HAÇKALI BABA (K.A)

Alt Forumda kotegarize edilmeyen diğer Hakk Dostları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
HAS-AN
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 570
Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00

HAÇKALI BABA (K.A)

Mesaj gönderen HAS-AN »

Resim


HAÇKALI HOCA (K.A)

Haçkalı Hoca, Trabzon'un Of ilçesinin Dağönü (Eski ismi Hanlut) köyünde 1864 yılında doğmuştur.
Babası Mollahasanoğulları'ndan İbrahim Efendi'dir. Onun da babası Hacı Durmuş olarak Haçka'daki mezarındaki kitabesinde yazılıdır. Fakat kayıtlarda Hacı Durmuş'un 1700–1780 yılları arasında yaşadığına dair mezar taşı yazısı vardır. Haçkalı Baba 1864 yılında doğduğuna göre dedesinin doğumu ile kendi doğumu arasında 164 yıl fark olması mümkün değildir ve mutlaka aralarda birileri vardır ve bu duruma Hacı Durmuş dedesi değildir. Haçkalı Baba'nın mezarındaki kitabesinde Durmuş'un babası Buharalı Kutbuzzaman Mollahasan Efendi olarak geçer. Yrd. Doç. Dr. Hanefi Bostan'ın incelemelerinde , 1681 tarihindeki Of Avarız Defterlerinde Hanlut'ta vergi verenler arasında Hasan Efendi'nin geçmesi Hacı Durmuş'un kimliğini doğrular.
Mekke'den Buhara'ya, Buhara'dan Erzurum'a oradan da Of'un Dağönü (Hanlut) Köyüne (Bu köy şimdi Hayrat ilçesine bağlıdır) İslami tebliğ için gelmiştir. Haçkalı Hoca'nın dedesi Hacı Durmuş'un mezarı şu anda Of'un Dağönü köyünün Varhali mahallesinde bulunmaktadır. Haçkalı Hoca'nın babası İbrahim Efendi, oğlu Mustafa (Haçkalı Hoca) çok küçük yaşta iken fahri imamlık yapmak için oğlu ile birlikte Of'tan ayrılıp Haçka'ya
(Düzköy) yerleşmişlerdir. Dağönü köyündeki evinin yeri ve satmış olduğu bir miktar arzi şu anda orada bulunan Mollahasanoğulları'nın elindedir. Haçkalı Hoca, babası gibi Haçka'da Doğanköy (Muzura) merkez camiinde fahri imam hatipliğe başlamış.
Bu görevi yürüttüğü sırada kendisine bir gece manevi bir hal ile "kalk" denildi. Çünkü ona büyük görev verilecekti. Manevi işareti almıştı. Bu işarete göre Çorum iline gitmek gerekiyordu ve gitti. Orada bulunan zamanın kutbu Çorumlu Hacı Mustafa'nın huzuruna vardı. Dergâhın etrafında yüzlerce derviş bulunan Çorumlu Murşid-i Kamil "Trabzon'dan benim misafirim gelecek, o gelmeden hiçbirinizi kabul etmeyeceğim" diyerek yüzlerce insanı bekletip Haçkalı Hoca'yı bizzat gözetleyerek ziyaretçi kabul etmemiştir. Haçkalı Hoca, huzuruna vardığında o Murşid-i Kamil "Kuş Mustafa geldin mi?" diyerek ona Kuş Mustafa ismini vermiştir. Haçkalı Baba vefat ettiğinde göğsü üzerine bir kuş konmuş ve oradan hiç ayrılmayarak onunla beraber kabrine gitmiştir. Haçkalı Hoca'nın diğer hocası Boztepe'de Evren Dede'nin ayakucunda yatan Akçaabatlı Veli Hakkı Baba'dır. Fakat en fazla bilgiyi Çorumlu Mustafa Efendi'den almıştır.
Haçkalı Hoca'nın hayatı İslamiyet'e hizmet ile geçmiştir. Menkıbeleri dilden dile dolaşmaktadır. Sigaraya son derece karşı idi. Gelecekte sigaraya hizmet eden tütüncülerin aç kalacağını, mısır ve fasulye ekenlerin daha karlı olacağını söylemiştir. Bu sözünden sonra İran'da kıtlık olmuş. Dediğini yapanlar İran'a mısır ve fasulye satarak zengin olduğu böylelikle Trabzon halk kültür tarihine geçmiştir.
Sivas Kongresi'ne katılan Beşikdüzlü Abdul Hasip Ataman, Haçkalı Hoca babayı orada gördüğünü söylemiştir. Birçokları da Haçkalı Babayı Kurtuluş Savaşı'nda gördüklerini söylemişlerdir. Hatta savaşta biliniyorken Trabzon Pazarkapı ofisinin önünde buğday çuvallarını süngüleyerek "vurun aslanlarım, vurun zaferi kazandık" diye haykırdığına ve sonra ortadan kaybolduğuna şahit olanlar vardır. Kurtuluş Savaşı'nda Moloz'da, Pazarkapı'da aynı anda Cuma namazında birçok yerde görülmüştür. En çok anlatılan menkıbelerinden birinde Akçaabat'ta arabaya binmediği halde, araba Moloz'a geldiğinde yolcular Haçkalı Hoca'yı arabadan önce Moloz'a gelmiş olarak görmeleridir.
Trabzonlu Ordinaryüs profesörlerinden çeşitli dersler almıştır. Gümüşhaneli İsmail Bey'de hocalarındandır. Arapça ve Farsça konuşmaktaydı. Haçkalı Hoca'nın oğlu olmayıp bir kızı var idi. Kızı Akçaabatlı Abdullah Kazancıoğlu ile evli olup altı çocuğu dünyaya gelmiştir. Haksız anamızın mezarı Haçkalı Hoca'nın yanındadır.
Hafız Mustafa Akkaya, Haçkalı Baba'nın 12 tarikat şeyhi olduğunu belirterek Haçkalı Baba camisinde 5.8.2004 tarihinde kendisi ile yaptığımız görüşmede kâmilliğe burada eriştiğini söylemiştir.
Haçkalı Hoca 1949 senesinin Ramazan ayında Akçaabat'ın bir köyünde hastalandı. At ile şu anda yattığı makama Haçka (Düzköy) yaylasına götürdüler. Ramazan ayının dördüncü günü (Cuma günü) şu anda yanında yatan Haksız annemizin (Zeliha Kazancı) kucağında ölmüştür. O yıllar yaz kış demeden Türbesi'ni de içine alan küçük bir cami inşa ettiler. Şimdi bu küçük caminin yanında çok büyük cami inşa edilmiştir. Ziyaretgâhı için Trabzon belediyesi tarafından düzenli olarak otobüs seferleri düzenlenmektedir .
Haçkalı Baba ile ilgili olarak yaptığımız alan çalışmalarında onun dedesinin yaşadığı topraklar olan Hayrat Hanlut (Dağönü) köyünde Mollahasanoğulları olarak anılmakta olduğunu müşahede ettik. Mollahasanoğulları'ndan Ahmet oğlu Ömer'in misafiri olduk. Burada Varhali denilen mahallede Haçkalı Baba'nın dedesinin mezarına tesadüf ettik. Varhali mahallesi, bazı kaynaklarda Çaykara'ya bağlı olarak gösterildiğinden Haçkalı Hoca için Çaykaralı olduğu şeklinde bazı kaynaklarda bilgiler yer almaktadır. Köydeki tüm insanlar, Haçkalı Baba'nın çocukluğunun köylerinde babası İbrahim Efendi ile birlikte geçtiğini anlatmaktalar ve bize İbrahim Efendi'nin evinin yıkılmış ocakpare taşlarını gösterdiler. Yakın geçmişte yüz yaşından fazla yaşayarak ölen Mollahasanoğlu Safiye Ana adlı yaşlı kadın oradaki köylülere Haçkalı Hoca'nın babası İbrahim Efendi ile amca çocukları olduğunu belirterek onunla ilgili anlattığı bilgileri Varhali mahallesindeki tüm köylüler ezbere bilirler. Buna göre yaptığımız alan çalışmasında oradakilerin ifadesine göre İbrahim Efendi'nin köyden ayrılış sebebinin, köydeki çok çirkef ve bet sesli komşusunun sürekli olarak bağırıp çağırmasından çok rahatsız olması yüzünden köyü terk etmesi ve köy ile aynı rakım ve havaya sahip olan Haçka Yaylası'na gitmesi olarak gösterirler. Buna delil olarak Haçkalı Baba'nın kızı Haskız'ın kendi köylerine sık sık geldiğini anlatarak bir defasında kendi köylerinde amcaoğlu dediği Ahmet Mollahasanoğlu'ndan babası ve dedesine ait eski yazı evraklar almış ve bir daha bu evrakları geri getirmemiş.
Alan çalışmasını Haçka Yaylası'nda devam ettirdik . Orada Haçkalı Baba'nın kızının evine gittik. Orada bazı resimlerine ulaştık. Cami çevresinde evi olan damadı Hayrettin Yazıcı'nın misafiri olduk.
Orada Hafız Musa Akkaya ile görüştük. O bize, "Haçkalı Baba'nın kendi kollarında öldüğü"nü anlattı. O zaman henüz askere gitmemiş 19–20 yaşlarındaymış. İfadesine göre onu kendi elleriyle musalla taşına yerleştirdi. Bir kuş cenazenin göğsüne konmuş ve üç gün orada kalmış.
Misafiri olduğumuz Haçkalı Baba'nın torunun eşi olan Köprübaşı Fidanlı mahallesinden Hayrettin Yazıcı'nın anlattığına göre: " Haçkalı Hoca'nın babası İbrahim Efendi'nin mezarı Düzköy çıkışındaki küçük minareli camidedir. İbrahim Efendi orada imamlık yaparken cemaatin olmadığını görünce oğluna "Oğlum sen geç imamlık yap demiş. O da mihraba geçmiş ve Allahüekber der demez cami cemaat dolmuş, namazını bitirip de selam verince cemaat boşalmış. Bunun üzerine İbrahim Efendi oğlu Haçkalı Baba'nın sırtına vurarak tamam oğlum, tama, sen tamamsın artık erdin" demiş".
Yine aynı damadın anlattığına göre "Yomra müftüsü Sabit Sıtkı Yazıcı, içinden Haçkalı Baba'ya iki deste kaşık getireceğim demiş fakat uygulamada yanına giderken bir deste kaşık getirince Haçkalı Hoca, hemen ona daha kaşıkları görmeden diğer deste kaşık nerede diye sormuş."

Haşim Albayrak'ın köşe yazısından alınmıştır.

Bazı Menkıbeleri:

1994'lerde Haçka'ya giden bir polis memuru Haçkalı Hoca'nın evini sormuş. O tarihten 45 sene evvel Hakka yürüyen Haçkalı'nın evi sorulunca:
-Hayırdır, Haçkalı'yı nerden tanıyorsun? diye sormuşlar.
-Güneydoğu'dan, demiş polis memuru.
-Güneydoğu?
-Evet! Urfa, Mardin, Diyarbakır!
Ne iş yaparsın?
-Polisim.
-Hocayla işin ne?
-Oradaki çatışmalarda kendisinden çok yardım gördüm. Eğer o yardım etmeseydi, beni hastahaneye götürmeseydi, Allah bilir ya şimdi çoktan ölmüş olacaktım. Kendisine teşekküre geldim.
Polis memuru böyle söyleyince, Haçkalı Hoca'nın akıl sır ermez işlerine az çok âgâh ve âşinâ olan Haçkalılar, Haçkalı'nın Haçka'daki cami ve türbesini göstererek:
-Gazan mübarek olsun evladım, Haçkalı Hoca, işine gücüne akıl sır ermez bir ermişdir. yıllar evvel Rabbisine varmıştır. İşte camisi ve türbesi. Git orada ziyaret et. Senin gördüğün onun ruhaniyetidir, demişler.
*
Akçaabat'ta eczacılık yapan Sıtkı Ocak'ın dedesi Hoca'yı yakından tanımakta olup annesi ve dayısı onun elinde büyümüşlerdir. Annesi Asiye Ocak Hoca'nın hizmetini görür, onun saçını sakalını yıkar, yedirip içirirmiş. Bir gün Hoca aniden gelmiş. Asiye Hanım ona ikram edebileceği yemeği olmadığından içinden 'gidip komşudan yağ, yumurta, ekmek alayım' diye düşünüp kapıdan çıkarken, Hoca;
-Kızım Asiye gel, dolapta ekşimiş fasulye ile ekşimiş yoğurt var. Onları bana getir ... der.
Asiye Hanım bunları nereden bildiğini düşünüp, şaşırır ve bozulmuş yiyecekleri getirir. Hoca iki yemeği birbirine karıştırıp içine tükürdükten sonra yer.
*
Torunu Hafız (Sabahat) Kolot'un anlattığına göre;
Ölmeden (1949 yılında) bir hafta önce;
-Evlatlarım gideceğim ve beni artık bulamayacaksınız... dediğinde, ona;
-Seni Akçaabat'a gitsen orada buluruz, başka yere gitsen yine buluruz.... dediklerinde,
-Uçacağım.. göklere uçacağım...beni artık bulamazsınız...diye cevap vermiş.
*
Trabzon'un Ruslar tarafından işgali (1916) sırasında Haçkalı Hoca ve ailesi ile Temel Tarhan ve ailesi yaya olarak Adapazarı'nın Hendek İlçesine kadar gelirler. Orada tahminen 1 yıl kalırlar. Bu sırada Haçkalı Hoca;
-Ben o vilayeti ağuladım, Ruslar orada barınamaz. Der ve dua edermiş.
Bir gün Temel Tarhan'a ;
-Hazırlığını yap, bir aya kadar Ruslar gidecek' der ve dediği zamanda Ruslar Trabzon'dan çekilir.
*
Haçkalı Hoca'nın ikinci eşi Zehra Hanım'ın yeğeni Ali Şenel'in anlattığına göre;
Kız kardeşlerim Sevim ve Taliye gibi ben de Hoca'nın evinde büyüdüm.
Trabzon lisesi'nde okuduğum dönemlerde;
-Oğlum Ali, niye avara (boş) geziyorsun? Giresun' da nişanlın seni bekliyor. Diye takılırdı.
O günlerde bu takılmalara şaka gözüyle bakıyordum.
Askerlikte yedek subay olarak Giresun'a düşünce, orada askerlik yaparken Giresun' lu eşimle tanıştık ve orada evlendik.
*
1949 yılında doğum yapacağım için Trabzon' gitmiştik. Yılbaşı gecesi kızı Haskız Anne'nin evindeydi. Rahatsızdı. Biz de Hoca'yı görmek için oraya gittik. Torunu Hafız (Sabahat) Hanım;
-Dede! dedi. Sevim ablanın nesi olacak?
Hoca: -Cengiz! Diye bağırınca, kızlar koşarak:
-Oğlan olacak, ismini de Dede verdi. Dediler.
Ben de oğlumun adını Cengiz koydum.
*
Sevim Eyüpoğlu'nun anlattığına göre;
Bir gün bir kadın geldi, üzüntü ve telaş içinde:
-Çocuğum çok hasta! Bize gitsek de onu bir okusan Hoca Baba! Diye yalvar yakar yırtınınca, Hoca Baba;
-Hiç bir şey yapılamaz kızım, onun işi bitti! Dedi. Kadın ağlayarak gitti.
Biraz sonra öğrendik ki çocuk o anda ruhunu teslim etmiş.
*
Haçkalı Hoca'nın torunlarından Süleyman Kazancı'nın anlattığına göre;
Bir çok insan kendisine evlenmeden veya bir işe girişmeden evvel o olayın hayırlı olup olmadığı şeklinde sorular sorarmış ve kendisi bir müddet düşündükten sonra cevabını verirmiş.
Trabzon Lisesi Beden Öğretmenlerinden birisi Haçkalı Hoca'ya gelerek evleneceğini ve bu evlilikte hayır olup olmadığını sormuş. Haçkalı Hoca ona;
-Evliliğin hayırlıdır fakat zürriyet göremiyorum... demiş.
Gerçekten de öğretmenin evliliğinden hiç çocuğu olmamış.
*
Tekke ve zaviyelerin kapatıldığı tarihlerde Haçkalı Hoca'da takibe alınmış. İşte o günlerde Haçka'ya baskın yapan Jandarma Komutanına, Haçkalı Hoca:
-Kumandan Efendi, sen bizi bırak da kendine bak! Sana acı bir haber geliyor, fakat telaş etme fazla ziyan yoktur. Bizim Allah demekten başka bir zararımız yoktur!
Derken at sırtında bir asker gelmiş, komutana bir telgraf getirmiş. Telgrafta, Komutanın babasının bir kaza geçirdiği ve kolunun kırıldığı haber verilmiş. Bunun üzerine komutan ve askerleri atlarına binip dönüp gitmişler.
*
Beykoz'da oturan Rizeli Sabit Yavuz'un dedesi Silanlı Molla Mahmut'un anlattığına göre;
Beykoz Anadolu Kavağında Şeyh Ahmet Efendi tekkesinde 24 Temmuz 1923'te Haçkalı Hoca aniden ''İsmet Paşa Lozan Muahedesine imza attı şu anda! Fakat eyvah ki, memalik-i Osmaniyyenin en kıymetli, en önemli yerlerinin verdi geçti! Petrol bölgeleri Araplara kaldı... Adaları Yunalılara bıraktı....'' diyerek Lozan hezimetini anında haber vermiş.
*
Sıtkı Ocak'ın anlattığına göre;
Muhammed Hoca ile Haçkalı Hoca yaylada karşılaşırlar ve kahve önünde oturarak sohbet etmeye başlarlar. Halk da onları dinlemektedir. Vatandaşlardan birisi bunlardan hangisinin ermiş olduğunu anlamak ister ve aklınca bir denemeye başvurur. Civardaki asmalardan bir salkım üzüm izinsiz koparır. Bir salkım da para ile satın alır. Bunları ayrı ayrı tabaklara koyar. Çalınan üzüm tabağını Haçkalı Hoca'nın önüne , satın aldığı üzümleri de Muhammed Hoca'nın önüne koyar. Olayı bilenler dikkatele izlemektedir. Haçkalı Hoca üzümlere bakar ve tabakların yerini değiştirerek;
-Hocam sen benden gençsin, bu olmamış üzümleri yiyebilirsin. Diyerek insanların yüzüne gülümseyerek bakar.
*
Asiye Ocak'ın erkek kardeşi olan ve günümüzde Samsun'da yaşayan Dr. Mehmet Enis Tarhan'ın çocukluğu Haçkalı Hoca'nın yanında geçer. Mehmet Enis Tarhan ortaokulda okumakta olup bitirme sınavına girecektir. Bir gün yolda Haçkalı Hoca ile yürümektedirler. O da içinden
-Acaba sınavda başarılı olabilecek miyim?' diye geçirmektedir. Aniden Haçkalı Hoca kulaklarından tutarak başını sağa sola çevirir
-Geçeceksin, geçeceksin, merak etme. der.
O yıl bitirme sınavlarından sadece iki kişi geçmiş olup birisi de Mehmet Enis Tarhan'dır.
*
Göreleli Ömer Bey'in anlattığına göre;
Gençlik yıllarımda bir gün Trabzon'a gitme hazırlığı yaparken, babam bir zarfın içine 20 lira koyarak,
-Haçkalı Hoca'yı bul ve bunu ona ver. Dedi.
O tarihlerde 20 lira iyi para, kıymetli. Bende paraya düşkünüm ve şunun yarısını alsam, kendim harcasam ne çıkar, babamın ne kadar gönderdiğini Hoca nereden bilecek diye düşünerek 10 lirasını alıp cebime koydum.
Trabzon' vardığımda Hoca'yı bulup babamın selamıyla birlikte zarfı kendisine uzattım.
-Babana da selam olsun diyerek zarfı alıp açtı. Bunun 20 lira olması lazımdı evladım bunu yarısını da sen kemirdin! Dedi.
*
Haçkalı Hoca'nın ikinci eşi Zehra Hanım'ın yeğeni Sevim Eyüpoğlu'nun anlattığına göre;
Çocukluğumuz ve gençliğimiz Hoca'nın evinde geçti. O zamanlar iki katlı bir evde oturuyorduk. Hoca alt katta otururdu. Ben üst kattaki odamda otururken okul için para lazım oldu. Yanımdaki hizmetçi kıza Hoca'ya gidip benim için para iste dedim. Hoca biraz celalli olduğu için ben isteyemez ve çekinirdim. Hizmetçi Hoca'dan para isteyince, Hoca;
-Eyvah! Kızcağız kırk yılda bir para istedi, bugün de bende para yok! demiş.
Ben oldukça kızdım ve;
-Herkese para veriyor, bana gelince yok diyor! Dedim ve hizmetçiyi tekrar Hoca'ya yolladım.
Hoca bana bir kese kağıdının içinde bir parça peynir şekeri gönderdi. Sebebi neydi bilemiyorum ama Hoca'nın cebinden peynir şekeri hiç eksik olmazdı.
Hizmetçi;
-Sana şeker gönderdi deyince! Sinirlenerek, kese kağıdını duvara fırlattım ama fırlatmamla birlikte gözlerim fal taşı gibi açıldı. Çünkü paketin içinden şangır şangır para saçıldı. Bir sürü ıslak ve yağlı para. Zannedersem iki yüz tane para ama o tarihler için çok kıymetli bir para.
*
Haçkalı Hoca'yı yakından tanıyan komşusu Hacer Gür hanım Hoca ile alakalı bir hatırasını şöyle anlatıyor:
Haçkalı Hoca'nın babamla dostlukları vardı o yüzden Sotka'daki evimize sık sık gelirdi. Bir gün geldiğinde babam evde yoktu o anda. Misafire karşı isteksiz olduğum bir gündü. Kendisine kahve yapıp ikram ederken içimden:
-Yine niye geldi acaba... diye düşünürken benden toz biber istedi ve kahvenin içine biber attı öyle içti. Biberin birazını da yüzüne sürerek:
-Yan yüzüm yan. Yan yüzüm yan. İstenmediğin eve niye gidersin be adam... diyerek içimden geçenleri anlamıştı.
*
İstanbul Üsküdar'da oturan Maçkalı Abdullah Kurşunoğlu'nun anlattığına göre;
Tarlada bir gün bel bellerken Haçkalı Hoca'nın müridlerinden iki arkadaşım yanıma geldiler. Haçkalı Hoca'nın yanına gideceğiz dediler ve üç saatlik yolu yürüyerek birlikte gittik. Haçkalı Hoca'nın misafir olduğu evin çocuğu ile biz daha yoldayken Hoca bize haber salmış:
-Gidin onlara söyleyin, şu yeni gelen benim yanıma gelmesin...
Onun üzerine arkadaşlara ;
-Siz onun müridisiniz, siz girin. Beni istemediği için ben burada durayım... diyerek taşın üzerine oturdum.
Arkadaşları içeri girince Hoca'ya yalvarıp onu da içeri almasını istemişler.
İçeri girince eline kapanıp af diledim. Dedi ki:
-Sen domuz gibi adamsın!... Nasıl oluyor da kız evladını dövüyorsun? Anaya babaya en yakın kız evladıdır... dedi.
Gözleri kapalıyken bunları söyledi. Hakikaten ben kızımı dövüyordum.
Ondan sonra eline ayağına kapanıp tövbe ettim.
*


ALINTI
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
Cevapla

“►Diğerleri k.s.◄” sayfasına dön