KUŞ DİLİ!..

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

KUŞ DİLİ!..

Mesaj gönderen kulihvani »

KUŞ DİLİ!..
Re: KİM? KİMİM?.. (Puan: 1)
Gönderen: halimkok Tarih: 28.12.2008 Saat: 00:41


- Var ya… BİZ böyle konuşuyoz ama hemen de duyuluyor…
- E normal ama şimdi … çünkü bak daha demincek Güllale ile ilgili dediklerimizi BİR’i duymuş… Çünkü ne dedik orda…
İNSAN HEPSİ’dir… E haliyle O’nlar BİZ’den bihaber değiller…
- Evet ama bir süre sanki bihaber gibi yaşıyorlar…
- Öyle olması gerekli… Çünkü “Gizli bir hazineydim…” buyuruyor Allah CC…
- BİZ’e hiç gizli değildi ama… hiç gizli olmadı… O’ndan başka KİM VAR ki kimden gizlensin…
- Ya bak… O BİZ’e öyle… insanlara öyle değil ki…
- Demincek “İNSAN” diyordun… şimdi niye “insan “ dedin ki?
- Çünkü insan için gizli bir hazinedir… İNSAN içinse HAZİNE’dir…
- Gizli değil midir yani…?
- E sen demedin mi ; “BİZ’e hiç gizli olmadı” diye…
- Dedim…
- İşte… “BİZ “ diyene gizli değildir… BİZ diyen de İNSAN’dır… Çünkü İNSAN ÂLEM’i CE’M edendir… BİZ dediği yalnızca insan topluluğu değildir…
VAR’lığın TÜMܒdür ki ZAT-en VAR’lık TÜM ve BÜTÜN’dür ve BİR’dir… Çokluk TECELLİ’lerdedir…
- Abi bana niye anlatıyorsun ki… AN-LÂ-mayana anlat…
- İyi de AN-LÂ-mayan BİZ’im dilimizi nasıl anlasın ki?
(VÂKIA suresi 79. ayet) : Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir. Buyurur… Tahir olanlar yani… TAHİR΅
- Anlamayanlar temiz değil mi?
- TEMİZ’lik GÖNÜL’de olmalı… Oradaki kalabalık temizlenmeli… BİR TEK O olmalı ki GÖNÜL temizlensin… TAHİR olsun… Ancak o zaman “AN” lanır her “ŞEY” ve tüm “ZAMAN”lar…
- O zaman demek ki insanlar gönlü kalabalık olanlar…
- Evet ama o kalabalık ancak putlardan oluşmakta…Kimi malım demekte, kimi aşım, işim, evladım… Ki bunları sahiplenen NEFS’tir…
- BİZ’de NEFS yok mu?
- VAR mı?
- Ya sen benim sorduğuma bakma… Ben bilmediğimden sormuyorum… Şimdi muhabbet bitecek .. bari dinleyenlerin dinlediğine değsin…
- Gerçekten gönlüyle dinleyenler için aslında her AN dinlemeye değer ve ÂLEM’de her ŞEY kendi halince anlatır O’nu… ve anlayan AN’lar İllâ ki böyle söylemek gerekmez…
- Evet gerçekten anlayan AN’lıyor Bak mesela Gariban var ya…
- Hııı hani şu İngiltere’de ki
- O mesela geçen BİR’iye konuşuyordu… Taaa çocukluğunda babaannesinin yaşadığı bir şeyi anlatıyordu… Mutfakta babaannesi elindeki bezi kafasına koyarmış bazen…
Sonra da ararmış… Barbaros’a sorarmış “bez nerede ?” diye…
O da ; Başının üzerinde babaanne dermiş…
- E ne anlamış bundan Barbaros peki?
- Ne anlamışı var mı… Gizli olan nasıl gizlidir ve nasıl bulunur onu anlamış…
- Haaa… demin ki konuyu diyorsun sen… Gizli bir hazineydim… Halbuki gizli değilmiş… yalnızca göremeyen içinmiş gizliliği…
- E bilmiyorum artık… Çünkü Barbaros bazen araya İngilizce kelimeler katıyor… Mesela İngilizce ;”KİM O ?” diye sorarken ; HU… sesi çıkıyormuş…
- O’nun bir arkadaşı var halim diye… O da İngilizce’de Barbaros’tan eksik kalır yanı olmadığını göstermek için kendini yırtıyor… Diyor ki ; İngilizce BİR yazarken de “One” diye yazıyorsun… BİR O ile başlıyor diyor…
- Halim İngilizce biliyor mu?
- Ya ne bileyim ben… bizim dilimizi biliyor mu… ama bak işte yazıyor…
- Hatta şu an aklından İngilizce “BEN “ yazmak için “ I “ harfini kullanmak gerektiğini bunun da aslında ELİF harfi olduğunu düşüncesi geçiyor…
-Sen nerden biliyorsun ki Halim’in ne düşündüğünü…?
- Çünkü Halim benim düşündüğümü biliyor…
- Hıı… siz Kulihvanileştiniz iyice yani…

SEN BEN’de BEN SEN’de gibi
İKİ’miz BİR TEN’de gibi…

- E ZAT-en bütün bu işler O’nun başının altından çıktı… yoksa ne işi vardı Halim’in ELİF ile HU ile… Bak şimdi gecenin bir yarısı kendi kendine bir Güllale oluyor, bir Barbaros oluyor.. BİR de BİZ oluyor… bizimle konuşuyor… En çok ta Barbarosla konuşuyor… Ama gene de Barbaros diyor ki ; Ya Halimcan bir gelmiyorsun ki muhabbet eylesek…
- Onlar da Hacivatla Karagöz gibi olmuşlar yani…
- Öyle ama Hacivat ve Karagöz oluşları… GÖLGE OYUN’u oluşlarından… GÜLLALE gibi GÖLGE’leriyle oynuyorlar…
- İyi yapıyorlar… şimdiye kadar GÖLGE’leri onlarla OYNADI… şimdi de O’nlar GÖLGE’leriyle oynar, konuşur, dertleş


Bu yorumun devamını oku...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Re: KİM? KİMİM?..
Gönderen: Kulihvani Tarih: 28.12.2008 Saat: 12:09


aşk olsun halim can ne zaman şu necmigillerden söz etsen ta izmirde, burdan bizim eFeM cıkcıklamaya başlamakta..
ne imiş sitemi..
tam 5 gün yalnız koymuşuz,
yemi suyu vermek değilmiş iş yalnızlıkta ötemezmiş..
bir gün küsmüş ama bir daha olmasınmış..

bir de, bak halim can ne güzel oynatmaktaymış güneş-gölge oyununu kuşlarına..
ben ilgisizmişim çoook bilgisizmişim kuş dilinde..
yalnız bırakıp giderken, erken anlattığı düşü yarım kalmış,
pardon yüreciğinde kalmış..
anlat kaküllüm anlat, sen de "Şarkıını söyle hiç durmadan o sana yol gösterecek bu ZOR ÇÖLde!" dedim.
dedim demesine ama kardeşim ne tafra sorma: "Babazizleşme! İştarı çocuk sanma o gördüğün AY Yüzlü NURdu da ŞARKIsında "Er Rahîiim!" diyordu.. İştar dilimizi biliyordu.." demez mi?
"Kes sesini! bilir bilmez ötme! haliminkiler akıllı kuş!" deyince kükredi eFeM..
Ne hazinesisi ne Kıtmiri ne kervanıymış meğer,
Kervan itinin itliği burnuylaymış!
Oysa ben nezle değil gripmişim!
değil hazine burnumu bulamazmışım bu çöl fırtınasında!
her yerde olan kendimi burnumla aramakta ha birem havayı koklamaktaymışım!

iki eliyle 4 kalbin resmini havada çizen güllalenin gölge oyununa figüran olsam deyince gölgemi kaybetmişim de sağ olsun eFeM kendine bakan olmaz bu çiğ süt emmişler ülkesinde diye güneşi doğdurmış şakımış da dün sabah gökler dolusu bulmuş çıkarmış yeryüzüne..

teşekkür ederiz namaz oldu derken kulağıma fısıldadı:
O halime söyle Tahirî Babanın düşünü hayra yorsun!
Biz kuşlar var ya yemyeşil yüreklerimizle her gün binlerce şehidi cennete götürür doyurur sizin bu doyumsuz dünyanızın yüce semalarına salarız!

biznen dalga geçerseniz dalgaya alırız sizi de,
ömür boyu sahille med-cezir oynar da,
İnka-İkrar, yok-var, gölgecilik-güneşçilik işiniz olur!
Öğle SALL Yönelişimiz geçmekte sen işine bense Yaratanıma!" demez mi Halimciğim..

kalktım namaza duracaktım!
Kalbimle Kâbe arası dopdoluydu.
"Kâbetü'l- Kalb" dedim boş çıktı!
Şah damarım gölge olmuş meğersem!
İliğim sızladı her hücrem titredi;
yönsüz, yansız, imkansız, imtihansız, cansız ÇÖLe düşürdü şu sersem Kuş beni diyecekkken hamdolsun Sahibimizin sesini Duyduk ve uyduk..

İlk kez eFeM de lara sahilinde cemaata katıldı benim gördüğüm,
ve Efendimizin sav Müezzini oldu..
cıvıl cıvıl cem' ettik cihan dolusu SALL saldık
İçimize...

sanırım eFeM seni sevmekte,
garibana gönül koymuş gibi,
kendisine bir maket yuva yapmamış mı ne?
neyse o bilmem hep Bedelyaya mı yaparmış gece yarısı..

bir de gölge sırrın saçıverdi diye güllaleye alev atacaklarmış da harmanını yakacaklarmış da yanışına bakacaklarmış daa..

eFeM birden sustu..

Kendin Bilmiş - Rabbın Bulmuş gibi...
dut yemiş bülbüle döndü..
anlayışsızlığıma alındı mı ne?...
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Sevgili Hocam ;
Tüm kuşların hayvanların dilini bilen Hz. Süleyman’a HÜDHÜD kuşu diyor ki;

(NEML suresi 22. ayet)

Derken Hüdhüd çok beklemedi, çıkageldi ve (Süleyman’a) şöyle dedi: “Senin bilmediğin bir şey öğrendim. Sebe’den sana sağlam bir haber getirdim.”


Ve Allah CC.; HÛD suresi 56. ayette buyuruyor ki;

“… Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.”

eFem’in perçemlerine bakınca belli ki Rabbim eFeM’in perçemlerini hiç bırakmamakta… eFeM bizim bilmediklerimizi bilmekte… Söylediklerini iyi düşünmek lâzım…
Şimdi düşünmeden bir şey desem beni de tersler… Çünkü beni seviyor olsa bile eFeM tıpkı benim eFeM (Canan) gibi… Sever ama O’nun sevgisine gereken itina, saygı gösterilmezse
Bir anda… Allah CC. korusun…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Süleyman kuş dilin bilir dediler,
Süleyman var Süleyman'dan içeri...

Kulihvanımız kuş dilinden haber vermede, kendinden içeriden söylemekte...


NEML SURESİ

BİSMİLLÂHİRRAHMANİRRÂHÎM


20.Kuşları denetledikten sonra dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kaybolanlardan mı oldu?"


21. "Onu gerçekten şiddetli bir azapla azaplandıracağım, ya da onu boğazlayacağım veya o, bana apaçık olan bir delil getirmelidir."


22.Derken uzun zaman geçmeden geldi ve dedi ki: "Senin kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir haber getirdim."


23. "Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var."

24."Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar."


25."Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye (yapmaktadırlar)."


26. "O Allah, O'ndan başka İlah yoktur, büyük Arş'ın Rabbidir."


27. (Süleyman:) "Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?" dedi.


28. "Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?"


29. Hüdhüd'ün mektubu götürüp bırakmasından sonra Saba melikesi Belkıs Dedi ki: "Ey önde gelenler gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı."


30. "Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve 'Şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla' (başlamakta)dır."


31. (İçinde de:) "Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin" diye (yazılmaktadır).


32. Dedi ki: "Ey önde gelenler, bu işimde bana görüş belirtin, siz (herşeye) şahidlik etmedikçe ben hiçbir işte kesin (karar veren biri) değilim."


33. Dediler ki: "Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız).


34. Dedi ki: "Gerçekten hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar, böyle yaparlar."


35."Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler."



36. (Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi.


37. "Sen onlara dön, Biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve Biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız."


38. (Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (Müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?" dedi.


39.Cinlerden ifrit: "Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi.

40. Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır.


41. Dedi ki: "Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım doğru olanı bulabilecek mi, yoksa bulmayanlardan mı olacak?


42. Böylece (Belkıs) geldiği zaman ona: "Senin tahtın böyle mi?" denildi. Dedi ki: "Tıpkı kendisi. Bize ondan önce ilim verilmişti ve biz Müslüman olmuştuk."

43. Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (Müslüman olmaktan) alıkoymuştu. Gerçekte o, inkar eden bir kavimdendi.


44. Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum."

SADAKALLAHU'L-AZÎM

Güneşe secde ederken Süleyman krallığına gelen ve eteklerini sıyırarak köşke giren Sebe melikesi Belkıs, Süleyman'ın RABBİNE imân ederek gölgesi ile birleşmiş olsa gerek...

Bizi de eteklerimizi sıyırarak köşke girebileceğimiz Süleymanımızı bilmemizi nasip eyleye RABBİMİZ, gölgemiz BİZde BİR ola hidayete erenlerden, şeytanın süslü gösterdiği amellerimizden çıkanlardan, ALEMLERİN RABBİNE teslim olanlardan eyleye...
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

- Var ya… BİZ böyle konuşuyoz ama hemen de duyuluyor…
- E normal ama şimdi … çünkü bak daha demincek Güllale ile ilgili dediklerimizi BİR’i duymuş… Çünkü ne dedik orda…
İNSAN HEPSİ’dir… E haliyle O’nlar BİZ’den bihaber değiller…
- Evet ama bir süre sanki bihaber gibi yaşıyorlar…
- Öyle olması gerekli… Çünkü “Gizli bir hazineydim…” buyuruyor Allah CC…
- BİZ’e hiç gizli değildi ama… hiç gizli olmadı… O’ndan başka KİM VAR ki kimden gizlensin…
- Ya bak… O BİZ’e öyle… insanlara öyle değil ki…


Demiş diyen...

Soruyor soran da;

Gizli hazine kim? Gizlide olan bilmediğimiz, görmediğimiz RABBİMİZ mi?
Yoksa...

Yoksa görünen bilinen o da görmediğimiz kendimiz miyiz? Aradığımız bulamadığımız BİZ miyiz?

"Kendini bilen RABBİNİ bilir" denildiğinde, denilmek istenen,

"sen seni bil sen seni! " mi...

Yani denilmek istenen o ki bakıp ta oku-yup ta denilen, Kulihvani'nin dediği gibi,

"RABBİM uryan"

Örtülü olan kendimiz miyiz?
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

- Es Selâmünaleyküm EFEM… Nasılsın, iyi misin?
- Ve Aleykümselâm… İyi miyim değil miyim? Böyle bir derdim yok benim… Hem bana bilmediğini sor… Bildiğin şeyi ne diye sorarsın…
- Yapma be EFEM… Hemen celallenme… Neymiş bildiğim ki neyi yanlış sordum…
- E sen şimdi boşuna gelmedin bana… Yazmış oraya BİZ’im ki… Sanki okumadın!
- Ya tamam okudum okumasına da… Bir de senden dinleyim istedim… Kötü mü ettik yani…
- Ya siz insanlar ne garibsiniz… Her şeye böyle bakmaktasınız; İYİ mi KÖTÜ mü?
- Siz nasıl bakmaktasınız peki?
- Halim sen tam gazeteci olmalıymışsın gerçekten… Dur bi kardeşim ya… ardı ardına soruyorsun…
- Haklısın EFEM… Kusura bakma… Gazetecilikten değil de tez canlılıktan bizim ki… Meraktan…
- Sen kalk şiir yaz; Elif neyi merak ediyorsun? Diye… Ondan sonra kendi merakların için bana gel öyle mi?
Sen neyi merak ediyorsun söyle bakalım? Başkalarına nasihat etmek kolay…
- EFEM… bi sakin olsan da… Bak uzun yoldan geldim… Gönlüm seni arzuladı… Muhabbet etmek için geldim…
- Gönül diyen, muhabbet diyenin başımızın üstünde yeri var… Lâkin öyle diyerek bizi kafese kapatanlar BEŞ GÜN boyunca bir başımıza bırakınca unutmuşuz muhabbeti…
- Belli ki sen Hocama içerlemişsin…
- Hııı… İçerledim ne oldu… Sen de ara yapmaya mı geldin… Hem bizim kişilerle işimiz olmaz… Ben içerlemedim… Sadece O’nun gönlüne ayna oldum…
O kendi yaptığının ne anlama geldiğini okudu bende… Yoksa biz sizler gibi duygu ve hislerle hareket ediyor değiliz… Sizler yeri gelir birbirlerinize hakaret veya küfür niyetine; KUŞ BEYİNLİ dersiniz… Sanki kuşların beynini anlamış gibi…
— İnsanın ayıbını yüzüne vurmak doğru mu EFEM?
— Bak işte… Sanıyorsunuz ki sizin düşündüğünüz bizim düşündüğümüzdür… Keşke anlayabilseniz o küçük KUŞ BEYNİ’mizi…
O zaman görürsünüz ki BİZ’lerin yapıp ettiği yalnızca SÜNNETULLAH gereğidir…
— E bizim de öyle EFEM… Ne var ki SÜNNETULLAH harici kalabilsin…
— Öyle mi? Peki O SÜNNETULLAH’ı bu kadar iyi biliyorsun da ne diye yakıştırmalar yapıyorsun bana… Yok, Hocasına içerlemişim… Yok, insanların ayıbını yüzüne vurmak doğru değilmiş…
Sen ATEŞ’e soruyor musun; Niye yakıyorsun elimizi, evimizi ayıp değil mi? diyor musun?
- Hiç aklıma gelmedi doğrusu EFEM…
- E aklına gelmez tabi… Çünkü siz alışmışsınız ancak beden dili ile konuşulur… ATEŞ’in de öyle dili olmadığı için sormazsınız… Ben muhabbet kuşuyum ya… Dilim var değil mi?
Yoksa BÜLBÜL müydüm? Ya da DEVEKUŞU?
- Bak işte yine aynı şeyi yapıyorsun… Ayıbımı yüzüme vuruyorsun…
- Bak işte sen de aynı şeyi yapıyorsun… Beni kendin gibi duyguları, hissi ve nefsi ile hareket ediyor ve ona göre konuşuyor sanıyorsun… Ondan sonra da SÜNNETULLAH’an bahsediyorsun…
Söyle bakalım SÜNNETULLAH’ta yakıp yıkan ATEŞ’e RÜZGÂR’a, DEPREM’e vs. niye böyle yaptın diyen var mı?
— Dedim ya EFEM hiç aklıma gelmedi…
— Nasıl aklına gelmez… Sen Kuran okumuyor musun?
— Valla EFEM OKU-yorum deme hakkımı kendimde görmüyorum…
— Öyle mi… Peki VAR OL ma hakkını kendinde görüyor musun? Yaşama hakkını… Bakma görme hakkını… İşitme hakkını… Ha söyle bakalım… Bunları hak ettin de mi öyle mi yapar oldun?
— Yok, be EFEM… Neyimiz var ki neyi hak edelim…
— O zaman neden Kuran OKU-yorum deme hakkını kendinde görmüyorsun…
— KURAN OKU-makla bitecek ve TAMAM ARTIK BEN KURAN’ı OKU-dum denilebilmekten yüce ve münezzehtir diye inandığım için… “SAV Efendimiz; BİZ SEN’i lâyıkıyla bilemedik”
Buyururken ben nasıl kalkarım da KURAN’ı OKU-yorum diyebilirim CANIM EFEM…
— EDEB’en öyle söylüyorsun yani…
— Doğrusu bu olduğu için söylüyorum EFEM… Gönlümün inandığı şeyi söylüyorum…
— İyi tamam… Ona bir şey demiyorum ama şunu söyle bakalım; ATEŞ’e sormak hiç aklına gelmedi… Hani ATEŞ’in dili yok ya…
— Hııı?
—TÂH suresi 11-12. ayet) Ateşin yanına varınca, ona şöyle seslenildi: “Ey Mûsâ!” “Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuvâ’dasın.”
Bunu da mı okumadın?
— Onu okudum da EFEM… Orada konuşan ATEŞ değil ki… BEN SENİN RABBİNİM… Buyuruyor… Orada konuşan Rabbimizdir…
— Peki, kuşlarda konuşan başkası mı? Ya da diğer tüm varlıklarda… Hatta sizde?
— BİZ’de de konuşan O’dur ama EFEM biz imtihan edilmekteyiz…
— Biz imtihan edilmiyor muyuz peki?
—Hayır, tabi ki… Allah CC. ancak insanları ve cinleri bu amaçla yaratmıştır… Aklı ve nefsi olanları yani…
— E öyleyse ne diye bana yakıştırmalar yapıyorsun… Biz sizin gibi aklımızla nefsimizle nasıl konuşalım da ayıplarını yüzünüze vuralım?
— Haklısın EFEM doğrusu ne söyleyeceğimi şaşırdım…
— SÜNNETULLAH’ı gerçekten biliyor olsaydın o şaşkınlığının neden olduğunu da bilirdin…
Başta da dedik ya… Bizim için iyi-kötü, güzel-çirkin yoktur… BİZ’im her halimiz ancak RABBİMİZİN yazdığıdır… Siz bizi eleştirirken neyi eleştirdiğinizi dahi bilmiyorsunuz…
— Haklısın EFEM… Aslında aklımda ne çok şey vardı söyleyecek ama inan dağıldım…
— Bak; Dağıldım… Diyorsun… DAĞITTI demiyorsun… Hani hiçbir şeye hakkın yoktu… DAĞILMAYA nasıl hak buldun yine…
— EFEM doğrusu ZAT-en imtihanımız budur BİZ’im… Hem ACİZ’likten, Hİǒlikten bahsederiz… Hem de ondan sonra o hiçliğimizle acizliğimizle; şunu yaptık bunu yaptık deriz…
— Evet… Şimdi sen yine ayıbını yüzüne vuruyorum sanırsın ama… Bildiği ile amel etmeyene ne denir?
— Aman yapma gözünü seveyim… Yeterince küçüldüm zaten… Ay aman ne söyleyeceğimi de şaşırdım… Sanki büyük müydüm?
— Ha şöyle yola gel… Yavaş yavaş kendinle yüzleşiyorsun… Ama sen şimdi benim yanımda böylesin… Yarın gene başlarsın asmalara kesmelere… Esersin gürlersin…
— Allah CC. ondan mı Musa’ya; Nalınları çıkar buyurdu EFEM ne dersin?
— Sen ne dersin… İmtihanda olan sensin ben değil… Yoksa beni de sen mi imtihan etmektesin…
— EFEM anlamaya çalışmaktayım… Hem madem sen SÜNNETULLAH’ı biliyorsun o zaman benim de burada oluşumu ve seninle bu şekilde konuşmamı SÜNNETULLAH gereği görmen lazım.
— Öyle mi… Görmeyen ben miyim? Yoksa benim görmediğimi gördüğüne inanan sen mi? Daha demin sen söyledin KURAN’ı okuyamadığını… SÜNNETULLAH’ı doğru dürüst bilmediğini…
Bilmediğin şeyde benim nasıl davranmam gerektiğini nasıl bilebiliyorsun… Hem ben her şeyimle senin bildiğin istediğin gibi davranıyor olsam ne işin olurdu da taa oralardan kalkıp ta benimle konuşmaya gelirdin?
- Ya sen nasıl her şeye böyle cevap verip te üste çıkabiliyorsun suyun üstündeki zeytinyağı gibi…
- Keşke biliyor olsan SU’yu ve ZEYTİN’i…
- EFEM bak ama damarıma basma… Bilmiyorsak ta öğrenmeye çalışıyoruz…
- E madem öğrenmeye çalışıyorsun da ne diye kibirleniyorsun… Damarıma basmaymış…
Damarına basan ben değilim kaç kere söyleyeceğim… Bunu bile anlamıyorsun ki sonra da öğrenmeye çalışıyoruz diyorsun…
- Ya Valla Hocama helal olsun seninle nasıl baş ediyor…
- Hocan benimle baş ediyor mu yoksa baş mı eğiyor?
- Ya tamam bu konuyu kapatalım ben sizin aranıza girmeyeyim… Kusura bakma ben de celallendim biraz…
Aslında ben sana bir şey soracaktım… Hocama demişsin ki;
Öğle SALL Yönelişimiz geçmekte sen işine bense Yaratanıma!" demez mi

Niye sizin ki SÂLL oluyor da bizim ki İŞ oluyor diyecektim ama sanırım cevabımı aldım…
- E sen şimdilik bunları bir hazmet…
- Eyvallah EFEM,eyvallah….
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

— Ya EFEM bütün gece kafam uğuldadı durdu… Uyudum mu uyumadım mı anlayamadım doğrusu…
— Ha şimdi uyandın da anladın yani… Uyuyor musun uyanık mısın FARKINDASIN öyle mi?
- Bir şeylerin farkında olduğumun farkındayım ama henüz farkında olamadığım o kadar çok şey var ki EFEM…
— Böyle düşünmen güzel… Zira TAMAMDIR bu iş deseydin… Gerçekten tamamdı yani senin için… Anlatabildim mi?

Bak sizin GARİBAN ne diyor;
Bir yandan ortada üryân bir yandan gizli bir hazinesin
Hem bağırırsın ulu orta hem sesini duyan olmaz. Beni bilsem Seni bileceğim ama Benden sıyrılmamı istersin. “Bulamadım!” diyince “Buldun!” der, İnansam “Buldum!” desem “Bulamadın!” dersin


- Evet, sağ olsun Garibanım BİZ’lerin hislerine tercüman olmuş…
Ya EFEM ne kadar hassas, ince bir çizgi… Sanki bir ipin üstünde yürüyen cambaz gibi…
— Siz her düşündüğünüze GÖRSEL bir örnek bulmak zorundasınız değil mi… illâ ki bir şeye benzetmeniz lâzım… SIRAT’ı da öyle; Kıldan ince kılıçtan keskin diye nitelendirirsiniz…
— EFEM bazen düşünüyorum da sanki SIRAT hayatın ta kendisi gibi…
— Bunu düşünüyor musun yoksa böyle olduğuna mı inanıyorsun?
— Kesinlikle inanıyorum desem hüküm vermiş olurum EFEM… Hem sen ne dedin az önce bana; TAMAMDIR deseydin senin için tamamdı… Dedin… O yüzden nasıl diyebilirim ki; TAMAM BU BÖYLEDİR…
— Dememen lâzım zaten… Sen birine bir şey veriyor olsan sürekli… Karşındaki dese ki sana; TAMAMDIR… Vermeye devam eder misin?
— E yani etmem tabi ki… İstemediği şeyi niye vereyim… O zaman rızası olmayan bir iş yapmış olurum ve bu da bir yerde zulüm olur…
— Senin Rabbin ise ADL olandır… Sen TAMAMDIR dersen o zaman O niye versin ki… Senin dediğin gibi zulüm olmaz mı?
— HAKK-lısın EFEM… Bak sevindim valla… Bugün daha iyi anlaşıyoruz sanki… Aman nazar değmesin…
— Bugün daha iyi anlaştığımızı düşünmen yalnızca senin beni daha iyi anladığını gösterir. Bunu da belli ki bütün gece uğuldayan kafana gönlüne borçlusun… Yoksa bende değişen bir şey yok…
— Evet, EFEM aslında uyuyamadım diye şikâyet ettiğim şey, şikâyetimin asıl nedeninin giderilmesi içindi… Derman arardım derdime diyen gibi… Hem derman ararız hem de verileni dert sanarız… Biz sürekli sanarız ve sandıklarımız sürekli değişir EFEM… Sende ise tabi ki değişen bir şey olamaz… Sen ancak RABBİMİZİN emrine tabisin…
— Tabi olmanın da ötesinde… Bizatihi emrin kendisiyim…
- …
—Allah CC. ne buyurur;
(BAKARA suresi 117. ayet)
Bismillâhirrahmanirrahim
بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَإِذَا قَضَى أَمْراً فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ

Bedius semavati vel ard, ve iza kada emran fe innema yekulü lehu kün fe yekûn

Göklerin ve yerin yaratıcısı O'dur; bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece "Ol" der -ve o (şey hemen) oluverir.

Olmasını istediğinde ona sadece “OL” der… Buyuruyor… Yani BİZ RABBİMİZİN “OL” dediğiyiz… Emrin kendisiyiz…

Sen dün bana ha bire demektesin ki; SÜNNETULLAH’ı biliyorsun EFEM…
Bilmek AKLIN İŞİDİR… Senin aklın düşünmez mi akıl kimlere verilmiş… Bizim bildiğimiz diye bir şey söz konusu değil… BİZ BİLGİ’nin kendisiyiz ve BİLİNEN’iz ZAT-en… SÜNNETULLAH BİZ’iz…


— Ay EFEM valla ALLAH razı olsun diyecektim ama…
— Eeee söyle madem içinden geldi… Niye durdun…
— ALLAH ZAT-en REŞİD OL-AN’dır… Yani bütün işlerini ezeli hikmetine göre neticeye ulaştırandır… Öyleyse O bütün işlerinden OL-uşlarından RAZI’dır ZAT-en… Diye düşündüm… O… OL buyurduğu her şeyden RAZI’dır… M.Arabi Hz.nin sözü geldi aklıma; O diyor ki; Kâinat’ta her şey Rabbinin emrindedir… Öyleyse her şey Sırat- Müstakim üzeredir…

— Evet… İş ki OL buyurduğu da bu OL-uştan RAZI olsun…
— İsra Suresi’nde 23. Ayette; Allah yalnız kendisine kulluk sunmanı ve ana- babana karşı nazik davranmanı kesin hükme bağladı.
Buyuru… Şüphesiz ki Allah’ın (cc) kesin hükmü yerine gelir… E siz elbette ki o zaman razısınız… Çünkü razı olmayış; NEFS’in MUTMAİN olamayışıdır… Ve NEFS’e bunu yükleyen AKIL… E sizde de bunlar olmadığına göre…



— Ne güzel hem bunları söyleyip te hem de ondan sonra kalkıp; Bu niye böyle. Şu niye öyle deyişinize ne demeli peki? Kendi DIŞ’ınızda gördüğünüzü zannettiğiniz kendinize göre iyi-kötü, güzel-çirkine ve benzerlerine ne demeli…
— Evet, biz diyoruz bunu ama böyle olmaması gerektiğini de biliyoruz…
— E bak gene dünkü yere döndük… Bildiğinizi niye uygulamazsınız… Niye bildiğinizle amel etmezsiniz o zaman…
— Niye olmadığını biliyorsun EFEM… Bizim aklımızın nefsimizin geçmesi gereken basamakları var… Ki her geçişte söz aynı olsa bile MÂN farklı olur bizim için…
— Dedik ya siz her anladığınıza düşündüğünüze görsel bir örnek bulursunuz diye… Bu düşündüğüne de ver bakalım görsel bir örnek…
— EFEM bunu nasıl anlatmak lazım bilmiyorum ki… Çünkü ben habirem yerimde saymakta olduğumdan… Öyle hızlı hızlı geçemiyoruz o basamakları… EMMARE’mizin emrinde kalmışız da kıpırdayamıyoruz…

— EMMARE’nin emrinde kalan halinden memnundur… Ne arasın ki?
— Öyle dersem de şimdi yine nefsim böbürlenir de iyice çakılır yerinde…
— Bırak vız vızlanmayı da sadede gel… Anladığını anlat… Hem sizin nedir bu nefsinizle alıp veremediğiniz… Dua ederken bile; Allahım… Bizi nefsimizin ve şeytanın şerrinden muhafaza eyle diye dua edersiniz…
— Etmeyelim mi yani EFEM… Yanlış bir dua mı ediyoruz…
— Halim benimle oyun oynama… Kendin söyleyemediğini bana mı söyletmeye çalışıyorsun…

— İyi EFEM öyle diyorsun mademki kendim söylerim o zaman; Evet ben de öyle dua ediyorum.
Ama ben duayı ederken şunu da düşünüyorum; Sonuçta nefsimde hangi basamakta olursa olsun Rabbimin SÜNNETULLAH’ı gereği kendine yükleneni yapmaktadır… Şeytan da öyle…


Ben doğrudan NEFS’ imi ve Şeytan’ı kötü bildiğimden onların şerrinden korunmak için dua ediyor değilim… Ben yalnızca tercihimin bu olmadığını beyan ediyorum Allahıma… Allah CC. dilediğini hidayete erdirir… Dilediğini de delâlette bırakır… Sen ne dedin az önce; EMMARE’de kalan halinden memnundur dedin… Ben memnun olmadığıma göre demek ki benim için rıza hali bu değildir… Ben dua ediyorum çünkü RABBİMDEN RAZI OLMAYI tercih ediyorum.


— E o zaman hiç yol alamadım deme… En azından ne istemen gerektiğini anlamışsın işte…
— Evet, bunun için de şükrederim Rabbime… Çünkü O; Şükredin ki arttırayım buyurur…
— Peki, şimdi örneğine gel bakalım… Nasıl oluyormuş söz aynı olsa bile MÂNA nasıl farklılaşmakta bu yolda ilerledikçe…
— Kafamda şöyle bir şey canlandırıyorum EFEM;
“YANGIN VAR” diyen birini duydum diyelim… Bu sözden anladım ki bir yerde yangın vardır ve oradaki biri veya birileri haber veriyor belki de yardım istiyor…

Döndüm sesin geldiği yöne doğru yaklaştım biraz…
Yine söz aynı; YANGIN VAR diyor… Ama bu sefer anladım ki birisi birisiyle YANGIN VAR mıdır YOK mudur sorusuna cevap olarak söylüyor bunu… YANGIN YOK diyor birisi… Diğeri de diyor ki
YANGIN VAR!

Şaşırdım ilk duyuşumda böyle değildi belki başka bir şey daha olabilir diye biraz daha yaklaştım…
Söz yine aynı… YANGIN VAR diyor… Ama anladım ki bu sefer birisi sanki YANGIN satmakta…
Müşteri toplamak için sesleniyor… Haydi, gelin burada bulunur aradığınız der gibi…

Biraz daha yaklaştım… Tabi söz yine aynı; YANGIN VAR… Ama anladım ki bu sefer
BEN’i gösteriyorlar “YANGIN” var diyerek…
Biraz daha yaklaştım ki anlayayım niye beni YANGIN olarak görmektesiniz diye…
Ben yaklaştıkça ses daha ileriye gitti… Ya ne kadar yol geldim halen bulamadım diye şöyle bir arkama baktım ki… GEÇTİĞİM TÜM YERLER YANMIŞ…
YANGIN VAR diyeni bulamadım… VAR-lık olarak… Geride yalnızca YANGIN ve BEN kaldım…
Şimdi artık dönebileceğim GERİ’de bir YER yok… Hepsi yanmış bitmiş kül olmuş… Hayal olmuş geçmişte kalmış… Fakat işte bu yolda yaklaştıkça sürekli değişen MÂN benim hayret ve şaşkınlığıma neden oldu… Bu sefer anladığımı düşünsem de diyemiyorum ki; TAMAMDIR… Şu söyleniyor diyemiyorum…

Çünkü önceki tecrübelerim gösteriyor ki her anladığın ancak bulunduğun noktada öyle anlaşılıyor…
Senin konumun değiştikçe anladığın da değişiyor… Öyle olunca habire anlaşılacak daha çok şey var demek ki diyerek SES’in geldiği yöne doğru gidiyor insan… SES VEREN’i göremese bile…


— SES VEREN’i görmeyi mi umuyorsun… İstiyorsun ki bir göresin bakalım NEY’e benziyor değil mi?
- HAKK-lısın… Söyledin ya sen… Biz hep görsel olarak görmeye çalışmaktayız…
— E peki sen değil miydin; HER ŞEY OLABİLEN’i hangi ŞEY’de görürsen gör BU O’dur diyemezsin… O şey HER ŞEY OLABİLEN’in OL-duğu ŞEY’lerden biridir diyen…
— Ben dedim ama ben ZAT olarak O’nu göremeyeceğimi biliyorum… Kimse de göremez ZAT-en… Benim görmek istediğim ÂLEM’de O’nun ESMA’larını doğru OKU-yabildiğimi görmek…
— Ha illâ inandığın şeyi görmek istiyorsun yani… Bakara Suresi’nde ne buyuyor Allah CC. “Onlar GÂYB’e inanırlar” buyurmuyor mu?
— Evet, öyle buyurur elbette… Fakat BİZ GÂYB’e inandık ta o yüzden inandığımızı ÂLEM’de yaşamak görmek istiyoruz. Bu bizim fıtratımızda var… Hz. İbrahim (a.s) Efendimiz ne diyor;
“İnanıyorum da Allahım… Kalbim mutmain olsun istiyorum… “
Hem Başka bir ayette;

(FUSSİLET suresi 53. ayet)
سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ


Senürihim ayatina fil afaki ve fi enfüsihüm hatta yetebeyyene lehüm ennehül hakk e ve lem yekfi bi rabbike ennehu ala külli şey'in şehid

İleride biz onlara hem âfakta hem nefislerinde âyetlerimizi öyle göstereceğiz ki nihayet onun hakkolduğu kendilerine tebeyyün edecek, kâfî değil mi bu ki rabbın her şey'e şâhid

Buyurur Allah C.C… yani BİZ İǒimizde inandığımız DIŞ’ımızda görmek istiyorsak bu ZAT-en Allah’ın SÖZ’üdür ve bizim de hem HAKK-ımız hem de görevimizdir…
Aşk olsun EFEM yani… Boşuna mı diyoruz; DIŞ’ım NEY’se İǒim O’dur… Diyerekten…


— Aman… İyi ki de bir şey buldun. As boynuna bari tabela gibi…
— Öyle deme EFEM ya… BİZ Rabbimizin lütfuna sevinmekteyiz… O ilham etti diye…
Yoksa bizim bir şey yapıp ettiğimiz yok…


— İyi iyi hayrını gör bir şey demedik… Kaç saattir tepemdesin… Haydi, artık aynı şeyi sana da söyletme…
— Hııı… Siz YARATAN’ınıza BİZ de İŞ’imize öyle mi…

- Öyle mi değil mi kendine sor… Kendinde ara ne arıyorsan… Hem O’nun Esmalarını OKU-yoruz deyip hem de gördüğünüze kusur bulursunuz… ZAT-en SİZ OKU-yasınız diye yaratıldı ÂLEM…
Bilesiniz diye yaratıldı… Çünkü O bilinmekliğini istedi… Ve bilirsin ki O istediğinde “OL” der ve OLUR…

— Bilmekteyiz EFEM… ŞÜKÜR OLSUN BİLDİREN’e… İNSAN’a bilmediğini ÖĞRETEN Rabbimize şükür olsun…
— Güllâle’ye selam söyle… Soruyor ya ;
-
- Soruyor soran da;

Gizli hazine kim? Gizlide olan bilmediğimiz, görmediğimiz RABBİMİZ mi?
Yoksa...

Yoksa görünen bilinen o da görmediğimiz kendimiz miyiz?


De ki O’na… Ne fark varmış KENDİ’si ile RABBİ arasında… FARKINA var mış mı ki BEN miyim RABBİM mi demekte…
BEN dediği KENDİ’ni bilmiş mi RABBİ’ni bilmeye çalışmakta…

Nurullah CAN’a da selam söyle… De ki; Allah kâlplerde olanı bilendir… Ağlamak için köşe bucak saklanmasın… Gelsin konuşalım…


— Söylerim EFEM başım üstüne… Haydi, şimdilik kal sağlıcakla…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Sevgili Halimcanım, selâm getiren gönderen sağ olsun, hele eFeM den geliyorsa, cânımızın dirildiği yerden geliyorsa selâm, bayramımız olur.

Ama eFeM şunu bilsin ki senin gibi söz dinler, laf anlar biri değilim, öyle bir selâmın ucuna iliştirilmiş cevap kandırmaz, avutmaz beni. Ayetteki gibi, yedi deniz mürekkep olsa, RABBİMİN sözleri tükenmez, bunun gibi çatlayana kadar ötse, anlatsa doymam, daha, derim- daha yok mu? Bu kadar mı? Sorularım bitmez...

-Ne?
-Ne demek o?
-Nasıl yani?
-Bu kadar mı?

Uzar gider sorularım. Anlayamadığım için, anlatılanı ve anlatanı daha iyi anlamak için, daha çok söylesin sırlarını açsın için. Sende aslında bunu yapıyor gibisin ama uslu çocuk olarak. Bense kabul etmem hemen öyle pes etmem. Beni ikna etmeli. Ötüyorsa bana göstermeli gerçeği...

"De ki O’na…Ne fark varmış KENDİ’si ile RABBİ arasında… BEN miyim RABBİM mi demekte…
BEN dediği KENDİ’ni bilmiş mi RABBİ’ni bilmeye çalışmakta… "

demiş...

Açsın bakalım ne demek istediğini anlatsın peki bu nasıl oluyormuş, bana bunu yaşatsın, söylemek kolay, bilmemi sağlasın.
Meselâ söyle ona lütfen, aynaya bakıyorum, aynada bir görüntü var.
O ben mi?
Bakanı neden göremiyorum?
Aynadakini görüyorum ama bakanı göremiyorum. Bakana bakamıyorum.
kendimden bir tane daha lâzım kendimi görmem için, aynalar aldatıyor, aynadaki kim?
Bu kadar yeter şimdilik. Bunlar için ötsün bakalım. Bizim buralara uğramıyor, uzak geliyor olmalı yol... Ama sen benim ağzım onun dili olabilirsin. Lütfen, sor ona ve söyle bana...
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

İlahî Halim can,
Şu Kuş Cennetine BİZi soktun sokalı sorma gitsin neler olmakta!
Ahaa bu sabah şehre inilecek iş çok alelacele toplanırken eFeM aldı mı alt perdeden:
"Hayrola tası tarğı topladın, yemi koyup suyu değiştirdin, azimet var!" demez mi!
"Var tatlı dillim iş var sen de boş hamamda şarkını söyle yolunu bulacaksın!" demeye çalıştım!
Aman Efendim; en büyük ceza yalnızlıkmış, herşeyin ve herkesin içinde hiçbir şey ve hiçbir kimse olmayış ne demekmiş!
1600 km/saat hızla ölüme koşan dünya da insan gibi rahat, kaygusuz ve emin olabilmesi için AKLı mı varmış eFeMin!..
Bir de hemen arkamda özel köşk-kafesi ya:
"Halim canın yazdıklarını okudum! ne antikacı şu insan oğlu doğrusu, bir HAZİNE avcılığı amanınn, arayan arayana.. Az olan veya bulunmayan aranır.. Her yerde olanı aradın diye Derbentli Deli Baba seni çölde 4 döndürmedi mi? Hem eğer kireç taşı altın olsaydı Bey Dağları som altın..
kıymeti kalır mıydı çoklukta..
Aranır mıydı altın kovboy filimlerinde elde kevgir az sulu ırmak yataklarında hâlsiz hocam!

Bak BİZim İbibik Baba nasıl aramışta bulmuş, Hz. Süleymanın bilmediği ama beklediği Hazineyi binbir solukta..
Kafasını koparmaktan Belkis kurtarmış sağ olsun Hz. Süleymanın elinden.
Biz Kaküllü Kanaryalar İbibklerle akraba sayılırız başlarımız tellim tellidir..
Onunçün atalarımız da çok bozulmuştu Hz. Süleyman'a İbibik Baba için buyruldu ki ( gül mü lale mi neyse o abla okumuş Kelamullahta):


20.Kuşları denetledikten sonra dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kaybolanlardan mı oldu?"

21. "Onu gerçekten şiddetli bir azapla azaplandıracağım, ya da onu boğazlayacağım veya o, bana apaçık olan bir delil getirmelidir."


Hüdhüd Hocam, Hz. Süleymandan değil, "İçerdeki Süleyman" dan çekinmiş de:

22.Derken uzun zaman geçmeden geldi ve dedi ki: "Senin kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir haber getirdim."

23. "Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var." buyurmuş.


İşte o zamandan beri, BİZe kuş beyinli diyenler MUHİTi meleten Kadına neler verildiğini, Muhteşem TAHTının ne olduğunu, Topladığı eteğini ve Süleymana hangi eksiğini getirdiğini,
AKIL bağına bağlı Dolap Beygiri gibi fırdöndü düşünmeye devam etmektelermiş!..

Bak işten anlayana ne sormuş: "bana bunu yaşatsın, söylemek kolay!" demiş..
İyi vallaa, yAŞamaK kolay mı?
Bak yaşamak için ceylan kaçmakta aslan kovmakta Devranda..
BİLmeden.. BULmadan.. OLmadan neyi YAŞAyacak AKIL KULları..
BİLmek için 16 sene koşturup Bİldik diye bir şehadetname-diploma-belge almaktalar..
BULmak için bir ömür harcarlar..
OLmak için.. Hamlıklarını ve çiğliklerini ve de yozluklarını olduracak sıcaklık nerde var?..
Hurma (aynı zamanda kadın demektir haaaa) bile her yerde yetişmez sıcağını bulmadan!..

Yaşamak ve AYNada AYNnına bakmak hah hahhh!..
Gölge oyuncusunun SIRRı silinmeden Gölgesiyle GÜNEŞİ;
BİLişmez, BULuşmaz, OLuşmaz da,
Eteğini toplayıp SUsuz SUya dalamaz,
Sırsız sırçanın SU sanılmasından,
AYNların BİR cANda CEM'liği,
DEM bu DEMliği
BİZ-BİRiz KÖŞKünde YAŞanamaz!..
"Yemendeki yanımda!.. cik! cik!....

"Tamam eFeM haklısındır, ben derim onlara!" dedim diye dönüverdi bana.
"Halim olsa adam gibi dinlerdi..
Sen ne biçim Kıtmirsin?
Git gideceksen!
Çöle çıkta gölgenle buluş!
BİLEliğe Sahib oluş Beldesinde SABA Yeli koklarsın!
Belkısın Kokusu efsunmuş!
İstersen Sahile in Bulutlara destan yaz!
Otur ağla dalgalarla durmadan!..

Akıllılar HÜR!
BİZse ESİR!
Soktun BİZi beton mezara!
Ne iş, ne aş, ne eş, ne de bağımsız bir baş?..
Gölgesine hasret ben miyim, yoksa YİTİK mi bilmem!..
"Yitik de kim eFeM?" dedim de.
"7N ile 1K" sorucusu ama sen ne anlarrsın kuş dilinden Halim can gelir haydi gidin siz işinize!" dedi de bir soktu başını kanat altına..

Başı kendi elinde-koltuğunda ŞEMS sandım Bir AN!
Yerde yedi damla kan!
Gözlerim doldu!
Tüylerim diken diken oldu!..
Resim
Kullanıcı avatarı
anlamak
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 546
Kayıt: 12 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen anlamak »

Sohbetlerinizden büyük tat aldım. çok güzellerdi. paylaşmaya devam ederseniz okuyacağım için sevinirim...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/anlamak.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Halimcana söyledim eFeMe söyle diye biraz da gözdağı verdim ki öyle üstüme üstüme gelmesin, kibarca, tatlı dillice anlatsın istedim, O ne yaptı? Kulihvani'yi dil yaptı ordan öttü... Maşallah pek bir mahir bu eFem, konuşacak adamı biliyor şakıyor bülbül gibi! Bir gün olur da yolu uzarsa bizim ellere bende öteceğim bir ötüş ile artık ayrılmaz mı olur buralardan yoksa kaçar da gayblara mı karışır bilmem. Şimdi demiş ki Kulihvani'nin eFeMi,

"İşte o zamandan beri, BİZe kuş beyinli diyenler MUHİTi meleten Kadına neler verildiğini, Muhteşem TAHTının ne olduğunu, Topladığı eteğini ve Süleymana hangi eksiğini getirdiğini,
AKIL bağına bağlı Dolap Beygiri gibi fırdöndü düşünmeye devam etmektelermiş!.. "


Ha burda bir dursun bakalım, benim de tam demek istediğimi gayet iyi anlamış, Halimcan erkek, Kulihvani erkek, ben MUHİTi meleten Kadın! Sonra demiş ki, "akıl bağına bağlı"

İyi de a kuş kardeşim, Hüdhüd Süleymana Belkıstan haber getirmedi mi? Tahtını göz açıp kapamaya önüne sermedi mi? Sen öt dur oradan, buyur bakalım bir köşk ile bir muştu getir de görelim. Kaba olmasın sözlerim, lütfen cancağızım, diyeyim. Kaküllerinizden benzeşiyormuşsunuz İbibik'le madem herhal benzeştiğiniz başka yönler de vardır diye demekteyim. Dolap beygirliğinden çıkmamıza vesile olacaksan önce o kutluluk sana erer sonra bana. Yaşamak kolay olur mu ? Hele çöldesin, İZdesin, BİZdesin denildiyse... Sen şuna bak ki; Yunus misali satarım canımı alan bulunmaz diyenlerden olmuşuz... ANlamak ve YAŞamak için son uçta can mı vardı, buyrun... Kalu Belada ilk Bela! diyenlerden olduk, burda da beli ! deriz inşallah güzel eFeMim, sen söyle şarkılarını, duysun kulağımız uysun canımız......


"Yaşamak ve AYNada AYNnına bakmak hah hahhh!..
Gölge oyuncusunun SIRRı silinmeden Gölgesiyle GÜNEŞİ;
BİLişmez, BULuşmaz, OLuşmaz da,
Eteğini toplayıp SUsuz SUya dalamaz,
Sırsız sırçanın SU sanılmasından,
AYNların BİR cANda CEM'liği,
DEM bu DEMliği
BİZ-BİRiz KÖŞKünde YAŞanamaz!..
"Yemendeki yanımda!.. cik! cik!.... "



Sonra da gülüyorsun bana, ah eFeM! gül, eğlen, aleme deli namıyla salsın ünümüz ne var... Seni Süleyman'ın Hüdhüdü yerine koyduk, sırrımızdan sorduk, böyle naz niyaz edip ne arkanı dönersin? Bir güzellik yapta getir Belkısımızdan haber, köşkü önümüze seriver, "su" neymiş, köşk neymiş yaşatarak göster istedik, ya da haberinden ver... Şems sensin, Süleyman sen, Yusuf sensin İsa sen! Bak bunları gönlünü almaya demedim, gönlümden geleni dedim... Kulihvanimiz de seslenelim buradan da öyle bırakmasın seni kafesinde yalnız, sen bize ağız ol O sana dil !
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Sevgili Güllale Canımız inşallah yine konuşur EFEM'le haberlerini getiririz lakin bak Hocama ne demiş;

"Halim canın yazdıklarını okudum! ne antikacı şu insan oğlu doğrusu, bir HAZİNE avcılığı amanınn, arayan arayana.. Az olan veya bulunmayan aranır.. Her yerde olanı aradın diye Derbentli Deli Baba seni çölde 4 döndürmedi mi?

Bak şimdi bunları Garibanımın söyledikleri ile karşılaştıralım;

"“Bulamadım!” diyince “Buldun!” der, İnansam “Buldum!” desem “Bulamadın!” dersin "

Neden "BULDUM" diyene; "BULAMADIN" der bunu gönlümüzde iyice düşünmek gerek diye düşünmekteyim.

Seni tanıdığım için biliyorum ki sen bununla da yetinmezsin... Hadi bakalım halimcan ne dedin burda dersin ki bu yüzden seni yormadan daha açık söyleyeyim ne demek istediğimi...

BULDUM diyen BİRisi... ve BULAMADIN diyen birisi varsa ortada İKİ-lik VAR'dır GÜLLALE CAN... Oysa ki İKİ-lik ŞİRK'tir...
ve şirk O'nun affetmediği (belki de tek) günah şirktir...

Selamlar, sevgiler
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »


Bak burada ne güzel söylemişsin Sevgili Güllâle...
"Meselâ söyle ona lütfen, aynaya bakıyorum, aynada bir görüntü var.
O ben mi?
Bakanı neden göremiyorum?
Aynadakini görüyorum ama bakanı göremiyorum. Bakana bakamıyorum.
kendimden bir tane daha lâzım kendimi görmem için, aynalar aldatıyor, aynadaki kim? "



AYNA'da BİR GÖR'üntü VAR...
BAKAN'ı nasıl göreceksin ki... GÖZ KENDİ'ni nasıl görsün...GÖRMEK için AYNA lazım... O'nun GİZLİ HAZİNE oluşu ÂLEM AYNA'sına bakmadan EVVEL'i idi ki o zaman BATIN idi...

AHİR'de ise bilmek diledi ve AYNA'ya baktı... ZAHİR oldu

O AYNA ÂLEM değil mi BAKAN'a...

ve ASIL OL-AN AYNA'daki GÖRÜNTÜ müdür yoksa BAKAN mıdır?

"Kendimden bir tane daha lazım" diyorsun... O da öyle dedi...
ve M.Arabi'nin dediği gibi BİR ancak BİR ile İKİ'lenir...
AYNA'daki görüntü ile İKİ'lik doğdu

Bak senin alıntı yaptığın şu kısma;


"Yaşamak ve AYNada AYNnına bakmak hah hahhh!..
Gölge oyuncusunun SIRRı silinmeden Gölgesiyle GÜNEŞİ;
BİLişmez, BULuşmaz, OLuşmaz da,


De haydi sende bunlara cevap ver bakalım... Bu sefer AYNA'daki görüntün de sana bunları demekte...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Bismillâhirrahmanirrahim.

(YÂSÎN suresi 1. ayet)


يس

Sîn.

(TÂHÂ suresi 1. ayet)


طه

Hâ.


(NEML suresi 1. ayet)


طس تِلْكَ آيَاتُ الْقُرْآنِ وَكِتَابٍ مُّبِينٍ

Ta sin tilke ayatül kur'ani ve kitabim mübin

Tâ-Sîn. Bunlar Kur’an’ın, apaçık bir kitabın âyetleridir.


SE-BE Melîkesi ;

سب

SÎN ve B 'dir...

SEN HAKK’ta “İMAM-in MUBİN”,
HÂLK edilende “TURİ SÎN”
SEN “TÂ-H”sın ve SEN; “YA SÎN”
SEN ÖZ’ümden İÇ-ER-isin.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kuloglan
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 156
Kayıt: 26 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen kuloglan »

Yunus Emre Kuddise Sirruh Azizin bu şiiri bu konuya bence çok uyuyor hocam:
Süleyman Kuş Dilin bilir dediler
Bir Süleyman vardır Süleymandan içeru
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/118-119kr.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Bu bölümü düşünmedim mi sanıyorsun Halimcan, baktım, gördüm, eyvah dedim. Diyen demiş, oku anla da yap bakalım... Ümitsizce kalakaldım. ANlamadığım noktanın içinde bu da. Gölge oyuncusu kim? gölge sırrı ne? gölge oyuncusunun sırrı nasıl silinir?
Soruyorsun, önden buyur diyorsun da Resulun (sav) ayak izine ayağımızı oturtamadığımdan mıdır aklım kabı dar sığmaz ondan mıdır bilmem anlamak nerede? Cevap nerede... Bunların cevabını eFeMi anlayan der desem sen yan çizersin Kulihvani yan bakmaz. Acize de sabır ve teslimiyyet kalır, onu da becerebilirse, yüreği yeterse...
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

- Hayırdır Halim keyifsizsin...
- Bilmiyorum ki EFEM… bazen öyle oluyor.
- İnsanın kendinde olanı bilmemesi ne garip değil mi… Belki de asıl bilmediği kendine olan değil de KENDİ’sidir…
- Zaten sıkıntımız O’dur EFEM… Ne buyurur Efendimiz… Kendini bilen Rabbini bilir…
- Demek ki sıkıntınız Rabbinizi bilemeyişinizden kaynaklanıyor… Hani sen bilmiyorum ki dedin ya… Demek ki bilmiyor değilmişsin… biliyormuşsun…
- Bilsem de işte bildiğimi bilmiyormuşum…
- İş habire kendi içinde dönüyor dolaşıyor…
- Bazı günler öyle hoş oluyor ki insanın gönlü… Neden hep o güzel haliyle kalmıyor …
- Hıh güzeli buldunuz ya hemen kalın orada… Bilmediğimi bilmiyormuşum deyip te ondan sonra güzeli bildiğini düşünüyor oluşuna ne demeli…
- O’nuda düşünüyorum EFEM… Hem ayet var; Siz seversiniz ama o sizin için şerdir… ola ki bir şeyden de hoşlanmazsınız ama o sizin için hayırdır buyurur Allah cc.
- O zaman niye aynı halde kalmayı istiyorsun… Ne var ki Âlem’de aynı halde kalabilen… Sen HÂL olarak aynı kaldığını düşünsen bile HER AN YENİ BİR ŞE’EN de OL-AN, her ŞEY’i o anda YOK ETMEKTE ve YENİDEN VAR ETMEKTE’dir…
- Mevlana’nın dediği gibi; Cesette daimilik göstermekte… Biz durduğumuzu düşündüğümüzde sanki dünya duruyor mu…
- Aslında sıkıntı zaten buradan doğuyor… İnsanın lafzî olarak ilmi biliyor oluşu bir şeyi çözmüyor… Ama şu oluyor ki soru sormasına neden oluyor… doğru soruları soran da doğru cevaplara ulaşabiliyor… Ondan denmiş ki ; SORU İLMİN YARISIDIR…
- Evet EFEM… Doğru soruları bulamadığım için sıkılıyorum… ve doğru cevapları bulamadığım için… Ve en önemlisi sıkılmamam gerektiğini bildiğim halde sıkılıyor oluşuma da sıkılıyorum…
- Halim insanın tüm sıkıntısı içindeki Firavun’dan kaynaklanır… O Firavun ki nice mucizeler görür de yine de kendi aklını rab ilan eder…
- Ben de mi öyle yapıyorum EFEM… Ben de firavunumla baş başa mıyım yoksa…
- E öylesin yani… Çünkü sen neden sıkılıyorsun ; Anlayamadığın için… Anlamıyor oluşun seni neden sıkıyor?... Anlamadığın şeylerde biliyorsun ki senin aklının ötesinde bir şeyler var ve sen ulaşamıyorsun… Ulaşamadığını düşünmekte seni sıkıyor… Aciz olduğunu kabul etmek mi güç geliyor sana?
- Doğru diyorsun da EFEM, bu anlama isteğini de ben bilerek isteyerek var etmiş değilim ki…
- E işte zaten o da aynı şey… Sen senin dışında bir VAR EDEN GÜǒün var edişinden dolayı sıkıntıdasın… Sana kalsa belki de o anlama isteğin olmasın ki rahat edeyim istersin…

Anlamış olsan ne olacak… VAR EDİŞİN izahını yapacaksın kendine ve rahat edeceksin… O zaman bilginden dolayı KONTROL edenin sen olduğunu düşüneceksin… Çünkü bileceksin ki şöyle olacak… böyle olacak…


- Bilmiyorum ki gerçekten istediğim bu mudur… işte mesele kendimi bilebilmekte… Niye istiyorum niye istemiyorum, amacım nedir… belki bu soruların cevaplarını kendime net veremediğimden sıkılıyorumdur…

- O’nun var ettiği BİR ŞEY’i, BİR HÂL’i istiyorsun ama diğerini istemiyorsun… Yani bir yandan SEN’i istiyorum derken diğer yandan sırt dönüyorsun... Benim bildiğim istediğim sen bu değilsin diyorsun… Tam olarak anlamayı istediğini zannederken sen istediğin kadarını anlamayı tercih ediyorsun… Sonra da anlayamıyorum diye sıkıldığını söylüyorsun…

- E nasıl anlamalı peki EFEM… ne yapmalı…
- Ne olması ve nasıl olması gerektiği açıklanmamış mı size… Nasıl sorabiliyorsun bunu?
- Açıklanmış EFEM ve hem de EN GÜZEL ÖRNEK te gösterilmiş bize…
- E o zaman mesele nedir?
- Mesele işte bu… KURAN’da MİSÂL’lerle anlatılanların ne olduğunu anlamayışımız…
- Ya da anladığınızı yaşamaya yanaşmayışınız değil mi… GÜZEL AHLÂK üzere yaşamanın nefsinize zor gelmesi…
- Evet işte bunun için de istiyoruz ki nefsimizi öldürelim de güzel ahlak üzere olalım
- Allah’ın yarattığı bir şeyi öldürmekten bahseden nasıl GÜZEL AHLÂK üzere olabilirmiş… Siz GÜZEL AHLÂK’ı ararken yaptığınız ahlâksızlık size güzel mi görünmekte…
- Herkese kendi doğruları güzel görünmekte…
- BEN KUL’umun ZAN’nı üzereyim… buyuran da bundan buyurmuş… Çünkü kul kendi ZAN’nı ile tercihini yapmakta…
- Öyleyse kim neyi tercih ederse etsin ASL’ında YAPAN EDEN O’dur değil mi…
- Yapan eden O’dur amma işte siz birbirinizin yapıp ettiklerini de beğenmezsiniz ki… Anında hasım kesilirsiniz birbirinize... Yaradılanı YARADAN'dan ötürü seven gibi sevmezsiniz... KURAN’ı en yükseklere asarsınız da insanı ayak altına atarsınız… Zaten sizin ayağınızın altında olandan da haberiniz yoktur ki ; Allah CC’un REZZAK ESMA’sının en bariz tecelli yeri olan TOPRAK sizlerin ayakları altındadır…
- Biz de boynumuzda ağleller ile gezinir dururuz da eğilip ayağımızın altındakine bakamayız…
- Baksanız bile siz ÖRTܒyü görürsünüz… Allah CC. REZZAK ESMA’nı TOPRAK ile örtmüştür…
- Evet EFEM gerçekten şu an içim yanıyor… Biz bir yandan heryerde OL-AN’ı aradığımızı söyleyip te bir yandan da HER ŞEY’ de OL-AN’ı unutup PERDE’lerle, GÖLGE’lerle , ÖRTܒlerle haşır neşir olmaktan İǒini açıp ta bakmayı unutur olmuşuz…
- Evet… siz önce açın da kendi içinize bakın… Neden Allah CC. “BEN İNSAN’ın SIRRIYIM… İNSAN da BENİM SIRRIM….” Buyurmuş…
- SIRR deyince gözlerimiz parlıyor da EFEM, ASL’ında sırr SANDIĞIMIZ ayan beyan ortada iken… ne demeli bilmem ki…
- SANDIĞINIZ şey size SANDIK olmuş ta içinden çıkamaz olmuşsunuz… SANMAK’tan çok AN’makla uğraşsanız belki daha hayırlı olur sizin için…
- Eyvallah EFEM… Akşam namazı yaklaşmakta… Haydi SEN YARADAN’ına biz de İŞ’imize…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Halim canım sağ olasın da şu eFeM e ne demeli..
Akşam olmuş ezan başlamış Medine ezanı hemde..
Kalmışız Lara Çölünde ancak âlet okumakta ezanı..
Hörmet Ayı Orucunu açmak telaşı var..
Fatmaana koşturuyor ama bir yandan da: "şu kuşa ne oluyor böyle!" demekte..
Dedimki: "yahu bu kuş değil Halimin HÂLDAŞI!.. Baksan ya haber almış gibi şakşak ötmekte!.."
Bakalım bir ne var sitemizde derken döndüm baktım ki kırk kulak kesilmiş kerata dinlemekte.
Okumayacaktım ama Fatma Ana'sı israr etti okuduk..
Aman bir tafra dersin ki hani o Yûnus Baba:

"Bir BEN vardır BENde BENden İçerü!"
buyurdu diye:
"Tekkesi yıkıla başı kesile!" diyen Ebussuud Efendi olmuş BİZim eFeM!..
Sanki bana der ki:
" Sen BİZ kuşları bir ŞEY bilmez sanırısın ama bak gör de utan BİZ Halim Babamızla nasıl kaynattık da pekmez kıvamına getirdik Muhammedî Melâmeti!"
"Tamam kaküllüm bir parmak da BİZ alırız!" demeye kalmadı..
Mahzunî Canın:


"AŞK Atına ölmek ile varılırrrr
Ne yatarsın gönlüm kalk yürü yürü yürü yürüüü!
Akan göz yaşlarım sana sarılır
Dertlerim başımda var sürü sürü sürü sürüüü !
Oyyy vayyy var sürü sürüüü!

Tanımaz korkuyu bilmez imanı oyy oyy
Dinlemez sözünü duymaz fermanı oyy oyy
Güzellere mesken eder bu hanı
Mezarıma koyma gel diri diri diri diriii!
Oyyy offf vayyy gel diri diriii!

Malın mülkün varsa al senin olsun oyy oyy
Eğer aşkın varsa al senin olsun oyy oyy
Emrah Mahzunî'den YOL senin olsun
Başımızda belâ kör sürü sürü sürü sürüüü !
Oyy vayy kör sürü sürüüü!
Offf kör sürü sürü!.."


Başladı mı BİZimki Babaziz Raksına!
Dersin delirdi ama değil Âşık kuş, âşık kardeşim!..
İştar kayıp!
Nûr nerde Allah bilir..
OL-ÂN lar olmaya devam etmekte elbet, duracak değil ya eFeM coştu diye!
Bıraktık aşı çorbayı döndük kıyama!
Devran da Seyrandı ama,
Aldı mı paçamız ALEVi!
"Bana SU verdi!" diyen de yok ÇÖLde..
Yan yanabilirsen!
DayAN dayANa bilirsen gel beri beriii!
Oyy Off gel beri beri!..

Hani yörüklük de var ya kanda Hasan Dağı cümbüşü sanki,
Dersin Deli Anşa: "Dönelim!" dedi de döndük sesiz ısısz ve kimsesizler gibi..
Bir yudum SEVgi!..
"Amann eFeM ben size ayak uyduramam KOÇum!
Halim de çok iyi saz çalar ama naza çekmekte!
Bak şimdi birazdan sohbet var açılışı sazla yapar, kimbilir döktürür de sen de şaşa kalırsın KENDİ Kafesinde bir hoş ve serhoş olursun!"
dedim de:
KOÇum dediğime alınıvermiş Allah cc onlar için buyurmuş ki:


"Üstlerinde kanatlarını aça-kapata uçan kuşları (hiç) görmediler mi? Onları (havada) Rahmân olan Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz O her şeyi görmektedir." (Mülk 67/19)

"Biz Kuş oğlu Kuşuz!
Sizin Kimoğlu Kim olduğunuz sorgulanmakta!
Köşe bucak aramaktasınız ASLınızı FASLınızı!
Baksan ya dün yatsı abdestiyle sabah namazı kıldı Deve Kuşunun dostu Barboros Abi: " el RAHMÂN ve EL RAHÎM" esmalarının analiz ve senteziyle!.."
demez mi?

"Oldu olacak İntegral Türeviyle!" der demez:

"Hahh işte! Tam isabet "Yumurta-Kanaryadan, Kanarya da yumurtadan çıkar-çıkmaz!" bir ömür DÜŞünüYORuMlarsınız artık Hâlimce!
Hocam sen şu BİZim suyu bir değiştiriver de Notre Dame'ın Kamburu vefâlıdır sadıktır SEVerse SEVgi "KELİME"si "İSÂ" olur bak sana bir KUŞ Dili Duası ederiz!.."

"Aman eFem beni bağışla ne olur ben anlamam kim bu dediklerin!"
"Yuhhh Hocam!" dedi.
Şaşa kaldım.

"Bana SU vermişti!" dedin ya dedi.
"Ulaa kardeşim onu bana bir Çiçek demişti!" dedim
.
"Bırak çiçeği, çalıyı gülü mülü de dinle!
"Eksik-tamamlanmamış" anlamına gelen Quasimodo en çirkin yüzlü en yiğit Özlüdür! Ama neylersin Felek tüllemiş özü-yüzü Hocam!"

"Bu isim de BİZ im Üftade-gözden düşmüş, Fuzuli-boş iş, Meryem-hizmetçi! gibiymiş!" dedim de ters döndü.
Bozuldu yani Halimcan!
Neyse suyu değiştirdim de:

" BİZim Çirkin Kanbur, Çingene Esmeralda Dilberiyle buluşmuş Kader Dairesinde!.. Kanburumuzun KALBi Alevlenmiş hemence ANîden!.. Ama Esmeralda bu, zilli zârife kiralık kalbiyle Kırk katlamış kaderi ve eden bulur zindanından Çingene dostları ve Quasimodo kurtarabilmiş."
"Tamam Koçum, pardon kaküllüm sohbet başlayacak!" demek istedim.
"SİZ ne anlarsınız AŞKtan! Esmeralda'yı Aşkı anlamayışı AStırmış! Quasimodo ise AŞKına ASılmış!..
Arkalarından ağlayanlar göklerin SEVgi Kuşlarıymış sadece!.."


Baka kaldım OLmuşlara - OL ANlara ve de hatta OLacaklara Halimcan!
Allah aşkına şu kuşlarını sal bu tarafa da sesi kessin şu eFeM bana içten içe içerlemekte, öfkeden terlemekte hasta olacak kardeş-canım şu kuş!"

Sesi kesiverdi birden pes doğrusu kuş deyip geçersem bir daha ben!
"Bak eFeM Mahzunî'nin:

"Kıymet bilinmiyor zülf-ü yaylarda
Dön kara gözlüm
Dön geri geri!. Dön geri geri!.."

Der demez döktürmez mi bizim ki yine..
Anlayamadım kederden mi neşeden mi çilesini çiler tatlı dillim!
Keşke kuş olsaydım!
veya:
Meryemce:
"küntü nesyem mensiyya: unutulup gitseydim!" (Meryem 19/23) dedim.
Sînemin acı suyu yüzümden kayarken yer yüzüne..
.

Not: Hani şu geçenlerde Lara Sahillerini şereflendiren 786 vardı ya. İşte o yakışıklı genç pozunu çekmişmiş eFeMin. Bende koyuverdim tepeye Kanarya görsün Kâinât diye. İşte buna kızmış gibi göründü eFem. Ama yutmadım bu kızmayı. Yan cabime koy der gibiydi vaallaa haalimcanım cakası hoştu!..
Resim
Aynur_34

Mesaj gönderen Aynur_34 »

s.a

burda diller değil sanki kalbler konuşuyor.... çok güzel...
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Sevgili kardeşimiz doğru diyorsun, harfler, kelimeler dillerimizdeki anlam yükü ile doymayınca kalplere düştü görev. Aşıklar coştu, kalplere tebdil eyledi hallenmeyi, eFeM sağ olsun, onların kalplerine öttü kalplerinden duydu, kalplerinden konuşturdu... Artık diller aciz kaldı anlatmaya hâlleri...
Herkes konuşamıyor eFeM ile, Halimcan bu işin başı, Kulihvani ustası, Barbaros nazlısı. Ben gibilerde onları okumaya anlamaya duymaya ve uymaya çalışıyoruz.
Aslında kalplerimizdekini dökebilseydik ne varsa, yükümüz pay oldukça azalacak, köşk boşalacak, SULTAN nazar eyleyecek diye umutlanırım. Belki de boşalınca nazara uğrayınca konuşuluyordur eFeM ile...
Belki de eFeM can kulağımıza ötünce, İsrafil'in Sura üflemesi ile dirilecek canlar gibi dirilinmekte ve duyulabilmektedir.
Senin vesilen ile soralım aşıklara, Biz nasıl konuşabiliriz kuş dilinden, nasıl konuşur kalplerimiz? Ya da nasıl duyulur sesi?
Aynur_34

Mesaj gönderen Aynur_34 »

s.a

İhvan hocamın sohbeti dinlenir çayı içilir... Murat paşa dervişlerinin vazgecilmezidir.... Allah ondan razı olsun


onlarda kalb dili bizdede gözü olsun gullale kardeşim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

- İçim sızlıyor EFEM… Hani burnumun direği sızlıyor deriz ya… Öyle işte…
- İyi ya sevin o zaman… Demek ki SEV-iliyorsun…
- Niye ağladığımı bilmiyorum ki sevineyim EFEM… Sadece bazen öyle durduk yerde ağlamak geliyor…
- Nedeni niyesi ne olursa olsun GÖZYAŞI daima aynı kaynaktan akar…
- ÖZ Kaynağından mı?
- ÖZ’deki RAHMET’in MERHAMET’in kaynağından… Ağlayan kimse bir şekilde O kaynaktan bir sızıntı yakalamıştır…
- İnsan O KAYNAK’a bilerek veya bilmeyerek uğrasın fark etmez mi?
- Bilmesi veya bilmemesi Allah’ın takdirindedir ama takdir olur da bilerek uğrarsa o daha makbuldür ancak Allah CC. RAHMET’ini şarta bağlamış değildir Halim… “Âlemlere Rahmet “ demiş… göndermiş… Yeter ki ihtiyacı olan gelsin…
- Hani demin dedim ya; Niye ağladığımı bilmiyorum diye… Aslında niyesini bilmesem bile işte beni ağlatan şeyin bu olduğunu biliyorum… Yani nasıl anlatayım… Allah’ın ve Resulü’nün nasıl olup ta tüm yaptıklarımıza rağmen bize bu denli merhametli oluşlarını düşündükçe… İçim doluyor EFEM… Hani bağırırsın çağırırsın ama sonuçta yine ANAM der de sarılırsın ya… ANA da her zaman bağrına basmaya çoktan razıdır… Bunu bekliyordur zaten… Onun gibi…
- Onun gibi oluşu O’ndan oluşundan… Bağırsan da çağırsan da aslında içinde öyle olmayı öyle yapmayı istemeyen bir yanın vardır… Duyarsın sesini ama bastırırsın… Ne zaman ki buna güç yetiremezsin işte o zaman ağlamaya başladığın ve sarılmaya karar verdiğin andır… Belki ağlamasını tutabilse insan, sarılmayacaktır ama… Gözyaşları aktığında zaten niyeti açığa çıktığı için daha fazla gizleyemez…
- Bu yüzden sevinmek gerek değil mi?... Çünkü ağladığın an SEVGİ’siz ve SEVGİLİ’siz olamayışının hal yoluyla dile gelişidir… Kendine dahi itiraf edemesen gizlesen bile… Ve SEVGİLİ sarılmak için bunu beklemektedir…
- “Ağlamak AŞK için ağlar örmektir, DİKEN’ler İǒinde GÜL’ü görmektir.”
- Evet… O bağrışlar çağırışlar, isyanlar sitemler… Çekilen sıkıntılar… Hepsi dikendir önce bağrına batar… Canın acır da… Ağlamaya başladığın an sevgilini kendine çekmek için ağları örmeye başladığın andır…
- Nasıl da biliyorsun işine geleni… Sarılışın bile kendin için değil mi… SEVGİLİ için değil…
- İnan EFEM ben de onu düşünüyorum… Nedendir insanın bu denli bencil oluşu bilmem ki… Hani o sarıldığı ANA’sına BABA’sına bile bir şey olursa diye korkarken insan; Size bir şey olursa ben ne yaparım? … Diyebiliyor… Ben de çok düşünürdüm bunu… Anama babama bir şey olsa ben ne yaparım derdim… Onlara ne olacak diye düşünmüyor insan…
- Ne oldu o kadar üzüldün korktun da… Sonuçta olmadı mı?
- Oldu EFEM… En çaresiz anımda bırakıp gittiler…
- Seni bıraktılar diye kızdın mı o zaman onlara…
- Onlara niye kızayım… Allah’a kızıyordum… Bu kadar içimi bildiğin hâlde neden yaptın bunu bana diyerek…
- Ne dedi Allah sana?
- Ben de çok bekledim bir şey desin diye… Ama zaman içinde gördüm ki… O’nun demesi OL’uşların ta kendisiymiş…
- OL-AN’lar ne dedi peki?
- OL-AN’lar ne demedi ki EFEM… Halen de demeye devam ediyor ve son nefese kadar da devam edecek… Ancak önemli olan bana ne dediğinden ziyade; her insan hayatına bakmalı ve ne dendiğini ne anlatıldığını görmeli… Bunu söylemek daha doğru olur… Çünkü hiçbir olan şey boşuna olmuyor hepsi bir şeyi anlatmak istiyor insana… Nasibinde anlamak olana…
- Senin nasibinde varmıymış anlamak…
- Şu ana kadar olanları varmış ki EFEM olmuş işte… Ama sonrasını Allah bilir…
- Doğru söylüyorsun… Ama hep böyle düşünüyor değildin değil mi önceden…
- Sen de bugün amma uysalsın EFEM haa… Hiç terslemedin etmedin… Demek ki sana da mı ağlamak gerekiyormuş…
- Ya tamam bırak sen beni… Bak zaten sizin GÜLLÂLE soruyor EFEM’le nasıl konuşulur diye… O senden bin beter âşık, üstelik meraklı alabildiğine… Gelir şimdi ağlar, sızlar bir güzel döker içini bana… Benim yüreğim ne ki hepsini kaldırsın… Soruma cevap ver sen… Önceden de öyle miydin?
- Hiç sorma EFEM öncesini… Olanların ne dediğini sordun ya demin… İşte en bariz örneği bu… Ben ne kadar da bir uçtan bir uca döndüm… Veya döndürüldüm… İşte bunu düşündükçe hep diyorum ki; Allahım gerçekten ben bu lütfunu hak edecek ne yaptım ki?
- Başta da söyledik ya Halim… Allah merhametini şarta mı bağlamış… Ama şu var ki yine de görünürde merhametine vesile olacak bir şeyi bir olayı yaratan da yine O’dur…
- Ben de yapmışımdır yani bir şey öyle mi… ya da bana yaptırtmıştır…
- E baksana Kulihvani ile konuştuk ya;
- Evet, okudum dün onları güzel konuşmuşsunuz…
- Ya konuştuk konuşmasına da bakma… Damarıma bastı dün… Sağ olsun FATMAANA’mız var da ANA merhametiyle yetişti bize… Bak biraz ilgilen diyoruz… Naz ediyoruz… Cilve ediyoruz… Küsüyoruz falan ama hep iş güç, hep iş güç… Ondan sonra da ben de öyle diyorum işte; Haydi sen işine ben de YARADAN’ıma…
- İyi de EFEM Hocamın dediği her iş güç zaten YARADAN’ı ile birlikteliğidir… O ne yaparsa O’nunla yapar…
- Biz kiminle yapıyoruz Halim Bey…
- EFEM Cananlaştın sen de ha… Ne oldu bey mi olduk… Ay Allahım ya iyi ki dedik bugün uysalsın diye… Uysallığın ardında neler gizliymiş böyle…
- Bir şeyin gizli olduğu yok… Siz körsünüz… Her şeyde bir örtü görürsünüz de sonradan biraz gözünüz açılır da görürseniz dersiniz ki; Bunun altında bu gizliymiş… Hâlbuki o önceden de öyleydi ama sizin görüşünüz öyle değildi…
- Tamam, EFEM ya zıtlaşmayalım şimdi… Hiç sırası değil valla… Yaralıyım zaten bir de sen vurma ya…
- Hıı… Hemen acındır değil mi… Nasıl da kolayını bulursunuz öyle…
- HAKK-lısın EFEM… tamaaaammm haklısın oldu mu? Dur bi ya… Şu konuştuklarınızı bir konuşalım…
- Bak beni geçiştirme öyle… İnanmadığın şeyi söyleme… Sanki içini bilmiyorum…
- İnanmadığımdan değil EFEM… Sadece üstüme geldiğin için kızgın olduğumdan öyle söyledim… Çünkü bak üstüme gelirsen ağlarım valla… O zaman da sen dayanamazsın bir gıdım yüreğin dağlanıverir… Ben de kıyamam sana… Haydi ya ne olur…
- Hep damardan giriyorsun Halim… Eh ne edelim bu da bir yetenek yani takdir etmek lazım…
- Eyvallah EFEM… Ama bak öyle damardan giriyorsun deme… Sanki planlı proğramlı ya da içten pazarlıklı gibi oluyor… Doğrusunu sen de bilirsin ki öyle değil içim… Olanlar hep damarıma girmiştir de ondandır EFEM… Kanım gibi canım gibi olmuştur… Hep içimde duymuşumdur da… Of ya EFEM… Valla bak ağlarsam susturamazsın… Kulihvani Yasin okurken nasıl kendini yırtıyorsun bin beter ederim seni bak…
- Hıı onu da mı söyledi… Sağ olsun Hocan da içi dışı bir olanlardan, hiç gizli saklısı yok yani… Aslında var ya O Derbentli Deli Hasan sopayı bunun kafasına indirmeliydi ama ıskalamış ne yazık ki…
- Yapma EFEM ya senin bir tarafında sadistlik mi var…
- O ne lan… Neler yakıştırıyorsun bana… Bak Derbentlinin Hocana yapamadığını ben sana yaparım da görürsün sadist midir satanist midir… Size yakışır oğlum öyle şeyler… Biz de olsa olsa CELÂL olur… O da CEMÂL’indendir…
- Oy EFEM ya öldürdün beni valla… Tamam tövbe… Biz böyleyiz işte nankörüz… Ama bak onca nankörlüğümüze rağmen Rabbimiz bize ne kadar da merhametlidir… Onu dedik ya EFEM… Onu konuşuyorduk ya… Bundan geldim sana ya… Haydi, gözünü seveyim…
- …
- Efeeemmm.
- İyi tamam ne diyorduk…
- Hocamla neler konuştunuz onu diyorduk…
- Hıı tamam bak.

- "Bana SU vermişti!" dedin ya dedi.
"Ulaa kardeşim onu bana bir Çiçek demişti!" dedim.
"Bırak çiçeği, çalıyı gülü mülü de dinle!
"Eksik-tamamlanmamış" anlamına gelen Quasimodo en çirkin yüzlü en yiğit Özlüdür! Ama neylersin Felek tüllemiş özü-yüzü Hocam!"
-
- "SİZ ne anlarsınız AŞKtan! Esmeralda'yı Aşkı anlamayışı AStırmış! Quasimodo ise AŞKına ASılmış!..
Arkalarından ağlayanlar göklerin SEVgi Kuşlarıymış sadece!.."

- Ben de mi SU verdim ki BİR’ine… Yoksa ben de Esmeralda gibi aşktan anladığım yoktur ki...
- E vermişsindir mutlaka… Çünkü doğrusu O vermek istediğinde KUL’u veren eder önce… Ki KUL sebeplere bağlıdır ya… Der ki; zamanında şöyle yaptımdı da Allah bundan verdi bunu bana…
- Hâlbuki öyle değildir değil mi… Allah ZAT-en vermeyi dilemiştir de seni VEREN etmiştir önce…
- Elbette ki… Yoksa senin verişin nasıl olacak ki… O VEREBİLMEYİ sana vermekte ki sen de sana verilişini anlayasın diye…
- Dur EFEM… Yani şöyle desek bir anlamda şunu mu diyor; Ey Kulum hatırla ki sen zamanında falanca KUL’uma bir tas SU vermiştin… Sen nasıl ki o suyu verirken İǒinden geldiği için verdinse… Su verdiğin kimseden herhangi bir karşılık beklemedinse… İşte anla ki; BEN DE SANA ÖYLE VERMEKTEYİM… İǒimden geldiği için…
- Ehh… Sen kendine bu şekilde izah yapmaya çalışmakta haklısın… Çünkü bu sizin fıtratınızda var… Ama gerçekte Allah’ın verişini… Nedenini niçinini bilen yalnızca O’dur…
- Bir de şunu düşünüyorum EFEM… HAYY-at ne kadar ilginç… Sanki her şey TERSİNİN İǒine gizlenmiş gibi…
- Hıı değil mi ya… Bana; Bugün ne kadar da uysalsın deyip te ardından da… Neydiyse işte o yakıştırman… İkisi de ben miyim onun… Yoksa aynı olan bir şeyi farklı farklı algılayan sen misin…
- Hiç te unutmuyorsun yani…
- E niye unutayım ki… İşte örnek veriyoruz… Ne konuştuk biraz önce; Olan hiçbir şey boşuna olmuyor demedik mi… İşte bak o olanlardan sen bir şey çıkardın ve dedin ki; sanki her şey tersinin içine gizlenmiş gibi…
- Evet, EFEM; “VAR”lık “YOK” luğun içine gizlenmiş…”HEP”lik “Hİǔ liğin içine gizlenmiş… ve “GÜL”… Gülmek ağlamanın ardına veya içine gizlenmiş…

Nurullah CAN’ı hatırlattın bana… İnşirah Suresi üzerine çalışıyorum dediydi geçenlerde… O Surede Allah CC. buyurur ki ; “ Her zorlukla birlikte bir kolaylık mutlaka vardır”. Demek ki kolaylık ta zorluğun ardına gizlenmiş…

- Aslında GİZ’lendiği yok ta doğrusu şu ki… Giz dediğiniz sizin ÖRTÜ dediğiniz şeydir…
- Evet… O da senin dediğin gibi gerçekte AYNI OL-AN BİR ŞEYİ İKİ (veya daha fazla) ŞEY olarak algılamaktır değil mi… Senin hem uysal hem de…
- Söyle söyle…
- Bir şey dediğim yok EFEM işte senin söylediğinde haklı olduğunu söylüyorum…
- E HAKK-lıyım tabi ki… O’ndan CELÂL dedim senin sadist dediğine… Allah’ın CELÂL ve CEMÂL Esmalarındandır bunlar… Cemâl’de Celâl gizlidir… Celâl’de ise Cemâl gizlidir…
- Evet… Aklıma şu gelir çoğu zaman; DENİZ’e uzaktan bakar insan canı gider güzelliğine… Çeker insanı… Koşar kendini içine atarsın… Ama bir taş, bir diken batıverir de kendini zor atarsın dışarıya… Ya da GÜL’ü görürsün uzanırsın ki koklamak için eline diken batar… Fakat bir de tersi var ki; İşte bak ağlamak istenmeyen bir şeydi benim için… Ve hayatın beni sürekli ağlatışından dolayı düşünürdüm ki ne kadar şanssızım falan… Anlatabildim mi?
- İşte dedik ya OL-AN’lar ne söylüyor ne anlatıyor… İnsan fark etsin, OKU-sun, AN-lasın ister YARADAN… Biz oyun eğlence olsun diye yaratmadık buyurur… Ne var ki insan kendini oyun ve eğlenceden alıkoyan her şeye hasım kesilir… Bu yüzden isyan yolunu seçen de vardır… Doğru yolu gören de…
- Her şey ÖRTܒlmüş EFEM… Hani Müzzemmil ve Müddesir Surelerinde buyurur ya Allah CC; “Ey ÖRTܒye bürünen… Kalk ta uyar…” buyurur ya… ÖRTܒye bürünen buyurduğu artık ÖRTܒlenin ne olduğunu anlayan ve bu yüzden de şaşkınlık ve korku ile eve koşup kendini örten EFENDİMİZ… Ne garip değil mi… ÖRTܒler açılıyor ama insan yine de kendi örtüsünün arkasına gizlenmeye çalışıyor…
- Kolay değil bunu hazmetmesi…
- Evet, EFEM hiç kolay olmadığı belli… EFENDİMİZ’de dahi hal böyle olunca… Doğrusu insan istiyor ama pek te ne istediğinin farkında değil belli ki… Ömer Hayyam’ın dörtlüğü geldi aklıma; Perdenin ardında ne sen kalır ne de ben diyor ya…
- Ama ne edelim ki halen perdenin bu tarafındasın Halim… Ve sen işine ben YARADAN’ıma…
- Ben de YARADAN’ıma EFEM… Bizim her halimiz O’nun dilemesi iledir… Ne mutludur ne şereftir bize insan olmak…
- İNSAN olmak deseydin HAKK-lısın derdim ama…
- Öyle olmak isteğini şevkini veren de Allah’tır EFEM… O dilediğini doğru yola iletir… Bak Hz. Ömer Efendimiz… Elinde kılıçla öldürmek niyeti ile geldi de bir anda; Buyur Ya RESÛL ALLAH… Dedi…
- Madem her şeyi çok biliyon da öyle ne geliyon da başımı şişiriyon…
- EFEM, Muhabbet MUHAMMED’imizin sünnetidir bize… Ve içinde bereketler vardır… Bilmez gibi konuşma…
- E sen bilir gibi konuşmaya başlayınca ben de ne yapayım bilmez gibi konuşmaya başladım… Ne de olsa her şey TERSİNİN İǒine gizlenmiş…
- Canın sağ olsun EFEM… Son sözü söyleyen sen ol… Haydi Eyvallah…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

- Nerden geldi aklıma bilmiyorum ama EFEM bir şey soracağım; Sence balıklar uyur mu?
- OL-AN bir şeyin “SENCE” si, “BENCE” si olur mu?
- Soruma soruyla karşılık vermen yok mu… Bilmem ki ne desem sana… Ama bir şey demeyeceğim… Daha bismillah demeden bir münakaşaya girmeye niyetim yok…
- Niyetin yok öyle mi… niyet etmiş olduğun her şeyi yapabiliyor musun veya niyetinde olmayan bir şeyi kesinlikle yapmaz mısın?
- Yok, işte o konuda tam tersiyim EFEM… Hani insan kınadığını yaşamadan ölmezmiş buyurur ya Efendimiz… O mesele işte… Neyi yapmam dedimse yaptırmıştır hayat bana… Ya da yapabilirim dediğim birçok şeyi yapamamışımdır…
- İyi ya işte… O zaman sadece OL-AN’ı seyretmek düşer insana… Ondan denmiş ki; Görelim Mevlâm neyler… Neylerse güzel eyler… Sen de böyle demez misin?
- İyi valla seninle işimiz var bu gün… Hani derler ya; Bir dokun bin ah işit… Biz de bir soru sorduk bin tane soruyla çıktın karşıma…
- Şikâyetçi misin sorulardan… Hani; SORU İLMİN YARISIDIR… Diyen hadis ne oldu…
- EFEM şikâyet meselesi değil… Yaaaa… Sen her şeye hazır konmuşsun… Keyfin yerinde nasıl olsa… Bizim öyle olmuyor EFEM… Biz gıdım gıdım ilerliyoruz ancak… Hazmede hazmede…
- Bana kalırsa sen de aşırı hazımsızlık problemi var…
- Hıı öyle… Ne yapayım soda mı içeyim… Allah Allah ya… Hem niye sana kalsın… Hani sencesi bencesi yoktu bu işin…
- Beni yanıltmaya mı çalışıyorsun… Tabi ki sencesi bencesi yoktur… Sözümdeyim ben… Ama seninle ancak senin dilini konuşarak anlaşabilirim… İstersen sen benim dilimi konuş öyle anlaşalım…
- E tabi biliyorsun bunun mümkün olmadığını… Dedik ya; Sen hazıra konmuşsun… Biz ancak arayarak bulmak zorundayız…
- E ara o zaman… Aramak için de sorman lazım… Ve sen çok sorudan şikâyet ettiğine göre demek ki çok ta aramak niyetinde değilsin…
- Sana da yaranılmıyor yani... Güllâle'nin kulakları çınlasın... E sen onu niye küstürdün o zaman çok meraklı diye... Bak şimdi diyor ki ; Adım çıkmış dokuza, inmez sekize diyor... Niye teşvik etmedin onu madem... Hem ben bir kere şikâyet etmiyorum tamam mı... Sana bir şey anlatmaya çalışıyorum… Yani diyorum ki EFEMciğim bizim böyle bir durumumuz var diyerek durum tespiti yapıyorum anladın mı?
- Sevsinler… Anlamış mıymışım… Ne çabuk unutuyorsun dediğini… Biz hazıra konduk… Zaten anlamamak diye bir problemimiz yok… Daha doğrusu hiçbir problemimiz, sorunumuz, derdimiz yok bizim… Dert senin derdin, Güllâle'nin derdi... yani sizin derdiniz anladın mı... Güllâle'yi ben niye küstürecekmişim... Güllâle kendi doğrusunu kendisi seçer... Ama belli ki senin bu konuda yardıma ihtiyacın var... Senin yaptığın o durum tespitine bunu da ekle ve söyle bakalım DURUMUNUZU DEĞİŞTİRMEDİĞİNİZ sürece neyin değişmesini bekliyorsunuz… Sen bunu anlayabildin mi?
- Şimdi diyeceğim ki sana; beni böyle ezmek, bana üstünlük taslamak hoşuna mı gidiyor diyeceğim ama alacağım cevap benim hoşuma gitmeyecek… Onun için en iyisi uzlaşmacı olmak…
- Sen kendinle uzlaş… Med-Cezirler, gel-gitler yaşayan sensin…
- Gel-git akıllı diyorsun bana öyle mi?
- Ben bir şey demiyorum… Ama bak öyle mi diyorsun böyle mi diyorsun diyerek benim dediklerimden anladığın şeye göre senin aklına gelen-gidenler habire değişiyor… Ben de bu durumun tespitini yapıyorum. Daha önceki konuşmalarını unutma… Ne demiştin bana…
- Ne demişmişim…
- Bugün seninle daha iyi anlaşıyoruz… Demiştin de ben ne demiştim…
- Hııı… Hatırladım evet; Bugün daha iyi anlaştığımızı düşünmen sadece senin beni daha iyi anladığını gösterir… Yoksa ben de bir değişiklik yok demiştin…
- E o gün bunu anlamıştın… Şimdi neden aynı şeyi yaşıyorsun yeniden…
- Doğru diyorsun… Biz kendi tekrarlarımızı görmeyiz de EFEM; Her AN yeni bir şen’de OL-AN her an yok edip var ettiği halde bunu sanki her şey aynen sürüp gidiyor gibi düşünürüz, tekrar sanarız… Sonra da sıkılırız hayatın tekdüzeliğinden, monotonluğundan şikâyet ederiz…
- Her an her şey yeniden yaratılır da siz tekrara takılırsınız… O yüzden sen o günün öncesindeki haline gittin…
- E şimdi de tekrar bugüne geleceğim… O zaman da sen yine haklı olacaksın… Bak gel-git işte bu diyeceksin…
- Sen anladığın sürece benim bir şey dememe gerek yok ki… Zaten anlamadığın için bana geliyorsun… O yüzden bana soruyorsun…
- Doğru… Zaten de bugün de özellikle bir soru ile gelmiştim…
- Evet… BALIKLAR UYUR MU?
- Uyur mu peki?
- Niye gidip te bir balığa sormuyorsun?
- I ıı… Soramam… Tanıdığım balık yok…
- O zaman diyeyim ki sana uyuması ve uyuklaması olmayan ancak Allah’tır…
- Hııı… O zaman bu demektir ki balıklar da bütün canlılar da uyur… E peki bitkiler?
- E ne oldu şimdi… Daha demin hazmede hazmede gidiyoruz derken… Hemen bitkilere geçtin…
- Haklısın… Tamam, bitkiler dursun şimdilik… Zaten düşünüyorum da bitkiler herhalde ancak tohum veya çekirdek halinde iken uykuda sayılır… Çünkü uyku daha çok beyinle ilgili herhalde… Organizma ile ilgili…
- Sen onları hazmede hazmede gidersin artık… Ama şu balıklar meselesine gelelim… Nerden icap etti şimdi…
- Ya düşündüm ki; Hani hadis var ya; İnsanlar uykudadır öldüklerinde uyanırlar buyurur Efendimiz… İşte bunu düşünürken aklıma geldi… Balıkların DENİZ’de olduklarının farkında dahi olmadıkları an var mıdır diyerek… Hani sormuş ya küçük balık yaşlı balığa;
Deniz diye bir şey varmış… Bana gösterebilir misin?
Yaşlı balık ta demiş ki; Bana DENİZ’in olmadığı bir yer göster ki sana O’nu gösterebileyim… Bizim uykuda oluşumuzu hadisten bilip öğrenişimiz gibi yaşlı balık ta biliyor DENİZ’de olduğunu… Ama iş ispata gelince mecburen içinden çıkması gerektiğini akıl edebiliyor… Tıpkı öldükten sonra uyanışımızdaki gibi… O zaman işte BİZ de DENİZ’den çıkmış olacağız… Ve gösterilecek o DENİZ… yani o UYKU…

- Evet, ama bak biz de sizinle aynı DENİZ’in içindeyiz ama uykuda değiliz…
- Öyle işte zaten ben de oradan takıldım… Biz uyku deyince gece uyuyuşumuz gibi düşünüyoruz… Hâlbuki gece uykumuz biyolojik bir olgu… Ama insanlar uykudadır diyerek bahsedilen uyku farklı bir uyku… Daha doğrusu o hal uykuya benzetilerek ancak insan aklına izah edilebiliniyor…
- İşte sencesi bencesi de buradan çıkıyor yani gerçek öyle olmamasına rağmen…
- O zaman uyuyan AKIL’dır EFEM… Aklın bağlı oluşu acaba uyurken göze takılan maskeler var ya onun gibi bir bağ mıdır ki… Rahat uyusun diye…
- Bir uyandırın da sorun…
- Soruyoruz EFEM… habire soruyoruz ki UY-AN-sın diyoruz… Ancak uyuyan da AKIL… Kalk uyan diyen de AKIL… Nasıl olacak ta kendi kendini uyandıracak…
- Uyuyan akıl ama uyandıran akıl mı yoksa başka mı?
- O’na da NAKİL diyoruz da EFEM… İşte biz neyin ne olduğunu ayırt edebilmek için tam olarak uyanmamız lazım…
- E madem tam olarak uyanmak istiyorsunuz o zaman sorulardan çekinme… Soruların çokluğu seni korkutmasın… Hazmetmek için de bekleme… Çünkü binlerce soru varsa bile cevap ta binlerce olacak değildir… TEK BİR CEVAP hepsini siler…
- Öyle valla… Zaten ne denmiş; İLİM BİR NOKTA İDİ ONU CAHİLLER ÇOĞALTTI…
- Eh işte arayanlara düşen de o çoğalan ilmi yine TEK BİR NOKTA’ya toplamak demek ki… Toplamak içinde arayıp bulacaksın; Ne nereye dağılmış, nerdedir sorup bulacaksın…
- Evet EFEM… O zaman ard arda gelen sorulardan şikâyet etmek aynı sabah uyanmak istemeyen insanın hali gibi değil mi… tamam kalkıyorum der… Bakarsın gene oyalanıyor…
- Uyandırmak için habire silkelemek lazım…
- Ya da SU dökeceksin… Var ya bizim uyuyanlara su dökmek çözüm ama uyuyan balıklara ne yapacağız…
- Haaa… Keyfin yerine geldi galiba…
- Aslında kafam iyice DURULSA daha da keyifleneceğim ama… Eh işte buna da şükür…
- Bana kalırsa kafan durulmadan da keyfin yerine gelmeli… Neden dersen ki dersin sen… Şundan ki; Kafanın o dağınık halinde bile işte demin söylediğin gibi uyanmayan kişiyi sürekli haydi kalk diye silkelemeye benzer… Kalkmasa bile hiç olmazsa uykusunu bölmüş olursun…
- Haklısın gerçekten… Hani yarısı dolu bardak misali var ya… Bu işlerde aslında gerçekten çok önemli… Dolu tarafı görmeye çalışmak, olumlu olmak… Çünkü olumsuzluk biraz vesvese gibi… O da iblisin işidir…
- E elbette olumlu olmanız gerekir… Düşünsene Allah CC. ; Ey nefsine zulmeden kullarım… Allah’tan umudunuzu kesmeyin buyurmaz mı? Yani en kötü şartlarda bile daima umut vardır ve insan bunu içinde duymalı, inanmalıdır…
- Yine karamsarlık gibi olmasın ama bizim işimiz öyle zor ki EFEM… Bilmek istiyoruz… Bilemeyince sıkılıyoruz… Sonra bildiğimizi unutuyoruz… Haydi tekrar… Aslında gel-gitlerimizi ben de görüyorum da yine de sen söyleyince niye öyle alınganlık yaptım doğrusu kendime bile akıl erdiremiyorum… Hem doğruyu ara… Hem de yüzüne doğruyu söyleyenden rahatsız ol…
- Dert etme… Böyle böyle olacak sizin işleriniz… Çünkü ne desen neye karar versen bile işte senin de söylediğin gibi hayat öyle insanın niyetlerine göre şekillenmiyor… Ama şu bir gerçek ki bir işi yapıp yapamayışından ziyade neye niyet ettiğinden sorumlusun… Çünkü niyet senin tercihindir ama yapan yaptıran Allah’tır… Safım belli olsun diyen karınca gibi ancak hangi tarafta yer aldığınızdan sorumlusunuz siz…
- Aslında en güzeli de budur EFEM… Çünkü düşünsene insan bir de her niyet ettiğini yapabiliyor olsa o zaman L İLÂHE’de kalır da bir adım ileri gitmez… Güç kudret bende der… Ondan sonra da bekle ki o kimse AZÎZ ALLAH desin…
- İşte bak şimdi bir şeye niyetlenip te yapamamış olmakta bile senin için ne kadar olumlu bir durum varmış…
- Valla öyle EFEM ya… Ah içim bir hoş oldu gerçekten…
- ACİZ’liğinden mutlu oldun değil mi?
- Olmam mı EFEM… İnsan o acizliğini bilmeden nasıl bilecek Rabbini… İnşallah Allahım… Ne olursun… Bildir bize HADİD’imizi. Haddimizi, hududumuzu bildir ki… Bu hudutları çizen ve her şeye KADÎR OL-AN’ı bilebilelim…
- Amiiin…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Gariban: Ya gördün mü devekuşum bak bu Halim yine enteresan konulara girmiş akşam akşam.

Devekuşu: Hayırdır ne demekte? O'nun dışı Neyse içi de o dur.

Gariban: Ne yani şimdi dışı Ney diye bana içininde mi? Ney olduğunu söylüyorsun?

Devekuşu: Vah vah, sen akşam akşam uykun gelmis iyicene Garib olmuşun. Birde Derman hocamın dediği gibi birbirinizle konuşurken kütük için kütük gibi adam dediğiniz gibi bizide kafasını kuma gömen ahmak kuşlar diye tabirlerle anıp halimizi kendinize lakap edersiniz.

Gariban: Tamam tamam kinayeli konuşma. Halim diyor ki balık denizde olduğu için denizin farkında değildir ancak çıkınca denizi görür demekte ve eklemekte "O zaman işte BİZ de DENİZ’den çıkmış olacağız… Ve gösterilecek o DENİZ… yani o UYKU… ".

Devekuşu: Evet bu sebepten belki de bazı türleri suyun dışına sıçrayıp durmaktalar. Aslında onları suyun dışına sıçratan, ardından gelen kendilerini yiyecek büyük balığın korkusudur. Bakarsın ki yakalanmamak için birden havaya zıplamışlar. Bu yüzden insanada bazı bela ve dertler musallat olmada bunlarda insana gelince insan korkuya kapılırda belki sığınılacak tek yerin neresi olduğunu bilirde Hakk'a yüz çevirir ve uyanmaya başlar diye, Cenab-ı Hakk bazı kullarına musibetler verir. Bu yüzden Kur'an da şöyle söylüyor Cenab-ı Hakk:

"Hüvellezi yüseyyiruküm fil berri vel bahr hatta iza küntüm fil fülk ve cerayne bihim bi riyhin tayyibetiv ve ferihu biha caetha rihun asifüv ve caehümül mevcü min külli mekaniv ve zannu ennehüm ühiyta bihim deavüllahe muhlisiyne lehüd din lein enceytena min hazihi le nekunenne mineş şakirin:

O, odur ki sizleri karada ve denizde gezdirtir, hattâ gemilerde bulunduğunuz ve içindekileri alıb hoş bir heva ile aktıkları ve tam onunla ferahlandıkları sırada ona şiddetli bir fırtına gelir çatar ve her yerden onlara dalga gelmeğe başlar ve zannederler ki tamamen ihata olunub bittiler, o vakıt Allaha dini halis kılarak dua ederler: «ahdımız olsun ki, derler, eğer bizi bundan halâs edersen, şeksiz şüphesiz şükreden kullarından oluruz»" (Yunus Suresi 51/22).

Gariban : Ya devekuşu sen hakikaten çok güzel bir ayete değindin orada. Bu ayetin devamı vardir başka bir surede söyle gitmekte :

"Ve iza messekümüd durru fil bahri dalle men ted'une illa iyyah felemma neccaküm ilel berri a'radtüm ve kanel insanü kefura : Denizde size bir tazyık elverdiği vakıt ondan başka yalvardıklarınız gaib olur, derken o sizi kurtarıp karaya çıkarınca da yüzü çeviriverirsiniz. İnsan da çok nankör bulunuyor"(Isra Suresi /67).

Seneler evvel bir seher vakti bu ayeti yazlık evimizin balkonunda okuduğum vakit göz yaşlarımı tutamamiş, kendimi o nankör kitlenin içinde hissetmiş ve utancımdan yerin dibine geçmiştim. Hakikaten öyle değil mi o Yunus 22 'de "Muhlisiyne" diye geçmekte. Yani dini halis kılarak , has ve ihlas ile bütün her şeyi geride bırakıp direkt Allah'a yönelirsiniz demekte. Demek ki insan korkunca nasilda böyle bir duruma gelebilmekte ve bazıları nasılda tekrar kurtarılıp rahatlayınca nankörluk etmekteler.

Devekuşu:Ya ne güzel diyor değil mi Allah:

"Kul mey yünecciküm min zulümatil berri vel bahri ted'unehu tedarruav ve hufyeh le in encana min hazihi le nekunenne mineş şakirin :

De ki kim kurtarır sizi o karanın, denizin zulmetlerinden, gizliden gizliye yalvara yalvara dualar ederek dediğiniz demler: Ahdimiz olsun eğer bizi bundan kurtarırsan şeksiz şüphesiz şakirînden oluruz"
(En'am Suresi 55/63).

Demek muhlislikle birlikte halis şeksiz şüphesiz şükürde böyle durumlarda gelmekte. Göz yaşlari akmaya başlamakta ve akar akmaz insan besmeleyi şerifi çeki vermekte haliscene.

Gariban: Bu haliscene olayını anladıkta besmeleyi nasıl okuyorlar?

Devekuşu: Besmeleyi Şerif ne ki? B+Ismillah+Er Rahman+Er Rahim değil mi? Be'ne ? Bilelik. Er-Rahim enfüsten gelmeden aglayabilirmi kişi? Elbette hayır. Demek ki içerden Er-Rahim. Dışarısındansa yaşın zuhurunu ettiren Er-Rahman. Bilelikteki Allah ismi ile, hangi isim bu? Gözyaşının zuhuruna ne sebep olduysa o esmalar işte. Er-Rahim'in miminde içi delik bilye yahut halka gibi bir baş vardır, besmeleyi şerifin son harfi o mim ile biter , iste o mimin başı bilye gibi gözyaşı damlalari halinde enfüsten zuhur ediverir de siz buna göz yaşı damlası dersiniz.

Gariban: Ya sen nasıl deve kuşusun anlayamadım ben gece vakti , konuyu nerden nereye getirdin bak. Hocamda çöldeki kuyuyu kazmakta paralelden demin msn'den söyledi. Bu Nacer Khemir'in Seyyahun filmi var, bab'i aziz filminden önce yapmışlar bu filmi orada insanlar çölde habirem kuyular kazıyorlar , define mi ne arıyorlarmış , senelerdir bu defineyi arayıp dururlarmış. Sanırım bu, Bawa babanın habirem yazılarında bahsettiği define ve hazine olsa gerek. Hani hep servet deyip durur ya.

Devekuşu: Yusuf'u arıyorlarda bulamamaktalar. Beden kuyusunu kazsalar belki bulurlar. Yanlış çölün kumunu kazıyorlar onlar. Biz başımızı kumun altına niye sokuyoruz sanıyorsun? Bedene baş ile akıl ile dalınır, bu 5 unsurun içinden akıl ve nakil tevhidi ilen çıkılır. Nakilde o topraktan secdeyi Rahmana baş koymaknan gelir.

Halim'in denizden çıkan balığı gibi. Biz başımızı aklımızı kumun içine bundan dolayı sokarız ki siz bize bakıp düşünün diye. Her ölen o toprağa gidiyor ve bir daha gelmiyor demek ki toprakta bir berzah bu yüzden. Kendimizi şimdiden ölüme alıştırırız. Allah Kur'an da diyor ki:

"Çünkü biz size yakın bir azâbı ıhtar ettik, o gün ki kişi ellerinin ne takdim ettiğine bakacak ve diyecek ki kâfir: ah nolaydı ben bir türâb olaydım" (Nebe Suresi 78/40). Kafir bile toprak olaydım diyor. Toprak içindeki tohumu yeşertir. Sende bu beden toprağına ekileni yeşertte kendine zulmetmekten kurtul. Aklın nakil suyu ile bu beden toprağında yeşersinde sana can bağışlasın.

Gariban: Ya ne kadar güzel dedin gece vakti uykum kaçtı inan ki. Bu Halim'in balık meselesi hakikaten ilginç. Balık sudan başka nasıl çıkar ki? çocukluğum ve gençliğim boyunca , sandalımızla hep balığa çıkardık biz. Balıklar hep kayalıkların aralarında gezerler, kayaların üzerinde ağzı açık midyeler vardır, onlardan bir şey kapabilmek için uğraşırlar da midyeler ağızlarını kapayarak aman vermezler. Balığa çıkınca bu midyeleri açar, balığın en sevdiği yeri olan midyenin ortasındaki kalbini olta iğnesine takar, oltayı suya daldırı verirdik. Olta iğnesine hiç baktın mı ? Olta iğnesinde Elif-Lam-Mim hepsi bir aradadır. Misinanın geçiş deliği kısmı "mim" in sükunudur. Gövdesi Elif gibidir ve bakılınca şekli Lam'a benzer. Zaten Lam dedin mi, sesleri hecelersen içinde yine Lam+gizli Elif(elifin kokusu) ve Mim bulunmakta. Lam için Bawa baba Irfan ve kutbiyat Nuru, Mim için ise Nur'u-Mim der kitablarında.

Resim

Balıklar dayanamaz, olta iğnesinin ucunda bir midye kalbi gördümü yapışırlar oltaya ve bizde çekeriz onu yukarıya. Sudan çıkınca Halimin dedigi gibi uyanı verir birden. Balığın ağzından kancayı çıkarır sonra yemide çeker alır aynı kalp yemini kullanır ve ikinci balığı yakalamak için yeniden suya atarız oltayı.

Deniz içinde böyle Hak erenleri midyeler vardır yenmeden kendilerini islam kayasına yapışarak korurlar sonra Hakk onları ölmeden evvel öldürür, kalplerini lam iğnesi ile deler ve olta iğnesine bağlayıp bu kalbi seven balıklara uzatı verir oltasını, mümin balıklar bu kalbi görünce anlarlar işi, Lam oltasından Gizli elifi, Lam'i, Mim'i ve mime bağlı Hakkın latif misinasini görüpte dudaklarını bu kalbi zedelemeden nazikce ağızlarından Lam'a geçiri verirler. Rabblerini bilmek için can atarlar onlar. Başlarından çekilirler suyun dışına, başlarını bağlarlar bu kancaya ve seve seve giderler onlar.

Mezgit balığı vardır. Kumun üzerinde denizin en dibinde durur ve oltaya böyle yapışır, hiç direnmez oltaya yapışınca bir ağırlik olur sonra çekerken şaşırsınız acaba olta boşmu balık kaçtı mı diye, hiç direnmez ölü gibi kendini bırakı verir. Bir kaç metre kala suyun dibinden çıkarken döne döne denizin karanlığından güneşin aydınlığına geldiğini görürsünüz. Zaten balığın adı üzerinde yazılıdır Mez +Git diye. Mez ayni tez gibi acele ve süratli demektir sözlükte. Yani bu tarz kullarda acele şekilde mez giderler. 99 Kul+Aç'tan çekilirler, her kulaçta biraz daha yaklaşırlar bu Hakikate Aç+Kul lar.

Devekuşu: Senin hakikaten uykun kaçtı gece vakti. Peki niye sülinezin istiridyenin v.s değilde midyenin kalbi ve niye misina. Ne var bu midye ile misina kelimelerinde ?

Gariban: Evet bu güzel bir soru. Midye iki kapağın arasındakidir, yani ortasındakidir. Ingilizcede "Mid" orta demektir. Midemizin bedenin ortasında bulunduğu gibi. Latincede ise "Medyus" orta demektirki iki alem arasında ruh çağırma seansları yapan kişilere Medyum bu yüzden derler. Sanskritcede "Medyah" kelimeside bunun benzeri gibidir. Bu yüzden Mid ile başlayan bütün kelimeler, genelde arasında yahut ortası manasıni verir. Istatistik bilimindeki "Medyan" kelimeside burdan gelmede. Bu yüzden Midyenin Midini ,yani ortasını Ye mek gerekmekte. Midyenin ortasındada kalbi var be cancağazım, devekuşum .

Misinaya gelince. Misina denizin suyunda görünmez şeffaf Latif'tir o. Mi+Sina'dir O. Musa'nın Sinasıdır O. Nefsin mekanıdır be güzel kuşum. Deve iğnenin deliğinden geçmeden diye hadis vardır. Misinada bu sebeple oltanın Mim'inin sükunundan geçmekdedir.

Devekuşu: Geçen gece Güllale sormaktaydı, acaba çekiliyormuyuz yok sa bizim çabamızlamı oluyor, mesela hocam kulihvani istemeden verilir demekteydi diyor.

Gariban: Güllalem sorar, o sormasa zaten biz tembellik yapıp tefekkür etmiyoruz, sistemin soru dinamosu o, bizim Burak gibi, hepimiz BİR BİRİ+Mİ+ZE bağlanmışız zaten. Demin ne dedik Mezgit için? Oltayı çekersiniz ve balıkta yüzeye doğru yüzerek çıktığı için olta bir an boşmuş gibi gelir balık kendinden bir çaba harcıyordur, sonra yorulur yorulunca kendini bırakır birden ama hep o misinaya bağlıdır can.

Sadakat+Samimiyet+Sabır ile korku ve ümit yüzgeçleriyle yol olmakta olan "Aç"+"Kul" yorulur ve yorulunca Mi+Sina gerilir ve ağzındaki iğne canını yakınca, iğne dudağını parçalayıp oltadan kopacağım korkusu ile gözlerinden tulum gibi yaşlar akmaya başlar. Bütün deniz bunların yüzden tuz kesilir. Zaten evvelden bu bütün deniz NURU MIM yaşıyla tuzludur can, ağlayan ise Besmeleyi ilk çeken gibi gelmekte kalbime. Bizimkisi sade biraz daha eklemek bu denize, o da Nurumimden çıkmakta ya, eeh işte bizimkiside sade kuru laf. Hakkin Rahmeti aglayinca yetisir ve istemeden verilir o zaman, çünkü lazim ve layıktır çaba harcadığı için ve olta tekrar çekilir nazikcene çünkü biz kimseye vusundan fazlasını yüklemeyiz denmekte Kur'an da, bir yandan kul da "Bakara 286'yi" okumaktadır.

Devekuşu: Himm bu balık Kur'anda bahsedilen üç gurubtan ilerde olanlar o zaman. "Vessabikunessabikune: İlerde sabikun, işte o sabikun" (Vakia 56/10). Peki ya sağdakiler ve soldakiler diye bahsedilenler ne olacak?

Gariban: Onları balık ağıyla toptan yakalarlar çünkü balık ağı fiziki ölümdür, ölmeden evvel ölmek gibi değildir. O ağ içindeki balıklarla birlikte yavaş yavaş çekildikçe ucundan daralır ve kaçan olmaz. Bu dediğimiz mezgitte o ağın içindedir. Olta ile çekilmiştir ve sonra zaten balıkçı onu tekrar suya salıvermiştir. İşin sonunu anladığından ağın içinde gülerek gider. Hepsini yukarı çekince yarayanları ve yaramayanları ayırırlar.
"Ve küntüm ezvacen selaseten: Siz de üç sınıf olduğunuz zaman"(Vakia 56/7).
Artik soru sorma devekuşum biliyorum sende kafanı kuma gömüp o iğneyi kumun içinde toprakta aramaktasın.



Allah ve Resulu en doğrusunu bilir...

Selam Sevgi ve Muhammedi Kardeşlikle
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

- Es tufanii tersidiiii?
- Neee?
- Tufandan korktun mu diye soruyor BAB’AZİZ İştar’a…
- Haa… Filmi diyorsun…
- Evet, BAB’AZİZ filmini diyorum… Ne o? kafan pek yerinde değil bu gün galiba? Yoksa sen de GARİBAN’ın DEVE KUŞU tufanından mı korktun…
- Yaz senaryolarını da bir film de sen çevir… Ne diye korkacakmışım… Hem sizin DEVE KUŞU dediğiniz ASL’ında DAVA KUŞU’ dur… Kendi davası dışında her şeye kulak tıkar da başını kuma gömer… Ama bil ki ha devekuşu ha muhabbet kuşu… DAVA’mız BİR’dir…
- Ne DAVA’sı EFEM’ciğim… Bugün hukukçu mu oldun?
- HUKUK sizin için vardır… BİZ-im için ancak HAK vardır… Dava’mız budur ZAT-en
- Ne diye bizim içinmiş hukuk... BİZ’im de DAVA’mız HAK’ tır…
- “HAK” ta HA ve K yani KÛN vardır… HUKUK’ta ise HA, KÛN ve KÛN vardır…
- Hah ne iyi ettin de açıkladın gerçekten sağ olasın nasıl da aydınlandım…
- Her şeyin aydınlığı ancak IŞIK’ tan aldığı PAY’ı kadardır… Aydınlanamadığını ima ediyorsan kusuru kendinde ara…
- Tamam, EFEM kusur benim olsun… Sen söyle şu iki KÛN neymiş onu bir anlayayım…
- KÛN ASL’ında BİR’dir… İKİ’lik sizin işiniz…
- E daha demin HUKUK’ta iki KÛN var dedin şimdi KÛN BİR’dir diyorsun… Kesin bunu da anlamamışımdır… De hele bir iyice anlat yaa…
- Bak SÖZ nasıl uzuyor SEN ANLAMADIĞIN sürece…
- Eeee?
- KÛN’ü de siz anlamadığınız için sizin ANLADIKLARINIZA göre size göre İKİNCİ KÛN ahirette OL-AN’dır…
- Yani?
- Yanisi mi var… Allah CC. “OL” buyurdu ve her şey oldu… Ama bakın OL-AN’ı siz OL’duğu gibi aldınız anladınız mı?
- Yok… İşte anlamaya çalışıyoruz…
- Allah kolaylık versin… Çalışın… Ve iyi anlayın ki hani dün söylediğimiz gibi; İLİM BİR NOKTA İDİ O’NU CAHİLLER ÇOĞALTTI… Dedik ya… İşte o çoğalan şey sizin için KÛN’un yeni şekilleri olur… Yani FE YE KÛN kısmı… OL-an ve TEKRAR OL-AN… Hâlbuki OL-AN BİR’dir…
- Oyyy başım zonkladı… Dur EFEM ya… Hem bak ikindi okundu… Biraz soluklanalım… Dedik ya hazmede hazmede EFEM…
- Haydi, işini hallet de gel… Beklerim ben…
- EFEM insan bir… amaannn insan demişim… Yani ALLAH kabul etsin denir… Niye öyle söylesene…
- Ahhh ah… Allah kabul etmeyecek olsa niye yazsın ki o namazı sana veya bir başkasına… O ZAT-en kabul eder de siz asıl O’nu nasıl kabul ediyorsunuz da böyle vehimlere kapılıyorsunuz… Derdiniz O’nun kabul edip etmediği mi… Yoksa siz kendinizden mi emin değilsiniz…
- Evet, kendimizden emin değiliz ama kendimizden emin olamayışımız da işte O’nun kabul edip etmeyeceğini bilmediğimizden EFEM… Aynı şey değil mi?
- Size göre İKİ FARKLI ŞEY nasıl AYN’ı oluyor değil mi işinize gelince… AKLI’nda iki düşünce var… Namazın kabul olur mu? Olmaz mı?
- Evet…
- E O’nun HAK’kında İKİ’liğe düştüğün açık değil mi işte neye şaşıyorsun…
- Biz her şeyin HÜKMܒnü O’na bırakırız EFEM… Diyemem ki ben Allah kabul eder…
- Her şeyin HÜKMÜ ZAT-en O’ndadır… Ama siz O’na bırakırız diyerek HAK’kınızı O’ndan beklersiniz… İşte bu da sizinle O’nun arasındaki HUKUK’tur… Ve siz kendi DAVA’nıza göre HAKK’lı olduğunuza inandığınız her şeyde O’ndan karşılığını beklersiniz… Yani HAKK’ınızı istersiniz… Sizin DAVA’nız budur… Kendi HAK’larınız…
- Söz uzuyor EFEM… Az müsaade et… Namazımı kılayım geleyim inşallah…
- …
- …
- Geldim…
- Hoş geldin…
- Hoş bulduk EFEM… Bak aklıma ne geldi… Sen dedin ya Deve kuşu aslında DAVA kuşudur diye… Hani SAV Efendimiz Medine’ye vardığında herkes; Resulullah benim evime buyur demekteydi… Birine evet dese diğerleri kırılacak diye Efendimiz DEVE’sini serbest bırakmıştı da o nereye çökerse oraya ev yapılmasına karar verilmişti… Yani DAVA HAK’ça neticelenmişti… Çünkü kimse devenin seçtiği yere bir şey diyemez…
- Evet… Kimse bir şey demedi de zaten… Ama niye kimse bir şey demedi söyle bakalım?
- E yani EFEM devenin ne çıkarı olabilir ki tercihinde…
- Peki, senin namaz kılmaktaki tercihinde ne çıkarın var?
- Hıh… Beni de deve gibi çökerttin…
- Keşke deve gibi çökebilsen… Tam teslimiyet içinde… Hiçbir hesap yapmadan… Hiçbir beklentin çıkarın olmadan…
- HAK-lısın EFEM… Ama bak gerçekten şimdi aydınlandım… Çünkü bir deve kadar olamayışımı gördüm…
- Deveyi küçümser gibisin; Bir deve kadar olamayışımı gördüm derken…
- Yok, EFEM yok… Küçümsediğim biri varsa o da ancak kendimim. Biz dilimize dolanmış deriz ki; Deveye sormuşlar; Boynun neden eğri? O da demiş ki; Nerem doğru ki… Eğri olan devenin şekli ama bak içi ne kadar doğru ki Resulullah ve Medine halkı arasındaki davada verdiği karara kimse bir şey deme hakkını bulamıyor kendinde… Oysa bizim şeklimiz doğru güya… Ama gel gör ki eğrilik içimizde ve o eğriliklerin yanında devenin eğri boynu ya da şekli hiç kalır…
- Bak GARİBAN’ın muhabbetinde ne güzel bir yer var tam sana göre;
- Devekuşu: Besmeleyi Şerif ne ki? B+Ismillah+Er Rahman+Er Rahim değil mi? Be’ne? Bilelik. Er-Rahim enfüsten gelmeden aglayabilirmi kişi? Elbette hayır. Demek ki içerden Er-Rahim. Dışarısındansa yaşın zuhurunu ettiren Er-Rahman. Bilelikteki Allah ismi ile, hangi isim bu? Gözyaşının zuhuruna ne sebep olduysa o esmalar işte. Er-Rahim'in miminde içi delik bilye yahut halka gibi bir baş vardır, besmeleyi şerifin son harfi o mim ile biter, işte o mimin başı bilye gibi gözyaşı damlaları halinde enfüsten zuhur ediverir de siz buna gözyaşı damlası dersiniz.
.
B BİLE’lik… Rahim İÇ, Enfüs… Rahman DIŞ, Afak…
Sonra : .
Demek ki içerden Er-Rahim. Dışarısındansa yaşın zuhurunu ettiren Er-Rahman. Bilelikteki Allah ismi ile

Demek ki ne olursa İÇ ile DIŞ’ı BİR oluca Allah ile BİLE'sin…


- Evet… Onlara Enfüs ve Afaklarında göstereceğiz de böylece Ayetlerimizin HAK olduğunu anlayacaklar buyurur ya…
- İnşallah anlarsınız… SÎN’dirirsiniz…
İnşallah EFEM inşallah… Bazen içime öyle bir sızı giriyor ki… Hani bir ayette buyurur Allah CC.
(DUHÂN suresi 49. ayet)
Ona şöyle denir! «Tat bakalım azabı! Hani sen kendine göre çok güçlü ve çok üstündün.


Bunu ne zaman düşünsem öyle eziliyorum ki… Yaşıyoruz, bir şeyler yaptığımızı sanarak…
İşte demin bundan dedim ki namaz için; Allah kabul eder mi etmez mi bilemem ancak O bilir…

Ama bakıyorsun insanlara Garibanımın verdiği ayette olduğu gibi diyorlar ki;

Ahdimiz olsun eğer bizi bundan kurtarırsan şeksiz şüphesiz şakirînden oluruz"
(En'am Suresi 55/63).

Allah CC. onlara iman edin ki kurtuluşa eresiniz diye uyarı gönderirken onlar daha pazarlık peşindeler… Sanki Allah’ın bir şeye ihtiyacı mı var ki… Sen bizi bir kurtar bak söz inanacağız diyorlar…
EFEM içim daraldı… Akşam namazı da yaklaşmakta zaten… Bugünlük burada kalsın… Toparlayamadık ama kısmet bugün de böyleymiş…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Cevapla

“Kul İhvâni Söz ve Sohbetler” sayfasına dön