KUŞ DİLİ!..

Kullanıcı avatarı
katre-iNur
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 272
Kayıt: 13 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen katre-iNur »



Dostlar gecenin bu saati uyku tutmadı kalktım bir bakayım etrafta ne yar ne yok diye.
Sizin EFEM baktım konumuş ciğer pareme habire debire yaz der durur. Bize düşen klavyelere dokunmaktan başka bir şey değil. Bundan sonrasını O söyledi .

Yağmur yağar ya yağmur... Hani ıslanırsın ahmak ıslatan derler. Ne de güzel söylemişler. Yağmur yağarkan kimi ahmaklar sadece bedeninin ıslandığını sanır da Rabbimden taze taze emir almış dünyaya koşan rahmetin kokusundan haberi olmaz.
Yağmur , sesiyle kokusuyla bize Allah CC yu hatırlatır. Belki Adem AS ın hamurunu kararken de bu koku yayılmıştır etrafa. Yedi ayrı toprak karıştırılırken o ilk çamurun oluşuna. İlk toprak kabe toprağıymış insana hamuruna katılan.Kabeye gidenler söylüyor. Anlatılmaz yaşa da bil diye . Beden de aslı kemalat olan kabe toprağında ne kadar da yakınlaşıyor değil mi ÖZüne?

Peygamber efendimiz yağmur yağarken onun için altında dururmuş demek ki. Rabbinden henüz emir alıp taze taze gelen damlaların kokusunu almak için. Ne de güzeldir "GÜZEL KOKU"

Bir düşünsenize yeni doğan bebeği. Anne sütüyle beslendiği sürece o Rahmani gıda ile beslendiği sürece ne de güzel kokar. Anne karnında göbek bağında kan olan şey , doğumdan sonra beyaz renk alır da biz ona ana sütü der geçeriz. Bu iş bu kadar basit mi ki?

Zaman gelir bebek dışarda hazırlanan gıdalar ile beslenmeye başlar o zaman o taze Rahmani koku giderek azalır. Her şeyin küçüğü bu sebeple mi sevilir acaba daha az kirlendiği için mi?

Sizce güzel koku nedir ki? Neyi hatırlatır ki?

Dedikten sonra eyvah bu ne halim beni buralarda görmesin bana küser. Çok uzaklaştım İzmir'den deyip uçup gitti EFEM. Bize de düşünmek kaldı...


Es Selam


[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/katreimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Nurullah kardeşim Ve Aleykümselam.
Allah razı olsun sabah sabah güzellikler saçmış foruma yağmur yağdırmışınız. Zevkle okuduk ve mis gibi yağmurun kokusunu hissettik enfüsümüzde.

Halimcanım, âyette insanlar halen pazarlık peşindeler demişsin, haklısın kardeşim bunu zaten uzun zamandır düşünmekteyim. Bakıyorum etrafımdaki insanlara, ne zaman dinden bahsedilse, insanlar onlara bir şey satmak istediğinizi sanırcasına çıkarlarına uygun olan şekilde pazarlık aramaktalar.

Bu yüzden görürsün ki falanca yılda kıyamet kopacak söylentileri bazı ülkelerde nice insanları birden mallarını mülklerini satıp herşeylerini bağış yapmaya yöneltmiştir. Çünkü işin sonu geldi artık, bundan sonra gezip tozacak eğlenecek vakit yok, bunların artık bize faydasıda olmayacak hemen kurtulalım der gibi bağış yaparlar. Bir çok ölen kimsede yaşarken değilde öldükten sonra malları falanca yardım kurumuna bağışlansın diye miras bırakır, çünkü artık öldükten sonra onlara bir ihtiyacı kalmamıştır ki zaten.

Peygamberimize bir çok taleblerde bulunulmuş hatta bir keresinde dağı altına döndürmesi istenmiştir. Kur'an da da görürsün :


Zuhruf 53:"Eğer o dediği gibi ise üzerine altın bilezikler atılsa ya! Yâhud yanında Melâikeler dizilse gelse ya!"

Isra 91. "Yâhud senin için hurmalıklardan ve üzümlüklerden bir bağçe ola da aralarında şarıl şarıl çaylar akıtasın"

Isra 93. "Yâhud senin altından bir evin olsun, Yâhud Semaya çıkasın, ona çıktığına da aslâ inanmayız tâ ki üzerimize okuyacağımız bir mektub indiresin, ......"

Furkan 8. "Veya ona bir hazîne bırakılıverse, yâhud güzel bir bağçesi olsa da ondan yese ya!...."

Furkan 21. "Bununla beraber likamızı ümid etmiyenler dediler ki: «o melâike bizim üzerimize indirilse ya, yâhud rabbımızı görsek â»..."


Bir başkası ile Hz.Isa a.s ın tekrar gelmesi konusu konuşulurken, laf arasında bana insin goreyim o zaman Allah'a inanırım demez mi, ayni şeyi söyleyen kişi başka bir günde Allah'a inanırım ama peygamberlerine kitaplarına inanmam demiştir.

Sizin sanki kişileri bir inandırma zorunluluğunuz varmışçasına kendilerini ağırdan sataraktan bir yaklaşımda bulunurlar size karşı. Siz üzerlerine eğildikçe onlarda o kadar uzaklaşır sizden ve inanma eylemini sanki sizin onlarin ellerinden bir antlaşma ile satın alabileceğiniz bir şeymişçesine kendilerini geri çekerler.

Sanki onların inanmasının size bir faydası varmış, yahut Allah'a bir yararı varmış gibi hareket ederler, sanki inanç onların satılacak bir malı imiş gibi hareket ederler.

Fakat Halimcanım, Allah ile kulu arasında geçen bu iletisimde dahi Allah ile ahidleşme ve O'na iman vardır, dilekte bulunmak ve istenileni yerinden istemek vardır, acziyeti bilerek yönelmek vardır Halimcanım, bu itibarla yine değerlidir derim.

Insanların bu hallerini El-Aziz, Alim ve Hakim olan Allah bildiği için rahmetiyle yine insanlara fırsatlar verir ve insanoğlunun bu çıkar arama özelliğine karşılıkta onlarla ticaret sözleşmesi yapar şekilde vaadler yapmaktadır. Dalalet yerine hidâyeti satın almalarını sağlayacak tekliflerde bulunur Allah. Ama Allah'a onlarin ibadetlerinin, şükürlerinin bir faydası dokunmayacağınıda su kudsi hadiste söylemektedir:


Ebu Zerrin-il-Gıfari (ra), Rasulullah (sav)’ın Rabbinden rivâyet ettiği hadisi kudside şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

“Ey kullarım, ben zulmü kendime haram kıldım, sizin aranızda da zulmü haram kıldım. o halde birbirinize zulmetmeyiniz. Ey kullarım, Benim hidâyette kıldıklarımdan başka hepiniz delalettesiniz. O halde benden hidâyet isteyin ki size hidâyet vereyim. Ey kullarım, benim doyurduklarımdan başka hepiniz açsınız. Öyle ise benden yiyecek isteyin ki size yiyecek vereyim. Ey kullarım, Benim giydirdiklerimden başka hepiniz çıplaksınız. Öyle ise benden giyecek isteyiniz ki size giyecek vereyim. Ey kullarım, siz gece ve gündüz hata işliyorsunuz. Ben de bütün günahları affederim. Öyle ise benden af isteyin sizi affedeyim. Ey kullarım, siz bana zarar veremezsiniz ki zarar veresiniz. Yine siz bana fayda veremezsiniz ki fayda veresiniz.

Ey kullarım, evvel geçenleriniz, sonra gelecek olanlarınız, insanlarınız ve cinlerinizin sizin aranızda en müttaki adamın kalbi gibi olsalar yine de mülkümde bir şey artmaz. Ey kullarım, evvel geçenleriniz sonra gelecek olanlarınız, insanlarınız ve cinleriniz sizin aranızda en facir (iskankâr) adamın kalbi gibi olsalar, yine de mülkümden bir şey eksilmez. Ey kullarım, evvel geçenleriniz, sonra gelecek olanlarınız, insanlarınız ve cinleriniz bir yerde dursalar da benden isteseler, ben de her birinize istediklerini versem bu benim yanımdaki (hazinem)den bir şey eksiltmez. Ancak denize batırılan iğnenin eksilttiği gibi eksiltir. Ey kullarım, onlar sizin amellerinizdir. Sizin hesabınıza olanları ben zaptederim. Sonra onları size vereceğim. Kim hayır bulursa Allah’a hamdetsin. Kim de başka şey bulursa kendisinden başkasını kınamasın".


(İbn Mace ve Tirmizidede kaydı vardır. İmam-i Nevevi hadisi erbaininde 17 nolu hadistir.)

Selam sevgi ve Muhammedi Kardeşlikle
Gariban
En son Gariban tarafından 09 Oca 2009, 17:10 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

- Haydi bakalım… Cuma’nı da kıldın geldin… Allah kabul etsin…
- EFEM şaşırtıyorsun beni… Sen kıldığım namaza;”Allah kabul etsin” mi dedin?
- E ne var ki… İstediğin bu değil miydi? Böyle dememiş miydin dün?
- Ben öyle dedim ama sen sanki dediğim doğru değilmiş gibi yaklaştın benim o sözüme…
- Ben doğrusu budur desem, için kabul ediyor mu hemen?
- E yani pek içime sindiğini söyleyemem…
- O zaman içinin kabul etmediği bir şey için ben doğru desem ne olur… Yanlış desem ne olur… Kulihvani söylemiyor mu size; GÖNÜL MÜFTܒnüze sorun diye…
- İşte ondan dedim ya EFEM… Gönül müftümün dediğini dedim sana… Ama sen benim dediğimi kabul edince sanki ben doğruymuşum da ondan kabul etmişsin gibi geldi…
- Halim hep geriye dönüp senin dediklerini sana hatırlatmam gerekiyor sanırım; Ne demiştin hatırla;

Çünkü önceki tecrübelerim gösteriyor ki her anladığın ancak bulunduğun noktada öyle anlaşılıyor…
Senin konumun değiştikçe anladığın da değişiyor… Öyle olunca habire anlaşılacak daha çok şey var demek ki diyerek SES’in geldiği yöne doğru gidiyor insan… SES VEREN’i göremese bile…


- Evet… Sen de bana diyorsun ki; Şu an bulunduğun yerde senin için DOĞRU o… Ama benim bulunduğum yere gelirsen o zaman benim dediğim DOĞRU olur senin için…
- Elbette… Ben de seni suçlayamam niye ordasın da burada değilsin diyerek… Bu OL-AN’a karşı çıkmak olur… Hem herkes imkânlarıyla imtihan edilmekte… Senin imkânların buysa imtihanın da buna göre olacaktır…
- Ama EFEM işte ben bu kadarla kalmak istemiyorum… Yani SES’in geldiği yöne doğru ilerlemek istiyorum daha…
- Aslında herkes bunu ister… Farkında olur veya olmaz… Gariban’ın dediği gibi herkesin Allah ile bir AHD’i vardır… Ve onlar bu ahde uymak için bazı şeyler isterler…
- Evet… Ben dün içim daralmıştı insanların o kadar kör ve sağır oluşlarını ve böylesine merhametli OL-AN’a yönelmekte böylesine ayak sürümeleri ve şartlar ileri sürümelerini düşündükçe… ama doğrusu sen şimdi bana nasıl anlayış gösteriyorsan; Senin bulunduğun yerde senin için doğru odur diyorsan… Benim de aslında öyle demem gerekliydi… Ve Sağ olsun Garibanım bunu güzel dile getirmiş;

Fakat Halim canım, Allah ile kulu arasinda gecen bu ilişkide dahi Allah ile ahidleşme ve iman vardır, dilekte bulunmak ve istenileni yerinden istemek vardır, acziyeti bilerek yönelmek vardır Halim canım, bu itibarla değerlidir. İnsanların bu hallerini El-Azîz, Âlim ve Hâkim olan Allah bildiği için rahmetiyle yine insanlara fırsatlar verir ve insanoğlunun bu çıkar arama özelliğine karşılıkta onlarla ticaret sözleşmesi yapar şekilde vaadler yapmaktadır. Dalalet yerine hidayeti satın almalarını sağlayacak tekliflerde bulunur Allah

- Dile getiren ZAHİR’de Gariban’dır ama insan doğruyu ararsa Allah CC. mutlaka bir şekilde ulaştırır…
- Evet EFEM… Ama biz bir şekilde hep gördüğümüzde kalmaktayız… Yani işin zahirinde… Ve zahirde gördüğümüzü de yine zahirde gördüğümüz bir başka şeye benzetiriz… Meselâ ; Dün sen Nurullah’la da konuşmuşsun… Ben ne zaman Nurullah’ı düşünsem hep aklıma Hz. Osman (ra) geliyor.
- Ama sen Hz. Osman (ra)’ı zahiri olarak görmedin ki Nurullah’ı O’na benzetiyorsun…
- Hz. Osman (ra) Efendimizi görmedim ama O’nun ahlâkını, melekleri bile imrendiren edebini kastettim.
- E öyleyse zahirde gördüğünü zahirdekine değil batındakine benzetmektesin…
- Doğru valla… Ama şöyle yani… Şimdi Hz. Osman (ra) da zahiri olarak bir insan ya benim için… Görmesem bile…
- Öyledir ama yine de sen Hz. Osman (ra)’ı batını ile bütünleştirdiğin için hepsini zahirdekine mal etmektesin… Yani zahirde gördüklerinin aslında batın olduğunun farkında değilsin… Nurullah’ı da görmedin… Ama kalben tanımaktasın… O da aslında senin için batındır…
- Ay içinden çıkamayacağım galiba… Ama sanki anlamış gibiyim…
- Halim bak aslında sizin ZAHİR ve BATIN dediğiniz daima bir bütündür… Zahirde gördüğün bir şeyin senin için var olabilmesi için… Mutlaka sende o şeye dair bir bilgi olması gerekir… Bilgi de elbette ki batında olandır… Batındaki o bilgi olmasa sen ne Hz. Osman (ra)’ı tanırsın, bilirsin ne de Nurullah’ı değil mi?
- Evet… Bu şekilde söyleyince daha iyi anladım… Hem bak ne diyeceğim EFEM… Dün akşam ben bu ZAHİR ve BATIN’la ilgili ne düşündüm…
- Ne düşündün?
- Daha doğrusu özel olarak karar verip düşünmedim de içime şöyle bir şey doğdu; Hani diyoruz ya; Çokluk tecellilerdedir… O da Allah CC.’un Esmalarının zuhurudur… Hocamın dediği gibi; Eşya-Esma-Sıfat-Zat…
- Evet…
- Şimdi EŞYA’ya baktığın zaman zahirde olanı görüyor insan… Ve onu bir tanım olarak alıyor beynine gönlüne artık neresiyse bilginin saklandığı yer oraya yerleştiriyor…
- İnşallah bulursun neresi olduğunu…
- İnşallah EFEM… İşte O’na doğru SES’in geldiği yöne doğru gitmek niyetindeyiz… İnşallah kolaylaştırsın, açsın, genişletsin…
- İnşallah…
- Neyse dağıtmayım da… Zaten düşündüklerimi nasıl toparlayacağımı da bilmiyorum ya… Bak gene Nurullah geldi aklıma… O da bundan mı ki benim bunca düşük çeneme karşılık tam tersine sessiz sakin… Sanırım o gönül zenginliğini dile getirecek kelimeleri bulmaya çalışmaktan yorulmakta… Baksana dün seninle ne kadar da SESSİZ SÖZ’lerle anlaşmış… Yağmur demekte… Bebek demekte… İşte içinde bunlar olan birisi için gel de başka türlü düşün…
- Evet… Yağmur ve bebeğin bir arada zikredilmesi SAF’lık ve MASUM’luk, TEMİZ’lik, ARI’lık… Artık siz nasıl adlandırırsanız o halin dillendirilişidir…
- Hıı işte… O zaman batınındaki hali düşün yani…
- Benim düşünmeme gerek yok Halim… Sen düşün… Biz düşünerek biliyor değiliz sizin gibi; HAZIRA KONDUK ya… Unuttun mu?
- Unutmadım EFEM unutmadım… Yani var ya belki de senin bu halini bildiği için Nurullah seni dinledi de senin dediğinin üstüne laf söylemedi diyorum hani…
- Benim bu halimin… Halim’in yansıması olduğunu bilmiyor musun? Yazdın ya Güllâle’ye; EFEM AYNA gibidir diye… Bana bakan kendini görmekte…
- Hııı dur bir dakika… Güllâle’de beni Ebu Hureyre’ye benzetmekte… O zaman o da kendisi mi görmekte?
- Halim, iyi ki dedin nasıl toparlayacağımı bilmiyorum diye… Ne oldu şimdi girdiğin konu… ZAHİR-BATIN…
- Doğru valla… Laf lafı açıyor… Ama olsun bak bunlar da öyle işte ZAHİR-BATIN meselesi… Dağınık ta olsa… Sonuçta aynı konu…
- Benim için mesele değil… Sen bilirsin… Nasıl olsa kendin debeleneceksin… Ama dediğin doğru… Başta da söylediğimiz gibi ZAHİR’de görülen her şey ASL’ında BATIN’da bir BİLGİ’dir…
- Hah işte… Şimdi oradan şunu diyorum; Mesela zahirde gördüğümüz ATEŞ diyelim.
- Evet…
- ATEŞ… Ateş olarak TEK BİR BİLGİ’dir… Ama asıl benim düşündüğüm şey şu ki; ZAHİR’de her ŞEY’e BATIN’da BİR BİLGİ yüklesek bile aslında bu tek bir bilgi olarak kalmıyor… Fakat sonradan diğer her bilgi sanki ayrı bir varlık gibi kabul edilir hale geliyor…
- Yani ÇOK’luk oluşturuyorsunuz…
- Evet… Yani şimdi tanımla desek denir ki; SU ıslatır… ATEŞ yakar… Vs. Ama şu var; ATEŞ yakar… Bu yanış aslında ISI’nın da tanımıdır… Fakat diğer yandan ATEŞ’in olduğu yerde IŞIK ta vardır… Ve IŞIK’tan dolayı RENK te vardır…
- Yani sen diyorsun ki; VAR olarak VAR OL-AN ASL’ında TEK BİR ŞEY iken… Ki bu örnekte ATEŞ’tir… O TEK VAR’dan VAR OL-AN nice VAR-lar var olmakta…
- Evet… Anlatabildim mi bilmiyorum ama sanırım sen daha güzel anlattın… İşte varmak istediğim sonuç buydu… ISI, IŞIK, RENK vs. bunların VAR’lığı ATEŞ’in VAR’lığı ile var… Yani Allah’ın yarattığı TEK BİR ŞEY’den ATEŞ’ ten bile bunca YENİ VAR-lar VAR olmakta BİZ-im için… BİZ’e göre… Ama sonra BİZ ZAHİR’de gördüğümüz bunca VAR’lığın sonuçta hangi TEK BİR VAR’ lığa işaret ettiğini anlamakta güçlük çekmekteyiz…
- O her AN yeni bir yaratmada… Ve sizin için VAR OL-AN bunca VAR’lık kafanızı karıştırmada… Bu çokluk görüntüsü…
- Evet… Geçen Güllâle ile konuşurken o geldi aklıma “ÇOKLUK GÖRÜNTÜSܔ… Tekasür Suresi’nde buyurur ki Allah CC;

- Bismillâhirrahmanirrahim

اَلْهٰیكُمُ التَّكَاثُرُ
Elhakumut tekasur.

Oyaladı o çokluk kuruntusu sizleri


Biz bir iyice tasnif ediyoruz her şeyi… En başta CAN’lı- CAN-sız diye İKİ’ ye ayırıyoruz.
Sonra dönüyoruz CAN-lı dediklerimizi; İNSAN-HAYVAN-BİTKİ diyerek ayırıyoruz…
CAN’ sız dediklerimizi taş, toprak vs. diyerek ayırıyoruz…

İşte burada şöyle düşündüm…

CAN’lı dediklerimiz sanki BİZİM BATIN’ımız…
CAN’ sız dediklerimiz de ZAHİR’ imiz gibi… Buna benzettim.


Çünkü CAN’lı; Her AN değişim ve dönüşüm halindedir… Yani Her AN yeni bir şe’ende olan ile uyum halindedir… Oysa CAN’ sız dediğimiz tıpkı ZAHİR’de gördüklerimiz gibi hep öylece duruyor gibi…
Yani BİR OL’uş var ve BİR’ de bu OL’ uşa ait görüntü var…

- Fakat İKİ’si BİR BİR’ inden ayrı değil… AYIR’AN ancak sizdeki BİLGİ… O da BATIN’dır dedik…
- Öyleyse VAR OL-AN ancak BATIN’da OL-AN’dır… Ve sen oraya neyi koydunsa İLÂH olarak O VAR’ dır…
- ATEŞ’le BİR’ likte VAR OL-AN ISI, IŞIK, RENK olması gibi O’nun VAR’ lığı ile de SONSUZ ŞEY’ ler VAR olmakta…
- Evet… İşte GÜLLÂLE’ nin verdiği AYET’ te geçen;
- Üç’tür… Dördüncüleri Köpekleridir…

Diyenler için düşünürken aklıma BAB’AZİZ filmindeki bir söz gelmişti;

YALNIZCA ÂŞIK OLMAYANLAR KENDİ SURETLERİ’Nİ GÖRÜR…

Öyleyse diyorum bu ÂLEM’de gördüğümüz HER ŞEY BİZ’im BATIN’ ımıda OL-AN ŞEY’dir…

Ve O ŞEY eğer ALLAH CC. ile BİLE olarak VAR ise BATIN’ımızda… DUYDUK VE UYDUK deriz… BİZ’ler İMAN eden ŞAHİD’leriniz deriz…

Bundan mahrum olan ise SÜNNETULLAH gereği kendi BATIN’ınını KÖPEK suretinde görür…

- Eh Halim bugün fazla derin konulara daldın… Ama bak İkindi geçmekte… Dün sen hatırlatmıştın bu gün de ben hatırlatayım…
- Yok, hatırımdan çıkmış değil de EFEMciğim… Allah günah yazmasın ama bazen bu konulara daldığımda kalkıp ta namaz kılmak güç gelmekte…
- Her şey kararında güzeldir… Sen namaz kıldığın için bu konulara dalmakta ve zevk almaktasın…

Bu hali kıldığın namaza borçlu olduğunu unutma…

Nasıl ki ateşin varlığı ile ısı, ışık, renk var olmakta ise bunlar da işte namaz ile var olabilmekte…

Ateşi bir kenara atıp ta ben ısısını, ışığını ve rengini istiyorum deme imkânın var mı?


- Çok güzel dedin EFEM, HAKK-lısın… Öyleyse bugünlük te burada bırakalım… Ben de BATIN’ıma yöneleyim inşallah…
- Allah kabul etsin.
- Eyvallah EFEM…
En son halimkok tarafından 10 Oca 2009, 12:41 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

[Tekasur 102/1].Elhakümüt tekasür:
Oyaladı o çokluk kuruntusu sizleri
[Tekasür 102/2].Hatta zürtümülmekabir:
Ta.. ziyaret edişinize kadar kabirleri

Burda tekasür te-kesret gibi te: işi yapan mastar eden kesret ise çokluk. Yani çok edilmesi çokluk hali, bu âlemi kesret sizi öyle oyaladı ki, çokluktan BIR'e doğru yürüyemediniz. Çokluk yarışına girdiniz. Birbirinizin cömertliğini görüp Ali , Mehmet'ten o da Veli'den cömert dedinizde hepsinde görünen El-Kerim'dir diyemediniz. Sonra gittiniz Ali'de merhamet vardır, Mehmet'de karşılıksız paylaşmak vardır, v.s dediniz Hepsinde gördüğümüz BIR'in esmalarıdır çok görünmekte ama tek bir ZAT'a aittir bu dağda taşta, kurtda kışta her yerde Ez-Zahir olan Allah'in Sıfatlarıdır bunlar deyip oradan Allah'a gidemediniz. Taki ne zamana kadar?

Kabirleri ziyaret edişinize kadar. Hangi kabirleri ziyaret ettiniz? Kendi beden kabirleriniz, kendi kabiri sinelerinizi, kendi kalp kabirlerinizi kalbi sadırlarınızı, Musa a.s'ın fetası ile Kehf süresinde Hizir'ı ararken gerisin geriye izi üzerine basarak gitmesi gibi Beden-Nefs-Kalp-Ruh a doğru sıraylan yürüyüp göremediniz. Eşyadan-Esmaya ordan Sıfata ordan Zata doğru gidemediniz. Bunları hepsi BIR'den dir El-Aziz ve Hakim olan tek BIR O'dur diyemediniz. Madem ki diyemediniz , madem ki bilmiyordunuz, ne diye sormadınız ki? Kime soracaktık. Kabirleri ziyaret ettiniz ya işte o kabir ehillerine soracaktınız. Kimdir kabir ehli ?


"İşlerde şaşırırsanız kabirler ehlinden yardım isteyiniz." [Hadis-Sadreddin Konevi 40 Hadis 39.nolu hadis ]

Varya ölmeden ölenler, hani Resulullah'ın söylediği kabir ehli zatlar. Kimki yasayan bir ölü görmek istiyor Hz.Ebu Bekir'e baksın sözündeki gibi ölmeden ölen o kabir ehilleri iste onları ziyaret edince onlar size söylerdi. Ne soylerlerdi? Ne diycekler ki Allah'in dedigini soyleyeceklerdi. Ne demis ki Allah? Allah ve Resulune itaat ediniz. Baska ne derler di ? Resul'e SAL ediniz derlerdi.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Sabahın tan yeri kızartısı denizi sarmış, bir efkar ki diz boyu..
eFeM sesiz, küs gibi, cıkcık yok..
Msn de Nur-ye canım selamlamakta OL-AN “AN”ı..
Göz yaşıyla yazdıklarını okurken birden bizim eFeM de
Bir çığlık başladı..

“Ne oldu? Bir şey mi var? Ne analdında coştun? Neşeden mi kederden mi?” Demeye kalmadı:
“Siz İnsanoğlu Ümmeti yok musunuz AKIL Dağında Kulluk Krallığı kurdunuz da bizi Ümmet sanmazsınız!
Oysa BİZ KUŞlar Kur’ân-ı Kerim’de şerefle yâdedilmiş bir ümmetiz!
Ama siz Kur’ân-ı Kerimi de işinize geldiği yerde, zamanda ve hâlde okursunuz ve bir de üstüne üstlük kulak asmazsınız! BİZi hiçbir zaman BİZce görmediniz ki:


أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَ مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلَّا الرَّحْمَنُ إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَصِيرٌ

" Evelem yerev ilettayri fevkahum saffatin ve yakbidne ma yumsikuhunne illerrahmanu innehu bikulli şey'in basiyrun.: Üstlerinde kanatlarını aça-kapata uçan kuşları (hiç) görmediler mi? Onları (havada) rahmân olan Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz O her şeyi görmektedir.” (Mülk 19/67)

"Tamam eFeM sen ne biçim kuşsun taştan taşa çalmaya başladın, ne Ümmeti Allah aşkına!"
Dememle beraber açtı ağzını yumdu gözünü;

“Sen ak saçlı Kervan Kıtmiriyim dersin!
Bunca yıldır Kur’ân-ı Kerim okursun, yazar çizersin ahkam kesersin de Allahu zül celâlin Ümmetlerinden habersizsin!
Bak Nur-ye neler yazmış gözüne söyle de kalbine aktarsın umulur ki anlarsın!”

Deyince ayıktım bunda bir iş var diye Nur-ye’nin haberine koştum, KUŞ DİLİ aramaya ve ne gördüm:
nur-ye yazdı:

Gasilhane ki işlemleri yaptıktan sonra camiye bırakıp dünyalık evine geldiğimizde NAMAZI kılınıp cemaatla eve gelişi sırasında garip olarak bilinen HAKK DOSTum bütün cemaatında şahid olduğu milyonlarca KUŞ cemaatı ile evinin önünde geldi.
KUŞ cematı önce top oldu sonra iki guruba ayrıldı bir gurup alttan bir gurup üsten geçti. Sonrasında birleştiler evin bulunduğu mahallenin üstünde uçmaya başladılar. Evi mezarlığın hemen bir alt sokağıydı. Bütün KUŞ cemaatı mezarlığa bir kaç kez iniş yapıp havalandılar. ve ardından hoca duasını yaptı bütün cemaat şaşkındı ve şaşırdılar adını koyamadıkları bu olaya!.
garip olarak bilinen GARİP CAN DOSTumun sözü aklıma geldi şimdi bilmezler ÖLdüğümüzde bilecekler sözü yankılandı kulaklarımda!
KUŞ cemaatı sonrasında gözden kayboldu.
“Hımmm anlaşıldı eFeM ne demek istediğin!” dedim.
“Evet, hani Aksarayda yaşamış Mestci Salih Baba vardı. Rical-i Gayb idi.
Sen onun sırrına erince:
“Koçdölü sırrımızı saklarsın değil mi ölenedek!” demişti de sen de saklamıştın Hakk’a yürüyenedek..
İşte o Baba’nın tek kızının kocası Cuma sabahı Hakk’a yürüyen Salih Baba’yı “Hemen kaldıracağım Cuma sonunu bekletmem!” demişti.
Somuncu Babanın torunu Kalaycı Yahya Baba ne kadar yalvarıp:
“Bu Salih Baba Ricâlullahtır, ayıptır, yazıktır etme!” dediyse de:
“Cenaze benim git işine!” demişti.
İşte o zaman da Duhâ Namazı vaktinde bir avuç insancıkla cenazesi kılınmıştı.
Kuşluk namazına neden KUŞluk Namazı denir bilmezsin sen!
İşte ozaman gök yüzüne bakanlar yüzlerce değil binlerce leylek gördüler.
Gök yüzünde müthiş Bir Tavaf ve Girdabla ve de uzun gagalarıyla takıtak yapmakatalardı.
Cenazeyi omuzlayan dervişler
2 km ilerdeki ERVAH’a “Allahuekber! Allahuekber!” çığlıklarıyla ilerlerken birbirinden duyan tüm halk ve Aksaray şehri gökleri çınlatmış yollar yürünemez hale gelmişti.
Gökler dolusu Leylek Ümmeti
Yerler dolusu “Allahuekber! Allahuekber!” diyen İnsanlar!
Ne demişti bunu sana anlatan Kalaycı Yahya Baba boynuna sarılıp ağlarken:
“Gözlerimle gördüm Erenler! Kimlerin teşrif ettiklerini! Ve bir İnsanın nasılda Dipdiri el salayarak, şehadet ve tekbirlere katılarak vedâlaştığını!”
En sonunda pike dalan Leyleklerin halkı nasıl ürküttüğünü…"
Demişti ama,
Siz BİZi hiçbir şeye benzetmezsiniz!
Siz ne idiğini bilmezler iken BİZim Ümmetimize dil uzatır da birbirinizi küçültmek-kötülemek için Kuş Beyinli dersiniz.
Oysa o İnsan Beyninize yüklenen AKIL Emânetini Allahu Teâlâ kimlere yükledi de kaçtılar!
Ama siz İnsanoğlu çok akılısınız sanırsınız:


إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا

“İnna aradnel emanete ales semavati vel erdi vel cibali fe ebeyne ey yahmilneha ve eşfakne minha ve hamelehel insan innehu kane zalumen cehula: Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb 33/72)

"
Hiç de üstünüze alınmazsınız çok zalim ve de çok cahil olduğunuzu!
Gözleriniz yüce EMELlerle GÖKyüzünde yer ararken, ayak ucunuzdaki ECEL Kuyusuna düşüp YERin dibine batacağınızı akledemezsiniz!
Boyunlarınıza geçen hased, kin, kibir, yalan, haram gaflet, cehalet, dalalet ve hiyanet EGLÂLleriyle birbirinizin canını çıkarma savaşındasınız!
BİZ haddimizi BİLiriz, sen nerden bileceksin Hatice kim, Salih Baba kim, KUŞ kim, taş kim, İnsan kim?
Büyük harle yaz!
“İnsanı İNSAN insan eder!”
Diye de DERMAN Doktorumuzu da analım, o bizim DİLDAŞımızdı, CANDAŞımızdı, DERMANımızdı..
Her gün Sohbetlerini yaz-çiz yapmaktasın hiç anlamayacak mısın İNSAN kim miş?
Mükerrem ve halife kılınan, Rahmetenlilâlemin olan Resûlullah MUHAMMED sallallahu aleyhi vesellem’i DUY-AN ve de UY-AN;
Müslimullah,
Mü’minullah
Evliyâullah
Ricâlullah olanlar!..


“Amann eFeM bir ara ver! Bak akşam oldu duydun Medine Ezanını!
Yaradanımıza bir Yöneliş yapalım!”

Dedim ve baktım ki kıbleye dönmüş başı göklere bakmakta…

***

Alelacele akşamı kıldık iki kişilik cemaatla hanımla ikimiz, bize uydu mu eFeM bilemedim derken gıdıklamaya başladı cıyyik cıyyik…
“Latif BEY, Kıbleye yöneldin mi?
Buradan Kâbeye kadar putlarını temizledin mİ?
Resûlullah MUHAMMED sallallahu aleyhi vesellem’i DUYdun, Uydun İmam-ı Mutlak BİLdin-BULdun mu?
“Allahu ekber!” inde BİZ Oldun mu?
“Şah damarımdan da yakın!” dediğin RABB’inle OKUdun mu Kur’ân-ı Kerim’i?
Bedenin Kimin Kabıydı?
NEFsin eğilebildi mi boynundaki onca Engel-Eglâlleriyle?
Kalbinin Rahmân ve Rahim Kapıları açıldımı iki secdende!
RUHun şehadet oturuşunda Muhammedi Şuur ve Nur ile:
“Ben de Resûlullah MUHAMMED sallallahu aleyhi vesellem’in buyurduğu:
“Eşhedü en lâ ilâhe illâ ALLAH ve Eşhedü enne MUHAMMEDü’r- Resûlullah! Âmennâ! Saddaknâ! Şâhidnâ!” derim diye bildin mi?..”


“Ne Latif Bey’i efem kafayı mı yedin!
Eşşekten düşmüş salatalığa çevirdin!
Pardon ağır oldu dut yemiş bülbüle çevirdin, bir soluklanalım paçavra gibi ettin namazımızı da!”

Dedim demesine de durdu mu Halimcan deli bu BİZim kuş vallaaa..


“ Bak gördün mü?
Hemen hazırsınız hakaret etmeye!
“Aslanım!” desek keyflenir canavarlığa bayılırsınız!
“Eşeksin!” desek kızar HAKK’ın Hizmetçiliğine verir veriştirirsiniz.
Eşek mi yükledi salatalığı sırtına!
Ne olmuş BOLU’da bülbüller bir bahar sana Kapkara KUŞ Şarkıları okudu da Dut mevsiminde AŞKları MEŞKe erdiyse!..
Suç mu bunlar da baş kakıncı ettin!
Siz zaten böylesiniz, hani Hüdhüd Kuşu-İbibik Anamız Süleyman as bir güzellik yapmakiçin Sâbâ Güneşi Belkıs Yelinden bir KOKU getirmeye uçmuştu canı gagasında da;
Süleyman as da demediğini koymamıştı: "Kolunu-kanadını kıracağım, olmadı kafasını koparacağım!" vs . vs…


وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَا أَرَى الْهُدْهُدَ أَمْ كَانَ مِنَ الْغَائِبِينَ
لَأُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَدِيدًا أَوْ لَأَذْبَحَنَّهُ أَوْ لَيَأْتِيَنِّي بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ

" Ve tefekkadet tayra fe kale maliye le eral hüdhüde em kane minel ğaibin. Le üazzibennehu azaben şediden ev le ezbehannehu ev le ye'tiyenni bi sultanim mübin : (Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek ya da onun canını iyice yakacağım yahut onu boğazlayacağım!” ( Neml 27/20-21)

“Aman bree eFeM nerlere atladın bak!”
Demek istedim ama resti çekti!

“Ben seninle konuşmuyorum!
Git işine! Sen akıllı, yaman, kurnaz, bilmediği bir şey olmayan tipik bir insanoğlusun ve sizden BİZ korkarız zaten!
Ben şu ÇÖL Köpeği varya Kervan Kıtmiri KUL İhvanî onunla gaga çalmaktayım!
Bak sofran kuruldu!
Sarı kart yemeden diz çök!
Sonra beni suçlarsın hemence!”


Bu sefer gerçekten kıpkırmızı değil mosmor oldum garibanım!
Deve Kuşu daha iyi nerden buldum ben bu Kahharî Kanaryayı!
Bana dar gelen dünyamı sıktıkça sıktı!


“Siz; İLİMsiz-Edebsiz-İrfansız-Erkansız bir YOL,
Gözsüz-İzsiz-Sözsüz-Özsüzbir YÖN,
DİLesiz-İLEsiz-BİLesiz-ÇİLEsiz bir CENNET aramaktasınız!
Cihan içinde-Kan içinde-Can içinde cÂN-ÂN!
Şu ÂN! OL-ÂN! Desek ne fayda!”


Sus pus oldum…
Ağlayamadım!
Gülemedim!..
Bir hoş oldum!
Bereket ki yatsı çağrısı geliverdi birden de:

Hayyealesselah!.. Haydi İslah olamaya!
Hayyealelfelah.. Haydi İflah olamaya!.

Sahili salladı da sükun çöktü ÇÖLe…
Çok şükür..


***

Kafam karman çorman oldu vallahi..
Ben mi yemek yedim yemek mi beni,
Ben mi namaz kıldım namaz mı beni anlayamadım doğrusu..
Ümmet de nerden çıktı şimdi?
Gerçi: “Resûlullah MUHAMMED sallallahu aleyhi vesellem’in ümmetindenim, İbrahim Aleyhisselamın Millletindenim!” diye öğretmişti Rahmetli Hoca Babam ama bir kıvılcım attı şu eFeM Akıl Harmanıma şimdi kuruldu tüneğine yangınımı seyretmekte keyfi gıcır maşallah!


Ümm: Ana, anne, vâlide. Nine. Asıl, esas. Başlıca olan şey.
Âma: Kör. Gözü görmeyen.
Nebiyy-ü Ümmî: Allahuzülcelâl’in Ahadiyyet perdesi olan; bilinemezlik varılamazlık sırrına erilemezlik tekliği-eşsizliğ-zıtsızlığından, O’nunizniyle haber getiren Resûlullah MUHAMMED sallallahu aleyhi vesellem..
Ümmet : Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka davet ettiği cemaat. Bir dille konuşan millet.
BİZde BİR OL-ANlar..


***

Baktım olmayacak bir köşeye çekilip kulak kabarttım eFeM ile Kıtmir’in İnsan oğlunun AKLını Silkeleme-Sallama Sohbetine!..
Meğer Kelâmullah’da neler varmış!
İnanan insanın BAĞ demek olan AKLını bağlayan nice âyetleri seriverdiler sahneye..
eFeM:
“Bu insanlar O KİTABI okusalardı BİZimde bir ümmet olduğumuzu görürlerdi..”


وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ وَلاَ طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ إِلاَّ أُمَمٌ أَمْثَالُكُم مَّا فَرَّطْنَا فِي الكِتَابِ مِن شَيْءٍ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ

"Ve ma min dabbetin fil erdi ve la tairiy yetiyru bi cenahayhi illa ümemün emsalüküm ma ferratna fil kitabi min şey'in sümme ila rabbihim yuhşerun: Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.” (En’am 6/38)


Bak kardeşim daha neler var “ÜMMET” deyince Hükmullah’da:



كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَأَنزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلاَّ الَّذِينَ أُوتُوهُ مِن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ فَهَدَى اللّهُ الَّذِينَ آمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ وَاللّهُ يَهْدِي مَن يَشَاء إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ

"Kanen nasü ümmetev vahideten fe beasellahün nebiyyine mübeşşirine ve münzirine ve enzele mealhümül kitabe bil hakki li yahküme beynen nasi fimahtelefu fih, ve mahtelefe fihi illellezine utuhü mim ba'di ma caethümül beyyinatü bağyem beynehüm, fe hedellahüllezine amenu limahtelefu fihi minel hakki bi iznih, vallahü yehdi mey yeşaü ila siratim müstekiym: İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara 2/213)


وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

"Velteküm minküm ümmetüy yed'une ilel hayri ve ye'mürune bil ma'rufi ve yenhevne anil münker, ve ülaike hümül müflihun: Hem sizden müteşekkil, önde gider, hayra davet eder, maruf ile emir ve münkerden nehyeyler bir ümmet olsun, işte onlardır o felâhı bulacaklar” (Âl-i İmrân 3/104)


كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ

"Küntüm hayra ümmetin uhricet lin nasi te'mürune bil ma'rufi ve tenhevne anil münkeri ve tü'minune billah, ve lev amene ehlül kitabi le kane hayral lehüm, minhümül mü'minune ve ekseruhümül fasikun: Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Âl-i İmrân 3/104)


فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا مِن كُلِّ أمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلَى هَـؤُلاء شَهِيدًا

"Fe keyfe iza ci'na min külli ümmetim bi şehidiv ve ci'nabike ala haülai şehida: Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!” (Nisâ 4/41)

وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ عَمَّا جَاءكَ مِنَ الْحَقِّ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَـكِن لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُم فَاسْتَبِقُوا الخَيْرَاتِ إِلَى الله مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ

"Ve enzelna ileykel kitabe bil hakki müsaddikal lima beyne yedeyhi minel kitabi ve mühayminen aleyhi fahküm beynehüm bima enzelellahü ve la tettebi' ehvaehüm amma caeke minel hakk li küllin cealna minküm şir'atev ve minhaca ve lev şaellahü le cealeküm ümmetev vahidetev ve lakil li yeblüveküm fi ma ataküm festebikul hayrat ilellahi merciuküm cemian fe yünebbiüküm bi ma küntüm fihi tahtelifun: (Ey Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.” (Mâide 5/48)


وَلَوْ شَاء اللَّهُ لَجَعَلَهُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِن يُدْخِلُ مَن يَشَاء فِي رَحْمَتِهِ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُم مِّن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ

"Ve lev şaellahü le cealehüm ümmetev vahidetev ve lakiy yüdhilü mey yeşaü fi rahmetih vezzalimune ma lehüm miv veliyyiv ve la nesiyr: Dilese idi Allah elbet hepsini bir ümmet de yapardı ve lâkin dilediğini rahmetine koyuyor da zalimlere gelince ne bir veliy var onlara ne de bir nasîr” (Şûrâ 42/8)

وَلِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ

"Ve li külli ümmetin ecel fe iza cae eclühüm la yeste'hirune saatev ve la yestakdimun: Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” (A’raf 7/34)


وَمِمَّنْ خَلَقْنَا أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ

“Ve mimmen halakna ümmetüy yehdune bil hakku ve bihi ya'dilun: Yarattıklarımızdan, daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir millet bulunur.” (A’raf 7/181)


وَمَا كَانَ النَّاسُ إِلاَّ أُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُوا وَلَوْلاَ كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ فِيمَا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ

“Ve ma kanen nasü illa ümmetev vahideten fahtelefu ve lev la kelimetün sebekat mir rabbike le kudiye beynehüm fima fihi yahtelifun: İnsanlar sadece bir tek ümmetti, sonradan ayrılığa düştüler. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili) Rabbinden bir söz (ezelî bir takdir) geçmemiş olsaydı, ayrılığa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi (Derhal azap iner ve işleri bitirilirdi). (Yunus 10/19)


وَلِكُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولٌ فَإِذَا جَاء رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُم بِالْقِسْطِ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ

"Ve likülli ümmetir rasul fe iza cae rasulühüm kudiye beynehüm bil kisti ve hüm la yuzlemun: Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez.” (Yunus 10/47)


مَّا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ

“Ma tesbiku min ümmetin eceleha ve ma yeste'hirun: Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez, ve onu geciktiremez.” (Hıcr 15/5)


وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُوا اللّهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ فَسِيرُوا فِي الأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ

"Ve le kad beasna fi külli ümmetir rasulen eni'büdüllahe vectenibüt tağut fe minhüm men hedellahü ve minhüm men hakkat aleyhid dalaleh fe siru fil erdi fenzuru keyfe kane akibetül mükezzibin: Andolsun ki biz, «Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının» diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur!” (Nahl 16/36)

تَاللّهِ لَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى أُمَمٍ مِّن قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

"Tellahi le kad erselna ila ümemim min kablike fe zeyyene lehümüş şeytanü a'malehüm fe hüve veliyyühümül yevme ve lehüm azabün elim: Allah'a andolsun, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) göndermişizdir. Fakat şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de (iman etmediler). işte o, bugün onların velisidir. Ve onlar için elem verici bir azap vardır.” (Nahl 16/63)


وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا ثُمَّ لاَ يُؤْذَنُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا وَلاَ هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ

"Ve yevme neb'asü min külli ümmetin şehiden sümme la yü'zenü lillezine keferu ve la hüm yüsta'tebun: Her ümmetten bir şahit göndereceğimiz gün, artık ne kâfir olanlara (özür dilemelerine) izin verilir ne de onların özür dilemeleri istenir.” (Nahl 16/84)


وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا عَلَيْهِم مِّنْ أَنفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا عَلَى هَـؤُلاء وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ

"Ve yevme neb'azü fi külli ümmetin şehiden ala haüla' ve nezzelna aleykel kitabe tibyanel likülli şey'iv ve hüdev ve rahmetev ve büşra lil müslimin: O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl 16/89)

وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلكِن يُضِلُّ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَلَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

“Ve lev şaellahü le cealleküm ümmetev vahidetev ve lakiy yüdillü mey yeşaü ve yehdoi mey yeşa' ve le tüs'elünne amma küntüm ta'melun: Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı; fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.” (Nahl 16/93)

إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِلّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ

"İnne ibrahime kane ümmeten kanitel lillahi hanifa ve lem yekü minel müşrikin: Muhakkak ki, İbrahim başlı basma bir ümmet idi, tevhid inancına sahip olarak Allah'a itaat için kıyam etmişti ve asla Allah'a ortak koşanlardan olmadı.” (Nahl 16/120)


وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ

"Ve inne hazihi ümmetüküm ümmetev vahidetev ve ene rabbüküm fettekun: Ve işte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmet ve Rabbiniz de Benim; artık hep Benden korkun!” ( Mü’minun 23/53)


وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِن كُلِّ أُمَّةٍ فَوْجًا مِّمَّن يُكَذِّبُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ

"Ve yevme nahşüru min külli ümmetin fevcem mimmey yükezzibü bi ayatina fehüm yuzeun: O gün, her ümmet içinden âyetlerimizi yalan sayanlardan bir cemaat toplarız da onlar toplu olarak (hesap yerine) sevkedilirler.” (Neml 27/83)

وَنَزَعْنَا مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُوا أَنَّ الْحَقَّ لِلَّهِ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ

"Ve neza'na minkülli ümmetin şehiden fe kulna hatu bürhaneküm fe alimu ennel hakka lillahi ve dalle anhüm ma kanu yefterun: (O gün) her ümmetten bir şahit çıkarır, (kâfirlere): Kesin delilinizi getirin! deriz. O zaman bilirler ki hakikat Allah'a aittir ve uydurageldikleri şeyler (putlar) da kendilerinden ayrılıp kaybolmuşlardır.” (Kasas 28/75)


وَتَرَى كُلَّ أُمَّةٍ جَاثِيَةً كُلُّ أُمَّةٍ تُدْعَى إِلَى كِتَابِهَا الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

"Ve tera külle ümmetin casiyeten küllü ümmetin tüd'a ila kitabiha elyevme tüczevne ma küntüm ta'melun: O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır, (onlara şöyle denilir:) «Bu gün, yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız!»” (Câsiye 45/28)

Ve gerçekten diz üstü çöke kaldım!
Alın Yazımı, Parmak İzimle yazdığım Amel Defterimin,
Zerre kadar Hayrımı ve Şerrimi yazdığını görünce yerin dibine gireceğim geldi de:

“eFeM ben seni bıraksam gök yüzüne ne tarafa gidersin dememe gerek yok, sen zaten kestirmeden İzmirin havasını tutarsın değil mi? “
Dedim sessizce içimden yüzüne karşı..

Sadece içli bir
“cııyyyaaak!” çekti!..
Ve çınlattı odayı şakıyarak…

"Seninle uğraşmaktan Necmiye, Devekuşuna, Kapkarakuşa vakit mi kaldı!
Git işine!.."

Demez mi bana!.
Ki ben ona yeni
“SU vermiştim!”…
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

- Halim… Sen şimdi üç kuş daha bulup ta… “EFEM ile birlikte dört eder” diyerek parçalamaya kalkmayasın…
- Ondan mı öyle uzak, temkinli duruyorsun EFEM… Korktun mu yoksa…
- Benim korkum senin bilgisizliğinden…
- Bilgisizlik kötüdür EFEM. Ben henüz nasıl BİR’leştireceğimi bilemiyorum… O yüzden korkmakta haklısın ama asıl korkulması gereken; BİLGİSİZ OLDUĞUNDAN DA BİLGİSİZ olandır… Bilmediğini de bilmeyendir…
- Bilmediğini bilen ise yarı yarıya biliyor demektir diyorsun yani…
- Hem öyle… Hem de BİLDİRECEK OL-AN’ı da biliyor demektir… Çünkü bilmediğini bilmek acizliğinin farkında olmaktır… ACİZ olduğunu bilen ise bilir ki BİR EL-AZÎZ OL-AN VAR’dır…
- Sen de O’nu bilmek için mi böyle kara kara düşünüyorsun…
- Ben kendim hakkında kara kara düşünüyorum EFEM… O’nun hakkında ise hep AK’tır düşüncelerim…
- İşte yarı yarıya oluşu da bundandır… Bir yarısı AK… Diğer yarısı kara…
- Geceyle gündüz gibi değil mi?
- Geceyle gündüz gibi… İyi ile kötü gibi… Güzel ile çirkin gibi… Cennet ile cehennem gibi…
- Hep “GİBİ” leri biliyoruz EFEM… Ama şunu da biliyoruz ki; O’nun benzeri gibisi yoktur (Şura 42/11)
- E O’nun benzeri gibisi nasıl olsun ki… OL-AN’ın hepsi O’nun oldurduğu iken… Senin bir sözün senin gibi olabilir mi ya da senin benzerin gibi…
- Benim sözüm olsa olsa benim hâllerimden bir hâle dair bir bilgi olabilir… Sözüme bakarak denir ki; Halim iyi söyledi… Doğru söyledi… Ya da tersi Halim kötü söyledi, yanlış söyledi… denir… …
- Ama asla bu söz HALİM’in kendisidir denemez değil mi?
- Denemez tabi ki… SÖZ’den ancak SÖYLEYE’nin ne söylediği ya da ne hâlde olduğu anlaşılabilir… Hâlim bugün neşeli veya kederli falan denir…
- Evet… Tıpkı senin bana başta söylediğim söze bakarak; “KORKTUN MU EFEM?” demen gibi…
- Evet… Ama denemez ki; KORKU EFEM’in KENDİSİ’dir…değil mi?
- Elbette…
- Efem sen bilerek mi öyle bir giriş yaptın yoksa…
- O girişi ben yapmadım…
- Nasıl yani…
- İşte NASIL’ını sen düşün…
- Ben düşüneyim de EFEM zaten bak düşünmekten artık GÜLLÂLE DERLEMELER yerine DUMAN DERLEMELER’e başladık…
- Güllâle’nin yazdıklarını mı diyorsun?
- Evet, O’na yazdırılanları diyorum… O kendim yaptım diyerek bakmaz fiillerine… Dolayısıyla Güllâle’nin yazdıkları değil de GÜLLÂLE’ye YAZDIRILANLAR diyorum…
- Darma Duman Hâlleri yani…
- Hıı… İşte darma duman… Derme duman yani… Ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler… O ATEŞ AŞK ATEŞİ olunca o dumanları dermek, derlemek lâzımdır…
- Duman’a bakarak ATEŞ hakkında bilgi sahibi oluyorsunuz… ATEŞ’i bilince de YANAN hakkında bilgi sahibi oluyorsunuz… AŞK’tan mı yanmaktadır… Öyle ise AŞIK’tır diyorsunuz…
- Evet EFEM… İZ sürüyoruz işte… Öyle öyle buluruz inşallah diyerek…
- İnşallah bulursunuz… Ama bulduklarınız işte ancak HÂL’ler olabilir…
- Evet… HÂL’leri bilirsek o hâle sahip olan hakkında bilgimiz olur… ZAT’ını ZAT-en bilemeyiz EFEM…
- İyi bari… Demek ki korkmama gerek yokmuş… Bilmediğini biliyorsun…
- EFEM bilmediğimi biliyorum da bak Hz. İbrahim (as.) Efendimiz de; Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster diyor… da Rabbi buyuruyor ki; İnanmıyor musun yoksa? İşte bunu düşün de… Gel de darma duman olma Sevgili Güllâle gibi…
- Ama işte orada anlatıldığı gibi; Darma duman olmak sonuçta BİR’leşmek için…
- EFEM benim aklım işte burada duruyor diyeceğim ama sanki başka yerde çok mu işliyor ki diyesim geliyor ardından…
- Akıl; "BANA GÖSTER" demek için lâzımdır… GÖSTERECEK OL-AN’ı bilmek için lâzımdır… AKIL O’nun AYNA’sıdır… AKLI olmayana sorumluluk yoktur… Hesap yoktur…
- İyi ya EFEM işte aklımın durması da zaten bu yüzden… O gösteriyor ve gördüklerinden sorumlusun diyor… Bunlar senin imtihanın diyor…
- E tamam işte AKIL’a düşen de imtihan sorularını düşünmektir… Birçok insanın yaptığı gibi imtihanı bırakıp ta imtihan sonucunu düşünmek değildir herhalde…
- Evet yaaa… Bütün imtihan süresini; Acaba imtihandan kaç alacağım diyerek geçiren öğrenciler geliyor aklıma… Aslında imtihandan kaç alacağım diye düşündüğü esnada kendisi belirliyor zaten kaç alacağını… Sorularla uğraşmak yerine sınav sonucunu düşünerek bütün zamanı tüket… Ondan sonra da de ki; Çok merak ediyorum acaba bu sınavdan kaç alacağım…
- Hani sen demiştin ya bir sohbetimizde; Efem bazen düşünüyorum da hayat SIRAT’ın ta kendisi gibi demiştin…
- Evet, hatırlıyorum EFEM… Ve kesin böyledir demekten de kaçınmıştım…
- Ama şimdi sınavdaki öğrenci örneğine bakarsak belli ki hayat sıratın ta kendisi… Ahiretteki SIRAT ise sadece buradakinin görüntüsü… Orada ne göreceğin burada neyi yapıp neyi yapamadığına göre şekillenenden başkası değil…
- Doğru söylüyorsun… İşte ne yapacaksak burada yapacağız… Ne anlayacaksak burada anlayacağız… Hani buyurur ya Efendimiz (sav) ; Dünya’da âmâ olan ahirette de âmâdır…
- E o zaman kendinizi darma duman etmekte haklısınız…
- Üstelik bilemediğimizde de; Bana göster diyebileceğimiz BİR RABBİMİZ VAR… Düşünüyorum da EFEM ne kadar güzel samimi… Yani ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster diyen kuluna; Sen ne hakla böyle bir şey isteyebilirsin diyerek azarlayan bir RAB değil… Oysaki insanlar hep böyle anlattılar Allah’ı (cc.)… Onu deme, bunu yapma, çarpılırsın, ateşte yanarsın… Vs. hep korku… E o zaman demin senin söylediğin gibi O’nun aynası olan akıl niye verilmiş kuluna…
- Öyle söyleyenler de kendi akıl aynalarında öyle görmüşler işte… Niye şaşıyorsun ki…
- Şaşıyorum işte EFEM… Bilsem zaten… Bazen düşünüyorum da diyorum ki acaba Allah CC. neden daha açık söylememiş bazı şeyleri… Habibim dediği Hz. İbrahim (as.)Efendimiz konuşuyor O’nunla… Ama ona rağmen kafasında sorular var… E bizim de böyle olmamız O’nun gibi sormamız da normaldir diye düşünebilirdi insanlar yani… Bunu neden düşünemediklerine şaşıyorum… Neden hep susturulmuş akıllar…
- Şu da var ama… Hikmet Babası olarak bilinen ve çok akıllı olan Ebu Cehil gibi akıllı olmasına rağmen O’nu inkâr eden kimseler de var… Yani akıl iki yüzü keskin bıçak gibi… Ekmek te kesebilir… Elini de kesebilir… İnsanı da öldürebilir…
- Evet… Lâ ilâhe deyip te artık… Benden başka ilah yok diyenler de kendi akıllarının kurbanıdır değil mi?
- Öyle elbette… Bu da sizin imtihanınızdır… Sen diyorsun ki Allah CC. neden daha açık söylememiş… E her şeyi apaçık söylese zaten imtihana ne gerek var değil mi… Sizin sınavlarınızda okulda öyle mi yapıyorlar imtihan ederken cevapları da birlikte mi veriyorlar…
- E olmaz öyle tabi EFEM de… Ama insan anlamak isterken işte tıkandığında öyle düşünüyor…
- Darma duman olunca yani… E onu da söyledik… Önce darma duman olacak parçalanacaksın ki BİR’leşmek mümkün olsun… Hem Allah CC. buyurur ki “Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık…”
- Her şey açık zaten… Yeter ki siz Kitab’ı açın diyorsun yani EFEM… Biz Kitab’ı açıyoruz da sanırım Kitab bize açılmıyor…
- Eğer sen Kitab’ı açıp ta oradan hemen her şeyi alabileceğini sanırsan bu sefer aklının marifeti sanarsın… Oysaki O Kitab’ı her açışında yeni bir şey gören anlayan akıl anlar ki; Anladıkları… anlaşılacak olanın yanında hiçbir şey değildir…
- Bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir diyen gibi değil mi?
- Öyle diyecek ki sonra; Rabbim bana bildir demeye yönelsin…
- Efem hani bir oyun oynarlar; Bir filmin adını söylemeden hareketlerle karşıdakine anlatmaya çalışırlar… İşte elleriyle işaret eder; İki yapar… Karşıdaki der ki; İki kelime… Evet diye başını sallar… Sonra o kelimeleri anlatmak için bin türlü şeyler yapar…
Yani diyorum ki… Oradaki İKİ KELİME yi doğrudan söylemediğinde ne çok halden hale giriyor insan da karşıdaki o iki kelimeyi buluncaya kadar darma duman oluyor… Hani bazen aklıma o geliyor… Kuran’da misâllerle anlatılıyor ya her şey… İşte biz o misallerden bulmaya çalışıyoruz da doğru kelimeleri bulamayınca öyle darma duman oluyoruz… Ve bilmiyoruz ki süremiz ne kadardır… Sınav ne zaman biter… İşte bu telaşla bazen ondan diyorum keşke daha açık olsaydı…
Yoksa elbette KİTAB bize açılsa her şey muhakkak orada açık seçiktir…


- Akla gerekli olan bu kadarıdır zaten… Kendini bilen akıl der ki; Ben bu çizgiden bir adım daha ileri gidemem…
- Biz de o çizgide durduk bekliyoruz EFEM… Oradan öteyi geçecek olan NAKİL’dir… O’nu da NAKLEDEN’den istiyoruz… Yani TEBLİĞ EDEN’den… İRSÂL eden RESUL’ ünden… Tutsun elimizden geçirsin bizi diye…
- AKIL o çizgiyi geçince artık kendisi de NAKİL olur Halim…
- Kendisi de Nakil olursa o zaman AKIL, NAKLİN çekirdeğidir EFEM… AYN’ı ÖZ’ dendir…
- Atın o zaman o çekirdeği TOPRAK’a… SU verin, HAVA’landırın, GÜNEŞ (ateş) görsün… Hepsi BİR’leşince ÜRÜN’ ünüzü alırsınız…
- Efem Toprak, Su, Ateş, Hava deyince belli ki bizim kuşlar çoktan parçalanmış ta biz zaten baştan darma duman olmuşuz… Ama böyle olduğumuzun farkına yeni varıyoruz galiba…
- Evet… Siz ayrılarak başlıyorsunuz… Sonra da habire ayırmaya devam ediyorsunuz… Sen demiştin ya biz her şeyi bir iyice tasnif ediyoruz diye… Canlı-Cansız… Sonra canlıları insan, hayvan, bitki diyerek… Cansızları taş, toprak diyerek…
- Evet EFEM… İşte sonra bakıyoruz ve diyoruz ki; BİZ amma da darma duman olmuşuz… Nasıl birleştireceğiz şimdi…
- İbrahim (as) de bunu sormuştu zaten… Ve O öğrendi… BİR’leştirdi… DİRİLTTİ… Ve DİRİLTTİĞİ kendinde DİRİ OL-AN’ dan başkası değildi…
- Ettehiyyatü… Dedi yani EFEM ha… DİRİ’ linceye kadar DİRİ OL-AN’a, HAYY OL-AN’a ibadet et… Ki O’nun SELÂM’ ını alan ve “Selâm ve selamet bize ve Allah'ın salih kulları üzerine olsun.” diyen nedeniyle sen de o selama muhatab olduğunu bil… Hayya’âl Es-Salâh… O zaman haydi dirilmeye, Salih kullardan olmaya diye çağırdığında çağrısına uy… Ki o da senin çağrına uysun değil mi?
- Sordun ya; EFEM bilerek mi böyle giriş yaptın diye… Sistem böyle işler… UY ki UY-şuna UY-gun UY-gulamalar ile karşılaşasın… AYNA’ da görülen ASLI’n görüntüsünden başka ne olabilir ki… Bakan nasılsa gördüğü de öyledir…
- Daha çok şey var da EFEM… Hem vakit yaklaşmakta… Hem de seni daha fazla yormayalım… İnşallah başka zaman devam ederiz…
- Eyvallah…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

- Hayırlı CUMA' lar EFEM…
- Allah’ın her günü hayırlıdır... Cuma size bunu hatırlatmak içindir… Hani siz; Dikkatim dağıldı dersiniz ya… İşte o dağılan dikkatinizi tekrar olması gereken yere toplamak için bir hatırlatmadır Cuma…
- Fakat Cuma günleri insanın içi daha bir başka oluyor EFEM ya…
- Yüzücülere dikkat etmişsindir… Arada bir başlarını çıkarır derin bir nefes alır… Bunu yapmazlarsa yüzmeye devam edemezler… Cumanın başkalığı yüzücünün aldığı nefes gibi… Hayat yüzücülerine nefes aldırmasındandır…
- Yine ve yeniden yani… Yeniden başlamak için durmak gibi… Ya da sıfırlamak ve sıfırdan başlamak gibi…
- SIFIR-lamak ve SIFIR' dan başlamak diye izah ediyorsun ama sana desem ki; SIFIR nedir… Nasıl izah edersin?
- İşte bu ve bunun gibi hâlleri ben hiç izah edememişimdir EFEM… Ve gerçekten buna hep şaşmışımdır…
- Neye şaşıyorsun SIFIR’ a mı?
- EFEM SIFIR belki o şaşkınlığa neden olan tüm hal ve düşüncelerin toplamına verilen bir simge olabilir ama şaştığım yalnızca sıfır değil…
- Lâfı uzatarak sorudan kaytarmaya mı çalışıyorsun…
- Yok, EFEM kaytarmaktan değil açıkça söylüyorum ya izah edememişimdir diye…
- E zaten sizin matematikçiler de zor izah ediyorlar… Sıfır tabiri kullanılalı daha ne kadar oldu ki düşünsene… Sıfır dediğinde “HİÇ, YOK” diye anlıyorsunuz… YOK olan bir şeyin ismi nasıl oluyor... ne diye isim veriyorsunuz ki ne gerek var… SIFIR ile de simge veriyorsunuz…
- Düşünüyorum EFEM hep düşünüyorum da bir yerlerde garip olan acayip olan bir şeyler var… Hayat sanki matematik gibi… Peşin kabullere bağlı… İki kere iki kaç eder… Dört… bitti… Ama İKİ nedir… DÖRT nedir… anlamı nedir… Yani bir sürü şey geliyor aklıma… Hani domino taşlarını dizerler arka arkaya da bir tanesine dokununca hepsi tıkır tıkır sırayla devriliverir ya… Hayatta bildiklerimiz de sanki öyle gibi… Hiç dokunmadan, bozmadan öylece herkes kabul etmiş gidiyor… Bazen çok iyi bildiğim, sürekli kullandığım bir kelimeyi bile birkaç defa arka arkaya söylerken bir anlam boşluğu oluşuyor… Kendi adımı söylerken mesela… Birkaç kere arka arkaya Haaa…. Liiimmmm… Haaaa…. Liiiimmmm diye uzun uzun heceleyince… Ne bileyim yani… Ne olduğunu da çözemiyorum ama hissediyorum…
- Halim hani geçen gün söyledindi ya… Şimdi EŞYA’ ya baktığın zaman zahirde olanı görüyor insan… Ve onu bir tanım olarak alıyor beynine, gönlüne artık neresiyse bilginin saklandığı yer oraya yerleştiriyor… demiştin
- Evet EFEM…
- Şimdi bak diyorsun ki; Düşünüyorum çözemiyorum… Ama hissediyorum…
- Öyle ama doğrusu bu… Bilmiyorum ki nasıl anlatayım…
- Bana anlatman gerekmez kendin anla… Biz muhabbet ediyoruz… Benim sana Anlatmak istediğim şu ki; Düşünüyorsun ve çözemiyorsun… AMA HİSSEDİYORSUN…
- Evet?
- Bu demektir ki; HİS düşünceden önceliklidir… Daha doğrusu düşünceyi doğuran, besleyen ve büyüten HİS’ tir… Hissetmektir…
- Doğru Efem… Bilmediğim şeyi hissedebiliyorsam demek ki his bilmekten öncedir…
- His bilmekten öncedir ama… Hani sen dedin ya; Eşyayı tanım olarak alıyorsun ve bilginin saklandığı yer neresiyse oraya yerleştiriyorsun diye… O zaman diyorum ki sana; HİS’ sin saklandığı yer neresidir ki?
- Ah Efem yarama tuz basar gibi… Zaten derdim bu bilemiyorum ki…
...
Bak bir şey anlatayım sana… Geçen gün otobüsle geçerken Şirinyer’ de Kızılay’ın bir minibüsü vardı… Kan vermek isteyenlerden kan alıyor. Düşündüm de kan veriyorsun ve bir insana can veriyorsun… Bundan başka mesela kimi insanlar organlarını bağışlıyor ölmesi durumunda… Ve o organa ihtiyacı olan bir insanın hayatının devam etmesine vesile oluyor. Bunları düşünürken aklıma şu geldi ; Hani bilgilerimizi sakladığımız yer BEYİN diye biliyoruz… Beyin ölümü gerçekleşince insan ölmüş sayılıyor… Yani vücudu yöneten BEYİN’dir sonucu çıkıyor buradan… Ama mesela organ nakli yapılırken o organ bir insandan alınıyor… diğer insana takılana kadar canlılığını devam ettiriyor… Hem takıldığı vücutta da şunu diyor mu beyine ; Benim komut aldığım beyin sen değilsin… Veya BEYİN o organa ; Sen de kimsin… ben seni tanımıyorum… falan demiyor… Çünkü beyinde bütün bilgiler hazırsa bilir ki o organ kendi denetiminde olan bir organ değildir…
Ya da organ bağlı olduğu beyinden ayrıldıktan sonra nasıl hemen takıldığı kimsenin beyninden emir alabiliyor… Yani bilmiyorum ki… O kadar çok şey var ki… Nasıl altından kalkacağım diye bazen var ya kara kara düşünüyorum… Çünkü iş güç te bırakmıyor ki istediğin gibi düşünesin de çözesin falan… Hayat nehir gibi akıp gidiyor… Sen dur şurda iki dakika bir iyice bakayım şuraları tanıyayım desen bile… ıı ıııh…

- Öyle ah vah etmene gerek yok… Sen üstüne düşeni yap… Sen demedin mi akıl istemek için lazımdır… Çizgiyi geçemeyeceğini bilmeli ve orada durmalıdır diye…
- Doğru Efem ama dursa bile çizgiyi geçme isteği bitmiyor ki…
- İstek olmalı ki karşılığı gelsin değil mi… Bak Musa (as) Rabbini görmeyi istedi de Rabbi DAĞ’ a tecelli etti… Musa (as) istemeseydi o tecelli gerçekleşir miydi?
- Gerçekleşmezdi ama Efem şu da var… Her gerçekleşen de bizim istememizle gerçekleşmiyor ki… Mesela Musa (as.) bir yumrukta bir adamı öldürdü… Vururken istediği adamı öldürmek miydi? Hiç istemezdi bunu ama adam öldü…
- İkisi aynı şey midir ?
- Aynı olsa herhalde her ikisinde de sonucun istekle uyumlu olması gerekirdi… Birinde görme isteği var ve karşılığında DAĞ’ a tecelli var… Ama diğerinde istenmeyen bir durumun gerçekleşmesi var…
- İstenmeyen durumun gerçekleşmesi diyorsun ama bunu sen uyduruyorsun…
- Niye EFEM… Musa (as.) adama vururken öldürmeyi istedi mi?
- Öldürmeyi istedi mi veya istemedi mi diye sorarsan yanlış bir noktadan hareket etmiş olursun…
- Nasıl yani?
- Doğru cevaba ulaşmak için DOĞRU SORU’ yu sorabilmek lazımdır…
- Doğru soru nedir peki bu durumda?
- Önce ben sana şunu sorayım… Musa (as.) Rabbini görmeyi istedi bunu biliyorsun… Nerden biliyorsun; KURAN’ dan… Peki, o adamla kavga ederken ne düşündüğünü… Neyi istediğini neyi istemediğini sen nerden biliyorsun?
- Sonradan yaşadığı pişmanlıktan biliyorum EFEM… "Ah ben ne yaptım!" diye pişmanlığını dile getirdi ya…
- O zaman sen buna bakarak tahminde… Yani ZAN’ da bulunuyorsun…
- E bir yerde öyle tabi… Çünkü demiyor ki Kuran’da… Musa (as) kavgaya başladığında niyeti isteği adamı öldürmekti veya öldürmek değildi demiyor ki…
- Musa (as) o işi yaparken KENDİ başına yaptı… AKLINCA adamı bertaraf etmek istedi… Ölmesi veya ölmemesi ile ilgili bir düşünce aklından geçmedi…
- Sen demiştin ya… AKIL iki tarafı keskin bıçak gibidir diye… Bunun için mi dediydin…
- Bu örnektir… Misâldir… Biliyorsun ki Kuran’da her şey misâllerle anlatılır… O misâle bakarak benzer durumlar hakkında da bilgi sahibi olursun…
- Haklısın… E peki şimdi nerden girdik bu konuya… Asıl neyi konuşuyorduk… Laf lafı açıyor dağıldım iyice… Yani DAĞITTI iyice… Senden fırça yemiştim; Dağıldım dediğimde… Bak demek ki unutmamışım…
- Unutmazsan senin için iyi olur… Bak bu konuya nerden girdik diyorsun… Unutuverdin…
- Öyle valla EFEM ya… Ne edelim bizim aklımız bu kadar alıyor…
- E o kadarcık aklınızla nasıl oluyor da ÇİZGİ’ ye geldik durduk… Diğer yana geçelim diye bekliyoruz diyorsunuz ya
- Ya Efem… Sen de bir yandan umut aşılarken bir yandan iyice cesaretimi kırıyorsun…
- Cesaret cüretten gelir… Cüret ise haddini bilmemektir…
- Oy Efem ya… Ne desem hemen kayalar tepemde… Nasıl konuşacağım o zaman… Derdimi nasıl anlatacağım… E zaten bunu sordumdu ya sana…
- Hı hatırladın yani…
- Evet hatırladım…
- Bak şimdi doğru istikamete döndün… Doğru istikamet İSTEK’ le uyumlu olan yöndür…
- Sırat-ı Müstakim gibi mi?
- O EN DOĞRU İSTEK’ tir… İstek oraya yönelirse o zaman TECELLİ gelir… Ama istikameti belirleyen bu İSTEK değil de AKIL olursa… O zaman işte PİŞMANLIK kaçınılmazdır…
- Hah işte asıl konu buydu… Yani İSTEK dediğimiz bir HİS’ tir… Ama AKIL düşünce ve bilgi ile hareket eder… Peki, HİS’ ler nerede doğar büyür… Bunu diyorduk…
- Halim bak sana bir şey daha sorayım…
- Sor EFEM sor… Battı balık yan gider hesabı… Zaten dağıttı iyice… Afedersin bir söz vardır bizde… Derler ki; Ölmüş eşek aslandan korkmaz… Ben de öyleyim şu anda…
- Abartma sen de… İsteğin bilmek değil mi… Hani sorulardan yılmak yoktu… Soru bin olsa bile bin cevap olacak değildi…
- Dört bir yandan kuşattın EFEM… Aldırma sen bana… Haydi, sor bakalım merak ettim…
- Şimdi siz her şeyi tanımlıyorsunuz ya… Bu tanımları yaparken verileri nasıl elde ediyorsunuz…
- E DUYU ORGANLARI’ mızla EFEM…
- Duyu organlarınız… Yani; İşitmek, görmek, tatmak, koklamak ve dokunmak…
- Evet, BEŞ DUYU…
- Beş vakit namaz gibi… Ya da İslâm’ın BEŞ ŞARTI gibi…
- Sahi onların da BEŞ olması tesadüf mü EFEM yoksa bir bağlantısı var mı?
- Bağlantısı var mı bir soru… Tesadüf var mı ikinci soru… Ama ondan önce benim soru…
- Tamam, kusura bakma sor haydi…
- BEŞ DUYU diyorsunuz ya… Sizin aklınızın tüm verisi bu beş duyu ile midir?
- Öyle diyoruz EFEM… Yani düşününce… Başka ne var ki… Bir de işte HİS’ lerimiz var…
- HİS’ leriniz… DUYGU’ larınız yani…
- EFEM sen DUYGU deyince aklıma geldi… DUYGU ile DUYU aynı kökten değil mi… Yani DUYGU dediğimiz şey DUYU’ larımızla algıladıklarımız değil mi… E aynı kökten DUYMAK ta var mesela…
- E zaten benim sana soracağım da buydu Halim… Şimdi açıkgözlük yapıp ta sen benden önce mi davranıyorsun…
- Yok, Efem ya valla açıkgözlükten değil de işte sen konuştukça aklıma gelen düşünceleri dillendiriyorum… Sanki bir şey keşfetmişim gibi… Heyecandan öyle sözünü kesiyorum…
- DUYU organlarınızla elde ettiğiniz verilere ne diye BİLGİ diyorsunuz da DUY-GU demiyorsunuz… Ve DUYGU ile DUYMAK niye DUY ile başlıyor…
- Duyduk ve uyduk diyenler geldi aklıma… Gördük ve uyduk demiyorlar… Duyduk ve uyduk diyorlar… Hocam Kulihvani söylemişti… Duymak görmekten önceliklidir diye…
- Duymak önceliklidir ve uymak için de duymak gereklidir… Ama bak bir soru daha… Hz. İbrahim (as) duyuyor Rabbini… Konuşuyor O’nunla… Ama ölüleri nasıl diriltiyorsun diye sorduğunda Rabbi; İnanmıyor musun yoksa? Diye soruyor…
- Yani?
- Yanisi mi var… Duymuş ama inanmama ihtimali var halen demek ki Rabbi soruyor işte…
- Ama Hz. İbrahim (as) diyor ki; Bilakis… İnanıyorum ama kalbim mutmain olsun istiyorum diyor…
- E öyleyse asıl DUYUŞ KÂLB ile olmalıymış ki inandık… Uyduk demek mümkün olsun değil mi?
- Kâlb deyince de işte mesele DUYGU… HİS… Efem, HİS deyince sanki HU’ nun Sesi gibi…
- E hemen sen yap ona da bir Güllâle Derleme…
- Valla EFEM derlemek için TER-lemek gerekiyor işte… TER de SU olduğundan hemen HAYY-at buluyor o zaman düşünce…
- Evet; Biz her şeyi SU’ dan yarattık buyurur… Hani geçen gün Gariban’la konuşuyordunuz… Gariban işyerindeki çiçeğini birkaç gün ihmal edince çiçek soluvermişti…
- Evet… Sonradan tekrar dirildi Allah’ın izni ile…
- Ne yaptınız da dirildi?
- Valla işte o gün Gariban çok üzülmüştü… Konuşmuştuk… Biraz açık havaya çıkardı… Suyunu verdi… Ertesi gündü galiba bana haber verdiydi… Çiçek dimdik ayakta Halim demişti…
- Bak orada sizin için ne güzel bir misâl var… Çiçek TOPRAK’ ta ekili… SU’ yunu verdiniz… HAVA’ landırdınız… Aynı zamanda GÜNEŞ gördü…
- Evet EFEM… Sağ olsun Güllâle’ nin darma duman halleri vesilesiyle birkaç gündür bunları düşünmekte konuşmaktayız… Onu diyorsun sen sanırım… Dört kuş bir araya geldi yani…
- Onu diyorum da bir şey daha diyorum…
- Ne ki başka…
- Sizin Kulihvani söylüyor ya size… Yeri gelir Yusuf gibi kuyuya atılırsınız… Yeri gelir sultan olursunuz… Yeri gelir gömlek önden mi yırtılmış arkadan mı diye sorulursunuz… Veya Hz. İbrahim (as.) ateşe atılırsınız… Güle döndürecek misiniz diye bakılır…
- Evet, Allah CC. razı olsun Hocam muhabbetlerde söyler… Bu ÇÖL’ de rehber ÇÖL’ ün her yanını görmüş ve bilmiş olmalıdır…
- İşte Kulihvani’ nin söylediği gibi… Yeri geldiğinde de ;”Nasıl dirilir?” diye sorarsınız…
- Haa… Anladım… O gün Gariban’la benim halim bir yerde öyleydi… Çiçek nasıl dirilir… Ve dört kuşu BİR’ leştirdik dirildi…
- İşte bak… Aynı merak… İSTEK…
- Evet EFEM… İSTEK… Ve KİM’ den isteyeceğini bilmek… Fakat Efem aklıma şu da geliyor… Biz tamam biliyoruz çiçek nasıl hayatta kalır… Toprak, su, hava, güneş… Şunu düşünüyorum bazen… Bir karışlık bir toprağa işte ne bileyim domates ek, aynı yere biber ek, patlıcan ek falan neyse işte… Toprak asla karıştırmıyor… Domatesi biber yapmıyor mesela veya biber yanlışlıkla patlıcan olmuyor… Peki, TOPRAK bu kadar AKIL-lı mı diyorum… Nasıl biliyor… Bildiğini nerde saklıyor… Hani sorduk ya başta… Bilgiler hisler nerede saklanıyor diye…
- Rahmetli Aşık Veysel der ki; Benim sadık yarim kara topraktır… Neden TOPRAK’ tır demez de KARA TOPRAK’ tır der… Neden KARA olsun TOPRAK… Toprak, toprak rengindedir… Yani sizin deyiminizle kahverengi falandır…
- Sahi neden Efem… toprak kara değildir ki…
- Bunu bilirseniz belki o sorunun cevabını da bilirsiniz çünkü sizi de TOPRAK’ tan yarattı…
- Ben onu bilinceye kadar EFEM çatlarım valla… söyle ya yalvartma beni…
- TOPRAK’ ın ürünü açıktadır ama asıl topraklığı yani marifeti karanlıktadır… Bir karışlık yere de olsa ektiğim dediğin şey, toprağın İǒ ine gömdüğün gizlediğin şeydir… Sen hiç gördün mü toprağın içine, karanlıklarına girmeden yetişen bir ürün? Sizi de üç karanlık evreden geçirerek yarattı…
- Efem kara mıdır kahverengi midir bilmem ama bizi de topraktan yarattı fakat bir yerde her şeyi sudan yarattık diyor… Bir yerde sizi bir kan pıhtısından diyor… Bir yerde balçıktan diyor…
- Ne diyorsun yani… Bir dediğinin tersini mi söylüyor başka yerde…
- Hâşâ Efem… Öyle şey düşünemem tövbe… Ama burada neden farklı farklı onu merak ettim…
- E siz de bebek dersiniz, sonra çocuk dersiniz, genç dersiniz yaşlı dersiniz… Aynı kişi hem babadır, hem amcadır, hem ağabeydir, hem dededir… vs.
- Yani hâller değiştikçe isim de değişir diyorsun…
- Siz dede olan birisine bebek diyor musunuz… Güler size… Çünkü bilir ki o… o hali çoktan geçmiştir… Ama bir bebeğe dede deseniz… Hiç aldırmaz bile… Bir anlamı yoktur ki onun için… başka şey deseniz de anlamı yoktur… Anlamı olması için yaşaması lazımdır…

Halim sizin haliniz neye benziyor biliyor musun? Hani siz karnınızı doyurmak için yemek yaparsınız… Hazırlarsınız malzemeyi… Şundan şu kadar bundan bu kadar… Tuzuydu yağıydı falan… Sonra ortaya bir yemek çıkar… Diyelim ki menemen yapıyorsunuz…
- Evet Efem…
- Şimdi senin halin işte menemen için hazırlanan malzemeden birinin… Diyelim ki domatesin menemen olmadan önce; Menemen’i bilmek istemesi gibi… Yani Domates, domates olarak kaldığı sürece ortada MENEMEN yoktur ki…
- Ben şu anda domates halinde miyim Efem… Allah’tan CACIK yapmaya kalkmadın da oradaki malzemelerden biri olmaktan kurtulduk…
- E işte bak ne kadar ezbere yaşıyorsun… Biri sana hıyar dese kızarsın… Ama cacık yemekten de vazgeçmezsin bunun için… Kötü bir şey mi hıyar?
- Kötü olan o değil EFEM… Kötü olan bizim anlayışımız…
- Bak Yunus Emre ne diyor; Benden daha akıllı bir eşek bulursa Taptuk odunları ona taşıtsın diyor…
- Ah Efem nerde bizde öyle YUNUS’ ça GÖNÜL…
- E hem Yunus’a imrenip te hem de öyle olmaya direnişiniz niye… O zaman sana denen şeye kızmayacaksın… MENEMEN’ i bilmek istiyorsan… Beni doğradılar, ateşe attılar… Yağda pişirdiler falan diye şikâyet etmeyeceksin…
- Doğru EFEM… Ne desen haklısın… Benim asıl hıyarlığım bu ki hıyar diyene kızıyor oluşum…
- İşte bak o bilgileri nerde saklıyorsanız bulun da bir temizlik yapın… Pırıl pırıl olsun ortalık… Eskimişleri yıpranmışları atın…
- Bulacağız inşallah… Toprak nerde saklıyorsa bizim ki de öyledir… Ama sadece toprakla da iş bitmiyor işte… Tamam, toprağa ekince toprak karıştırmıyor biber, biber olarak domates, domates olarak çıkıyor da… Toprak tek başına yapmıyor bunu dedik ya… Sudur, havadır güneştir…
- Tamam işte… Siz de bakın suyunuz nedir, havanız nedir, ateşiniz nedir… Hepsini BİR’ leştirin…
- Öyle ya… Kâinatta ne varsa aynısı bizde de var… Orada ürün nasıl yetişiyorsa bizde de aynı yetişiyor… Allah’ın sisteminde değişiklik olacak değil ya…
- Olana hep Allah ile baktığınız sürece zaten DOĞRU İSTEK’ le hareket ediyorsunuz demektir… İnşallah bir gün TECELLİ EDER ve DAĞ’ ınız parçalanır…
- İnşallah EFEM… O’nu her an hatırda tutmayı başarırsak… Başta da söylediğin gibi… Bunu başaramadığımız için zaten Cuma’larda daha bir yoğun yöneliyoruz… Oysaki her anımız Cuma’dır… Bunu bilerek yaşarsak… Bilmek deyince aklıma İLMEK geliyor EFEM… Hani dedin ya SIFIR’ ı izah et desem diye… Şimdi İLMEK nedir diye sorsan onu da izah edemem… Ama nice izah edemediğimiz şeyi öylece kabul etmişiz… Ve bu türlü her kabul ettiğimiz şey sanki DÜZ ipimize atılan İLMEK-ler gibi… BİLMEK KUL’ un İLMEK’ li hali gibi… İlmekler çözüldükçe anlıyoruz ki aslında OL-AN dümdüz bir İP’ tir… Sırat-ı Müstakim’ dir… İşte o zaman İLMEK-ler SIFIR olmuştur…
- Allah kolaylaştırsın… Haydi Eyvallah…
- Eyvallah EFEM…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

- Halim, FIRÇA nasıl yenir?
- Fırça yiyecek bir şey değil ki EFEM…
- E sen bana dedin ya; Dağıldım dediğimde senden fırça yemiştim diye…
- Yani sen bana kızmıştın… afedersin celâllenmiştin… Onu anlatmak istedim…
- Kızmakla FIRÇA’ nın ne alakası var ki?
- Ne alakası var tam bilmiyorum ama sanırım şöyle… Hani azarlayan, kızan kimsenin karşısında renkten renge girer insanın yüzü… Yani birçok renge boyanır… E boyamak için de fırça lazım işte…
- Siz nasıl anlaşabiliyorsunuz böyle hayret… Bir şey diyorsunuz onu açıklamak için başka bir şey daha diyorsunuz… Yani diyeceğinizi bir seferde açık ve net şekilde söyleseniz ya…
- Efem sen şimdi beni böyle eleştiriyorsun ama bu sözler sana öyle karmaşık geliyor… Yoksa biz bundan çok azı ile de anlaşabiliyoruz toplumda…
- O zaman sizin kendi aranızda paylaşacağınız pek bir şey kalmamış demektir… Kendi sözünüz değil mi; İnsanlar konuşa konuşa… Hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşır dersiniz… Sizde AN’ laşmak kolay mıdır öyle hemen bir iki kelimeyle? Üstelik o kelimenin de ne anlama geldiği doğru dürüst anlaşılmazken…
- E öyle bakınca tabi bu sonuç çıkıyor haliyle… Zaten olan da bundan farklı değil doğrusu. Artık insanlarda o eski dostluk arkadaşlıklar yok EFEM… O yüzden de konuşulan şeyler gündelik birkaç meseleden öteye geçmiyor… E gündelik konular da hep aynı olunca artık herkes birbirinin ne dediğini kolayca anlıyor sanırım…
- Bir şeyi duymak başka anlamak başka… Üstelik te anlaşılması gereken insan ise… Yani sen bir insanı nasıl anlarsın, nasıl tanırsın…
- Nasıl tanırım… Yani ne bileyim EFEM… Bir kere o insanı görüp yüzüne baktığımda bir fikrim olur şöyle veya böyle… Sonra yaptıklarına bakarım… Hani denir ya; Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz diye… Lafa da bakabilirsek fikrimin doğru olup olmadığını da o insanla konuştukça anlarım…
- E o insan fırçadır, boyadır derken sen onun nesini tanıyacaksın ki bu sözüyle… İçinde olanı nasıl anlayacaksın
- E tek dediği o değildir EFEM sen de yani…
- Sen söylüyorsun ya toplumda bundan çok daha azı ile anlaşıyoruz diye.
- Toplumda kimse kimsenin içinin derdinde değil ki tanımak için uğraşsın EFEM…
- Kimse kimsenin içinin derdinde değilse… Derdinin de derdinde değildir… Sen sormazsan nasılsın iyi misin diye… Ve o da anlatmazsa nerden anlayacaksın hislerini duygularını… Başka türlü ses çıkarmak konuşmak değildir ki… Bak bizim sesimizi de duyar insanlar ama bir şey anlarlar mı? Anlaşmak için sözün yerini bulması lazımdır…
- Söz yerini nasıl bulur EFEM… Biz o yeri bulamadık ki zaten… Konuştuk ya geçen… Beyin midir, gönül müdür yoksa toprak gibi karanlıklarda bir yerde midir tüm olan… İşte herkes kendi karanlığına dalmış belki de o yüzden kimse kimsenin ne halde olduğuna ya da içine bakmıyor.
- Sevgili Peygamberimiz, “Size, aranızda sevgiyi artıracak bir şey söyleyeyim mi?” diye sorduktan sonra, “Aranızda selâmı yayınız” buyurmuştur. Selâm ne güzel bir sözdür… Anlarsın ki karşıdaki insan senin selâmet ve emniyetin için dua etmektedir… O zaman sen de ona dua edersin… Çünkü bilirsin ki içinde senin iyiliğini istemektedir…

- Maalesef Efem… Artık insanlar birbirlerine selam vermiyorlar… Toplumun bu hâlini gördüğüm zaman KİM ÇALDI YÜREKLERİMİZİ diyerek yazmaya başlamıştım düşündüklerimi…
- E madem o yeri bulamadınızsa “KİM ÇALDI” derken neden sadece “YÜREKLERİMİZİ” dedin… YÜREKLERİMİZİ ve/veya BEYNİMİZİ demedin?
- Beyni katma EFEM… İnsanlara duygusuz, kalpsiz falan desen çok tesir etmez de… “Bize beyinsiz mi diyorsun?” diyenler dikilir karşıma… Hem beyinler başka konularda oldukça yüksek kapasitede çalışıyor… Şeytan’a pabucunu ters giydirmek diye bir deyim vardır bizde… Onlara öyle deriz…
- Onlar için Kuran’da daha ağır şeyler de söylenir ama zaten onlar ne Kuran’dakileri okur ne de bizim dediklerimizi duyar… Boşver onun için de söyle bakalım peki bulabildin mi kim çalmış yüreklerinizi…
- EFEM arıyorum ama yani insanlara bakarsan çoğunun yüreği yerindeymiş… Çalınan kaybolan bir şey görmeyenler çoğunlukta… Arayanlar ise işte sayılı yani…
- Demek ki çoğunluk halinden memnun o zaman… Sen niye memnun değilsin peki…
- Demek ki ben farklı kavimdenim EFEM… Aynı düşüncede değilim yani KIVAM’ ımız farklı... Ben bir şeylerin eksikliğini hisseden kavimdenim…
- İşte söz yerini öyle bulur… O eksikliğini hissettiğin yerdeki boşluğu dolduracak bir sözle karşılaştığında ve artık o eksikliği hissetmediğinde söz yerini bulmuştur… Ama boşluk görmeyen birine de dolduracak bir şey yok demektir…
- Kuran’da birçok ayette; Onlara anlatsan da anlatmasan da inanmazlar buyurur Allah CC… Onların böyle bir talebi isteği olmadığı için mi… yani eksiklik hissetmiyorlar ki…
- Bahsetmiştik ya İSTEK olmalı ki karşılığı olsun diye… İSTEK İHTİYAǒ tan doğar… E ihtiyaç olarak hissetmediği bir şeyin farkına varamaz ki insanlar ne isteyeceklerini bilsinler… Dedik ya his bilmekten de öncedir… Bilmek için önce hissetmek gerekir… Yorgun, uykusuz olduğunu hissedersin de uyuman gerektiğini bilirsin ya da açlık hissedersin de aç olduğunu bilirsin onun gibi…
- Efem ben bunu düşünmüştüm bir ara… Sanırım Gariban’la konuşmuştum. Yani biz yaşamak için midemizin ihtiyaçlarını karşılamak durumundayız… Aç karnına belki bir hafta bile yaşanır da susuz o kadar yaşamak imkânsız gibi… Yani diyorum ki insan eğer hissetmese o susuzluğu nasıl ve nerden bilecek te su içecek… Ölür gider de niye öldüğünü bile anlayamaz belki… Açlık ta öyle… Açlığı hissediyorsun da bir şeyler yemen gerektiğini anlıyorsun…
- Ama ne yazık ki insanlar ne o açlığı hissettiklerinde ne o açlıklarını giderecek yiyecekleri bulduklarında ne de doyduklarında bunları kime borçlu olduklarını hiç düşünmüyorlar…
- Efendimizin; FAKRIMLA İFTİHAR EDERİM… Buyurması bundan mıdır EFEM…
- FAKR dediğinde işte… İhtiyaç sahibi olmak, muhtaç olmak anlamlarının yanında… Karşılanan ihtiyaçlarının da KİM tarafından karşılandığını biliyor olmak anlamı da vardır… Yani sahip olduğunu düşündüğün şeyleri KİM’ e borçlusun, KİM’ den aldın… VEREN tekrar ALABİLİR… Veya bir daha bulamayabilirsin vb. Tüm bunları idrak ediyor olmak ve bundan dolayı da Allah’a (cc) karşı her an bir şükran duymak, şükretmek gerektiğini idrak etmiş olmak demektir…
- EFEM sen şimdi bizim FAKİRLİK ya da YOKSUL' luk deyip çıktığımız şeyi böyle uzun uzun anlatınca düşünüyorum da aslında seçilen kelime ve o kelimeden ne anladığın ne kadar önemli… Üstelik işin bir de şu yönü var ki senin anladığın anlamda kullandığın kelimeyi duyan kimse bundan ne anlıyor… Yani seninle aynı şeyi mi anlıyor bakalım… Bak mesela “fırça yedim” deyişimi sen benim gibi anlamıyorsun…
- Elbette ki seçilen kelime önemlidir… Bunun en açık örneği KURAN’ ı KERİM’ dir… Bırak kelimeyi tek bir nokta ne kadar önemlidir…
- Ondan Kuran’ı Kerim’i dinlerken insan anlatılmaz bir hale giriyor…
- Düşünsenize o zaman ALLAH CC… sizinle konuşurken KELİMELERİ nasıl seçiyor…
- Biliyor musun EFEM… Ben bunu düşündüğümde hep gözlerim dolar… Allah’ın Kuluna karşı nasıl bir SEVGİ’ yle baktığı RESUL’ ünden ve KİTAB’ ından belli değil midir? Yani bunu düşününce içimi anlatılmaz bir his kaplıyor… Kâinatta bir zerre bile sayılmayan insana karşı Allah’ın bu güzelliği… Bu merhameti… Akıl alır gibi değil… İnsanlar Allah indindeki kıymetlerini anlayabilseler üç günlük dünya için kendilerinden geçmezlerdi belki de…
- Evet, aklın alabileceği bir şey olmadığı belli ama gönül alabilir… Allah CC; Dağlara taşlara sığmam da mümin kulumun kalbine sığarım buyurur… Gönül O’nu alıyorsa O’nun işinden dolayı doğan hayreti şaşkınlığı da alır… Gönül de almıyorsa o zaman o gönlü VEREN geri almıştır da o kişi sanır ki BİR’ i çalmıştır.

Ayrıca; Anlayabilseler dünya için kendilerinden geçmezlerdi belki diyorsun da… Aslında ANLAMAK AN’ ladığını AN’ ında yaşamaktır… Diğer yönden ise yaşadığın anladığındır…

- Yani anladığını hemen uygulamak hayata geçirmek mi?
- Bunu sormakta haklısın doğrusu. Çünkü biraz önce dedin ya; Seçilen kelime ve o kelimeden ne anladığın ve karşıdakinin ne anladığı ne kadar önemli diye…
- Öyle tabi… Aynı fikirdeyiz ya o konuda… Neden şimdi tekrar hatırlattın ki bunu… Yani senin anlattığın şeyden anladığım senin anladığınla aynı değil mi?
- E aynı olduğunu düşünüyorsan niye soruyorsun ki bana ; “Anladığını hemen uygulamak hayata geçirmek mi” diye… Siz BİR şeyi anlatmak için birçok şey dersiniz... Hâlbuki BİR şey deyip bir çok şey anlatmanız lâzım
- Haklısın EFEM... Değerli olan söz öyle sözlerdir... Geçen akşam sohbette de söyledim. Ben Yunus Emre’nin; Bir ben vardır bende benden içeri… Sözünü anlayıncaya kadar kırk yıl geçti… Yani diyorum ki… Kendi dilimde olan bir söz… Allah’a şükür okuduğumu anlayacak kadar aklım da olduğunu düşünüyordum… Çünkü aldığım notlar çok iyiydi… Ama onca zaman duyduğum okuduğum bu sözün benim anladığım dışında bir şey daha anlattığını ve daha da önemlisi asıl anlaşılması gerekenin bu olduğunu anladığımda her şeye o gözle bakar oldum… Hele de konuşan sen olunca mutlaka benim anladığımın dışında bir şey daha vardır diyerek soruyorum.
- Demek ki kırk sene boyunca aklınla anlamaya çalışmışsın… Sonradan nasıl olduysa artık gönlünle anlamak ihtiyacı hissetmişsin…
- Doğru söylüyorsun Efem… Kırk sene boyunca aklımla anladım… Ya da anladığımı zannettim… Çünkü anlamış olsaydım halimden memnun bir şekilde öyle devam ederdim… Oysa gördüm ki gittikçe hayat anlamsızlaşmaya başladı…
- Sen de anlam arayışına girdin… 5N 1K’lar devreye girdi yani…
- Bir şeyler devreye girdi de beni kendime bırakmadı EFEM… Bunun için de şükrederim Allah’a…
- Sen çalınan yüreğini geri buldun yani…
- Allah’ın izniyle öyle diyebilirim EFEM… İşte zaten ondan sonra o yazıyı yazdımdı…
- Halen de yazıyorsun… Anlatmaya mı çalışıyorsun insanlara…
- Önceden niyetim; E n azından bir kişi bile olsa benzer durumda olan belki dikkatini çekerim de o da Allah’ın izniyle yüreğine döner diyerek uğraşıyordum EFEM… Şimdi ise ancak anladıklarımı paylaşıyorum… Onu da SAV Efendimizin adına, hesabına ve Allah’ın dinine hizmet edebilmek niyetiyle yapıyorum inşallah… Bunun için de iyi anlamaya çalışıyorum… Onun için söyle bakalım biraz önceki sözünle ne demek istedin iyice anlayabileyim.

- Önceki sözümden anladığını düşündüğün şey evet anlaşılacak olan şeylerden biridir… Ama bir de şu var ki; AN-lamak AN’ ladığını AN’ ında YAŞAMAK’ tır dediğimde… Sen ; “AN’ ında “ kelimesini anında… Yani hemen o anda şeklinde anladığın için… O anladığını anında uygulamak, hayata geçirmek mi dedin…

- Belli ki tek anlamam gereken o değil

- Evet, benim dediğim AN’ ında kelimesi işte her AN’ ı FAKR’ ınla yaşamayı da anlatıyor… AN’ ında dediğim zaman sorman lazım; KİM’ in AN’ ı? Diye… O’nun AN’ ını bilen ise O’nun her AN bir şe’ende olduğunu biliyor demektir… Her nefeste KÛN FE YE KÛN vardır… Aldığın nefesi verebilecek misin? Verdiğinde yeniden alabilecek misin? Yarına dair planlarını uygulama şansın olacak mı? Hayatı planlayabiliyor musun? Aklın bunların hangisine net cevaplar veriyor da kendini rahatlık içinde hissedebiliyorsun…
- Dur EFEM dur gözünü seveyim ya…
- Ben durmasına durayım da işte sen durma… AN’ ladığını şu AN’ ında uygula… Çünkü sonraki AN’ a çıkar mısın çıkmaz mısın garantin var mı? Yapabileceklerini ancak BEDEN’ inde HAYY varken yapabilirsin…
- Bedende HAYY varken ve O şahdamarımızdan daha yakınken diye düşününce gerçekten anladığını O’nun sana ayırdığı sayılı nefesleri içeren AN’ da uygulayabilmek gerektiği çok açık EFEM… Çünkü ancak yaşadığın sürece bu imkânın var… Son nefeste Firavun gibi secde etsen ne ki… İşte o zaman asıl fırça diğer tarafta…
- O fırçaları kullanmanız gereken yerde kullansanız da yemek yerine boyanmaya çalışsanız ya…
- İnşallah boyanırız EFEM… O’nun rengiyle… SIBGATULLAH ile…
- İnşa Allah
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

eFeM ! Gecenin bu saatinde senin ne işin var uzaklarda...
Geceleri bir hastalar bir Baykuşlar ayık sanırdım. Sendeki bu uyanıklık neden ola? Hele buralara gelmen? Onca yolu aşman?

Sende suskunsun ben gibi! Susmakta dile geldi haller eFeM !... Geceler uzundur hasta olana, can sızısı ile inler ... Ya doktor ilaç gerekir bu saatte sabırdan gayrı çare yoktur sabâha havâle edilir ümitler... Ya kâlb sızısıdır ne doktor ne ilaç, çare aranmayan, dile gelmeyen, inlemesi duyulmayan Ahhhh! la dolanır...

" Ey Yâr, ateş-i aşkın ile dil lâl, sadr nâr ! "

eFeM aşk dediğin, tektir biliyorsun değil mi? Yansıması nereden olursa ordan başlar yakmaya... O surete bürünür, O 'ayn'dan bakar Sevgili !

'Ayn 'ayn'a kalınca ne diriden eser var ne senden, yitersin ummânında ...

Halim ile sohbete benzemiyor değil mi gece halleri... Sorular kalmıyor, Nûr-u Siyâh gelince, sözler hâllere tebdil oluyor... Sen bana şâhit ol eFeM, ben sana Âşıklar mîzânında !... Sırra sahip olup, baş vermeyelim, Ma'şûk nazarından ırak kalmayalım... Mâsum ve mahzûn duruşun ne güzel!... Sabah ezanı okunmakta, haydi aç kanatlarını uç eFeM Huuuu! ile var Yâr'in diyârına Huuuuu! ile selâm eyle diri olana...
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: KUŞ DİLİ!..

Mesaj gönderen halimkok »

Resim

-          Lan Rıfkı, bak hele bu aslan efendi bu gün niye öyle süslenip püslenip kasıla kasıla gezmekte… Daha demincek önünden geçtim Allah seni inandırsın dönüp bakmadı bile bana… Hasta mı falan diyeceğim ama hiç öyle bir hâli yok… Tam aksine gayet dinç görünmekte… Ne ola ki acep?
-          Neyse ne oğlum… Dert mi sana…Allah Allah işine baksana sen! Hem ne diye önünden geçiyon ki… Canına mı susadın sen…
-          Kasıtlı değil lan… Sonradan fark ettim… Bilmeden geçtim yani…
-          İyi işte… Bak bilmeden geçmişsin de canını kurtarmışsın…… Bunu da bilmeden geç… Bilmeden geç git ki başına dert açma…
-          Laf mı bu yani… Bilmenin nesi kötü oğlum… Beşikten mezara kadar ilim öğrenmek gerekmez mi!
-          Gerekir gerekir tabi… İşte sen de beşikten bugüne kadar öğreniyorsun… Amma yetmiyor ki sana herhal… Diretiyorsun mezara diye… Sen bu ilim aşkıyla kısa sürede bitirirsin tahsil hayatını merak etme…
-          Bir kere de doğru dürüst bir cevap ver be ölür müsün!
-          Elbette hepimiz öleceğiz bir gün… Fakat dedim ya… Sen bu merakınla kısa sürede alırsın diplomanı…
-          Ne varmış merakımda… Kötü bir şey mi?... Ortada anormal bir durum var onu anlamaya çalışıyoruz… Suç mu yani?
-          Sen bir iki kere daha geç aslanın önünden… Hatta git istersen kendisine sor da sana söylesin… Görürsün suç mu kabahat mi…
-          Önünden geçtim dönüp bakmadı bile diyorum… Sen git sor diyorsun… Yüzüme bile bakmazken neyi nasıl soracakmışım… Baksana hiç kimseyle ilgilenecek hali yok… Kendi kendine bir havalarda…
-          Sana ne el alemin havasından suyundan…
-          Ya arkadaş hayret bir şeysin ya… El alemi mi var… Bu aslan hep hayatımızın içinde değil mi… Daha doğrusu hayatımızın içine edecek bir gün de… Hani diyorum ki acaba bundan sonra huy mu değiştirdi… Yani rahat rahat dolanabilecek miyiz ormanda? Bunu anlamaya çalışıyorum…
-          Kırk yıllık kâni olur mu yani!...
-          E ben de onu diyorum işte… Olmuş yani… Bir şeyler olmuş ki işte bu aslan bugün bir acayip… Eğer bundan sonra hep böyle olursa yaşadık valla… Değen dokunan olmaz…
-          Neye değen dokunan olmayacakmış ki… İş aslanla bitiyor mu oğlum… Saf mısın nesin… Aslan olmayınca başka yok mu bu ormanda canımızı alacak bir hayvan…
-          Ama o ormanlar kralı… En baş tehlike o…
-          Ormanlar kralı olsa ne… O gider başka kral gelir… “Kral öldü yaşasın yeni kral” diye boşuna mı diyorlar…
-          Ya sen de var ya… Hemen kaçır keyfimi… Bırak… Üç günlük te olsa günümüzü gün edelim şu ormanda… Kaygısız tasasız…
-          Kaygı tasa, akıllıların… Kaygısız tasasız olmaksa akılsızların işidir… Beşikten mezara ilim öğrenmekten bahseden sen ne kadar da hevesliymişsin akılsızlığa…
-          Sen beni anlamıyon ki… Benim hevesim akılsızlığa değil… Hürlüğe, özgürlüğe…
-          İyi ya işte… Adı üstünde… Heves… Heves olarak ta kalacak o… Çünkü olacak iş değil senin dediğin…
-          Ne diye olacak iş değilmiş… Olanlar için pekâla olabiliyor…
-          Yok canım… kimin için olabiliyormuş…
-          Al işte gözünün önünde… Aslan…. Bak kimseye eyvallahı var mı… Krallar gibi yaşıyor… Ne korktuğu var ne çekindiği…Hele de bugün pek bir havalı…Şerefsiz…. Gördükçe sinirlerim bozuluyor…
-          Neye sinirlerin bozuluyor ki… Amma da fesatmışsın ha…
-          Ya ne fesatlığı Allahını seversen… Benim sinirim ortadaki adaletsizliğe…
-          Allahını seversen diyorsun ya… Asıl sen Allahını sevsen ortada bir adaletsizlik görür müydün?
-          O ne biçim laf öyle… Allahımı tabi ki seviyorum ben… Bundan şüphen mi var…
-          Bu Allahla senin aranda… Şüphe etmek veya hüküm vermek bana düşmez… Ama halin bunu dedirtiyor bana…
-          İyi de ben adaletsizlik derken Allahın adaletine laf ediyor değilim ki… Şu aslanın ayrıcalıklı hali canımı sıkıyor da ona kızıyorum…
-          O aslan Allahın hükümlerinin dışında mı ki haşaaa…Bu sefer de şirk koşmuş olmuyor musun Allah’a…
-          Ya gözünü seveyim Rıfkı… Bi doğru anla beni ya…
-          E doğru anlat sen de o zaman…
-          Ya bak güzel kardeşim… Aslında şu an senin de benden bir farkın yok…
-          Nasıl farkım yokmuş…
-          Nasılı var mı… Benim aslana bakışımdan ne farkı var senin bana bakışının… Ben aslana laf ediyor kusur buluyorum, sen de bana…
-          E beni de kendine benzettin… Sana uyan da kabahat… Ne demişler üzüm üzüme baka baka kararır…
-          Rıfkı… Güzel kardeşim… Bırak kararmayı… Karanlıktayız zaten… Biz karanlığı değil, aydınlığı arıyoruz… Bunu da bulursak hep birlikte bulabiliriz ancak… Öyleyse birbirimizde eksik kusur görerek kararmak ve karartmak yerine… İyiyi, doğruyu güzeli bularak BİR’ likte aydınlanalım… İlim öğrenmek dediğin de bu değil mi zaten…
-          Tahsile devam diyon yani…
-          TaHSiL, MaHSûL’ e dönüşünceye kadar devam kardeşim…
-          Ne o lan… Tahsil-Mahsûl ne alâka?
-          Alâkası AŞK güzel kardeşim… MuHaBBeT... ALÂK-ası “İKRA”… OKU… İLİM TaHSiL et… Ne demiş Yunus; İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir. Kendini bilmekten gaye ise Rabbini bilmektir… Yani TaHSiL; “BeN” dediğinin ASL’ ını bilmek içindir… Ki O biliş te MaHSûL’ dür… T’ nin yerini M aldığında kişi kendini bilmiş ve Muhammedi Hasılaya ulaşmıştır. Husûle gelen ne var ise… Nur-u Muhammedi’ den ibarettir…
-          Oy anam… Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ alî seyyidina Muhammed…
-          Eyvallah…
-          Mahcub ettin beni be Şefik… Ağzına yüreğine sağlık valla…
-          Estağfurullah kardeşim… Ama bak işte üzüm üzüme baka baka illâ ki kararması gerekmiyormuş…
-          Hakkın var… Aklıma bir Hakk Dostunun sözü geldi. Diyor ya; “Halin ne ise müşterisi sen oldun” Gönül neyi ararsa onu buluyor gerçekten… Gözünü karanlığa diken karşısındakine baka baka karardığını sanıyor… Oysa unutuyor karşıdakinin Hakikatini… Ve tabii kendi Hakikatini… Gördüğü karanlığın içinde bulunduğu hâlden kaynaklandığını bilmiyor da karşıdakine mal ediyor, onu neden görüyor…
-          İman arttıkça nedenlere bağımlılık azalırmış… Olanı hep HAKK’ tan bilenler için her neden Allah’ tandır ve Hikmetini ancak o bilir…
-          Ya bak ne güzel konuşuyorsun da… De şimdi öyleyse demin aslana kızarken, yok adaletsizlikti falan derken bunları bilmiyor muydun?
-          Ya biliyordum bilmesine de… Hatta aslanın önünden fark etmeden geçmem de hep bu yüzden oldu ya… Dalmışım… Gönlüm bunlarla meşgûlken…
-          Hıı… Bir anda aslanı görünce sende şafak attı değil mi?
-          E tabi şafak attı… Bir anda neye uğradığımı şaşırdım… Korktum…Aslana kızgınlığımın asıl nedeni de bu zaten…
-          E yürekli olaydın da korkmayaydın… Aslana ne kızıyon ki, kendine kız…
-          Zaten asıl meselede o ya…
-          Yani?
-          Yanisi şu güzel kardeşim. Şu konuşmaların ardından şimdi şimdi fark ediyorum ki benim asıl kızgınlığım zaten kendimeymiş…
-          De hele…
-          Denilmesi gerekenleri demişiz zaten de kafam yeni ayıkıyor… Demin sen dedin ya;” Gördüğü karanlığın içinde bulunduğu hâlden kaynaklandığını bilmiyor da karşıdakine mal ediyor, onu neden görüyor…” İşte ben de şimdi fark ediyorum; Kabahat aslanda değil. İçinde bulunduğum hâlin bana gösterilmesine sadece bir vesile imiş o.
-          Neymiş içinde bulunduğun hâl?
-          Şuymuş ki; Sen sordun ya; De şimdi öyleyse demin aslana kızarken, yok adaletsizlikti falan derken bunları bilmiyor muydun? Biliyordum bilmesine de… Gönlüm o bildiklerimle meşgul olduğu için dalgın dalgın aslanın önünden geçtiğimi dahi fark etmezken… Bir anda senin tabirinle şafak atıp ta kendime gelince bildiklerimle amel edemediğime şahid olmaktan dolayı asıl kendime kızmışım ben… Her işi HAKK’ tan bilmek gerek, karşıdakinin de kendinin de Hakikatini unutmamak gerek diye düşünürken… Can korkusu ile bir anda o bir aslan oluverdi ben de bir ceylan… Oysa o AN’ a dek ne o vardı ne de BEN….
-          E o zaman başta sorduğun sorunun cevabını da bulmuş olmuyor musun? Aslan sana saldırmak yerine niye dönüp bakmadı? Bunu merak ediyordun ya…
-          E tabi ben de öyle şafak atmış, bir anda nereye kaçacağımı şaşırmışken fark ettim ki aslan hiç oralı değil… Sonra da işte güzel güzel tefekkürlere dalmışken beni kendime getirdi diye kızdım… Hem bak kendimi unuttuğumda hem o HeVeS dediğin şey de aslında yaşadığım şey olmuştu… Kaygısız tasasızdım o anda… Ne bir korku ne endişe… Fakat tabi ki bu senin dediğin gibi ahmaklığımdan değil bilâkis aklımın en güzele yoğunlaştığı anlardı…
-          İşte ben de onu diyorum… Senin aklın gönlün EN GÜZEL ile meşgulken belki de o hâlin aslana da sirayet etmiştir…. Dedik ya üzüm üzüme baka baka kararır… Ya da senin deyiminle Aydınlanır…
-          Hı… Aslanda da ani bir aydınlanma mı oldu? Nirvana’ ya ulaştı diyon yani…
-          Nirvana mı Pervana mı bilmem artık… Ama ortada anormal bir durum olduğunu söyleyen ve nedenini merak eden sendin.Sen söyle o zaman neden saldırmadı aslan sana?
-          Dedik ya olanları Hep Hakk’ tan bilmek lâzım… Hikmetini de ancak o bilir…Ama dediğin doğru… İçinde bulunduğum hâl aslana da sirayet etmiş olabilir. Hani bilirsin; Köpekten korkan kimse hep korkmaya mahkum kalır… Çünkü o korktukça korkusu nedeniyle vücudunun salgıladığı bir hormonun kokusuna saldırıyor köpek… Köpek saldırdıkça da o kimse korkusunda haklı olduğuna inanıyor… Ama korkmayan kimse ise köpekten korkacak bir neden göremiyor ortada…
-          Sen öyle deyince aklıma ne geldi biliyon mu?
-          Ne geldi?
-          Şimdi kısa bir ara verelim… Devamı az sonra….

HÂLimce' dir belki!
14.05.2011 - 02:30
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: KUŞ DİLİ!..

Mesaj gönderen halimkok »

-          De bakalım hadi… Ne gelmiş aklına?
-          Hııı… Bir hayli meraklandırdık seni değil mi?
-          Meraklandırdın tabi… Vakit geçmek bilmedi…
-          İşte aklıma gelen de bir nevi onunla alâkalı aslında; Vakit geçmek bilmedi diyorsun ya … Hiç düşündün mü bunun nedenini…
-          Sabırsızlık işte… Ne olacak ki nedeni… Vakit te aslan gibi huy mu değiştirdi yoksa?
-          Belki de dışımızda değişen bir şey yoktur… Tek değişen bizizdir… Ya da algıladığımız Âlem’ e hükmeden kudret değişen halimize göre algıladıklarımızı değiştirmektedir…
-          Aslan aynı aslan da ben mi farklı görüyorum yani onu mu diyorsun… Ben miyim değişen gerçekte?
-          Ben şimdi diyeceklerimi bir demeye çalışayım da ondan sonra birlikte karar verelim aslan mı huy değiştirdi, vakit mi, yoksa asıl görmemiz anlamamız gereken başka bir şey mi var?
-          Tamam madem… Hadi seni dinliyorum…
-          Şimdi; Aslan sana niye saldırmadı dedik… Senin gönlün tefekkür halindeyken, EN GÜZEL’ e odaklanmışken bu halin aslana da sirayet etmiş olabilir mi dedik…
-          Hııı?
-          SiRaYeT deyince SIRR-AYET demek gibi değil mi? Ya da Ayetin Sırrı demek gibi… Neyse ortada bir SIRR var sonuçta ve biz de bu SIRR ı çözme derdindeyiz. O zaman ne yapmak lâzım; SIRR’ a ilişkin ayete bakmak lâzım…
-          Hangi ayetmiş o?
-          Tüm ayetler O SIRR’ a ilişkindir de bu konu ile ilgili… ıııı?... Meselâ ilk aklıma gelen; ‘Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol’ dedik. (ENBİYÂ suresi 69. ayet)
-          Yani? Sence Allah cc. aslana da; “Ceylana karşı saldırgan olma” mı demiştir?
-          Hemen öyle kestirmeden gitme… Gerçi o da olabilir fakat benim asıl anlatmak istediğim şu ki; Normalde ateş, serin değil sıcaktır.
-          Elbette?
-          E şimdi düşünsene… Normalde sıcak olduğunu bildiğimiz ateş, Allah cc. dilediğinde bildiğimizin tam tersine olabiliyor…
-          E tabi ki olur… Allah cc. isteyince ne olmaz ki!
-          Ya olur her şey olur olmasına da… Yani burada çok ilginç bir şey yok mu sence konumuzla alâkalı?
-          E sen o kadar üzerinde durduğuna göre belli ki benim gördüğümden farklı bir şey görmektesin… Beni bırak ta sen anlat bakalım nedir yani neyi anlamamı istiyorsun!
-          Aslında var ya ben de tam anlamış değilim ne anlamak gerektiğini de… Gel gör ki zaten belki de tek anlaşılması gereken budur… Olması gereken budur…
-          Nedir?
-          Hiçbir şey anlayamayacağını anlamak!
-          Offff abi ya kafamı haşat ettin var ya… Ne şimdi? Tek olması gereken ne? Anlamamız gereken ne? Sonra anlayamayacağını anlamak diyorsun… E bu da bir anlamak değil mi sonuçta!
-          Ya zaten iş orda çıkmaza giriyor ya…
-          E oradan çıkmaza giriyorsa biz de çıkar bir yoldan gidelim… Başka yol yok mu… Ya da her yol aynı şekil çıkmaza mı uğrar?
-          Valla Şefikciğim bunu demek için önce her yolu denemiş olmak lâzım. Ama ben bugüne kadar denediğim yollarda hep bunu gördüm.
-          E ne yapacağız peki! Düşünmeyelim mi? Anlamaya çalışmayalım mı yani?
-          O da elimizde değil ki!
-          E elimizde değilse o zaman elimizde olanlarla biz yapabileceklerimizi yapmaya çalışalım da… Gerisi de Allah’ tan diyelim ha… Var mı başka yol?
-          “Var mı başka yol”… Başka yol bulmuş olsam onu derdim zaten… Şu AN’ a kadar bulabilmiş değilim o yolu.
-          İyi de bak şimdi ne dedin sen demin. Değişen halimize göre Allah cc algıladıklarımızı değiştirmektedir belki dedin.
-          Evet?
-          E abi işte o zaman gel değişelim nasıl değişeceksek… Belki o zaman o yolu da buluruz.
-          Kardeş… Değişelim demekle bir şey değişmiyor ki… Sonuçta o değişimi sağlamak bizim elimizde değil ki.
-          Yaaaa… o bizim elimizde değil bu bizim elimizde değil… E peki ne yapacağız biz? Bir şey yapmadan ööööle hödük gibi bakacak mıyız olana bitene…
-          Yapabileceklerimizi yapıyoruz zaten… Hayatımız yaptıklarımızdan ibaret değil mi?
-          Ya Kardeş… Hayatımız yaptıklarımız ibaretse ben o hayatı az daha hiç yapamayacağım şeyleri düşüneceğim derken pisi pisine kaybediyordum. Madem hiçbir yol yok… Madem elimizde bir şey yok… Ne diye tefekkürlere dalıyorum ki o zaman?
-          E Şefik dedik ya kardeşim… İstersen dalma, düşünme elinden geliyorsa…
-          Lan Rıfkı… Valla bak sana gerilir gerilir öyle bir kafa atarım ki… Dalga mı geçiyon sen benle ya… Hayret bi şeysin… Ne diyon sen şimdi ne anlatıyon… Kafayı mı kırdıracan bana! Tövbe tövbe Yarabbim ya…
-          Ne oğlum ne kızıyon ki… Git konuşma o zaman ya… Allah Allah… Sen sordun ben de anlatıyom dilim döndüğünce…
-          Lan oğlum dilinin dönmesi mi var… Dönmediği taraf kalmadı ki… Feylesof oldun başıma ya…
-          Hiç te değil… anlamıyon ki… Feylesof olmuşmuşum…
-          E tabi…
-          Ne tabiymiş… Ne Feylesofu… Ben tam tersini söylüyorum… Anlayamadığın için bana kızıyosun… Ama olsun ben sana kızmıyorum… Çünkü senin niye kızdığını anlıyorum…
-          E anlıyosan ne basıyon damarıma bile bile…Tövbe Yarabbim ya… Kör şeytana lânet…
-          Ya kardeşim bi sakinleş… Sana zorla bir şey yapan yok… Ne zıvanadan çıktın bir anda ki…
-          E her şey kafamda allak bullak oldu... Zaten bunları düşünmekten az daha aslanın kucağına düşüveriyordum… E düşünmeyim desem elimde değil… İllâ ki anlamak istiyorum…
-          E kardeşim ben de anlamak istiyorum… Ama öyle bir çırpıda anlamak anlatmakta elimde değil… Ne yapayım yani… Sohbet ediyoruz diye ben de elbette bildiğim kadarını dilimin döndüğünce söylemeye gayret ediyorum. Gayem senin kafanı karıştırmak değil ki…
-          Ya haklısın sen de haklısın da… Sen de beni anla… Bazen çıldıracak gibi oluyorum…Dön dolaş düşünceler beynimde… Bazen sanki bir labirentin içinde kaybolmuş gibi…
-          E tamam işte ikimiz de aynı durumdayız… Ben de o labirentten çıkamadığım için diyorum ya henüz yolu bulamadım diye…
-          Tamam… Sen bulamadın ben bulamadım… Ama bu demek değil ki hiç bulamayacağız…
-          E elbette… Bakarsın Allah cc. bir çıkış yolu gösteriverir.
-          Hıı… Yani umutlu olmak ta mı yasak… Yani illâ ki elimizden bir şey gelmeyecek diye kös kös oturalım mı…
-          Hayır tabi ki de canım… Zaten dedik ya… Yapmak istesek te yapamıyoruz ki bunu… Düşünmemek elimizde değil ki…
-          Hadi o zaman devam edelim düşünmeye… Aramaya…
-          Peki… Devam edelim inşallah…

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Re: KUŞ DİLİ!..

Mesaj gönderen halimkok »

-          Sen dedin ya daha başında; Bilmeden geç git, diye…
-          Hııı?
-          Bu senin hayat felsefen mi?
-          Sen beni filozof yapmaya kararlısın herhalde… Hayat felsefesi de neymiş… Ben hayatı felsefeye göre değil inancıma göre yaşamaya gayret ediyorum. Filozoflar bildiklerinden emin olduğuna inanan kimselerdir… Ben ise EMİN olabilmeyi bilmeye çalışıyorum. Sonuçta inançlarımdan EMİN olmaya çalışıyorum.
-          E emin olamadığını biliyorken inandığını nasıl söyleyebiliyorsun ki? İnanmak İMAN sahibi olmak değil mi?… İMAN' ı OL-AN EMİN olabilir ancak. Sen şu an için emin değilsen neye inanacağından…
-          Her şeyi birbirine karıştırıp çorba etme…
-          İmanı bilmek BİLGİ’ ne inanmak değil mi?
-          Değil kardeşim hiç değil…
-          Nasıl değilmiş…
-          Sen demedin mi; Beşikten mezara kadar ilim öğrenmek gerek diye…
-          Hıı ben dedim… Daha doğrusu bir Hadis-i Şerif’ i hatırlattım…
-          Amenna… Beşikten mezara kadar ilim; Ne için? Kendini bilmek için… Rabbini bilmek için…
-          Elbette…
-          Rabbini en iyi bilen kim?... O Hadis-i Şerifleri ile bizlere ışık tutan Sav Efendimiz…
-          Şüphesiz… Allah’ ı ondan daha iyi bilen kimse olamaz.
-          E ne diyor peki Sav Efendimiz; Biz seni lâyıkıyla bilemedik buyurmuyor mu?
-          Evet, öyle buyuruyor.
-          İşte o zaman kardeşim… İşte… Benim anlatmaya çalıştığım da bu… Yani bilmenin sonu yok… Yoksa senin sandığın gibi; Bilmeden geç git benim hayat felsefem falan değil… Bil… Bilebildiğin kadar bil… Ama bil ki bilinecek ne varsa bilmiş olamazsın. Ve bilgi de doğrular sürekli değişir. Yoksa sabit fikirli derler ya… Öyle olmak, bildiğinle yetinmek, bu tek doğru demek lâzım. İşte senin filozof dediğin ya da eski tabiriyle feylesof dediğin kimseler bilmede hedefe ulaştığına inanmış kimselerdir.
-          İyi de bu sefer de sen kızmaya başlıyorsun galiba?
-          Yok, kızmıyorum kızmıyorum da… İşte… Ben de senin gibiyim biraz… Anlamaya çalışmaktan, anlayamamaktan daralıp bunalıyorum, öyle delleniveriyorum arada…
-          İyi peki tamam tamam… Belli ki sen bu feylesof lafına bozuldun.
-          E yani… Çünkü benim dediğim şey bilmek hedef değildir… Asıl hedefe varmak için bir araçtır. Yolcu için yol ne ise akıl için de bilgi odur… Nasıl ki yolu bitirene artık yolcu denemezse, Bilmesinin nihayetine ulaşana da AKIL denmez.
-          Ne denir?
-          Nakil denir… Yani yolcu bir yerden bir yere nakledilmiştir… Artık “Yolcu” değildir. Biz şu anda yolcuyuz. Bu yüzden henüz emin değiliz. Fakat EMİN' lik yolundayız ve yürüyoruz. Henüz hedefe varmadığımızı biliyoruz.
-          Anladım… Öyle tabi; Yol bitmişse yolculuk ta bitmiştir. Hedefe varana da yolcu denmez artık…
-          Hıııı… Güzel bu konuda mutabıkız… O zaman Ayet-i Kerimeye geri dönebiliriz.
-          Evet dönelim.
-          Şimdi bak dedik ki Ateş serin değildir sıcaktır değil mi?
-          Elbette.
-          Şimdi; Bilgimize göre SICAK olan ateş… Konuya tekrar dönmek istemiyorum ama yeri gelmişken söyleyim; İşte filozof dediğin kimse ”Ateş sıcaktır” der ve orda kalır. Biz ise yani Allah’ a inanan kimseler ise ateşi sıcak olarak biliriz ama bunu değişmez mutlak doğru bir sonuç olarak kabul etmeyiz. Yani Allah cc. ateşe “Serin ol” buyurursa sıcak bildiğimiz ateş serin olur mu! Olur.
-          Elbette ki olur.
-          Öyleyse sorarım sana; Ateş sıcaktır bilgisi tek başına ne işine yaradı?
-          ????
-          Ben söyleyim sana; Sadece ve sadece ateşe bir marifet yüklemene yaradı. Onun senin canını yakacak bir şey olduğuna ve uzak durman gerektiğine inandın.
-          E yanlış mı bu peki?
-          Sen karar ver yanlış mı doğru mu! De bakalım İbrahim (as) in de ateşe dair tek bilgisi bu olsaydı ne olurdu?
-          İbrahim (as) ateşin sıcak olduğunu yakıcı olduğunu bilmiyor muydu?
-          Elbette ki biliyordu. Öyle bilmese hangi tehlike karşısında Allah’ a (cc) teslimiyetinden bahsedecektik ki!
-          E ne peki?
-          Pekisi var mı? İbrahim as. Puta tapanlardan değildi ki… O her işte faili mutlak olarak Allah cc. ı bilir… Allah (cc) “Yak” derse yakar, “Serin ol” derse serin olur… O Allah’ a (cc) öyle İMAN ettiği için; Allah cc. ateşe İbrahim’ e karşı serin ol buyururken, İbrahim (as) de ateşe karşı serin idi yani soğukkanlı idi… Teslimiyet içindeydi…
-          Benim de aslana mı teslim olmam gerekiyordu sence? Hem niye aslanın önünden geçtin diye kızıyordun ya bana…
-          Ya sana aslana teslim ol diyen var mı? Sen nasıl vardın o sonuca anlamış değilim yani… İbrahim (as) in teslimiyeti ateşe değildi ki… O Allah’ ın hükmüne karşı teslimiyet içindeydi…
-          E peki ben? Ben Allah’ a (cc) teslim olabildim mi ki… Teslim olabilmiş olsaydım herhalde korkmamam lazımdı sonradan aslanı fark ettiğimde… Ama ona rağmen Allah cc. beni korudu o anda… Acaba o dalgın halimle bilmeden kısa bir süre teslim olmuş gibi mi oldu ki?
-          İkinci dediğin akla daha yatkın. Çünkü sen de gerçekten İbrahim as. gibi teslim olabilmiş olsaydın bunu dalgın halinle değil bilerek ve isteyerek aslanı göre göre yapabilmen gerekirdi… Teslimiyet bilinçli bir tercihtir…
-          Bilinçli bir tercih te işte aslanı bilirken o tercihi yapabilmek için mangal gibi yürek gerek…
-          He işte bu da senin bildiklerinle yani aklınla ne kadar bağlı olduğunu gösterir. İşte asıl anlatmak istediğim de bu; Bilmek bilmek ama nereye kadar bilmek. İbrahim as da akıl-bilgi putuna bu kadar tapmış olsaydı hâşâ… Allah’ a karşı o denli bir teslimiyet içinde olabilir miydi? Ve o zaman ateş İbrahim’ e (as) karşı öyle serin olup gülistana döner miydi sence?
-          E Allah’ ın (cc) ayeti var, hükmü var; Ey ateş! İbrahim’ e karşı serin ol dedik buyuruyor. Elbette Allah’ ın dediği olur bundan şüphe edilir mi? Allah’ ın hükmüne kim karşı gelebilir ki! Allah cc. buyuruyor ki;” Onun emri bir şeyi murad edince ona sâde ol demektir, o oluverir” YÂSÎN suresi 82. ayet
-          Şüphesiz Allah’ ın dediği AN’ ında olur. Peki, şöyle düşün; Kısmet olur da yaşarsak yarın ki hayatımızda olacaklar için Allah cc. bugünden veya daha öncesinde “OL” demiş midir? Yoksa bunu yarın mı diyecektir?
-          Hııı? Ne diyeyim ki şimdi! Ama şu kadarını biliyorum ki Allah indinde bu önceler – sonralar yoktur. O Evvel’ dir Ahir’ dir diyoruz.
-          Ha çok güzel işte… Benim de bildiğim inandığım bu. Yani Allah cc. her olacak şey için yeri ve zamanı bekleyecek değil… Haydi, şimdi bunun sırası geldi bu olsun… Yok, ötekinin sırası geldi öteki olsun… Böyle bir şey olamaz. O zamandan ve mekândan münezzehtir. Yasin Suresi 12.Ayetinde Allah cc. buyuruyor ki;”… Ve zaten her şeyi açık bir kütükte bir «İmam-ı Mübîn» de ihsa etmişizdir “
-          E abi o zaman İbrahim (as)’ ın teslimiyeti ile ilgili sorduğun sorunun bir hükmü kalmadı. Allah cc. önceden her şeyi zaten açıkça yazmış…
-          Allah’ ın (cc) hükümleri karşısında zaten hiçbir şeyin hükmü olamaz da… Ben o soruyu konuya açıklık getirebilmek için sordum.
-          Aç abi o zaman nasıl bir açıklık istiyorsan.
-          Açayım güzel kardeşim. Ama bak bu esas en başta bu konunun açılmasına neden olan durumla ilgili… Hani sen diyordun ya ortadaki adaletsizlik falan… Aslanın ayrıcalıklı konumu… Tepen atmıştı ya…
-          Hııı kabak benim başıma patlayacak belli ki!
-          Bilemem artık… Göreceğiz bakalım… Ne demiştim ben; İbrahim (as) Allah’ a karşı o denli bir teslimiyet içinde olmamış olsa idi, ateş İbrahim’ e (as) karşı öyle serin olup gülistana döner miydi sence? Demiştim.
-          Evet… Allah’ ın hükmü var elbette demiştim ben de… Eeee?
-          O zaman şimdi de şöyle sorayım; Dediğimiz gibi İbrahim (as) öylesine bir teslimiyet içerisinde olmasaydı Allah cc. öyle bir hüküm verir miydi peki?
-          Hııı… Herkese eliyle yaptığının karşılığı var diyorsun yani…
-          E yani…
-          Peki, Rıfkı ben ne yapmış oluyorum şimdi? Neyin karşılığıydı bu yaşadığım olay?
-          Senin yaşadığın olay bildiklerinin inandıklarının karşılığıydı Şefikciğim…
-          İyi de benim bu konuda bildiğim inandığım neymiş o zaman onu de bakalım!
-          Ben ne diyecekmişim onu sen de… Ne bildiğini neye inandığını ben senden iyi bilecek değilim ya… Haaaa… Hem bildiklerin inandıkların derken şunu da eklemeliyim ki asıl belirleyici hususun başında da niyet gelir…
-          Ooooyyyyy… Gene geldik tıkandık…
-          Ne o canından bezmiş gibi?
-          He bezdim… Gideyim istersen aslanın önünden geçeyim he?
-          Ne olur geçersen?
-          Valla işin doğrusu bilsem ki bugünkü hali kalıcıdır… O zaman rahatça geçerim hiçbir şey olmaz da… Ama onun halinden emin olamıyorum ki… Ne oldu da bu hale geldi… Kalıcı mı geçici mi?
-          Emin olamadığın onun hali mi? Yoksa onun hakkında bildiklerin mi? Asıl sen filozof olmaya niyetlisin. Bilginden emin olmaya mı çalışıyorsun? Ben Allah’ a teslim olabildim mi ki diyordun; Bak teslimiyetine… Senin teslimiyetin aslanın haline bağlı… Allah’ a (cc) değil… Teslimiyet bilinçli bir tercihtir dedik. Bilen EMİN olabilir ancak. Buradaki bilme’ den kasıt bilgiden ziyade İMAN’ ın sağlamlığıdır. İMAN’ ı OL-AN EMİN olur…
-          Aha sen şimdi beni imansız çıkaracaksın ha… Ondan sonra da at aslanın önüne… Tövbe tövbe… Öyle mi gidelim öbür tarafa?
-          Kimsenin imanına laf etmek bize düşmez. Ama bildiğimiz kadarıyla İMAN’ ın ne olduğunu demeye anlatmaya çalışıyoruz.
-          Valla Rıfkı ben de anlamaya çalışıyorum da…
-          E bunun için değil mi zaten imtihan dünyası…
-          O imtihanın sonucunu bilememek… İşte içimdeki asıl yangın o yüzden ya…
-          Sen halen bilmede diretiyorsun. Ve halen öbür taraftaki ateşin yakıcılığından korkuyorsun. Ayrıca o imtihanın sonucunu bugünden bilsen bu bilgi değişmez sanıyorsun.
-          Ebedi hayatta ne olacağını dert etmiyor musun sen?
-          DERT” ettikçe dert oluyor. En güzeli “ZEVK” etmeye çalışmak.
-          Üç günlük dünya, keyfine bak diyorsun yani…
-          Yooooo… Onu asıl sen diyordun unuttun mu? Bırak üç günlük te olsa günümüzü gün edelim şu ormanda diye bana çıkışan sen değil miydin?
-          E ne peki sen ne diyorsun o zaman… Sen de işte zevk etmeye bakıyorum diyorsun.
-          İyi de bu senin ZEVK’ ten ne anladığına göre değişir…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Cevapla

“Kul İhvâni Söz ve Sohbetler” sayfasına dön