5. sayfa (Toplam 7 sayfa)

Gönderilme zamanı: 26 May 2009, 01:47
gönderen nur-ye
97-
لَهَا مَعَنٍ كَمَوْجِ الْبَحْرِ فِي مَدَدٍ

وَفَوْقَ جَوْهَرِهِ فِي الْحُسْنِ وَالْقِيَمِ

Lehâ meanin ke mevci'l-bâhri fî mededin
Ve fevka cevherihi fî'l-husni ve'l-kıyemi


Meded hususunda kemiyette O’nun mânâ ve anlamları denizin dalgaları gibidir.
O’nun cevheri ise keyfiyette güzellikve değer olarak daha da üstündür Subhânî sanatta…



Meded : İnayet, yardım, imdad, eman. Eyvah.
Kıyem : (Kıymet. C.) Kıymetler, değerler.
Cevher : Bir şeyin özü, esası.
Kemiyet : Nicelik. (Kemmiyet) Miktar, sayı, nice oluş. Az veya çok oluş.
Keyfiyet : Nitelik . Bir şeyin esâsı ve iç yüzü. Nasıl olduğu ciheti. * Kalite. Madde. (Kemmiyetin zıddıdır.)

Gönderilme zamanı: 26 May 2009, 01:49
gönderen nur-ye
98-
فَلاَ تُعدُّ وَلاَ تُحْصَا عَجَاءِبُهَا

وَلاَ تُسَامُ عَلَي الْاِكْثَارِ بِالسَّأَمِ

Felâ tüaddü velâ tuhsâ acâibühâ
Velâ tüsâmü alâ'l-iksâri bi's-seemi


On’nu hayret verici harikalıkları sayılıp hesab edilemez.
O’na bakmalara doyulup göz çevrilemez asla!


Acaib : (Acib. C.) Şaşırtacak ve hayret verici şeyler.
İksar : (Kesret. den) Çoğaltma, fazlalaştırma, arttırma.

Gönderilme zamanı: 26 May 2009, 01:50
gönderen nur-ye
99-
قَرَّتْ بِهَا عَيْنُ قَارِيهَا فَ قُلْتُ لَهُ

لَقَدْ ظَفِرْنَ بِحَبْلِ اللّهِ فَاعْتَصِمِ
Karret bihâ aynu Kârîha fe kultü lehû
Le kad zafîrte bihâblillâhi fa'tesımi


O’nu okudun gözün aydın oldu özün nur doldu!
Ona derim ki:
Yemin olsun ki sen zafere ulaştın Allah’ın ipi ile!
Artık Allah’ın ipine sımsıkı sarıl!..


تَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ


“Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân 3/103)


Zafir : Zafer bulan. Zafere erişen.

Gönderilme zamanı: 26 May 2009, 01:51
gönderen nur-ye
100-
اِنْ تَتْلُهَا خِيفَةً مِنْ حَرِّ نَارِ لَظٰي

اَطْفَأْتَ نَارِ لَظٰي مِنْ وِرْدِهَا الشَّبِمِ
ln tetlühâ hifeten min harri nâri lezâ
Etfe'te nâre lezâ min virdiha'ş-şebimi


Eğer O’nu cehennemin kızgın alevli ateşinden korkarak okursan,
Ancak Kur’ân’ın virdi söndürür, yanan o kızgın alevli cehennemin ateşini..


Lazâ : Ateş. Alev. * Cehennem'in altıncı katı.
Şebb : Ateş yakmak.
Vird : Sık sık ve devamlı okunan dua. * Kur'an-ı Kerim'den her gün okunması vazife bilinen kısım, bir cüz.

Gönderilme zamanı: 29 May 2009, 04:25
gönderen nur-ye
101-
كَاَنَّهَا الْحَوْضُ تَبْيَضُّ الْوُجُوهُ بِهِ
مِنْ الْعُصَاتِ وَ قَدْ جَاﺅُهُ كَالْحُمَمِ

Keennehâ’l-havzu tebyeddu’l-vücûhu bihî
Mine’l-usâti ve kad câûhu ke’l-humemi


Sanki Kur’ân-ı Kerîm Kevser Havuzu ki o!nunla bembeyaz olmakta,
Kömür gibi günahkarası yüzleriyle gelen âsi, isyankârların içleri dışları..


O bir ümit pınarıdır ki her kiri pâk eder.
O bir nur kaynağıdır ki içeni kendine benzetir!
O bir Kur’ândır ki her Kerem-i Kerîmi kendisinde hizmete sunmuştur!..


Vücuh : (Vech. C.) Çehreler, yüzler, suretler. * Tarzlar. * Sebepler. * İmkânlar. * Münasebetler. * Kur'an-ı Kerim okunuşundaki farklar. * Bir memleketin ileri gelenleri.
Havz-ı Kevser : Kevser havuzu. (Bak: Kevser)
Kevser : Kıyamete kadar gelecek Âl, Ashâb, Etbâ' ve onların iyilikleri, hayırları. * Bereket. * Kesretten mübâlağa. Çokluğun gayesine varan şey. Gayet çok şey. * Pek çok hayır. Hikmet, ilim. Kur'an, İslâm, tevhid. İlm-i Ledün. Ma'rifetullah. * Cennet ırmaklarının kaynakları. * Cennet'te bir havuz veya nehir.
Âsi : İsyan eden. Emirlere itâat etmeyen. * Günah işleyen. * Meşru idâreyi tanımayıp baş kaldıran.
Humem : (C.: Humem) Kömür. * Kara kül. * Her ateşte yanan nesne.

Gönderilme zamanı: 29 May 2009, 04:26
gönderen nur-ye
102-
وَكَالصِّرَطِ وَكَالْمِيزَانِ مَعْدِلَةً

فَالْقِسْطُ مِنْ غَيْرِهَا فِي النَاسِ لَمْ يَقُمِ
Ve ke's-sırâtı ve ke'l-mizâni mâ'dileten
Fe'l-kıstu min gayrihâ fî'n-nâsi lem yekumi


O’nun hükmleri adalette Sırat gibi hakta incedir, Mizân gibi eşitlikte hassas ayarlıdır.
Kendisinden başka tüm adalet ölçülerini kaldırıp geçersiz kıldı.
İnsanlar için başka adalet terazisi kalmadı Kur’ân’dan başka..


Sırat : Cennet'e gidebilmek için herkesin üzerinden geçmeğe mecbur olduğu ve Cehennem üzerine kurulmuş olan köprü.
Mizan : Terazi, ölçü, tartı. * Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas. * Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir.
Kıst : Pay. Hisse. Nasib. Kısım. Mizan. Rızık.

Gönderilme zamanı: 29 May 2009, 04:28
gönderen nur-ye
103-
لاَ تَعْجَبَنْ لِحَسُودٍ رَاحَ يُنْكِرُهَا

تَجَاهُلاً وَهْوَ عَيْنُ الْحَاذِقِ الْفَهِمِ
Lâ ta'ceben lihasûdin râhe yünkiruhâ
Tecâhülen vehve aynu'l-hâzikı'l-fehimi


Sakın şaşıp hayret etme Hasislerin Kur’ân’ı inkar pis kokusunu hissedersen!
İnkar ettiklerini bilmezlikten gelişleri münafıklık hasedindendir.
Tecâhül-ü ârif sanatını ustaca uygulayıp en incesini bildikleri hâlde bilmez gözüken şu inkarcılar..


Hasud : Çok hased eden.
Hased : Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak.
Tecahül : Bilmezlikten gelme. Bilmiyor görünme.
Tecâhül-ü ârif : Edb: Bildiği bir şeyi bilmiyormuş gibi gösterme. Bilen bir kimsenin, bilmez gibi davranması.
Hâzık : Mehâretli, işinin ehli, mütehassıs. (Bak: Hazâkat)

Gönderilme zamanı: 29 May 2009, 04:29
gönderen nur-ye
104-
قَدْ تُنْكِرُ الْعَيْنُ ضَوْءَ الشَّمْسِ مِنْ رَمَدٍ

وَيُنْكِرُ الْفَمُ طَعْمَ الْمَاءِ مِنْ سَقَمِ
Kad tünkiru'l-aynu dav'eş-şemsi min remedin
Ve yünkirü'l-femü ta'me'l-mâi min sekami


Ağrıyıp iltihaplana göz güneşin ışığını inkar eder ya!
Hastalıklı ağız da suyun tadını inkar eder ya!


İşte gözleri hasta olanlar Kurân’ı ondan dolayı göremezler.
İşte özleri hasta olanlar Kurân’ın zevkine ve hzzına bu sebeden uaşamazlar.



Remed : Gözün ağrıması, göz kapağı iltihabı.

Gönderilme zamanı: 31 May 2009, 03:30
gönderen nur-ye
VII- Bölüm: Rasûlullah (sav)’in Mi’racın Anlatış




.

105-
يَا خَيْرَ مَنْ يَمَمَ الْعَافُونَ سَاحَتَهُ

سَعْياً وَفَوْقَ مُتُونِ الْاَيْنُقِ الرُّسُمِ


Yâ hayre men yememe'l'-âfûne sâhatehû
Sa'yen ve fevka mütûni'l-eynukı'r-rusümi


Ey çölde hızla giden yaya yoksulların, hecin develeri iz bırakarak koşanların uğruna koştuklarının en hayırlısı…

Gönderilme zamanı: 31 May 2009, 03:31
gönderen nur-ye
106-
وَ مَنْ هُوَ الْاٰيَةُ الْكُبْرَي لِمُعْتَبِرٍ

وَ مَنْ هُوَ النِّعْمَتُ الْعُظْمَي لِمُغْتَنِمِ


Ve men hüve'l-âyetü'l-kübrâ lî mu'tebirin
Ve men hüve'n-ni'metü'l-uzmâ lî mugtenimi


İbret ve hikmetle anlamak isteyenlere en büyük vatlık delili!
Fazla yorulmadan ganimet dileyenler için muazzam nimet ve rahmet kaynağı!..


Mu'tebir : İbret alan, anlayan.
Kübrâ : (Ekber'in müennesi) Büyük, daha büyük, en büyük.
Âyât : (Âyet. C.) Âyetler. * Cenab-ı Hakk'ın sıfât ve kudreti hakkında görülen âşikâr deliller, bürhanlar. * Menziller. Mekânlar.
Uzmâ : (Müe.) Büyük. İri. * En büyük. Çok büyük. (Müz: A'zam)
Mugtenim : Ganimet olarak alan. Bedava alan. Ganimet bilen.

Gönderilme zamanı: 31 May 2009, 03:32
gönderen nur-ye

107-
سَرَيْتَ مِنْ حَرَمِ لَيْلً اِلٰى حَرَمٍ

كَمَا سَرَى الْبَدْرُ فِي دَاجٍ مِنَ الظُّلَمِ


Serayte min Haramin leylen ilâ Haramin
Kemâ sera'l-bedru fî dâcin mine'z-zulemi


Bir gece Haram’dan Haram’a yürüdün..
Mescid-i Harm’dan Mescid-i Aksâ’ya ağdın!
Kapkaranlık gecelerde dolunay gibi karanlıkları ışınla yırtarak..



Mescid-i Harma : Mekke-i Mükerreme'de ve içinde Kâbe'nin bulunduğu en büyük, mukaddes ibadet yeri. (Bak: Kâbe)
Mescid-i Aksâ : Kudüs'te çok eskiden gelen peygamberlerin (A.S.) yaptırdıkları mâbed.

Gönderilme zamanı: 31 May 2009, 03:33
gönderen nur-ye
108-
وَ بِتَّ تَرْقٰي اِلٰي اَنْ نِلْتَ مَنْزِلَةً

مِنْ قَابَ قَوْسَيْنِ لَمْ تُدْرَكْ وَ لَمْ تُرَمِ


Ve bitte terkâ ilâ en nilte menzileten
Min kâbe kavseyni lem tüdrek ve lem türemi


Menziline ulaşmak için çıktıkça çıktın yücelere..
Kimselerin asla ulaşıp idrak edemediği Kâbe Kavseyn keremine..


ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى

فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى


“Summe dena fe tedella. Fe kane kabe kavseyni ev edna : Sonra (Muhammed'e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.” (Necm 53/8-9)


Bitte : Bineği âciz bırakıncaya kadar sürmek.
Menzil : İnilen yer. Konulacak yer. Hedef.

Gönderilme zamanı: 02 Haz 2009, 08:37
gönderen nur-ye
109-
وَ قَدَّمَتْكَ جَمِيعُ الْاَنْبِيَاءِ بِهَا

وَرُّسُلِ تَقْدِيمِ مَخْدُوومٍ عَلَي خَدَمِ


Ve kaddemetke cemiu'l-enbiyâi bihâ
Ve'r-rusli takdîm e mahdûmin alâ hademi


Bütün peygamberler seni önde imam ettiler
Hizmette İlâhi hükmün gereği kadrini bilip seni takdim ettiler.


Takdim : (Kıdem. den) Arzetmek. Sunmak. * Küçük bir kimseyi yaş, amel, mevki ve takva itibariyle büyük bir kimse ile tanıştırmak. * Öne geçirmek, bir şeyi başka bir şeyden önde tutmak. * Bir büyüğün önüne geçip bir şey vermek.
Mahdum : Oğul. Evlâd. * Kendisine hizmet olunan. Efendi.

Gönderilme zamanı: 02 Haz 2009, 09:01
gönderen nur-ye
110-
وَ اَنْتَ تَخْتَرِقُ السّبْعَ الطِّبَاقَ بِهِمِ

فِي مَوْكِبٍ كُنْتَ فِيهِ صَاحِبَ الْعَلَمِ


Ve ente tahteriku's--sebâ't-tıbâka bihim
Fi mevkibin kûnte fîhi sâhibe'l-alemi


Yedi kat göklere uğrayp geçen-yükselen Sensin!
Peygamberler kafilesinde başta bayraktar olnda Sendin!


İhtarake : Bir yerden uğrayıp geçmek.
Mevkib : Kafile. Alay. Atlı veya yaya giden kafile. Cemaat.
Sahibi’l-alem : Bayrak tutan. Sancaktar. En önde.

Gönderilme zamanı: 02 Haz 2009, 09:04
gönderen nur-ye
111-
حَتَّي اِذَا لَمْ تَدَعْ شَأْواً لِمُسْتَبِقٍ

مِنْ الدُّنُوِّ وَلاَ مَرْقً لِمُسْتَنِمِ


Hattâ izâ lem teda' şe'ven limüstebıkın
Mine'd-dünüvvi velâ merkan lî müstenimi


Bu bilinemez buluşmaya çağrılanların en önünde oldun.
Hakk’a yakınlıkta ilerisi, ötelerin ötesi kalmadı.


Şe’ven : öne geçerek
Müstenim : (Nevm. den) Uyumadığı halde uyur gibi görünen.
Dünüvv : Ulaşmak, yakın olmak.

Gönderilme zamanı: 02 Haz 2009, 09:05
gönderen nur-ye
112-

خَفَضْتَ كُلَّ مَقَامٍ بِالْاِضَافَةِ أِذْ

نُودِيتَ بِالرَّفْعِ مِثْلَ الْمُفْرَدِ الْعَلَمِ


Hafedte külle mâkamın bi'l-izâfeti iz
Nûdite bi'r-ref'i misle'l-müfredi'l-alemi


Her makamı yaşayarak geride kodun!
O çağrıldığın yüce noktaya tek başına yükseliyişiyin benzeri o zirvede dalgalanan Tekbir sancağı gibi…



İzafeten : İsnad etmek suretiyle, isnad ederek, ona bağlıyarak.
Müfred : (Müfret) Tek, yalnız. Müteaddid olmayıp yalnız birden ibaret olan.

Gönderilme zamanı: 02 Haz 2009, 09:06
gönderen nur-ye
113-
كَيْمَا تَفُوزُ بِ وَصلِ اَيِّ مُسْتَتِرٍ

عَنِ الْعُيُونِ وَسِرٍّ اَيِّ مُكْتَتَمِ


Keymâ tefûze bi vasıin eyyi müstetirin
Ani'l-uyûni ve sırrın eyyi müktetemi


Tüm gözlerden gizlenmiş vuslatın.
Gizliden de gizli sırra ulaşman ve elde edişin…


Müstetir : (Setr. den) Örtülü, gizlenen. Gizli, saklı.

Gönderilme zamanı: 02 Haz 2009, 09:07
gönderen nur-ye
114-
فَحُزْتَ كُلَّ فَخَارٍ غَيْررَ مُشْتَرَكٍ

وَجُزْتَ كُلَّ مَقَاممٍ غَيْررَ مُزْدَحَمٍ


Fe huzte külle fehârin gayre müşterekin
Ve cüzte külle mâkamin gayre müzdehamı


Bütün övünçleri ve övünülecek özellik ve güzellikleri tek başına Sen topladın!
Faziletlerde ortağın olmadı Senin!
Tüm yüce makamları Sen cem’ ettin izdihamsız!
Farklar, farklılıklarını Sende terk edip Tevhid etti!
Hanif Dini Sende tekmil oldu!


Müzdeham : (Zahm. dan) Kalabalık, izdihamlı.
İzdiham : Kalabalık bir yerde halkın çok birikmesinden meydana gelen sıkıntı

Gönderilme zamanı: 02 Haz 2009, 09:09
gönderen nur-ye
115-
وَ جَلَّ مِقْدَارُ مَا وُلِيتَ مِنْ رُتَبٍ

وَ عَنْ اِدْرَاكُ مَا اُولِيتَ مِنْ نِعَمِ


Ve celle mıkdâru mâ vülite min -rütebin
Ve azze idrâka mâ ûliyte min niami



Ulaştığın rütbelerin yüceliğini takdir ne mümkün!
Tüm âlemlere rahmet oluşunu yaşayışın ve Ni’met-i Uzmâ oluşun ne harika ve anlaşılıp idrakı nasıl da imkansız!


Rüteb : (Rütbe. C.) Rütbeler, dereceler.

Gönderilme zamanı: 02 Haz 2009, 10:09
gönderen HAYY-DOST
ALLAH CC EBEDEN VE DAİMA RAZI OLSUN
MUHTEREM KARDEŞİM SİZDEN BİR RİCAM OLACAK .
UYGUN BİR ZAMANINIZDA SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZ MUHAMMED MUSTAFA SAV EFENDİMİZİN VEDA HUTBESİNİ DE YAZABİLİR MİSİNİZ?
BİRKAÇ GÜNDÜR GÖNLÜME DÜŞÜYOR AMA YANLIŞ YAPARIM DİYE KORKUYORUM .
ŞİMDİDEN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM.
SEVGİ, SAYGI, VE MUHABETLE......

Gönderilme zamanı: 04 Haz 2009, 07:23
gönderen nur-ye
116-
بُشْرَى لَنَا مَعْشَرَ الْاسْلاَمِ اِنَّ لَنَا

مِنَالْعِنَايَةةِ رُكْناً غَيْرَ مُنْهَدِمِ


Büşrâ lenâ mâ'şere'l-lslâmi inne lenâ
Mine'l-inâyeti rüknen gayre münhedimi


Ey Ulu İslâm Milleti!
Bize müjdeler olsun!
Kıyamete kadar yıkılması mümkün olmayan bu bize getirdiği Rükn-i Metin inayetinden dolayı!
Muhammedî, Kur’ânî ve Rabbânî şuur şehâdeti..



Ma’şer : Cemâat, müttehid cemâat. Birinin ehil veya iyâli. İns ve cin cemaatı. * Bölük, topluluk.
İnayet : Yardım, lütuf meded etmek. * Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.
Rükn : Direk. Esas. * Kuvvet. * Bir şeyin en fazla sağlam olan tarafı veya köşesi veya temeli. * Bir cemaatin ileri gelenlerinden olan. * Nüfuzlu, kuvvetli ve ehemmiyetli kimse.
Rükn-i Metin : sağlam, yıkılmaz rükn. Şer’i Şerîf.
Münhedim : (Hedm. den) Yıkılmış, inhidam olmuş, harab olmuş.

Gönderilme zamanı: 04 Haz 2009, 07:27
gönderen nur-ye
117-
لَمَّا دَعَااللّهُ دَاعِينَا لِطٰاَعَتِهِ

بِاكْرَمِالرُّسِلِ كُنَّا اَكْرَمَ الْاُمَمِ


Lemmâ de'âllâhü dâina litâatihî
Bi ekremi'r-rusli künnâ ekreme'l-ümemi


İtâaatına bizi dâvet edeni, Allah Teâlâ da dâvet edince;
O, oldu Resüllerin ekremi!
Biz de ümmetlerin ekremi olduk!


Ekrem : Çok cömert, daha kerim, en kerim.(Arkadaş! Şu Zat-ı Nurâni (A.S.M.) mürşid-i imâni, Resul-i Ekrem (A.S.M.) bak nasıl neşrettiği hakikatın nuriyle, Hakkın ziyasıyla, nev-i beşerin gecesini gündüze, kışını bahara çevirerek, âlemde yaptığı inkılâb ile âlemin şeklini değiştirerek nurâni bir şekle sokmuştur. M.N.)
Ümmet : Cemaat, kavim, taife. * Bir hâkim milletin ashabından olan hey'et-i içtimaiye. * Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka davet ettiği cemaat. * Bir dille konuşan millet. * Arkasına düşülecek bir cemaat veya tarikat.

Gönderilme zamanı: 04 Haz 2009, 07:36
gönderen nur-ye
VIII- Bölüm: Rasûlullah (sav)’in cihâdını Anlatış



118-
رَاءَتْ قُللُوبَ الْعِدٰي اَنْبَاءُ بِعْثَتِهِ

كَنَبْأَةِ اَجْفَلَتْ غُفْلاً مِنْ الْغَنَمِ


Râet kulûbe'l-ıdâ enbâü bi'setihi
Keneb'etin ecfelet guflen mine'l-ganemi


Bi’set haberini alan düşmanların kalbleri tiredi sonlarını düşünerek…
Sanki hiç duymadıkları bir ses ürküttü koyunları...



Bi’set : Gönderilme. İnsanları hak ve doğru yola sevk için gönderilen Cenab-ı Peygamberimiz Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) nübüvvetinin başlangıç zamanı, nübüvvetinin bidayeti.
Gufl : Belirsiz, işaretsiz.

Gönderilme zamanı: 04 Haz 2009, 07:39
gönderen nur-ye
119-

مَازٰالَ يَلْقَاهُمْ فِي كُلِّ مُعْتَرَكٍ

حَتَّى حَكَوْ بِالْقَانَا لَحْماً عَلٰى وَضَمِ


Mâzâle yelkahümü fî külli mu'terekin
Hattâ hakev bi'l-kanâ lahmen alâ vedami


Tüm savaşlarda , düşmanları karşısında dimdik durdu yğitçe..
İnkarcılar çengelde et gibi oluncaya kadar.


Hakâ : Benzetmek, benzerini yapmak.
Kânâ : Süngü, çengel.

Gönderilme zamanı: 06 Haz 2009, 08:13
gönderen nur-ye
120-

وَدُّوا الْفِرَارَ فَكَادُوا يَغْبِطُونَ بِهِ

اَشْلاَءَ شَالَتْ مَعَ الْعِقْبَانِ وَ الرَّخَمِ


Veddû'l-firâre fe kadâ yagbitûne bihî
Eşlâe şâlet meâ'l-ıkbâni ve'r-rehâmi


Savaşlarında düşmanlarının en çok istediği kaçıp kurtulmaktı..
Öyle ki akbabaların kapıp kaçtığı leş parçalarına gıbta ederlerdi..


Rahamü : Akbaba, kartal.
Gıbta : İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.