HAYATIN ANLAMI

İslamiyet'de yaşanan tartışmalara açıklamalar
Cevapla
Kullanıcı avatarı
aksiseda
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1147
Kayıt: 11 Haz 2012, 10:01

HAYATIN ANLAMI

Mesaj gönderen aksiseda »

Resim

Bizim pencereler yele karşıdır,
Muhabbet dediğin karşı-karşıdır.
Girebilsen şu sinemde neler var,
Gülüp oynadığım ele karşıdır..


Muhabbet dediğin karşı karşıdır diyor Karacaoğlan amma, öyle mi şimdi hayat!
Karşı karşıya gelmeden de “muhabbet” edebiliyor insanlar artık.
Sesli, görüntülü, yazılı…
İletişime muhabbet gözüyle bakar olduk çünkü.
Oysa ki MuHaBBeT, görsel ve işitsel iletişimden çok daha öte bir duyuştur.
Ayn-I HaBBe’ den oluşun gereğine uyuştur…Nehrin yatağında akması ve menzilin deryâya çıkması gibi.

Bu duyuşu duyamayan ve gerektiği gibi HaKk YoLu’na uY-aMa- YaN benim gibi bir insan ise kendini duyamaz ki karşıdakini duysun.
Çünkü; aYN-ı HaBBe’ den olunca karşıdaki de sensindir.

O nedenle; MuHaBBeT aSL’ında KeNDi’nden- KENDİ - NeDiR!
SîNemizde neler var, BiR ALLAH bilir… BiR de BiZ kendimiz biliriz/ KeNDi-mizi biliriz (inşâeallah)…

Kendimizi bilmeyince ise biz bile bilmeyiz ki SîN’emizde “N”ler VaR’dır…

Sekiz-dokuz yaşlarında bir çocuk, (hafif tombulca)… Annesiyle dolaşırken çarşıda, söyleniyor annesine;
- Onu yeme!
- Bunu içme!
- Eeee ??
- Hayatın ne anlamı kalıyor ki o zaman!.


Hayatın ne anlamı kalıyor ki o zaman!
Ne zaman?
İstediği gibi yiyip-içmediği zaman…

Ahh Çocuk!.
Herşey ne kadar da kolay ve sâde senin için.
Ne güzel de bulmuştu hayatın anlamını.
Hiiiççç uzun uzun düşünmeye gerek yoktu…
Ye-iç… Oyna-eğlen…
Bir yandan İçin-için gülümsedim… Bir yandan imrendim çocuğa.
Belki de bunun için çok güzeldi hayat çocuklukta.
Oysa ki benim için/benim gibi çocuk olmayanlar için öyle mi! Diye bir kıyaslama geçti içimden.
Kendi çocukluğum geldi gözlerimin önüne…
Sonra kendi çocukluğumla kıyasladım kendimi…

Mutluluk, bir zamanlar,
Bir oyundu, bir masaldı.
Nasıl geçti o yıllar,
Tadı damağımda kaldı..



Büyüdükçe ne kadar da müşkül bir hal alıyordu hayat.
...
Böyle kalırdı, normalde geçer giderdim amma;
Bir şeyler oldu! Garip, târifsiz bir hâl kapladı içimi…
Bir âks-i sedâ gibi… Avcı iken av olmak gibi… Ya da ne bileyim başka bir şey… İçine çekti beni.

Senin ne farkın var ki o çocuktan?
A kendini büyüdüm zanneden… A kendinden bî-haber olan…
Ne arıyorsun bu çarşı pazarda… Sen de kendini mutlu etmek derdinde değil misin!.
O çocuk gibi geçmedi mi bunca zamanın…
Hayatını anlamlı kıldığına inandığın şeyler çok mu farklı o çocuğunkinden!
Hani ne buldun ki bugüne dek!.

Bir alaz gibi yaktı geçti içimi…

Sabahın seheri günden ileri,
Ben kimi sevmişim senden ileri.
Ziyâret olmuşsun kurban istersin.
Kurban bulamadım candan ileri.


Ben kimi sevmişim, neleri sevmişim senden ileri… diye düşündüm
BiR-BiR geçti gözümün önünden, gönlümden…

ثُمَّ الَّذٖينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
Summellezîne keferû birabbihim yağdilûn
Sonra, Hakkı tanımayanlar bunları kendilerini Yaratan’a denk tutuyorlar. (6/1)

Bir küp şarap içen biri gibi sarhoştum sanki… Çarşının orta yerinde bağıra bağıra ağlamak geldi içimden.
Ama Karacaoğlan’ın dediği gibi; Gülüp oynadığım ele karşıydı.
Bir kenara oturdum. Bu türküyü dinledim kaç kere…
Sonra kalktım yürüye yürüye düşündüm… Düşüne düşüne yürüdüm.
Neler hayatımı anlamlı kılıyordu, neler olmadığında anlamını yitiriyordu hayat benim için..

Günebakandım ben,
Işığım dindi.
Güneşim dağların ardında,
Yaşayabilirsen yaşa bakalım şimdi!.


Demiştim bir zaman… O giderse yaşayamam zannediyordum…
Tek tek saymaya lüzum yok… Bütün “Olmazsa olmaz!.” larım geçti içimden…

Hayat onlarla anlamlıydı. Allah’a yönelişim bile onları hayatımdan eksik etmesin diye değil miydi!
Onlar anlamlıydı ama namazlarım bile anlamsız gelebiliyordu bana.
İçimden geçiriyordum çoğu zaman;

“Ey Allahım, lütfediyorsun şükür, eksik noksan da olsa kılıyoruz namazımızı…
Lâkin hep böyle aynı şeyleri tekrarlamamızın ne anlamı var ki bir anlasam!."


Anlama isteği hep var olageldi benimle birlikte… Lâkin asla tatmin olmadı içim.
Hep bir şeyler eksik, bir şeyler noksan… Olması gerektiği gibi olmayan bir şeyler var.
Ne olması gerekiyor deseler onu da bildiğim yok amma bir türlü tatmin olmuyor içim!
Câmiye de gitsem, meyhâneye de gitsem yok… Bir yanım öksüz, bir yanım hep yarım!.

O yarım yanımı tamamlamak için aradım hep… Mânâ aradım…
İşte bu güne dek geldiğim yer de ortada… Üstelik eskisinden çok daha yorgunum ve
Konuşmak bile istemiyor gönlüm artık..
Eskiden çok daha hararetli sohbetlere dalardım balıklama;
O sohbetlerden birinde :
“Ben bir mânâ aramıyorum… Olduğu gibi yaşıyorum hayatı…” demişti biri bir ara.
Ben de demiştim ki;
“Bir mânâsı olmaz hayatın o zaman… Mânâsız olur yani”
Ben aradım da çok mu mânâlı oldu sanki… O haklıydı herhalde…

Tabii ben bulamadım diye bir mânâsı yok değil hayatın. Bilâkis;
Mânâsız bir şey yok elbette bu hayatta… Herşeyin bir anlamı bir mânâsı var.
Amma hepsinin BiR’leştiği TeK BiR MâNâ olduğuna inanıyor KâLBiM.

O TeK MâNâ için ise;
“Aramakla bulunmaz amma, bulanlar da arayanlardır!.” denmiş.

Bugüne dek bulduklarım aSıL bulunması gerekene perde olan, oyalayan şeylerden ibâretmiş.
Aradığım tatmini bulamadığıma göre bu böyle…

Baktığın zaman nice sözler söylenmiş hayatın anlamının ne olduğuna dâir.
Fakat; Ne olmadığını söyleyen birinin sözü daha anlamlı geldi bana;

Diyor ki Jim Carrey;
“Dilerim bir gün herkes zengin ve ünlü olur ve hayalini kurduğu her şeye kavuşur.;
Böylece aranılan esas cevâbın bu olmadığını anlar!.”


Lev Tolstoy’un hayatına baktığımızda;
Lev Tolstoy, Savaş ve Barış ve Anna Karenina'yı yayınlamış ve 50 yaşına geldiğinde,
sevgi dolu bir âile, zenginlik ve şöhretin tadını çıkarıyordu.
Arzulayabileceği her şeyi başarmış ama yine de ağır bir depresyona girmişti.”


Rasulullah Sav Efendimiz;
“Cennet, dünyada insanların istemediği şeylerin ardında gizli.
Cehennem ise insanların isteyip te peşinden koştuğu şeylerin ardında gizli.”

Buyurmuştur.

Hz. Ali (KV); “Allah’ı, istediklerimin olmamasıyla bildim!. buyurmuştur.


وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذٖينَ يَتَّقُونَ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Ve me'l- hayâtu'd- dunyâ illâ leıbuv ve lehv, ve leddârul âhıratu hayrul lillezîne yettegûn, efelâ tağgılûn.
Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka birşey değildir. Âhiret yurdu ise muhakkak Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? (6/32)


اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِى الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ
Allâhu yebsutu'r- rizga limey yeşâu ve yagdir, ve ferihû bi'l- hayâti'd- dunyâ, ve me'l- hayâtu'd- dunyâ fi'l- âhırati illâ metâğ.
Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir, daraltır da. Onlar ise dünya hayatı ile ferahlanmaktadırlar.
Oysa dünya hayatı, âhiret hayatının yanında bir yol azığından ibarettir! (13/26)


Ah çocuk!.
Nerelere sürükledin beni.
Allah’ ın âyetleri ile sözü bağlayayım dedim amma;
Allah’ın âyetleri hayatı anlamlandırmak için anlatılmadı ki bize;
Âhiret’ e hazırlanmak için anlatıldı.
Ayrıca bu âyetleri bu hadis-i şerifleri duysak/bilsek bile yetiyor mu ki?
Tabii olmayı, itaat etmeyi kasdetmiyorum.
Kalbin tatmin olmasından bahsediyorum. Nefsin tatmin olmasından bahsediyorum.
O, ne olduğunu bilemediğim nefsim razı oluyor mu ki inancıma!.

Ne diyor Yûnusumuz;

Sofuyum halk içinde,
Tesbih elimden gitmez.
Dilim mârifet söyler,
Gönlüm hiç kabul etmez..

Boynumda icâzetim,
Riyâ ile taatim.
Edişem ayrık yerde,
Gözüm yolum gözetmez..

Hoş dervişem sabrım yok,
Dilimde ezkârım çok.
Kulağımdan gireni,
Hergiz içim işitmez..

Görenler elim öper,
Tâc ü hırkama bakar.
Şöyle sanırlar beni,
Zerrece günah etmez..

Dışımda ibâdetim,
Sohbetim hoş taatim.
İç pazara gelince,
Bin yıllık ayyâr etmez..

Dışım derviş, içim boş,
Dilim tatlı, sözüm hoş.
İllâ ben ettiğimi,
Dinin değişen etmez..



Gönlünce bakınca başka bu âlem, nefsinle/aklınla bakınca başka…
Aklın-Nefsin-Kalbin-Rûhun
HeP BiR’den BiR olmalı ki TüM MâNâLaR BiR’lenSîN…
O iş ise onları VeReN’in iŞi…
O işin ilmi de o ilmin saati de O’nun İndindedir.

إِنَّ اللَّهَ عِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ
İnnallahe indehu ilmus saah (31/34)

Biz karışamayız O’ nun İşine…
Biz ancak Allah’a ve Rasulullah’a iman ederiz.
İtaat ederiz elimizden geldiğince aklımız erdiğince…
İçimizde dışımızda çarşı-pazar karışır bâzen…
İçimizdekini anlattık biraz da dışımızdakine bakalım;


Başta bahsettiğim muhabbet ortamı olmayınca insanlar sosyal medya ile bu ihtiyacını gidermeye çalışıyorlar hâliyle.
Ama orası da tam bir çarşı-pazar kardeşim.
Her işin en azılı tüccârları orada…
Kimi dünyayı pazarlıyor kimi âhireti. Bir taraf "Allah!." diyor bir taraf "Yallah!."

“Yallah!.” diyenlere diyecek bir sözüm yok. Allah ıslah eylesin diyeceğim ama bunu “Allah!.” diyenler için söylemek daha isâbetli olacak;

Kardeşim, şimdi adım başı mescid var-câmii var. Bu ne soytarılıktır ki trafiğin ortasında namaz kılmaya çalışıyorsun.
"Yallah!." diyenlerden biri bir şey dese;
“Vay efendim siz İslam’a karşısınız, namaza karşınız… Kâfirler vs.”
Diğer taraf ta başlıyor o vakit; “Arabistan’a çevirdiniz memleketi, yobazlar vs.”

Zâten bu toplumda birilerinin artık Allah’tır, KurÂN’dır duymaya tahammülü yok.
Gördüm geçenlerde röportaj esnâsında konuşan kimse; “Allah…” diye söze başladığında yan tarafta bir kadın;
Şeytan görmüş gibi kaçıyor söylene söylene; Afganistan’a git!. İran’a git!." diyerek.

Veya bir çay bahçesinde işyeri sâhibi örtülü kadınları kovalıyor; "Defolun gidin buradan… Gidin Afganistan’a gidin, Arabistan’a gidin!."… diyerek.

Başka birileri futbol takımı tutar gibi ya da siyasal parti tutar gibi taraftar toplama derdinde İslam’a…
Daha doğrusu kendi gruplarına/tarikatlarına, tekkelerine…

İslam’ın hiç kimseye ihtiyacı yok kardeşim. O'nu eN GüZeL şekilde yaşayan Rasulullah SaV kâfidir İSLâM’a…
O nedenle İslam’ın kimseye ihtiyacı yok ama herkesin İslam’a ihtiyacı var…
İhtiyacı olan da arar bulur ihtiyacını gidermenin bir yolunu.
Ne diye pazarlamaya kalkıyorsunuz Allah’ın Dini’ni…

Aslında pazarlamak istedikleri başka da İslam’ı örtüyorlar üzerine…
Kimileri yanmaz kefenler satıyor.
Kimi vakıf kurmuş yardım toplama derdinde…
Kimi sihirli formüller/sırlı dualar kitaplarını satma derdinde…
Kimi KurÂN-ı Kerim'i satma derdinde...
Bunun içinde İslam Propagandası yapıyor sosyal medyadan
Bunalımda mısın, sıkıntın mı var, geçimsizlik mi yaşıyorsun ne derdin varsa;
Şu duayı sabah şu kadar akşam şu kadar oku hiçbir şeyin kalmaz.
Ya nasıl bir şeyi kalmaz; Allah cc. Buyuruyor KurÂN-ı Kerim’de;
"Sizleri biraz korku, biraz açlık ve sevdiklerinizden eksiltmeyle sınayacağız.
Sabredenleri müjdele!."
diye…

E, okudum geçmedi, hiçbir şey değişmedi? Ne olacak.
O adamın inancı kalmıyor o vakit duaya/dine..

Eee! Sen de sıkıntı var o vakit; İhlâsla okumadın!
Kendisi çok ihlâslı ya!.
Hemen tevbe istiğfar et! Sadaka ver… Zekât ver… Onu da şuraya ver…
Bak biz ne güzel hizmetler yapıyoruz Afrika’da ve dünyanın dört bir yanında…
Sanırsın ki Allah cc. Hâşâ melekleri tahsildâr olarak göndermiş. Öyle saf ve öyle masûm ki bu arkadaşlar..

Câmilere zâten bir vezne açılmadığı kaldı da o da yakındır.
Her fırsatta para toplamak derdindeler.
Şu hayat pahalılığında insanlar sanki tek câmii için çalışıyorlar. Ya! Allah’tan korkun!.
Bu işler bizim gözümüze bu kadar batıyorsa karşı mahalledekilerin gözüne nasıl batıyordur varın siz tahmin edin.

Ondan sonra fatura İslam’a çıkarılıyor.
İslam’a en büyük kötülüğü yine İslam adına iş yaptığını iddiâ edenler yapmıştır.

Ne diyor İslam’ı seçen Yûsuf İslam;
"İslam’ı ben Kur’ÂN’dan öğrendim. Okudum ve anlamaya çalıştım.
Yok eğer İslam’ı Müslümanlardan öğrenmeye çalışsaydım, dinimi değiştirmezdim!."



Allah cc. Kendi bildiği HaKk ve HaYR’ları versin bizlere inşâeallah…
İşte!
Çarşıya çıkınca böyle oluyor.
Fazla müşteri olmamak lâzım bu çarşıya-pazara…

HâLimce... 13.06.2023



M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim AKS-i SEDÂm..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: HAYATIN ANLAMI

Mesaj gönderen Gariban »

Es Selâm Halim canım,
Bu yazın bana sitemizdeki “Buna ne deyim!” ve “…eder Dünyâ” şiirlerimizi hatırlattı.
Diyorsun ki nefsanî istekler bireyler için hayatın anlamı haline geliyor, halbuki zamanla istekler değiştikçe anlamlarda değişiyor ve bu hengâmede istekler peşinde oyalanınca akıllar özdeki anlamı yitiriyorlar. Halbuki Hanif olarak öz fıtratımıza dönüş bizden beklenilendi.
Nuru'l- Arabî (K.s)’nin Nokta-i Risâle’sinde dünyâ ile ilgili meşhur bir sözü var.: “Sen dünyâyı =>at, altın , arazi v.s. zannedersin!. Halbuki Dünyâ =>seni ALLAH ile muhabbetten alı koyan her şeydir!.” diyor.

"her nesne ki seni Hakk muhabbetinden gafil eyleye, dünya odur.
İster iyi olsun, ister kötü olsun, ister nesne olmasın, ister nesne olsun.
Allah’ın gayri ile meşgul olup, gafil olmaklığındır dünya.
Ve eğer dünyalığın olup ta, Allah’tan gafil olmazsan biz ona dünya demeyiz.
İster malın olsun, ister olmasın önemli değil.
Gaflet dünyadır."[Nuru'l-Arabi (K.s)

“Allah’ın Âyetleri hayatı anlamlandırmak için anlatılmadı ki bize;
Âhiret’e hazırlanmak için anlatıldı.” diyorsun ya,

Bu çok önemli bir tespit, 3 aydır bu husus üzerine düşünüyorum yer yer ve bunu ifâde etmeye çalışıyorum zaman zaman. Müslüman bir felsefeci diyor ki.: “Ben yıllarca Kur’ÂN-ı Kerim’i inceledim, bir yığın tefsirler okudum , bunu yapınca hayatın anlamını çözecektim ve bunu yapamadığımı fark ettim!.”
Yapamayacaksın da çünkü, sen kitapta "yedi deniz mürekkep ve ağaçların hepsi kalem olsa Rabbının sözleri bitmezdi" âyetini okumadın mı? Hayat sâdece kişinin kendi tekelinde kendi aklı için değil herkese hizmet ediyor. Senin anlayamadığını başkası anlıyor, onun anlamadığını sen anlıyorsun. Sana kapalı olan başkasına açık, sana açık olan öbürüne kapalı. Kur’ÂN’da böyle. Bu yüzden kitabın bütününe bakınca gariplikler olduğunu görüyorsun. Her seviye akla hitab ettiğini görüyorsun, Muhkem Müteşâbih Âyetlerin ayrımında anlayış gruplarını görüyorsun. Âyetlerin çeşit çeşit yorumları olduğunu ve bu oku ve tefekkür etlerin bitmeyeceğini ama yakîn gelinceye kadar devam etmen gerektiğini görüyorsun. Afâka baktığında da kendi değişmeyen sabit olan HAKk’ın tecellîleri değişik değişik ve sonsuza dek her ÂN cereyan etmekte. Bu anaforun ortasındaki akıl bunları nasıl toplayıp bütününü değerlendirecek, hele ZANNlarla, algılarla dolu bu denizde? Nasıl diyecek ki.: "her şeyi öğrendim ve anlamı şu!." Her baktığı pencereden kendi istidadına göre gördüğünü söyleyecek tabi.

Bunların hepsini kavrarım anlamlandırırım yanılgısı insanı Rabbul Alemin’i ihataya zorluyor. Bu değirmende ne dâneler öğütülüyor renk renk çeşit çeşit. Herkes kendi ekmeğinden yiyor ama BİZ BİZim ekmeğimizi yeriz inşâeallah.

Dünya Hayatı sonuç için hazırlık kısmında yer alıyor. Sonuca hazırlık yapmayanlar buraya yerleşmenin peşinde ve bunun olmayacağını da ölümü tadınca anlıyorlar. Tırtıla sen bir gün uçacaksın çiçeklere konacaksın, yeni bir bedenin ve duyu organların olacak bunu yapman için bu yaprakları kemireceksin, falanca vakit kozanı öreceksin, yeni bedeninde havanın sıcaklığı sana şöyle gelecek bilgisi veriliyor ve akıl da veriliyor, tırtılda diyor ki yok ben koza moza öremem. Örersin örersin de o zaman ölü doğarsın içinden!.

Aklın en büyük yanılgılarından birisi bence hayatın bizim için anlamını çözmek yerine ALLAH için anlamını çözmeye çalışması, bunu yaptığında taşıyamayacağı yükü üstüne almış oluyor, kendini ilâh yerine koymağa çalıştığı için sınırlı aklıyla Seyr-i Afâkta kayboluyor ve Edeb Sınırını aşıyor bazı akıllar. Bazı düşünürlerin çoğunun yuvarlandığı nokta bu diye düşünüyorum. Hiçbir dimağ bunu yapamayacaktır.
Rûm Sûresi 7. âyette onlar dünya hayatının sadece zâhir olarak kısmen bilirler, âhiret konusunda ise büsbütün habersiz ve kayıtsızdırlar diye buyruluyor.

Yalnız ağızlarına ALLAH’ı sığdırmak yerine insanlar gönüllerine ALLAH’ı sığdırmaya çalışsalardı, ALLAH İsm-i Şerifi dillerine de yansıyacaktı zâten. Tam tersi olunca maalesef iman gırtlaktan aşağı inmedi gibi oluyor. Şişerek sonsuzluk evrenini kaplamaya çalışmak yerine eriyerek evrenin özündeki noktaya kaderince ve kadarınca gitmeye çalışmak daha HAK değil mi?.


يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِّنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ
“Ya’lemûne zâhiren mine’l- hayâti’d- dunyâ, ve hum ani’l- âhıreti hum gâfilûn (gâfilûne).: Onlar, dünyâ hayatının zâhirini (görünen kısmını) bilirler. Ve onlar, âhiretten gâfil olanlardır.” (Rûm 30/7)

Resim
Kullanıcı avatarı
aksiseda
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1147
Kayıt: 11 Haz 2012, 10:01

Re: HAYATIN ANLAMI

Mesaj gönderen aksiseda »

Ve Aleykümselâm Kardeş Canım...
Yüreğine sağlık, ne güzel ifâde etmişsin.
İftar yapmanın güzelliğini yaşattı bana yazdıkların.
Nasıl da özlemişim bu muhabbeti; onu ifâde edebilmek için öyle dedim.

Hayatın anlamı âN' da ama, insan ÂN' ı geçmiş yaşadıkları, ve gelecek öngörüleri eşliğinde anlamlandırabiliyor genelde. Arı-duru bakamıyoruz demek istiyorum. İnsan elbette böyle de bir anlamlandırma da yapabilir lâkin hata şu olur ki bu nihâi bir sonuç ve hakikatin kendisi zannetmek ve buna göre bir yargıya varmak hata olur.

Bu minvâlde düşünürken, geçen gün bir âyet gördüm;

Hadîd 29. Âyet.: Böylece kitap ehli, Allahın lütfundan hiçbir şey elde edemeyeceklerini bilsinler. Lütuf bütünüyle Allahın elindedir, onu dilediğine bahşeder. Allah, büyük lütuf sahibidir.

Bu, hakikatin nasıl bulunacağını bildiren bir âyet.
İşte bu nedenle insan sonucun ALLaH' tan olduğunu hiç bir vakit aklından çıkarmamalı diye düşünüyorum ve buna inanıyorum.

Bunu bilmeyen veyâ bilse de başka türlü yollardan hakikate ulaşacağını zanneden felsefeci veya benzer kimseler o yüzden bataklığa saplanıp kalıyorlardır.

Akıllı kimse odur ki; Aklın bir hududu olduğunu bilsin.
Kaldı ki akıl hududları içinde olanı dahi gerektiği gibi algılamamışken, bunu unutup ta nihâi bir hükme varıyor olması ahmaklığının delili olsa gerektir

Akıl nasıl düşünebildiğini bilmezken başka neyi biliyor olabilir ki!

Biz aklı küçümsüyor değiliz hâşâ... Hiçe sayıyor değiliz;
Hiçliğini anlayabilene "Akıl" diyoruz.

Bu Hiçlik mevzû'u da günümüzün modern tasavvufçuları arasında dillere pelesenk olmuş bir mevzû'u olduğu için aslında başka türlü ifâde etmem gerekirdi diye düşünüyorum ama biz ne desek herkes aklı kadar anlayabilecektir.

Allah CC âkibetimizi hayr eylesin... Bizleri ni'met verdiklerinin, sıratı müstakim üzere olanların yoluna iletsin inşâeallah. Hak ve hayr duâlarımızla... MuhaMMedî Muhabbetlerimizle Garibanım...

Resim
Kullanıcı avatarı
aksiseda
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1147
Kayıt: 11 Haz 2012, 10:01

ÇaRŞı-PaZaR HiKâYeSi

Mesaj gönderen aksiseda »

Resim... getirdi...

...
Bilmiyorum ki yaşlandıkça mı yalnızlaştıkça mı?
Kendi içimde konuşur oldum sürekli. Kendi kendime sorular...kendi kendime cevaplar…
Bazen yakınıyorum ve sonra kendi kendimi ayıplıyorum, bazen teselli ediyorum kendimi kendimce…
Sürekli sohbet sürüp gidiyor yani içimde. Hâl böyle olunca yalnızlıktan bahsetmem çok yerine oturmuyor ama yaşlılıktan desem o da tam yerine oturmuyor.
Çünkü öyle olsa bu halimin farkında olmamam gerekir diye düşünüyorum.
Bunama denilen hâl değil yani… Aklım başımda çok şükür…
Fakat yine de dışarıdan çok içeride olan bu sohbet hâli yoğunlukta hayatımda.

Eskiden köyde biz yaşıtlarımızla köyün içine tepelere bayırlara giderken, erkek kardeşim yalnız kalırdı. Yaşı küçüktü haliyle anam-babam çok salmazdı onu öyle arkadaşlarıyla falan… Ben ondan iki yaş büyüktüm. Halen de iki yaş büyüğüm ondan 😊 Yıllar geçse de aradaki farkı hiç kapatamadı garibim. (Garibim deyince de Gariban geliyor aklıma hemen)

Gosguç dediğimiz bir oyun vardı. Kalem tıraşla ucu açılmış gibi sivri, 30-40 cm’ lik sopaları küllüğe saplayarak diğer kişinin sapladığı sopayı devirmekti oyunun amacı. Kardeşim de işte bu oyunu oynardı kendi kendine… Kendi kendine başkasının sapladığı sopayı nasıl devirebilir ki gosguç oynayabilsin?
Görmez de dinlerse insan hakikaten birileriyle oynuyor zannederdi.
- Ha! Öyle mi? Şimdi görürsün sen!
- Bana ha! Ben bunu senin yanına bırakmam… Al bakalım nasılmış.
- Ne var onda… Bak bakalım şimdik
- Gününü gösteceeem sana dur… - ….


Böyle işte habire al takke ver külah… Akşama kadar küllükte debelenir dururdu.
Aklıma o geldi birden kendi halimi düşünürken. Çok mu güldük ki o vakitler; İnsan kınadığını yaşamadan ölmezmiş ya! Şimdi ben de aynı o haldeyim sanki. Gerçi ben dışarı ses vermiyorum hep içimde oluyor ne oluyorsa… Kendi kendime sorular-cevaplar, telkinler, tedbirler, fikirler-tefekkürler…

Hafta sonu, bu anlamda biraz kendimi rahat bırakayım da dinlensin dedim.
Hanımla çarşıya çıkalım dedik. Hazırlandık, gittik durakta otobüs bekliyoruz.
Otobüs bekliyoruz dediysem hiç otobüs gelmiyor değil;
Bizim gitmeyi düşündüğümüz yöne gidecek olan otobüs gelmiyor. O yüzden bekliyoruz.
Niye bunu diyorum! Çünkü, diyor ki kendim kendime;
- Bak! Gideceğin yönü biliyorsan oraya gitmeyen bir araca binmiyorsun.
O halde neden asıl gitmekte olduğun yolda da aynı şeyi yapmıyorsun.
Seni Hak’ ka götürmeyeceğini bildiğin boş işlerle neden vakit harcıyor neden gereksiz-yanlış işler yapıyorsun?

De hadi cevap ver!

Kendimi rahat bırakmak için dışarı çıktım ama içimdeki de dışımla BİR’ likte çıkmış belli ki…
İçimle dışım arasındaki bu BiR’ lik hâli neden İKİ’ lik gibi geliyor bana!
Hani bazıları der ya; “Başımı alıp gidesim var”
“Başımı bırakıp ta gidesim var” demek gerekiyor.
Ama onu demek için de Şems-i Tebrizi olmak gerek…

Şems; "Rabbim de bana demişti ki, ''O aynayı verirsem ne bağışlarsın?''
Tereddütsüz şöyle demiştim; ''Başımı veririm."


Bir yanım bir yanımı gezdirirken bir yanım diğer bir yanımı bezdiriyor.
Hani? Diyor; "Daha demin, ‘Aklım başımda çok şükür’demiştin! Şimdi ise başını bırakıp gitmekten bahsediyorsun. Başın bu kadar yük mü sana?

Hasan Hüseyin Korkmazgil’ in çok sevdiğim dizeleri var ya;

Dostum, dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe.


O hesap işte…


Durakta duran otobüslerde birkaçında şoför değişimi oldu. Otobüsü kullanan şoför indi,
beklediğimiz durakta beklemekte olan diğer şoför onun yerine geçti. Yolcular hiç fark etmedi bile.
Onlar kartını basıp otobüse binmek ve oturacak bir yer var mı diye bakmaktalar.
“Hayat ta böyle” diyor içim; Sen inersin başkası biner ve hayat aynen devam eder yoluna.
Sen varmışsın yokmuşsun fark etmez diğerleri için; Kim inmiş kim binmiş…

- Öyle hakikaten.

Diyorum…

Nihayet geldi beklediğimiz otobüs. Bindik!
Bir anda trafiğin hengamesi… Başka bir âlem…

Eskiden şoför deyince direkt bir erkekti akla gelen.
Şimdi öyle değil. Bayan şoförler de belediye otobüsü kullanıyor artık.
Fakat gariptir onların da erkekten farkı kalmıyor yollarda gidip geldikçe…
El kol hareketleri, bağırmalar, tavırlar aynı erkekler gibi…
Vakti zamanında onlar da erkekleri kınarlardı bu sebepten… E işte! Kınarsan aynını yaşarsın…
“İnsan, kınadığını yaşamadan ölmez” (Hadis-i Şerif)

Daha önce de demiştim ya; “Çok çarşıya pazara çıkmamak lazım” diye…
Ama hiç çıkmamak ta olmaz tabi ki.

Çarşıdayız. Hanım bir yerlere giriyor bir şeylere bakıyor. Ben çoğu zaman dışarıda beklemeyi tercih ediyorum.
Öyle uzun uzun mağazaları gezemem ben. Alacağımı görür-alır hemen çıkarım genelde.
Ama hanımlar seviyor bu işleri.

Kemeraltı Çarşısı’ nda hiç eksik olmayan kalabalık seli aynı hızla akmaya devam ediyor çift yönlü…
Öyle görünce “Hayat Pahalılığı” denilen şey sanki bir dedikodudan ibaretmiş gibi geliyor.
Ama içindeyiz ve yaşıyoruz. Hem bak işte, biz de çarşıdayız.
- Ama ayda yılda bir canım!
- E belki bu gördüklerin de hep öyle… Senin gibi ayda yılda bir geliyordur onlar da…
- O da olabilir tabi. Hep aynı kişiler değil ki bu akan seldeki insanlar. Farklı farklı…


Yüzlerine bakıyorum; “Allahım!” diyorum; “El kadar şu alana nasıl böyle hepsi birbirinden farklı yüzler yerleştiriyorsun” Sadece yüzler mi farklı olan! Her şeyi birbirinden farklı nice insan.
Eli-ayağı, konuşması, tavrı… Hiçbiri diğerine benzemeyen… Parmak izleri… gözleri.
- Kar taneleri,
- Yağmur damlaları
- Ağaçların yaprakları
- Arılar, çiçekler, böcekler… Say say bitmez

Bunca insan diyorum ama bunlar sadece şu an gözümün önünde olanlar…
Dünya’ nın dört bir yanı… Hepsi birbirinden farklı insanlar;
Lâkin ortak olan yanları da yok değil…
Bakınca şöyle yüzlerdeki neşeyi-kederi, umudu-umutsuzluğu okuyabiliyor ve okuduğu yüzdeki hâl ne ise o hale bürünüyor insan.

Eski bazı Türk Filmleri’ ni izlerken orada işlenen duyguya nasıl da kapılıverdiğimi hatırlıyorum.
- Film diyorum altı üstü… Nasıl oluyor da bildiğim halde gözlerim yaşarıyor!
- Bilmek yetmiyor ki! Hayat ta bir film değil mi! Ama bak nasıl da kaptırıyoruz kendimizi duygularımıza…
- Öyle hakikaten.

Diyorum, Hak veriyorum kendime… Fakat;
(Film de olsa, rüya da olsa... İnsanın diğer insanları hissedişi... Duygular, düşünceler... Bunca nimet... vs.
düşünürken çoğu vakit bu lütufların hiç farkında olmadığımı, olamadığımı görüyorum. )
Hak' ka haksızlık ettiğimi, gerektiği gibi şükredemediğimi anlıyorum;

فَبِاَیِّ اٰلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân.
O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55/13)

Nimetlerini yalanlayanlardan olmaktan sana sığınırım Allahım!
- Nasıl yalanlarım! Vallahi yalanlamam:
Evet yeterince şükredemiyor olabilirim. Ama bu bilerek değil bilmediğim, fark edemediğim içindir.
Biliyorsun ZaT-en… Sen beni benden iyi biliyorsun…

...

Bazı şeyleri ben fark etmesem de ben diye bildiğim fark ediyor.
O mağazadır, bu mağazadır derken saatler geçmiş. Acıkmışım oldukça…
Nasıl da hatırlatıyor bak mide kendini… Kapıyı çalan bir dilenci gibi rızkını istiyor.
Bunun farkına varmak, garip duygular uyandırıyor bende. Ramazan’ da oruçlu insanın nasıl da zevkle, hazla bu isteğe karşı koyabiliyor oluşu geliyor aklıma.
- Allah için olunca… Yüce bir gaye ile olunca…
- …?
- İnsan yemeden içmeden de yaşamaz mı?
- İnsan yemeye-içmeye mecbur olmasa ne acizliğinin farkında olur ne de bir iş yapar.
- Eee! Daha iyi işte; Sadece Rabbine ibadetle meşgul olur o vakit.
- Öyle mi olur sence?
- İş yapmaktan başka bir şeye vakit kalmadığını gördüğüm için yıllarca… Sanki öyle olur gibi geliyor bana.
- Öyle olacak olsaydı öyle halk ederdi El-Halik…
- Orası öyle de…
- Hem düşün! Daha önce tecrübe etmedin değil?
- Doğru.

Diyorum ve bir kez daha hak veriyorum kendime.
- E hadi o zaman;
- وَاَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ
Ve emmes sâile felâ tenher.
İsteyeni azarlama! (93/10)


Ne yapalım, nereye oturalım derken baktım ki akşam vakti yaklaşmış.
Önce dedim ruhumun gıdası. O da istiyor!
Hisar Camii’ ne gittim… Çok etkili okuyuşlara şahit olmuşumdur o camide önceki yıllarda.
O lezzeti özlemiş ruhum. Kaç yıldır nasip olmamış gelmek.
Durduk saflara…
Öncesinde telefonumu hem sessize aldım hem de ses kayıt tuşuna bastım ki sonra tekrar dinleyeyim de aynı hâl bürüsün içimi…
Hoca da güzel okuyor Allah razı olsun…
Ama en ufak bir kıpırtı yok içimde. Önceki yıllarda aldığım hazzın zerresini duyamıyorum.
- Sen önceki sen değilsin ki… Ne kadar uzaksın o halinden değil mi?
- İyi mi kötü mü?
Diyecek oluyorum;
- İyi mi kötü mü sen söyle; Neden haz duyamıyorsun eskisi gibi?
- Yazıklar olsun bana… Yazıklar olsun bana…
Gözlerimin boşaldığını hissediyorum…
Derin bir mağlubiyet ya da mahcubiyet ya da… Adını bir türlü koyamadığım garip bir kaybetmişlik duygusu…
- Neyin vardı ki neyi kaybetmiş olasın? Olmayanın eskisi-yenisi mi olur…
- Olamadım… Hiçbir şey olamadım!
- Öyle olsaydın olurdu
- Ne?…
- Hiç bir şey…
-
-

- “Ben” dediği insanın; Kayıp gidiyor uzayıp kısalan gölgeler gibi…
Seyrediyorsun ancak… Bir film seyreder gibi…

- Bunu da biliyorum da… Nedir bu içimdeki hüzün?


Hazindir hayat masalı,
Hüzün kalbin tutar dalı,
Allah için ağlamalı,
Kirin pasın yıkar hüzün.

* * * *
Kul düşer aşkın ağına,
Cemre gönül toprağına,
Çağırır Hira Dağına,
Oku diye sıkar hüzün.

* * * *

Kalır mı ki yer de ahı,
Ardındadır inşirahı,
Gönül isterse Allah’ı,
Gönle habbe eker hüzün.

* * * *

Ziynettir bu dünya süsü,
Hayal Hakikat örtüsü,
Özünde aşkın dürtüsü,
Gözünde yaş, akar hüzün.

- Bunları diyen sen değil misin? İnanmadığın şeyi mi dedin?


كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ
Kebura magten ındallâhi en tegûlû mâ lâ tef'alûn.
Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir. (61/3)

- Dediğini yaşar mı insan?
- Yaşamadığını mı der?


Tesbihat sonunda İmam Efendi Haşr Suresi’ nden okurken hanım arıyor. Müsait olmadığı için içeri gelemedi...
Oturmuş dışarıda bir yerde beni bekliyor. Oturunca hem ne kadar yorulduğunu fark etti hem de o da acıktı midem gibi kendini hatırlatıyor.

Açtım telefonu… Haşr Suresi’ nden dinledi biraz…
“Keşke daha önce telefon açsaydım. Ne güzel okuyor” dedi…
"Evet" dedim "Güzel okuyor… "
- Lâkin için de güzel OKUyabilse keşke…
Yine dolacaktı gözlerim…
- Haydi! Kalk gidelim.
Çıktım! Hanımın yanına vardım;
- Gidelim karnımızı doyuralım bir yerde… Bu saatten sonra eve gidip bir de yemek hazırlamakla uğraşamayız…

Fakat oralarda içimize sinen bir yer gelmedi aklımıza.
Çünkü daha önceki gelişlerimizde denedik birkaç yeri… "En iyisi bildiğimiz yer!" diyerek otobüse bindik.
Bizim eve yakın bir yer var sevdiğimiz bir yer…. Oraya gittik.
Oturur oturmaz masaya bir mezeler gelmeye başladı…
Onları yesen doyarsın zaten yemek söylemeye lüzum yok fakat onları da yemek söyleyeceğiz diye getirip diziyorlar;
“O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız” der gibi arka arkaya…
Standart olduğu için her masaya aynı şekilde bu mezeleri koyuyorlar…

Söyledik bir şeyler… Daha birkaç lokma almışken hemen iki kedi yavrusu beliriverdi yanımızda;
Miyav da miyav… Hani bizim hakkımız der gibi…E isteyeni azarlamak olmaz.
Kopardık bir parça attık önlerine… Attığımızı kaptı hemen biri… Diğeri bakıyor…
Koparıp ona da bir parça attık… Kaptığını yiyen diğeri hemen onu da kaptı…
Dedim;
- Senden hoşlanmadım… Hiç paylaşımcı değilsin…
Bakıyor öyle gözlerime… ‘Bırak zırvalamayı da bir şeyler at’ der gibi.
Ekmeğinden koparıp attım. Kokladı şöyle beğenmedi…
- Nankörlük etme. Allah’ ın nimeti…
Diyecek gibi oldum;
- İçin sana diyordu birkaç saat önce onu…

Tövbe Estağfurullah… Hanım ve ben diğerine bir şeyler atmaya çalıştıkça açıkgöz olan hemen kapıyor.
Sonunda uzağa bir şeyler attık o gidince de ötekinin önüne koyduk ki onun da midesine bir şeyler girsin…
Bir yandan diğer açıkgöze bir şeyler söylüyorum bir yandan da bakıyorum ki o gelmeden diğeri yesin diye…

Şef geldi yanımıza;
- Abi, kardeş onlar
Dedi…
- Aylardır buradalar… Sürekli veriyoruz bir şeyler… Besliyoruz işte arkadaşlarla…vs.
Dedim;
- Nasıl kardeş bu! Kardeşine bunu yapan başkasına neler yapmaz.
Habil ile Kabil geldi aklıma… Kedi de gözüme bakıyor;
- Siz önce kendinize bakın başkasını kınamadan!
O sarhoş halimle aklımda kalanlar… Şimdi söze gelenler bunlar…
Gelmeyenler…. Gelse bir türlü gelmese bir türlü…
Çay ikram ettiler… Ard arda… Bilir gibi…

Afakını dersen, geniş mi geniş,
Lâkin enfüsünde darı dünyanın.
İşlenir simana işlediğin iş,
Ta ki yağa başa karı dünyanın.

Karakışta var sen düşün halını,
Ardından açar Yâr bahar şalını,
Niye açar niye döker dalını,
Arz-ı hâli yeşil-sarı dünyanın.

HâLimce… 04.10.2023
Resim
Kullanıcı avatarı
aksiseda
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1147
Kayıt: 11 Haz 2012, 10:01

Re: HAYATIN ANLAMI

Mesaj gönderen aksiseda »

Fıtratı gereği yapar balını,
Bilir çiçeğini arı dünyanın.
Ya Nefs neden toplar, dünya malını,
Kime yar olmuş kim, yarı dünyanın.

Sayılı nefeste, hayat fasıla,
Herkese kabınca, HaK’ tan HaSıLa,
Müptelâ olmuş US, “NeDeN? NaSıL?” a,
iBRaHiM’ e (as) GüL’ dür HaR’ ı dünyanın.

Acı-tatlı hayat, dünya halıdır.
ZıD’ ları ZeVK etmek, GüL' ün aLıdır.
“BiR VaR-mış BiR YoK-muş” aŞK MaSaLı’ dır
HaKça YoK HüKMüNDe, VaR’ ı dünyanın.

HâLimce... 10.10.2023
Resim
Cevapla

“►Tartışmalı Konular◄” sayfasına dön