KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »



Resim F-) PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve ÇocukLarı-TorunLarı.:

Resim 1-) OğLu İbrâhim'in Vefâtında PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm.:

Peygamberimiz aleyhisselâm , çocukları çok sever, onları önemser ve DUÂ ederdi. Çocuklarla karşılaştığında da selâm verir, ilgilenir ve şakalaşırdı. Resûl-i Ekrem aleyhisselâm'ın Oğlu İbrâhim henüz bebekken öldüğü zaman Peygamberimiz aleyhisselâm üzülmüş ve gözleri yaşarmıştır. Bu hali bazı sahâbîler tarafından yadırganınca da şöyle demiştir.: "Bu engel olunmaz bir merhamet duygusudur. Göz yaşarır, kalb hüzünlenir-üzülür; ancak bizim ağzımızdan RABBimizin rızâsı hilâfına bir söz çıkmaz." (Buhârî, "Cenâiz", 43; Müslim, "Fezâil", 62-63.)

Resim 2-)
PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve Hz. Hasan-Hz. Hüseyin.:

Hz. Hasan (ö. 49/669), Peygamberimiz aleyhisselâm’ın torunu, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali'nin büyük oğlu. Babası ona Harb adını koymayı düşünmüşse de Peygamberimiz aleyhisselâm, Câhiliye Döneminde pek bilinmeyen “Hasan” adını ve “Ebû MuhaMMed” künyesini vermiş ve kulağına bizzât ezân okumuştur; doğumunun yedinci gününde de akîka kurbanı kestiği ve Hz. Fâtıma'dan saçının ağırlığınca fâkirlere gümüş dağıtmasını istediği bilinmektedir. Kerbelâ şehîdi Hz. Hüseyin aleyhisselâm (ö. 61/680) de, Peygamberimiz aleyhisselâm’ın torunu, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali'nin küçük oğludur. Göğsünden aşağısının Dedesine (aleyhisselâm) çok benzediği söylenir. Doğduğunda Peygamberimiz aleyhisselâm, Ağabeyi Hasan'a yaptığı gibi o güne kadar Araplar'ca pek bilinmeyen adını kulağına bizzât ezân okuyarak koymuş ve doğumunun yedinci gününde akîka kurbanı kestirip Hz. Fâtıma'dan saçının ağırlığınca fâkirlere gümüş dağıtmasını istemiştir.. (Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, III, 280; IV, 268.)

Hz. Hasan’ın Resûlullah'a çok benzediği belirtilir. Kaynaklar, Resûl-i Ekrem'in.: "CeNNetin efendileri" dediği ve haklarında.: "ALLAHım, ben onları seviyorum, sen de sev!" diye DUÂ ettiği iki torununu çok sevdiğini, isteklerini tereddütsüz yerine getirdiğini, onlarla oyun oynadığını, sırtına bindirip gezdirdiğini, hatta secdede iken üstüne çıkıp sırtına bindiklerinde ininceye kadar kalkmayıp beklediğini belirtir ve onlara olan düşkünlüğünü gösteren birçok rivâyet naklederler. Bunlardan biri de şudur.:
“Bir gün Peygamberimiz aleyhisselâm minberde iken Hasan ile Hüseyin'in düşe kalka Mescide girdiklerini görmüş, konuşmasını yarıda keserek aşağı inip onları kucaklayıp bağrına basmış.: "Cenâb-ı HAKk.: “Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihân vesilesidir.” derken ne kadar doğru söylemiştir, onları görünce dayanamadım." dedikten sonra konuşmasına devâm etmiştir.” (İbn Mâce, "Libâs", 20; Tirmizî, "Menâkıb", 30; Nesâî, "Cum'a", 30.)

إِنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللَّهُ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
“İnnemâ emvalukum ve evlâdukum fitneh (fitnetun), vallâhu indehû ecrun azîm (azîmun).: Oysa sizin mallarınız ve evlâtlarınız fitnedir (imtihandır). Ve ALLAH ki, ecrun azîm (en büyük mükâfat) O'nun indindedir (katındadır).” (Tegâbün 64/15)

Her ikisi de, Ehl-i BEYt'e ve Âl-i ÂBÂ'ya dâhildir ve Peygamberimiz aleyhisselâm’ın Neslini günümüze kadar devâm ettirmişlerdir.. (Buhârî, "Fezâ'ilü’s-sahâbe", 18, 22; Müslim, "Fezâ'ilü's-sahâbe", 32, 56, 58, 61, 67; Fığlalı, Ethem Ruhi; "Hasan", DİA, XVI, 282-285; Fığlalı; "Hüseyin", DİA, XVIII, 518-521.)

Resim G-) AKRABALIK İLİŞKİLERİnde PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve Hz. Abbas.:

Abbâs b. Abdülmuttalib (ö. 32/653), Peygamberimiz aleyhisselâm’ın Amcasıdır. Peygamberimiz aleyhisselâm, Amcasını sever, kendisinden sâdece iki veyâ üç yaş büyük olmasına rağmen.: "İnsanın amcası, babası gibidir" diyerek ona saygı gösterirdi. Ayricâ onu.: "Kureyş'in en cömerdi ve akrabalık bağlarına en çok riâyet edeni" diye övmüş, Abbas'ı incitenlerin kendini incitmiş olacaklarını beyân etmiştir. (Müslim, "Zekât", 11; Tirmizî, "Menâkıb", 28.)

Hz. Ömer (radiyallahu anhu), Peygamberimiz aleyhisselâm’ın vefâtından sonraki kıtlık yıllarında yağmur DUÂsına çıkıldığı zaman, Hz. Abbas'ı kasdederek. "Peygamber'in Amcası hürmetine" diye rahmet niyaz ederdi. (Buhârî, "İstiskā", 3.)

Peygamberimiz Amcası Abbas'a.: "Bak amca sana on faydası olan bir şey öğreteyim; bunu yaparsan günahlarının ilki-sonu, eskisiyenisi, bilmeyerek işlediğin-bilerek işlediğin, küçüğü-büyüğü ve gizli yaptığın-açıktan yaptığın on türlü günahını ALLAH bağışlar." diyerek, ömürde bir kez olsun kılınması tavsiye edilen mendub bir namaz olan tesbih namazını tavsiye etmiş ve öğretmiş, Abbas bunu her gün yapamayız deyince Peygamberimiz, bu namazın haftada bir, ayda bir, yılda bir veyâ ömürde bir defâ kılınmasının yeterli olacağını belirtmiştir. (Ebû Dâvûd, "Tatavvû'", 14, "Salât", 303; Tirmizî, "Salât", 350, "Vitr", 19; (Daha detaylı bilgi için bk. TDVY, İlmihâl I, s. 319-320.))

Resim H-) PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve DAMADı.:

Bilindiği üzere "SıLâ-i Rahim", nesebî, sıhrî (evlilik yoluyla oluşan) ve rada‘î (süt emme yoluyla oluşan) akrabalıkları ifâde eder. (Akyüz, Vecdi; "Akraba", DİA, II, 286.)
Evlilik yoluyla oluşan sıhrî akrabalık ilişkisini daha iyi anlayabilimek için, Peygamberimiz aleyhisselâm’ın, damatlarıyla olan iletişiminden bir örnek vermek yerinde olur.

Ebü'l-Âs b. er-Rebî' el-Kureşî (ö. 12/634), hem Peygamberimiz aleyhisselâm’ın Damadı, hem de Baba tarafından yakınıdır. Annesi Hz. Hatice'nin kız kardeşi Hâle'dir. İslâm'dan önce Peygamberimiz aleyhisselâm’ın en büyük kızı Zeyneb'le evlendi. Daha sonra karısı müslüman olduğu halde Ebü'l-Âs olmadı. Bedir'de Müşrikler safında yer aldı ve esir düştü. Zeyneb, bir miktar mal ve evlendiklerinde annesinin kendisine taktığı gerdanlığı fidye olarak gönderdiyse de bunu görünce hüzünlenen Peygamberimiz aleyhisselâm gerdanlığın Zeyneb'e iâdesini ve Ebü'l-Âs'ın serbest bırakılmasını söyledi. Ancak ondan da kızını Medine'ye göndermesini istedi. Ebü'l-Âs, karısını çok sevmesine rağmen sözünde durarak Zeyneb'i Medine'ye gönderdi, Rasûlullah'ı memnûn etti. Ebü'Âs, h. 6. yılında müşriklerin kendisine emânet ettiği ticaret mallarıyla birlikte Suriye'den dönerken başlarında Zeyd b. Hârise'nin bulunduğu bir seriyye ile karşılaştı, (Îs Seferi). Müslümanlar kervanı ele geçirmekle beraber Ebü'1-Âs'ı ellerinden kaçırdılar. Onun geceleyin Zeyneb'in yanına gitmesi, ya da ona haber gönderip kendisini himâyesine almasını ricâ etmesi, Zeyneb'in de bunu kabul etmesi üzerine Resûli Ekrem kervanı ele geçiren askere haber gönderdi; elde ettikleri gani’met kendilerine ait olmakla beraber onu Ebü'l-Âs'a geri verdikleri takdirde memnun kalacağını bildirdi. Bunun üzerine kervandaki malların tamamı Ebü'l-Âs'a iâde edildi. Mekke'ye varınca malları teslim ederek müslüman olduğunu açıkladı ve daha sonra Medine'ye hicret etti. Peygamberimiz aleyhisselâm de altı yıllık bir aradan sonra o’na Hanımını iâde etti.. (Sakallı, Talat; "Ebü’l-Âs", DİA, X, 293, 294, (1994))

Resim I-) AKRABALIK İLİŞKİLERİnde PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve DADIsı ÜMMÜ EYMEN.:

Üsâme b. Zeyd'in annesi Ümmü Eymen, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem büyüyünceye kadar ona Dadılık yapmıştır. Peygamberimiz aleyhisselâm onu azât etmiş ve.: “Kim Ehl-i CeNNet bir hanımla evlenmek isterse, Ümmü Eymen’le evlensin!" diyerek, onu, Zeyd b. Hârise ile evlendirmiştir. Efendimizin vefâtından beş ay sonra o da vefât etmiştir.. (Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, II, 92, 93.)

Peygamberimiz aleyhisselâm dadısını sık sık ziyâret eder ve ona.: “Anne” diye hitap ederdi. Hatta kimi zaman ona latîfe de yapardı. (Zehebî, a.g.e., II, 225; İbn Sa'd, Tabakāt, VIII, 224.)

Yine onun için "Bu, benim ev halkımdan geride sağ kalan kimsedir." derdi. (Mecmeu'z-Zevâid, IX, 258; el-İsâbe, XIII, 177.)

Peygamberimizin vefâtından sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer'e.: "Haydi Ümmü Eymen'e gidip, tıpkı Peygamberimizin de ona yaptığı gibi biz de ziyâret edelim." dedi. Oraya vardıklarında Ümmü Eymen ağlamaya başladı. Peygamberimizin vefâtına ağlamıştı. "Sen de mi ağlıyorsun?" dediklerinde.:
"Vallâhi, biliyorum ki o muhakkak ölecekti. Ancak ben, bize, semâdan vahyin kesilmesine ağlıyorum." demiş ve Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'i de ağlatmıştı. (İbn Sa'd, VIII, 226; Müslim, "Fezâilü’s-sahâbe", 24; İbn Mâce, "Cenâiz", 16; Ebû Nuaym, Hilye, II, 68.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »


Resim J-) PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve FÂTIMA binti ESED.:

Fâtıma binti Esed (ö. 4/625-26), Hz. Ali'nin annesi ve Ebû Tâlib'in eşidir. Peygamberimiz aleyhisselâm, Dedesinin ölümünden sonra Ebû Tâlib tarafından himâye edilince Fâtıma ona sekiz yaşından i’tibâren annelik yaptı. Ebû Tâlib, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i çocuklarından daha fazla SEVdi, onun uğurlu olduğuna inandı ve iyi yetişmesi için gayret sarf etti. Peygamberimiz aleyhisselâm’ın ikinci annem dediği, Ebû Tâlib'in Hanımı Fâtıma da ona kendi çocuklarından daha çok ihtimam gösterdi. Resûl-i Ekrem'in belirttiğine göre kendi çocuklarından önce onu doyurup gözetirdi. Bununla beraber Resûl-i Ekrem'e Peygamberlik geldiği zaman hemen müslüman olmadı. Ebû Tâlib'in ölümünden hemen sonra ve hicretten yaklaşık iki yıl önce İslâmiyet'i kabul ettiği ve Medine'ye ilk hicret eden kadın sahâbîlerden olduğu tahmin edilir. Hatta hicretten bir müddet sonra Hz. Fâtıma'nın, yanlarında Hz. Ali ile Annesi Fâtıma binti Esed olduğu halde SEVde, kız kardeşi Ümmü Gülsüm ve Ebû Bekir'in Âilesiyle birlikte Medine'ye hicret ettikleri bilinmektedir. Oğlu Ali, Resûlullah'ın kızı Fâtıma ile evlenince geliniyle aynı evde yaşamaya başladı. Peygamberimiz aleyhisselâm Yengesinin iyiliklerini hiç unutmaz, onu Medine'deki Evinde ziyâret eder ve zaman zaman orada öğle uykusuna yatardı. (İbn Sa'd, VIII, 222.)

Resûl-i Ekrem'in.: "Annemden sonra Annem" dediği Fâtıma bint Esed, hicretin ilk yıllarında, Medine'de vefât etti. Onun ölümüne üzülen Peygamberimiz aleyhisselâm sırtındaki gömleği çıkarıp ona kefen yaptı, cenâze namazını kıldırdı ve cenâzesinin üzerine yetmiş tekbir aldı. Kabrinin kazılmasıyla da bizzât ilgilendi ve CeNNetü’l-Bakî'ye gömdü. (Aykaç, Mehmet; "Fâtıma binti Esed", DİA, XII, 225, (1995); Hâkim, Müstedrek, III, 108.)

Resim K-) PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve ZEYD b. HÂRİSE.:

Peygamberimiz aleyhisselâm’ın yanında kalmayı babasının yanına dönmeye tercih eden Zeyd b. Hârise radiyallahu anhu, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in azâdlı kölesi ve hizmetçisidir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona çok farklı davranmıştır.
Hz. Zeyd şöyle der.: "Ben hiç kimseyi sana tercih etmem. Sen, bana baba ve annem yerindesin. Ben senden öyle şeyler gördüm ki, hiç kimseyi ona tercih etmem." Peygamberimiz de onun bu tercihine karşılık, onu evlâdlık edinmişti. Bu durum evlâdlıkla ilgili yasak gelinceye kadar devâm etmiştir. Mûte Savaşı'nda (8/629), birinci kumandan sıfatıyla sancağı taşıyan Hz. Zeyd, daha savaşın başında şehid düşünce ağlamış ve şöyle demiştir.: “Bu, SEVgilinin SEVgilisine özlemidir." (İbn Sa'd, Tabakāt, III, 34; Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, II, 80, 133; Algül, Hüseyin; "Mûte Savaşı", DİA, XXXI, 385, 386, 387.)

Peygamberimiz, oğlu Hz. Üsâme’yi kumandan olarak tâyin ettiğinde, bazıları ileri geri konuşmuşlardı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Buna laf ediyorsanız, siz aynı şekilde Babasının kumandanlığına da laf etmiştiniz. ALLAH'a yemin ederim, Üsâme, Babasından sonra insanların bana en SEVgilisidir." demişti.
"Ey Zeyd, sen benim dostumsun, bendensin, toplumun bana en SEVimlisisin." Sözü de yine onun hakkındaki iltifâtlardandır.
(Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, II, 133.)

Resim L-) AKRABALIK İLİŞKİLERİnde PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm'ın ve İbn ABBAS'a.: "Yavrucuğum!" DEyip DUÂ Etmesi.:

Abdullah b. el-Abbâs (ö. 68/687-88), Peygamberimiz aleyhisselâm’ın amcasının oğlu, tefsir ve fıkıh ilimlerinde otorite kabul edilen ve çok hadis rivâyet eden büyük bir sahâbîdir. İbn Abbas diye de meşhûrdur. Hicretten üç yıl kadar önce, müslümanlar Kureyş'in ablukası altındayken Mekke'de doğdu. Doğduğunda Babası tarafından Peygamberimiz aleyhisselâm’a götürüldü ve DUÂsına mazhar oldu. Hicretten muaf tutulanlardan olan Annesiyle Mekke'de kaldı. Bir süre sonra onunla birlikte Medine'ye göçtüğü şeklindeki rivâyet yanında, babası Abbas'la birlikte fetih yılı (630) hicret ettiğine dâir de rivâyetler vardır. Hz. İbn Abbas radiyallahu anhu, Peygamberimiz aleyhisselâm’ın Sünnetini öğrenme arzusuyla onun yanında kalmaya çalışır, Hz. Meymûne Teyzesi olduğu için bazı geceler Peygamber Evinde konuk edilirdi. (Çakan, İ. Lütfî; Eroğlu, Muhammed; "Abdullah b. Abbas", DİA, I, 76-79; Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, III, 331-359.)

Peygamberimiz aleyhisselâm’a karşı olan SEVgisi, bağlılığı ve samimî hizmetleri sebebiyle onun takdirini kazanmış ve.: "ALLAHım, ona Kitab'ı öğret ve dinde mütehassıs kıl!." tarzındaki DUÂsına nâil olmuştur. (Buhârî, "İlim", 17; "Hudûs", 10; "İ'tisâm", 1.)

Peygamberimiz aleyhisselâm, İbn Abbas’a.: "Yavrucuğum! Bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsa, ancak ALLAH'ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilir. Bütün ümmet sana zarar vermeye kalksa, ancak ALLAH'ın sana takdir ettiği zararı verebilir. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazdığı yazılar değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir." demiştir. (Tirmizî, "Kıyâme", 59.)

Resim M-) PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm’ın Hz. CA'FER'i Öpmesi.:

Mûte Savaşı kumandanlarından olan Ca'fer b. Ebî Tâlib (ö. 8/629) Peygamberimiz aleyhisselâm’ın amcasının oğludur. Hz. Ali'nin öz kardeşi olup ondan on yaş büyüktür. Ebû Tâlib'in çocuklarının fazla oluşu sebebiyle geçim sıkıntısı çektiği sırada yükünü hafifletmek üzere Peygamberimiz aleyhisselâm Hz. Ali'yi, amcası Hz. Abbas da, Hz. Ca'fer'i yanına almıştı. İlk iman edenlerdendir. Müşriklerin müslümanlara eziyet ve işkenceleri artınca, Habeşistan'a hicret eden ikinci kafileye katıldı, hem de başkan tâyin edildi. Oğlu Abdullah Habeşistan'da doğan ilk müslümandır. Habeş Hükümdarı Necâşî Ashame'nin huzurunda müslümanları temsil etti. 628 yılına kadar orada kaldı. Hudeybiye'den sonra Peygamberimiz aleyhisselâm, Medine'ye dönmelerini istedi. Ca'fer de döndü ve yanındaki Habeş Muhâcirleriyle doğruca Hayber'de bulunan Peygamberimiz aleyhisselâm’ın yanına gitti. Hayber'in Fethinden hemen sonra Ca'fer'i karşısında gören Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Hangisine SEVineceğimi bilmiyorum. Hayber'in fethine mi, yoksa Ca'fer'in gelişine mi?" diyerek o’nu kucaklayıp alnından öptü ve elde edilen gani’metten on altı arkadaşıyla birlikte ona pay ayırdı. (Ebû Dâvûd, "Edeb", 146.)

Medine'ye dönüşlerinde Ca'fer'e Mescid-i Nebevî'nin yanıbaşında bir yer ayırarak onu buraya yerleştirdi. Kırk yaşındayken Mûte'de (8-629) şehîd oldu. Bu savaşta, Ca'fer'in kesilen iki koluna karşılık iki kanat ihsân edildiğini ve onlarla CeNNette uçtuğunu bizzât Peygamberimiz aleyhisselâm haber vermiştir. Bu sebeble kendisine "Tayyâr, zü'l-Cenâheyn" (uçan, iki kanatlı) lâkabları verildi. Hz. Ca'fer şehîd olunca Peygamberimiz aleyhisselâm onun evine gitti, onun oğullarını bağrına bastı, öptü, kokladı, ağladı. Sonra ev halkı için yemek hazırlatıp onlara ikram etti. Ca'fer'in çocukları üç gün Peygamberimiz aleyhisselâm’ın evinde kaldılar. Onun iki oğlunun bakımını Peygamberimiz üstlenmiştir. (Önkal, Ahmet; "Cafer-i Tayyar", DİA, VI, 548, 549.)

Resim N-) AKRABALIK İLİŞKİLERİnde PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve FAZL b. ABBÂS.:

Fazl b. Abbâs (ö. 13/634), Peygamberimiz aleyhisselâm’ın amcasının oğludır. Babası Hz. Abbas, annesi Hz. Meymûne'nin kız kardeşi Lübâbe'dir. Fazl, Peygamberimiz aleyhisselâm'la birlikte Mekke Fethinde ve Huneyn Gazvesi'nde bulundu. Huneyn Günü ordu bozguna uğradığında Resûl-i Ekrem'in (sallallahu aleyhi vesellem) etrafından ayrılmayıp onu koruyanlardan biridir. Vedâ Haccında Müzdelife'den Minâ'ya kadar Resûlullah'ın Devesinin terkisinde gittiği için kendisine "Ridfü Resûlillâh" denildi ve o günden sonra bu lâkabla tanındı. O sıralarda bekâr ve yakışıklı bir delikanlı olan Fazl'ın gözü Vedâ Haccı'na katılanlar arasındaki bir kıza takıldı.

Peygamberimiz aleyhisselâm birkaç defâ eliyle onun yüzünü başka tarafa çevirerek.: "Yeğenim, bu öyle bir gündür ki bu günde gözüne, kulağına ve diline hâkim olanın günahlarını ALLAH bağışlar" buyurdu. (Müsned, I, 329, 356.)

Fazl, babasının tavsiyesi üzerine Resûl-i Ekrem'den zekât me’murluğu istedi. Zekâtın malın kiri olduğunu, bu sebeble bu me’murluğu MuhaMMed Âilesine uygun görmediğini söyleyen Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem onu kendisi evlendirdi ve kızın mehrini de kendisi verdi. Son hastalığında Hz. Ali ile birlikte koluna girerek Resûl-i Ekrem'i mescide çıkaran Fazl'ın, vefâtı sırasında O'nun yanında bulunduğu ve cenâzesi yıkanırken suyunu döktüğü bilinmektedir. (Başaran, Selmân; "Fazl b. Abbâs", DİA, XII, 271, 273.)

Resim O-) AKRABALIK İLİŞKİLERİnde PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve Hz. HAMZA.:

Hz. Hamza radiyallahu anhu (ö. 3/625), Peygamberimiz aleyhisselâm’ın Amcasıdır. Annesi Âmine'nin amcasının kızı olan Hâle'dir. Ebû Leheb'in câriyesi Süveybe'den süt emdikleri için Peygamberimiz aleyhisselâm ile sütkardeşidir. Çocukluk ve gençlik yıllarında Efendimizle (sallallahu aleyhi vesellem) arkadaş ve dost oldukları bilinir. Bi'setin 2 veyâ 6. yılında müslüman olmuştur. Şehîd edildiğinde, Peygamberimiz aleyhisselâm bu duruma çok üzüldü, ağladı ve şöyle dedi.: "Hiç kimse senin kadar musibete uğramamıştır ve uğramayacaktır. Beni bunun kadar öfkelendiren bir şey olmamıştır. Ey Resûlullah'ın amcası! Ey ALLAH ve Resulü'nün Aslanı Hamza! ALLAH sana rahmet etsin. İyi bilirim ki sen hısım ve akrabalık haklarını gözetir, hep hayırlı işler yapardın. Eğer yas tutmak gerekseydi sana yas tutardım!."
Peygamberimiz aleyhisselâm daha sonra yetmiş (veyâ otuz) müşriği katledip aynı şekilde intikam alacağına yemin etti. Ancak.: "Eğer cezâ verecekseniz size yapılanın misliyle cezâ verin. Ama sabrederseniz elbette bu sabredenler için daha hayırlıdır"

وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُواْ بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُم بِهِ وَلَئِن صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِّلصَّابِرينَ
“Ve in âkabtum fe âkıbû bi misli mâ ûkıbtum bih (bihî), ve le in sabertum le huve hayrun li’s- sâbirîn (sâbirîne).: Ve şâyet siz, ikab edecekseniz (cezâ verecekseniz), o takdirde onların sizi onunla cezâlandırdıklarının misliyle cezâlandırın! Ve eğer gerçekten sabrederseniz elbette o (sabırları), sabredenler için daha hayırlıdır.” (Nahl 16/126)

Meâlindeki âyet nâzil olunca bundan vazgeçti. Resûl-i Ekrem, Hz. Hamza'yı görmek isteyen kız kardeşi Safiyye'ye engel olmaya çalıştıysa da Safiyye kardeşinin bu musibete ALLAH YOLU’nda uğradığını, ALLAH YOLU’nda bundan daha beterine de razı olacağını ve SEVâbı O'ndan bekleyeceğini söyleyerek ısrar etti; fakat Hamza'nın cenâzesini görünce göz yaşlarını tutamadı. Peygamberimiz aleyhisselâm.: "O'nun ALLAH ve Resûlü'nün Aslanı, Şehîdlerin Efendisi" olduğunu söyleyerek Halası Safiyye ile kızı Fâtıma'yı teskin etti ve şehîdlerin ölmeyip CeNNette yaşadıklarını belirttikten sonra bu esnâda nâzil olan, "ALLAH YOLU’nda öldürülenleri sakın ölü zannetmeyin…"

وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
“Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ (emvâten), bel ahyâun inde rabbihim yurzekûn (yurzekûne).: Ve ALLAH'ın YoLunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Hayır, (onlar) hayydırlar (canlıdırlar), RABB'lerinin katında rızıklandırılırlar.” (Âl-i İmrân 3/169)

فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُواْ بِهِم مِّنْ خَلْفِهِمْ أَلاَّ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
“Ferihîne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, ve yestebşirûne billezîne lem yelhakû bihim min halfihim, ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: ALLAH'ın onlara kendi fazlından verdiği şeyle ferahlarlar. Ve arkalarından henüz kendilerine katılmayan (henüz şehit olmayan) kimselere, "onlara bir korku olmayacağını ve onların mahzun olmayacaklarını" müjdelemek isterler.” (Âl-i İmrân 3/170)

Meâlindeki âyeti okudu. Cenâze Namazını Resûl-i Ekrem kıldırdı; arkasından da diğer şehidlerin namazı kılındı. Şehidler yıkanmadan kendi elbiseleriyle ikişer üçer Uhud'da toprağa verildi. Üzerlerindeki kıyafetler göğüs ve baş kısımlarına sarıldı, alt kısımları da kokulu otlarla örtüldü. Hamza'nın Kabrini; Ebû Bekir, Ömer, Ali ve Zübeyr kazdılar ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte defnettiler. Abdullah b. Cahş ile aynı kabre konuldular. Resûl-i Ekrem Medine'ye dönünce bazı sahâbîlerle ensara mensup kadınlar kendisine taziyede bulundular ve gözyaşı dökerek üzüntüsünü paylaştılar. Ensarlı kadınların ağlamayı gece yarısına kadar sürdürdüklerini haber alan Peygamberimiz aleyhisselâm onlara teşekkür ve DUÂ ettikten sonra evlerine yolladı. Ertesi gün de bu şekilde ağlamalarını uygun bulmadığını söyledi.

Hz. Hamza, akrabalık hukukunu gözeten, mert ve titiz bir insandı. Resûl-i Ekrem'in çok SEVip saydığı, maddî ve mânevî desteklerine mazhar olduğu Hz.Hamza'nın üç oğlu ile Ümâme adlı bir kızı vardı. (İbnü'l-Esîr, II, 55; Algül, Hüseyin; "Hamza", DİA, XV, 500 vd.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »


Resim Ö-) PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve Ebû TâLiB.:

Amcalarla iletişimle ilgili olarak ilk önce akla, Peygamberimiz aleyhisselâm’ın, amcası Ebû Tâlib'in (ö. 619 m.) iman etmesi için çırpınışları gelir. Peygamberimiz ona hep, şefkat ve SEVgiyi gösteren "Yâ ammî!." ifâdesiyle seslenirdi. (Müslim, "Îmân", 39, 42; Müsned, III, 314, 315; er-Rahîlî, Menhecü'l-Kur’ÂN, Medine 2004, I, 489.)

Bir hadiste,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Amca babanın sınv/ikizidir" buyurur.
(Dârekutnî, II, 123.)

Buradaki "sınv" kelimesi, ikiz, aslı bir olan dal ve misli, benzeri demektir. (Kasdalânî; İrşâdü's-sârî li-şerhi Sahîhi'l-Buhârî, el-Matbaatü’l-Kübrâ, 7. Baskı, Kâhire 1323, III, 59.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH celle celâlihu bana, akrabayı tavsiye etti; ve SıLâ-i Rahime, Abbâs b. Abdülmuttalib’ten başlamamı emretti." buyurmuştur. (Münâvî, Feyzü'l-kadîr, III, 95.)

Münâvî'nin yorumuna göre; yâni onlara iyilik yapmayı, ihsân etmeyi tavsiye etti, demektir. Çünkü onlar, buna en lâyık insanlardır. Bunların en yakın olanları da, vâlideyndir. Amca, mecâzen baba demektir. (Münâvî, Feyzü'l-kadîr, III, 95.)

Peygamberimiz aleyhisselâm'i ve müslümanları himâye konusunda son derece cesur davranan Ebû Tâlib, Resûl-i Ekrem'in İslâmiyet'i kabul etmesi yolundaki ısrarlı tekliflerini hep cevâbsız bırakmıştı. Hatta ölümünden önce, Peygamberimiz aleyhisselâm, hiç değilse “son nefesinde Kelime-İ Şehâdet getirerek” şefâata nâil olmasını ricâ etmişti. O ise müşriklerin, ölüm korkusundan dolayı müslüman olduğunu ileri sürüp kendisiyle alay edebileceklerini söyleyerek onlara karşı küçük düşmek istemediğini belirtmiş ve teklife olumlu cevâb vermemişti.
Müslüman veyâ müşrik olarak öldüğü hususu tartışmalıdır. Anlaşıldığına göre yeğenini en zor şartlarda savunmasına rağmen Arap Kabile Reislerinin gururları ve atalarının yoluna bağlı olma zaafları yüzünden İslâm'ı kabul ettiğini açıkça söyleme cesâretini gösterememiştir. (Fığlalı, Ethem Ruhi; "Ebû Tâlib", DİA, X, 237, 238.)

Resim P-) PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm ve Hz. HAMZA'nın Küçük Kızı ÜMÂME.:

Peygamberimiz aleyhisselâm, Kaza Umresinden (Umretü'l-kazâ.: Peygamberimiz aleyhisselâm’ın, hicrî 6. yılda, 1400 kadar ashabıyla birlikte Medîne'den umre niyetiyle yola çıkması, ancak Mekke müşriklerinin buna izin vermemesi üzerine Hudeybiye'de onlarla yaptıkları anlaşma uyarınca, takib eden yıl içinde, ashabıyla birlikte yaptıkları Kazâ Umresi.) (İbn Sa'd, Tabakāt, II,170 vd.; Müsned, III,134; Köksal, M. Asım, İslâm Tarihi, İstanbul 1981, XIV, 329 vd.))
sonra (h. 7) Mekke'den ayrılırken Hz. Hamza'nın Mekke'de kalmış olan küçük kızı Ümâme.: 448 448

(Buhârî’de bu olay aktarılırken bu kızın ismi verilmez. Hz. Hamza’nın bu küçük kızının adı için bazı rivâyetlerde, "Umâra, Fâtıma, Emetullah, Selmâ" gibi isimler de geçer. Kasdallânî, Umâra’nın daha meşhur olduğunu belirtir.) (Kasdallânî; İrşâdü's-sârî, VI, 380.)

"Amcacığım!. Amcacığım!." diye ağlayarak Peygamberimiz aleyhisselâm’ın arkasından koşmuş, Hz. Ali kerremallahu vechehu de onun elinden tutup Hz. Fâtıma'ya vererek.: "Şunu al!" diyerek Fâtıma aleyhasselâm'ın bulunduğu mahfeye koymuştu. Medine'ye vardıkların da Hz. Ali ile Ca'fer ve Hz. Zeyd'den her biri çocuğu himâyesine almak istemiş ve o kızcağıza kim bakacağı hususunda ihtilâf etmişlerdi.
Hz. Ali kerremallahu vechehu.: "O benim amcamın kızı, Peygamberimiz aleyhisselâm’ın Kızı da benim nikâhlı eşim. Ona ben bakacağım!" derken,
Ca'fer radiyallahu anhu de.: "Ben alırım, hem amcamın kızı, hem de teyzesi benim karım!" dedi.
Zeyd b. Hârise de.: "Benim de kardeşimin kızı" (Zeyd, Hz. Hamza ile kardeş yapılmıştı) diyerek kendisi almak istedi.
Peygamber aleyhisselâm.: “Teyze, anne sayılır; anne makamındadır" diyerek çocuğu teyzesiyle evli olan Ca'fer'in himâyesine, Esmâ binti Umeys'in yanına verdi. (Buhârî, "Megâzî", 14; Ebû Dâvûd, "Talâk", 2.)

Sonra da onların bu insânî hareketini takdir etmek ve gönüllerini almak için;
Hz. Ali'ye soy, sıhriyet ve karşılıklı muhabbet gibi sebeblerle birbirlerine olan yakınlıklarını îma ederek.: "Sen bana bağlısın, ben de sana, (sen bendensin =>ben de sendenim)" demiş;
Hz. Ca'fer'e.: "Sen hem yaratılış hem de huyca bana benzersin" buyurmuş;
Zeyd'e de.: "Sen bizim hem kardeşimiz ve hem de dostumuzsun (mevlâ)" diye iltifât edip, gönüllerini aldı. (Buhârî, "Sulh", 6; "Menâkıb", 20; Kandemir, M. Yaşar; "Hz. Ali", DİA, II, 377 vd.)

Ümâme'nin Teyzesi Esmâ, Ca'fer b. Ebû Tâlib'in hanımı olduğundan Peygamberimiz aleyhisselâm onun bakımını Hz. Ca'fer'e tevdi’ etti. Daha sonraki yıllarda Hz. Ali kerremallahu vechehu, Resûlullah'a Amcasının güzel kızı Ümâme ile evlenmesini teklif etmişti. Ama Peygamberimiz aleyhisselâm, onun, sütkardeşinin kızı olduğunu, evliliğin haram kılındığını söyledi ve Seleme b. Ebû Seleme ile evlendirdi.. (İbn Sa'd, III, 11-12; Algül, Hüseyin; "Hamza", DİA, XV, 500 vd.)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta SıLâ-i RaHiM

Mesaj gönderen çilekeş »

ResimSONUÇ.:

Kur’ÂN-ı Kerîm'de Peygamberimiz aleyhisselâm hakkında.: "ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin"

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
“Ve inneke le alâ hulukın azîm (azîmin).: Ve muhakkak ki SEN, mutlaka çok büyük bir ahlâk üzeresin.” (Kalem 68/4)

buyurulmakta ve bu Yüce Ahlâka eriştirilen SEVgili Peygamberimiz yine Kur’ÂN'da bize "En Güzel Örnek".:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
“Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe ve’l- yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ (kesîren).: Şanım hakkı için muhakkak ki size RESÛLLULAH'da pek güzel bir örnek vardır. ALLAH'a ve son güne ümit besler olup da ALLAH'ı çok zikreden kimseler için.” (Ahzâb 33/21)

olarak tanıtılmaktadır. Hiç kuşkusuz Peygamberimiz aleyhisselâm, her hususta olduğu gibi akrabalar arası ilişkilerde de en güzel örnektir. Kur’ÂN'ın Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tarafından hayata uygulanması ve bunların ifâdesi olan Sünnette ve Hadîslerde, müslümanın hayatında lüzum duyacağı her şeye temas edilmiştir. Akrabalar arası ilişkiler de, hadîslerde işlenen en başta gelen konulardandır. Peygamberimiz aleyhisselâm, bu konuda insanlara yol göstermiş, tavsiyelerde bulunmuştur. Bu önemli mevzûya temas ederken de, İslâmî literatüre yerleşmiş bulunan, "SıLâ-i Rahim, Kat’-ı Râhim" gibi akrabalarla iletişime geçme ve bu bağın kopmasını ifâde eden tâbirler kullanmıştır.

Bir sâlih ameller olan şu fânî hayatta, elbette ki herkesin zorunlu olarak bir âilesi ve akrabaları olacaktır. İnsanın, akraba dediğimiz bu ferdlerle olan bağ ve ilişkisi, aralarında din ayrılığı olsa bile, örfün kabul ettiği beşerî ilişkiler SEViyesinde sürdürülmesi gerekir. ALLAH celle celâlihu, genel anlamda insanlık bağıyla bütün insanlar arasında, özellikle yakın dâireden başlayarak akrabalar arasında birtakım fıtrî bağlar kurmuştur. Bu bağların, ibâdet zeminine dayandırılarak birtakım yükümlülükler getirmesini ifâde eden SıLâ-i Rahim, bu râbıtaların en önemlisidir. Hadîslerde, akrabalık hukukuna ve SıLâ-i Rahime özellikle dikkat çekilmiş, bunları ihmal edenler ağır bir şekilde uyarılmıştır. Toplumsal huzur ve güvenin tesisi ve ferdin mutluluğu bu mukaddes bağların korunmasına bağlıdır.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ana-baba hakkının bir uzantısı olarak akraba hakkı üzerinde özenle durmuştur. Sonuçta bütün insanlar aynı nefisten yaratılmışlardır. Elbette ki bu gerçeğin, "SıLâ-i Rahim" konusunda bir payı vardır. Bu bilindiğinde, akrabalar arası bağın temeli olan SEVgi ve şefkat kendiliğinden oluşur. İnsan, yakınlarının SEVinmesine SEVinir, üzülmelerine ise üzülür. SıLâ-i Rahim, insanların birbirlerine karşı şefkat duymasına vesile olur. Herkesin aslı topraktan ve aynı köktendir. Bu gerçek unutulmazsa, kibir bırakılır, tevâzû ve mahviyet hâkim olur.

Akrabalar arasında ALLAH'ın Emrine uygun şekilde davranmak, herkesin bilip öğrenmesi ve uygulaması gereken bir husustur. İnsanların birbirlerine karşı uygun davranış sergilemelerinde akrabalık rolüne vurgu yapılır. Kur’ÂN'da münâfıkların ve lânete uğrayanların belirgin özelliği olarak yeryüzünde bozgunculuk yapmaları ve akrabalık bağlarını koparmaları gösterilir.:

وَالَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَآ أَمَرَ اللّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُوْلَئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ
“Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fî’l- ardı ulâike lehumu’l- la’netu ve lehum sûud dâr (dâri).: ALLAH'ın Ahdini misak ile belgeledikten sonra bozanlar ve ALLAH'ın birleştirilmesini emrettiği bağlantıları koparanlar ve yeryüzünü bozguna verenler varya, işte l3anet olsun onlara! Ve yurdun kötüsü de onlaradır.” (Ra'd 13/25)

فَهَلْ عَسَيْتُمْ إِن تَوَلَّيْتُمْ أَن تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَتُقَطِّعُوا أَرْحَامَكُمْ
“Fe hel aseytum in tevelleytum en tufsidû fî’l- ardı ve tukattıû erhâmekum.: Yeryüzünde fesad çıkarmaya dönmeniz ve birbirinizi öldürmeniz mi, yoksa sizden beklenen bu mu olmalıydı?” (MuhaMMed 47/22)

Kat’-ı Râhim, büyük günahlardandır. İnsan, akrabalarına karşı yükümlü kılındığı vecîbeleri yerine getirmez ve gereken ilgiyi göstermezse Kat’-ı Râhim yapmış olur. Dinin ilk emirlerinden olan SıLâ-i Rahimi uygulamak, riâyet edilmesi gereken bir vecîbedir. Bu esnadaki fedâkarlıklar, bir şahsın herhangi bir şahsa ikramı gibi değildir. Bunlar bir hak ve edâ etmemiz gereken birer görevdir. Hakkı hak sâhibine teslim eden kişi emri yerine getirmiş, borçtan kurtulmuş olur.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Her hak sâhibine hakkını ver." buyruğu bunu hatırlatır.
(Buhârî, "Savm", 51-55; Müslim, "Sıyâm", 182, 187.)

SıLâ-i Rahim, iyilik yapmak, imkân varsa infâk etmek, güzel sözler söylemek şeklinde olabilir. Akraba hukukunu gözeten kişi müttakî insandır. Akrabalara verilen sadaka, başkasına verilenden daha üstündür. Hadîsler, buna iki kat SEVâb verileceğini bildirir. Akraba ilişkilerinde, nefse takılıp kalmadan, karşı tarafın ne yapıp ettiğini de düşünmeden, her hususta SıLâ-i Rahimi uygulamak gerekir. Akrabalar, hata edip kötülükte bulunsalar bile, onları affetmeli, onlara iyilik yapmalıdır.

Toplumlar, akraba gruplarından meydana gelirler. Âile ve akrabalar arasındaki iletişim, fedakârlık ve sadakat temeline dayanır. SEVgi ve SAYgı ile akrabalık bağlarını koruyup devâm ettiren kişilerden oluşan bir toplum, huzur ve sükûn içinde mükemmele doğru koşan bir toplum olur. İşte bu nedenle İslâm, akrabalar arasında SEVgi ve SAYgı nın daimâ canlı tutulmasını istemiş, bu ilgi ve bağın kopmasına râzı olmamıştır. Bu bağı koparanlar şiddetli azâbla tehdid edilerek uyarılmışlardır. İnsanın hastalık ve yaşlılık zamanlarında, ilk önce yakın ilgi ve yardım göreceği kimseleri, âile ve akrabalarıdır. Bu yüzden âile ve akraba önemlidir Aradaki iletişimde sorunlar yaşansa da, bu bağları tamamen koparmamalıdır. Çünkü Kat’-ı Râhim anlayışı, Murâd-ı İlâhî'ye terstir.

İnsanlar arası ilişkilerin bir hukukî bir de fazîlet yönü vardır. İslâm bir yandan hukuku belirler, bir yandan da fazîlet yarışına çağrıda bulunur. Hak ve sorumluluk dengesi akrabalar arası iletişimde son derecede önemlidir. İslâm, hayatın her alanında olduğu gibi SıLâ-i Rahimde de dengesizliği kabûl etmez. En yakın dâire olan âileden başlayarak uzak çevreye kadar, akrabalık hukuku üzerinde önemle durur. Eşler, birbirine haksızlık etmeden, mûtedil çizgiden uzaklaşmadan, ebeveyn ve diğer bakmakla sorumlu olduğu kimselere yükümlülüklerini yerine getirmelidir. Anne hakkı asla ihmal edilemez. Nesebî ya da zevcî âile ferdlerinden herbiri çok önemlidir. Hak ve sorumluk îfasında adâleti sağlamak için gayret gerekir.

Netice olarak görülmüştür ki, akrabalar arası ilişkileri oluşturan esâslar, Kur’ÂN-ı Kerîm'de ve Hadîs-i Şerîflerde hiçbir yoruma mahal bırakmayacak şekilde açık, yalın ve sâde olarak yer almıştır. Buna göre, akrabalık ve soy bağları güçlü olmalıdır.

Bu çalışma, daha çok akrabalığın, ahlâkî boyutu üzerinde durmuş, SıLâ-i Rahim, Kat’-ı Râhim ve bunların uhrevî boyutlarını, akrabalar arası iletişimi ve Peygamberimiz aleyhisselâm örneği üzerinden akrabalık ilişkilerini, hadîs verilerine dayanarak araştırıp incelemeyi hedeflemiştir..


Resim


ElhamdüLiLLahi RABBi’l-ÂLEMîn..
Hamd ÂLEMLerin RABB’ı ALLAH’a Mahsustur!.
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön