ÖNCE KENDİM İÇİN

Sorularınızı Ayet ve Hadisler ışığında cevaplamaya çalışacağız.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

ÖNCE KENDİM İÇİN

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

SEVGİLİ DOSTLAR
MUHAMMEDİNUR, Sitemizden alıp, buraya aktardığım bu güzel konuyu,
yazılarını büyüterek , daha kolay okuyabilmek maksadım.Zaman zaman bu yönteme baş vurmam da bu nedenle. Gözler yorgun olunca biraz daha kolayına kayıyor. Beni anlıyorsunuz değil mi?
AFfınıza sığınarak KULİHVANİ pirimiz...ALLAH sizden daima razı olsun...


HAM AKIL VE AKL-I SELİM
Devrân, Seyrân, Cevlân ve Hayrân âlemlerini kendinde ve kâinâtta seyredecek tarzda, kıvamda ve fıtratta yaratılan insanın hedefi, Mutlak İnsan-ı Kâmil olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e kavuşmaktır... Geliş, biliş, buluş ve oluş budur... Bütün bunların ilk ve ana anahtarı ise akıldır... Eğer akıl olmazsa: "Efradına câmi' ağyarına mâni!" bilen demez, diyen bilmez! "Kâl ehli anlamaz, hâl ehli anlar!" kalelerinin kapı zilini insan ne ile bulacak, bilecek, çalacak ve açacak...
İnsana aklıyla tevhid teklif edilmiştir. Akıl arınırsa zekâ olur. Zekâ; temiz, pak,saf,arı ve has demektir. Zekânın hakta ve hayrda hızlı ve kontrollü kullanılması ise ferasettir. Ferasetli insanlar leb demeden leblebiyi anlarlar.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'minin ferasetinden sakının. Zîrâ o Azîz ve Celil olan ALLAH'ın nuruyla bakar." ve "aklı olmayanın dini yoktur..." buyurarak din için aklın ilk şart olduğunu buyurmuştur. Akılsızların yaratılışı ise imtihanımızda ibret alalım ve onlara merhamet edelim diye yaratıldığını bildirmiştir.

Akıl insanın; kendilik, benlik, varlık esası, icrâ'cısı, uygulayıcısıdır, para gibi ana sermayedir. Akıl şerre dönük yetişir, gelişirse şeytâna; hayra dönük, yetişir, gelişir, rüşdüne ererse hayrın Başöğretmeni Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' olur... Aklı çekersek ne insan kalır, ne kulluk, ne de imtihan... Sandalye gibi şuûrsuz bir eşyâ kalır!. Akıl; ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in aşk aynasıdır. Aşk ise rüşdüne ermiş aklın kâmil hâlidir. Tüm maddî varlığı kaldırıp yerine aklı koyabiliriz. Maddede; esas, asıl ve ana akıldır... Tüm mânevî bilgilerin aslı ve anası ise "Nakl"dir, Kur'ân-ı Kerîm; Zât-ı HAKK (celle celâluhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e O'ndan da bize nakldir. Kesin hükümlerdir. Kısaca mânânın yerine de ilâhî tevhid tebliğini koyabiliriz. Tebliğ; sanki her an yayın yapan TV istasyonu gibidir. Akl-ı selim ise bu yayını alıp değerlendiren ve gösteren televizyon gibidir. Ezelden-Ebede-Bâtından-Zâhire Şe'enullah yayını yapan merkez istasyonunun yayını sürekli ve elân mevcûddur... Ancak ham akılın; Kur'ân-ı Kerîm okulunda, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) başöğretmeninde okuması, terbiye edilip, eritilip,süzülüp, arındırılıp, cilâlanıp, kıbleye anten ayarı yapılıp, Nur-u Muhammed cereyanı (elektiriği) bağlanıp, sağ elinin şehâdet parmağındaki tevhid mühürüyle Hacerü'l-Esved düğmesine Eûzû Besmele şerefli kelimesiyle basılıp 4 âlem 4 kanaldan seyderilir... İşte Akıl ve Nakil tevhidi.: Lâ ilâhe İllâ ALLAH!


Aşkı duyan bir kuyu
Uyarır bin kuyuyu
Şeker şerbet bal keser
Binbir kuyunun suyu...

İşte o zaman yerleri ve markaları farklı olan televizyon kutularından, Medine'den merkezdeki Muhammedî yayın aynen dinlenir ve seyredilir...
Uyandırılan, diriltilen ve şerden hayra tebdil eden, akl-ı selim: "semiğnâ ve ateğnâ" (Bakara 2/235 bkz.) "daha şimdi duyduk ve uyduk!" der... "Lebbeyk yâ Rabbenâ lebbeyk yâ Rasülünâ (sallallahu aleyhi ve sellem) !"

Şimdi, şu anda ve diri olarak Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz Ravzasında rıza ezânını okuyor... 7 vaktin (sabah,öğla,ikindi,akşam,yatsı ve ehline teheccüd ve dûha) ezânını birden okuyor... Kâinâtın her bir zerresinde sonsuz vaktin ezânını okuyor. Her paralel çizgisinde tekbir sesi çınlıyor...İki doğunun, iki bâtının... 365 doğunun 365 bâtının ezânını okuyor.... Uyanıp dirilmeye, Muhammedî, Kur'ânî ve Rabbanî olmaya çağırıyor... Şucu-bucu olmaya değil...Muhammedî olmaya... Akl'ı, Nakl ile tevhide...

"El Akl"kelimesi masdar olarak "menetmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak" anlamlarına gelen bir kelimedir. Soyut olup, varlık sisteminin hakikati onunla anlaşılan ve kavramlar oluşturup, ilişkiler kurup, önermeler doğurabilen mânevî bir melekedir. Meleke oluşu yanında özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü şıkkın imkansızlığı gibi aklî ilkeler, fonksiyonlarını belirleyip kullanımına imkan sağlayan, ana, asıl ve tek olan terimdir. İlim, irâde, idrak ve iştirakın tümü de aklın varlığıyla vardır. Kur'ân-ı Kerîm'i inceleyen akl-ı selim sahibi zeki bir insan rahatlıkla görecektir ki insanı insan yapan, onun tüm işlevlerine mânâ kazandıran, ilâhî emirleri anlayan, anlatan yükümlülük ve sorumluluğunu yerine getiren, sadece ve sadece akıldır. "Umulur ki akledersiniz, fikredersiniz, zikredersiniz, şükredersiniz, şuûr edersiniz!" gibi âyetlerle "Siz hâlâ akıllanıp aklınızı başınıza almayacak mısınız?" anlamında pek çok âyet-i kerîme vardır. Aklın; insan için ana ni'met, en azim ni'met olduğunu anlayamayanlarla aklı ilâhlaştıran materyalist ve ateist akılperestlerden, ayrılmak için; aklı "topal eşeğe" v.s. benzetenler cidden çok çok yanılmışlar ve yanıltmışlardır. Ben fakîrde, önceleri okuduklarımla şartlandığım için şiirlerimde aklı yerden yere vurmuşum... Sonra Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şerîflerle şereflenince anladım ki akıl, ALLAHÜZÜ'l-CELÂL'in azamet ve kudretini seyir aynasıdır. Elbette ham akıl, ipek böceğinin tırtıl hâlidir. Böyle oluşu da Sünnetullah gereği ve hayatın devâmı için lâzım ve lâyıktır. Uzun ve yorucu meşgâle ve çilelerle olgunlaşan akıl; kendi tırtıl başına, kemâlât kozasını örüp, belli süre Kalb Hira'sında uzlete çekilip de çıkınca yedi renkli kanatlarıyla arşa uçabilen ilâhî bir Aşk Kelebeği oluyor... Annesinin kucağındaki bir bebenin ilerde şöyle, böyle büyük bir zât olacağını söylesek gülerler... İyi ama; bebek de 18 yaşındaki de 80 yaşındaki de pîr-i fâni olan da aynı şahsiyettir. Ne var ki zaman ve zemin içinde gelişimi olmuştur. Ondandır ki tahkik anlamda imân eden mutmaîn akıla, Aşk diyoruz....
Akl, Kur'ân-ı Kerîm'de masdar olarak; 1'isi geçmiş zaman, 48'i ise geniş zaman kipinde olmak üzere fiil olarak 49 yerde geçmektedir. Kur'ân-ı Kerîm insana emânet edilen aklın kullanımını (akletmeyi) emreder. Akıl ile bilgi edinip yeni bilgileri yine akılla üretmeyi ve türetmeyi öğretir...
"İşte biz bu temsilleri (darb-ı meselleri) insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak ve ancak bilenler (ilim sahibleri) akledebilir (düşünüp anlayabilir)(Ankebut 29/43)

Akıl gücünü kullanmayan, ilâhî bilgiye tenezzül etmeyenlere ise:

".... Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bu yüzden akledemezler."(Bakara 2/171)

"......O, akıllarını güzelce kullanmayanları murdâr (pislik içinde inkârcı) kılar!"(Yûnus 10/100)

İnsan, henüz görmediğinden şiddetini zor anlayabileceği, akıl emânetine ihânet ateşinden; insanı ve aklını halkeden HÂLİK Tealâ'nın emirlerine uymakta aklını kullanarak kurtulabilir. Yoksa:
"Ve derler ki "biz kulak verip, dinleseydik ve aklımızı kullansaydık, (şimdi) bu çılgın âteşin içinde (alevli cehennem mahkûmlarıyla birlikte) olmazdık" (Mülk 67/10)
Kur'ân-ı Kerîm, imkânla imtihân hayatında, murad edilen ve emredilen kulluk görevini açıklamak bilgisinin ve uygulamak tatbıkatının, akl-ı selim sâyesinde ve kontrölünde olmasını bildirir. Eşyânın denge, düzen ve hakikatini akılla anlayabiliriz. İlâhî hakikatleri de akıl ve onun kâmil hâli olan ilâhî aşkla anlar Ârif-i billah ve Âşıkullah oluruz...
"İşte akıllarınız ersin (akledin) diye ALLAH, size âyetlerini böyle açıklıyor (beyân ediyor)" (Bakara 2/242)
Akıl, tüm letâiflerin ortak ara nakti gibidir. Sistemin elektriği gibidir. Akıl, Nurullahtır... Kesik olan elektrik gelince; buzdolabı dondurur, fırın yandırır, ampül ışıtır, Tv seyrettirir v.s... Akıl nuru gelince letâifler tüm fonksiyonlarını icrâ eder... Her biri ne için halk edilmişse onu işler... Göz, gerçeği görür. Kulak, hakkı duyar. El-ayak, hayra uyar. Kalb, 7 kanalda 70.000 âlemi seyrettirir... Fuad, ilâhî kıblenin Hacerü'l-Esved'i gibi parlar v.s.... Bazıları bir âyetin içindeki kalbi de fuadı da kalb olarak tercüme etmiştir... Hâşâ! ALLAH (celle celâluhu) ne buyurduğunu bilendir....
Hadis-i şerîflerde de akıl, "deveyi bağlayan ip" gibi ifâde buyurulmuştur.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Akıllı anlamında buyurduğu Keyyis, Nefsini kontrol altında tutup geçmişi, geleceği ve şu anı anlayıp da ona göre hazırlıklı yaşayandır. (İbn.Mâce, Zühd 31)
Bir şeyi asla aklımızdan çıkarmamalıyız ki (daha doğrusu aklımız, şunu aklından çıkarmamalı ki); nakl (Kur'ân-ı Kerîm ve sahih hadis-i şerîfler) olmadan sırf akıl, bizi kesinlikle akılperestliğe (dinsizliğe) götürür. Akıl olmadan nakille uğraşmak ise kâbus, rüyâ ve hayal âleminin karanlık lâbirentlerinde ahmakça ve bir ömür dolaşmak soytarılığı olur...

Bir hücrenin bile künhüne (aslına ve hakikatına) vakıf olmayan nice felsefeci filozoflar, akıl tasına (beyne) her şeyi bastırıp ilk önce onu çatlatıp patlatmışlardır. Aktif akılmış, pasif akılmış... v.s. Netice: "herşeyi akıl yarattı!" diyor ve olmadı mı döndürüyor: "Atom, atomu yarattı!" diyerek sistemin sahibi ve ustası RABBÜ'l-ÂLEMİN'i inkâr ediyor. Kısaca ve net olarak: Hakkın anlaşılması ve hayrın işlenmesi için lütûf-ü ikrâm ve ihsân olan aklın inkâra düştüğünde, zemzem iken zehir zıkkım olduğunu her akl-ı selim görmektedir... Ondandır ki felsefe de tasavvuf da ahmak (akılsız) insanı istemez. Felsefeci becerikli aklı ile başka akılları, naklî inkâr ederek, aklî delillerle kandırır ve sonunda bize göre inkâra düşer ve düşürür... Tasavvufçu ise akılla nakli anlar, anlatır ve kişinin kendi aklıyla anlamasına hizmet eder ve inandırır. Tasavvufta kimseye bir şey verilemez! Ancak o kimsede fıtraten ve kaderince mevcûd olan kabiliyet (anlama, kabul edebilirlik, olabilirlik) ve isti'dâdlar (bir şeyin kabulune kazanılmasına olan fıtrî ve tabiî meyil) açığa çıkarılır ve harekete geçmesine hizmet edilir. Hayatta da bu böyledir... Kimse kimsenin yerine bir yudum su da içemez, tuvalete gidip de defedemez... Hasbî hizmette ise sınır yok... Eli tutmuyorsa suyu ağzına döker, ayağı tutmuyorsa sırtında tuvalete taşır...
Onun için bu fakîr kardeşin; akıl oyunlarını ve "cevher mi? araz mı? v.s." gibi cedelleri sevmiyorum... Benim için şeker, boğazımdan geçen ve her hücremi tatlandıran şeydir... Gerisi lâf-ı güzâf lâbirentleridir... "Benim çenem, senin çeneni döver!" gibi lâf tokuşturmadır...

İnsan nefsinin aklı tahsis edip kullanım durumuna göre aklî güc:
1- Melekî özelllik ve güzellikte kullanımla akl-ı selimiyye kuvvesi (selim akıl gücü)
2- Hayvanî özellik ve ihtiyaçlarda kullanımla akl-ı şeheviyye kuvvesi (şehevî akıl gücü)
3- Nefsi emmârenin vahşi ihtiyaçlarda ve durumlarında akl-ı gazabbiyye kuvvesi (gazabî akıl gücü)
4- Şeytanî şaşırtma, kışkırtma ve sapıklıklarda akl-ı vehmiyye kuvvesi (vehmî akıl gücü)

Bütün bunlar aklî gücün kullanım durumlarını anlatabilmek için söylenebilir. Yoksa akıl; müsbet, menfi ve nötr de olsa akıldır.
Akıl: "nicelik ve nitelikleri anlayabilen, anlatabilen ve yaşanmasını sağlayan özün özü (lübbü'l-lüb) bir nurdur." diyorum ve böyle görüyorum.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH buyuruyor ki akıldan daha güzel bir şey yaratmadım. Ona "gel" dedim, geldi; "git" dedim, gitti, dedim ki: "Bana senin vasıtanla ibâdet edilir; senin vasıtanla mükâfât verilir, senin yüzünden cezâlandırırım." buyurmuştur. (Heysemî VIII 28; Aclunî II-212)
Resûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'in (İbn Mesu'd dan): "ALLAH (Teâla Hazretleri) aklı yarattığı zaman ona: "gel..." dedi, o da geldi. Sonra "geri dön!" diye emretti. O da geri döndü. Bunun üzerine akla şunu buyurdu: "Ben, kendime senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlûkatın en sevgilisi olana (insana) bindireceğim." buyurmuştur. (Kütüb-i sitte 1687)
Bütün aklı başında islâm âlimleri ittfakla insanın emir ve yasaklarda mükellef tutulabilmesi için temel şart olarak "Akl"ı esas almışlardır.
Gaybî olan (şu anda olduğu hâlde gözükmeyen) Rabbü'l-âlemin'in değişmez ve değiştirilemez ana şartlar (nasslar) olan naklî esasları, elbette yerli yerindedir. Akılla değiştirilmeye çalışılması işgüzarlık ve inancımızın dışına çıkıştır. Aklı değersiz ve güvensiz sananlar; naklî gereği gibi kavrayamayanlar veya alışkanlık hâlinde aktarılan çoğu safsata ve uydurma bilgileri esas alanlardır. Nakl sürekli bir ses ise akılda kulaktır. Karşılaştırmaya veya yarıştırmaya ne gerek vardır bilmiyorum? İşin doğrusu ise sesle kulağın tevhididir... Akıl nakle, nakl ise nasslara dayanır.

Aklın korunması, yetiştirilip kemâle ulaştırılması ve rüşdüne erdirilip iletken ve üretken kılınması, tasavvufçuların asıl mesleği ve meşrebidir...
İ'tikadda mezheb imâmımız İmâm-ı Matûrudî Hazretlerine göre: ALLAH (celle celâluhu)'ya imân naklen değil aklen vâcibtir... Yâni; aklın oluşu, din olmasa da bazı hususları akıl sahibine vâcib kılabilir... (Pezdevî shf. 207 bkz.). Elbette akıl, naklîn önüne geçemez. Nakl tektir, akıl ise sonsuz sayıdadır. Her akla göre bir din olsaydı, binlerce din doğardı... Akıl tüm hakikatleri ve hayratı idrak edecek kabiliyet ve kapasitede degildir, âcizdir ve vahye muhtaçtır. Aklın ihata gücü hâşâ yoktur...Akıl anlama, anlatma ve yaşamanın ana ışığıdır.

Bazı vâizlerin, kürsülerde: "Bizim dinimiz akıl ve mantık dinidir!" diye coşmaları doğru, ancak eksik bir doğrudur. Doğrusu: "Bizim dinimizde, esas olan nakl olup nakli anlayıp uygulayacak akıl ve mantık dinidir!" Yoksa herkesin ayrı ve farklı bir aklı ve mantığı vardır. Ancak, herkesin kendine mahsus bir dini islâm dini içinde olamaz...
Nakle imânı sağlayan akıl, saâdet-i dâreynin (din-âhiret saâdeti) anahtarıdır. İlâhî hitabın muhatabı akıldır. Hem de akıl, temyîz kudretine de sahib olmalıdır. Temyîz (iyiyi kötüden ayırdetme) kudreti ise, maddî-mânevî sorumlulukla yükümlü olma hâlidir. Naklin esası olan nass ise; sarihlik, açıklık, kat'ilik demek olup dinde, mânâsında sarihlik ve kesinlik bulunan Kur'ân âyetlerinin delil olarak gösterilenidir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şu üç kimseden kalem kaldırıldı. (dini yükümlülükten muaf kılındı, ayrı tutuldu.) Bülüğa (rüşdüne) erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyayandan ve şifâ buluncaya kadar akıl hastasından" buyurmuştur.(Buhârî; Hudud 22, Talâk 11)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yedi yaşına girdiklerinde çocuklarınıza namazı emredin" buyurmuştur. (Ebu Dâvud salât 60)
Yâni küçük mümeyyiz... Rüşdüne erince ise kesin mümeyyizdi...

Aklı; ham, çocuk ve çırılçıplak olarak ilâhî hayret ve dehşet iklimine sürersek elbette mahvolur... Cüneyd-î Bağdâdî, Zünnûn-î Mısrî, Hüseyin Nurî v.d. Sûfîlerde: "ALLAH'ı ALLAH'ın târifıyle biliriz, ALLAH'ın varlığının delili, yine bizzât ALLAH'tır" derler iken dahi, aklın sâyesinde (yardımıyla) bu sözleri edebilmişlerdir. "Akıl âcizdir" evet âcizdir ama ana şarttır. O yoksa ne kalıyor? Ham akıl, aklını başına alınca, Gazzâli Hazretlerinin "el aklü'l-kudsî" dediği "ilâhî aşk" olur.... Sözün özü şu ki: Akıl kemâlini ikmâl edince AŞK; akıllı da kemâlâtını tamamlayınca ÂŞIK olur...

Tasavvuf akılla bilinir, anlanır ve yaşanır... İmâm-ı Alî (keremullahi veche): "ALLAH önce, âlime: "öğrettin mi ?" diye sorar. Sonra câhile "öğrendin mi?" diye sorar" buyuruyor.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sabaha kadar: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün bir biri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahibleri (Ülû'l-elbâb) için gerçekten açık ibret vardır." (Âl-i İmrân 3/190) âyeti celilesini okumuş, ağlamış ve: "Bu âyeti okuyupta düşünmeyene yazıklar olsun!" buyurmuştur...
Akıl (ham) lüb (öz, saf, ârî) aşk (ergin akıl)...
Akıl ehemmi (en mühimi), muhimme (mühim olana) tercih edecek dizayndadır.
İnsan : hayat + kudret (güç) + şehvet (iştiha) + akıl" birliğinde normal insandır.

DEVAMI VAR
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Azîz kardeşim,
İslâm âlimlerimiz, hükmü kesin olan âyet ve hadislere dayanarak islâm dininin geliş maksadını ve gayesini 5 esas üzerinde toplayıp bu hududun aşılmasında suç ve cezâ olduğunu tesbit etmiştir:
1- Dini muhafaza : suç: irtidad (red'den) İslâm dinini bırakarak başka dine geçme, ridded
de aynı mânâdadır.
2- Nefsi muhafaza : suç: katl: öldürme katliâm: bir anlamda herkesi öldürmektir.
3- Aklı muhafaza : suç: içki ve akla zarar veren diğer kötü ahlâk ve alışkanlıklar.
4- Nesli muhafaza : suç: zinâ. soy sobu, döl düşü, zürriyeti, nesili yozlaştırıp, yokediş...
5- Malı muhafaza : suç: hırsızlık, gasb, hile ile kandırma v.s...
Bir suç, sonuç olarak bu kâlemlerden birisine girer. Aklın muhafazası, tüm müslümanlara farzdır. İçki ve uyuşturucu gibi somut, devre ve modaya uyma adı altında genç akılların önüne düşüp, kişisel hürriyet adı altında şerre ve acılara çekip götürmeler şeklindeki soyut olan aklı yıkıcı şeylere dikkat etmeliyiz...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kişinin dini akıldır. Aklı olmayanın dini de yoktur!" buyurmaktadır. (Kenzü'l-Ummâl III/7033)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Akıl bakımından rızıklanan kımse felâha (kurtuluşa) ermiştir." buyurdu. (Aclûnî Keşfu'l-hafâ)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Akıllı kimse, nefsini hesaba çeken ve ölüm sonrası için çalışan kimsedir." buyurdu. (Tirmizî, Kıyâmet 25; İbni Mâce Zühd 31)

İçki ve uyuşturucunun insanın aklı ve muhakeme sistemini devre dışı bırakarak dini disiplin ve otoriteyi yerle bir edip sınırsız bir zorbalığa ve zâlimliğe sebeb olduğunu bu gün çocuklar bile anladı... Genetik sistemi alt üst edip alkolik ve esrârkeş nesiller zinciri doğmaktadır. Aklını uyuşturan ve canavarlaşan insanların cinâyetleri ise günümüzde tüyler ürpertiyor.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İçki, bütün kötülüklerin (habais) anasıdır."
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İçki bütün şerlerin anahtarıdır." buyurmuştur.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "....... Şu hâlde hamr (içki-uyuşturucu) dan kaçının. ALLAH'a yemin olsun, imânla içki müptelâlığı bir adamın sadrında ebedîyyen bir araya gelmez. Bunlardan biri diğerini gögsünden mutlaka çıkaracaktır." buyurmuştur.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her sarhoş edici hamr (aklı örten, tesirsiz, etkisiz ve yetkisiz kılan her şey) dir. Ve her sarhoş edici haramdır. Kim dünyada hamr içer ve tevbe etmeden, onun tiryâkisi olduğu hâlde ölürse, âhirette (şarab) içemez." buyurmuştur. (Buhârî, Eşribe 1; Müslim, Eşribe 73)
Enes (radiyallahu anhu) "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu 10 kişiye lânet etti: (üretim-dağıtım-kullanım-ticarette)
1- (Hamrı hazırlayana) sıkana,
2- (Hamrı hazırlatana) sıktırana,
3- (Hamr kullanana) içene
4- (Hamr içmeye sebeb olana) sâkilik yapana
5- (Hamrın dağıtımını yapana) taşıyana,
6- (Hamrın dağıtımını yaptırana) taşıtana,
7- (Hamrı satımını yapana) satana,
8- (Hamrın) satın alana,
9- (Hamrı teşvik edicilere) bağışlayana,
10-Hamrın parasını yiyene." buyurmuştur. (Tirmizî, Bûyû. 59 (1295); İbn Mâce Eşribe 6 (3381)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her sarhoş edici şey haramdır. Bir farak (2,5 lt.'lik küp) içildiği takdirde sarhoşluk veren bir şeyin tek avucu (tek yudumu) da haramdır." buyurmuştur. (Buhârî Eşribe 4; Müslim, Eşribe 67)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben sarhoşluk veren şeyi yasaklıyorum." buyurmuştur. (Buhârî Megazi 60, Müslim Eşribe 70)

Sarhoş edici, aklı sükût ettirici, insanı hududunun dışına çıkarıcı ve uyuşturucu olan içki Kur'ân-ı Kerîm'de tedricen (peyderpey) yasaklanmıştır:
Vahyediliş zamanı, sırası 70. sırada olan (Nahl 16/167 bkz.) âyeti celilesi ile "içki ve güzel yiyecek" ayırımı yapılmıştır.
Vahyediliş zamanı, sırası 87. sırada olan (Bakara 2/219 bkz.) âyeti celilesi ile: "içkide büyük bir günâh ve az bir fayda vardır."
Vahyediliş zamanı, sırası itibariyle 92. sırada olan (Nisâ 4/43 bkz.) : "sarhoşken namaza yaklaşmayınız."
Vayediliş zamanı, sırası itibariyle 112. sırada olan (Mâide 90/91 bkz.) : "içki şeytân işi, pislik ve murdardır. Terkedin!"

Azîz can kardeşim;
Şu andaki maksadımız içki ve kötülüklerini anlatmak değil de ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Aşk aynası olan aklı korumanın öneminin, en önemlisi olduğuna dikkat çekip şuûr edilmesine hizmettir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "Allaha ve âhirete inanan, hamr içmesin. ALLAH'a ve âhirete inanan, içki içilen sofraya oturmasın.". "Hamr mübtelâsı, puta tapan olarak ALLAH'a kavuşur." buyurmuştur.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ümmetim 5 şeyi helâl addederek benimserse târümâr olur:
1- Birbirlerine lânet okurlarsa (sevgisiz, saygısız, adâletsiz, merhametsiz)
2- İçkilere dalarlarsa (yürüyebilen bir bebek bile bakkaldan alabilip içebiliyorsa)
3- İpek giyerlerse (sefehât çıldırıp, zengin fakîr uçurumu ulusu yutuyorsa)
4- Çalgıcı dansözler ittihaz ederlerse (herkes çalıp oynayabiliyorsa)
5- Erkekler, erkeklerle (homoseksüel), kadınlar kadınlarla (lezbiyen) iktifa ederlerse!" buyurmuştur.
Hayâ yıkılmışsa, ilâhî sistem sabote edilmişse maddî ve mânevî yıkımın bizzâtîhi içinde demektir.
İşte akıl, aklı korumak ve aklın önemi: Akılperest ve nefisperestler hangi kılık, kıyâfet ve düşünce içinde olurlarsa olsunlar elbette müşriktirler. Ancak; İslâma girme, ikrâr, tasdik, anlayış ve maddî mânevî yaşayışta aklı ve nefsi ayakkabı çıkarırcasına çıkardığını sanmak ahmaklık, nankörlük ve hâinliktir... Maddî ve mânevî sistem bir bütündür. Devreleri, evreleri ve meyveleriyle tekemmüldedir. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in merhamet ve muhabbet gözleriyle bakmayanlar ve bakamayanlar hakka ve hayra aslında kördürler... Köre ise güneş, kuru bir söz ve sıcaklık hissinden ibârettir vesselâm...

Aklı tekrar mercek altına alırsak:
Aklın târifi: akıl, beşerî ve ilâhî nizâmı anlama ve rıza geçişini sağlama aracıdır.
Aklın mâhiyeti, değeri: ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ilâhî risâletle; imâna vesile olan enfüsî (iç) ve âfâkî (dış) bilgileri, ilmi ve Nur-u Muhammed'i, icada en yakın nurdan nur olan akıla sunuyor. Akl-ı evvelden, aklımıza aktarma olabiliyor. Aklın kulluk kemâlâtındaki konumu ve değeri açıkça ilk sıradadır.
Aklın fonksiyonu: risâlet kanalıyla gelen ilâhî emirleri (Nass-ı İlâhî) algılayacak hâlde ve fıtratta halkedilmiştir. Tebliği duyacak şekilde: "Semiğnâ!"
Aklın vazifesi: duyduğu, algıladığı bu emirlere uymasının gerekli ve şart olduğu şuûrunu idrak etmesi görevidir. Tebliğe uyacak şekilde: ".... ve ateğnâ!"
Aklın sorumluluğu: hayra ve hakka iştirâkte menfâat (sevâb); şerre ve bâtıla iştirakte zarar (azab) olduğunu bilmesidir.
Aklın Tekemmülü: ham akılın, akl-ı selim hâline gelmesi için, Muhammedî mekteblerde okumasıdır. Dinin HAKK (celle celâluhu)'dan geldiğini, gaye ve hikmetini ve tebliğin tümünü, "hak mı-bâtıl mı?" diye hakemlik yapmadan Akvâl-i Muhammed'e teslim olması Kur'ân ve sahih hadisi okuması tekemmül etmesidir. İlâhî tebliğin amacı; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ikilik (zıdlar) âlemindeki insanı tenzir ve tebşirdir. Dünya ve âhirette, hakka ve hayra giden imânî ve amelî nizâmın kaide ve kurallarını, akla aktarmak, öğretmek ve yaşatmaktır. İlim ve iradeyle Kur'ân'a teslimiyyetle islâm olan akıl... İdrak ve iştirakle Kur'ânî istikametle ise, mü'min akıldır. Artık, itirazı rızaya dönüştürüp kendisinin ilâh olmadığını anlayıp Hükm-ü Hakka boyun eğer. Akıl, ilâhî nizâma uyum sağlamak için tekemmül eder. İlâhî nizâm ölümsüzdür ve asla bozulmayan ve bozulamayan denge ve düzen busistemi ilk var eden Rabbülâlemin'inkidir.
İlâhî emirlerin gerçek maksadını şuûr eden akıl, "O"nu tasdik eder, duyar ve uyar...İlâhî emir haktır ve hayrı emreder...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: "Sana rûhu sorarlar. De ki, Ruh RABB'imin emrindendir. Zâten size az bir ilimden başkası verilmemiştir!" (İsrâ 17/85)
Âyeti inzal olduğunda Emr Âlemini çok iyi bilen ashab-ı kiram (radiyallahu anhum): "Yâ Resûlullah! bu âyet-i celile'den ne anlayalım?" diye sorunca Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "aklınız kadar!" cevâbını buyurmakla "herkes; kabınca, kaderince ve kapasitesince anlayabilir" prensibini ortaya koymuştur. İnsan; canlı olan, iradesiyle hareket eden, hisseden ve kudsî bir ruh sahibi olan varlıktır. Elde edilmesinde fayda olan hayrı ve zararlı olduğu için defedilmesi gereken şerri ancak akılla bilebilir ve anlar.

Hayrı ve şerri, lezzeti ve eziyyeti, fayda ve zararı bizzât bilebilmeli ki tercihinden dolayı âdil bir şekilde imtihan edilebilsin. Aklın gerekliliği binlerce delille isbatlanabilir; zâten herkes bunu bildiğinden söz uzar... En sorumlu durumda olan insan, nefsinin 5 duyu ile derlediği doneleri akıl sayesinde ilm eder, irade eder, idrak eder ve iştirake geçer. İnsan nefsi, zıdlar âlemi olan mevcûdatın sûret ve sîretlerini aklın kavrama sınırları içindeki kadar anlar ki buna da mâkulât deriz.
Akıl, insan letâifleri için bir fabrikada ya da evimizde elektrik ne ise öyle bir şeydir. Varsa ve 220 volt ise tefritsiz, ifratsız ve i'tidâl üzere öğretilmiş, eğitilmiş ve rüşdüne erdirilmiş ise tüm âlet edevât çalışır hâle gelir. Aydınlık veren ampüllerle (basar ve basîret) zerreyi, kürreyi ve kıbleyi görebiliriz. Nurumuza kavuşunca fırın yandırmaya, buz dolabı dondurmaya ve kalb televizyonu da binbir âlemi esmâ kanallarından seyrettirmeye başlar. Onun için akıl, Nur-u Muhammed'dir. Aslında ise Nurullahtır. Kudsî ve ilâhîdir. Kulluk imtihanı için ana şarttır. Akıl; ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in sonsuz esmâ tecellîsi olan celâl, cemâl, kemâl ve hemhâl cümbüşünün aksettiği sırr-ı sıfır perdesidir.

Hem oyuncusu hem de seyircisi olduğumuz hayat sinemâmızın senaristi, sistemin sahibi olan Subhan ALLAH Tealâ, elbette bu filmin sonunu bilmektedir... Biz ise umut ve korku içinde nefes nefes, alın yazımızdaki rollerimizi ister istemez oynamaktayız... ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL yarım nefeslik ömrümüzde Nur-u Muhammed'siz bırakmasın. Gaflet, cehâlet, dalalet ve ihânet karanlıklarından korusun... Âmin!.. Akıl, vicdan ve şuûr sahibi bir insan olarak hiç unutmamalıyız ki Sünnetullah ve Sünnet-i Resûlullah'ın insana verdiği önem nedeniyle adetâ yalvarırcasına ikâz edilen bu uçurumlardan, kemâl bulup rüşdüne ermiş bir akılla kurtulup, ebedî hayatın sonsuz saâdetlerine kavuşabiliriz. Gerçek tasavvuf ilmi bunun okuludur, bizler de talebesiyiz... Daha derinlere dalıp da Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmanın gereği yoktur.

Muhammedî metodda; Şerîat-ı Muhammedîyye, Tarikat-ı Muhammedîyye, Mârifet-i Muhammedîyye ve Hakikat-i Muhammedîyye aslında bir bütündür ve kemâl tevhididir. İnsan bilse de, bilmese de dördünü de normal hayatında yaşamaktadır. Tel çitleriyle ayrılmış değildir. Pankreas bezini ya da dalağı çok iyi bilen bir doktorla adlarını bile duymamış çoban Abdullah da bu organlarını kullanmaktadır. Biri bilinçli, dikkatli ve değerini anlayarak kullanır ve yaşar; ötekisi ise hiçbir bilgisi olmadan kullanıp hayatını sürdürür. Birisinde ilim, irade, idrâk ve iştirâk tevhidi formülü ve kemâli vardır. Öbüründe rastgele, ilimsiz, bilimsiz... Herkesin âlim olması da şart değildir ama asgari müşterekte buluşamazsak şimdilerde olduğu gibi mânevî hayat felç olur. Nalbantlar, tıb profesörü cübbesini giyip ameliyâta yatırırsa, derd diye dalağımızı söker alır... Sanki akıl; Emr Âlemi'nden olan ruhun, kalbe, nefse ve bedene aktardığı bir nur ve onların hayat bazarındaki nakitleri gibidir.
Akıl, "ASL"ının ne aynıdır ne de gayrıdır. Akıl bağdır... Yaratan ve yaratılan arasındaki ilâhî bağdır (aynadaki görüntü).
Amacımız derine dalmak ve daldırmak asla değildir. Bizler âcizâne kalender dervişler olarak bu âlemden çıkıp giderken mutlaka istenecek olan tahkik tevhidi oluşturmaya ve olgunlaştırmaya çabalıyoruz. Bakınız; İsrâ 17/85 âyet-i celile'si kendilerine okununca Yahudiler: "Bu hitab sadece bize mi, yoksa sen de bizimle berâber misin?" dediklerinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hayır, hem bize hem de size, bu hususta az bir ilim verildi." buyurdu. Bunun üzerine Yahudiler: "Amma da tuhafsın ey Muhammed! Biraz önce "Her kime hikmet verilirse, muhakkak ki ona çok hayr verilmiştir!" (Bakara 2/269 bkz.) dedin şimdi de böyle söylüyorsun!" dediler. Bunun üzerine ise:
"Eğer yerdeki ağaçlar kalem olsa deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine yardım ederek (mürekkeb) olsa, yine de ALLAH'ın kelimeleri tükenmez. Süphesiz ki ALLAH yegâne galibdir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir." (Lokman 31/27) âyeti nâzil olmuştur...

İlâhî emirlerin gerçek maksadını şuûr edebilecek rüşde, öğretim ve eğitimle (bilimle, ilimle) erdirilen akıl, ilâhî sesi duyar ve uyar... Tasdik ettiği ilâhî emir ise hikmettir, haktır ve hayırdır... İlgi sahası sıfırla sonsuz arası olan aklın; aslında ve fıtratında farklı anlayış melekesi vardır. Aklın sahasında ilâhî düşünce hürriyeti fıtraten vardır. HAKK (celle celâluhu)'da haksızlık, hâşâ olmaz... Kafanı (akıl tasını) iki eliyin arasına al da birlikte düşünelim... Kimdir Musa (aleyhi's-selâm) ve kimdir Firavun? Firavun'un anası Firavun'u; Musa (aleyhi's-selâm)'nın anasının Musa (aleyhi's-selâm)'ı sevdiğinden daha az mı seviyordu? İki annenin ikisinin de iki memesi Rahman ve Rahîm memeleri değil mi? Ne oldu da bu iki şahsiyet, şerrin ve hayrın iki ucu oldular? ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, Firavun'a hâşâ zulüm mü etti? Musa (aleyhi's-selâm)'a arka mı çıktı? Elest meclisinde; tüm kâinât, "Kûn! Ol!" emriyle var olan küllî şey: "Belâ! Bilakis, RABB'imizsin!" demişlerdir. Rubûbiyyetini kabul etmişlerdir. Kabul etmişler ki var olabilmişlerdir kâinâtta. Bu âleme gelip, yaşı mîkat mâhalline ulaşan yâni, aklı sorumluluk sınırına (bülûğ çağına) gelince Ulûhiyyetullahı (RABB'imizin ilâhlığını) reddetmişler ya da kabul etmişlerdir. Elbette ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, kaza, kader, irade ve (meşiyyet) dilemesinde mutlak hak sahibidir. Ancak, Kur'ân'da bildirilen Sünnetullah gereği, insan sûretinde yaratılan ve akıl emânetiyle donatılan herkes, verilen akıl ve irâdeyi cûz'i kadar imtihan edilmektedir. İnancını tercih edecek, uygulayacak ve kendisinin şâhidi de olacak.

Ondandır ki Firavun; kuleler kurup gök katlarında Musa (aleyhi's-selâm)'ın RABB'ini arayacak kadar zeki iken; bu aklını, kendi kulesini (bedeni) var eden RABB'ini bulmakta kullanmayıp: (Yûnus 10/83, Şuarâ 26/29, Kasas 28/4,38, Naziât 79/20-24 bkz.) âyeti celilelerinde bildirilen ilâhlık iddiasına kalkıştı! Aklını şerre kullandı bunu tercih etti ve tercihini de ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL tecellî ettirdi...
"Fe kale enâ Rabbikumu'l-a'lâ: Ben sizin yüce RABB'iniz değilmiyim!" (Naziât 79/24) diyerek halkedilişteki "Belâ!" sözünü, Ahdullah'ı inkâr etti! İlâhlığını ilân edip bu hususta İblisin de altına düşüp varlığın en esfeline indi gitti...
"Onları (Firavun ve yandaşlarını) ateşe çağıranların imâmı kıldık!" (Kasas 28/41) buyurularak, İblisin ihânet ve hile esfeline düşmüştür. Kulluk kemâlâtı oyununda bâtılın ve şerrin baş rol oyuncusu olan İblis de netice olarak bir yaratıktır. Hâliyle RABB'imizden korkar... Onun derdi ve hasedi âdemoğluyladır...
"Tıpkı şeytânın meselesi gibi ki insana: "inkâr et!" dedi de inkâr edince: "ben senden uzağım; çünkü ben âlemlerin RABB'i olan ALLAH'tan korkarım" dedi. (Haşr 59/16)
İnsan, ebedî hayat tercihini yaparken aklını, ilâhî vahiyle (nakl) kemâlâta (rüşde) erdirip, Hakk'a inanıp hayrı işlemekte kullanmalıdır.
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Habibi Edibi (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: "(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendileri için akıllanmalarına sebeb olacak kalbleri, işitmelerine sebeb olacak kulakları olsun... Çünkü gerçek şudur ki gözler körelmez, ancak sinelerdeki kalbler kör olur..." (Hacc 22/46)
Kafa gözü basar, Kâinât Kur'ân-ı Kerîm'ini akılla okurken; kalb gözü (basîret) hak gerçeğini nakle kavuşan akılla algılar...
Aklın mektebi: Sanatkârın sanatı, Nakkaşın nakışı ve Sahibinin şâhidi olan kâinâttır... Kitabı, Kur'ân-ı Kerîmdir. Öğretmenleri, Peygamberler (aleyhi's-selâm) ve başöğretmeni Efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.
İslâm akıl dinidir... İlâhî, naklî ve ledûnî ilimle yetişip, pişip, rüşdüne ulaşıp ve aşk kemâline eren akıldır bahsedilen... Kendi aklını kaybetmiş ham akıl değil elbete...
İslâm; tüm ilâhî ve Kur'ânî hükümleriyle Muhammedî yorum, prensib ve tatbikatta olgun aklı (akl-ı selimi) muhatab kabul eder... hedef seçer...
İslâm, aklı: Âfâk (dış) ve enfüste (iç) imânî işâretleri görmeye, hidâyete ait delilleri düşünüp şuûr etmeye; acemilik, ahmaklık ve din dışı ananevî alışkanlık esâretinden, sapık şehvetin (her türlü aşırı istek hırs ve tamah) mahkûmiyetinden kurtarmayı amaçlar. Karnın (mide) haramdan, kalbin yalandan korunması için inzâr eder (uyarır), helâl ve doğruya çağırıp tebşir eder (hakkı ve hayrı müjdeler).

Dini; yalnız ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e has kılarak, ihlâs ve rıza sınırının ârifi olarak kulluk yapabilmek ancak akl-ı selimle mümkündür. A'râf 7/29-Yûnus 10/22-Ankebut 29/65-Lokman 31/32-Zümer 39/2,11,14-Mü'min 40/14,65-Beyyine 98/5 gibi âyeti celileler Muhammedîleri İlmullah,Haşyetullah,Muhabbetullah ve Rızaullah tevhidine çağırıyor... Akl-ı selimi, ihlâs ve rıza sıratına çağırıyor..
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim
Şehvet (tamah, hırs, gazab, kin öfke); ifrat ve tefritte yanlışa, gazaba, kan dökmeye götürür. Şehvet, itidalle kullanıldığında ise yaşama arzusu ve sebebidir. Akıl, hikmete götürür. Hikmet ise İlmullaha, Haşyetullaha, Muhabbetullaha, Rızaullaha kısacası Mârifetullaha götürür.
İslâm, ilâhî hükümlerin içeriği olan hikmeti, anlamayı akla yükler. Anlatmaya çalışır. Anlatmadan ve anlamadan zorlamaz. Aklının kapasitesi dışında yük yüklemez. (Bakara 2/286; En'âm 6/152; A'râf 7/42 âyetlerine bkz.)
"(Resûlum!) De ki: buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Yapmacık davranan (mütekellifinlerden de) değilim..." (Sad 38/86)
Mütekellif: tekellüf eden, külfetli ve zahmetli bir iş tutan ve teklif eden.
Külfetsiz teklif ise Kur'ân-ı Kerîm'de:
1- Tevhid (ikrâr-tasdik)
2- Hakk (celle celâluhu)'yu tenzih-takdis
3- Hakkı (celle celâluhu) ilim-kudret-hikmet-rahmetle vasıflandırma.
4- Ortaksız ve zıdsız bilme ve inanma.
5- Başka ilâhsız olma
6- Ruha saygı
7- Kıyâmet ve haşra imân
8- Mâsivâdan yüz çevirip Mevlâmıza yönelim v.d. gibidir.
Nasıl ki insanoğlu, en uçtaki letâif olan bedeni bülûğa, yâni rüşde erince "kız mıdır-erkek midir?" bilince ilâhî hükümleri icrâ' etmekten kesin sorumlu ise, ham aklın da yetiştirilip rüdşüne erdirilmesi ve korunması mecburîdir. Akl-ı selim hâline getirilmesinde; ana-baba ve her müslümana görevler taksim edilmiştir. Aklın aşka dönüşmesinde...
Biz, bazı şeyler söylüyoruz; ancak, anlayışsız kafalar hemence reddetmesin, iyice dinleyip iyice düşünsün... Kendisi için düşünsün...
1- Yeni doğmuş bebek,
2- 18 yaşında rüşdüne ermiş delikanlı,
3- 40 yaşında imânını amele dönüştürmüş kâmil,
4- 80 yaşında mütekâmil tahkik tevhid ehli cihâna "elvedâ" diyen pîr-i fâni ve yolcu...
Kimdir bu 4 kademedeki 4 insan? Hepsi de sensin... Kemâlâtın sırrını yakalayamazsak, 4 kişi arar dururuz ve kişinin gerçek tevhidini asla bulamayız... Kuru kuruya lâf tokuştururuz, maâzallah... Elbette bebeğe ana sütü helâl, gayrisi haramdır... 1 yaşında çorba helâl, katı ve bilemediği zararlı her şey haramdır... 3 yaşında sıvı, katı her şey helâl ancak; çoçuk aklı, zemzemi-zehiri bilmez de onun için analarımız 24 saat durmadan ve merhametle bir saniye bile gözden ayırmazlar...
Musa (aleyhi's-selâm)'ın kekemeliğine sebeb diye anlatılır ya... Küllî şeye kadîr olan Mevlâm... Düşmanına Dosdunu büyüttürürken Musa (aleyhi's-selâm), 1 yaşında Firavun'un kucağında oynarken sakalını avuçlayıp çekip yolmuş. Firavun düşünmüş: "bu ufacık bebekte bu güç nasıl olabilir, bir avuç sakalımı sıyırdı indirdi? Sakın bu, tacımı tahtımı târümâr edecek İsrâilli oğlan çocuğu olmasın!" diye... Sonunda ihtimâle fırsat vermemek için öldürülmesini emredince: Firavun'un karısı; gizli mü'min, çileler cevheri Asiye, kocasına: "bu bir tıfıldır, nerden bilsin tacını tahtını?" der. Firavun ise, deneyelim görelim: "bir mangal kor ateşi ile bir çuval altını yanyana koyunuz... Aklı gerçekten tıfılsa ateşi alır. Rüşde ermiş ilâhî ve mu'cizevî ise altını tercih eder!" der... Getirilir. Musa (aleyhi's-selâm) sağ eliyle kızıl kordan bir parça alıp ilâhî şehâdet şekerini ağzına atınca dili yanar ve kekeme kalır...Kurtaran kurtarır Musa (aleyhi's-selâm)'ı... Bu aldığı nar ise, sağ elinde Beyza Nuru ve dilinde Tevrat tevhidi olmuştur... Firavun sırf aklıyla mahvolmuş, Musa (aleyhi's-selâm), akıl ve nakl tevhidiyle mübârek Musa (aleyhi's-selâm) olmuştur.
İşimize dönelim... 18 yaşında delikanlının sözlerini, fiillerini, ahlâkını ve hâllerini hatırlıyormusun azîz kardeşim? 40 yaşı da geldi geçti... 65'de bitti... Kemâlât yolculuğu bitmedi... Ham akıl da tıpkı böyledir... Nasıl ki 18 yaşındaki delikanlıyı 40 yaşına çekersek ya da 60 yaşındaki insanı 6 yaşına indirirsek zulüm olursa... 18 yaşındasın ama 40 yaşının özellik ve güzellikleriyle mecbursun dersek, 22 yıllık kaderine yazık olur ve hayatından o bölüm silinir... Yine 70'lik bir dede; 7'lik bir torun gibi söyler, iş yapar, ahlâk ve hâl ortaya koyarsa, bu "sakallı dede bebe"nin hâline kim yanmaz...
Ondandır ki islâm; ham aklı, tekemmülle selim akıl yapmak için:
1-Şerîatte: âyet ve hadisle (sözle, hükümle) terbiye eder. Terbiye edilmiş akıl terbiyeli akıl olur...
2-Tarikatte: hikmetle (sohbetle, sünnetle), tecziye ve tezkiye edip temizler ki temizlenmiş, tezkiyeli akıl olur...
3-Mârifette: kudretle (zevkle, ahlâkla), tasfiye eder, akla karışmış akıl rengi ve hâlini almış alışkanlıklardan arıtır, tasfiye eder. Saf akıl... Selim akıl, tasfiyeli akıl...
4-Hakikatte: vahdetle (hazla, hâlle) tecliye edilip cilâlanmış mâsivâ işinden âri ve ilâhî akıl, aslına rücû' etmiş tecliyeli akıl...
Bu hususu biraz daha açalım ve açıklayalım:
1-İLİM'in esas olduğu bedensel âlemdeki terbiyeli aklın iş görebileceği şerîat âleminde "Ben!" vardır... Herşey "Ben" le başlar, "Ben" le biter... Sıfırdan sonsuza kadar hep Ben! Ben! Bir tek can vardır, o da benimkidir... ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL dahi "şöyle yaparsan, seni cennete sokacağım; şöyle yaparsan, seni cehenneme atacağım" buyurur... Şerîat âleminde böyledir bu, istediğin kadar genişlet...
2-İRÂDE'nin esas olduğu nefissel âlemdeki tezkiyeli aklın iş görebileceği tarikat âleminde Pîr (kaddasallahu sırrıhu) vardır. Pîr komutandır... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in zikir ve sohbet mîrâsına gerçekten vâris olmuş sözü, fiili, ahlâkı ve hâlleriyle sırf ve saff Muhammedî olan Ehlullah, Velîyullah ve Kâmil mürşid olan Pîr; "Ben! Ben!" deyip dört nala giden öğretim ve eğitim vermekte olduğu öğrencisine: "dur yolcu! Sen kimsin? Kendini ve RABB'ini bilir misin? Nerden nereye yolculuk! Çırılçıplak girip çıktığın bu saha, imkânla imtihân yeridir... Hele bir soluklan ve dinle tebliğ-i Muhammedîyeyi! Enfüste (iç) şah damarından yakın olan kim? (Kaf 50/16 bkz.) Âfâkta (dış) küllî şey'i yutan kim (Nisâ 4/126 bkz.) ve sen kimsin? Ortak mısınız?" Muhammedî sohbetinin sonunda ise: "Ben!"ler "Biz"e dönüşür... "Bizim, bize, bizi, bizde, bizden!" başlar... Sen, ben, o, biz… Biz hepimiz Muhammedîyiz iksirini içirir.... Pîr, Muhammedî oluş şuûruna bizi akıtan ark (kanal) dır...Hakkın ve hayrın hasbî ve habibî hizmetçisidir.
3-İDRAK'in esas olduğu kalbî (gönülsel) âlemdeki tasfiyeli aklın iş görebileceği mârifet âleminde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bizzâtîhidir... Söz ve sohbet kaynağından zevkedilir... Neticede Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dahi: "biz, biz!yoktur, O'ndan (celle celâluhu) başka!" buyurarak söze sığmayan bu âlemden, hâl âlemi olan "sırru'l-sır âlemi"ne isâl eder... Bu fakîr hep: "Yâ RABB'i, bu kıtmir Kul İhvânî'ni, sevgilin ve sevgilisi Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kalbinde cennetine sok!" diye dua ederim... Daha doğrusu: "...Bizi!" diye dua ederim...
4-İŞTİRAK'in esas olduğu Ruhi âlemdeki tecliyeli akıl (ki rüşdüne erince ve kemâlât bulunca AŞK adını almıştı) iş görebileceği hakikat âleminin hâllerini; "diyen bilmez,bilen demez." orası bizzât yaşanır! Herkes RABB'ısıyla başbaşa, parmak izi gibi şahsına mahsus ihsânına kavuşur. Orada, halkedilenlerden kimse yoktur... Mahlûkat açısından sonsuz sükût-sûkün ve gark oluş vardır...Bizim için Muhammedî mahviyyet sahasıdır...
Bir tas tulû'at içelim, nefeslenelim...

DE, DOSD...


Resûlullah AHD-ü-Kavlî
Sana sünneti a'mâli
Âhlâkı ile ahvâli
HAK'tan hazır hidâyettir...


RABB'ba rücû-ürûc mi'râcı
Nur-u MUHAMMED sirâcı
Âşıklara TEVHİD tâcı
Lûtf-û-ihsân letâfettir...


"Sevgili sence!." güzelim
"Sevenler!." Bence, güzelim
RABB'bından önce güzelim
"Kendin bilmek" kerâmettir...


Huzur bul Hâl-i Hâzır'a
Özün aç "heran Nâzır"a
ARİFlerin kalbi "HIRA"
Darü's-Selâm selâmettir...


İHVÂNÎ'm EHL-İ BEYT ile
RESÛLULLAH yolu çile
Evvel-Âhir ALLAH bile
Bâtın-Zâhir, Zerâfettir...



ZEVK - 2086
"Aklımız-parmak izimiz-el yazımız", cihânda tek
Öze giden izlerimiz, kendimizi bilir isek
Tebliğ-Tevhid-Tenzir-Tebşir, aşk bahçesinde yetişir...
Halkı Üzmez-Üzülmezsek, Sever isek Sevilirsek...


HAYY HAKK
Muhabbet çile, bazı DOSD
"BİRLİK BAZARI"n razı DOSD
Sevilenlerin nazı DOSD
Sevenlerin niyâzıyım...


Şarktan Garba ulaşırım
Bir nefeste dolaşırım
ARZ'dan ARŞ'a "AŞK" taşırım
ÂŞIK'ların avâzıyım...


CAN'a Cennet kucağıyım
"Olur!-Olmaz!" ocağıyım
Kızılkor'un sıcağıyım
Zemherinin ayazıyım...


Toprağın "TEVHİD ÖZÜ"yüm
Ateşin "IŞIK GÖZÜ"yüm
Rüzgârın esrâr sözüyüm
Suyun yüzünde yazıyım...


İHVÂNÎ'm eli zilliyim
"MUHİT"im "MERKEZ MİL"liyim
Yedi tel yedi dilliyim
SEVDÂ SULTÂNI'n sazıyım...
Resim
Cevapla

“►Soru - Cevap◄” sayfasına dön