazılacak sırların sonu” adlı kitabının 3 üncü cildinde 291 nci sayfadan başlamak üzere, 310 ncu sayfasına kadar. 20 sayfalık bir kısımda, hayvanlarla nasıl konuştuğunu, neler sorduğunu ve aldığı cevapları anlatmıştır.
Hocamın bu konuşması, Fransız Romancı (Lafonten)'in mecâzî olarak, hayvanları birbirine arkadaş yapıp, hayvanları birbiriyle konuşturması gibi değildir. Hocam Mübârek ALLAHın velî bir kuludur. Lafonten gibi mecâzi anlamda değil de, hakikaten ve doğrudan doğruya konuştuğunu yazmıştır.
Kısa olarak bir örnek, kitabından alıyorum. Dileyen kitaplarını bulur hepsini tetkik eder.
Şu anda Hocamın, 7-8 ciltlik kitapları takım hâlinde veya tek tek satılmaktadır. İsteyenler [Hacı Bayram caddesinde Zafer Kitabevinden temin Ödemeli olarak ta mektupla isteyebilirler. bizzat gider alırlar. Efendim...]


ASLAN'a SORDUM!.:

“Sen Koca Arslan, sen niçin yalnız et yersin?”
“Söylemem Efendim. Söylersem Arslanlığım gider, Sonra siz beni yersiniz.” dedi...
Frankfurt Hayvanat bahçesi'nde, Demir parmaklıklar arkasında. Genç bir aslan var. Bir de levha =>“Parmaklıklara yaklaşmak tehlikeli ve yasaktır!."
Ben o levhayı görmedim sonradan farkettim, Parmaklığa yanaştım.: "Merhaba yâ ESED!." dedim. Hayvan parmaklığa yanaştı. Bir sürü Almanlar da varmış, onlar da seyrediyorlarmış. Elimi uzattım. Hayvanın burnunu okşadım kedi gibi yüzünü elime sürdü. Birdenbire arkamdan bir ses.: “Hem Zuruck Zuruck=> Geri dön, geri dön!” diye hiddetli olarak bağırdı. Döndüm ki polis memuru.: “Ne yapıyorsun çıldırdın mı?” dedi. Polisin bu hareketine Arslan ağzını açtı, parmaklıklara tırmandı. Ve bağırdı!... Herkes irkilip bize baktılar.
“Ben de bilmiyordum, yasak olduğunu, gördün ya okşadım. Hayvanı bir şey yapmadı. Git sende okşasana!.” dedim, polise, Polis.: “Ben deli değilim!.” dedi.
“O hâlde Arslan delileri ısırmıyor!.”
Polis şaşırdı ve afalladı. Ayrıldım oradan...
Biraz sonra tekrar dönüp geldim. Oradaki kadın erkek çoluk çocuk hepsi o hâdiseyi anlatıyorlardı. Beni gördüler hep bana baktılar. Zira Beyaz saçlarımdan tanıdılar. Tekrar aslana baktım. Yine parmaklığın önüne geldi. İki dakika kadar hep bana baktı. Ben de ona baktım.
Etrafımızda, hayvanları seyretmeye gelen, bu garip mahlukları, Arslan la beraber biz seyrediyorduk. Kafesteki Arslana çok üzüldüm, Arslan farkına vardı.: “Bana Üzülme HAKk’’ın kaderi bu. Bize de dünyada imtihan var. Bu HAKk’tan uzak insanlar içinde Arslanlığımı zerre kadar kaybetmedim, Görmüyor musun parmaklığın yanına bile korkudan sokulamıyorlar!. Ben ALLAH'ın bir mahlukuyum benim gibi milyonlarca halk etti. Benim yanıma yanaşamayan cesâreti olmayan bu mahlûklar, bu zavallılar, yarın HAKk’ın huzuruna hiç çıkamazlar!” dedi,
“Hele bak Efendim Nasıl korkacaklar!” dedi. Direndi birden bire bütün gücüyle, Arslanca bir kükredi. Herkes birden irkildi. Diğer taraflardaki hayvanlar taş kesildi. Ağaçlardaki kuşlar uçtular.
“Ben, yurdumdan bu kafese getirileli, ilk defâ kükrüyorum!.” dedi. Hayvanat Bahçesi biraz karıştı iki polis tekrar yanıma geldi.: “Affedersiniz siz necisiniz?” dediler. “Sihirbaz değilim” dedim. “Doktorum. Hayvan lisânından anlarım, biraz Arslanla konuştum o kadar!.” dedim.
Polisler şaşırdılar. Biraz korkuyla karışık GüLdüler, Alay ettiğimi zannettiler. “Bu sözümle alay etmiyorum dedim üç saattir hayvanat bahçesindeyim biraz hayvan dilinden öğreniverdim.” dedim,
Arslana döndük selâmlaştık oradan ayrıldım. Herkes bana bakıyordu.
Bu bahçede, güyâ insanlar hayvanları seyrediyor. Halbuki, hayvanlar insanları seyrediyor, Hayvanat Bahçeleri kurulalı, hayvanlar insanları dahi iyi, zâhirende tanıdılar. Hayvanat Bahçeleri kurmak, onları yurtlarından ayırıp kafeslerde beslemek, İslâmda katiyen yasaktır. Bu benim Arslanla konuşma hadisesi, ertesi günü, Frankfurt Gazetesinde yayınlanmıştır. Kim verdi bilmem.


KÖPEĞE SORDUM!.:

“Sana Sadık, ve vefâkar hayvan derler. Bundan memnun musun ne dersin?”
Gözlerini bana çevirdi, baktı baktı.: “Her hâlde anladınız!” dedi, Gözlerinden yaş geldi. “Sana bir şey soracağım.” dedim,
Doğruldu.: “Buyur!.” dedi;
Resûlü Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem).: “Bir gün gelecek hayvanlar konuşacak âhir zamanda!.” buyurmuş ne dersin?” Hemen köpek yere uzandı toprağı yaladı.: “O’ndan sadır olan yalan olur mu hiç?. Biz köpekler çoktan konuşmaya başladık. Biz evlerin dışında dururduk, içeri edebimizden dolayı giremezdik. Bizleri zorla evlere yatak odalarına kadar soktular. Mecbur olduk onlar gibi konuşmaya, ne yapalım biz de kabahat yok. Bize öldükten sonra dirilme murad edilmemiştir yalnız Cenâbı HAKk "KITMİR'i" tekrar diriltecek CeNNet'e koyacak. Bu bizim sırrımızın şâhididir. “Bizim girdiğimiz eve melâike girmez” diye sahih haber vardır. HAKk’ın Emri bu!...
HAKk’ın Emrini biz insanlardan daha çok tutarız. Bizler bu Emre itâat ettiğimizden bize mükâfat olarak HAKk temsilcimizi "KITMİR'i" CeNNet'e sokmuştur. Bizleri de yaratan HAKk...”
Bir dilim ekmek verdim. öptü başına sürdü, ve yedi.: “Bunu unutmayacağım. Bilirsiniz ömrümde ilk, belki de son, yediğim yiyeceğim helâl lokmadır bu. Ben başkalaşıyorum!.” dedi, geri geri çekildi, birden koşarak sokağın başından sapıp kayboldu gitti.
Köpekler kanâatkârdır. Merhametlidir. Anlayışlıdır. Gözlerine bakınız sadâkatı okuyabilirsiniz?
Köpek öldüren sürünür, rızkı kesilir, bereketi kalkar, sonunda felç olur.
Köpek muzır hayvan değildir, Köpekte hırsızlık yoktur.
Benim bir köpeğim vardı, Ölürken ağladı. Beni de ağlattı. Hâlâ köpek gördükçe onu hatırlarım. Gözlerim dolar.
Hayvanlarla konuştuklarım bahsine bu iki örnekle son verdim kalın sağlıcakla...
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

GEL GÜL DEDİ!.

Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh.
1974 yılında Almanya'da, bir hastanede doktorluk yapıyorlardı. Ben de o yıllarda Ankara Elmadağ Çimento Fabrikasında çalışıyordum. Servis otobüsü ile her sabah fabrikaya gider, akşamları da dönerdik. Otobüste; emekli yarbay bir ambar şefimiz vardı. O zât asker olmasına rağmen, edebiyat ve şiiri çok severdi. Bir akşam dönüşümüzde şu dörtlüğü okudu.:

“GeL GÜL!.” dedi, =>BüLBüL=>GÜL’e,
=>GÜL =>GeLmedi Gitti!.
GÜL->BüLBüL’e, =>BüLBüL->GÜL e
=>YâR OLmadı Gitti!.


Bu dörtlük ne demek istiyor. Bunun açıklanmasını tartışmaya açtı. Herkes bir şey söyledi, Ben de kendime göre bir açıklamada bulundum. Ammâ tam mânâsıyla bir sonuca varılamadı. Ammâ, her akşam mesai dönüşünde, "Gel GÜL dedi" dörtlüğü okunur. Ankara'ya kadar tartışılırdı. Bu böylece bir hafta devam etti.
Otobüstekiler.: “Bıktık artık sizin bu dörtlüğünüzden!” demeye başladıkları bir sırada; bana Almanya'dan Hocam Münir Derman’dan bir mektup geldi. Mektubunda.: “Oğlum tartışıp durmayın, o dörtlüğün anlamı şudur." diye yazmış göndermişler. "Gel GÜL dedi" dörtlüğünü aynen yazmışlar ve şöyle açıklamışlardı.:
"Burada BüLBüL, güzel sesine gururlanarak, kendisi GÜLün yanına gitmiyor da, GÜLü yanına çağırıyor. GÜLü ne kadar çağırsa BüLBüL, GÜLün gitmesine imkân olmadığından, maâlesef GüL BüLBüLe yâr olmuyor. Şâyet BüLBüL, güzel sesine kibirlenmeyip de, GÜLün yanına gitseydi, GÜLün o güzel kokusunu, koklamış olacaktı. Maâlesef o güzel kokudan, ömrü boyunca mahrum oldu...
Bilir misiniz?
BüLBüLün yuvası çok kötü kokar. İşte insanlar da böyledir. Tenleri ve terleri, GÜL gibi kokan ALLAH Dostlarının yanına kibirleri yüzünden gitmezler de, O ALLAH Dostlarının HiMMeti’nden mahrum olurlar.
Bu kibirli insanlar kendi kokularını alsalar çıldırırlar!.”

Demiştir Mübârek Hocam.

Peki, ben Hocam’a mektup yazmadım, telefon etmedim, bizim bu "Gel GÜL dedi" konuşma ve tartışmalarımızı nereden bildi de, tâ Almanya'dan dörtlüğü ve anlamını yazdı gönderdi. Bunun cevabını da yine kendi ifâdeleriyle verelim.:
“Oğlum, gözlerim biraz az görüyor. Lâkin kulaklarım çok uzundur, sizlerin bütün konuşmalarınızı duyarım dikkatli olun!.” demişlerdi. Bizleri, bir zamanlar ALLAH Rahmet eylesin himmet ve şefâatlerinden mahrum etmesin âmin!.
İşte Hocamın bu çok büyük bir kerâmetidir. Kerâmet başka nasıl olacak bilmiyorum!... Kalın Sağlıcakla..


Resim
ŞAKA İLE KARIŞIK BİR KERAMETİ DAHA!.

Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu) Rahmetullâhi aleyh.
On yılı aşkın, Ankara'nın Ulucanlar Caddesindeki, "HANECİOĞLU OTELİNDE” kirâladıkları özel bir dâiresinde kalmışlardı. Her pazar kendilerini ziyârete giderdim. Benden başka onu tanıyan yakınları da, ziyârete gelirlerdi. Bizlerle sohbet eder, yazmış olduğu yeni notlarından bizlere pasajlar okurdu. İnşaat Yüksek Mühendisi Hüseyin Bey vardı. onunla bir kaç defa ziyâretlerde, birbirimize rastlamıştık, sohbet etmiştik. Karayollarında Şb. Müdürü idi. Yine böyle bir rastladığım da bana.: "Ahmet Bey, Münir beyi ziyârete geliyorum yarım saat kadar yanında oturuyorum, hiç konuşmasa bile, inanır mısınız bütün sıkıntılarım kayboluyor, tüy gibi hafifleyip yanından ayrılıyorum. Bu durumu anlayamadım gitti. Münir bey mânevî büyük insanlardan." dedi.

Yine bir pazar, eşim Yüksel Hanımla beraber, Hânecioğlu Oteline Hocamızın ziyâretine gittik. Câhide Yenge ile beraber televizyon seyrediyorlardı. Başka tanıdığım misâfirleri de yoktu. Televizyonda, Beşiktaş-Fenerbahçe futbol maçı vardı. Hocam o gün neşeli idi, yüzü gülüyordu. Fenerbahçe bir, Beşiktaş sıfırdı. Bir ara.: "Ahmet hangisi gâlib gelsin?” dedi. “Hocam ben Beşiktaşlıyım, Beşiktaş gâlip gelsin.” dedim.
Maçı seyretmeye devam ediyoruz. Beşiktaş takımı Fenerbahçeye iki gol attı ve maç Beşiktaşın gâlibiyeti ile bitti
Hadi buna bazıları tesâdüf diyebilirler. Bu defâda televizyonda, basket maçı başladı, Galatasaray Fenerbahçe maçı oynanıyor. Yine bize döndü sordu. “Hangisi kazansın?” diye, bu defâda eşim Yüksel Hanım.: “Fener kazansın Hocam!” dedi. Maçın sonuna kadar seyrettik, az bir farkla Fener takımı basket maçını kazandı. Şaka ile karışık, kerâmetlerini o pazar bize gösterdiler..

Bir tarihte, Eskişehir Futbol takımı liglerde Türkiye Şampiyonu olmuştu. Lig başlamadan önce, Eskişehir Futbol Takımı idârecileri, Hocamı ziyâret ederler.: “Bu sene, şampiyon olmak istiyoruz, bize duâ edin.” derler.
Hocam da.: "İçinizden üç kişi seçin, bir miktar para ile İzmir'e gitsinler. İzmir filân Câmide Sarı Müezzin var. O sıkıntıda ona bir miktar para yardımı yapın, benim de selâmımı söyleyin “Şampiyonluğumuz için bize duâ buyurun efendim!.” deyin, o duâ ederse, hadi şampiyon oldunuz gitti.” der.
Aynen Hocamın dediklerini yaparlar. O sene Eskişehir Futbol Takımı lig şampiyonu oldu.
Otuz yıllık talebeliğimde Hocamdan hiçbir zaman, kerâmet göstermesini istemedin.
Hatta aklımdan bile geçirmedim. İnsanlar her nedense keşfi kerâmeti severler. Fakat, keşif ve kerâmet göstermede Velî için, büyük zarar vardır.
Çünkü Velî, bu keşifle HAKk’ın Müşâhedesinden, Halkın Müşâhedesine tenezzül ediyor. Bu en yüksek tepeden aşağıya iniştir.
Bir velîye kerâmet için gelen insanlara da zararı vardır. Kerâmete bağlanır. İlerleyemez körlüğü üstünde bâki (devamlı) kalır. Velî’ye inanarak Velî olduğu için gelmelidir.
O ne verirse onu almalı i’tiraz etmemelidir. Bir de fazla soru sormamalıdır. Kendisi.: “Sorun!” derse sormalıdır. Acele edilmemelidir, himmet bile istemekte acele edilmemelidir, hizmette dâim olmalıdır. O, zamanı gelince talebesinin kabiliyetine göre vereceğini verir..
Çünkü; Hocam’ın yanına geldiğimde, GÜLl Bahçesine girmiş gibi olurdum. GÜL kokarlardı. Yüzü 500 mumluk lâmba gibi, pırıl pırıl parlardı. Daha ne kerâmet isteyecektim ki!.
Yanına oturduğumda ister istemez aklımda ne varsa, unuturdum, o bana unuttururdu. Kendisine hayran hayran bakar, onu severek seyreder dinlerdim. Ve not alırdım..
Birgün Almanya'dan yazdığı bir mektubunda diğer talebelerine birşeyler söylemiş, benim için de "AHMET Hayran" demişler.
Bilirsiniz ki, "hayran" demek teslim olmuş demektir.
O Koca Yunus Emre (kaddesallahu sırrahu) bir beytinde ne demiş.:

Hak bir gönül verdi bana, hâ demeden Hayran olur.
Bir dem gelir şâd kılar, bir dem gelir Giryvân olur...


Biraz Yunus Emre'yemi çekmişim nedir bilmem, nerede bir Velî bulsam derhâl ona HAYRAN olurum, kendimden geçerim.

Hocam tamamen Sîret-i Resulullâhtır. Resulü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ne yapmışsa onları yapardı, neleri yapmamışsa onları yapmazlardı. Hiç bir zaman Kerâmetini, açığa vurmak istemezdi. Son zamanlarında ara sıra göründü kerâmet yönüyle...
Anlayanlar olursa.: “Ben doktorum bunları bilirim. Okudum öğrendim kitaplarda yazar!.” diye, karşısındakini ikı seksen atlatırdı.
Hocamı tam mânâsiyle kimse anlayamazdı. Ben dahi eksik anlamış olabilirim.

Bir gün Ankara'dan Eskişehir’e gittim. Hocam Almanyada idi. Hocamı tanıyanları dolaştım konuştum
Hocamın mânevî tarafından bahisle “Velî” olduğunu söylemek istedim. Lâfı ağzıma tıkadılar. “Yok yok evliyâ filân değil de, bilgili insan!” dediler. Âlim bile diyemediler. Hayretler içinde kalmıştım da, Almanya'ya Hocama mektup yazdım.
“Hocam siz yirmi iki sene, Eskişehir'de doktorluk yapmışsınız da, yirmi kişi sizin mânevî yönünüzü bilememiş, anlayamamışlar. Hepsini iki seksen atlatmışsınız!.” demiştim de. Bu sözüme çok sevinmiş gülmüş.: “Bak Câhide Ahmet ne yazmış!.” diye hanımına da okumuş.

Kendisini dâima saklardı, hiç belli etmek istemezdi, sâde vatandaş gibi dolaşır gezerdi. Çok sâde giyinirdi. Bir gömlek bir pantalon, kışında gömleğin üstüne, bir hırka giyer, siyah doktor pelerinini, omuzuna alır veya giyerdi. -200C'de de böyle dolaşırdı. Ayaklarına asker postalı gibi bir potin giyer. Kışın onunla gezerdi. Giyinmede süse hiç önem vermezdi fakat giydiklerini de çok temiz giyerdi.
Kırmızı siyah kareli, spor gömleğini de, sağlığında kendisinden istedim de bana hediye etmişlerdi. Hocamın o gömleğini zaman zaman koklarım. Hocam mübârek de annesinin beyaz başörtüsünü zaman zaman koklar.: “Bu baş örtüsünde annemin kokusu var!” derlerdi. İşte sevgi budur. İşte vefâ duygusu budur..

Hocam da değişik bir hâl vardı. Bunu akılla anlamak mümkün değildir. Hava soğudukça, -150, -200 C de Hocam terler hatta ter basardı. Onun için kışın bir gömlekle de gezse üşümezdi.
Hatta birgün nazlandım da Hocam kışın ben çok üşürüm, bu terlemenizden bana biraz verseniz dedim de.: “Oğlum o hâlvette verilir. İnşâallah halvete müsâade ederler de. O zaman veririz!.” dediler...
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

ANKARA'DA HOCAMIN SOHBET YERLERİ!.:

Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri kaddesallahu sırrahu Rahmetullâhi aleyh.
Aşağıda adlarını vereceğim yerlere gider. Oralarda halkla sohbet ederlerdi.
Kocatepe'de.: Hırdavatçı Muharrem Bey’in dükkânı,
Mamakta.: Remzi Kasımcanın Arçelik Bayii,
Ulucanlarda.: Rahmetli Kadir İlhanların Mağazası,
Sakarya Caddesinde.: Rasim Bey’in Bizim Büro.. bir iki kitabını da o basmıştı.
Danıştay'a da.: Arada bir uğrardı Danıştay'da Yüksek Hâkim Sabri Tandoğan ve Yüksek Hâkim Yurdanur Hanım varlardı.
Her hafta; Kocatepe'deki, Muharrem Bey’in dükkânına uğrar. İki üç saat oturur çay içer, kendilerini ziyârete gelenlerle sohbet eder. Müşküllerini hâllederlerdi.
Muharrem Beyle, Taceddin Câmiinde cuma namazın da vaaz verip çıktıktan sonra tanışmışlar bu ahbâblık tam 21 sene devam etmiştir.
Muharrem Bey’in dükkânına; emekli bakanlar, milletvekilleri, paşalar, genel müdürler, işçiler, şoförler, esnaf hasılı her kesimden insanlar gelir elini öper, soru sorarlar her dalda doyurucu cevaplar alırlardı.

Ben de müsâit olduğum zamanlar kaçırmaz giderdim. Sohbetlerinde bulunurdum. Bir gün bir genç geldi.: “Hocam ben TRT'nin müzik bölümünü kazandım. TRT’demi çalışayım, yoksa mesleğim olan Muhasebe ve Mâli Müşâvirlik mi yapayım?.” dediler.
“Oğlum dedi mecbur kalmadıkça, TRT’de çalışma, çünkü devamlı olarak eğlence ile meşgul olup, nefsini besliyeceksin, hâttâ bâzı kimselere eğlence yasaktır. Sana yasak değil, fakat ekmeğini çala çığıra kazanma!.” dediler. Genç adam teşekkür edip gitmişti.
TRT'de çalışan Atilla Mayda Hocamı severlerdi. Hocama.: “Baba” diye hitâp ederlerdi. Hocam da Atilla Mayda'yı severdi. Yalnız iki Atilla var derlerdi. Birincisi.: Mânevi yönü olan Atilla, İkincisi.: Çalgıcı yönü olan Atilla.
Ayrıca; Cihan Saz Evi Sâhibi Mehmet Cihanı da severlerdi. Mehmet Cihan da hocamı severdi. Mehmet Cihanda; öyle delice bir aşk vardır ki o aşka gem vurmak, her babayiğidin işi değildir.
Bir gün Hocam mübârek, Samanpazarı’ndan Hamamönü’ne doğru geliyormuş. Mehmet Cihan, Hocamı görmüş, ilk görüşü ama biraz tanır gibi olmuş.: “Efendim siz Doktor Münir Derman mısınız demiş?” Hocam da.: “Evet benim!.” der demez, yere diz çöküp, ayaklarını öpmüş, “Kalk oğlum bir şey zannedecekler beni!.” demiş, tanışmaları böyle olmuştur.
Zaman zaman Remzi Kasımcan'ın Dükkânı’na gelirlerdi. Burası Mamak olduğu için, daha ziyâde hocamı ziyârete garibanlar gelirdi.
Hocam onlarla da haşır neşir olur, sohbet ederlerdi. Varsa bâzı müşkillerini hâllederdi.
Hocam çok celâlliydi. Her insan gelip konuşmaya cesâret edemez çekinirdi, korkarlardı.
Biz talebeleri bağırmasına alıştığımız için, bizlere dokunmazdı. Sonra kendi ağızlarından duydum.: “Oğlum celâlli olmak bize mânevjyattan verildi!.” dediler.

Sohbet YerLeri Devam Ediyor.:
Hocam; ara sıra Ulucanlar'daki Kadir İlhanların mağazasına giderlerdi. Kadir ilhan bey Hocam'ı çok severdi. Bazı istek ve emirleri olursa derhâl yerine getirirdi. Hocam'ın çok DUÂsını almıştır.
O da vefât etti, hem de Hocam’dan önce öldü. ALLAH gani gani rahmet eylesin âmin...

Bizim Büro.:
Zaman zamanda Sakarya Caddesindeki Rasim Beyin, Bizim Bürosu'na giderdi. Hâttâ bir kitabını da Rasim Bey basmıştır. Sonraları her nedense anlaşamadılar, diğer kitapları başka matbaalar da basıldı..

Beyaz SakaLLı YaşLı Zât!.:
Bir gün Rasim Bey’in Bürosundayım, öbür odada, beyaz sakallı yaşlı muhterem bir zât vardı. Büroya her gelen, onun olduğu odaya giriyor, elini öpüp DUÂsını alıyordu.
O arada Hocam mübârek geldiler. Benim oturduğum kısımda çalışma masasına oturdular. Az sonra, o beyaz sakallı zât geldi, herkes ayağa kalktı. Hocam yerinden kıpırdamadı bile. O zât gelip Hocam’ın elini öptü. Hocam da ona iltifatta bulundular.
Hocam Münir Derman Hazretleri'ne başka bir yerde sordum. “Oğlum dedi. Bu adamlar bomboş insanlardır. Mâneviyattan nâsiblerini almamışlardır. Sadece kendilerine Şeyh ismini takmış kimselerdir.
O beyaz sakallı zât içeri girince.: "İçimden gel buraya öp elimi!" dedim. Kendisi de ne olduğunu anlamadan, hemen geldi, elime sarıldı ve öptü. Gördün işte, sen de yanımdaydın, yoksa öper mi hiç? Bu kadar müridinin yanında!.”
dediler..


Resim

DANIŞTAYI ZİYARETLERİ.:
Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri kaddesallahu sırrahu Rahmetullâhi aleyh,
Bâzen de Danıştay'a uğrarlardı. Danıştay'da Hocam’ı sevenler vardı. Şu anda aklıma gelen, Danıştay Üyesi, Sabri Tandoğan Beyefendi ve yine Danıştay Üyesi Yurdanur Şendal Hanımefendi vardı. Danıştay'a uğrar bir çay içimi de olsa, onlarla oturur, hâl ve hatırlarını sorardı..
Yine günlerden cuma günü, Hocam Danıştay'a uğramış oturmuş çay içerlerken Danıştay Başkanı olan zât, o gün cuma namazına gitmişte, kürsüde vaaz eden Hoca.: "Namaz kılmayanlar kâfir olur!" demiş. O zât da.: “Bu söz doğru mudur?” diye Sabri Tandoğan Bey’in dini mâlumatı olduğu için ona sormaya odasına girmiş. Hemen ayağa kalkmışlar. Hocam kalkmamış.
Bu soruyu Sabri Tandoğan Bey’e sormuş, Sabri Bey de nezâketen.: “Hocamız varken bu cevap bana düşmez. Buyurun Münir Bey siz cevap verin!” demiş.
Hocam mübarek de Danıştay Başkanına şu cevabı vermişler.:
“Namaz kılmayan kâfir olmaz, Yalnız, kâfirler namaz kılmaz!” deyince; Danıştay Başkamı bozulmuş derhâl odayı terk etmiştir.
Ha->Mehmet Ali.. Ha Ali->Mehmet
Her ikisi de aynı ammâ söyleme şekli değişik. Hocam Mübârek Rahmetullâhi aleyh, lâfa kimseye varmaz, lâfım da katiyyen çelmezdi. Hak ve doğru ne ise onu hiç çekinmeden derhâl söylerdi.
Kâlb Gözü açık, Âlim, Fazıl, Velî ve Mânevi mârifetleri olan bir Zât-ı Muhteremdi kendileri...


Resim]

HOCAM İSTEMESSE KAMERADA ve FOTOĞRAFTA ÇIKMAZDI!.:
Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri kaddesallahu sırrahu Rahmetullâhi aleyh,
1970 yılları idi, Ankara'ya geldiler. İtfâiye Meydanındaki, Erciş Oteli’nde on gün kadar kaldılar.
Bir gece; Atillâ Mayda ve Mehmet Cihan'ın tanıdıkları bir yerde, dini sohbet toplantısı varmış Hocam’ı da bu toplantıya dâvet etmişler.
Hocam Mübârek de Mamaklı Yaşar Çetinkaya'yı yanına almış, o gece dâvet edilen adrese gitmişler.
Yaşar arkadaşımız anlattılar.:
“Bizlerin hiçte alışık olmadığımız hareketlerle gelenleri karşılıyorlarmış (Sultanları karşılar gibi).
Meselâ, kollarını yukarı kısımda kavuşturarak ve eğilerek gelenlere.: “Buyursunlar Sultânım!.” hitapları ile bu karşılamalar yapılmış. Hocamı ve Yaşarı da öyle karşılamışlar.
Hocam’ı baş köşeye almışlar oturtmuşlar: Yaşar kardeşimiz de tam kapının dibine oturmuş.
Bu topluluğun esas beklediği, Zât-ı Muhterem de gelmiş. Gelen bu zât’a “Kutub” diyorlarmış.
“Kutub geldi, kutub geldi!.” demişler hepsi ayağa kalkmış, yalnız Hocam ve Yaşar ayağa kalkmamış. Yine ayakta' aynı kollarını kavuşturup, eğilerek “Buyurun Sultânım!.” diye karşılamışlar.
Hocam Mübârek dediler ki.:
“Kutub” dedikleri şahıs içeri girdi: Kendime has bir koklama ile “Kutub”’u şöyle bir kokladım. Adamda mânevi bir koku bulamadım. Adam, “Kutub”filân değil, hâttâ mânevi bir dereceye de sahib değildi. Kendisini Şeyh göstermeye özen gösteren, yalancı şeyhlerden birisi idi. Bu durumu anladıktan sonra, “Kutub” denen adama, içimden.: “Gel önüme diz çök, öp ellerimi!.” dedim. Dediğimi aynen yaptı. Ve ellerimi öptü. Kalktı yanıma oturdu. İçeride bulunan Kutbun talebeleri, şaşırdılar hâttâ şamşırdılar da, hemen bir uydurma ve yakıştırma yaptılar oracıkta...
“Dr. Münir Derman Hazretleri Türkiye'nin Kutbu, bizim Şeyh'de Ankara'nın Kutbu dediler..”

Çaylar geldi sohbet başladı. Şeyh, Hocam’a soru, soruyor. Aldığı cevabları hemen defterine not ediyordu. O gece Şeyh Hazretleri bir hâyli not aldılar. Bilgi edindiler. Sonra o bilgileri başkalarına satacak.
O arada salona kameraman geldi. Toplantıyı filme aldı. Bir hâyli de çekim yaptı. Ayrıca Ankara'dan fotoğrafçıda getirtmişler. Onlarda epeyce pozlar çektiler.
Toplantı sona erdi. Hocamla oradan ayrıldık otele döndük. Otele gelince Yaşar kardeşimiz şöyle der.: “Hocam o toplantıda ben çok sıkıldım işleri hep gösteriş ve tantana, bir sürü fotoğraflar çekildi. Kameraman filme aldı, ne olacaksa?!.” dediğim de...
Mübârek Hocam Rahmetullâhi aleyh.: “Oğlum Yaşar ne kamera ile çektiklerinde, ne de fotoğraflarda hiçbirinde çıkmadım. İstemezsem çıkmam!.” dediler.


Aradan 10 geçmiş, beni Mehmet Cihan'a gönderdiler. Benim bir şeyden haberim yoktu. “Git Mehmet Cihân'da fotoğraflar var al gel!.” dediler.
Gittim Mehmet Cihan'dan istedim.
Mehmet Cihan.: “Çekilen fotoğrafların hiç birisi çıkmamış hepsi yanmış, kamera filminin yanmaması için de, Fransa'ya göndereceğiz orada yaptıracağız!.” dediler.
Otele geldim, Hocama ve Yaşara durumu anlattım.: "Oğlum istemezsem çıkmam, hepsi yandı, Fransa'da değil, Amerika'da yaptırsalar filmleri değişmez, çünkü onların hepsi yandı" dediler...
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

BAYINDIR BARAJI!.:
Bir tatil günü iki araba ile Hocamız’la beraber Bayındır Barajına gittik. Suyun kenarında Hocamız bir müddet dinlendi ve çayını içti.
Yanımızda, Danıştay Üyesi, Yüksek Hakim Yurdanur Şendal Hanımefendi de vardı. Bir ara.: “Hocamızla grup hâlinde fotoğraf çektirelim.” dediler. Hocam.: “Çekin!” dedi.
Hocamızın bir yanında ben vardım, öbür yanında da Yurdanur Hanım vardı.
Hocam bir ara.: “Çekin ammâ, çıkmam!.” dedi. Çekmeye başladılar. “İstediğiniz kadar çekin çıkmayacağım!.” dediler. Ben ve Yurdanur Hanım yalvardık. Hocam sizlerin bir baraj hatırası olur dedikse de.: “Çıkmayacağım!” dediler? Belki 8-10 poz çekildi.
Tab edildiğinde maâlesef hiçbirisi çıkmamıştı. Pozların hepsi yanmıştı..

Resim

RESIM-13
Soldan Sağa: Kâzım Okan; Mübârek İnsan
HAKk’ı Güven Efendi Hazretleri..
Mübârek adam, 10.11.1971 de resmin arkasına.: “Hayalde hâtırâ - hakikatte arkadaş” diye yazmışlardı. Allah rahmet eylesin.


Bizim aşağıda yaptığımız gibi ahidler, Asr-ı Saâdette de sahâbeler arasında yapılırmış. Şöyle ki; Kâzım Okan Ağabeyimizle beraber dört arkadaş "AHİD” yaptık. “İçimizden birisi Cennete girerse, ötekilerini almadan gitmeyecek!.”
Bu arkadaşlar; Kazım Okan, Sabri Türker, Yaşar Çetinkaya ve Ahmet Kılıçaslan.
Bu dünyada iken birbirlerini çok iyi tanıyan ve seven kimselerin bu "AHİD”den yapmalarını tavsiye ederim..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 285
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: EVLİYÂ-ULLAH'tan DOKTOR MÜNIR DERMAN'IN HAYÂTI ve MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

HAKKI GÜVEN EFENDİ HAZRETLERİ.:
TCDD Müfettişliğinden emeklidir. Kendileri Mamak'ta otururlardı. Yukardaki fotoğrafın sağında olan zâttır. Hâlveti Tarikatına mensuplardı. Dr. Münir Derman Hocam mânevi olarak Rüyâ Âleminde emirle beni ona gönderdiler. Altı sene o zâtı muhtereme hizmet ettim. Hakkı Güven Efendi, Kastamonu'daki “Pîr Hazretlerine” yâni Hacı Şâbânı Veli'ye bağlıydılar.
Dünyadaki mürşidi ise, Hacı Şâbânı Veli'nin talebesi, Eskişehir'li "ŞEYH SADIK EFENDİ” Hazretleri idiler. Benim hamlık devremi: O muhterem zât, Hakkı GÜven Efendi Hazretleri tamamladı. Hocam bu devrenin bitiminde, yine rüyâ âleminde çekti kendine aldı.: “Beni bıraktın da nereye gidiyorsun?.” diye bana bağırdı. Hocamın vefâtına kadar Hocama devam ettim.
Münir Derman Hocam öyle derdi.: “Hakkı Beyi bir kaç defa çağırdık ama bize gelmedi.”
“ŞEYH SADIK" Efendi Hazretlerini de yetiştiren "HACI ŞABANI VELİ" (Pîr Hazretleri)'nin Velâyeti, şu an bile devam etmektedir. Hâlâ Mânevi talebe yetiştirir..
Hacı ŞABANI VELİ'nin talebesi, şeyh Sadık Efendi Hazretleri bir şiirinde şöyle derler.:

Pîrimizdir, Şıh-ı ŞâbÂN
Erkânıdır mâzi Kur'ÂN
Yolunda Cânımız kurbÂN,
Biz Şâbânî Bülbülüyüz,
Vahdet Bâğının Gülüyüz.
Hu Efendim, Hu!...

Bir idik, binbir dendik,
Türlü donlar giyindik,
Yüz binde bir göründük.
Biz Şâbânî Bübülüyüz
Vahdet Bâğının Gülüyüz
Hu Efendim Hu!...


Hacı Şâbânı Veli Hazretlerinin, Kabri Şerifleri, Dergâhı ve Külliyesi Kastamonudadır. “Pîr Hazretlerinin” Kabri şeriflerini kime sorsanız gösterirler. Kastamonu'da adını bilmezler “Pîr Hazretleri” diye anılır.
Dergâhında şu beyti okudum duvarda.:

Aşikânın Kâbesi’dir bu makam,
Kimki nakıs gelse, bunda olur tamam..


Sen de git ziyâretine; eksiklerin tamamlanmış olsun..
Şeyh Sâdık Efendi Hazretlerinin, kabri şerifleri de, Eskişehir Odun Pazarı mezarlığı içinde Tepededir. Çamlar arasında etrafı demir parmaklıkla çevrilmiştir. Mezarlık bekçilerine sorarsanız gösterirler.

KARISINI BOŞAYANA VERİLEN FETVÂ!.:
Mübârek Hocam Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri kaddesallahu sırrahu Rahmetullâhi aleyh,
Almanya'da üçten dokuza şartla, karısını boşayan bir Türk işçisine verdiği cevaptır.:
Bu aynı fetvâyı, Şeyhülislâmlardan birisi daha vermiştir.
Şöyle ki; Hocam Almanya'da doktorluk yaparken, aynı zamanda Almanya'daki câmilerde de vaaz vermiştir. Onun içindir ki Hocamı Almanya'daki Türkler, hem Doktor, hem de Din Hocası olarak tanımışlardır.
Almanya'daki kahvelerden birinde çay içip oradaki Türklerle sohbet ederlerken, 35 yaşlarında Karadeniz şivesi ile konuşan bir kişi gelir.:
“Doktor Bey benim hâlledemediğim bir müşkülüm var, sizi tavsiye ettiler. Bu meselemi hâlleder misiniz?.” der. Ve anlatmaya başlar.
“Ben altı ay önce, karımı üçten dokuza şartla boşadım. Üç çocuğum var. Tekrar Karımla evlenmek İstiyorum. Fakat hangi hocaya sordumsa, Hülle olmadan alamazsın evlenemezsin dediler. Ben de Hülleye râzı değilim. Onun için çok perişanım, çocuklar perişan ne yapman gerek, siz ne dersiniz?”
Hocam da şu soruları kendisine sormuştur.:
S.: Namaz kılar mısın? Veyâ arada sırada olsun kılar mısın, cuma ve bayram namazlarına gider misin?
C.: Bugüne kadar hiç namaz kılmadım.
S.: Oruç tutar mısın? Veya ara sıra bâzı ramazanlarda oruç tuttun mu?
C.: Bu yaşa kadar hiç oruç tutmadım.
S.: Peki hacca gittin mi?
C.: Gitmedim.
S.: Kazancından bugüne kadar hiç zekât verdin mi?
C.: Hiç zekât vermedim..

Bir tek Kelime-i Şehâdet kalıyor ki, onda da ne kadar samimi ve inandırıcı olduğu, şüphe götürdüğü içindir ki; fetvâ şöyle Hocam buyurur.:
“Oğlum senin karın boş değil, git karını çocuklarını yalnız bırakma. Eğer günâhı varsa şu omuzuma ve bu omuzuma olsun!.” demiş.
Karadenizli hemşehrimiz Hocamızın elini öpmüş, sevinerek kalkmış gitmiş.
Şimdi, etraftan bu olayı dinleyen ve Hocamızı tanıyanlar.: “Nasıl fetvâ bu hocam biz bu fetvâyı anlamadık!.” demişler de Hocam şöyle izah etmiştir.:
“Efendiler, şerrî nikâh müslümana ve müslümanlara mahsustur (âittir). Müslüman olmayana nikâh kıyılmaz. Bu adam zâten nikâhsızdır. Üçten dokuza değil nasıl boşarsa boşasın nikâhı yok ki, boşanmış olsun. Namaz hiç kılmamış, oruç hiç tutmamış, zekât hiç vermemiş, hacca gitmemiş, Kelime-i Şehâdet şüpheli, bu adam İslâm değil, dinsizlerin nikâhı ne ise, onun nikâhı da odur. Fetvânın aslı budur..”
“Aptal adam bu inceliği anlamadı. Bir de sevine sevine gitti yazıklar olsun!.”
dediler..

KÂBEYİ GÖSTERİMESİ!.:
Mübârek Hocam Eskişehir Çarşı Câmiinde ikindi namazını kılıp dışarı çıkmış. Hocamın karşısına; Kâbe resimleri satan, sakallı bir zât dikilmiş.: “Bu Kâbe resimlerinden alda evine as!.” demiş,
Hocam da.: "İstemem hadi başkasına sat!.”
Satıcı.: “Her müslümana lâzım, al bir tane evine as!.” diye ısrar etmiş!...
Hocam.: “İstemem ben evime Kâbe resmi asmam git sat!.” demiş.
Satıcı, üçüncü defâ ısrar edip, neredeyse.: “Alacaksın!.” diye yakasına sarılmaya kalkmış. Hocam iyice celâllenmiş, satıcıyı iki yakasından kavramış, ayaklarını yerden kesmiş, armut gibi herifi câminin içine sokmuş.
Bak karşıya gördün mü Kâbeyi demiş. Satıcıya Kâbe-yi Muazzamayı göstermiş. Adam, neye uğradığını şaşırmış.: “ALLAH!.” demiş oraya düşmüş.
Sonra bu Adam, Hocamı anlamış. Eskişehir'de peşine takılmış ama Hocam kovmuş yanına sokmamış, bu satıcı seneler sonra, Ankara'da Hacı Bayram Caddesinde kitapçı olmuş. Bir gün Hacı Bayram'da bir dini kitap arıyordum.
Ne hikmetse bu zatın dükkânına girdim ve kitabı ona da sordum. O da bana.: “Bu kitabı okuyupta ne yapacaksın? (O zaman Türkiye'de satılması yasak kitaptı). Dön de bir aynaya bak!.” dedi. Döndüm aynaya baktım. Kitapçı.: “Bak yüzün pırıl pırıl parlıyor. Yolun çok iyi, yoluna devam et!.” dedi.
Ben de.: “Eskişehirli Dr. Münir Derman'ı tanır mısın?.” dedim. “Nasıl tanımam. Benim yakamdan tuttu da bana Kâbe’yi gösterdi.” dedi.
“Ammâ; çok celâlli birisi, ben ne kadar uğraştımsa, talebesi olamadım beni kovdu!.” dedi.
“Ben onun yirmi yıllık talebesiyim.” dedim. “Git o sana yeter başka şeyler arama, beni dinlersen!.” dedi. Yalnız, o kimsenin ne zaman dükkânının önünden geçsem, saçına sakalına bakmadan, dükkânı önünde, sandalyeye ters olarak oturmuş görürdüm. Onun için ben de, Hocam gibi, o adamı sevmedim. Edeb eksikliği vardı..
Cevapla

“Münir Derman (k.s) Kimdir?” sayfasına dön