MUTASYONLARDAN MEDET UMMAK

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

MUTASYONLARDAN MEDET UMMAK

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

MUTASYONLARDAN MEDET UMMAK
SELİM GÜRBÜZER

Canlıların gen yapısında nükseden arızi durumlar veya genetik kodların rekombinasyon (çeşitlenme) işlemleri sırasında ani olarak meydana gelen değişiklikler mutasyon olarak tanımlanmakla beraber şu da bir gerçek varyasyon veya rekombinasyonla yeni bir canlı oluşumu gerçekleşmemekte. Ki, bu durumu rekombinasyon esnasında kazaen gen dizilimlerinde nükseden kopmalar ve kırılmaların neticesinde ortaya bir şey çıkmamasından anlıyoruz. Dolayısıyla bu noktada hücre içerisinde genler üzerinde mutasyona sebebiyet teşikl eden etken unsurları deney ve analizini yapmak pekâlâ mümkün, ama deney metodunu evrime uygulamak pek mümkün gözükmüyor. Madem öyle, mümkün olan mutasyon deney ve analiz çalışmalarından ortaya çıkan sonuçların işaret ettiği tahmini veriler neymiş bir görelim. Nitekim baktığımızda;
-Mutasyona neden etken unsurların hiçte hücre yapıları üzerinde nizami değişikliğe kapı aralayan unsurlar olmadığı, bilakis hücre yapılarını gayrinizami yollara kanalize eden unsurlar olduklarını,
-Mutasyon kaynaklı gen ve kromozom değişmelerinin periyodik aralıklarla değil, nadir aralıklarla nükseden değişmeler olduğunu,
-Tarımda ve hayvancılıkta suni seleksiyon ve suni tohumlama metotlarıyla ıslah edilmiş bitki ve hayvan üretiminde verimliliğin artış kaydetmesini gösteren verilerden hareketle buradan yeni veya karmaşık bir canlı ortaya çıkmayacağı, tüm bu ıslah çalışmaları bir noktaya kadar sürdürülebilir olduğu, derken bir noktadan sonra duraklayıp sınırlı değişiklikler olduklarını,
-Faydalı olabileceği düşünülen mutasyonların ancak milyon yılları bulan zaman dilimlerinde vuku bulabileceği yönünde elle tutulur gözle görülür herhangi bir bulguya rastlanmadığı, sadece bu hususlarla alakalı ileri sürülen öngörüler niteliğinde tezler olduğunu görürüz.
Anlaşılan o ki, mutasyonla hücreden dokuya, dokudan organlara sirayet eden bozulmalar söz konusu olduğundan bu anlamda canlılar için risk teşkil edebiliyor. Neyse ki üreme organları vücudun en korunaklı bölgelerinde konumlanmış olduğundan onlar için pek risk teşkil etmemektedir. Zaten yumurtalık ve testislerin neslin sürdürebilirliği açısından korunmaya alınması da gerekir. Bu yüzden mutasyona uğramaları çok zayıf ihtimal gibi gözükmektedir. Şu da var ki, canlı organizmaları bir bütün olarak düşündüğümüzde herhangi bir hücrenin genetik programı en küçük fiziki veya kimyevi mutagen etkiye maruz kaldığında ilerisinde doğması muhtemel arızalara tahammüllerinin olmadığı da apayrı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla evrimcilerin mutasyondan beklentileri zararlı olma noktasında değil, faydalı olması yönünde bir bekleyiştir. Neden beklenti içerisine girdiklerini az çok tahmin edebiliyoruz zaten. Öyle ya, beklentileri doğrultusunda kıyasıya savundukları evrimin çürütülmemesi adına mutasyona kurtarıcı gözle baktıklarına göre bu doğrultuda hücre içerisinde her an vuku bulması muhtemel mutasyonlar arasından bilhassa frekans değeri yüksek faydalı mutasyonlar sahne almalı ki, ideoloji haline getirdikleri evrim felsefesine delil teşkil edebilsin. Mutasyonların faydalı olanlarının yüksek frekans eşiğine gelmesi için de milyon zamanlı bir birikime ihtiyaç varmış güya. Bundan dolayı da onlarda gayet iyi biliyorlar ki, zararlı bir mutasyonla canlının genetik yapısından bir başka genetik yapıya haiz bir canlı oluşumu türemeyecektir. En iyisi mi bu işi zamana havale ederekten insanlığın kulağına faydalı mutasyonların frekans değerinin zirve yaptığı eşiği beklemelerini fısıldayıp yeni bir yaratığın türeyeceği günlere randevu vererekten bu işi geçiştirivermekteler. Aslında tüm bu fısıldayışlar, işi yokuşa sürmenin bir bahanesi fısıldayışlarıdır, baksanıza adamlar evrimin çürütülmemesi adına akıllarına düşen her ne varsa onu bir şekilde kılıfına uydurup bahane üretmekte mahirlerde. Yine de ne kadar işi kılıfına uydurmaya çalışırsalar çalışsınlar büyük umut bağladıkları tabii seleksiyon putu da evrimci tezleri çürümüşlükten kurtaramayacaktır. Bu durumda ellerinde tek seçenek kalıyor, o da algı operasyonu yapma seçeneği.. Nitekim bir an kendimizi evrimcilerin yerine koyduğumuzda elimizde koz olarak tuttuğumuz algı operasyonu seçeneği ile mutasyona öyle bir görev yüklemeli ki, ‘faydalı mutasyon’ olarak evrime katkı sunmuş olsun. Bu arada katkı sunmakta olan faydalı mutasyonun bir şekilde tabii seleksiyonun hışmına uğramaması ve bloke olmaması içinde mutlaka korunmaya alınmalıdır. Aksi halde tabiî seleksiyon, mutasyonun faydalısı ya da zararlısı hiç fark etmez belli bir frekans eşiğine gelmiş herhangi bir mutasyon olgusunu elimine etmek için var olacaktır. O halde neydik edip öyle zihinlerde faydalı mutasyon algı operasyonu yürütmeli ki, tabiatın şanslı mutantı seçmiş olduğunu, dolayısıyla tabiî seleksiyonun çokta fazla ayıklamasına, didiklemesine ve elemesine gerek kalmadan faydalı mutasyonun evrimleşmenin ta kendisi bir olgu olduğunu inandırmış olalım. Ama nasıl? Bu da ancak bıkmadan usanmadan sürekli mutasyonun faydalısından bahsederekten algı operasyonu tezlerimizi bilim dünyasına kabul ettirmekle olabilecek bir iştir. Tabii bilim dünyası bu tür hayal mahsulü tezleri yutarsa…
Ne diyelim, işte sizlerde görüyorsunuz ya, evrimcilerin hayal dünyalarına girerek hayal mahsulü tezlerini bilim dünyasına yutturacağımızı sanacağımız noktada birde baktık ki, kazın ayağı hiçte öyle değilmiş, meğer canlıların genetik yapılarında cereyan eden küçük değişmeler asla yeni bir canlının dönüşmesine yol açmayacak değişikliklerdir. Hem kaldı ki mutasyonun milyonlarca yıl sürebilecek birikimle yeni bir tür ortaya çıkaracağını söylemekle:
-Hem işi yokuşa sürüp işin bahanesini teşkil edecek bir şekilde kendilerince kılıf uydurmuş oluyorlar,
-Hem de bu işi uzun bir zaman dilimine havale etmekle tabii mutasyonlu evrimleşmenin aslı astarı var mı babından yapılacak olan her türlü deneysel araştırma ve analiz çalışmalarının önüne set çekmiş oluyorlar. Neden mi? Gayet onlarda çok iyi biliyorlar ki, bu işi deney ve gözlemlerle ispatlama imkânı yoktur, en iyisi mi geçmişe havale edip bu işin içinden sıyrılmak istiyorlar. Böylece bilimin dışında hareket etmediklerini kamufle etmiş oluyorlar.
Evet, evrimcilik bu ya, kendilerince uydurdukları “geçmiş zaman odur ki” başlıklı hikâyelerle tüm canlıları zaman tünellerinden geçirip güya her 100 milyon senede bir 8 mutasyon olayının gerçekleşebileceğini söylenip durmaktalar habire. Bikere ispatlanmaya muhtaç hangi tezleri ileri sürerlerse sürsünler şunu iyi bilsinler ki kendilerini bilimin dışında kalmaktan kurtaramayacaklardır. Çünkü bilim sebep netice ilişkisine göre kendine rota çizer. Her şeye rağmen yine de bu demek değildir ki bilim adamları ileri sürülen tezlere karşı tüm kapıları kapatıp üzerinde tartışılmasın. Adı üzerinde tez, hiçbir dayanağı olmasa da üzerinde tartışılmak için vardır. Olur ya, doğruluk payı olabilir düşüncesiyle ne söylediklerine bakmakta fayda vardır. Ki, üzerinde tartışılan herhangi bir tez, her halükarda antitezi karşısında bulur da zaten. Nitekim evrimcilerin mutasyonların faydalı olduğu noktasındaki tezlerine karşılık bir kısım bilim adamlarının seyirci kalmayıp antitez olarak yaratılış tezini ortaya koymaları nemelazımcı bir tavır içerisine girmediklerini gösterir. Sağduyulu bilim adamlarının “aman boş ver ne derseler desinler” babından duyarsız kalmadıkları şundan besbellidir ki mutasyonların zararlı olduğu görüşünde hemfikir oldukları gibi üstüne üstük ortaya yaratılış modeli ortaya koymuş durumdalar da.
Bilindiği üzere Darwin, kendi tezini ileri sürdüğü ilk yıllarda kafasında tabiat gücü kurgusu oluşturarak çevreye uyum sağlayan birtakım canlılar üzerinde faydalı olabileceğini düşündüğü en küçücük değişmelerin bile kuşaktan kuşağa aktarılıp zamanla farklı bireylere dönüşebileceğinden dem vurmuştur. Peki, dem vurdu da ne oldu, sonuçta iddia ettiği dönüşümün ne zaman gerçekleşip de yeni bir canlı türünün ortaya çıkacağı konusunda elle tutulur gözle görülür bir delil ortaya koyamamıştır. Derken ortaya bir şey koyamamak türünden böylesi afaki teorinin doğuşundan bilim dünyasına yutturulmaya kalkışıldığı ilk günden bugüne iflas edeceğinin ilk işaretlerini kendiliğinden ele vermiş oldu. Ne de olsa, teorinin ilk doğuş yıllarında meydanı boş bulup bol keseden atıp tutmak kolay bir işti, ama zaman içerisinde evrim karşıtı düşünceler karşılarına çıkıverip canlılarda olan biten bu faydalı değişikliklerin kaynağı nedir diye sorup sorguladıklarında adeta ıhlayıp vıhlayıp ıkınaraktan atıp tutamaz oldular. Tabii bu durumda evrim karşıtı sorgulamaların altından kalkmak adına bu kez Neo-Darwinist’ler devreye girip bu işin kaynağının rastgele oluşan mutasyonlar olduğu noktasında bir tez ileri sürmek suretiyle işi kotarmaya çalışacaklardır. Peki, böylesi bir tezle işi kotarmış oldular mı, ne mümkün, baksanıza adamlar daha ilk cümlelerinde ‘rastgele’ ibaresini kullanmakla işi kotaramadıklarını gösteren bir ifade tarzıdır. Hem kaldı ki mutasyonlar hammadde değil ki ‘kaynak’ oluşuna atıfta bulunulmuş olsun. Hatta işin Türkçesini söylemek gerekirse, mutasyon etken unsur değil, bilakis maruz kaldığı bir takım eten unsurların saldırıları karşısında etkilenen unsurdur. Nitekim bir canlının genetik yapısında iç ve dış kaynaklı olumsuz faktörler muvacehesinde nükseden kopma, yer değiştirme, bozulmalar eşliğinde ortaya çıkan maraz yapılar ve oluşumlar mutasyon olarak addedilir de. Ancak ne var ki, kendilerini modern evrimciler olarak takdim eden Neo-Darwinistler mutasyonu maraz bir yapı olarak görmeyip te onu doğal seleksiyonun koruma şemsiyesi altında mikro düzeyde mutasyonların binlercesinin birikmesiyle yeni türlerin meydana getirecek bir güç olarak görmekteler. Baksanıza ona güç atfettikleri içindir faydalı bir mutasyon bulma adına geceli gündüzlü büyük bir çaba içerisine girdikleri gözlerden kaçmaz da. Peki, büyük çaba içerisine girdilerde ne oldu? Sonuç malum, günümüzün en ileri teknoloji donanımına sahip laboratuvarlarda yaptıkları her denemeler de gerek makro mutasyonların, gerekse mikro mutasyonların seçimiyle yeni bir tür veya yeni bir cins elde edilemediği sıfıra sıfır, elde var sıfır bir tabloyla karşı karşıya kala kaldılar. Hadi bu neyse de ikide bir “Neo” etiketiyle kendilerini yenilikçi bilim adamı etiketiyle takdim etmelerine ne demeli, ilerleyen zamanlarda bütün çıplaklığıyla anlaşıldı ki, etiketleri cüsselerinden büyük Neo-Darwinist’lerin de klasik Darwincilerden hiçbir farkı yokmuş meğer. Tıpkı klasik Darwinciler gibi onlarda mutasyonların zararlı, hatta birçoğunun öldürücü olduğunu görmezlikten gelip modernlik kisvesi altında tezlerini bilim dünyasına yutturmanın peşindedirler. Ne diyelim, etiketleri zihin dağarcıklarından büyük kafa yapısıyla veya algı operasyonlarıyla bilim dünyasına yutturacaklarını sana dursunlar, mutasyonlardan 100 ila 1000 arasından belki bir tanesinin canlı türü için faydalı olduğunu varsaydığını düşündüğümüzde, o faydalı bir taneninde nesiller boyu aktarılmayacağı gerçeğini değiştiremeyecektir. Kaldı ki faydası olduğu söylenen mutasyonun canlının vücut ikliminde ne gibi etkisinin olduğu izaha muhtaç bir konudur. Zaten izah edemezler de. Çünkü şimdiye kadar canlılar üzerinde yapılan analizler neticesinde mutasyonun faydalı olduğuna dair net bir bulgunun varlığına rastlanılmamıştır. Tam aksine bu yönde yapılan laboratuvar analiz çalışmaları bize mutasyonların faydadan çok zarar getirdiğini gösteriyor. İşin bir başka ilginç yanı mutasyona ümit bağlayanlar laboratuvardan zararlı olduğu yönünde gelen verilerden etkilenmiş olsalar gerek ki, mutasyonu tetikleyebilecek radyasyon ortamlarından bizatihi kendileri hızla uzaklaşır haldelerdir. Hani atalarımız bir musibet bin nasihate bedel demişler ya, aynen öylede mutasyonla kol kola girenler bir anda ona öcü muamelesi yapıp ondan hızla uzaklaşabiliyorlar. Hatta gün geçtikçe mutajen etmenlerin yol açtığı zararlara daha yenilerinin ilavesiyle birlikte evdeki hesabın çarşıya uymayacağı telaşına kapılmış durumdalar. Kendi akılları sıra anlık durum değerlendirmeler yapıp bu noktada bir bakıyorsun yenilerinin eklenmesine geçit vermemek, nükleer santrallerin yapımının durdurulması ve nükleer denemeler aleyhinde kamuoyu oluşturma gibi faaliyetlerde bulunmak suretiyle de çevrecide kesilmekteler güya. Peki, o zaman demezler mi adama bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diye. Hani mutasyonlar faydalıydı. Öyle ya, madem faydalıysa mutasyonu hızını artıracak mekanizmaları durdurmaya ne hacet var.
İşte bu ve buna benzer çelişkiler ağına kapılmış bir kısım evrimci tayfa ne yapacağının telaşı içerisinde Neo-Darwinizm tezinden de hiç bir halt olamayacağını sezmiş olsalar gerek ki, bu kez bilim dünyasına sıçramalı evrim tezini servis etme çabası içerisine girmişlerdir. Yani bir zamanlar canlı türler arasında ki küçük değişmelerin uzun bir zaman dilim aralığında kademe kademe yeni bir canlı meydana getireceği şeklinde ileri sürdükleri tezlerden vazgeçip, yerine evrimin ansızın büyük sıçramalı değişikliklerle ortaya çıktığı çizgisine gelinmiştir. Hiç kuşkusuz ileri sürdükleri bu tezinde hiçbir dayanağı yoktur. Hem şimdiye kadar görülmüş müdür dünya kurulmuş kurulalı yeryüzü sathını oluşturan canlıların bir gün ansızın uykularından uyandıklarında bir anda sıçramalı bir değişim geçirerekten dev yapılı canlılara dönüştüğü, ya da dev bir balina haline geldiği. Hatta daha da hızlarını alamayıp kuşlar da sürüngen yumurtalarından ansızın meydana gelmişler güya. Ne diyelim, sürüngende yerinden sıçrayıp uçan kuş olarak evrimleştiğine göre zaten bunun cevabını bir kuş türü olan kargalar gülerek vermiş oluyor da. Bu iddialara kargalar gülmesinde ne yapsın, düşünebiliyor musunuz hayatının tamamını su içerisinde geçiren bir amfibiyen yumurtası nasıl oluyorsa karasal ortama geçiş yapıp bir anda gelişen sürüngen yumurtasına dönüşebiliyor. Üstelik sürüngenler ile amfibiyenler arasında uzaktan yakından hiçbir ortak bağ olmadığı halde, hatta aralarında herhangi bir ortak ata, herhangi bir geçiş formu olmamasına rağmen bu tür zırvaları hiç sıkılmadan söyleyebiliyorlar. İşte sizlerde görüyorsunuz ya, öyle maksadı aşan bu ve buna benzer zırva uçuk kaçık fikirler ileri sürmeyi seviyorlar ki, bir anda sürüngenleri uçurup kuş kategorisine rahatlıkla dâhil edebiliyorlar. Peki, bu noktada adama sormazlar mı “Yarım doktor insanı candan, yarım hoca ise insanı dinden eder” diye. O halde eksik göz, ya da yarım kanatla evrimleştiğini iddia ettiğiniz varlığı daha uçuşa geçirmeden o hayvanı anasından doğduğuna bin pişman etmiş olmuyor musunuz? Bir kere kuşların kemikleri kara canlısına nispeten daha narin, daha hafif ve bir o kadarda kendine özgü kan dolaşım sistemi ve kalp atımı söz konusudur. Üstüne üstük akciğerleri diğer canlılara göre çok daha farklı yapıda olduğu gibi, deri bakımdan karadakinin pullu, havadakinin ise tüylü derili olması hasebiyle her açıdan birbirlerinden farklı yapıdalardır. Hadi bir an olsun bu anatomik farklılıkları görmezlikten geldiğimizi varsayalım, peki bugüne kadar tek kanat veya yarım kanat içeren ara fosiller neden bulunamamıştır. İşin daha da ilginç tarafı, hani şu meşhur tavus kuşu var ya, işte o kuşun birbirinden güzel nakışlarla işlenmiş tüylerindeki estetiğe Darwin baktıkça dona kalmış da. Öyle ki bu kuşun tüylerine baktıkça neredeyse ileri sürdüğü teorisinden vazgeçirecek derecede kendisini mest etmiştir dersek yeridir. Anlaşılan o ki, sürüngenlerin kuş tüylerine dönüşümünü gösterecek ne bir ara formu ne de orijinal epidermal (üst deri) form atası bir canlı türü bulunabilmiştir. Bulunamaz da zaten. Baksanıza tavus kuşunun tüylerinden adeta feleğin sillesini yiyen evrimciler, daha şimdiden feleğini şaşırmış haldelerdir.
Kromozom Yapısı Değişmeleri
Mutasyonla ilgili örneklere bir başka açıdan, ya da kromozom düzeyinde ele alabiliriz. Mesela kromozom açısından baktığımızda evrimciler genetik bakımdan irsi karakter içeren kromozomların yapısında bulunan DNA’ların tesadüfü veya mutajenik değişmeye uğrayarak meydana geldiğini ileri sürmektedirler. Elbette ki DNA zincirinde nükseden istisnai değişmeler kendiliğinden veya X ışınları, ultraviyole ışınları, gama ışınları ya da çeşitli kimyasal maddeler etkisiyle meydana gelebiliyor. Buna itirazımız yok. Keza mutasyon hücre bölünmesi sırasında birtakım kromozom anomalilerinden kaynaklanarak da oluşabiliyor, buna da elbet itirazımız olamaz. Bizim itirazımız mutasyonla birlikte yeni bir başka canlı ortaya çıkması iddiasınadır. Kaldı ki bu iddianın dayanağı ütopik bir temel üzerine kurulu olmasa yine gam yemeyiz. Üstelik mutasyona uğrayan DNA’nın hem kendisi zarar görmekte hem de yönettiği hücrenin zarar görmesi söz konusudur. Onlara kalsa belki de “Aman bu kadarı küçük değişiklikten ne olur ki” deyip işi geçiştirmek isteyeceklerdir. Oysa sinek küçük olsa da sonuçta mide bulandırıyor ya. İşte büyüklerin söylediği bu söz o kadar manidar bir söz ki, bu sözün doğruluğunu genetik kodlarda kırılmalar veya anlık küçük değişmelerle mükemmellik doğurmamasından, yani maraz yapılar doğurmasından anlıyoruz. Nitekim tam kapasiteyle çalışan fabrika cihazlardan birkaç parçanın fire vermesiyle birlikte kendi içinde telafi yoluna gidip daha üstün performansla çalışan bir aygıtın ortaya çıktığı şimdiye kadar görülmemiştir. O halde artık mutasyondan medet umup içi boş heybeden süt çıkmayacağı artık anlaşılmış olması lazım. Zira mutasyon planlayıcı bir program değil ki, kendiliğinde ihtiyaç belirleyip kanat, kıl, tüy, gaga gibi yapılar ortaya çıkarabilsin.
Genel itibariyle genler kararlı bir yapıya sahiplerdir. İşte bu kararlılıkları sayesinde aradan milyon seneler geçse de çok kayda değer bir değişikliğe uğramaksızın konumlarını koruyabiliyorlar. Belki üzerlerinden ancak birkaç binyıl geçtikten sonra nadir değişiklikler nüksedebiliyor. Dolayısıyla kromozom üzerinde yer alan bir genin mutasyona uğramasıyla birlikte binlerce alt üniteler de ister istemez bu değişiklikten kendi payına düşeni almış olacaktır. Her ne kadar mutasyon hadisesi genler üzerinde bir takım etkiler bıraksa da yine de bir şekilde birçok gen tarafından kontrole tabii tutulabiliyor. Yani tamamen başıboş değillerdir. Zaten kontrol edilmeleri de gerekir. Çünkü mutasyonlar zararlı oluşumları hasebiyle vücut donanımı da ona göre kendi önlemini alacak kodlarla kodlanmışlardır, nitekim bilim adamları n kahir ekseriyeti bu hususlarda hem fikirdirler. Evrimciler ise malum tam aksine mutasyonların cüz-i bir kısmının (milyonda bir) faydalı olduğu yönünde kendi aralarında hem fikirdirler. Hem fikir olmaları neyse de, ne hikmetse mutasyonların yarı yarıya da olsa % 50 oranında faydalıdır diyecek kadarda hem fikir olamıyorlar. Şimdilik sadece tüm canlı âlemindeki yüzbinlerce çeşitliliğin varlığını milyonda bir ihtimal dâhilinde meydana gelebilecek mutasyonla işi izah etmeye çalışaraktan yetinmekteler. Düşünebiliyor musunuz milyonlarca yıl biriken mutantların en iyimser tahminle bin nesil veya bin kuşak sonrası orijinal genlerin veya değişime uğramamış varyantların yerine geçip idareyi ele alabileceklerini söyleyebiliyorlar. Daha da ileri giderek tam dört dörtlük değişikliğin 30 ila 40 milyon arası yıllar geçtikten sonra gerçekleşebileceğini zırvalıyorlar. Oysa canlı bir türün evrimleşmesi için genetik kodlarda bir iki değişiklik yetmez, çok daha büyük oranlarda fayda sağlayacak unsurların devreye cereyan etmesi gerekirdi. Fakat gel gör ki kazın ayağı hiçte öyle değil. Çünkü hiçbir mutasyon hadisesi canlının tüm genetik kodlarını tamamen değişikliğe uğratmadığı gibi tamamen herhangi bir genetik bilgi de ilave edememektedir. İşte böylesi mükemmel genetik enformasyonla donatılmış canlı hücrelere katkıda bulunamayan mutasyonun genetik kodlarda eksilmelere ve bozulmalara neden olduğu gerçeği ortada iken hala bir iki mutasyonu evrim kahramanı ilan edilmesine doğrusu şaşmamak elde değil. Hadi bu noktada bir ateistin kafa yapısını anlayabiliyoruz, onlar zaten ruhsuz, inançsız, düzen, intizam nedir bilmeyen tesadüf dünyasında yüzen dedikodu tayfası. Dolayısıyla fen bilimleriyle uğraşan insanların ateistler gibi ideolojik dedikodulardan hareketle ortaya hiçbir dayanağı olmayan gelişi güzel ortaya fikir atma lüksü olamaz, temel kriteri analitik gözlem ve deneyler olmalıdır. İşte görüyorsunuz masal kahramanı ilan ettikleri dev mutasyonlar aslında genetik âlemde birtakım kayıpların ve düzensizliğin (bozulmalara) baş kaynağıdırlar. Bu kaynaktan evrimleşme bekleyenler düştükleri çukurdan nasıl çıkacaklar doğrusu merak ediyoruz. Kaldı ki milyonlarca proteinden bir tanesi bile tesadüfe meydan vermeyecek şekilde hayata merhaba derken, gayri nizami kaynaktan yeni bir canlının türeyeceğini beklemek doğmamış çocuğa don biçmek gibi bir durumdur.
Bilindiği üzere mutasyona neden olan radyasyon ve kimyasal faktörlerden herhangi birisinin etkisine bırakılmış bir hücrenin kromozomu enine bir veya daha fazla noktadan koparak yer değiştirir ki, tıpkı bu sperm olgunlaşması sırasında DNA yapılarında meydana gelen kırılmalara (fragmantasyona) benzer bir hadiseyle karşımıza çıkan bir durumdur bu. Hatta bu ve buna benzer şekilde kromozomlar üzerinde fragmantasyon şeklinde vuku bulan bu kopmalar kromozom tip olarak ya da kromatid tip şeklinde de gerçekleşmekte. Dahası kromozom tipin her iki kromatidi aynı noktada kopabiliyor. İşte böyle iki parçaya ayrılacak şekilde kopan bir kromozoma biyoloji dilinde ‘sentrik’ denmektedir. Kromatidin iki yakasından kromatitten sadece biri kopup, bu şekil kopan bir kromozom ise ‘asentrik’ (sentromersiz) olarak tanımlanır. Şu bir gerçek asentrik kromozom sentromeri olmadığı için kaybolmaya eğilim gösterecektir. Mesela kromozomu kopmuş bir parça çok defa şifa bulup orijinal şeklini alacak, ya da asentrik parça koptuğu yere veya başka bir kromozomun ucuna yapışık kalıp herhangi bir değişikliğe sebep olmayacaktır. Ancak başka bir kromozoma yapışması veya koptuğu yere ters dönmüş olarak yapışması durumunda kromozomun yapısında kısmi bir değişikliğe neden olabiliyor, fakat oluşan bu kısmi değişiklik asla yeni bir canlı ortaya koyamayacaktır.
Kromozomlar genellikle tek tip interfaz (erken profaz) haldeyken daha kolay kopabiliyor. Şayet kopan parçalar tekrar bir araya gelip yapışma olayı olmazsa, bu durumda sentrik ve asentrik parçalar uzunlamasına yarılarak herbiri iki kromatid oluşturacaktır. Böylece teşekkül eden iki kromatidin kopuk uçları birleşmesiyle birlikte bu olay kardeş kromatitlerin birleşmesi anlamında sister union (S.U.) olarak tanımlanacaktır.
Elbette yıkmak kolay, yapmak zor derler ya, aynen onun gibi yukarıda sıraladığımız envai türden kopuşların çoğu hücrenin onaramayacağı boyutta birtakım tahribatlara yol açacağı muhakkak. O halde mutasyona sihirli bir değnek gözüyle bakamayız. Üstelik bu değneğin zararlı olduğu yediden yetmişe herkes tarafından biliniyor da. Değim yerindeyse mutasyon kavramına artık Hiroşima, Nagazaki veya Çernobil faciası gözüyle bakılıyor. Zira şurası bir gerçek bütün değişmeler mükemmelliğe doğru değil tam aksine bozulmaya doğru yüz tutan değişimler olarak tezahür etmektedir. Maalesef mutasyonun zararı etkisinden büyük olmaktadır. Bir başka ifadeyle zirveye doğru değil tabana doğru bir gidiş söz konusudur. Mutasyon hiçbir zaman tavan yapmaz, aksine sefillere oynayan bir girdabın içerisinde debelenip duran zararlı bir biyolojik atom bombasıdır. Dolayısıyla debelenip durmasına şaşmamak gerekir. Bir başka ifadeyle programsız, gelişi güzel gelişen olaylar etrafa hep zarar vermiştir.
Nizami perspektiften yoksun, genetik kodları deforme olmuş arızi yapıların yeni canlıların türemesine yol açacağı yapılar olacağı düşüncesi evrimcilerin hep hayalini süsleyen düşler olmuş olmasına ama bu tip hayaller her defasında bilim duvarına toslayıp bir türlü gerçeklilik kazanamamıştır. Zaten ahı gitmiş vahı kalmış mücadele kabiliyetini yitirmiş yapıların kendisine faydası yok ki bir başka yapıların doğmasına da faydası olsun. Baksanıza ne mutasyonların ne de tabii seleksiyonun organize topluluklar oluşturabilecek gücü ve kabiliyeti var. Gücü olmayanın ne bir program özelliği, ne şifre özelliği, ne yönlendirme özelliği olamayacağına göre her ikisinden de yeni canlı türlerin türemesini ve yeni yapıların organize olmasını beklemek boşa kürek çekmek olur. Anlaşılan mutasyonlar canlılar üzerinde program dışı ‘küçük çapta değişiklikler, rasgele ve zararlı’ diyebileceğimiz, aynı zamanda genetik yapıya olumlu katkıda bulunamayan bir gelişigüzel hadiseden başka bir şey değildir. Hakeza doğal seleksiyon dedikleri hadise de yeni hadiselerin oluşumunu yönlendirecek bir enerji dönüşümü mekanizması, bir şifre, bir program değildir, sadece arızalı yapıları elimine eden bir mekanizmadır o kadar. Bunun ötesinde herhangi bir canlı oluşumuna veya enerjiye dönüştürücülük fonksiyonu ve seçiciliği asla söz konusu değildir. Buna rağmen, evrimciler hala sihirli değnek olarak gördükleri mutasyonlardan veya doğal seleksiyon denen ucube yapılardan ve mekanizmalardan bir dönüşüm, bir evrilme olacağından medet umuyorlarsa şunu iyi bilsinler ki daha uzun yıllar boşuna havanda su dövecekler demektir. Onlar boşa kürek çeke dursun, bari hiç olmazsa bizim üzerimizde kafa karıştırıcı algı oyunlarından vazgeçip, bizden ikide bir mutasyona uğramış vücut şehrin enkaz yığınlarından çok az kısmının, yani milyonda bir faydalı olduğu söylenilen faydalı mutasyon artıklarının kendiliğinden sentez harekâtı başlatıp bir başka türden yeni vücut şehir türeteceğine inanmamızı beklemesinler. Hele önümüze somut işe yarar faydalı olduklarını söyledikleri tek bir mutasyon örneği koysunlar, ondan sonra bizde dönüp hayallerini süsleyen ütopik rüyaları neymiş dinleme zahmetinde bulunmuş olalım, aksi halde içi boş masalları dinlemeye ayıracak ne zamanımız var ne de dayanacak takatimiz var. Baksanıza adamlar hayallerini süsleyen evrimi ispatlamak adına onca senelerdir yaptıkları çabalar sonucunda ortaya hiçbir somut örnek koyamadılar, elde var sıfır denilecek noktadalar hala. Hani, onca senelerdir meyve sinekleri üzerinde mutasyon ve mutajenik deneyleri yaptılar da ne oldu? Halen gelinen noktada bugün olmuş işe yarar doğru dürüst bir tek enzim bile ortaya koyamadıkları gibi hayallerini süsleyen yeni bir canlı türü yaratıkta türeyivermedi. Tam aksine mutasyona uğramış sineklerden ya birkaç sakat ve kısırlaşmış ölü halde sinekler ya da Drosophila adıyla meşhur meyve sineğinde olduğu gibi ayakları kafasından çıkan bozuk yapıların türeyiverdiğini gördük. Şimdi meyve sineği evrimcilere dönüp kendi hal lisanıyla bunlara demez mi, benden nükseden bozuk yapılara ümitlerinizi bel bağlamayı bırakında bari beni kendi halime bıraksanız da sinekliğimden utandırmasanız. Ne var ki, evrimciler sineğin bu yalvarışına kayıtsız kalıp yine bildiklerini okuyaraktan sinekliğinden utandırmaya devam edeceklerdir. Hakeza insanlar içinde aynı durum söz konusudur, altıparmaklılık, down sendromu (mongolizm), albinizm, cücelik, orak hücre anemisi, bir takım kanser vakaları ve bir takım sakat doğumlardan medet umarak insanı insanlıktan utandıracak uyduruk masallarla güya atalarımızın maymun olduğunu, yani maymundan türediğimize inandıracaklarını sanıyorlar. Oysaki gerek anne karnında, gerek genetik kanaldan, gerekse sonradan bir takım mutagenik etkenlere maruz kalaraktan oluşmuş mutasyonlar ya insanı sakat bırakmakta ya da çoğu ölümle sonuçlanan vakalara sürüklemekte, Asla sakat yapılardan ilerisinde yeni bir canlı türeyecek oluşumu gerçekleşmeyecektir. Hem kaldı ki bir gende herhangi bir çeşit mutasyon nadir görülen bir durumdur.
Evet, bir gende herhangi bir mutasyonun vuku bulması nadir görülen bu durum biyoloji bilim dalında “kromozom mutasyonu” diye tarif edilip karşılık bulur. Şimdi kromozom mutasyonu geçiren bir hücrede genlerin sıra dizilimi alt üst olup kalıtım ünitelerinde (gemmule’lerde) DNA’daki bilgileri okunamaz hale getiriyor diye bundan kendine vazife çıkarıp yeni bir canlının türeyeceğini ummak safdillik olur. Maalesef gel gör ki evrimciler gen mutasyonlarından bile medet umar hale gelmişlerdir. Oysaki kromozom üzerinde vuku bulan değişmeleri mutasyon kaynaklı bir değişme olarak tarif etmek varken, tarif etmenin dışına taşıp maksadını aşan mecralara çekmenin ne anlamı var doğrusu şaşmamak elde değil. Yine de biz onlar gibi farklı mecralara çekmek yerine gerek kromozom yapısı değişmeleri gerekse kromozom sayısı değişmeleri tanımlamakta fayda var elbet. Mesela bunlardan bir kaçını tanımladığımızda tek bir kromozomdaki sayısal değişiklik söz konusu olduğunda bu bir anoploidi değişiklik olarak tanımlanır. Şayet bu tanımladığımız değişiklikte bir kromozomun sayıca eksik olduğunda monozomi ve nullizomi olarak tanımlanırken, sayıca fazla olduğunda ise kromozomun sayısına göre trizomi ve tetrazomi olarak tanımlanır. Bilindiği üzere insanda kromozom sayısı 23 çift olup toplamda 46’dır, dolayısıyla 13, 18 ve 21. kromozomların trizomisi dışındaki otozomal kromozomlarda ki sayısal anomaliler ölümcül olabiliyor. 45,Y dışındaki cinsiyet kromozomlarındaki sayısal anomaliler ise hayata tutunabilmek için adeta çırpınaraktan bağlanma çabası içerisindedir. Neyse ki sayısal kromozomal anomalilerin tekrarlama riski genellikle de novo oluşumları denen sil baştan sıfırdan üretilen gen oluşumu aktivasyonlarıyla düşük dozda seyretmekte. Sayısal kromozomun anomalilerinin en tepik örneği malum “Trizom 21” (üç adet 21. Kromozom) denen down sendromundan başkası değildir elbet. Neticeyi itibariyle sayısal kromozom değişikliklerinde çift kromozomlardan bir tanesinin kaybolması monozomi olarak addedilirken bir çifte ilaveten bir tane daha kromozom eklenmesi ise trizomi olarak addedilip ebeveynlerden birinin gamet hücrelerinde değişik oranlarda bulunmakla kendini gösterir.
Velhasıl-ı kelam, mutasyonlarla canlı organlarında bazı değişiklikler çoğu kez zararlı ve ölümcül olmakla birlikte icabında kısmı yaşama imkânı veren arıza yapılar olarak karşımıza çıkmakta. Fakat yaşama imkânı veren bu tip mutasyonlar kendi türü içerisinde sınırlı kalıp, asla bir başka canlı türün türemesine yol açan bir değişiklik olmayacaktır.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/yazar/selim-g ... ose-yazisi
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön