KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta EHL-i BEYt..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1133
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta EHL-i BEYt..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta EHL-i BEYt..

Kur’ÂN-ı Kerim ve Hadis-i Şerîflerde yerini bulan EHL-i BEYt konusu çok önemli olmasına rağmen ne yazık ki, bugün bir çok Müslüman tarafından yeterince bilinmemektedir.

EHL-i BEYt'in kelime anlamı, "ev halkı" demektir. Terim anlamı ise; "Peygamber Efendimiz'in ev halkı"dır. Ev halkının kimler olduğu hususunda âlimler arasında görüş ayrılığı vardır.
EHL-i BEYt dört lafızla tavsif edilirler.: Âl, EHL-i BEYt , Zü'l-KURBâ ve el-I'TREH.

Resim ÂL.: Âile, Akraba, Tabi demektir.
Âl kelimesinin aslı “ehl”dir. “H” harfi hemze harfine dönüştüğü için "âl" olmuştur. Bu tâbir salâvât-ı şerîfede geçmektedir: "ALLAHumme salli alâ MuhaMMed'in ve alâ âl'i MuhaMMed".

Resim EHL-i BEYt.: Ev halkı. Ahzâb 33/33. âyette geçmektedir.:

Ehl-i Beyt; İslami kültürde sadece Peygamber Efendimizin âilesi ve soyundan gelenleri if3ade eden bir terim olarak kabul edilir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Ev Halkı =>Âl-i MuhaMMed, Âl-i Mustafa, Âl-i Ahmed, Âl-i Nebî, Âl-i Rasûl, Haneden-ı Nebî, Âl-i Abâ, Âl-i Kisâ gibi tâbirlerle de anılır..


وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
“Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberruce’l- câhiliyyeti’l- ûlâ ve ekımne’s- salâte ve âtîne’z- zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh (resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumu’r- ricse ehle’l- beyti ve yutahhirekum tathîrâ (tathîran).: Ve evlerinizde karar kılın (oturun). Evvelki câhiliyye zamanındaki gibi (ziynetlerinizi) açmayın. Namazı ikâme edin ve zekâtı verin. ALLAH ve O'nun RESÛLÜ’ne itaat edin. Ey EHL-i BEYt! ALLAH sâdece sizden günahları gidermek ve sizi tertemiz temizlemek istiyor.//
Hem vakarınızla (ağır başlı ve saygılı biçimde) evlerinize bağlı kalın (zarurî ihtiyaçlar, çalışma durumları, alışveriş ve öğretim konuları dışında, kendi hânenizde kalıp, yuvalarınızı eğitim ve üretim merkezlerine çevirmeye çalışın). Evvelki câhiliye (devri kadınları) gibi süslenip saçılarak, (teşhircilik yapmak; güzel ve çekici yerlerinizi ve cilvelerinizi gösterip erkekleri kendinize baktırmak için) kırıtarak sokağa çıkmayın; namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, ALLAH’a ve Elçisine itaatli (dikkatli ve erdemli) davranın. Ey Ehl-i Beyt (Resûlullah’ın âilesi)! Gerçekten ALLAH, sizden kiri (günah ve çirkinliği) giderip arındırmayı ve sizi tertemiz kılmayı arzulamaktadır.”
(Ahzâb 33/33)

ResimZü'L-KURBÂ.: Akraba olanlar. Enfâl 8/41. âyette geçmektedir.:

وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا غَنِمْتُم مِّن شَيْءٍ فَأَنَّ لِلّهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ إِن كُنتُمْ آمَنتُمْ بِاللّهِ وَمَا أَنزَلْنَا عَلَى عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Va'lemû ennemâ ganimtum min şey'in fe enne lillâhi humusehu ve li’r- resûli ve li zî’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni vebni’s- sebîli in kuntum âmentum billâhi ve mâ enzelnâ alâ abdinâ yevme’l- furkâni yevmetteka’l- cem'âni, vallâhu alâ kulli şey'in kadîr (kadîrun).: Bilin ki, “ganimet olarak ele geçirdiğiniz” şeylerin beşte biri (devlet ve millet hizmetinde kullanılmak üzere); muhakkak ALLAH’ın, Resûl’ün, Ona yakınlığı olanların, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır. Eğer ALLAH’a (inanıyorsanız); ve Hakk ile Bâtıl’ın birbirinden ayrıldığı gün, (yani) iki ordunun karşı karşıya kaldığı (ve mü’minlerin kazandığı) günde (Bedir’de) kulumuza (Hz. MuhaMMed Aleyhisselâm’a) indirdiğimize (Kur’anî Hükümlere ve müjdelere) imân ediyorsanız (ganimeti böyle bölüşün). ALLAH, her şeye güç yetirendir." (Enfâl 8/41)

Resim el- I'TREH.: Zürriyet. Bu tâbir Efendimiz aleyhisselâm’ın Hadis-i Şerîflerinde geçmektedir.:

KELÂMULLAH’ta =>EHL-i BEYt aleyhumusselâm..

Resim
EHL-i BEYt ile ilgili ondan fazla âyet-i kerime bulunmaktadır.

وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
“Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberruce’l- câhiliyyeti’l- ûlâ ve ekımne’s- salâte ve âtîne’z- zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh (resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumu’r- ricse ehle’l- beyti ve yutahhirekum tathîrâ (tathîran).: Ve evlerinizde karar kılın (oturun). Evvelki câhiliyye zamanındaki gibi (ziynetlerinizi) açmayın. Namazı ikâme edin ve zekâtı verin. ALLAH ve O'nun RESÛLÜ’ne itaat edin. Ey EHL-i BEYt! ALLAH sâdece sizden günahları gidermek ve sizi tertemiz temizlemek istiyor.//
Hem vakarınızla (ağır başlı ve saygılı biçimde) evlerinize bağlı kalın (zaruri ihtiyaçlar, çalışma durumları, alışveriş ve öğretim konuları dışında, kendi hanenizde kalıp, yuvalarınızı eğitim ve üretim merkezlerine çevirmeye çalışın). Evvelki cahiliye (devri kadınları) gibi süslenip saçılarak, (teşhircilik yapmak; güzel ve çekici yerlerinizi ve cilvelerinizi gösterip erkekleri kendinize baktırmak için) kırıtarak sokağa çıkmayın; namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, ALLAH’a ve Elçisine itaatli (dikkatli ve erdemli) davranın. Ey Ehl-i Beyt (Resûlullah’ın âilesi)! Gerçekten ALLAH, sizden kiri (günah ve çirkinliği) giderip arındırmayı ve sizi tertemiz kılmayı arzulamaktadır.”
(Ahzâb 33/33)

وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا
“Vezkurne mâ yutlâ fî buyûtikunne min âyâtillâhi ve’l- hikmeh (hikmeti), innallâhe kâne latîfen habîrâ (habîren).: (Ey Peygamber hanımları ve ey mü’minlerin hayat arkadaşları; her durumda ve her konuda) Evlerinizde okunmakta olan ALLAH’ın âyetlerini ve hikmeti (Peygamber sünnetini ve öğütlerini) hatırlayın (tekrarlayıp çocuklarınıza aktarın ve ona göre davranın). Şüphesiz ALLAH Lâtif’tir (gizliliklere vakıftır ve her şeyden) Haberdâr olandır.” (Ahzâb 33/34)

Bu âyet-i kerimede kast edilenler Peygamber aleyhisselâm'le beraber yalnızca Hz.Fatıma, Hz.Ali, Hz.Hasan ve Hz. Hüseyin'dir. (Şevkanî Fethul-Kadir)

Ebu Sâid el-Hudrî, Mücahid b. Cebir, Katade ve el-Kelbi'den gelen bir rivâyete göre.: “Bu âyette geçen EHL-i BEYt sadece Hz. Ali, Hz.Fatıma, Hz.Hasan ve Hz. Hüseyin dir. Bunların delili ise müzekker sigasının kullanılmasıdır..
Hz. Ali, Hz. Fatıma Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in EHL-i BEYt'ten oldukları Hadis-i Şerîflerle sabittir.

Bu Hadis-i Şerîfleri rivâyet eden sahabiler şunlardır.:
Hz. Aişe, Ümmü Seleme, Ebu Sâid el-Hudrî, Vesiletubnu'l-Aska', Enes b. Mâlik, Ömer b. Ebi Seleme.:
“Bir sabah vakti Peygamber evden çıktı. Üzerinde keçi kılından dokunmuş nakışlı bir mırtı bulunuyordu. Hasan geldi, onu içine aldı, Hüseyin geldi, onu da içine aldı, daha sonra Fatıma geldi, onu da içine aldı, en son Ali geldi, onu da mırtısının içine alarak şu âyeti okudu.: "Ey EHL-i BEYt! ALLAH sizden, (Rics'i) sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (El-Ahzâb sûresi: 33)" buyurdu.
Hz. Aişe diyor ki.: “Bir sabah vakti Peygamber evden çıktı. Üzerinde keçi kılından dokunmuş nakışlı bir mırtı bulunuyordu. Hasan geldi, onu içine aldı, Hüseyin geldi, onu da içine aldı, daha sonra Fatıma geldi, onu da içine aldı, en son Ali geldi, onu da mırtısının içine alarak şu âyeti okudu: Ey EHL-i BEYt! ALLAH sizden, (Rics'i) sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (El-Ahzâb sûresi 33)"
(Sahih-i Müslim: 4450 numara, ayrıca Bu hadis-i şerîfi İmâm Müslim'den başka İbn Ebi Şeybe, Ahmed b. Hanbel, İbn Cerir et-Tabarî, İbn Ebi Hatim ve el-Hâkimi en-Neysaburî hadis kitablarında rivâyet etmişlerdir.)

(Bu hadis-i şerîfi Hz. Aişe'den başka Ümmü Seleme, Ebu Sâid el-Hudrî, Vesiletubnu'l Aska', Enes b. Mâlik ve Ümmü Seleme'nin oğlu Ömer ibn Ebi Seleme rivâyet etmektedirler.)

İmâm Tirmizî'nin es-Sünen kitabında (3806 numara ile) Ümmü Seleme'den rivâyet ettiği Hadis-İ Şerîf de şöyledir.:
"Peygamber aleyhisselâm, Hasan, Hüseyin, Ali ve Fatıma'yı - kendisi de onlarla beraber olmak üzere - bir örtü ile örterek.: "Ey ALLAHım, EHL-i BEYtim ve ÖZ YAKINLarım bunlardır , onlardan ricsi (murdarlığı) giderip onları tertemiz kıl". Ümmü Seleme.: "Ben de onlarla beraber miyim ya Rasûlullah?" dedim. Buyurdul ki.: "Sen hayır üzeresin.”(

(Ümmü Seleme´den rivâyet edilen bu hadis-i şerîfi ayrıca Ahmed b. Hanbel el-Müsned adlı kitabında 25339 , 25383 numaralarla, İbn Cerir et-Tabarî tefsirinin cilt: 22 sahife: 6, cilt: 22 sahife: 7 ve cilt: 22 sahife: 8 de ve ayrıca İbnü'l-Münzir, el-Hâkim, ibn Merdeveyh, el-Beyhakî, İmâm et-Tabaranî hadis mecmualarında daha geniş ve tafsilatlı olarak rivâyet etmişlerdir. Bazı rivâyetlerde Ümmü Seleme (radiyallahu anhu) bu âyet-i kerimenin müstakillen evinde nâzil olduğunu beyan etmiştir. Ebu Sâid el-Hudrî (radiyallahu anhu)'nin rivâyet ettiği hadis-i şerîfi, İbn Cerir et-Tabarî ve ibn Ebi Hatim tefsir kitaplarında, İmâm Tabaranî, İbn Merdeveyh ve Hatib-i Bağdadî kitaplarında rivâyet etmişlerdir.)

İmâm Tirmizî'nin es-Sünen kitabında (3130 numara ile) rivâyet ettiği Hadis-İ Şerîfte Enes b. Mâlik (radiyallahu anhu) şöyle diyor.:
"Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) sabah namazına çıkarken Fatıma'nın kapısından geçerek onlara şöyle sesleniyordu.: “Ey EHL-i BEYt namaza!. Ey EHL-i BEYt, ALLAH sizden murdarlığı giderip sizi tertemiz kılmak diler."

(Ayrıca bu hadis-i şerîfi Ahmed b. Hanbel el-Müsned kitabında(13231,13529 numaralı hadisler) İbn Ebi Şeybe, İbn Cerir et-Tabarî, İbnü´l-Münzir, İmâm Tabaranî, el-Hâkim en-Neysaburî ve İbn Merdeveyh hadis mecmualarında Enes b. Mâlik´ten rivâyet etmektedirler.)

Şeddâd Ebu Ammar diyor ki.:
Vesiletubnu'l Aska (radiyallahu anhu)'nın yanına vardım. Yanında birileri vardı. Hz. Ali'yi konuşuyorlardı.
Onlar kalkıp gidince bana dedi ki.: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'dan gördüğümü sana anlatayım mı?” “Evet” dedim.
“Bir gün Hz. Fatıma'nın evine gidip Ali'yi sordum? Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'a gittiğini söyledi. Ben de oturup Ali'yi bekledim. Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) geldiler, Ali, Hasan ve Hüseyin beraberindeydi. Her biri bir elini tutmuştu. Eve girince Ali'yi ve Fatıma'yı önünde oturttu. Hasan ve Hüseyin'i de dizlerine oturttu. Sonra üzerindeki örtüyü (veyâ abayı) onların üzerine örtüp şu âyet-i kerimeyi okudu: "Ey EHL-i BEYt, hiç şüphesiz, ALLAH sizden murdarlığı giderip sizi tertemiz kılmak diler." Ve şöyle devam etti: "Ey ALLAHım! EHL-i BEYt'im bunlardır!."
(Ahmed b. Hanbel el-Müsned: (16374) İbn Ebi Şeybe, İbn Cerir et-Tabarî, İbnü'l-Münzir, İbn Ebi-Hatim, et-Tabaranî, el-Hâkim en-Neysaburî, el-Bayhakî hadis mecmualarında rivâyet etmişlerdir.)

Ashab.: "Ya Rasûlullah, Sana nasıl salât okuyalım?" diye sordular. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ey ALLAH'ım İbrahîm'e salât ettiğin gibi MuhaMMed'e, zevcelerine ve zürriyetine de salât kıl. (rahmet eyle) İbrahîm'i mübârek kıldığın gibi MuhaMMed'i, zevcelerini ve zürriyetini de mübârek kıl. Muhakkak sen övülen ve yüceltilensin!." buyurdu.

Resim

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
"İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alân nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ (teslîmen).: Şüphesiz, ALLAH ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey imân edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle ona selâm verin.!” (Ahzâb 33/56)

Ashab.: "Ya Rasûlullah, Sana nasıl salât okuyalım?" diye sordular.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ey ALLAH'ım İbrahîm'e salât ettiğin gibi MuhaMMed'e ,zevcelerine ve zürriyetine de salât kıl. (rahmet eyle) İbrahîm'i mübârek kıldığın gibi MuhaMMed'i, zevcelerini ve zürriyetini de mübârek kıl. Muhakkak sen övülen ve yüceltilensin."
(İmâm Mâlik´in el-Muvatta kitabında ( 357 numara), İmâm Buharî ( 3118, 5883 numara) ve İmâm Müslim sahih ( 615) kitaplarında , Ebu Davûd ( 831, 832 ) İbn-u Mâceh ( 895) es-sünen kitaplarında, Ahmed b. Hanbel el-Müsned'inde ( 22494, 23090 numara) Abd b. Humeyd el-Müsned'inde, ebu Humeyd es-Sâidi´den rivâyet ediyorlar.)

Resim

ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
“Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihât (sâlihâti), kul lâ es’elukum aleyhi ecren ille’l- meveddete fî’l- kurbâ ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ husnâ (husnen), innellâhe gafûrun şekûr (şekûrun).: İşte ALLAH, imân edip sâlih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. (Ey Nebim!) De ki: "Ben buna (İslâm’a çağrıma) karşılık, yakın akrabalıktaki SEVgi ve destek (Ehl-i Beyt’ime ve manevî vârislerime muhabbet ve meveddet) dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum." Kim (çalışıp çabalayarak) bir iyilik ve güzellik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği ve güzelliği arttırırız. Gerçekten ALLAH Bağışlayandır, şükredene karşılığını fazlasıyla verendir.” (Şûrâ 42/23)

Bu âyet-i kerimede ALLAH Rasulüne şunu söylemesini emrediyor.: "Size tebliğ ettiğim ‘Din'e karşılık herhangi bir ücret istemiyorum, ancak akrabalarımı sevmenizi istiyorum."
Abdullah ibn Abbas'dan gelen bir rivâyete göre; bu âyet-i kerime Medine'de nâzil olmuştur.
Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Zeynü'l-Abidin, Şam'a esir olarak getirildiğinde halk onu görsün diye bir merdivenin üzerine çıkartılmıştı.
Şamlı bir Adam ayağa kalkıp.: “Fitnenin kökünü kesen ve sizi öldüren ALLAH'a hamd olsun!.” deyince,
Ali ona.: “Sen Kur’ÂN'ı okudun mu?” diye sorar. O da.: “Evet!” der. “Hamîm Sûresi'ni de okudun mu?”, “Ben Kur’ÂN'ı okudum ama Hamim Sûresi'ni okumadım.” cevabı üzerine Ali der ki.: "Bu din için akraba sevgisinden başka sizden hiç bir ücret istemiyorum." âyetini okumadın mı?” O da: “O âyettekiler sizler misiniz?” der. Ali.: “Evet” der.
(İbn Cerir et-Tabarî tefsiri: 11/144.)

Aynı mânâyı Hz. Hasan'ın hutbesinde ifâde ettiğini Ebu Bişr ed-Dulabi ez-Zürriyet et-Tâhire (114 numara ile) de ve el-Hâkim en-Neysaburî el-Mustedrek (3/172) kitabında rivâyet etmektedirler.
Abdullah ibn Abbas'dan gelen bir rivâyet de şöyledir.:
Bu âyet-i kerime nâzil olduğunda Peygambere.: “Sevgileri bize vâcib olan akrabaların kimlerdir?” diye sorduklarında, buyurdular ki.: “Bunlar Ali, Fatıma ve iki oğludur.”
(Bu rivâyeti İbn Cerir et-Tabarî tefsirinde(11/144), et-Tabaranî el-Mu´cem el-Kebir (11/351-12259 numara) adlı hadis kitabında, İbn Ebi Hatim tefsirinde, el-Hâkim İmâm Şafi´inin menakıbı kitabında, el-Vahidi el-Vasit kitabında, Ahmed b. Hanbel el-Menakib kitabında rivâyet etmektedirler.)

Aslında akrabalarının kimler olduğu Enfâl sûresi 41. âyette beyan edilmiştir. Bu âyet-i kerime ile EHL-i BEYt'e hisse de verilmiştir.

Resim

وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا غَنِمْتُم مِّن شَيْءٍ فَأَنَّ لِلّهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ إِن كُنتُمْ آمَنتُمْ بِاللّهِ وَمَا أَنزَلْنَا عَلَى عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Va'lemû ennemâ ganimtum min şey'in fe enne lillâhi humusehu ve li’r- resûli ve li zî’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni vebni’s- sebîli in kuntum âmentum billâhi ve mâ enzelnâ alâ abdinâ yevme’l- furkâni yevmetteka’l- cem'âni, vallâhu alâ kulli şey'in kadîr (kadîrun).: Bilin ki, “ganimet olarak ele geçirdiğiniz” şeylerin beşte biri (devlet ve millet hizmetinde kullanılmak üzere); muhakkak ALLAH’ın, Resûl’ün, Ona yakınlığı olanların, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır. Eğer ALLAH’a (inanıyorsanız); ve Hakk ile Bâtıl’ın birbirinden ayrıldığı gün, (yani) iki ordunun karşı karşıya kaldığı (ve mü’minlerin kazandığı) günde (Bedir’de) kulumuza (Hz. MuhaMMed Aleyhisselâm’a) indirdiğimize (Kur’anî Hükümlere ve müjdelere) imân ediyorsanız (ganimeti böyle bölüşün). ALLAH, her şeye güç yetirendir." (Enfâl 8/41)

Âyette zikredilen Peygamber'in akrabaları hakkında âlimler ihtilaf etmişlerdir. İmâm Şafii´ye göre Haşim ve Muttâliboğullarıdır. Bir görüşe göre de sadece Haşimoğulları'dır. Diğer bir görüşe göre zekat almaları helâl olmayan akrabalardır. Bir başka görüşe göre ise bütün Kureyş kabilesidir. Savaşta alınan gani’metler beşe bölünür. Beşte biri âyette sayılanlara tahsis edilir. Kalan da savaşa katılan gazilere taksim edilir.

İslam Tarihi'nden ve Hadis kitaplarından öğrendiğimize göre Peygamber Efendimiz Kureyş'e hiç bir zaman humustan hisse vermemiştir.
(İmâm Buharî es-Sahih (3/1290-4/1545) kitabında bize şu rivâyeti nakletmektedir: Cubeyr b. Mut´im diyor ki.: Ben ve Osman b. Affan Peygamber´e gittik ve şu istekte bulunduk: Gani’metlerden Muttâliboğulları'na verdin ama bize bir şey vermedin, akraba olarak biz ve onlar sizinle aynı derecedeyiz. Buyurdular ki.: Haşimoğulları ve Muttâliboğulları aynı şeydir. Cubeyr diyor ki.: Abdi Şems ve Nevfeloğullarına hisse vermedi.)

Resim

فَمَنْ حَآجَّكَ فِيهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْاْ نَدْعُ أَبْنَاءنَا وَأَبْنَاءكُمْ وَنِسَاءنَا وَنِسَاءكُمْ وَأَنفُسَنَا وأَنفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَل لَّعْنَةُ اللّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ
“Fe men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke mine’l- ilmi fe kul teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve enfusenâ ve enfusekum summe nebtehil fe nec’al la’netallâhi alel kâzibîn (kâzibîne).: Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle 'çekişip tartışmalara girişirlerse' de ki.: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağırâlim; sonra karşılıklı lanetleşelim de ALLAH'ın lânetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım!." (Âl-i İmrân 3/61)

Büyük müfessir İbn Cerir et-Taberî tefsirinde (3/300-301) Necran Hıristiyanları ile Peygamber aleyhisselâm arasında cereyan eden olayı isnad ile rivâyet etmektedir. Peygamber Efendimiz Necran Hiristiyanlarını İslam'a dâvet eden bir mektup gönderdi. Onlar da din adamlarından oluşan bir heyetle Medine'ye geldiler, Mescid-i Nebi'de ibâdetlerini yapma hürriyeti kendilerine verildi ve Peygamber Efendimizle münâkaşaya tutuştular. Bunun üzerine karşılıklı bedDUÂ etmeyi emreden âyet-i kerime nâzil oldu.
Peygamber Efendimiz Hz. Fatıma, Hz Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i alarak bedDUÂ için dışarı çıktı. Hıristiyan âlimleri.:
“Bu gerçekten peygamber ise bedDUÂsı kabul olunur ve biz helâk oluruz!" diyerek korktular ve Peygamber Efendimizin önerilerini kabul ettiler.
Bu âyet-i kerimede konumuzu ilgilendiren husus şudur.: Âyette.: "Geliniz, sizler ve bizler dahil olmak üzere, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı"
Emri İlahîsi üzerine Efendimizin EHL-i BEYti'ni alıp çıkmasıdır. Kimlerin EHL-i BEYt oldukları hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde bu âyetle açıkça belirtilmiştir.
(Ayrıca İmâm Müslim Sahih´inde((2404 numara) İmâm Tirmizî Sünen´inde (2999 -3724 numara) Ahmed b. Hanbel el-Müsned (1608numara ) kitabında , el-Hâkim en-Neysaburî el-Müstedrek kitabında (3/163 - 4719 numara), el-Beyhakî es-Sünen el-Kubrâ(7/63- 13170 numara) da, yine el-Beyhakî Delâil en-Nübüvve kitabında tafsilatlı olarak bu olayı nakletmektedir. İbn Kesir tefsiri: 1/369)
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1133
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta EHL-i BEYt..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem.:
"Size iki ağırlık terk ediyorum, onlara yapıştığınız takdirde dalâlete (sapıklığa) düşmezsiniz. =>Birisi ALLAH'ın Kitabı, diğeri de =>EHL-i BEYtim'dir!." buyurmuştur.


EHL-i BEYt'in FaziLetini BiLdiren Hadis-i ŞerîfLer.:

Zeyd b. Erkam ve Câbir b. Abdullah radiyallahu anhum.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Mekke ve Medine arasındaki Humm denilen SUyun başında bize hitâb ederek.: "Size iki ağırlık terk ediyorum, onlara yapıştığınız takdirde dalâlete (sapıklığa) düşmezsiniz. Birisi ALLAH'ın kitabı, diğeri de EHL-i BEYtim'dir!" buyurmuştur.
(İmâm Müslim (4425 numara ) ve İmâm Tirmizî'(3818 - 3720 numara.))

Bu Hadis-i Şerîfi rivâyet eden Sahabiler şunlardır.:
Zeyd b. Erkam, Câbir b. Abdillah, Huzeyfe't ubnu Useyd, Huzeyme't ubnu Sâbit, Zeyd b. Sâbit, Sehl b. Sa'd, Dumayra, A'mir b. Leyla, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Adiyy b. Hatim, Ukba b. A'mir, Ali b. Ebi Tâlib, Ebu Zerr el-Ğifari, Ebu Rafi', Ebu Şureyh el-Huzai , Ebu Kudame el-Ensari, Ebu Hureyre, Ebu Sâid el-Hudrî, Ebü'l-Heysem b. Et-Teyhan , Ebu't-Tufeyl A'mir b. Vasilah , Ümmü Seleme , Ümmü Hani.
(Bu sahabilerin rivâyet ettikleri bu Hadis-i Şerîf şu hadis kitaplarında rivâyet edilmiştir: İmâm Müslim, İmâm Tirmizî, et-Tabaranî (el-Mu´cem el-Kebir, el-Evsat, es-Sağir) Nesaî, Ahmed b. Hanbel, ed-Darimî, el-Hâkim en-Neysaburî el-Müstedrek´te, Ebu Ya´lâ el- Musili el-Müsnedinde, İbn ebi Şeybe el-Musannafta, el-Bezzâr el-Müsned´inde, ed-Deylemî el-Müsnedinde Ed-Dulabî ez-Zürriyyet et-Tâhire kitabında rivâyet etmişlerdir.)

Rivâyetlerden anlaşılmaktadır ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu hakikati defalarca bir çok yerde ashabına tebliğ etmişlerdir. Vedâ Haccı'nda, Mekke ile Medine arasında Humm denilen SUyun başında..

EHL-i BEYt'e yapışmanın, onlara tutunmanın mânâsı gâyet açıktır. O asrın Müslümanları, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın Hilâfetinin ilk altı senesinde olduğu gibi Hz. Ali'nin etrafında toplanıp, ona itaat etselerdi, Ümmet ayrılığa düşmez ve dalâlete gitmezdi. Ama Rasûl-i Ekrem aleyhisselâm'i dinlemedikleri için ayrılığa, tefrikaya ve dalâlete düştüler.
Tabii şu hususu da belirtmek gerekir =>Hiç kimsenin Takdir-i İlahî'ye i'tiraz etmeye hakkı yoktur. ALLAH'ın Takdirini teslimiyetle kabul etmek gerekir.
Şunu da ifâde edelim ki; EHL-i BEYt'in başına gelenler muhakkak ki âhiretleri için hayırlı olmuştur. CeNNette mükafatlarını alacaklardır.

Bediüzzaman Sâid-i Nursî'ye göre İmâm Ali'nin Hilâfetinin gecikmesindeki Hikmet-i İlahî şudur.:
O zaman zuhur eden, ihtilaf, tefrika ve fitnenin altından ancak her yönü ile dahi olan Hz. Ali'den başkası kalkamazdı. Tabii o fitneyi ve tefrikayı göğüslemek onun ve evladının hayatına mal olmuştur. Başka birisi olsaydı muhtemelen İslam tamamen yok olabilirdi..


Resim

EHL-i BEYt'i SEVmenin Gereğini BiLdiren Hadis-i ŞerîfLer.:

Peygamber Efendimiz aleyhisselâm.: "ALLAH size ni’metler verdiği için ->ALLAH'ı SEVin. ALLAH'ı SEVdiğiniz için de ->BENi SEVin. BENi SEVdiğiniz için de ->EHL-i BEYtimi SEVin!."[/color] buyurmuştur.
(İmâm Tirmizî es-Sünen (3722 numara ) kitabında Abdullah b. Abbas'dan rivâyet ettiği Hadis-i Şerîfte.)

Peygamber Efendimiz aleyhisselâm.: "Bir kimse beni kendi nefsinden, akrabalarımı ve ehlimi de kendi akrabalarından fazla SEVmedikçe imânı kemale ermez!" buyurmuştur.
(İmâm Beyhakî'nin Şu'ab el-İmân kitabında(2/189-1505 numara) rivâyet ettiği Hadis-i Şerîf.)

Ebu Zerr radiyallahu anhu.: "Beni tanıyanlar, zâten beni tanıyor, tanımayanlara diyorum ki.: “Ben Ebu Zerr'im, Peygamberin şöyle söylediğini işittim: “Şunu bilin ki! EHL-i BEYtim'in misâli Nûh'un Gemisi gibidir. Kim O’na binerse kurtulur. Her kim dışında kalırsa boğulur!.” (Yani onlarla beraber olanlar kurtulur, onlarla beraber olamayanlar ise helâka gider.) buyurmuştur.
(El-Hâkim en-Neysaburî el-Müstedrek (3/163 - 4720 numara) kitabında Ebu Zerr el-Ğifari'nin rivâyet ettiği Hadis-i Şerîf.)

Ebu Bekir radiyallahu anhu.: "Nefsim kudret elinde olan ALLAH'a yemîn ederim ki benim için Peygamber'in Akrabaları’na iyilik etmek, Kendi Akrabalarıma iyilik etmekten daha SEVimlidir." buyurmuştur.
(İmâm Buharî Sahihi'nde(3712,4036,4241 numara))

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "MuhaMMed'in Akrabalarının hakkını gözetin( haklarını koruyun)!" buyurmuştur.
(Ebu Bekir radiyallahu anhu'den; İmâm Buharî Sahihi'nde(3713, 3751 numara); İmâm Müslim (1759 numara), en-Nesaî ( 4141 numara) ile rivâyet ediyorlar.)

İmâm Hasan aleyhisselâm'ın oğlunun oğlu (torunu) Abdullah.: "Bir ihtiyaç için Ömer b. Abdü'l-Aziz'e gittim. (Medine Vâlisi iken) Bana dedi ki.: “Bir ihtiyacın olduğunda, ya bana haber gönder veyâ bana yaz,( işin görülecektir). Seni kapımda görmekten (ALLAH'tan) hayâ ederim!." dedi.
(ed-Dineverî: el-Mücâlese kitabı: 1/261)

BU ZÜRRÎYYETE MENSUB olanları yalanlamamak, İsbatlı NESEB Şecereleri olduğu halde, bunlara itibar etmeyerek bunların doğru olmadığını, uydurma olduğunu söylemek çok mesuliyetli bir tutumdur. Herhangi bir insân için bile gayri meşru olmakla itham etmek asla câiz olmadığına göre EHL-i BEYt'den olduğunu söyleyen birine inanmamak, menfi tutum içinde olmak doğru değildir.

İmâm Şâfiî'nin talebesi Rabi' b. Süleyman diyor ki.: "İmâm Şâfiî ile beraber Hacc'a gittik. Yokuş çıkarken veyâ inerken ağlayarak şöyle diyordu.:
Peygamber'in Âl'i benim vesilemdir, Onlarla ALLAH'a yalvarıyorum ki, yarın Kıyamet Gününde amel defterimin sağ elime verilmesini umuyorum!.
Ey EHL-i BEYt-i Rasûlullah!. Sizi SEVmek Kur’ÂN'da nâzil olan bir farzdır. Kadrinizin yüceliği için şu husus yeterlidir.: Size namazda salât ve selâm okumayanın namazı yoktur(kabul değildir)!.”

İmâm Şâfiî radiyallahu anhu, EHL-i BEYt'i SEVdiğinden onu Rafizîlikle itham edenlere.:
"Âl-i MuhaMMed'i SEVmek Rafizîlik ise, Cin ve İns bilsin ki ben Rafizîyim!." buyurmuştur.

Bu Hadis-i Şerîflerden EHL-i BEYt'den olanlara gereken SAYgının, SEVginin gösterilmesi ve Peygamber Efendimiz aleyhisselâmin Zürrîyyeti olarak hak ettikleri mevkie oturtulmaları gerekirken, şu hususlara da işaret etmek gerekir.

Bu ZÜRRÎYYEte mensub olanları yalanlamamak, isbatlı neseb şecereleri olduğu halde, bunlara i’tibar etmeyerek “bunların doğru olmadığını, uydurma olduğunu” söylemek çok mesuliyetli bir tutumdur. Herhangi bir insân için bile gayri meşru olmakla itham etmek asla câiz olmadığına göre EHL-i BEYt'ten olduğunu söyleyen birine inanmamak, menfi tutum içinde olmak doğru değildir.
EHL-i BEYt'in Nesebleri çok erken bir zamandan beri tespit edilmiş ve bir çok kitap telif edilmiştir. Zaman ilerledikçe kitaplarla tesbitleri zorlaşınca şecereler yazılmış ve Nakibü’l-Eşraf olarak seçilen yine EHL-i BEYt'e mensub güvenilir kimseler tarafından bu şecereler tasdik edilmiştir. Hiç bir zürrîyyete nâsib olmayan bu isbat tarzı bu Mübârek Zürrîyyete nâsib olmuştur.

Şunu da belirtelim ki; bu Temiz Zürrîyyete hakikaten mensub olmadığı halde, hilaf-ı hakikat olarak böyle bir iddiada bulunmak büyük bir GÜNAH ve CİNÂYETtir.

Aşağıda zikredilecek olan Hadis-i Şerîfler, NESEBi sâbit olanın NESEBini inkâr etmenin veyâ hilaf-ı hakikat olarak iddiada bulunmanın ne kadar BÜYÜK GÜNAH olduğunu bize açıkça ifâde etmektedir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "En büyük İFTİRA,
=>Bir kimsenin gerçekte Kendi Babası olamayan bir kimsenin =>Babası olduğunu iddia etmesi,
=>Gözüyle görmediği bir şeyi =>Gördüm demesi ve,
=>PEYGAMBER'in söylemediği bir şeyi =>“Söyledi!” demesidir."
buyurmuştur.
(İmâm-ı Buharî'nin Sahih'inde (3509 numara))

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Bilerek babası olmayan bir kimseyi =>“Babamdır!” diye idida edene CeNNet haramdır." buyurmuştur.
(İmâm-ı Buharî'nin Sahih'inde (4327 numara)); Ayrıca bu hadis-i şerîfi yine İmâm Buharî(6767 numara) Müslim(63 numara) Tirmizî ( 2053 numara) Ebu Davûd ( 5113, 5115 numara) İbn-u Mâce ( 2609, 2610, 2611 numara) Ahmed b. Hanbel dokuz yerde rivâyet etmişlerdir.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
"Babası olmayana kendini nisbet edene =>ALLAH'ın, Meleklerin ve İnsanların LÂNETi üzerine olsun!." buyurmuştur.
(İbn-u Mâce'nin (2610 numara) rivâyet ettiği Hadis-i Şerîf)

İbn-u Mâce'nin es-Sünen kitabında (2744 numara), Ahmed b.Hanbel'in Müsned'inde (6980 numara) rivâyet ettikleri Hadis-i Şerîfte, bir NESEBİ İNKÂR etmenin veyâ doğru olmadığı halde bir NESEBİ İDDİA etmenin KÜFÜR olduğu beyân edilmiştir.
Şöyle bir ölçü kabul edilmiştir.: İnsanlar NESEBleri hususunda emîn kabul edilirler.
Ancak şunu ifâde edelim.: Elinde isbatı olmayanların her ne kadar ecdâdından böyle bir nisbeti işitmiş olsa da, başkasını su-i zanna sokmamak için bu hususta SUSması gerekir.


EHL-i BEYt'e Mensub Olan Kişilerin Dikkat Edecekleri Hususlar.:

* EHL-i BEYt'e mensub olanların Dindâr ve Takvâ Sâhibi olmaları, İslamî İlimleri öğrenmeye özen göstermeleri gerekir. Cehâlet, bu YÜCE ZÜRRÎYYETe yakışmaz.
* Kibirden, gururdan, kendini beğenmekden ve NESEBi ile iftihar etmekten kaçınmaları gerekir.

ALLAH-u TeALÂ Kur’ÂN-ı Kerim'de şunu buyurmaktadır.: "ALLAH Katında en değerli olanlarınız Takvâ Sâhibi olanlarınızdır."


يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“Yâ eyyuhe’n- nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr (habîrun).: Ey insânlar, gerçekten BİZ sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık (Hz. Âdem’le Hz. Havva’dan türetip çoğalttık). Ve birbirinizle (kolaylıkla) tanışmanız (ve farklı yetenek ve faziletlerinizden yararlanmanız) için sizi (değişik) kavimler ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, ALLAH Katı’nda sizin en üstün (kerim ve değerli) sayılanınız, (ırk ya da soyca değil) TAKVÂca (kötülükten sakınma, iyilikte yarışma konusunda) en ileride olanlarınızdır. Şüphesiz ALLAH (her şeyi hakkıyla) BİLENdir, HABÎR’dir.” (Hucrât 49/13)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "En şereflileriniz TAKVÂ SÂHİBi olanlarınızdır." buyurmuştur.
(Buharî: (4/153) Müslim: (2378))

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Amel etmediğinden dolayı geride kalan bir kimseyi NESEBi ileriye götüremez." buyurmuştur.
(İmâm Müslim (4/2074))

* Güzel Ahlâk Sâhibi ve Mütevazi olmaları, herkesi Şefkatle Kucaklamaları gerekir.
* Hareket ve Muameleleri ile.: "Hakikaten PEYGAMBER aleyhisselâm Torunudur.” dedirtmeleri onlara en yakışanıdır!.
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1133
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta EHL-i BEYt..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

Kur'ÂN-ı Kerîm'de EHL-i BEYt aleyhumusselâm..

Kur’ÂN-ı Kerim düşünce, kanun ve değerler kaynağıdır... Kur’ÂN, hayat programını düzenlemek ve hayat kanunlarını belirlemek üzere inen ilâhî vahiy ve sözlerdir... Her Müslüman, Kur’ÂN’ın belirlediği hayat çizgisinde hareket etmesi, Kur’ÂN’ın getirdiği kanunlarla amel etmesi ve Kur’ÂN’ın gösterdiği yolda yürümesi gerektiğini bilmektedir... Buradan yola çıkarak, bakalım Kur’ÂN-ı Kerim, EHL-i BEYt aleyhumusselâm hakkında ne demiştir,EHL-i BEYt aleyhumusselâm'dan nasıl söz etmiştir?.

Kur’ÂN-ı Kerim, EHL-i BEYt aleyhumusselâm'dan bahsederken iki üslub kullanmıştır.:

1-) Onlara özel bir unvan vererek onlardan bahsetmiştir. Tathir Âyeti’nde “EHL-i BEYt” olarak, Meveddet Âyeti’nde de “KURB” (Peygamber’in yakınları) olarak onlardan söz edilmesini buna örnek olarak verebiliriz. Bu konuda bir çok âyet nâzil olmuş ve Sünnet-i Nebevî o âyetleri açıklamıştır; müfessirler ve râviler de, onları kendi hadis ve tefsir kitablarında nakletmişlerdir.

2-) Onlarla ilgili olaylar ve vakıaları kaydetmiş, onların fazilet ve makamlarını anlatmış, onları övmüş ve ümmeti onlara yöneltmek istemiştir. Bu konularda bir çok âyet inmiştir. Bu âyetlerin bazılarında, Mübâhele Âyeti (Âl-i İmrân 3/61) ve İt'am Âyeti'nde (İnsân 76/8) olduğu gibi, EHL-i BEYt aleyhumusselâm'dan toplu olarak söz edilmiş, bazılarında ise EHL-i BEYt’in (aleyhumusselâm) bazı ferdlerinden bahsedilmiştir.
Örneğin; Mâide 5/55. âyeti olan ve “Velâyet Âyeti” diye adlandırılan, “Sizin velîniz, yalnız ALLAH, O'nun Peygamberi ve imân eden, namaz kılan ve rükû’ halinde zekât verenlerdir.” âyetinde Hz. Emir'ül-Müminin Ali’den (aleyhisselâm) bahsedilmektedir.
Biz burada, bu âyetlerden bir kısmı hakkında birâz durmaya çalışacağız.:
Genel Olarak EHL-i BEYt aleyhumusselâm Hakkında Nâzil Olan Âyetler.:

Resim 1-) TATHİR ÂYETİ.:

“ALLAH, yalnızca siz EHL-i BEYt aleyhumusselâm'dan her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.”


وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
“Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberruce’l- câhiliyyeti’l- ûlâ ve ekımne’s- salâte ve âtîne’z- zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh (resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumu’r- ricse ehle’l- beyti ve yutahhirekum tathîrâ (tathîran).: Ve evlerinizde karar kılın (oturun). Evvelki câhiliyye zamanındaki gibi (ziynetlerinizi) açmayın. Namazı ikâme edin ve zekâtı verin. ALLAH ve O'nun RESÛLÜ’ne itaat edin. Ey EHL-i BEYt! ALLAH sâdece sizden günahları gidermek ve sizi tertemiz temizlemek istiyor.//
Hem vakarınızla (ağır başlı ve saygılı biçimde) evlerinize bağlı kalın (zarurî ihtiyaçlar, çalışma durumları, alışveriş ve öğretim konuları dışında, kendi hânenizde kalıp, yuvalarınızı eğitim ve üretim merkezlerine çevirmeye çalışın). Evvelki câhiliye (devri kadınları) gibi süslenip saçılarak, (teşhircilik yapmak; güzel ve çekici yerlerinizi ve cilvelerinizi gösterip erkekleri kendinize baktırmak için) kırıtarak sokağa çıkmayın; namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, ALLAH’a ve Elçisine itaatli (dikkatli ve erdemli) davranın. Ey EHL-i BEYt (Resûlullah’ın âilesi)! Gerçekten ALLAH, sizden kiri (günah ve çirkinliği) giderip arındırmayı ve sizi tertemiz kılmayı arzulamaktadır.”
(Ahzâb 33/33)

Bir çok tefsir ve hadis kitablarında bu âyet-i kerimedeki EHL-i BEYt aleyhumusselâm'dan maksadın, Peygamber aleyhisselâm’in EHL-i BEYti ve onların da, “Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (aleyhumusselâm)" olduğu açıklanmıştır.

Suyutî, ed-Dürr'ül-Mensur adlı tefsirinde, Taberanî'nin, Ümmü Seleme'den şöyle rivâyet ettiğini bildiriyor: "Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem), kızı Fatıma’ya (aleyhasselâm) şöyle buyurdu.: “Kocanı ve çocuklarını benim yanıma getir.” O da gidip onları getirdiğinde, Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Fedek’ten getirilmiş olan abâsını onların üzerine attı ve mübârek ellerini onların üzerine koyup şöyle buyurdu.: “ALLAH'ım, bunlar MuhaMMed’in Âilesi ve Soyudur, Kendi Rahmet ve Bereketlerini MuhaMMed’in Ehli ve Soyunun üzerine indir; nasıl ki İbrahîm'in Soyuna indirdin. Şüphesiz ki SEN, övülensin, yücesin!.”
Ümmü Seleme diyor: “Ben de abânın altına girmek ve onlara katılmak istedim ve bunun için abânın bir ucunu kaldırdım. Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem) abâyı benim elimden çekti ve abânın altına girmeme müsaade etmedi ve şöyle buyurdu.: “Sen hayır ve saadet üzeresin.”
(Tirmizî, "Menakıb-ı EHL-i BEYt" adlı eserinde (c. 2, s. 308) Ömer b. Ebî Seleme'den şöyle naklediyor: “Tathir Âyeti, Ümmü Seleme’nin evinde nâzil olduğunda Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem); Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Ali'yi çağırarak onların üzerine bir aba örttü ve şöyle buyurdu.: “ALLAH'ım, bunlar benim EHL-i BEYtimdir; onlardan her çeşit pisliği ve kötülüğü gider ve onları tertemiz kıl.” O sırada Ümmü Seleme; “Ya Resûlullah! Ben de onlarla birlikte miyim?” diye sordu. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu.: “Sen kendi mevkine sâhibsin ve hayır üzeresin.”)

Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem)'in Zevcesi Ümmü Seleme'den nakledilen diğer bir hadiste de şöyle geçer.: Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem) Ümmü Seleme’nin evinde bir yatakta yatmıştı ve üzerine de bir Hayber abası örtmüştü. O sırada Fatıma (aleyhasselâm) birâz yemek getirdi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu.: “(Ey Fatıma!) Kocanı ve çocukların Hasan ve Hüseyin’i benim yanıma çağır.” O da onları çağırdı. Yemeği yedikleri sırada Peygamber’e (sallallahu aleyhi vesellem) şu âyet nâzil oldu:
“ALLAH, yalnızca siz EHL-i BEYt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.”
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) üzerindeki abanın fazlasını onların (Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in) üzerine örttü, daha sonra elini abadan çıkarıp göğe kaldırarak şöyle DUÂ etti:
“ALLAH'ım, bunlar benim EHL-i BEYtim ve bana ait olan kimselerdir; öyleyse her türlü pisliği ve kötülüğü onlardan gider ve onları tertemiz kıl.”

(Bu hadis, Gâyet'ül-Meram'da Abdullah b. Ahmed b. Hanbel'den üç senet ile Ümmü Seleme’den nakledilmiştir. Aynı hadis, Salebî Tefsiri'nden de nakledilmiştir. Salebî Tefsiri'nde, İbn-i Merdeveyh ve Hatib’in de, aynı hadisi az bir ifâde değişikliğiyle, Ebu Sâid-i Hudrî'den naklettikleri geçer. Bkz. Allame Tabatabaî, el-Mizan Tefsiri, Tathir Âyetinin tefsiri.)

Peygamber aleyhisselâm, devâmlı olarak bu âyetin mânâsını ümmetine açıklıyor ve bu âyette açıklanan nur ve hidâyetten ayrı düşmemeleri için sürekli olarak onların dikkatini bu âyete çekiyordu. Örnek olarak şu hadis-i şerifi zikredebiliriz.:

Peygamber Ekrem buyuruyor ki.: “Bu âyet (Tathir Âyeti) beş kişinin hakkında nâzil olmuştur.: Ben, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin...”
(Bu hadisi İbn-i Cerir, İbn-i Ebî Hatem ve Taberanî, Ebu Sâid-i Hudrî’den nakletmişlerdir. Aynı hadisi “Gâyet'ul-Meram” Salebî Tefsiri'nden naklederek şöyle diyor: “Bu hadisi Tirmizî kendi “Sünen”inde nakletmiş ve onun sahih bir hadis olduğunu vurgulamıştır. Yine bu hadisi İbn-i Cerir, İbn-i Münzir ve Hâkim de doğrulamış, İbn-i Merdeveyh ve Beyhakî de kendi "Sünen"lerinde bu hadisi Ümmü Seleme’den nakletmişlerdir. Bkz. el-Mizan Tefsiri.)

Bu âyetin tefsirinde, EHL-i BEYt’ten (aleyhumusselâm) maksadın kimler olduğu hakkında Aişe'den şöyle bir rivâyet nakledilmektedir.:
“Bir gün Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) üzerinde siyah yünden dokunmuş nakışlı bir kumaş olduğu halde dışarı çıktı. O sırada Hasan b. Ali geldi, Peygamber O'nu o kumaşın altına aldı, sonra Hüseyin geldi, Peygamber O'nu da o kumaşın altına aldı; sonra Fatıma geldi, Peygamber O'nu da o kumaşın altına aldı; daha sonra da Ali geldi, geldi, Peygamber O'nu da o kumaşın altına aldı ve şu âyeti okudu: “ALLAH, yalnızca siz EHL-i BEYt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.”

Başka bir rivâyette şöyle nakledilmiştir.:
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) sabah namazına giderken Fatıma’nın Evinin önünden geçer ve şöyle buyururdu.:
“Namaz vaktidir, ey EHL-i BEYt! Namaz vaktidir... ALLAH, yalnızca siz EHL-i BEYt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister."
(Bu hadisi İbn-i Merdeveyh, İbn-i Ebî Şeybe’den, Ahmed b. Hanbel’den ve Tirmizî’den nakletmiş ve hasen olduğunu söylemiştir. Taberanî’den ve Hâkim’den de naklederek onların bu hadisi sahih saydıklarını kaydetmiştir. İbn-i Merdeveyh, aynı hadisi Enes’ten de nakletmiştir. Bkz. Allame Tabatabaî, el-Mizan Tefsiri, Tathir Âyetinin tefsiri.)

Evet, Kur’ÂN-ı Kerim, EHL-i BEYt’ten (aleyhumusselâm) bu şekilde bahsetmekte ve onların her çeşit pislikten, günahtan, heva ve hevesten pak ve temiz olduklarını belirtmektedir. Bunun için, onların amelleri ve şahsiyetleri bütün Müslümanlara örnektir. Kur’ÂN-ı Kerim’in onları bu şekilde tanıtmasından maksad, ümmete onların yüce makam ve değerlerini açıklayarak, ümmetin onlara tabi olmasını, şeriatı kavrayıp, İlâhî Hükümleri anlamakta onlara başvurmasını sağlamak, görüş farklılıklarında, anlayış ve inanç çelişkilerinde onlara amelî bir ölçü tâyin etmektir. Kur’ÂN-ı Kerim'in, bir çok âyette bu mânâyı te’kid etmesi, EHL-i BEYt’in (aleyhumusselâm) Peygamber aleyhisselâm’den sonra Müslümanların rehberi olduklarını açıkça gözler önüne sermektedir.
Resûlü Ekrem’in (sallallahu aleyhi vesellem), aylarca devâmlı olarak sabah namazlarında Hz. Ali (aleyhisselâm) ve Hz. Fatıma’nın (aleyhasselâm) kapısına gelerek onları “EHL-i BEYt” diye çağırmasının, bu Âilenin şahsiyetini tanıtmak, “Tathir Âyeti”ni tefsir etmek, EHL-i BEYt’in (aleyhumusselâm) makamını ümmete anlatarak ümmetin dikkatini onlara çekmek ve EHL-i BEYt'in SEVgi, itaat ve velâyetlerini ümmete farz kılmaktan başka bir amacı olamazdı.

Taberanî, Ebu’l-Hamra’dan şöyle rivâyet ediyor: “Altı ay Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem), Ali (aleyhisselâm) ve Fatıma’nın (aleyhasselâm) kapısına gelip şöyle dediğine şâhid oldum.: “ALLAH, yalnızca siz EHL-i BEYt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.”
(Câmiu’l-Usul, c. 9, s. 156. Bu hadisi Sahih-i Tirmizî ve Enes b. Mâlik’ten şöyle naklediyor: “Tathir Âyeti nâzil olduğunda, Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ne zaman namaza gitmek isteseydi, Fatıma (aleyhasselâm)’ın kapısının önünde durur ve şöyle seslenirdi: “Namaz vaktidir, ey EHL-i BEYt! ALLAH yalnızca siz EHL-i BEYt’ten her türlü kötülüğü ve pisliği gidermek istiyor.”)

Fahr-i Razî de bu hadisi şöyle naklediyor:
“Ey Peygamber kendi ehlini (âileni) namaza emret ve onun üzerinde sebatla dur.” âyeti nâzil olduktan sonra Hz. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem), Hz. Ali (aleyhisselâm) ve Hz. Fatıma’nın (aleyhasselâm) evine gelip; “Namaz vaktidir, Ey EHL-i BEYt! “ALLAH, yalnızca siz EHL-i BEYt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.” derdi."
Aynı kitabta, Hammad b. Seleme’nin Ali b. Zeyd’den, onun da Enes’ten rivâyet ettiği hadise de yer veriliyor. O hadiste de şöyle deniyor: Peygamber aleyhisselâm, altı ay boyunca namaza gittiği zaman Fatıma’nın (aleyhasselâm) evinin önünden geçip şöyle buyuruyordu: “Namaz vaktidir, ey EHL-i BEYt! ALLAH, yalnızca siz EHL-i BEYt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.”
(Fazl-u Âl’ül-Beyt, s. 21, Takıyyuddin Ahmed b. Ali Mukrizî.)

ALLAHu TeALÂ’nın Hz. Resûlullah’a: “(Ey Peygamber!) Ehlini namaza emret...” Hitâbında bulunduktan sonra, Peygamber’in namaz vakitlerinde bu şekilde davranması, Müslümanlara, ALLAH’ın kendilerinden her türlü kötülüğü gidererek tertemiz kıldığı EHL-i BEYt’in kimler olduğunu ve Hz. Resûlullah’ın onlara verdiği has önemi göstermektedir.
Bundan başka, Tathir Âyeti'nin hem mânâsı ve hem de onda kullanılan lafızlar, EHL-i BEYt'ten maksadın bu beş kişi olduğunu göstermektedir. Zirâ tefsir kitablarında da açıklandığı gibi, eğer EHL-i BEYt’ten maksad, Peygamber-i Ekrem’in (sallallahu aleyhi vesellem) Hanımları olsaydı, onlara, erkeklerde kullanılan “ankum” ve “yutahhirekum” kelimelerindeki "kum" zâmirleri yerine, kadınlarda kullanılan "ankunne" ve "yutahhirekunne" zâmirleriyle hitâb edilirdi; yâni, müennes (kadın) zâmiriyle hitâb edilirdi. Oysa onlara “ankum” ve “yutahhirekum” kelimelerinde olduğu gibi, müzekker (erkek) zâmirleri ile hitâb edildiğini görüyoruz. Bu ise, maksadın, Peygamber’in Hanımları olmadığını göstermektedir.

Bu âyet-i kerime, gerçeği anlamakta şüpheye düşmemek ve Kur’ÂN-ı Kerim'in hedeflerinden uzaklaşmamak için bize çok geniş ve derin içerikli bir yolu çizerek İslâmî Yaşantıda temel gerçeklere dikkatimizi çekiyor ve ümmeti, EHL-i BEYt temeli ve ekseni etrafında temizlik ve bütün günah ve pisliklerden arınma esası üzerine toplamak istiyor.
Müslümanlar arasında, EHL-i BEYt’ten başka, Kur’ÂN-ı Kerim'in “mutlak taharet” ve “günah ve kötülüklerden uzak olma” sıfatlarının kendilerinde olduğuna tanıklık ettiği hiç kimse yoktur..
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1133
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta EHL-i BEYt..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim 2-) MEVEDDET ÂYETİ.:

“(Ey Peygamber! Müslümanlara) De ki.: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma (EHL-i BEYtime) SEVgidir.”

ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
“Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihât (sâlihâti), kul lâ es’elukum aleyhi ecren ille’l- meveddete fî’l- kurbâ ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ husnâ (husnen), innellâhe gafûrun şekûr (şekûrun).: İşte ALLAH, imân edip sâlih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. (Ey Nebim!) De ki: "Ben buna (İslâm’a çağrıma) karşılık, yakın akrabalıktaki SEVgi ve destek (Ehl-i Beyt’ime ve manevî vârislerime muhabbet ve meveddet) dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum." Kim (çalışıp çabalayarak) bir iyilik ve güzellik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği ve güzelliği arttırırız. Gerçekten ALLAH Bağışlayandır, şükredene karşılığını fazlasıyla verendir.” (Şûrâ 42/23)

Peygamber aleyhisselâm, bu âyetten kimlerin kastedildiğini ve SEVgileri ve itaatleri farz olanların kimler olduğunu Müslümanlara beyân etmiştir.
Tefsir, Hadis ve Tarih Yazarları bu âyetteki “Kurba” (Peygamber'in yakınları) kelimesinden maksadın, “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (aleyhumusselâm)" olduğunu nakletmişlerdir.

Zemahşerî, Keşşâf adlı tefsirinde şöyle yazıyor: “Nakledilmiştir ki, müşrikler bir gün toplanıp kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı: “Acaba MuhaMMed, yaptıklarından dolayı karşılık olarak bir şey isteyecek mi?” O zaman; "De ki.: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma (EHL-i BEYtime) SEVgidir.” âyeti nâzil oldu.”

Zemahşerî daha sonra sözüne şöyle devâm ediyor: “Bu âyet nâzil olduğu zaman Peygamber'e: “Ya Resûlullah! SEVgi ve muhabbetleri bize farz olan yakınların kimlerdir?" diye sordular. Peygamber aleyhisselâm.: “Onlar Ali, Fatıma ve iki evlâdları Hasan ve Hüseyin'dir." diye buyurdular." (Tefsir-i Kebir, Fahr-i Razî, Şûra Sûresi, 23. âyetin tefsiri.)

Ahmed b. Hanbel de, Müsned’inde kendi senedi ile Sâid b. Cübeyr’den, o da İbn-i Abbas’tan (radiyallahu anhu) şöyle naklediyor:
"Meveddet âyeti nâzil olduğunda Peygamber'e: “Ya Resûlullah! SEVgi ve muhabbetleri bize farz olan yakınların kimlerdir?" diye sordular. Resûlullah.: “Onlar Ali, Fatıma ve onların iki evlâdıdır.” diye buyurdu." (Gâyet’ul-Meram, Şûra Sûresi, 23. âyetin tefsiri.)

Fahr-i Razî, kendi tefsirinde, Keşşâf tefsirinin sâhibi Zemahşerî’den “Âl-i MuhaMMed” hakkındaki görüşünü naklettikten sonra aynen şöyle yazıyor.:
“Benim görüşüme göre, “Âl-i MuhaMMed” MuhaMMed’in EHL-i BEYti, Hz. MuhaMMed ile irtibatı çok yakın olan kimselerdir. Bu irtibat daha kuvvetli ve daha kâmil oldukça yakınlığın ölçüsü de artacaktır. Hiç şüphesiz, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’in Peygamber aleyhisselâm'e olan yakınlıkları, onunla olan irtibatları herkesten daha fazla ve daha kuvvetli idi. Bu, mütevatir olarak nakledilmiş ve isbat olunmuştur. O halde, onların “Âl-i MuhaMMed” olduğu ortaya çıkıyor."

“Âl” kelimesinin açıklamasında değişik görüşler ortaya atılmıştır. “Âl”dan maksadın “akrabalar” olduğu görüşünü kabul etsek, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’in “Âl-i MuheMMed” olduğu açıktır. Bazıları, “Âl”dan maksadın bütün ümmet olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ama bu görüş batıl bir görüştür. Çünkü bu görüş, “Âl” kelimesinin sözcük anlamına tamamen ters düşmenin yanı sıra, ümmetin tümünün “Âl” sayıldıkları için zekât yemelerinin haram olmasını da gerektirir. Oysa bunun doğru olmadığı ortadadır. Dolayısıyla Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in “Âl” kelimesinin kapsamına girdikleri kesindir; oysa onlardan başkalarının bu kelimenin kapsamına girmesinde ihtilaf vardır. Başkalarının “Âl” kelimesinin kapsamına girmesi, gerçekte akılın ve naklin hilafınadır.”


Daha önce de söylediğimiz gibi, Zemahşerî nakletmiştir ki.: "Bu âyet (Meveddet Âyeti) nâzil olduğunda Peygamber’e: “Ya Resûlullah! Muhabbet ve SEVgileri bize farz olan yakınların kimlerdir?" diye soruldu. Bunun üzerine Hz. Resûlullah: “Ali, Fatıma ve onların iki evlâdıdır.” dediler. Dolayısıyla buradan da onları SEVmenin farz olduğu ortaya çıkar."
Şunu da eklemek gerekir ki, Peygamber aleyhisselâm Fatıma’yı (aleyhasselâm) çok SEViyor ve şöyle buyuruyordu.: “Fatıma benim vücûdumun bir parçasıdır; onu inciten, rahatsız eden beni incitip rahatsız etmiştir.”
Yine mütevatir olarak Hz. MuhaMMed’in (sallallahu aleyhi vesellem) Ali, Hasan ve Hüseyin'i çok SEVdiği rivâyet edilmiştir. Bu sâbit olunca Peygamber’in ümmetine de onları SEVmek farz olur. Zirâ Kur’ÂN-ı Kerim buyuruyor ki.:
“(Ey Peygamber! Müslümanlara) De ki.: Eğer ALLAH’ı SEViyorsanız, bana uyun ki ALLAH da siz SEVsin...”

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Kul in kuntum TUHİBBûnallâhe fettebiûnî YUHBİBkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: De ki.: “Eğer siz ALLAH'ı SEViyorsanız, o takdirde bana tâbi olunuz ki ALLAH da sizi SEVsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (SEVaba çevirsin). Ve ALLAH "Gafûr"dur, "Rahîm"dir.” (Âl-i İmrân 3/31)

"... Ve ona (Peygamber’e) uyun ki doğru yolu bulmuş olasınız.”

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Kul yâ eyyuhe’n- nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît (yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihi’n- nebiyyi’l- ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn (tehtedûne).: (Ey Resûlüm!) De ki.: "Ey insânlar! Ben ALLAH’ın sizin hepinize gönderdiği bir Elçisi (Peygamberi)yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O’nundur. O’ndan başka ilâh yoktur, O diriltir ve öldürür. (Yaratan, yaşatan ve canını alıp âhirete çıkaran O’dur.) Öyleyse ALLAH’a ve ümmi peygamber olan Elçisine imân edin (ve teslim olun). O da (Hz. Peygamber de sadece) ALLAH’a ve O’nun kelimelerine (hüküm ve haberlerine) inanmaktadır. O’na (hakkıyla) tâbi olun ki hidâyete ermiş olasınız.” (A’râf 7/158)

“Onun (Peygamber'in) emrine aykırı hareket edenler, ALLAH’ın azâbından sakınsınlar.”

لَا تَجْعَلُوا دُعَاء الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاء بَعْضِكُم بَعْضًا قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنكُمْ لِوَاذًا فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَن تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“Lâ tec’alû duâe’r- resûli beynekum ke duâi ba’dıkum ba’da (ba’den), kad ya’lemullâhullezîne yetesellelûne minkum livâzâ (livâzen), fel yahzerillezîne yuhâlifûne an emrihî en tusîbehum fitnetun ev yusîbehum azâbun elîm (elîmun).: (Ey iman edenler ve toplum düzenine girenler!) Sakın Elçinin (ve temsilcilerinin talimat ve) davetini, aranızda herhangi birinizin diğerini (hizmete) çağırması gibi değerlendirmeyin. ALLAH sizden, birbirinizin (ve uydurma mazeretlerin) arkasına gizlenerek sıvışıp kaçanları (ve görevden kaytaranları çok iyi) bilir. Bu nedenle Elçinin (Kur’ÂN’ın Adil Düzenine davetçilerin) emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belanın çarpmasından, yahut kendilerine acı bir azabın dokunmasından korkup çekinmelidirler!.” (Nûr 24/63)

“(Ey Müslümanlar!) Andolsun ki, ALLAH’ın Resûlü’nde sizin için uyulacak güzel bir örnek var. (O, sizin için en güzel örnektir.) ...”


لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
“Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe ve’l- yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ (kesîren).: Şanım hakkı için muhakkak ki size RESÛLLULAH'da pek güzel bir örnek vardır. ALLAH'a ve son güne ümit besler olup da ALLAH'ı çok zikreden kimseler için.” (Ahzâb 33/21)

Buna göre, Peygamber aleyhisselâm’in Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i SEVdiği ve onlara önem verdiği için, Müslümanların da Peygamber aleyhisselâm’e uyarak onları SEVmesinin, onlara önem vermesinin farz olduğu anlaşılır.
Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) EHL-i BEYti’ne DU edip salâvat göndermek de, EHL-i BEYt’in büyük bir makama sâhib olduklarını gösterir. Hatta namaz kılarken bile “Teşehhüd”ün sonunda; "ALLAH’ım, MuhaMMed’e ve MuhaMMed’in Âline salâvat ve rahmet gönder.” şeklinde onlara DU ederek salâvat göndermek farzdır.
Bu büyük tazim ve saygı EHL-i BEYt’ten başka hiç kimsenin hakkında bulunmamaktadır. Bütün bu zikredilenler, Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) EHL-i BEYti’ni SEVmenin farz olduğunu göstermektedir.

İmam Şafiî bir şiirinde şöyle diyor:
“Ey yolcu! Minâ Kumluğunda birâz dur; seher vakti hacılar Minâ’ya akın yaptıklarında, büyük bir ırmak gibi coşup gittiklerinde, Hif’in[9] sâkinlerine ve ayaktakilere seslen; onlara de ki.: Eğer MuheMMed’in EHL-i BEYti’ni SEVmek Rafizîlik ise (dini terketmekse), öyleyse bütün insânlar ve cinler tanık olsunlar, ben Rafizîyim!." (Tefsiri-i Kebir, Fahr-i Razî, Şûra Sûresi, 23. âyetin tefsiri.)

[9]- (Hîf, Mekke’de Ebu Kubeys Dağının arkasında yer alan Cebel-i Esved’deki bir beyaz noktanın adıdır. Mukaddes Hîf Mescidi’nin ismi de buradan alınmıştır.)


Taberî, İbn-i Abbas’tan naklettiği bir hadiste şöyle diyor:
“Meveddet Âyeti nâzil olduğunda Müslümanlar Resûlullah’a: “Muhabbeti ve SEVgisi bize farz olan akrabaların kimlerdir ya Resûlullah?” diye sordular. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem).: “Ali, Fatıma ve onların iki evlâdıdır." diye buyurdular."

Bu hadisi, Ahmd b. Hanbel de, Menakıb adlı kitabında nakletmiştir. (Muhibbuddin Taberî, Zehair’ul-Ukba Fî Menakıb-ı Zevi’l-Kurba, s. 25.)

İbn-i Münzir, İbn-i Ebî Hatem, İbn-i Merdeveyh ve Taberanî (Mu’cem-i Kebir’de) İbn-i Abbas'tan şöyle naklediyorlar.:
"Meveddet Âyeti nâzil olunca Müslümanlar: “Ya Resûlullah! Muhabbet ve SEVgileri bizlere farz olan yakınların kimlerdir?" diye sordular. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem).: “Ali, Fatıma ve onların iki evlâdıdır.” diye buyurdular." (Bu hadis aşağıdaki kaynaklarda birâz farkla nakledilmiştir: Suyutî, İhya’ül-Meyt Bi Fezail-i Ehl’il-Beyt, s. 8; Suyutî, ed-Dürr’ül-Mensur, c. 6, s. 7; Taberanî, el-Mu’cem’ül-Kebir, Müsned-i İmam Hasan, c. 1, s. 125; Heysemî, Mecma’üz-Zevâid, c. 9, s. 168; Taberî, Zehair’ul-Ukba, s. 25; İbn-i Sabbağ Mâlikî, el-Füsul’ül-Mühimme, s. 29; Kurtubî, el-Camiu Li Ahkam’il-Kur’ÂN, c. 16, s. 21-22.)

Yine Mu’cem-i Kebir adlı kitabta sahih olarak İmam Hasan b. Ali (aleyhisselâm)'dan nakledilmiştir ki.: "Hz. Ali (aleyhisselâm), bir gün halka hutbe okuyarak şöyle buyurdu.:
“Ben, ALLAH’ın: “De ki.: Tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma SEVgidir.” buyurarak SEVgi ve muhabbetlerini taşımayı Müslümanlara farz kıldığı EHL-i BEYt’tenim.”


Kur’ÂN-ı Kerim, Tathir Âyeti'nde, EHL-i BEYt’in bütün pislik, kötülük ve günahlardan pak ve temiz olduğunu isbat etmiş, böylece onların ne kadar değerli olduklarını ve İslâm ümmetinin hayatında ne kadar büyük bir role sâhib olduklarını açıklamıştır. Bundan dolayı da Muhabbet ve SEVgileri farz kılınmıştır. Kur’ÂN’ın, onlara SEVgi ve Muhabbet beslemeyi farz kılmasından maksadı, yalnızca duygusal bir irtibat ve kalbî bir muhabbet değildir. Zirâ, insânın sadece içinde bulunup, vicdanında yaşayan, ama amellerinde herhangi bir etkisi olmayan muhabbet ve SEVginin bir faydası yoktur. Peygamber aleyhisselâm’in yakınlarına gerçek SEVgi ve muhabbet, ancak onlara tabi olmak, onların yolunda hareket etmek, onların söz ve amellerine uymak ve onları ümmetin hakikî önderleri ve İmâmları olarak kabul etmekle olur.

Kur’ÂN-ı Kerim, Peygamber aleyhisselâm’in, Ümmetine: “Ben sizden Peygamberlik ve ALLAH’ın ahkâmını tebliğ etme yolunda çektiğim zhametler ve zorluklara karşılık EHL-i BEYtimi ve yakınlarımı SEVmekten başka hiçbir ücret istemiyorum.” demesini emrederken, gerçekte, ümmetin tâkib edeceği doğru yolu, inançlarını ve şeriatın hükümlerini öğrenmekte kime başvuracaklarını göstermektedir. Kur’ÂN-ı Kerim, bu vesîleyle ümmeti EHL-i BEYt’in YoLu'na SEVk etmek istemiştir.
Eğer EHL-i BEYt’in YoLu, doğru yol olmasaydı ve onlar ümmeti hidâyet etmek için yetersiz olsalardı, hiçbir zaman böyle bir âyet nâzil olmaz ve Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), zahmetlerinin karşısında, EHL-i BEYtini SEVmeyi Ümmetinden istemezdi.

Bütün bunlardan şu neticeyi elde ediyoruz;
Kur’ÂN’ın bu âyeti, bizim EHL-i BEYt’in YoLunda gidip her şeyde onlara uymamızın gerekli olduğunu bildirmektedir. Zirâ o büyük insânların pak, tertemiz ve her yönden doğru bir şahsiyete sâhib oldukları herkesçe bilinmektedir. Kur’ÂN-ı Kerim, bu ve bunun gibi âyetlerle, EHL-i BEYt’in YoLunu tutmak ve İslâm’ı onlardan öğrenmek için ümmete güvence vermektedir.
Bu âyet-i kerime ve Peygamber aleyhisselâm’den bu mübârek âyetle ilgili olarak nakledilen hadisler, EHL-i BEYt’in muhabbetini her Müslümanın kalbine yerleştirmekte ve Müslümanların EHL-i BEYt hakkında ne şekilde düşünmeleri gerektiğini, onların düşmanlarına ve dostlarına nasıl davranmaları gerektiğini, EHL-i BEYt’in fıkıh, tefsir, düşünce ve inanç alanındaki açıklamaları, onların dinî ve siyasî önderlikleri karşısında vazifelerinin ne olduğunu açıklamaktadır..
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1133
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta EHL-i BEYt..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim 3-) MÜBÂHELE ÂYETİ.:


“(Ey Peygamber!) Sana gelen bilgiden sonra, kim seninle bu hususta tartışacak olursa, de ki.: Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra ALLAH’ın lânetini yalancıların üzerine kılalım.”

Resim

فَمَنْ حَآجَّكَ فِيهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْاْ نَدْعُ أَبْنَاءنَا وَأَبْنَاءكُمْ وَنِسَاءنَا وَنِسَاءكُمْ وَأَنفُسَنَا وأَنفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَل لَّعْنَةُ اللّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ
“Fe men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke mine’l- ilmi fe kul teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve enfusenâ ve enfusekum summe nebtehil fe nec’al la’netallâhi alel kâzibîn (kâzibîne).: Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle 'çekişip tartışmalara girişirlerse' de ki.: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağırâlim; sonra karşılıklı lanetleşelim de ALLAH'ın lânetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım!." (Âl-i İmrân 3/61)

Tarihçiler ve Müfessirler, İslâm Tarihinde meydana gelen çok önemli bir olayı nakletmişlerdir ki, bu olay, Peygamber aleyhisselâm'in EHL-i BEYti’nin (Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin) ALLAH (celle celâlihu) Katında olan değerlerini ve Müslümanların arasında olan makamlarını açıkça ortaya koymuştur.
“Mübâhele” olarak anılan bu olayı tarihçiler, müfessirler ve râviler şöyle nakletmişlerdir:
“Hıristiyan olan Necran Kabilesinden bir heyet, Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi vesellem)’in yanına gelip onun peygamberliği hakkında bahsedip delil isteyince, ALLAHu TeALÂ bu âyet-i kerimeyi nâzil ederek Peygamber aleyhisselâm'a; "Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i -ALLAH’ın selâmı onların üzerine olsun- yanına alıp çöle çıkmasını, Hıristiyanlara da kendi hanım ve çocuklarıyla birlikte çöle çıkmalarını, sonra da ALLAH’tan yalancıların üzerine lânet ve cezâsını indirmesi için DUÂ etmelerini emretti."
(Necran Hıristiyanlarının heyeti üç kişiden oluşmuştu. Bunlardan biri, “Âkıb” lakabını taşıyan “Abdulmesih” idi ki bu zat heyetin başkanı idi. Diğeri, “Seyyid” vasfını taşıyan “Eyhem”; üçüncüsü ise “Ebu Hatem b. Alkame” isimli papazdı. İbn-i Sabbağ Mâlikî, el-Füsul’ül-Mühimme, Mukaddime.)

Zemahşerî, Keşşâf adlı tefsirinde şöyle yazıyor:
Peygamber aleyhisselâm, Necran Hıristiyanlarını mübâhele etmeye çağırdığı zaman dediler ki.: “Müsaade edin, dönüp bu konuda birâz düşünelim." Kendi aralarında toplanıp konuştukları zaman, fikir sâhibleri olan Akıb'e dönerek: “Ey Mesih'in kulu! Senin görüşün nedir?" diye sordular. O da şöyle dedi: “Ey Hıristiyan Cemaati! Andolsun ALLAH’a ki, siz MuhaMMed’in ALLAH tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu ve O'ndan hak bir kitab getirmiş olduğunu biliyorsunuz. ALLAH’a andolsun ki, peygamberi ile mübâhele eden hiçbir ümmetin büyükleri diri kalmamış ve küçükleri de büyümemiştir. Eğer onunla mübâhele ederseniz, gerçekten hepimiz helâk oluruz. Bununla beraber yine de kendi dininizin üzerinde kalmak isterseniz, bu şahısla (MuhaMMed’le) vedâlaşın ve kendi diyarınıza dönün."
(Zemahşerî, Tefsirinde şöyle diyor: “Mübâhele” kelimesi “Behele” maddesinden olup lügatta “lânet etmek” mânâsına gelmektedir. Daha sonra bu kelimeyi “her çeşit DUÂ etmek” mânâsında da kullanmışlardır; lânet ve bedDUÂ olmasa bile.)

Bu arada Peygamber aleyhisselâm, Hz. Hüseyin'i kucağına almış, Hz. Hasan'ın elinden tutmuş, peşi sıra Hz. Fatıma ve onun peşi sıra da Hz. Ali olduğu halde geldi ve: “Ben DUÂ ettiğim zaman siz de âmin deyin.” diye buyurdu.
Necran Papazı bu manzarayı görünce, Hıristiyanlara dönerek şöyle dedi.:
“Ey Hıristiyan topluluğu! Ben öyle simâlar görüyorum ki, ALLAH bir dağı onların hürmetine yerinden koparmak istese, koparır. Onlarla mübâhele etmeyin. Eğer mübâhele ederseniz, helâk olursunuz ve kıyamet gününe kadar yeryüzünde bir Hıristiyan kalmaz. Bunun üzerine Hıristiyanlar, Peygamber aleyhisselâm'a dediler ki.: “Ey Ebe’l-Kasım! Biz seninle mübâhele etmemeye karar verdik; sen kendi dininde kal, biz de kendi dinimizde.”
Peygamber aleyhisselâm de şöyle buyurdu.: “Eğer mübâhele etmiyorsanız, öyleyse İslâm dinini kabul edin ve Müslüman olun ki, Müslümanların menfaat ve zararlarına ortak olasınız.” Hıristiyanlar bunu kabul etmeyince,
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu.: “Öyleyse sizinle savaşacağım.” Onlar şöyle dediler: “Bizim Arap Milleti ile savaşmaya gücümüz yoktur. Fakat seninle bir anlaşma yapmaya hazırız. Eğer bizimle savaşmaz, bizi korkutmaz ve bizi kendi dinimizden döndürmezseniz, her yıl size iki bin tane elbise veririz. Bunların yarısını Safer Ayında ve yarısını da Receb Ayında veririz. Bundan başka, bir de demirden dokunan otuz adet zırh veririz.” Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de buna razı oldu ve daha sonra şöyle buyurdu.:
“Canım elinde olan ALLAH’a andolsun ki, Necran Ehlinin helâk olma vakti gelip çatmıştı. Eğer onlar mübâhele etmiş olsalardı, şüphesiz ki sûret değişip maymun ve domuz olacaklardı ve bu sahra onlar için ateşten bir Cehenneme dönecekti. Hatta ağaçların üstündeki kuşlar da dahil olmak üzere Necran ehlinin hepsi helâk olacaktı ve bir yıl bile geçmeden bütün Hıristiyanlar yok olup gideceklerdi.”

Zemahşerî, bu olayı naklettikten sonra, Mübâhele Âyeti'nin tefsiriyle ilgili olarak EHL-i BEYt’in büyüklüğü hakkında Aişe’den rivâyet ettiği bir hadis ile EHL-i BEYt’in makamını açıklıyor ve şöyle diyor.:
ALLAHu TeALÂ bu âyette, onları 'kendimiz' diye tâbir edilen kimseden de önce zikretmiştir ki, onların ALLAH katındaki özel makamlarını ve yakınlık derecelerini açıkça bildirsin. Bu âyet, “Ashab-ı Kisa”nın fazilet ve üstünlüğüne en büyük ve en güçlü bir delildir."
(“Ashab-ı Kisa” Peygamber aleyhisselâmin (sallallahu aleyhi vesellem) abasının altında bir araya gelen ve haklarında Tathir Âyeti nâzil olan kimselere denmektedir ve onlar, Peygamber aleyhisselâm , Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir. Bu âyetin açıklaması daha önce geçmişti.)

Aynı zamanda bu olay, Hz. Resûlullah'ın nübüvvetinin doğruluğuna da güzel bir delildir. Zirâ ister dost olsun, ister düşman, hiçbir şahıs, Hıristiyanların, Peygamber aleyhisselâm'in mübâhele isteğini kabul ettiklerini nakletmemiştir."(Zemahşerî, Tefsir-i Keşşâf, Al-i İmrân Sûresi, 61. âyet.)

İmân ordusuyla şirk ordusunun karşı karşıya geldiği bu olayda sadece bunların öne çıkması, onların hidâyet önderleri, ümmetin seçkinleri, ileri gelenleri ve ümmet içinde DUÂları geri dönmeyen, sözleri yalanlanmayan en temiz ve en kutsal kişiler olduklarını göstermektedir.
İşte buradan şunu anlıyoruz: EHL-i BEYt’ten gelen fikirler, hükümler, hadisler, tefsirler ve hidâyetler, tertemiz bir kaynaktan sadır olduğu için hak ve güvenilirdir; sözleri, amelleri ve yollarının doğruluğunda hiçbir kuşku bulunmayan şahıslar, onlardır.
Kur’ÂN-ı Kerim, EHL-i BEYt ile İslâm Düşmanlarına meydan okuyup, lânet ve azâbın, onlardan yüz çeviren düşmanların üzerine kılınmasını istemiştir. Eğer EHL-i BEYt (aleyhumusselâm)'ın sözleri, amelleri ve yollarının doğruluğu kesin olmasaydı, hiçbir zaman ALLAHu TeALÂ böyle bir şeref ve makamı onlara vermezdi ve Kur’ÂN-ı Kerim onlardan bu şekilde söz etmezdi.

Ehl-i Sünnet'in büyük müfessirlerinden Fahr-i Razî de, Tefsir-i Kebir adlı eserinde Zemahşerî'nin naklettiği rivâyeti aynen nakletmiş ve söz konusu âyetin tefsirinde Zemahşerî’nin sözlerine katılarak şunu da eklemiştir.: “Bil ki, bu hadisin doğru olduğuna tefsir ve hadis ehli ittifak ve icma etmişlerdir.” (Fahr-i Razî, Tefsir-i Kebir, Al-i İmrân Sûresi, 61. âyet (Mübâhele Âyeti))

Merhum Allame Tabatabaî, Tefsir'ul-Mizan'da, Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in, ALLAH TeALÂ’nın emriyle Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i yanına alarak düşmanlarla mübâhele etmek istediğini söyledikten sonra aynen şunları yazıyor.:
“Hadis âlimlerinin hepsi, bu rivâyeti nakletmiş ve kabul etmişlerdir. Sahih-i Müslim, Sahih-i Tirmizî ve diğer meşhur hadis yazarları da, onu kendi kitablarında kaydetmişlerdir. Tarihçiler de, bu olayı onaylamışlardır. Mufessirler de, bu olayı hiçbir şüphe ve itirâz etmeden kendi tefsirlerinde anlatmışlardır. Bunlar arasında Taberî, Ebu'l-Fida, İbn-i Kesir, Suyutî ve diğerleri gibi hadis ve tarih alanında meşhur olan âlimler de yer alırlar."
Görüldüğü üzere, müfessirler bu şekilde EHL-i BEYt'in kimler olduğu ve onları SEVmenin ümmete farz olduğu hakkında icma’ etmişlerdir."

Böylece, daha önce zikredilen iki âyette Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'den ibâret olan EHL-i BEYt’in pâk ve tertemiz olduklarını ve bundan dolayı da SEVgilerinin herkese farz olduğunu bildiriliyor; bu âyette de Hz. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'a, onlar vasıtasıyla düşmanlarla mübâhele etmesi emredilerek onların yüce ve mukaddes makamları beyân ediliyor. Eğer EHL-i BEYt’in ALLAH yanında seçkin ve özel bir yeri olmasaydı, Yüce ALLAH asla Peygamberi’ne, onlarla ALLAH’ın Düşmanlarıyla mübâhele etmesini ve onları vasıta kılarak azâb ve lânetin yalancıların üzerine nâzil olmasını istemesini emretmezdi.

Bu âyette dakik edebî incelikler de vardır ki, onlara da dikkat etmek gerekir. Mesela; âyet-i kerimede “çocuklarımız, kadınlarımız ve kendilerimiz” denilerek Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (aleyhumusselâm) Peygamber aleyhisselâm'e izâfe edilmiştir.
Eğer bu olay pratikte gerçekleşmez ve Peygamber aleyhisselâm amelî olarak isimlerini zikrettiğimiz o mukaddes zatlarla mübâheleye çıkmasaydı, bu sözlerle başka şahısların akla gelmesi mümkündü. Mesela; “kadınlarımız” kelimesiyle Hz. Fatıma (aleyhasselâm) ve Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'in diğer kızları ve “kendilerimiz” kelimesiyle de yalnızca Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in kendisi anlaşılabilirdi. Ancak Peygamber-i Ekrem’in başkalarını değil de bu dört şahsiyeti mübâhele için kendisiyle götürmesi, bize şunu bildirmektedir: Bu ümmetin kadınlarının en seçkini ve onların örneği, Hz. Fatıma (aleyhasselâm)’dır ve ümmetin evlâdlarının en seçkini, Hz. Hasan (aleyhisselâm) ile Hz. Hüseyin (aleyhisselâm)'dir ve Kur’ÂN-ı Kerim onları Peygamber’in evlâdları olarak kabul etmiştir. “Kendilerimiz” kelimesiyle de Kur’ÂN-ı Kerim, Hz. Ali'yi Peygamber'in kendi canı sayılacak bir makama sâhib olduğunu açıklamıştır.
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1133
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta EHL-i BEYt..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim 4-) SaLâvat (SaLât) ÂYETİ.:


“Şüphe yok ki ALLAH ve melekleri Peygamber’e salât (rahmet) ederler. Ey inananlar, siz de ona salât edin ve tam teslimiyetle ona selâm verin.”

Resim

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
"İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alân nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ (teslîmen).: Şüphesiz, ALLAH ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey imân edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle ona selâm verin.!” (Ahzâb 33/56)

Daha önce zikrettiğimiz âyetler, EHL-i BEYt (aleyhumusselâm)’ın pâk ve tertemiz olduğunu, onları SEVmenin farz olduğunu ve onların Peygamber aleyhisselâm'in EHL-i BEYti olduğunu açıklamıştır. Kur’ÂN müfessirleri de, Peygamber aleyhisselâm'in Hadislerinden faydalanarak EHL-i BEYt (aleyhumusselâm)'in kimler olduğunu isimleriyle belirlemiş, onların “Hz. Ali (aleyhisselâm), Hz. Fatıma (aleyhasselâm), Hz. Hasan (aleyhisselâm), Hz. Hüseyin (aleyhisselâm)" olduklarını açıklığa kavuşturmuşlardır.
Bu âyet ise, Peygamber aleyhisselâm'a ve EHL-i BEYtine (aleyhumusselâm)'a salât ve selâm göndermeyi emrediyor ve bunu yalnızca onlara mahsus kılıyor, onlardan başkalarına değil. Böylece ümmetin, onların rehberlik liyâkatlerini kavrayabilmeleri için, onların makam ve değerlerini çok ince ve zârif bir şekilde ortaya koyuyor.

Fahr-i Razî, Tefsir-i Kebir'inde bu mübârek âyetin tefsiriyle ilgili olarak Peygamber aleyhisselâm’dan şu hadisi nakeldiyor.:
Peygamber aleyhisselâm'dan.: “Ya Resûlullah! Sana ne şekilde salâvat getirelim?” diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Bana şöyle salâvat getirin buyurdu.: “ALLAH’ım, MuhaMMed’e ve MuhaMMed’in EHL-i BEYti’ne salât (rahmet) et, nasıl ki İbrahîm’e ve İbrahîm’in EHL-i BEYt’ine salât ettin; MuhaMMed’e ve MuhaMMed’in EHL-i BEYt’ine bereket ver, nasıl ki İbrahîm’e ve İbrahîm’in EHL-i BEYt’ine bereket verdin. Şüphesiz, sen beğenilmişsin, yücesin.”

Fahr-i Razî, bu hadisi nakletmeden önce söz konusu âyeti tefsir ederken şunları söylüyor.:
“Bu âyet, Şafiî’nin sözüne delildir; zirâ emir farza delalet eder. O halde Peygamber aleyhisselâm’e salâvat getirmek farzdır. Teşehhüdün dışında salâvat getirmenin farz olmadığına göre, Şafiî’nin de dediği gibi teşehhütte salâvat getirmek farzdır." (Âyet-i kerimedeki “Peygamber’e salâvat getirin” emrine işâret ediliyor. “Usul-ü Fıkıh” bilginleri, emrin farza delâlet edip etmediği hususunda şunları söylüyorlar.: “Kur’ÂN’da ve hadislerde kullanılan emirler, müstehabba delâlet ettiğine dair bir delil olmadığı takdirde, emrolunan şeyin farz olduğunu ifâde ederler.”)

Daha sonra şöyle devâm ediyor.:
“Eğer "ALLAH ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlarsa, artık bizim salâvat getirmemize ne gerek var?” diye sorulursa, deriz ki.: “Peygamber aleyhisselâm'e salâvat getirmek, onun salâvata ihtiyacı olduğu için değildir. Yoksa ALLAH’ın salâtından sonra meleklerin salâvatına da ihtiyacı kalmazdı. Salâvat, Peygamber'e karşı bizden taraf bir tazim ve saygıdır. Bu vesîle ile sevâb kazanabiliyoruz. İşte bunun içindir ki, Peygamber aleyhisselâm buyuruyor: “Kim bana bir defâ salâvat getirirse, ALLAH da ona on defâ salât eder.”

Suyutî de, ed-Dürü’ül-Mensur adlı tefsirinde şöyle yazıyor.:
“Abdurrezzak, İbn-i Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Hamid, Buharî, Müslim, Ebu Davûd, Tirmizî, Nesaî, İbn-i Mâce ve İbn-i Merdeveyh, Ka’b bin Umre’den şöyle nakletmişlerdir.:
“Bir gün adamın biri, Peygamber aleyhisselâm'e: “Ya Resûlullah! Sana selâm vermenin usulünü öğrendik, bize sana salâvat getirmenin şeklini de öğretir misin?” diye arzetti. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu.: “De ki.: ALLAH’ım, MuhaMMed'e ve MuhaMMed’in EHL-i BEYti’ne salât (rahmet) et, nasıl ki İbrahîm'e ve İbrahîm'in soyuna salât ettin. Gerçekten SEN Övgü ve İzzet Sâhibisin.”


Suyutî, bu rivâyetten başka on sekiz hadis daha nakletmiştir ki hepsi, Peygamber aleyhisselâm’in EHL-i BEYti’nin de salâvatlarda o Hazretle birlikte zikredilmesi gerektiğini belirtiyor.
Bu hadisleri, muhaddisler, İbn-i Abbas, Talha, Ebu Sâid Hudrî, Ebu Hureyre, Ebu Mes’ud Ensarî, İbn-i Mes’ud, Ka’b bin Umre ve Ali (aleyhisselâm) gibi sahabilerden nakletmişlerdir.

Aynı kaynakta yine şöyle deniliyor.:
“Ahmed ve Tirmizî, Hasan b. Ali (aleyhisselâm)’dan nakletmişler ki, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
“Cimri, benim ismim yanında anıldığı zaman, bana salâvat getirmeyen kimsedir.”
(Allame Tabatabaî, el-Mizan Tefsiri.)

Bunlardan başka İslâm Fâkihleri, namazın teşehhüdünde MuhaMMed’e ve onun Âli’ne (EHL-i BEYti’ne) salâvat getirmeyi ve Peygamber'in isminin yanında EHL-i BEYti’nin de isminin anılmasını farz bilmişlerdir.[20] [20]- (Şia’nın büyük fakihlerinden ve Hicrî 7. yüzyılın büyük şahsiyetlerinden olan Muhakkık Hillî (radiyallahu anhu), “Şerail’ul-İslâm” adlı kitabında, namazın farzlarını saydığında şöyle diyor: “Namazın farzlarından yedincisi, “Teşehhüd”dür. Teşehhüd okumak iki rekatlı namazlarda bir defâ, üç ve dört rekatlı namazlarda ise iki defâ farzdır. Eğer bile bile teşehhüdü okumazsa, namazı batıl olur. Teşehhüdde de beş şey farzdır: Teşehhüdü okuyacak kadar oturmak, ALLAH’ın birliğine ve Peygamber’in risaletine tanıklık etmek ve Peygamber’e ve Peygamber’in Ehl-i Betine salâvat getirmek.” (Bkz. Şerail’ul-İslâm, c. 1, kitab-ı salât.)

Bu âyetin mânâ ve tefsiri üzerinde düşünen herkes, bu hükmün, yâni salâtın farz edilmesinin, Peygamber aleyhisselâm'in EHL-i BEYti’ne ta’zim ve saygıyı ifâde ettiğini anlar. O EHL-i BEYt ki, ALLAH onlardan bütün kötülükleri uzaklaştırarak onları tertemiz kılmıştır ki, ümmet onlara uyup, onların yolundan hareket ederek fitne ve ihtilaflardan korunabilsin.
Evet; kendilerine salâvat getirmeden namazın sahih olmayacağı bu yüce zatlar, ümmetin İmâmlarıdırlar. Eğer onların yolu doğru yol olmasaydı, onlara uymak hata olsaydı, söz ve amelleri sağlam olmasaydı, ALLAHu Tebârek ve TeaLâ, asla Müslümanlara, onları SEVmeyi ve her namazda onlara salâvat getirmeyi emretmezdi. Her gün beş vakit farz namazlarda, Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'in yanında EHL-i BEYt (aleyhumusselâm)'a da salâvat getirmenin farz olması, kıyamet gününe kadar Müslümanların dikkatini EHL-i BEYt (aleyhumusselâm)’ın ALLAH'ın indindeki yüce makamlarına çekmek ve onlara uymanın, onların yolunda hareket etmenin gerekliliğini anlatmak için değil de ne içindir?!
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1133
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta EHL-i BEYt..

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim 5-) İNSÂN (Dehr) SûResi.:

إِنَّ الْأَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِن كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورًا
عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللَّهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْجِيرًا
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا
إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَاء وَلَا شُكُورًا
إِنَّا نَخَافُ مِن رَّبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا
فَوَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ وَلَقَّاهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًا
وَجَزَاهُم بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَرِيرًا
مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ لَا يَرَوْنَ فِيهَا شَمْسًا وَلَا زَمْهَرِيرًا
وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلًا
وَيُطَافُ عَلَيْهِم بِآنِيَةٍ مِّن فِضَّةٍ وَأَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَارِيرَا
قَوَارِيرَ مِن فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا تَقْدِيرًا
وَيُسْقَوْنَ فِيهَا كَأْسًا كَانَ مِزَاجُهَا زَنجَبِيلًا
عَيْنًا فِيهَا تُسَمَّى سَلْسَبِيلًا
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ إِذَا رَأَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤًا مَّنثُورًا
وَإِذَا رَأَيْتَ ثَمَّ رَأَيْتَ نَعِيمًا وَمُلْكًا كَبِيرًا
عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُندُسٍ خُضْرٌ وَإِسْتَبْرَقٌ وَحُلُّوا أَسَاوِرَ مِن فِضَّةٍ وَسَقَاهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا
إِنَّ هَذَا كَانَ لَكُمْ جَزَاء وَكَانَ سَعْيُكُم مَّشْكُورًا

"Şüphesiz ki iyiler, karışımı kâfur olan bir kadehten içerler. Bir kaynak ki, ALLAH’ın Kulları ondan içerler ve onu fışkırtarak akıtırlar. Onlar, adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar. Kendi canları çektiği halde, yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. “Biz size, ancak ALLAH Rızası için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne de bir teşekkür. Biz, asık suratlı, sert bir günden dolayı RABBimizden korkuyoruz.” Böylece ALLAH, onları o günün şerrinden korumuş ve onları bir parlaklığa ve bir SEVince kavuşturmuştur. Sabretmelerine karşılık da, onları CeNNetle ve ipekle ödüllendirmiştir. Orada tahtlar üzerine yaslanmış olarak bulunurlar. Ne yakıcı bir sıcak görürler orada, ne de dondurucu bir soğuk. (CeNNet ağaçlarının) Gölgeleri üzerlerine sarkmış ve (meyvelerinin) devşirilmesi kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmış. Çevrelerinde gümüşten kaplar ve billûr kupalar dolaştırılır. Gümüşten billûrlar ki, belli bir ölçüde belirlemişlerdir onları. Orada onlara bir kadeh içirilir ki, karışımı zencefildir. Oradaki bir pınardan ki, "Selsebil" olarak adlandırılır. Çevrelerinde ölümsüz gençler dolaşır durur. Onları gördüğünde, saçılmış inciler sanırsın. Nereye baksan, bir ni’met ve büyük bir mülk görürsün. Üzerlerinde ipekten ince ve kalın yeşil elbiseler vardır; gümüşten bileziklerle de bezenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz bir içki içirmiştir. Bu, sizin için bir mükâfattır ve gayretiniz karşılığını bulmuştur."
//
Şüphesiz ki iyiler (ebrâr), karışımı (çok güzel kokulu) kâfur olan bir kadehten içecek (ve huzura erişeceklerdir). (Onun çıktığı öyle bir pınardır ki) ALLAH’ın (mü’min) Kullarının kendisinden içtikleri bir kaynaktır; onu fışkırttıkça fışkırtıp akıtarak (zevkü sefâ süreceklerdir). (İşte bu ni’met ve faziletlere erişecek mü’minler) Adaklarını (ve her türlü anlaşmalarını) yerine getirenler ve şerri yaygın olan bir günden korkup (kötülükten çekinenlerdir). Kendileri, ona duydukları sevgiye (ihtiyaç ve ilgiye) rağmen yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire yedirenler (onların ihtiyaçlarını giderenlerdir).
(Samîmi ve seviyeli mü’minler, iyilik ettikleri kimselere:) “Biz sizin (midenizi, beyninizi ve kalbinizi) sadece ve yalnız ALLAH’ın Vechi (Cemâline ve Rızasına erişmek) için doyuruyoruz. Sizden (bu iyilik ve ilgimiz sebebiyle) bir karşılık da, (hatta) bir teşekkür bile istemiyoruz. (Gâyemiz RABBimiz ve Âhirettir” diyenlerdir.) “Çünkü Biz, (herkesin kendi başının çâresine bakacağı ve korkudan dehşete kapılacağı) o asık suratlı zorlu bir gün (âhiret ve hesab) nedeniyle RABBimizden korkan (kimseleriz).”
(Dedikleri ve bu sözlerine uygun hareket ettikleri için) ALLAH da, onları böyle bir günün şerrinden (ve dehşetinden) koruyup esirgeyecek ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç verecektir. Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle (en değerli giysilerle) ödüllendirileceklerdir. Orada tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmış vaziyettedirler. Orada ne (yakıcı) bir Güneş ve ne de üşütüp sıkıcı bir soğuk göreceklerdir.
(Meyvelerin) Gölgeleri onlara pek yakındır ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmıştır. Çevrelerinde (cennet ikramları sunulmak üzere) gümüşten billur kaplar, kupalar dolaştırılır. Gümüşten billur kaplar ki, onlar belli bir ölçüyle (kendileri tarafından ve göz alıcı güzellikte) tesbit ve takdir edilip (şekillenmiş olacaklardır.) (Mü’min, müttaki ve mücâhid kullara) Orada onlara (ayrıca) bir kadeh içirilir ki, karışımı zencefildir. (İçeni mest ü hayran bırakır.) (Ve yine cennette) Bir pınar var ki orada "selsebil" (akışı sürekli ve içimi lezzetli) olarak adlandırılır. Çevrelerinde (güzellikleri ve tazelikleri) ebedî kılınmış (yorulmak ve yaşlanmaktan uzak yaratılmış) civanlar (yüzleri parıldayan ve uysal delikanlılar) dolaşır-durur ki; Sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın. (Ve zâten cennette) Her nereye baksan, (güzellik ve özellikleri üstün) bir ni’met ve büyük bir mülk (saltanat) görürsün (hayret ve hayranlık duyarsın). (Mü’min, müstakîm ve mücâhid kulların) Onların üzerinde hafif ipekten (iç giysiler) ve ağır işlenmiş atlastan (dış) yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir. RABBleri onlara tertemiz (ve huzur verici) bir şarab içirmiştir. “Şüphesiz bu, sizin için bir mükâfattır. Sizin (hayır ve hizmet yolunda) çaba-harcamanız şükre değer (meşkur ve makbul) görülmüştür” (denilerek mü’minler sevindirilecektir). (Ey Nebim!) Gerçek şu ki, Kur’ÂN’ı Senin üzerine “belirli aralıklarla ve parça parça (tenzil yoluyla)” indiren BİZiz, BİZ.”
(İnsân 76/5-22)

Hiç kuşkusuz, bu âyetlerde CeNNet ile müjdelenen EHL-i BEYt aleyhumusselâm’dır. Onlara uyan ve onların yolunda hareket eden kimseler de onlarla birlikte mahşur olur.
Zemahşerî, bu âyetlerin tefsirinde şöyle diyor.:
İbn-i Abbas (radiyallahu anhu) nakletmiştir.: “Bir gün Hasan ve Hüseyin hasta olmuşlardı. Peygamber aleyhisselâm Ashabdan bir grup ile birlikte onları görmeye gittiler. Bu ziyaret esnâsında.: “Ey Ebe'l-Hasan, çocuklarının şifâsı için bir adak ada." buyurdu. Ali (aleyhisselâm), Fatıma (aleyhasselâm) ve Hizmetçileri Fizze, her üçü.: "Hasan ve Hüseyin (aleyhisselâm) şifâ bulurlarsa, üç gün oruç tutacağız." diye nezrettiler. Hasan ve Hüseyin (aleyhumusselâm) şifâ buldular. Fakat o günlerde evlerinde yiyecek herhangi bir şey yoktu. Ali (aleyhisselâm), Şem’un isimli bir Yahudiden üç sa' miktarında arpa borç aldı. Hz. Fatıma (aleyhasselâm) onun bir sa'ını öğütüp kendi sayılarınca beş adet ekmek pişirdi. Onları iftar vakti yemek için önlerine koydukları sırada, bir Dilenci kapının önünde durup şöyle seslendi.: “Selâm olsun size Ey MuhaMMed’in EHL-i BEYt'i! Ben bir fâkirim; bana yiyecek verin, ALLAH size CeNNet Sofralarından yedirsin!."
Bunun üzerine, hepsi fedâkârlık edip ekmeklerini dilenciye verdiler ve kendileri suyla iftar edip o geceyi öylece sabahladılar. Ertesi gün yine oruç tuttular. Akşam vakti sofra başına oturup iftar edecekleri sırada, bu sefer bir Yetim kapıya gelip yiyecek istedi. Onlar da ekmeklerini ona verdiler ve o gün de aç kaldılar. Üçüncü gün iftar vakti bir Esir gelip yiyecek istedi. Onlar da iftarlıklarını ona verdiler.
Ertesi gün Hz. Ali (aleyhisselâm), Hasan ve Hüseyin (aleyhumusselâm)’ın ellerinden tutup Peygamber aleyhisselâm'ın huzuruna geldiler. Peygamber aleyhisselâm, onları açlıktan titrer halde görünce şöyle buyurdu.: “Sizi bu halde görmek bana çok ağır geliyor.”
Daha sonra onlarla beraber Fatıma (aleyhasselâm)'ın Evine geldiler. Peygamber aleyhisselâm Kızı Fatıma (aleyhasselâm)'ı mihrabında açlıktan karnı vücûduna yapışmış ve gözleri çukurlaşmış bir halde gördü. Bu manzara, Peygamber'i çok üzdü. Bu sırada Cebrâil (aleyhisselâm) nâzil oldu ve.: Ey MuhaMMed! ALLAH böyle EHL-i BEYt'ten dolayı SENi müjdeliyor!.” dedi ve İnsân Sûresini Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e okudu."
(Zemahşerî, Tefsir-i Keşşâf, İnsân Sûresi’nin tefsiri. Aynı hadisi Fahr-i Razî, Tefsir-i Kebir’inde Keşşâf’tan ve Vahidî’den nakletmiştir. Tabersî de bu hadisi “Mecma’ul-Beyân” adlı tefsirinde nakletmiştir.)

Bu husustaki hadislerin ifâdelerinde birâz değişiklik olmasına rağmen hepsi, bu âyetlerin, Ali (aleyhisselâm), Fatıma (aleyhasselâm) Hasan (aleyhisselâm) ve Hüseyin (aleyhisselâm)'ın hakkında nâzil olduğunu açıkça ortaya koymaktadırlar. EHL-i BEYt İmamlarından da bu hususta bir çok hadis nakledilmiştir.
Bu âyetler, EHL-i BEYt (aleyhumusselâm)'ın, ALLAH’ın “Ebrâr=İyiler" olarak nitelendirdiği kulları olduğunu bildirmekte ve onları CeNNetle müjdelemektedir..

ÖZel OLarak Hz. Ali (aleyhisselâm) Hakkında İnen ÂyetLer.:

Çocukluk zamanından Peygamber aleyhisselâm 'in Evinde ve O’nun Gözetimi ve Eğitimi altında büyüyüp gelişen, onun ahlâkıyla ahlâklanan, daha on yaşındayken Peygamber'e imân ederek onu tasdik eden, ona uyan, daha sonralar da Bedir, Uhud, Huneyn, Ahzâb, Hayber, Zat'us-Selasil ve İslâm Ordusunun zafere ulaştığı bütün savaşlarda onun Kahraman Askeri ve Yiğit Kumandanı olan Hz. İmam Ali (aleyhisselâm) hakkında Kur’ÂN-ı Kerim’de bir çok âyet nâzil olmuştur.

Kur’ÂN Âyetlerinin nâzil olma sebepleriyle iligili bir araştırma yaparsak, tüm EHL-i BEYt (aleyhumusselâm) hakkında inen âyetlerin dışında, özel olarak Müminlerin Emiri Hz. İmam Ali (aleyhisselâm) hakkında, kendisinin faziletlerinden bahseden bir çok âyetin inmiş olduğunu göreceğiz.
Bu âyetleri şöyle tasnif etmek mümkündür.:

a-) Cesareti, kahramanlığı ve ALLAH YoLunda fedâkârlığıyla ilgili âyetler.
b-) Düşmanların zulüm ve alaylarına karşı sabrını, direncini anlatan âyetler.
c-) Takvâsı, ameli, başkalarına iyilik ve ihsanı ve mü’minler üzerindeki velâyetinden söz eden âyetler.

Biz bu âyetlerden bazılarını örnek olarak zikredeceğiz.:

1-) VeLâyet Âyeti.:
“Sizin veliniz, ancak ALLAH, O'nun Resûlü ve namaz kılarken rükû’ halinde zekat veren mü’minlerdir. Kim ALLAH’ı, O'nun Resûlü'nü ve sözü edilen mü’minleri veli edinirse, hiç şüphesiz, galip gelecek olanlar, ALLAH’ın taraftarlarıdır."

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
“İnnemâ veliyyukumullâhu ve resûluhu vellezîne âmenullezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum râkıûn (râkıûne).: Sizin dostunuz (veliniz), ancak ALLAH, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir.” (Mâide 5/55)

وَمَن يَتَوَلَّ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ فَإِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ
“Ve men yetevellallâhe ve resûlehu vellezîne âmenû fe inne hızbellâhi humul gâlibûn(gâlibûne).:
Kim ALLAH'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, ALLAH'ın taraftarlarıdır.”
(Mâide 5/56)

Zemahşerî, Keşşâf adlı tefsirinde şöyle diyor.:
“Bu âyet Ali -kerremellahu vecheh- hakkında nâzil olmuştur. Hz. Ali namazda, rükû’ halindeyken bir dilenci ondan yardım istemiş, o da küçük parmağında olan yüzüğünü ona vermiştir. Açıktır ki, namaz halinde yüzüğü parmağından çıkarıp vermesi, namazına zarar verecek derecede çok bir işi gerektirmemektedir. Eğer birisi.: "Bu âyette zâmir çoğul olarak kullanılmıştır. O halde, bu âyet nasıl yalnızca Hz. Ali’ye mahsus olabilir?" derse, cevabında deriz ki.: “Bu âyetin tek bir kişinin hakkında nâzil olmasına rağmen ondaki zâmirin çoğul olarak kullanılması, başkalarını da bu gibi amellere teşvik etmek, fâkirlere yardım etme ve ihsanda bulunma konusunda mü’minlerde rağbet oluşturmak içindir.” (Zemahşerî, Tefsir-i Keşşâf, Mâide Sûresi, 55 ve 56. âyetlerin tefsiri.)

Vahidî de, Esbâb'ün-Nüzul adlı kitabında, bu âyetin nâzil olma sebebini şöyle açıklıyor.: “Bu âyetin sonu, Ali b. Ebî Tâlib (aleyhisselâm) hakkındadır. Zirâ o, namazının rükû’unda yüzüğünü fâkire bağışlamıştır.” (Vahidî, Esbâb-ı Nüzul, Mâide Sûresi, 55. âyet.)

Bu âyetin Hz. Ali (aleyhisselâm) hakkında nâzil olduğu, diğer bir çok tefsir ve hadis kitabında da zikredilmiştir. Biz, sözün çok fazla uzamaması için onların hepsini nakletmekten vazgeçtik.

2-) Tebliğ Âyeti.:
“Ey Peygamber, RABBinden sana indirilen emri insânlara ilet. Eğer yapmazsan, O'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. ALLAH seni insânlardan korur..." (Hâkim Heskanî “Şevahid-üt Tenzil” adlı kitabında (c.1,s.190 Beyrut baskısı, Hicri – Kamir 1393)

Abdullah b. Ebi Evfa’dan şöyle rivâyet edilmiştir.: “Ben Gadir-i Hum günü, kendi kulağımla duydum ki Peygamber aleyhisselâm "Ya eyyüherresûl belliğ..." âyetinin okuduktan sonra iki elini koltuklarının altının beyazlığı görünecek şekilde yukarı kaldırdı ve.: “Ey halk) bilin ki, ben kimin Mevlâsı isem, Ali de onun Mevlâsıdır...” buyurdu.

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
“Yâ eyyuherresûlu bellıg mâ unzile ileyke min RABBik (RABBike) ve in lem tef’al femâ bellagte risâleteh (risâletehu) vallâhu ya’sımuke mine’n- nâs (nâsi) innALLÂHe lâ yehdî’l- kavme’l- kâfirîn (kâfirîne).: Ey Resûl! RABB'inden sana indirileni tebliğ et (Kur'ÂN-ı Kerîmi duyur). Eğer bunu yapmazsan, o takdirde O'nun Risâletini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş (duyurmamış) olursun. Ve ALLAH, seni insânlardan korur. Muhakkak ki ALLAH, kâfirler kavmini hidâyete erdirmez.” (Mâide 5/67)

"Tebliğ Âyeti" diye bilinen bu âyet-i kerime, Peygamber aleyhisselâm , son haccı olan Vedâ Haccı'ndan Medine’ye döndüğü zaman, zilhicce ayının on sekizinci günü Gadir-i Hum'da nâzil oldu. (Mecmâü’z- Zevâid c.9, s.163-165; (Şevahid-üt Tenzil, Hâkim Haskani c.1, s.192-193))

Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), Cuhfe'ye (bu bölge Medine, Mısır. Ve Şam yollarının bir birinden ayrıldığı yerdi (Mecmâü’l- Büldan kitabı “Cuhfe” maddesi)). vardıklarında “Gadir-i Hum” denilen yerde durdular. (Mecmâü’z- Zevâid c.9, s.163- 165, ibn-i kesir, s.5, s.109-713)
ve geride kalanlar kendilerine ulaşıncaya, önde gidenler de geriye dönünceye kadar orada beklediler. (İbn-i kesir tarihi, c.5, s.213.)
Ashabını oradaki ağaçların altında dağınık bir şekilde oturmaktan nehy ettiler ve bazılarını da o ağaçların altındaki dikenleri temizlemeye gönderdiler. (Mecmâü’z-- Zevâid, İbn-i Kesir tarihinin de ibâresi bu ibâreye yakındır. (c.5, s.209))
Daha sonra halkı namaz kılmaya dâvet ederek şiddetli sıcağın altında öğle namazını kıldılar. Sonra ayağa kalkıp hutbe okuyarak ALLAH’a hamd ve senâ ettikten ve halka vaaz ve nasihatte bulunduktan sonra şöyle buyurdu.:
“Benim ALLAH tarafından dâvet edilip de icâbet etme zamanın yaklaşmıştır. Şüphesiz ki, ben de sorumluyum, siz de sorumlusunuzdur. Öyleyse şimdi siz ne diyorsunuz?”
Müslümanlar şöyle dediler.: “Biz şahadet ediyoruz ki, sen ALLAH’ın Emirlerini ve İslâm’ın Hükümlerini insânlara tebliğ ettin; nasihat ve öğütte bulundun. ALLAH seni hayırla mükâfatlandırsın.”
Sonra Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu.:
“Siz, ALLAH’tan başka bir ilâh olmadığına, MuhaMMed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna, CeNNet ve Cehennemin hak olduğuna şahâdet ediyor musunuz?"
“Bütün bunlara şahadet ediyoruz." dediler.
Peygamber aleyhisselâm.: “ALLAH'ım, sen şâhid ol.” buyurdu ve: “Acaba (benim söylediklerimi) iştiyor musunuz?” diye sordu.
“Evet işitiyoruz.” dediler.
O zaman şöyle buyurdu.: “Ey insânlar! Ben sizden önce (Kevser Havuzu başında) hazır olacağım ve siz havuz başında benim yanıma geleceksiniz. O havuzun genişliği, Busra (Şam veyâ Bağdat yakınlarında bir kasaba) ile San’a arası kadardır. O havuzda, gökteki yıldızlar kadar gümüş kadehler vardır. Orada, ben iki değerli ve kıymetli emânetim hakkında sizi sorguya çekeceğim. O halde onlara karşı benden sonra nasıl davranacağınıza dikkat edin!."
Birisi: “Ya Resûlullah! O iki değerli emânetin nedir?” diye sordu.
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu.:
“Onlardan biri, ALLAH’ın kitabı Kur’ÂN’dır ki, onun bir ucu ALLAH’ın elinde, bir ucu da sizin elinizdedir; ona sarılın ve ondan asla ayrılmayın. Diğeri de, benim öz akrabalarımdan olan EHL-i BEYtimdir. Latîf ve Habîr olan ALLAH bana bildirmiştir ki, O İKİSİ havuzun başında bana ulaşıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklar. Ben de RABBimden onlar için bunu istedim. Öyleyse ey insânlar, onlardan öne geçmeyin, yoksa helâk olursunuz; onlardan geri de kalmayın, yoksa yine helâk olursunuz; onlara bir şey öğretmeye de kalkışmayın; çünkü onlar sizden çok daha bilgilidirler."(Mecmâü’z- Zevâid. Bu hadisin bazı bölümleri Hâkim’in Müstedrek’inde (c.3, s.109-110) ve İbn-i Kesir’in tarihinde (c.5, s.209) nakledilmiştir.)
Sonra şöyle buyurdu.:
“Acaba benim mü’minlere karşı onların kendilerinden daha evlâ olduğumu bilmiyor musunuz?”
“Evet, biliyoruz ya Resûlullah! dediler.
Daha sonra şöyle buyurdu.:
“Acaba benim her mü’mine karşı kendisinden daha evlâ olduğumu bilmiyor musunuz veyâ buna tanıklık etmiyor musunuz?”
“Evet, buna tanıklık ediyoruz ya Resûlullah!” (Musned-i Ahmed c.4, s.281-368-370), İbn-i Kesir (c.5, s.204-212).
Sonra Ali b. Ebî Tâlib'in (aleyhisselâm) elinden tutup yukarıya kaldırdı. Öyle ki her ikisinin koltuk altlarının beyazlığı göründü. (Musned-i Ahmed c.1, s.118-119, Sünen-i İbn-i Mâce c.1, s.43 hadis 116, İbn-i Kesir, c.5, s.109.)
Sonra şöyle buyurdu.:
“Ey insânlar! ALLAH benim Mevlâmdır, ben de sizin Mevlânızım." (Şevahid-ut Tenzil, Hâkim Haskani, c.1, s.191, İbn-i Kesir, c.5, s.209) ve.: "ben kimin Mevlâsı isem, Ali de onun Mevlâsıdır. ALLAH’ım! O’nu SEVeni SEV! O’na düşman olana düşman ol!” (Musned-i Ahmed c.1, s.118-119, c.4, s.281, 370, 372, 373, c.5, s.347, İbn-i Kesir tarihi c.5, s.204, 201, 213)
İbn-i Kesir, Tarih'inde şunu da eklemiştir.: “Ben Zeyd’e dedim ki, acaba sen kendin bunu Peygamberden işittin mi?”
Zeyd cevabında dedi ki.: “O ağaçların altında olan herkes, Peygamberi o halde gördü ve o sözleri kendi kulağı ile işitti.”
Sonra İbni Kesir sözlerine şöyle devâm ediyor.: “Şeyhimiz Ebu Abdullah Zehebî.: “Bu sahih bir hadistir” dedi.)
"O’na yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak!" (Musned-i Ahmed c.1, s.118-119, Mecmâü’z- Zevâid, c.1, s.193, İbn-i Kesir tarihi, c.5, s.210-211).
O'nu SEVeni SEV, ona buğzedene buğzet." (Şevahid-üt Tenzil, c.1, s.210-211.)
Sonra şöyle buyurdu.: "ALLAH'ım, şâhid ol!."
Peygamber aleyhisselâm ile Hz. Ali (aleyhisselâm) henüz birbirlerinden ayrılmamışlardı ki, ALLAH (celle celâlihu) tarafından şu âyet nâzil oldu:
“Bugün dininizi size kâmil ettim, size verdiğim ni’metimi tamamladım ve İslâm’ı size din olarak beğendim."

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالْدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلاَّ مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَن تَسْتَقْسِمُواْ بِالأَزْلاَمِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن دِينِكُمْ فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِ الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا فَمَنِ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِّإِثْمٍ فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Hurrimet aleykumu’l- meytetu veddemu ve lahmul hınzîri ve mâ uhılle li gayrillâhi bihî ve’l- munhanikatu ve’l- mevkûzetu ve’l- mutereddiyetu ven natîhatu ve mâ ekeles sebuu illâ mâ zekkeytum ve mâ zubiha alen nusubi ve en testaksimû bi’l- ezlâm (ezlâmi), zâlikum fisk (fiskun), elyevme yeisellezîne keferû min dînikum fe lâ tahşevhum vahşevn (vahşevni) eyevme ekmeltu lekum dînekum ve etmemtu aleykum ni’metî ve radîtu lekumu’l- islâme dînâ (dînen) fe menidturra fî mahmasatin gayra mutecânifin li ismin fe innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Ölmüş hayvan, kan, domuz eti ve ALLAH'tan başkasının adına boğazlanan (kesilen), boğularak, vurularak, yüksek bir yerden yuvarlanarak veya boynuzlanarak ölen ve de yırtıcı hayvan tarafından parçalanıp yenen hayvan (ölmeden kesilmesi hariç) ve putlar adına boğazlanan hayvanlar ve fal okları ile kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bunlar fısktır. Bugün kâfirler sizi dîninizden döndüremedikleri için yeise kapıldılar. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. BUGÜN SİZİN DÎNİNİZİ KEMÂLE ERDİRDİM. VE ÜZERİNİZDEKİ Nİ'METİMİ TAMAMLADIM. Sizin için dîn olarak İslâm'dan razı oldum. Artık kim açlık tehlikesiyle, günaha meyl etmeksizin zarurette (yemek zorunda) kalırsa, muhakkak ki ALLAH GAFÛRdur, RAHÎMdir” (Mâide 5/3)

Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu.:
"ALLAHu Ekber! Dini kâmil ettiği, ni’meti tamamladığı, benim Peygamberliğime ve Ali’nin Velâyet ve İmâmetine razı olduğu için ALLAH'ı ulularım!.” (Hâkim Haskanî Şevahid-ut Tenzil de, c.1, s.157-158. Bunu Ebu Sâid Hudrî’den nakletmiştir. Ve s. 158’de Ebu Hreyre’den rivâyet etmiştir. Aynı rivâyet İbn-i Kesir, c.5, s.214 de özet bir şekilde nakletmiştir.)

Yüce ALLAH'ın kendilerinden her türlü pisliği giderdiği bu temiz soyun yüceliği, büyüklüğü ve üstün makamlarından bahseden bir çok âyet daha vardır ki, onların hepsine değinmek sözün uzamasına yol açar. Bu yüzden bu âyetleri geniş bir şekilde incelemek isteyenler tefsir, menakıb, hadis ve tarih kitablarına müracaat edebilirler.

Biz burada, yine özel olarak Hz. Ali (aleyhisselâm)'ın hakkında inen âyetlerden birkaçına daha işâret etmekle yetiniyoruz.:

1-) “(Ey Peygamber!) Sen ancak bir uyarıcısın ve her topluluk için bir hidâyet önderi vardır.”

وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْلآ أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ
“Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min RABBih (RABBihî), innemâ ente munzirun ve li kulli kavmin hâd (hâdin).: Kâfirler derler ki.: "Ona RABBinden bir âyet (mucize) indirilseydi ya." (Oysa) Sen, yalnızca bir uyarıcısın ve bütün toplumlar için bir hidâyet önderi makamındasın .” (Ra’d 13/7)

Şöyle rivâyet edilmiştir.:Peygamber aleyhisselâm elini göğsüne koyup şöyle buyurdu.: “Benim vazifem uyarıp korkutmaktır, ve her kavmin bir hidâyet önderi vardır.” Sora Hz. Ali (aleyhisselâm)’a işâret ederek şöyle buyurdu.: “Hidâyet önderi sensin yâ Ali! Benden sonra hidâyet arayanlar seninle hidâyeti bulacaklar.” (Müstedrek-i Sahihayn c.3, s.129, Kenzü’l- Ummal c.6, s.157.)
Bu hadisi Taberî, Fahr-i Razî ve Suyutî kendi tefsirlerinde nakletmişlerdir.

2-) “İmân etmiş olan (mü’min) kimse, yoldan çıkmış olan (fasık) kimse gibi olur mu hiç? Elbette bir olmazlar.”

أَفَمَن كَانَ مُؤْمِنًا كَمَن كَانَ فَاسِقًا لَّا يَسْتَوُونَ
“E fe men kâne mu’minen ke men kâne fâsikâ (fâsikan), lâ yestevun (yestevune).: Öyleyse, mü’min olan kimse hiç fâsık olan (imansız ve ahlâksız) gibi olur mu? Bunlar (asla denk ve) eşit tutulmazlar. (Mü’minlerle, küfür ve kötülük ehlinin farkı âhirette ortaya çıkacaktır.)” (Secde 32/18)

Bu âyeti tefsir edenler, “mü’min"den maksad, Hz. Ali (aleyhisselâm); “fasık”tan maksad ise Velid b. Ukbe’dir." demişlerdir. (Bunu ibn-i Cerir Taber tefsirinde; Suyuîi, Ed Durr-ül Mensur’da Keşşâf’ta Zemahşerî, Vahidi Esbâb-ı Nuzul s.263’de, nakletmiş ve yine bu hadis Tarih-i Bağdad ve Erriyaz-un Nezire’de zikredilmiştir.)

3-) "Acaba RABBinden apaçık bir delile sâhib bulunan, onu yine ondan bir şâhid izleyen (...) kimse mi (yalanlanacak)?"

أَفَمَن كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّهِ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِّنْهُ وَمِن قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إَمَامًا وَرَحْمَةً أُوْلَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمَن يَكْفُرْ بِهِ مِنَ الأَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ فَلاَ تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِّنْهُ إِنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يُؤْمِنُونَ
“E fe men kâne alâ beyyinetin min RABBihî ve yetlûhu şâhidun minhu ve min kablihî kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeh (rahmeten), ulâike yu'minûne bih (bihî), ve men yekfur bihî mine’l- ahzâbi fe’n- nâru mev'ıduh (mev'ıduhu), fe lâ teku fî miryetin minhu innehu’l- hakku min RABBike ve lâkinne eksere’n- nâsi lâ yu'minûn (yu'minûne).: RABBinden apaçık bir delil üzerinde bulunan, onu yine O’ndan (ALLAH tarafından görevli) bir şâhid (her amelini kaydedici melek) izleyip duran ve ondan önce bir önder ve rahmet olarak Musa’nın kitabı (kendisini doğrulamakta) olan kimse, (Hz. Muhammed AS ve ümmeti artık onlar) gibi midir? (İnkârcılarla bir midir?) İşte onlar (Müslümanlar) Buna (Kur’ÂN’a bütünüyle ve Samîmiyetle) iman etmektedirler. Artık hangi topluluk (hangi hizip ve ekip) Onu (Kur’ÂN’ı ve Resûlüllah’ı tamamen veya kısmen) inkâr ederse, ona va’ad edilen yer (cehennem) ateştir. Öyleyse bundan hiç kuşkun olmasın, çünkü O RABBinden olan bir Hakk’tır. Ancak insânların çoğunluğu inanmazlar. (İnanmayacaklardır.)” (Hûd 11/17)

Âyette zikredilen “RABBinden apaçık bir delile sâhib bulunan" kimse, Peygamberimiz Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem).: "O’nu izleyen şâhid" ise Hz. Ali (aleyhisselâm)'dır." (Kenz’ül- Ummal c.1, s.251, Suyuîi “Ed Durrü’l- Mensur” da, Fahri Razi “tefsir-i Kebirinde bu âyeti yukarıdaki şekilde tefsir etmişlerdir.)

4-) “... şüphesiz ki ALLAH onun (Peygamber'in) dostudur, Cebrâil ve mü’minlerin sâlihi de...”

إِن تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا وَإِن تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ مَوْلَاهُ وَجِبْرِيلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمَلَائِكَةُ بَعْدَ ذَلِكَ ظَهِيرٌ
“İn tetûbâ ilâllâhi fe kad sagat kulûbukumâ, ve in tezâherâ aleyhi fe innallâhe huve MEVLÂhu ve cibrîlu ve sâlihu’l- mû’minîn (mû’minîne), ve’l- melâiketu ba’de zâlike zahîr (zahîrun).: Siz ikiniz (zevceleri) deALLAH'a tövbe etseniz (ki, mutlaka etmelisiniz). Çünkü ikinizin de kalbi kaymıştı. Ve eğer O'na (Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e) karşı yardımlaşırsanız, o takdirde muhakkak ki ALLAH, O; O'nun (Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in) MEVLÂsı'dır, Cibril (aleyhisselâm) ve mü'minlerin sâlih olanları ve bunlardan başka Melekler de O'na zâhirdirler (yardımcıdırlar).” (Tahrîm 66/4)

Müfessirlere Hadis Âlimlerine göre bu âyetteki “mü’minlerin sâlihi” olarak zikredilen kimse, Hz. Ali b. Ebî Tâlib (aleyhisselâm)'dır. (Suyuîi “Ed Durrü’l- Mensur’da bu âyetin tefsirinde, Kenzü’l- Ummal c.1, s.237, Fethu’l Bâri c.13, s.27, Mecmeu’z- Zevâid c.9, s.18-94 de bu konuyla ilgili hadis mevcuddur.)

5-) “Belleyip kavrayan kulak da onu bellesin.”

لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَا أُذُنٌ وَاعِيَةٌ
“Li nec’alehâ lekum tezkireten ve teıyehâ uzunun vâıyeh (vâıyetun).: Öyle ki, onu sizlere bir ibret (hatırlatma ve öğüt) kılalım. “Gerçeği belleyip kavrayabilen” kulaklar(ın sâhibi olanlar) da onu “öğrenip hatırlasın” (diye bunları belirtiriz).” (Hâkka 69/12)

Peygamber aleyhisselâm, bu âyeti okuduğunda Hz. Ali (aleyhisselâm)’a bakarak şöyle buyurdu.: “ALLAH’tan istedim ki bu belleyip kavrayan kulak senin kulağın olsun.”
Hz. Ali (aleyhisselâm) şöyle diyor.: "(Ondan sonra) Peygamber aleyhisselâm 'den duyduğum hiçbir şeyi unutmadım.”
Bu hadisi Taberî kendi tefsirinde, Zemahşerî Keşşâf’ta, Suyutî ed-Dürr'ül-Mensur’da bu âyetin tefsirinde zikretmişlerdir. Hadis aşağıdaki kitablarda da nakledilmiştir. (Mecmâu’z Zevâid, c.9, s.131, Kenzü’l- Ummal, c.6, s.408.)

Vahidî, Esbâb'ün-Nüzul adlı kitabında Bureyd’den şöyle bir hadis naklediyor.:
Hz. Resûlullah, Hz. Ali’ye hitâb ederek şöyle dedi.: ALLAHu TeALÂ, seni kendime yaklaştırıp asla uzaklaştırmamamı ve sana öğretmemi emretmiştir. Senin de belleyip kavraman gerekmektedir. Hiç kuşkusuz, ALLAH senin belleyip kavramanı sağlayacaktır.”
İşte o zaman “Belleyip kavrayan kulak da onu bellesin.” âyeti nâzil oldu.

6-) “Şüphe yok ki Rahman, imân edenler ve iyi işlerde bulunanlara karşı (gönüllerde) bir SEVgi bırakacaktır.”

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمَنُ وُدًّا
“İnnellezîne âmenû ve amilu’s- sâlihâti se yec’alu lehumu’r- rahmânu VUDDâ (vudden).: Muhakkak ki İman edenleri ve amilü’s-sâlihât (nefs tezkiyesi) yapanları, Rahmân, MUHABBet duyulanlar (SEVilenler) kılacak.” (Meryem 19/96)

Peygamber aleyhisselâm, Ali (aleyhisselâm)'a buyurdu.: “Ya Ali, de ki.: ALLAH'ım, benim için Kendi Katında bir âhid kıl ve Mü’minlerin Kalbinde bana karşı bir SEVgi bırak.
Bu hadis Zemahşerî Keşşâf'ta, Suyutî ed-Dürr'ül-Mensur'da mezkur âyetin tefsirinde nakletmişlerdir.
Aynı hadis aşağıdaki kitablarda da nakledilmiştir. (Mecmâu’z Zevâid c.9, s.125, Er Riyazun Nezire, c.2, s.207, Es Sevaik-ul Muhrika, s.102.)

7-) “İmân edenler ve iyi işlerde bulunanlarsa, işte onlardır yaratılmışların en hayırlıları.”

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُوْلَئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِ
Resim---“İnnellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti ulâike hum hayru’l- beriyyeh (beriyyeti).: İman edip sâlih amellerde bulunanlar ise; işte onlar da, yaratılmışların en hayırlılarıdır.” (Beyyine 98/7)

Peygamber aleyhisselâm, Ali (aleyhisselâm)’a şöyle buyurdu.: “Ya Ali! Âyette sözü edilen kişiler, sen ve sana tâbi olanlardır."

Hadis, Taberî Tefsiri’nde nakledilmiştir. Suyutî de bu hadisi ed-Dürr'ül-Mensur'da çeşitli senetlerle naklettikten sonra şunları ekliyor.: “Ne zaman Ali (aleyhisselâm) gelse, Peygamber aleyhisselâm’in ashabı.: “İnsânların en hayırlısı geldi.” diyorlardı."
Aynı hadis, es-Savaik'ul-Muhrika, s. 96 ve Nur'ul-Ebsar, s. 70 ve 101’de de nakledilmiştir.

8-.) “Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, ALLAH'a ve âhiret gününe imân eden ve ALLAH YoLunda cihad eden gibi mi saydınız?...”

أَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَجَاهَدَ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَوُونَ عِندَ اللّهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
“E cealtum sikâyete’l- hâcci ve ımârate’l- mescidi’l- harâmi ke men âmene billâhi ve’l- yevmi’l- âhıri ve câhede fî sebilillâh (sebilillâhi), lâ yestevûne indallâh (indallâhi), vallâhu lâ yehdîl kavme’z- zâlimîn (zâlimîne).: (Ey gâfiller!.. Göstermelik hayır dağıtmaktan ve reklâm amaçlı c3ami yaptırmaktan da öte, hatta) Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı (Beytullah’ı) onarmayı (bile), ALLAH’a ve âhiret gününe imân edip (sevâbını sadece O’ndan umarak) ALLAH YoLunda cihad edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız? (Cihadla diğer hayırları bir tutmakla aldanmaktasınız. Bunlar) ALLAH Katında asla bir olmazlar. ALLAH (Hakk hâkim olsun ve insânlar huzura kavuşsun diye yapılması farz olan cihadı terk ederek kendisine ve milletine) zulmeden bir topluluğu hidâyete ulaştırmayacaktır.” (Tevbe 9/19)

Hacılara SU dağıtma ve Mescid-i Haram'ı onarma işiyle uğraşanlardan maksad, Abbas ve Talha’dır. İmân edenden maksad ise, Hz. Ali (aleyhisselâm)'dır. (Esbâb-ı Nüzul, Vahidî, s.182, Taberî, Fahr-i Razî ve Suyutî’de bunu kendi tefsirlerin de keydetmişlerdir.)
Bu konuda başka âyetler de vardır. Ama biz sözün uzamaması için bu kadarıyla yetiniyoruz..


Resim

Ebu'L-HASAN-eş-ŞâZeLî kaddasallahu sırrehu'ya âit "Salâtu'n- Nuri'z- Zâtî"..
İÇ sıkıntıları ve zorlukların aşılmasında ŞİFÂdır.


Resim]

TÜRKÇESİ.:

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ
ve Mevlânâ MuhaMMedin Nûri'z
-Zâti
Ve's- sirri's- sâriî fî cemi'i'l- âsâri
Ve'l- esmâi ve's- sıfâti Ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim
Adede kemâl'illâhi ve kemâ yelîku bikemâlihi
..


MÂNÂSI.:

"ALLAH'ım! Zâtın nûru,
Esmâ ve Sıfatların bütün eserlerine
(mevcûdat) sârî (süren, süregen, sürücü, yayılan) sırrı olan
Efendimiz ve Sahibimiz MuhaMMed
salallahu aleyhi ve sellem'e, ÂiLesine ve Ashabına saLât-ü-seLâm ve bereketini ihsân eyLe!. ALLAH'ın kemâli adedince ve O'nun kemâlinin Lâzım ve Lâyıkınca!."
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön