MUHİDDİN-İ ARABÎ > LÜBBܒL-LÜBB >ÖZÜN ÖZÜ

Muhiddin-i Arabî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »




6. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Daima hayra ve hayırlı işlere niyetli ol!
O hayrı işlemeğe muvaffak olamazsan dahi mükâfatını görürsün.
Yine hatırına gelen bütün şerleri de terk etmeğe azimli ol!
Yine hatırına gelen fenalıkları da terk etmeğe azmet!
Kader galebe eder de o şerri işlersen zararını görmezsin.
Hatıra gelen şerleri terk etmeğe azimli olan, her fena hatıradan dolayı sevab kazanır. . .
Sevab: ALLAH’ın ve Peygamberin yapılmasını istediği ve yapılmamasından hoşnut oldukları şeylere denir.
Bir Hadis-i Kudsî’de:
“Kulum bir sevab, bir iyilik işlemeyi düşünürse, hemen bir sevab yazarım. Eğer onu işlerse en az on misli sevab yazarım. Bir fenalık düşünürse, onu işlemezse affederim, işlerse bir misli günah yazarım.” buyrulur.
Günahlarda adalet var.
Sevablarda fazlalık var.
İyi iş, güzel âmel yapanlara daha güzel bir de ziyadesi var.
Burada ALLAH: “Yazarım!” Buyuruyor.
HAKK’ın kudretiyle yazıldığı için “yazarım” buyuruyor. Tahdid etmiyor.



Azm : (Azim) Kasd, niyet. Sağlam ve kat'i karar. Sebât.

Galebe : Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk. * Bastırmak. * Yeğin olmak.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »



7. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

İslâm kelimesi “L İLÂHE İLLALLAH” dır, ona devam et!
Bu, zikirlerin efdâlidir.
Hadis-i şerifte:
“Ben ve benden evvel geçen bütün Peygamberlerin söylediği en efdâl zikir “LA İ L  H E l L L A L L A H”dır!” buyrulmuştur.
Bir Hadis-i Kudsî’de:
“Benden gayri yedi gökler ve onlarda bulunanlar ve yine benden gayri yedi kat yerler ve içinde bulunanlar terazinin bir gözünde olsa, “L İLÂHE İLLALLAH” da diğer kefesinde olsa, Kelime-i islâm ağır gelir..” buyrulmuştur.
Sözün inceliğini düşün!
Düşün de ona göre devam et! . .
Bu zikrin feyzini ancak buna devam eden ve bunu kalbe muhkem yerleştiren anlar. . .
Bu kelimede hem nefyi hem de isbat vardır.
“L İLÂHE” ile aynını nefyi ederken “ILLALLAH” ile de varlığını isbat ediyor.
Sen de ilmen değil hükmen aynını nefyi eder HAKK’ın varlığını hem ilmen hem de hükmen ısbat edersen, Tevhid’in zevkine erersin. . .
”L İLÂHE İLLALLAH” lâf-ı mübârekinin nefyi ve ısbat ile birlikte bulunması ve böyle olmasında büyük bir hikmet ve büyük bir sırrın HAKK tarafından ilânı vardır.
Ona da devam et ve ehlini bulursan ondan tâlim eyle! . .



Muhkem : Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. * Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.

Nefy : Sürgün etmek. Birisini kendi rızası olmadan, bir yerden başka bir yere nakletmek, sürmek. * Gr: Bir şeyin olmadığını ifade eden (olumsuzluk) edatı. Müsbetin zıddı, menfi olan. Bir şeyin yokluğunu veya olmadığını iddia. (Bak: İnkâr)

İsbat : Doğruyu delil göstererek meydana koymak. Delil ve şâhitle bir fikrin sıhhatını göstermek. İtiraf, ikrar ve tasdik etmek. * Sabit ve muhkem kılmak. * Bâki ve pâyidar eylemek. * Delil. Bürhan. Şâhit. (Bak: İman-ı bil-âhiret)






[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

8. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Sakın “L İLÂHE İLLALLAH” ın ehline düşman olma, onun ALLAH dostları ile dostluğu vardır.
Kelime-i tevhidin ehli olanların bilfarz yer dolusu günahları olsa yalnız şirk bulunmasa, ALLAH onları kadar mağfiretle karşılar. ALLAH’a düşman olan müşriktir.
Ondan uzaklaşmalı. . .
Bilmeyerek veya te’vile müsait ağzından bozuk şeyler çıkmış ise, bununla ALLAH’ın kullarına düşman olunmaz...
ALLAH’a düşman olduğu belli olmayan kimselere düşmanlık etme...
ALLAH’a düşman müşriktir dedik.
Fiilini söylemeyen de âsi, günahkâr mü’min veya daha akıbeti belli olmayandır.
ALLAH, kendi dostuna düşmanlık edene ilân-ı harbeder!
ALLAH’ın kullarına daima şefkat ve merhametle muamele et!
ALLAH, gâvuruna da dinsizine de rızık veriyor.
Hattâ şefkat ve merhametini bütün hayvanat ve mahlukata teşmil et!
Onları yaradanın hatırı büyüktür de!..



Bilfarz : Olduğunu kabul ederek. Farzolarak.

Te’vil : aslına uygun olarak mananın anlaşılır yapılması.

Müsait : Muvafık, uygun. Yardım eden. İzin veren.

Teşmil : Şâmil kılmak. İhata eylemek. Kaplamak. İhrama bürünmek ve sür'atle yürümek.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »




9. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

ALLAH’ın, üzerine farz kıldığı ibadetlere devam et!
Farzlar arasındaki nafileleri de kıl, işle!
Amelinden hiç bir şeyi küçük görme! ALLAH o ameli yaratırken hakir görmedi.
ALLAH, her emrini itinâ ve inâyetle vermiştir.
Farzların edâsına itinâ eden, ALLAH’a en sevgili ibadetlerle kulluk etmiş ve yaklaşmıştır.
Farzları kendisine vazife-yi asliye kabul eden ve nefsinde tatbik eden HAKK’ın gözü ve kulağı olur.
Seninle işitir, seninle görür, HAKK’ın eli senin elindir.
Sana hakkıyle biat edenler ancak ALLAH’a biat etmiş olurlar. ALLAH’ın eli onların elleri üzerindedir.
Onların elleri ALLAH’ın eli olduğu sûrette onların elleri üstündedir. Mubayaa ism-i faildir.
Fail ALLAH’tır.
Onların elleri ALLAH’ın elidir.
Onların elleriyle ALLAHü Tealâ mubayaa etmiştir.
Halbuki mubayaa edenler de onlardır.
Nafilelere devam eden ALLAH’ın sevgisine nail olur.
O kadar ki HAKK onun işitir kulağı, görür gözü olur.
Farzları edâ eden de bunun aksi olduğu gibi farzlarda mecburi kulluk vardır.
O asıldır.
Nafilelerde kulluk ihtiyaridir.
Nafileye nafile denmesi zaid olduğu içindir.

Sen de vücudda zaidsin.
Çünkü ALLAH vardı sen yoktun.
Sonra sen oldun.
Vücud hades zaid oldu demek, sen vücud hakkında nafilesin binaenaleyh senin için nafile denilen ameli yapmak lâzımdır.
Zira o, senin aslındır.
Farz olan amelleri de yapmak lâzımdır.
Çünkü onlar da vücudun aslıdır ki HAKK’ın vücududur.
Farzların edâsı ile sen onun için oldun.
Nafileyi edâ ile de sen, senin için oldun.
“Sen onun için olmak”lığın bakımından Onun sana muhabbeti, sen, senin için olduğun cihetteki muhabbetinden çok üstündür.
Kudsî Hadis:
“Kulum, farz kıldığım ibadetlerle bana yaklaştığı gibi hiç bir şeyle yaklaşamadı.
Kulum, nafilelerle de bana yaklaşır.
O kadar ki, onu severim.
Sevince de işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı olurum. Benden isteyince mutlaka veririm.
Bana sığınınca mutlaka onu korurum:
İşlediğim işler içinde, mümin kulumun ruhunu kabzetmekteki tereddüdüm kadar, hiç bir şeyde tereddüt etmedim.
O, ölümden hoşlanmaz.
Ben de onu müteessir etmek istemem.”
ALLAH muhabbetinin verdiği neticeye bak; kulun nafilesi de ancak, farzları ikmal ettikten sonra sahih olur.
Nafilelerin içinde de bir çok farzlar ve nafileler vardır.
Kıraet, Rüku, Sücud ve benzerleri farzlar gibi.
Nafilelerde farzların bulunması, farzları ikmâl ediyor.
Bir Hadis-î sahihde Cenab-ı HAKK :
“Kulumun namazına bakın.
Tamam mı, noksan mı?
Tam ise, tam yazılır, eğer bir şey noksan ise, bakın kulumun nafilesi varmı?
Eğer nafilesi varsa, farzını onlardan ikmâl ediniz.” Buyurur.
İşte, ameller böylece zabta geçer.

Nafilenin mutlaka farzlardan aslı bulunmalı.
Farzlarda aslı bulunmayan, yeni uydurulmuş bir ibadet demektir. Zâhir buna bid’at der.
“Ruhbaniyyet icad ettiler!” buyurur Resûl-ü Ekrem.
Bunlardan bir kısmına, “güzel adetlerdir” der.
Ve bunları icad edenler, kıyamete kadar sevab kazanırlar.
Bunlar, Şeriatın aslına, ruhuna uygun olan bid’atler ki, bid’at-i hasene tâbir edilmiştir.
Şeriate uymayan ve şer olanlar, bid’at-i seyyie’dir.
Kötü âdetlerdir, iyi âdetlere uyup, amel etmekte sevab vardır lâkin, o iyi olan bir şeyi, Resûlullah’dan sadır olmamıştır diye terk etmekde daha ziyade ecir vardır.
Resûlüllah’a sünnetlerde tabi olmaktan, sünnet olmayan şeylerde. Resûlullah terk ettiği için terkine uymak, şeriatin ruhuna daha uygundur.
Çünkü Resûlulah, ümmetine bir çok şeylerin teklifinden hoşlanmaz.
Bu da güzeldir diye bir çok ibadetten ibda’ doğru değildir.

“Kolaylaştırın güçleştirmeyin, müjdeleyin nefret ettirmeyin!” Hadis
“ALLAH size kolaylık murad eder, güçlük murad; etmez.” Âyet

Ahmed İbni Hanbel, kavun yemedi.
“Niçin?” dediler.
“ResûlALLAH nasıl yedi bilemiyorum da ondan” dedi.
Radiyallalhü anh.

[Muhiddin-i Arabî hazretleri, bu dokuzuncu vasiyetinde çok büyük bir bahse temas etmiştir. Hülâsa bid’atlerin iyi olmadığı neticesine varıyor. O hâlde, Resûlüllah’ın yapmadığı şeylerden kat’i sûrette kaçmak. . . yaptığı şeyleri nasıl yaptığını bilmeden, yapmaktan uzak durmak en emin tarikdir].



Biat : Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek. * Rey vermek.

Nafile : Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş. * Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan. * Torun. * Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.

Vazife-yi asliye : Asli, esas görev.

Mubayaa : biat etmak işi.

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
“İnnellezine yübayiuneke innema yübayiunellah yedüllahi fevka eydihim fe men nekese fe innema yenküsü ala nefsih ve men evfa bi ma ahede aleyhüllahe fe se yü'tihi ecran aziyma : Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih 48/10)

İhtiyari : Ist: İstek, arzu. Razı olmak. Katlanmak. Seçmek. Tensib etmek. Seçilmek. (Bak: İrade)

Zaid : Artan. Fazlalık. İlâve olunmuş. *

Hades : Yeni olmak. Eskiden olmayıp sonradan görülmek. * Taze. Yiğit. Genç. * Fık: Abdest almayı icabettiren hâl. Bazı ibadetlerin yapılmasına mâni olan ve necaset-i hükmiye sayılan hâl. * Pislik.

Nafile : Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş. * Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan. * Torun. * Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.

İkmal : Tamamlamak. Bitirmek. Mükemmelleştirmek.

Zabt : Zabt etmek. İdâresi altına almak. * Sıkıca tutmak. Kendine mal etmek. * Kavramak. * Kaydetmek. Hülâsasını yazmak. * Bağlamak.

Bid’at : (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler. * Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler. Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet (toplum) hayatındaki ilişkilerde, terbiye ve ahlâk kurallarında, ibadet hayatında yani dinin hükmettiği her sahada, dine uygun olmayan şekiller, tarzlar, kurallar, âdet ve alışkanlıklardır ki, insanı sapıklığa götürür. Din âlimleri tarafından din namına beğenilen ve dinle ilgili yeni icad ve hükümlere bid'a-yı hasene; beğenilmeyip tasvib görmeyenlere de bid'a-yı seyyie denilmektedir.

Hades : Yeni olmak. Eskiden olmayıp sonradan görülmek. * Taze. Yiğit. Genç. * Fık: Abdest almayı icabettiren hâl. Bazı ibadetlerin yapılmasına mâni olan ve necaset-i hükmiye sayılan hâl. * Pislik.

Edâ : Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak. * Tarz. Üslub. * Şive. * Tekebbür. * Fık: Namazı vaktinde kılmağa "Eda" ve vakit geçtikten sonra kılınan namaza da "Kaza" denir. (Bak: Kaza)

İkmâl : Tamamlamak. Bitirmek. Mükemmelleştirmek.

İbda’ : İzhar etmek. Bir yerden diğer bir yere çıkmak. * Yaratmak. Nümunesiz şey yapmak...

يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“......yüridüllahü biküml yüsra ve la yüridu bi külüm usr, ve li tükmilül iddete ve li tükebbirullahe ala ma hedaküm ve lealleküm eşkürun:....Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara 2/185)

Tarik : yol.


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

10. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

İşlerine riâyet ettiğin gibi, sözlerine de riâyet et!
Sözlerinde amellerin cümlesindendir.
Ağızdan çıkan her sözün, mutlaka yanında gözcüler vardır.
ALLAH-ü Zül Celâl, ALLAH yolunda şehid olanlara ölü diyenleri yalancılıkla itham ediyor.
“Onlar, Ölü değil diridir” buyuruyor.
“Şehid” insanda Nûr-u “M” bulunduğundan HAKK, Şehid’e kıymet vermiştir...”
Sözüne dikkat et!
ALLAH, çirkin lâkırdıların aşikâre söylenmesini sevmez.
Şeriat’ın ölçüsüyle konuş, aşırı gitme! . .
Mesel⠓Burç değişti, yıldız şöyle oldu da yağmur yağdı” diyenler, ALLAH’a küfür, yıldıza imân ettiler.
Hadîs-i Şerifte:
“İnsanları yüzü koyun cehennem’e sürükleyen, dillerinin söylediği sözlerdir.” Buyruldu. . .
Yine Hadis-i Şerifte:
“Bir adam ALLAH’ın gazabını celbeden bir kelime söyler, ona da ehemmiyet vermez halbuki o kelime onu Cehennemin yetmiş yıllık derinliklerine uçurur.
Bir kimse de, ALLAH’ın razı olacağı bir kelime söyler de onun götüreceği yeri bilmez.
Halbuki o kelime, ona yükseklerin yükseğine çıkarır” buyrulmuştur.



Riâyet : İyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek. * Uymak, tâbi olmak. * Otlamak veya otlatmak. * Hıfzetmek, korumak.

Şehid : Şâhid olan. * Meşhude. Allah (C.C.) yolunda canını feda eden müslüman. Hak için hayatını feda ederek ölen. Allah'ın rızasına eren.

وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبيلِ اللّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاء وَلَكِن لاَّ تَشْعُرُونَ
“Ve la tekulu li mey yuktelü fi sebilillahi emvat, bel ahyaüv ve lakil la teş'urun : Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (Bakara 2/154)


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

11. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Sakın, elinle ruh sahibi bir mahlukun tasvirini yapma!
Tasvir yapanlar kıyamette en şiddetli azaba giriftar olurlar.
Tasvir yapanlara kıyamette denir ki :
“şu yarattığın şeyi dirilt veya ona bir ruh ver bakalım.”
Tabiî veremez.

Hadis-i Kudsî’de:
“Benim gibi yaratmaya yeltenenlerden daha zâlim kim olabilir. Onlar, bir karıncayı veya bir buğday tanesini veya bir arpa tanesini yaratsınlar imkânı mı var?.”

(Burada fotoğraf akla gelir. Bunun hakkında meşhur Mısır Müftüsü Abduh’un bir fetvası vardır. “El cevabı Safi fi ibahetil lifotoğrafi” risalesinde fotoğrafta üç buud olmadığından, bir satıh üzerinde olması ve şahsın aynı olması bakımından taklid olmadığı ve fotoğrafta bir günah olmadığını ifade etmiştir.)



Tasvir : Hiss ve mahsusata münhasır olan ifâde. * Bir şeyi söz veya yazı ile anlatmak. Resim yapmak. * Bir şeye şekil ve suret vermek. Resim. * Edb: Görebildiğimiz ve hissedebildiğimiz şeyleri bize gösterebilecek veya hariçte vücudu olmayan fakat hissedilen şeyleri duyurabilecek meleke.

Buud : Boyut.





[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »


Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Kardeşini, hastaları ziyaret et!
Onlarda ne ibret alınacak şeyler var.
Aczini, ALLAH’a karşı fakrini düşün!
ALLAH’ın, lutfuyla sana bahşettiği sıhhatini ve o sıhhatle yapmış olduğun ibadetlerini, ALLAH’ın ihsan’ı bil ve şükret!
ALLAH, hasta kulunun yanındadır.
Hastaya dikkatle bak!
O daima ALLAH’a sığınır.
Doktor da baksa, ilâçta alsa, şifayı ALLAH’dan bekler.
Onun dili daima ALLAH’ladır.
Kalbiyle ALLAH’ına iltica eder.
ALLAH’dan gaflet etmez.
ALLAH onunladır.
ALLAH-ü Zül Celâl, kıyamet gününde :
“Ey Âdem oğlu! Ben hasta oldum da beni ziyarete gelmedin!” Diyecek.
“Yâ Rabb! Sen Rabbülâleminsin nasıl Seni ziyaret edebilirim?” deyince:
“Bilmiyor musun falan kulum hasta idi onu ziyaret etmedin.
Eğer ziyaret etse idin, Beni onun yanında bulurdun.”
Yâni, hastanın dili ve kalbi, Yâ ŞÂFİ diye feryad ediyor.
“Ey Âdem oğlu! Senden yemek istedim de yedirmedin.”
“Yâ Rabb! Sen Rabbülâlemin’sin ben Sana nasıl yemek yedirebilirim.”
“Bilmiyor musun falan kulum senden yiyecek istedi de yedirmedin. Eğer ona yedirse idin, onu Benim yanımda bulurdun.”
“Ey Âdem oğlu! Senden su istedim. Beni sulamadın.”
“Yâ Rabb! Sen Rabbülâlemin’sin ben Seni nasıl sularım.” “Bilmezmisin falan kulum senden su istedi de onu sulamadın. Eğer onu sulasa idin, Onu Benim yanımda bulurdun.”

Resûl-ü Ekrem buyurdular ki :
“ALLAH-ü Zül Celâl zâtını kulu menziline koydu.”
Binaenaleyh ALLAH ile huzur eden, her hâlinde ALLAH’ını zikreden, her yiyecek ve içecek isteyeni HAKK görür.
Onun dileğini derhal yerine getirir!.
Saili me’yus etme!
Hiç bir şey yoksa, tatlı dille güler yüz göster!
Senden yiyecek, içecek isteyen, seni HAKK menziline çıkardı.
Saile dikkat et!
İsterken ALLAH adına ister onu, o hâlinde öyle konuşturan Zâtın hatırına hemen sen de, varsa istediğini ver!
İmam-ı Hasan’la İmam-ı Hüseyin efendilerimizden, sail bir şey isterse, derhal vermek için güler yüzle karşılarlar ve :
“Meccanen âhirete muhtaç olduğumuz şeyleri götürmeğe gelen aziz kardeşim!” diye taltif ederlerdi.



Şâfi : Hastaya şifa veren (Allah. C.C.). * Yeter görünen, kifayet eden.

Menzil : İnilen yer. Konulacak yer. * Yer. Dünya. Ev. * Mesafe.

Sail : isteyen, dilenci.

Me’yus : Ümidsiz. Kederli. Ye'se düşmüş. Ümidi kesik.

Meccânen : Ücretsiz, parasız.


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »




13. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Sakın Kimseye zulmetme!
Zulüm, insanı kıyamette karanlıklar içinde bırakır.
Zülüm, hak sahiplerine haklarını vermemektir.
Sıkışmış birini görür de, onun sıkıntısını giderecek kudretde sende varsa, bil ki senin malında, onun hakkı vardır.
Onun hâline muttali oluşun, hakkını vermek içindir.
Vermezsen mes’ulsün.
Eğer malî kudretin yoksa, tatlı dil ile ona yardım vazifendir.
Senin için, ona maddeten yardıma hiç imkân yoksa, o zaman ona dua edersin.
Bunları ihmâl eder yapmazsan zâlimsin.
Saili kovma. Komşulara hediye vermek, açları doyurmak, susuzları kandırmak, çıplakları giydirmek, şaşırmışları yola koymak, suçlu ve kabahatlileri affetmek Din’dir.
Dindarlıktır...

Sen de ALLAH’ın fakirisin.
ALLAH’ın, âlemlerde hiç bir şeye ihtiyacı yoktur.
Bununla beraber duaları kabul eder.
Muhtaç olanların ihtiyacını verir, zararlı şeyleri defeder, faydalı şeyleri ulaştırır.
Sen de ALLAH’ından dileklerini yüz aklığı ile isteyebilmek için elinden geleni yapmalısın.
Kudsî Hadis meali:
“Ey kullarım! Zulmü nefsime haram kıldım.
Kendi aranızda da haram kıldım.
Artık kimseye zulmetmeyin kullarım!
Hepiniz şaşırmışdınız, yalnız Benim hidâyet nasibettiğim kimseler müstesna.
Benden hidâyet isteyin, sizi hidâyete ulaştırayım.
Kullarım! Hepiniz açsınız, yalnız Benim doyurduklarını müstesna.
Yiyeceklerinizi Benden isteyin sizi doyurayım.
Kullarım! Hepiniz çıplaksınız, yalnız Benim giydirdiklerim müstesna.
Benden giyinmeyi isteyin, Ben sizi giydireyim.
Kullarım! Siz gece gündüz hatalar, suçlar işliyorsunuz.
Ben günahlarınıza mağfiret ediyorum.
Benden mağfiret isteyin sizi affedeyim, mağfiret edeyim.”

Bak, dikkat et!
HAKK Tealâ, bunların hepsini sen istemeden veriyor, bununla beraber, istemeni emrediyor ki, isteğine icabet edip tekrar vermek için. . .
İstemeden verdiğini, Er RAHMÂN İsmi şerifinin tecellîyatı bil! İstedikten sonra vereceğini beyan buyurması da, ihtiyaçlarını daima Rabbinden istemeyi sana tâlim içindir.
Bunlar ayrı ayrı makamlardır.
Kulların yaradılışındaki hikmet, ALLAH’a ibâdet yâni, ALLAH’a tezellül ve ihtiyaçlarını açıklamaktır.
İbadetlerin, ALLAH’a kulluk borcu olduğunu unutma!
ALLAH’ı bilmek için yol, kulluk yoludur.

Sana vasiyetim:
HAKK’ın emirleri ve nehiyleri karşısında teslimiyetle boyun eğ ve dersini al!
Tâ ki, bu emirler ve nehiylerinde senden istenilen nedir, bunu bilesin.
Sakın istemeyenlerden olma!
Birisinden istemeyen, umum hakkında da cimrilik etmiş olur.
Eğer, sözü uzattım, çok söylediysem, kendini levmet!
Câhil isen, öğrettim.
Unutmuş isen, hatırlattım.
Mü’min isen, mü’minlere vâ’z u menfaat verir.
Burada sen, ben yok.
Hepimize vâ’z u menfaat verir.

Yukarıdaki Hadis’i Kudsî’nin tamamı :
“Kullarım! Siz bana zarar yapamazsınız.
Menfaat de yapamazsınız.
Bunlara gücünüz yetmez.
Kullarım! Evveliniz, âhiriniz, insanlarınız, cinleriniz, en muttaki adamın kalbi gibi kalbe sahib olsanız bu hâliniz, mülkümden bir şey artırmaz.
Kullarım! Evveliniz, insanlarınız, cinlerinizin en fâcir adamın kalbi gibi olsa, bu hâliniz, mülkümden bir şey eksiltmez.
Kullarım! Evveliniz, âhiriniz, insanlarınız, cinleriniz hep, düz bir yerde toplansa, benden isteseler, ben de herkese istediğini versem, bu verişimden hazinemden hiç bir şey eksilmez.
İğnenin denize dalıp çıkması kadardır.
İğne denizden hiç bir şey eksiltmez.
Çünki mücellâ olduğundan su almaz.”

Hele şu beyana bak!
Zât-ı İlâhisini kulu menzilesine koyunca, ALLAH’ı bilmeyen zayıf ruhlu insanlara, ne müthiş saltanatını bildiriyor.

Dostum! Hadis-i şerifteki işaretlere dikkat et!
Hadisin sonu da şöyle:
“Bunlar hep, sizin amellerinizdir.
Sizin için onları depo ettim.
Yine size iade edeceğim.
Hayır gören, ALLAH’a hamd etsin.
Hayırdan başka bir şey ile karşılaşan, kendini levm etsin!”

Hacet istemek zillettir.
ALLAH’tan başkasına, zillet izhar etmek şaşkınlıktır.
Nefsine zulümdür vesselâm. . .



Zulm : (Zulüm) Haksızlık. * Eziyet, işkence. * Bir hakkı kendi yerinden başka bir yere koymak.

Muttali : Haberli. Bilgisi olan. Bir yüksek yerden bakarak görüp anlayan. Vâkıf. Derk eden.

Mes’ul : Yaptığı iş ve hareketlerden hesap vermeğe mecbur olan. Mes'uliyetli. Bir işin idâresi kendisine âit olan. * Cezâ verilmiş olan.

Müstesna : İstisna edilen. Ayrı tutulan, ayrı muameleye tabi olan. Kaide dışı bırakılmış olan.

Hidâyet : Doğruluk. İslâmlık. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak.

Tecellîyat : (Tecelli. C.) Tecellile

Tâlim : Öğretmek. Yetiştirmek. Alıştırmak. Belli etmek. İdman.

Tezellül : Zillete katlanmak. Aşağılanmak. Alçalmak. Hor ve hakir olmak. Kendini alçak tutmak.

Nehiy : Yasak etmek. Menetmek. * Gr: Emrin menfi şekli.

Levm : Çekiştirmek. Birisinin yüzüne karşı kötü söz söylemek. Zemmetmek. Paylamak. Başa kakmak.

Vâ’z : Dinî mes'eleler üzerinde konuşup nasihat etmek. Kalbi yumuşatacak sözlerle insanı iyiliğe sevke çalışma.

Fâcir : Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen. (Bak: Fecir)
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »


14.VASİYET
Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

İlmiyle amel etmeyen bir âlimi görürsen, ilmine hürmeten yine ona karşı edebli davran!
Çünkü ilim, ALLAH’ın san’atıdır.
Kötü huy larından dolayı ondan, tamamen ayrılma!
ALLAH’ın sevdiği şeylerin sende bulunmasına çalış!
Böyle yaparsan, ALLAH’ın sevgisine kavuşursun, saadete erersin. Kerametler diyarı olan Cennet’te, ilâhî tecellîye mahzar olursun.
İnsan, sevdiği ile beraberdir.
ALLAH’ın sevdiği şeyler çoktur.
Vasiyet ve nasihat kasdıyle bâzılarını sana söyliyeyim:

ALLAH için süslenmek, bu, müstakil bir ibadettir.
Hele namaz için mutlaka lâzımdır.
“Ey Âdem oğulları, her namazda ziynetlerinizi alın!” emrine bak!
Birisi :
“Yâ Resûlullah ayakkabılarımın ve elbisemin güzel olması hoşuma gider” dedi de Peygamberimiz :
“ALLAH Cemil’dir. Güzelleri sever” buyurdu.
ALLAH’ın süs olarak, kulları için yarattığı şeyleri kim haram eder. Kimsenin haddi değildir.
Bunlar, niyete tabi, niyeti güzelse, kimsenin bir şey demeğe hakkı yoktur.
ALLAH’a karşı süslü bulunmak, en güzel bir haslettir.
Cebrail, çok vakit en güzel insan hazret-i DİHYE sûretine temessül ederde, Resûlullah’a öyle gelirdi.
Bu tecmili bilmeyen ve nefsinde tatbik etmeyen, bir çok faziletlerden mahrum kalır.
ALLAH’ın hususi muhabbetine eremez.
El verirki süslenende kibir, aceb, şımarıklık olmasın.
ALLAH’ın sevdiği şeylerden biri de, fitneye tutulunca, ALLAH’a dönmektir.
ALLAH, fitneye uğrayıpta tövbekar olanları sever.
Fitne ve musibetler, ALLAH imtihanıdır.
İnsanlar, kendilerinin ne mal olduklarını, böyle imtihanlarla anlarlar.
Lâf ile dâvalar sabit olmaz.
Fitnelerin en büyüğü, kadın, mal, evlâd ve mevki fitneleridir. Bunlarla imtihana çekilen kimseye yaraşan, bunların aynına takılıp kalmamalı.
Bunları ihsan eden ALLAH’a rücu’ edip :
“Yâ Rabb, bu nimetleri sen verdin!” deyip şükretmeli.
Hadis’i şerifte şöyle varid oldu:
“Cenab-ı HAKK, Hazreti Musa’ya:
“Bana hakkıyle şükret!” diye variyetti.
Musa buyurdu:
“Yâ Rabb! hakkıyle şükür nasıl olur?”
“Yâ Musa! Nimeti Benden görürsen hakkıyle şükretmiş olursun.” Buyurdu.

Bir insan, nimeti verene şükretmezse, ALLAH’ın hususi muhabbetini fevt etmiş olur.
Netice, bir çok nimetlerden de mahrum kalır.

Kadın fitnesinden ALLAH’a rücu’ şekli:

Kadına muhabbet, onda HAKK’ı görmeye vesile olmalı.
Bunun iki yolu vardır:

Birinci yol:
Erkeğin kadına muhabbeti, küllün cüz’e muhabbeti kabilindendir: Belki kadına muhabbet, bir şeyin kendi nefsine muhabbeti kabilindendir.
Zira, kadın yaratılışında kendi şeklini gösterir.
Nasıl ki, insan-ı kâmil HAKK’ın esmâ ve sıfatlarını göstermekle sûret-i HAKK ise, kadın da sûret bakımından erkeğin ayinesidir.
Bir şey, bakanın karşısında mücellâ ayna gibi parlak olursa, bakan onu değil kendini görür.
İşte, kadına olan muhabbetin şiddeti ona, kendini gösteriyor. Kendi de esmâ ve sıfat-ı İlâhiyenin tecellîgâhı olduğundan HAKK’’ın sûretidir.
Kadın ayinesinden, sûret-i HAKK’ı görmekle HAKK’ta fâni oluyor. Muhabbet-i HAKK’a, HAKK’da karar kılıyor.

İkinci yol:
Kadınlarda teessür kabiliyeti vardır.
Ona infisâl denir.
Onlardan insan doğması yâni, iyân-ı emsâl’in zuhuru, tekvin sıfatına mahal olduklarındandır.
Görülenleri hep açığa çıkaran kadındır.
Âlemde görülen şeylerde hep, Esmâ-i HAKK’ın tecellîsini izhar ettiğinden, HAKK’dan hakkını alan her Esmâ, kadın kapısından zuhura gelmiştir.
Binaenaleyh bu bakımdan kadına muhabbet, ALLAH’a muhabbettir.
Muayyen bir kadına bağlılık, iki şahıs arasındaki ruhani münasebettendir.
Bu da, ikinci bir münasebettir.

Mal fitnesinden ALLAH’a rücu’un sûreti:

Mal ve servet sahiplerine bütün kalblerde meyil ve ta’zim vardır. İsterse bahiyl olsun.
Bâzı işler, mal ile kolaylaşır.
Ârifler, malda da vech-i ilâhiyi aradılar.
Malı olan karz-ı hasen (güzel ödünç vermeğe denir ) verir. ALLAH’ın: “Karz’ı hasen verin!” emrine muhatab olur.
Sadaka verildi mi yed-i llâhi’ye düşer, vuslata sebeb olur.
“Kulum, senden yiyecek istedim vermedin!” derken ALLAH, kendini sail menziline tenzil ediyor.
Ehl-i servet, verici mevkiinde bulunuyor.
Mal muhabbeti fitnedir amma; insanı ALLAH’ın rızasına da götürür.


Evlâd fitnesinden ALLAH’a rücu’:

Evlâd, babanın sırrı, ciğer pâresi, ona muhabbet nefse muhabbettir.
ALLAH, kulunu kendinden çıkan şeyle imtihan ediyor.
Evlâdına muhabbeti, mükellef bulunduğu hukuku yerine getirmeğe, perde olacak mı olmayacak mı? Nebi Aleyhisselâm : “Muhammed’in kızı Fatıma, sirkat etse idi onun da elini keserdim!” demekle, HAKK’ı ikameyi tercih ediyor Ömer, oğluna haddi icra ediyor. ALLAH’ın hükmünü ifade, nefsine hiç sıkıntı gelmiyor.
Nefsinde HAKK’ı ikame ettiğinden dolayı, inşirah duyması evlât fitnesinden ALLAH’a rücu’unu ısbat ediyor.
“Çocuğu ölüp de sabreden babaya, cennet’ten başkası verilmez” buyrulması, fitneden ALLAH’a rücu’un mükâfatını gösteriyor.

Riyâset denilen Cah fitnesinden ALLAH’a rücu’un sûreti:
İnsanın içinde öyle gizli şeyler varki, insan kendini bilmez. ALLAHü Zül Celâl, zaman zaman onları meydana çıkarır, insan kendini bilmez. Doktora muayene olan insan, kendini, bende ne var diye doktora sorar. “Nefsini bilen, Rabbini bilir” derler. Herkes nefsini bilmez. Halbuki nefs, kendinin aynıdır.
ALLAH, o gizli hâllerini çıkardıkça kendini bilmeğe başlar. Sıddıklerin kalbinden en son riyâset muhabbeti çıkar. Söz ve riyâseti görünce adalet ve ALLAH’ın kullarına hizmet, Dini ihya, Mü’minleri muhafaza etmeyi nefsinde görür ve riyâset ister amma, nefsi için değil ALLAH için istediğinden. Riyâset yoluyla ALLAH’a gider.



Kasd : Bir işi bile bile yapmak. * İsteyerek. Niyet ederek. * Niyet. Tasavvur. * İstikamet. Yolu doğru olmak.

Müstakil : Kendini idare edebilen. Başlıbaşına. Bağımsız.

Temessül : Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek. * Bir kıssa veya atasözü söylemek.

Küll : Hep, tüm, bütün. Çok. Cüz'lerden meydana gelen.Bütün cüzlerin şumul ve istiğrak üzere ifadeleri.

Cüz’ : Kısım, parça. Bir şeyin bir parçası. * Kitab forması. * Küllün mukabili. * Kur'ân-ı Kerim'in otuzda bir parçası.

Tecellîgâh : f. Tecelli yeri. İlâhi kudretin, İlâhi sırrın meydana çıktığı, göründüğü yer.

Temcil : Cemil kılma.

Fevt : Ölüm, mevt. * Kaybetme. Elden çıkarma. Kaçırma. Bir şeyin bir daha ele geçmiyecek şekilde elden çıkması.
Mücellâ : Parlak, Cilâlı. Cilâlanmış.

Teessür : Kederli ve üzüntülü olarak içlenmek. Üzülmek. * Te'sir altında kalmak. * Kederlenmek.

İnfisal : Olduğu yerden ayrılma. Yeni bir fasıla geçme. * Yerini bırakıp gitme. * Azledilme.

İyân-ı emsâl : A’yân-ı misal : Tas: İlm-i İlâhide eşyanın ezelden beri sâbit olan sûret ve hakikatlarının misalleri, aynısı gibi..

Tekvin : Var etmek. Meydana getirmek. Yaratmak. * İlm-i Kelâmda: Cenab-ı HAKK'ın sübutî bir sıfatıdır ve ademden vücuda getirmesi, icad etmesidir.
Mahall : Yer. Mekân. Cây.
Muayyen : Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.

Bâhil : cimri, eli sıkı.

مَّن ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا كَثِيرَةً وَاللّهُ يَقْبِضُ وَيَبْسُطُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
“Menzellezi yukridullahe kardan hasenen fe yüdaifehu lehu ad'afen kesirah, vallahü yakbidu ve yebsut, ve ileyhi türceun : Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç (isteyene faizsiz ödünç) verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na döndürüleceksiniz.” (Bakara 2/245)
Muhatab : Söyleyeni dinleyen. Kendisine hitab edilen. * Gr: İkinci şahıs.

Yed-i llâhi :ALLAH’ın eli
Vuslat : Visal. Sevdiğine kavuşma, ulaşma, bitişme. Bitiştiren.
Tenzil : Bir şeyin bir miktarını çıkarmak. * İndirmek, indirilmek, indirilen. Aşağı indirmek. * Kur'an-ı Kerim'in vahiy vasıtası ile Peygamberimize (A.S.M.) indirilmesi. Tedricen indirme. (Birden indirmeye inzal, parça parça indirmeye de tenzil denir.)

Mükellef : Bir şeyi yapmağa mecbur olan. Vazifeli. Muvazzaf. * Bir şeyi ödemeğe mecbur olan. * Mükemmel hazırlanmış, külfetle süslenmiş olan. (Bak: Teklif)

Sirkat : (Serkat) Çalma. Hırsızlık.

İkame : Oturtmak. Mukim olmak. Yerleştirmek. İskân eylemek. Bulundurmak. Meydana koymak. Vücuda getirmek. Dâva açmak. Ayağa kaldırmak. Kıyam etmek.

Hadd : Hudut. Çizgi. Sınır. * Cürüm. * Salahiyyet. * Şeriatça verilen cezâ. * Derece. Son derece. Münteha. * İnsana ârız olan şiddet ve titizlik. * Def etme. Men’ etmek. * Keskin. Sivri. * Sert. Gergin. *
Man: Üç tasavvurdan ibaret olan kıyas. * Ekşi. * Tesirli, müessir.

İnşirah : Ferahlanmak, mesrur olmak.

Câh : (Câhe) f. Makam, mansıb. Kadr, itibar.





[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »




15. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Yatağa yatmadan evvel Vitir namazını kıl!
Çünkü, uyuyan kimsenin ruhu kabzolunmuştur.
Gelip gelmeyeceği de belli değildir.
Vitri kılarda yatarsan, ALLAH’ın sevdiği hâlde yattın.
Zira, ALLAH Vitir’dir, Tek’dir.
Vitr’i sever yâni, ALLAH kendini sever.
Seni kendi menziline tenzil ile, inâyetini ve muhabbetini izhar etti. Her adetli şeylerde
Vitr’e riâyet et!
“Ey Ehl-i Kur’ân! Vitr’e riâyet edin!” emri vardır.
Ehl-i Kur’ân, Ehlullah’dır.
Yemekte, içmekte hatta sürme çekmekte Vitr’i gözet.
Hıçkırık tutarsa, yedi yudum su iç.
Mücerreb’dir.
Resûl-ü Ekrem, daima Vitr’e riâyet ederlerdi.
Resûlullah, insanlara en güzel bir nümunedir.


Mücerreb : Tecrübe olunmuş. Sınanmış. Denemesi yapılmış. Ahvâl ve tavırları tecrübe edilmiş. * Makbul.

Nümune : f. Örnek, misâl, misal olarak gösterilen. Düstur ve misâl olacak şey.


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »




16. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Aldığı şeylerde ve verdiği şeylerde ALLAH’ını murakabe et!
Mal, Evlâd, iyâl her ne ki alırsa, sabrını denemek içindir.
Sabret!
ALLAH, sabredenleri sever.
Elinden çıkan her şeyin ivaz’ı vardır.
ALLAH korusun Rabbini bırakırsan işte, onun ivazı yoktur.
ALLAH, verdiği şeylerde de şükrünü imtihan eder.
Şükret!
ALLAH, şükredenleri sever.
Ve şükredenlere fazlasıyla verir.

Hadis’ i şerif meali:
“Aldığı, verdiği şeyler hep, ALLAH’ındır.
Her şeyin muayyen bir eceli vardır.
Eceli tamam olan gider, yerine başkası gelir.”

Buna böyle inan, ALLAH ile ol!
Her hâlinde, aldığını ve verdiğini görürsün.
Her nefesin’de böyledir.

ALLAH’ı zikrederek geçen nefeslerine şükret!
Gafletle geçenlere de istiğfar et!
İstiğfar, HAKK’a dönmektir.
Kul şanı’dır.
Resûlullah’ın sünnetine uymak, her çeşit amellerden daha güzeldir.
“Bana uyun ki ALLAH sizi sevsin.”
İnsan, Resûl-ü Ekremi kendine numune yapar ve işlerinde, sözlerinde, hâllerinde Ona uymayı adet edinirse, o başka şeye muhtaç olmaz, onlar yeter, artar bile...




Murakabe : Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. * Kendini kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek. * Hıfz etmek. * Beklemek. İntizar. * Dalarak kendinden geçmek. * Tas: Kendisini tamamen nâfile ibâdet ve itaate vermek için mâbede kapanmak.

İvaz : Karşılık olarak verilen şey. Bedel.

Ecel : Her mahlukun ve canlının ALLAH tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek. * İleride olacağı şüphesiz olan. * ALLAH'ın takdir ettiği ömür.

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Kul in küntüm tühibbünellahe fettebiuni yuhbibkümüllahü ve yağfir leküm zünubeküm, vallahü ğafurur rahiym : (Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân 3/31)


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

17. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

ALLAH’ın, kullarında en büyük HAKKı, şirk etmemekte.
Şirk iki kısımdır.
Birisi açık şirk, diğeri gizli şirk’tir.
Her şeyi yaratan, alan, veren ALLAH’dır.
Yalnız, dünyada bir takım sebebler koymuş.
Âlemde cari hadiseleri o sebeblere bağlamış.
Onların sebebler, kanunlar olduğunu unutup onlara meyletmek ve işlerini onlara bağlayıp ALLAH’ı unutmak, gizli şirk’tir.
Mü’mine en zararlı şey, esbaba bağlı olmaktır.
ALLAH’ın varlığını, birliğini hemen hiç inkâr eden yoktur.
ALLAH’ın İlâhlığında (Mabud’luğunda) şirk, açık şirk’tir.
Dünya gavurlarının ekserisi, Evleviyet’le şirk edenlerdir.
ALLAH’ı fiillerinde Birleşmeyenler, gizli şirk erbabıdırlar.

Hadis’i şerif meali:
“ALLAH’ın, kullarında hakkı nedir bilirmisiniz?
ALLAH’a ibadet etmek, hiç bir sûrette şirk etmemektir.”

”Nefyin siyakında vaki nekreler umum ifade eder.”
Yani gizli ve açık şirk etmemektir.

Sonra, Resûlullah şöyle buyurdu:
“Şirk etmeyenlerin ALLAH’da hakkı nedir bilirmişiniz?
Onlara azab etmemektir.”

Şirkin iki nev’inde de azab vardır.
Mü’min bilmeli ki; esbab ALLAH’ın kanunları ve âdetleridir.
Bir şeyin meydana gelmesinde hakiki müessir değildirler.
ALLAH, isterse esbabsız da yapardı diye inanmalı...
İnsanların en zayıf yerleri rızık’dır.
Rızkını servetinden gücünden, kuvvetinden veya efendisinden bilip onlara bağlı bulunanlarla;
“Rabb’im bana çalışmayı emretti.
Rızkımı verecek.
Bunlar birer sebebtir.
Bunlara sarılarak rızkımı aramak, benim vazifemdir.
Bu âlemde ALLAH’ın, âdeti ve kanunu böyledir” diyenler arasında fark vardır.
Birisi. Mü’min ve mütevekkil’dir.
Sebeblere bağlı olanlarda ise, gizli şirk vardır.
Kendini yokla, eğer, tamamen sebeblere bağlı isen, şirk’ten daha kurtulmamışsın.
Senin için azap vardır.
Eğer, kalbin ALLAH’a bağlı, sebeblerin varlığı, yokluğu nazarında müsavi ise, Mü’minsin.
Mütekki’sin ALLAH’a şükret!..



Şirk : En büyük günah olan ALLAH'a (C.C.) ortak kabul etmek. ALLAH'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm).

Evleviyet : Daha öncelik. Başta gelir olmak. Daha beğenilir. Daha münâsip olmak.

Siyak : Söz gelişi, ifade tarzı. * Üslub, tarz, yol. * Sürmek, sevk. * Ruhun çıkması.

Nekre : Belirsiz olan. * Çıban ve yaradan çıkan kan ve irin. * Garip ve gülünç fıkralar. * Hoş sohbet ve hazır cevap kimse. * Gr: Belirtilmemiş isim, neye delâlet ettiği belli olmayan (harf-i tarifsiz) isim.

Esbab : (Sebeb. C.) Sebebler. Bir şeye vâsıta olanlar. Sebeb olanlar.

Mütevekkil : Kendi yapamıyacağı işde aczini bilip başka birisini vekil kabul etmek. * Tevekkül eden. * ALLAH'a (C.C.) güvenen ve işlerini O'na güvenerek tanzim eden. (Bak: Tevekkül).









[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »




18. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Aziz kardeşim!
Büyüklenme!
Ve böyle bir sevdaya düşme!
Parmakla gösterilmeğe heves etme!
Seni kimse tanımazsa tanımasın.
ALLAH’ın seni bilmesi kâfi.
Eğer, halk içinde bir mevki sahibi olmuş isen, bu ALLAH’ın bir lütfudur.
Sana yakışan tevazu’dur.
Herkes gibi sen de topraktan yaratıldın.
O toprak senin anan’dır.
Anasına karşı kibirlenen âsi olur.
Anaya, babaya isyan haram’dır.
ALLAH seni yükselttikçe sen, küçül!
Riyâset peşinde olma.
Riyâset, kıyamette hüsran ve nedâmettir.
Riyâsete ehil olan, riyâset peşinde dolaşmayandır.
Mevki icabı eğer, çok hürmet görüyor ve çok hizmet ediyorlarsa, sen de Rabbine tevazu et.
“Yâ Rabb! Bu hürmetler hep mevki ve rütbeyedir beni mağrur etme!” diye yalvar.
Bil ki azlolunduğun gün, hiç birisi kalmaz...



Riyâset : Reislik. Bir işi idarede başta bulunmak. Başkanlık.

Ehil : Ehl : (Ehil) Yabancı olmayan, alışık olduğumuz. * Dost, sahip, mensup. Evlâd, iyal. Kavm, müteallikat. Usta, muktedir ve becerikli anlamıyla ehil ve ehliyet İslâmiyette önemli bir husustur. Dinimiz, bize işleri ehline vermemizi emreder. Cemiyette işler, mevkiler, makamlar, görevler, ehline verilirse işler düzgün gider, sonuçtan herkes memnun olur. Eğer İslâma aykırı olarak ehliyet yerine eş, dost, adam kayırma, parti menfaati vs. bayağı, hasis düşüncelere yer verilirse ve işler ehliyetsizlere terkedilirse bundan herkes zarar görür.


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »




19. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Her Cuma, Cuma namazına gitmezden evvel yıkan!
Bir vacibi edâ ettiğine niyetlen!
Haftada bir gün yıkanmak, her Müslüman’a haktır.
Onu Cumaya tesadüf ettir.
Hem, temizlik yapmış olursun, hem de HAKK’ın rızasına erersin...



Edâ : Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak. * Tarz. Üslub. * Şive. * Tekebbür. * Fık: Namazı vaktinde kılmağa "Eda" ve vakit geçtikten sonra kılınan namaza da "Kaza" denir. (Bak: Kaza)
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »




20. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Cidal’i bırak!
Haklı, haksız cidal Mü’mine yakışmaz.
Hadis’i şerif de:
“Haklı da olsa, cidali terk eden kimseye, Cennetin ortasında bir köşke kefilim!
Şaka da olsa yalanı terkedene de Cennetin ortasında bir köşke kefilim!” buyurdu.




Cidal : Sözle mücadele. Ateşli konuşma. Niza. * Muharebe. Cenk. Kavga.


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

21. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Güzel huylu ol!
Daima iyi huylarını göster! Kötülerinden kaçın!

Resûlullah :
“İyi huyları tamamlamak için gönderildim!” der.
Yine :
“İyi huyluya, Cennetin en âlâ yerinde bir köşk verileceğine kefilim!” buyurur.

Evet, iyi huyunla herkesi memnun etmek mümkün değil amma, sen, daima ALLAH ile sohbettesin.

Rabb’imiz buna müsaade etti, de:
“Nerede olursanız olun O, sizinledir” buyurdu.

Resûlullah’da Ebu Bekr’e:
“Mahzun olma. ALLAH bizimledir” dedi.

Musa ve Harun’a:
“Ben sizinle beraberim, işitirim, görürüm” buyurdu.

İyi huylarımızın çoğunu, ALLAH’ımızın sohbetine tahsis edersek, yani ALLAH’ın razı olduğu şeyleri yapar, razı olmadıklarından kaçınırsak, o zaman işlerimiz, ALLAH ile olmuş veya halk ile olmuş, bu uğurda halk bizden memnun olacakmış veya olmayacakmış, onların ehemmiyeti kalmaz.
Mü’min olanlar, ALLAH’ın razı olduğu şeylere razı olurlar.
ALLAH’a düşman ise, onların bizce hiç kıymeti yoktur.
Onlar ister darılsın, ister yarılsın, ALLAH düşmanlarıyla dostluk kurulmaz.
İşlediği şeylerde HAKK’ın rızasını gözetip, ALLAH için iş yapanların bütün Müminlere hatta, zimmî’lere faydası vardır.
Mü’minin, yaradılmışların hepsine karşı yapacağı işlerde, ALLAH’ın hakkı vardır.
Melek, Cin, insan. Hayvan, Nebat, Mâden, Cemad, Mü’min, gayri mü’min kim olursa olsun herkesle, her şeyle güzel geçinmek, güzel muamele yapmak, her mü’minin ALLAH’a karşı borcu ALLAH’ın da her mü’minde hakkıdır.
Bu iyi veya kütü huylar ve bunların tatbiki, şerefli bir ilimdir, her mü’min bundan sorumludur.
Peygamberimiz, Dinin bu kısmında da en yüksek mertebeyi ihraz edendir.
Kur’ânda:
“Hiç şüphesiz Sen büyük bir ahlâk üzerindesin” buyrulmuştur.



Zimmî : Anlaşma ile İslâm diyarında yaşaması kabul edilmiş, hayatı hıfzedilen gayr-ı müslim. Ehl-i zimmet.

Ekalliyet : (Akalliyet) Bir hükümetin tebaiyyeti altında yaşayan, yabancı din ve milliyete mensub olup, ekseriyeti teşkil etmeyen halk. Azlık. Azınlık. Ekalliyet.

Cemad :Cansızlar.

Nebat : Bitkiler.

İhraz : Nail olmak. Erişmek. * Kazanmak. Kesbetmek. * Birisini güzel bir surette korumak.

وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ...

“....ve huve me'akum eyne ma kuntum vallahu bima ta'melune besiyrun. : .... ve huve me'akum eyne ma kuntum vallahu bima ta'melune besiyrun.” (Hadîd 57/4)

إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

“İlla tensuruhü fe kad nesarahüllahü iz ahracehüllezine keferu saniyesneyni iz hüma fil ğayri iz yekül li sahibihi la tahzen innallahe meana fe enzelellahü sekinetehu aleyhi ve eyyedehu bi cünudil lem teravha ve ceale kelimetellezine keferus süfla ve kelimetüllahi hiyel ulya vallahü azizün hakim : Eğer siz ona (Resûlullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/40)

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
“Ve inneke le'ala hulukin 'aziymin. : Ve muhakkak ki sen pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem 68/4)


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

22. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Hicret et!
Gâvur memleketlerinde oturma!
Gâvur îçinde oturmak, islâm dinine ihanettir.
Ve onlara yardım demektir.
Sakın onların tab’asına geçme!

Hadis’i şerifte şöyle varid oldu:
“Müşriklerin içinde ikamet eden müslüınanlar’dan Ben berîyim!”

İslâm kelimesinin itibarı kalmıyor.
Nefislerine zulmederek yaşayan kimselerin canlarını Melekler alırken onlara derler ki :
“Siz ne işte idiniz? Onlar da; biz, aciz kimselerdik derler.
Melekler de onlara; ALLAH’ın Arz’ı geniş değil miydi, siz de hicret edeydiniz” derler, işte onların varacakları barınacakları yer, Cehennem’dir. Ne fena bir yerdir o.”

Mühiddin.-i Arabî derki :
Biz, şimdi müslümanları Beyt-i Makdesi ziyaretten men’ ediyoruz. Çünkü orası [Ehl-i Salib ordularının kudüs’ü işgal altında bulundurduğu zamanlar] gâvurların elindedir.(Şimdi de öyle!!!).

Hicret: Bir mânası da, ALLAH ve Resûlünün, zemm ettiği kötü huylardan hicret etmektedir.
Yâni, ALLAH’ın nehyettiği şeyleri bırakmaktır...




Varid : (Vürud. dan) Ulaşan, yetişen, gelen, erişen. Akla gelen. * Olan. Bir şey hakkında söylenip tatbik edilen. * Hâzır, nâzır. * Bahadır.

Berî : (Berâet. den) Kurtulmuş. Temiz. Kayıt ve hüküm altında olmayan. Zimmeti bulunmayan adam. Hiçbir karışıklık, kusur ve noksanı olmayan. Hastalıktan sâlim olan. (Bak: Ber')

إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُواْ فِيمَ كُنتُمْ قَالُواْ كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الأَرْضِ قَالْوَاْ أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُواْ فِيهَا فَأُوْلَـئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءتْ مَصِيرًا
“İnnellezine teveffahümül melaiketü zalimi enfüsihim kalu fime küntüm kalu künna müstad'afine fil ard kalu e lem tekün erdullahi vasiaten fe tühaciru fiha fe ülaike me'vahüm cehennem ve saet mesiyra : Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: «Ne işde idiniz!» dediler. Bunlar: «Biz yeryüzünde çaresizdik» diye cevap verdiler. Melekler de: «Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.” (Nisâ 4/97)

Beyt-i Makdes : Mukaddes ev. Beyt-ül Mukaddes de denir. Çok eskiden Peygamberlerin inşâ ettikleri kudsî mâbet. Bir ismi de Mescid-ül Aksâdır. * İnsanın, Cenab-ı Hak'tan başka kimse ile tatmin olmayan kalbine de aynı isim verilir.

Ehl-i Salip : f. Bayrağında salib (haç) bulunanlar. Hristiyanlar. * Osmanlılardan 209 sene evvelki tarihte Haçlı Seferlerine katılan Hristiyan Ordusu.

Zemm : Birisinin ayıplarını söylemek, çekiştirmek. Kötülemek, yermek. Ayıplamak.

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

23. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Her hâlinde ilmi isti’mal et!
Hakiki cömert, nefsine ilim ile cömertlik edendir.
Öğrenir, öğrendiği ile amel eder.
Bilmeyenlere öğretir.

Hadis’i şerif meali:
“ALLAH’ın, beni ilim ve hidâyetle göndermesi, yağmura benzer. Yağan yağmur, münbit yerlere isabet ederse, nebatatı bitirir. Bâzan da çorak yerlere isabet eder bir şey bitirmez amma, suyu da çekmez.
O su ile arazi sulanır ve içilir.
Bir yer daha var ki, ne nebat bitirir, nede su muhafaza eder.
İlmi öğrenip, başkasına öğreten ve ilmiyle amel eden, birinci sınıf gibi, ilmi öğrenip başkasına öğreten, ikinci gibi, ilmi öğrenip, kendinde kalan ve amel de etmeyen, üçüncüye benzer.
Ne nebat bitirir, nede suyu zapteder.”

Kardeşim!
Sen, ilmi öğrenip amel edenlerden ol ki, ALLAH, sana Nûr versin. Bu ilminle amel edersen, ikinci bir ilme varis olursun.
O, ALLAH’dan gelen bir ilimdir.
O, ancak sünnet-i şerife riâyet sayesinde ALLAH’dan gelen bir feyzdir.
Bitmeyen, sonu gelmeyen ilimlerdir.
Ve şerefli ilimdir.
Sakın, ilimsiz hocalardan olma.
Başkasına faydan olsa bile, kendini yakarsın, ilmiyle amel eden hocalar Mürşid’lerdir.



İstimal : (Amel. den) Kullanmak. Faydalanmak.

Mürşid : (Rüşd. den) İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran. Peygamber vârisi olan, kılavuz. Tarikat piri, şeyhi.


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
sdemir
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 487
Kayıt: 24 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen sdemir »

14.VASİYET
Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

İlmiyle amel etmeyen bir âlimi görürsen, ilmine hürmeten yine ona karşı edebli davran!
Çünkü ilim, ALLAH’ın san’atıdır.

Mehrican ablam ellerine gönlüne bereket olsun. sağ olasın Var olasın.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sdemirimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »



24.VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

ALLAH’ın mü’min kullarına selâm vermek, yemek yedirmek, ihtiyaçlarına koşmak, sûretiyle sevgi göster!

Resûlullah şöyle temsil buyurdular:
“Muhabbet esirgememek ve merhamette, mü’minler bir cesed gibidirler. O cesedin bir azasında ağrı olursa, vücudun her tarafından o ağrı duyulur.”

Mü’min kardeşleri hakkında bunu böyle düşünen, kardeşinin ferahıyla ferah, ezâsı ile müteezzi olmalıdır.
Eğer, bu hâl görülmezse, Din kardeşliği tahakkuk etmemiştir. Demek, mü’min’olunca kardeşin çoğalıyor:
Bir de Mü’min ALLAH’ın isimlerindendir.
Sûreta, bu ismi taşımak, nesebini ALLAH’a bağlamaktır.
Mü’min, mü’minin kardeşidir.
Onu terketmez.
Böyle Mü’min olan, işleriyle, sözleriyle, hâliyle bunu tasdik eder. Öyle olunca, ALLAH’ın hıfzına girer.
Peygamberler ma’sum’dur.
ALLAH dosttan da Mahfuz’dur. . .




Aza : organ.

Ferah : Şen, sıkıntıda olmayan. İç açıcı. Şenlendiren. * İnşirah. Sevinç.

Müteezzi : Ezâ duyan. Üzgün, incinen. Cefâ gören.

Tahakkuk : Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması. Gerçekleşmek. Delil ile isbat edilmek. Sabit ve hakikat olduğu aşikâr olmak.

Neseb : Sülâle, hısımlık, karabet, soy. Baba soyu, atalar zinciri. * Vuslat.

Hıfz : Saklama. Koruma. Siyanet. Muhafaza. * Ezber etmek. Hatırda tutmak. Kur'an'ı ezberde tutmak.

Ma’sum : Günahsız, suçsuz.





[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »




25. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Her hangi bir musibete uğrarsan, mahzun olma!
Biz ALLAH’ın kuluyuz ve neticede ALLAH’ımıza döneceğiz de!

Hazreti Ömer derdi ki :
“Hiç bir musibet görmedim.
Mutlaka onda, üç nimet vardır:
Birincisi, o musibet dinime gelmedi.
İkincisi, bu gelenden daha büyük olsaydı hâlim ne olurdu. ALLAH, o büyük felâketten korudu.
Üçüncüsü, günahlarıma kefaret oldu.”
Müminin dünyada bir çok musibetlere mübtelâ olması, temizlenmesi içindir.
Tâ ki, tertemiz âhirete göçe...



Musibet : Umuma ve cemiyetin ekseriyetine gelen belâ.

Mahzun : Hüzünlü, kederli, derdli.

Kefaret : Kefaret : (Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç. * Günahtan arınma.

Mübtelâ : Dertli. Hasta. Başı sıkıntılı. Rahatsız. Belâlı. Düşkün. Tutkun. Tutulmuş.


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

26. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Kur’ân okumaya devam et!
Düşünerek, ALLAH kelâmı okuduğunuz bilerek oku!
Kur’ân, Hazreti Muhammed’e gelmiştir.
Sen, bu ALLAH kelâmını okurken iyi kimselerin sıfatlarını görünce onlar gibi olmaya çalış!
Kötü insanların sıfatlarını okuyunca onlar gibi olmamaya gayret et!
Kur’ânı okurken, Kur’ân ile, Kur’ânda olanlarla ol!
Yalnız okumakla kalma!
Nasıl ki hafız olmuşsan, içindeki emrolunan amelleri de öyle hıfzet! Ve işle!
Kıyamet gününde en şiddetli azap, bir âyeti belleyipte sonra unutana olacaktır.
Bir âyetin hükmünü öğrenirde onu nefsinde tatbik etmezse, o âyet, yarın mahşerde onun aleyhine şâhidlik edecektir.
ALLAH’ını zikretmek isteyenler de, Kur’ândaki zikirlerle zikretmelidirler...


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
ASLI
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 63
Kayıt: 09 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen ASLI »

benim içimi titretenler vardır vasiyetlerde.insanlara ölüm geldiği anda yada ölüm haberini alınca en büyük teslimiyet şüphesiz;

"inna lillahi ve inna ileyhi raciun." (biz Allahın kullarıyız,dünyada ve bütün işlerimizde ahirette O'na rucu ederiz ) demektir.

fakat öyle bir cümle varki,teslimiyetten öte...

arabi derki sana bir musibet isabet edince ;hz.Yakub'un dediğini söyle;

"innema eskubessi ve hüzni illallah." (ben tasa ve kederimi,mahzuluğumu yalnız Allah'a şikayet ederim.)

"TESLİM OLDUĞUNU !" BAŞKASINA ŞİKAYET OLUR ENDİŞESİ VARDIR BU CÜMLEDE..

bunun bir adım öteside vardır ,onuda ehli bilir..selamlarımla çok güzel hatırlatmalar olmuş mehrican kardeş..


Muhammedî nefeslere...Aşk'la..
Resim


Resim
" Esdikçe bâd-ı subh perîşânsın ey gönül,Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül "
- nedim -
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

27. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Dinine faideli olan kimselerle arkadaş ol!
İlmiyle, ameliyle, güzel huylarıyle seçilmiş kimselerin sohbeti insana fayda verir.
Tenha yerlerde Kur’ân okumak, ALLAH ile olmaktır.
Kur’ân okumak en büyük zikirdir.
Kur’ân okuyanlar, ALLAH’ın has kullarıdır.
Kur’ânda ALLAH’ın güzel isimleri vardır.
Onlar ALLAH’ın ahlâkını bildirir.
Sen de onlarla ahlaklanmağa çalış!
ALLAH’ı zikreden insanların içine karışıp da, onlardan olmayan bir kişi, ALLAH’ın rahmetine kavuştu.
Artık sen düşün; ALLAH ile, ALLAH’ın kitabı ile olanlar, ne kadar rahmetine gark olur.
İyi dost, misk satan gibidir.
Hiç olmazsa güzel kokusundan istifade edilir.
Kötü arkadaş da, körük çeken gibidir.
Üzerine kıvılcımı sıçramasa bile dumanı gelir.
İyi olduğunu zannettiğin kimseyi, kötülerle düşüp kalktığını görürsen, iyi zannettiğin kimseye kötü zanda bulunmada şöyle de:
“Benim kötü ve şerli gördüğüm adamlar iyi adamlarmış ki, iyi kimse ile düşüp kalkıyorlar. Ben, onlara su’i zanda hata etmişim!” de!
Yâni, münasebeti hayır’da gör, şerde görme!

ALLAH-ü Zül Celâl, hüsnü zandan dolayı kıyamette kimseye suâl sormayacaktır.
Amma, su’-i zanda sorgu var.
İnsanların, en çok gaflete düştükleri yer burasıdır.
ALLAH’ı zikredenin hayatı muttasıldır.
Ölümle sona ermez.
O daima diridir.
Harb şehidlerinden daha üstün bir hayata ermiştir.
Zikredenle etmeyenin benzeri, ölü ile diri’dir.
Zikreden diri, zikretmeyen ölüdür...

Faide : fayda.

Suâl : soru.

Su’-i zann : Kötü zanna sahib olma, başkasının hareketini kötü zannetme.

Muttasıl : Bitşik. Aralıksız. Fâsılasız. Hiç durmadan. İttisâl eden, ulaşan, kavuşan.


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »


28.VASİYET.

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Nefsinde ve elinin altında olanlara da Kur’ân’ın hükümlerini, cezâi Kısımlarını tatbik et!
Çünkü, herkes çobandır.
Güttüğünden mes’uldür.
Nefsine sözün geçer.
Nefsin ve azaların üzerinde hakimsin.
Vazifeni yapmalısın.
Hatırına hayır ve şer bir şey gelirse, şeriate müracaat et!
Hükmü şeriatten al!


Cezâi : işlenene karşılık ezaile ilgili.

Mes’ul : Yaptığı iş ve hareketlerden hesap vermeğe mecbur olan. Mes'uliyetli. Bir işin idâresi kendisine âit olan. * Ceza verilmiş olan.



[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Cevapla

“►Muhiddin-i Arabi◄” sayfasına dön