SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

*XIII*

Tâlib isen can u dilden aşk ile eyle sefer
Ref ola benlik hicabı alasın Hakdan haber


Ey can sen gerçekten Hakikatı anlayıp nereye/KİMe gittiğini BİLdiysen/ Tâlib isen, candan gönülden HAKK’a DÖNüş-RABBa Rücû’yu İsteyensen eğer,
O zaman kendiyin izafî-iğreti-gölge-gelgeç “bEN”lik perden ref’ olsun-kalksın diyorsan,
AŞK ile seyr ü sefer et! YOLu-YOLcuyu-YOLLUğu-YOLdaşı iyice bil!.


Resim

Bağbâna vir ki o gönlün fidanın aşlasın
Kendi bildiğinde kalıp olma bir kûhi seçer


Sana bu hayatta emâneten verilen İmkÂNlarınla İmtihÂN olacaksın o zaman bu “nefs” fidanını GüLBAĞı’nın Sahibinin Sultanı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Şeriat-ı GaRRa Bahçasına emanet etki TEVHİDuLLAH AŞIlasın!.
Ham ve RÜŞD Ermemiş/meyecek yoz AKLınla kısır döngüye düşüp, at gözlüğü takıp “bildiğim bildik!” türküsü çağırma! Ve yanardağlar gibi bomboş yeşilliksiz gelip geçme bu ÂLeMden!..


Resim

Ölmeden evvel ölümün ma'nisin zevk eyle ser
Bildiğini öldüre-gör kalmasın andan eser


Akıl Tası bu başına Ölmeden EVVel Ölüp DİRİlme BUYruğun mânâsını Tâlim/Terbiye ki Öğretim/Eğitim ettir..
Nefsinin kendi bildiği dünyevî ve sonuçsuz hevâ heves bilgisini öldür ve ondan bir aVARlık kalmasın ki Mâna Gülleri açabilsin ölmek yok olsun Zâikası-ZEVKi kalsın eser olarak bu Âlemde.


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem!: “Mûtû kable en temûtû: ÖLmeden önce ÖLünüz ! ” buyurmuştur. ( A c l u n î, K e ş f u ’ l - H â f â I I - 2 9 1 - 2 6 6 9 )

ZâiKa: (Zevk. den) Tatma, tad alma. Tad alıcı kuvvet, tad duyurucu hassa.. her ÂN DOĞuş-Ölüş Şe’EN ŞeNliğiine İştirak ZeVKimİZ..

"Küllü nefsün zaikatül mevt: her NEFS ÖLÜmü Tadacaktır!"

Kur'ân-ı Kerim'de üç sûrede geçmektedir:

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim---Kullu nefsin zâikatu'l-mevt(mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevme'l-kıyâmeh(kıyâmeti), fe men zuhziha ani'n-nâri ve udhıle'l-cennete fe kad fâz(fâze), ve mâ'l-hâyâtu'd-dunyâ illâ metâu'l-gurûr(gurûri).: Her nefs, ölümü tadıcıdır ve lâkin ecirleriniz (amellerinizin karşılığı) kıyâmet günü ödenir. O vakit kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa o takdirde o kurtulmuştur. Ve dünyâ hayâtı, aldatıcı metâdan başka bir şey değildir.”

(Âl-i İmran 3/185)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---Kullu nefsin zâikatu'l-mevt(mevti), ve neblûkum bi'ş-şerri ve'l-hayri fitneh(fitneten), ve ileynâ turceûn(turceûne).: Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şerr fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz.”

(Enbiyâ 21/35)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn(turceûne).: Bütün nefsler ölümü tadıcıdır. Sonra Bize döndürüleceksiniz.”

(Ankebut 29/57)

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ
Resim---Kullu men aleyhâ fân(fânin).: Bütün-her canlı kişiler (insanlar ve cinler) fânidir (yok olucudur).”

(Rahmân 55/26)

Resim

Kendi bildiğindir ancak seni Hak'dan yâd eden
Kıl kadar bilmek kalursa yok sana pirden nazar


ALLAH celle celâluhu ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi DUYmadan Uymadan bir EVLiYâULLAH terbiyesi –EDEBi ALmadan kendi BUZ AKLınla BİLdiğin şeyler seni Şahdamarından da yakın AKRABA olan er RABB/el HaKk celle celâluhu’dan ayrı bırakır yâdellerde yaşatır!.
Sen kendi reyinle/aklınla yol almaya kalkarsan-benlik davası edersen unutma ki kıl kadar bile olsa artık, PÎR kaddesallahu sırrahu’dan sana Nazar/ HiMMet Hizmet yoktur unutma!..


Resim

Aşk-ı Hakdan gayri tâ'at nafiledir cümle hep
Gaybîyâ farz-ı eda it kıl nevafilden güzer


HaKK’ı ama-sız, DUYup-UYmak Yolunun; Teslimi, İmanı İtâatı İştirak tâbi oluşu ancak AŞKuLLAHtır bundan başkaları da o kimselerin kendi uydurdukları çıkmaz sokakalarıdır tümü de NÂFîLedir.. Allah korusun!..
EYy Gaybî kaddesallahu sırrahu BaBam, sen el Hakk celle celâluhunun FARZını ilk önce EDÂ et/yerine getir ve çoğu sonradan ekleme biat türü MuhaMMedî olmayan NÂFîLelerden vaz geç!.
Resim
fatmabatı
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 90
Kayıt: 06 Kas 2012, 16:51

Re: SUN'ULLAH GAYBÎ DÎVÂNI ŞERHİ

Mesaj gönderen fatmabatı »

kulihvani yazdı:Cihânın müstakil kendi vücudiyle vücudu yok
Mümâsildir serabı su sanurlar teşneler bir bir


Bu cihanın Yartandan ayrı kendi başına bir VÜCÛDu asla yoktur.
Vâcibu’l-VÜCÛD OL-AN ALLAH celle celâluhu’nun NURundan MEVCÛD gösterdiği İzafî-İğreti-Geçici gölge görüntülerdir.
Bu şuna benzerki suzuluktan ciğeri yanan teşneler, bu ÇÖLde gördükleri her serabı derya-deniz SU görürler ve SU var sanırlar bu IŞIK OYUNUnda BİR BİR..



Cihan ma'dum Hak mevcud bu halk mefkud Hak meşhud
Kıdem baranı katre katre halk üzre yağar bir bir


Bu caihan ADEM-YOKLUKtur, bir tek VAR OL-AN vardır HAKK ALLAH celle celâluhu..
Bu El Hâlik ALLAH celle celâluhu’nun Halkettiğ Halk, sebeblere dayalı kaybolmaya mahkum ve aslında SANALdır.
Gerçek olan ve şehâdet edilebilen TEK HAKK Teâlâdır bu ÂLEMde.
Onun için bu GEL-GEÇ HANInda, her HALKın başları üzerine ESKİMEK ve DEVRÂNda durmadan DÖNerek gitmek YAĞMURu damlaları yağar durur BİR BİR..



Düzülmüşdür surahi ney saf olmuş muntazır nağme
Nefes urdukça neyzen zâhir olur nağmeler bir bir


ÖMÜR Sürahisi dopdolu her CANa Zü’l- Celâli ve’l- İkramdan Kadarınca-Kaderince SUNulmuştur.
HaYYat Meyhânesinde Nefes NEYleri yewrini Almış ve ÇALınacak EZGİ-YAZGI Oynanacak KULLUK Oyunu beklemektedir her nEFS için..
Yarattığı toprak NEYine-ÂDEMe Rahmân Nefhasını üfürdükçe Özden de YAKÎN OL-AN Neyzen celle celâluhu,
Bâtın zâhire çıkar da, Tecellî Ternnümünü ARZdan ARŞa duyar her ZERRe ve Her KÜRRE BİR BİR..



Nefes neyden göründü âşikâr etdi makamatın
Neva uşşak acem nevruz murabba' oldular bir bir


Oysa ham AKIL bakınca Nefesi NEYden sanır, halbuki SİLM AKIL Neyzeni BİLir ve Nefesini NEYden dDUYar ve Muhammedî SESin İlâhî SÖZ Makam, mansab, mesned, mazharlarını açıkça OKUr!
Bu COŞkun CüNbüş
Neva Makamı, Uşşak Makamı, Acem Makamı, Nevruz Makamı 4-lüsü gibi;
Şeriat-ı Muhammedî
Tarikat-ı Muhammedî
Mârifet-i Muhammedî
Hakikat-ı Muhammedî FASLların Açar mânâ Âlemlerimize BİR BİR..


Neyin surahlarına neyzenin parmakların urdu
Alup yek gâh dü gâh zengûle ney yol buldular bir bir


NEY-in Dokuz deliklerine Neyzen celle celâluhunun Tecellî Parmakları vurdukça DÜZ SOLUK 7 DİLLİ SESe dönüşür de,
Gâh 1 Vuruş, gâh 2 VURuş gâhi ZENgûle Makamında NEY Hayyat YOLunu alır gider BİR BİR..


ZENgûle Makamı ilginçtir: Şifalı bir Türk Müziği Makamıdır. Kalb hastalıklarının devâsıdır. Uyku hali verir. Sabah ve öğlen arası etkilidir. Toprak tabiatlı, sıcak ve nemlidir. Menenjit ve beyin hastaliklarına etkilidir. Mide ve karaciğeri rahatlatır. Ruh hastalıklarının tedâvisinde etkilidir.
ZENgûle Makamı ilginçtir: Şifalı bir Türk Müziği Makamıdır. Kalb hastalıklarının devâsıdır. Uyku hali verir. Sabah ve öğlen arası etkilidir. Toprak tabiatlı, sıcak ve nemlidir. Menenjit ve beyin hastaliklarına etkilidir. Mide ve karaciğeri rahatlatır. Ruh hastalıklarının tedâvisinde etkilidir.

Form: Peşrev
Makam: Zengüle
Usul: Devr-i Kebîr
Beste: Dimitrie Cantemir , Kantemiroğlu (1673--1723)
P19 - W302 -589-90



Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

*XIV*

Gönül meyhanesinden aşk şarâbın
Demâdem içmiyen âşık değildir
Burak-ı aşk ile varlık hicabın
Demâdem geçmiyen âşık değildir


Şah damardan Yakın ülkesi gönül meyhanesinden AşKuLLAH şarâbın,
Her nefeste hiç durmadan içmeyenler Hak Âşık değildir..
AŞKın Burakı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin mi’rac bineği-kanatları NûR-u MîM BURAKına binmeyenler ki;
MuhaMMedî Şûuru BiLmeyen,
MuhaMMedî Nûru BULmeyen,
MuhaMMedî Sûrurda OLmayan,
MuhaMMedî O-Nûru YAŞAmayan Hak Âşık değildir..
Ve de YAŞAnmayan Yalandır…


Resim

Ser u can terk idüp cânân yoluna
Konup can bülbülü irfan gülüne
Hümâ-yı sırr ile vahdet İline
Demâdem uçmayan âşık değildir...


İğreti geçici ve İmkÂNla KULLuk İmtihÂNı için verilen gÖLge başı ve canı delip geçip de şah damardan da AKRABA olan Rabbu’l- Âlemîne-cÂNÂNa Erip,
CÂN BÜLBÜLü İrfÂN-ı MuhaMMed GÜLÜne konup,
SIRRın HüMÂ KUŞU ki her Nefsin kendinde olan Hakikat-ı MuhaMMediyyesi- Devlet-Saadet-Mutlulu Kuşu ile bu Kesret ki YOKluk-ÇOKluk ülkesinden DİRİyken geçerek, Vahdet-TEKlik dâru’s- SeLÂMına hiç durmadan her nefesle yolmayan Hak Âşık değildir..


Resim

Okuyup aşk ile gönül kitabın
Unudup âlem-i sûret hisâbın
Cenâb-ı Bâriden kesret nikâbın
Demâdem açmayan âşık değildir...


Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi DUYup UYup kendi habil’l- veridinden Aşkullahın gönül-ÖZ-sîret kitabını basîretle Okuyup,
Kafa gözün gördüğü ve uyduğu şu Sûretler Âlemindeki sanal Oluşları unutup,
El Bâriü ALLAH celle celâluhudan şu akıllarımız yanıltan gel-geç kesreti YOKluk-ÇOKluğunun perdesini kaldırıp küllî ŞEY’deki Kesrette Vahdet-TEKlik perdesini her ÂN ŞeÂNda açmayanlar Hak Âşık değildir..


El Bâriü :
Resim

Resim

Gice gündüz edüp efgân u zarı
Gönülden kaldırup sabr u kararı
Elinden aldırup hep cümle varı
Demâdem göçmeyen âşık değildir...


Zaman zarfın yırtarak gece-gündüz durmadan feryad ile meded inlemeleriyle, gönlündeki sabretmeyi karalı kalmayı söküp atmadan,
Benim sandığı her şeyini yere saçıp elden çıkarıp her nefeste DÂRU’S- SELÂM diYÂRına GÖçmeyen Hak Âşık değildir..


لَهُمْ دَارُ السَّلاَمِ عِندَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---“Lehum DÂRU’S- SELÂMi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne): Onlar için Rableri katında barış yurdu vardır ve O, yapmakta oldukları dolayısıyla onların velisidir.” (En’âm 6/127)

Resim

Bu yolda sağ ımdur ya sayrı mıdır
Alan viren bu mu ya gayrı mıdır
Hak ile Gaybî bir ya ayrı mıdır
Demâdem seçmeyen âşık değildir...


Her ÂN ŞeÂNuLLAHta yeniden yaratılıp duran şu İnsÂNoğlu bu Hayat Yolunda gerçekten diri midir-hayy mıdır yoksa hasta mıdır en azından ki ÖLÜ değilse!.
Ey Gaybî babam kaddesallahu sırrahu bu yolda CÂNı VERenle ALan başkası ıdır ALLAH celle celâluhu dan başka kim var yaratan!
İşte bu farkı seçemeyenler ALLAH celle celâluhu muza ortak arayıp bulanlar gerçekten Hak Âşık değildir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

*XV*

Ârif-i billâh olan ne Lâ-vü-ne illâdadır
Nefy u isbât eyleyen zâhid kuru da'vâdadır


Ârif-i billâh olan mürşid, ermiş, evliy ki Hakk’ın nuru ile Cenab-ı Hakk'ı bilen, âlemi, hâdiseleri İlahî feyz ve ilim ile gören velînin Tevhidi dilindeki nefyi-olumsuzluğu sadece “Lâ” değildir. İsbatı da sadece “illâ” değildir. Dilindeki özünde olmayan zâhirî zâhidlerin kuru davalarıdır bu.. Özlerine inmemiştir sözleri..

قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm: Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucurât 49/14)

Resim

Sen ana bir de gerekse dime ol birdir heman
Vahdet-i Hak sanma tevhidinle istilâdadır


Sana “Hak tektir-Birdir!” demek mutlaka lâzım olsa da senin aklın anlamadan mutmain olup tam inanıp mü’min olmadan “O Birdir” demekle tevhid ettiğini zannetme!
Ve sakın sanma ki el Hakk’ın Vahdet tevhidi senin demenle gerçeleşiyor!. ALLAH celle celâluhu ZÂTen el Vahidu’l AHADdir..


El Vâhidu :
Resim

El Ahadu :
Resim

Resim

Hak yolu aşkdır dediler kümmelîn-i vasilin
Berzâhiler dediler kim Hakka yol esmadadır

Hakka ve Hayra ulaşmışların Kâmilleri, olgunları, ilmen dinen ve mânen kâmil olan büyük zatların buyurduğu-gösterdiği-götürdüğü Hakk’a giden yolun adı “AŞK Yoludur” dediler.
Berzâhiler ki, dünya ile âhiret iki âlemin arasında kalıp yol arayanlar ise, mânâlarını DUYup-UYmadan sadece esmalârı tekrar söylemeyi zikir sananlar ise “Hakk’a yol esmadadır” dediler..


Resim

Ayn-ı eşyayım dedi Hak bize ol burhan yeter
Zümre-i vahdet-şinâsın payesi a'lâdadır


Cenâb-ı Hakk ALLAH celle celâluhu “Eşyanın AYNıyım!” buyurdu ki bu delil bize kâfidir ve yeterlidir.
Zümre-i vahdet-şinâsın ki VAHDETi bilen anlayanların payesi- rütbesi derecesi yüceler yücesindedir..


Resim

Sen seni sen sanur iken Hak sana olmaz ayan
Senliğin ref it aradan varlık ol ma'nâdadır


Sen ham aklınla “ben benim!” der isen şahdamarından da akraba yakın olan yaratanının “BEN” hitabın duyamazsın ve el Hakk ALLAH celle celâluhu sana âşikâr ve belli olmaz.
Sen bu izafî-iğreti-gelgeç-gölge “ben” liğini ortadan kadır ki, ASLına-RABBına rücû’ et ki Yaratılış ve Kulluk sebebinin mânâsı işte bu noktadadır..


“EnALLAH!”:
إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
Resim---“İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî: Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.” (TâHâ 20/14)

İRCİ’ ->MeRKeZ..: “RABB-e RucÛ”:

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---
“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh (mardıyyeten) : dön Rabbine, sen O'ndan O senden hoşnut olarak!” (Fecr 89/28)

MuHiT > FıRRu.. -> “Fe Firru!” ALLAH-a KAÇ-mak:

فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Resim---
“Fe FİRRû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun) : (Ey Rasûlüm, de ki: ) O halde hemen ALLAH’a kaçın, (küfrü bırakıb hemen imana gelin). Gerçekten ben, size, ALLAH tarafından (azab ile) korkutan açık bir peygamberim.” (Zâriyât 51/50)

Resim

Bu seni sensiz getürübdür Cihâna Girdigâr
Kendini fehm eyle gayrî yokdurur ahfadadır


Şu anda “ben” dediğin seni bu âleme sen ortada yok iken getirmiştir cihÂNa ol Girdigâr- Yaratıcı, kudret sahibi ALLAH celle celâluhu..
Sen gerçekten kim olduğunu gerçekten düşünür, zihnen kavrar, anlar ve BİLirsen bir daha “ben” diyemezsin.. ve bir daha “ben” dediklerin yok olur gider en gizlilik dehlizlerinde unutulur gider..
Bu nefsini-kendini bilişin seni şahdamarından da yakın akraban olan el RABB ALLAH celle celâluhu ya götürür..


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir”” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

er RABB:
Resim

Resim

Hak kul olmaz kul Hak olmaz mülhid olma
Gayri isbat eyleyenler şirk ile gavgadadır


El Hak ALLAH celle celâluhu yaratan er RABBdır ki, yaratılan abd-kul olamaz, kul olan da yaratan Rabbısı olamaz! Mülhid- dinden çıkan, dinsiz, kâfir, imânsız olmayı bırak artık!

El Hakku :
Resim

Resim

Hakkı görmek isterisen aşıka mirata bak
Sohbet i mevla dilersen meclis i danadadır


Ey hakka âşıkım diyen sen, gerçekten HAKkı görmek istiyorsan kalb AYNana bak ki Şah damarından da yakın olanı göreceksin!.
El Mevlâ ALLAH celle celâluhu sohbetine ki Sahib çıkacaksın-Sahib çıkacak meclisidir bu.. gerçek ALLAH dostları olan DÂNÂ- MuhaMMedî Tâlim ve Terbiyeden geçmiş, bilgili, bilen, malûmatlı, âlimlerin meclisidir.. işte onların DİLi Hakk’ın dilidir.. yolları Hakk'ın YOLudur.. Elleri de Hakk'ın ELİdir..


Resim---Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve selem: "ALLAH Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harb ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifâye) şeyleri edâ etmesidir. Kulum bana nâfile ibâdetlerle yaklaşmaya devâm eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma taleb etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem!." Buyurdu.

(Ebu Hüreyre radıyALLAHu anh’dan; Buhârî, Rikak 38.)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ELine EL verenlerin ELLeri YEDULLAH/SENin elindedir Yâ RABBenâ!.:

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---
“İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen): Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah'a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir)” (Fetih 48/10)

El Veliyyü :
Resim

El Vâlî :
Resim

El Mevlâ :
Resim

Resim

Ayn-ı eşya olıcak Hak sen seni ne anladın
Remzin fehm eyledinse merteben aladadır


Elbette AKlın NAKle ulaşınca Anlarsın ki, ALLAH celle celâluhu NÛRu olan Eşyânın ASLI, el HAKK ALLAH celle celâluhudur..sen ise kendine bir senlik-benlik arayıp durma gölge iken..
Ancak yaratılış sebebin olan KULLUk Remzini-gizli işâretini ANladıysan gerçekte merteben SultÂNlıktır ve yüceler Yücesi A’liyyü’l- A’lâdadır.. İrcî’ çağrısı da budur zâten..


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allahümme erine’l- eşyae kemahiye: Allah’ım, bana eşyanın hakikatini göster” buyurdu.
(Fareddin Razî Tefsirü’l- Kebir, TâHâ Sûresi)

Resim

Hâsılı her ne dilersen Gaybî-i ednâya bak
Âlem-i suğrâda olan âlem-i kübrâdadır.


Ey kul ihvÂNi şaşkınım sözden hasıl olan-doğan özet şu ki sen bu AŞK/Hak yolunda ne dilersen bu yolda toz-toprak olmuş Gaybî SultÂN kaddesallahu sırrahu BaBama bak!
İnsan denilen bu en küçük Âlemde en büyük Âlem olan Kâinât el AN mevcuddur.. kendi kitabından önce İlmin Kapısından girersen ve de okur duyar-uyarsan!.


Azîz EfendimİZ İmâmı Alî kerremullahi veche:
Resim---Eyâ insan cirmike cirmis-sâgirun, ve fike intavâ âlemü’l-ekber...” “Ey insanoğlu! Cirmin (cisim, hacim) çok küçüktür, fakat âlemü’l-ekber sende intevadır, mündemictir. İçine sokulmuştur (o kadar da değerin var) ! Buyurması ne hârikadır.


Âlem-i Asgar: Daha küçük âlem. En küçük âlem. * İnsan.(adem)
Âlem-i Ekber: En büyük âlem. Kâinat (alem)
Tavâ kökü: elbiseyi, yatağı v.s. dürüp katlamaktır.
Mündemic: (dümûc’dan) indimâc eden, dürülüp sarılan, içine yerleşen, içine sokulması olup aynı anlamdadır.

BU Naz-Niyaz NOKTAmızın daha iyi AN-laşılması İçin:

Âlem-i Asgâr (küçük âlem) olan insanoğlu, hakikatte Âlem-i Ekber’in (Büyük Âlemin) timsâlidir-benzeridir, örneğidir.
O’nda olan o’nda da mevcûddur.


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: "Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır"
(Suyutî’nin el- Cami’us-Sağir 1/415, İbni Hacer el-Heytemi' nin Sevaik’ul Muhrika 73; İbn-i Hacer Askalanî’nin Tehzib’ut-Tehzib 6/320; Hâkim en-Nîsâbûrî’nin Müstedrek-i Hâkim 3/126)

Buyurduğu Azîz Efendimiz İmâmı Alî kerremullahi veche:
Resim---
“Eyâ insan cirmike cirmis-sâgirun, ve fike intavâ âlemü’l-ekber...” buyurmuştur.

Tavâ kökü: elbiseyi, yatağı v.s. dürüp katlamaktır.
Mündemic: (dümûc’dan) indimâc eden, dürülüp sarılan, içine yerleşen, içine sokulması olup aynı anlamdadır.

Resim---“Ey insanoğlu! Cirmin (cisim, hacim) çok küçüktür, fakat âlemü’l-ekber sende intevadır, mündemictir. İçine sokulmuştur (o kadar da değerin var) !”
Buyurması ne hârikadır.


Ey insanoğlu Âlemü’l-Ekber senin özüne, enfüsüne, fuadına dürülüp sokulmuştur.
Tıpkı bir TOHUMun içine yerleşen dev AĞAÇlar gibi...
Ruh “Âlemü’l-Emr”dendir. Âlemü’l-Emr ise Emri veren Âlemdendir!...


Kişinin Muhammedî oluşu:

Şerîat-ı Muhammedîyye,
Tarikat-ı Muhammedîyye,
Mârifet-i Muhammedîyye ve
Hakikat-i Muhammedîyye her kişinin özünde fitraten mündemictir.
Piriz gibi herkesin HİLKıyetinde-Yaratılış Proğramında ve ÖZ-ünde HAZIR beklemektedir...


Hakikat-i MuhammedîyyeSÎNi;
BİL-ir, Arar, BUL-ur, KULlanır O’nunla bizzât OL-ur ve O’nunla YAŞARsa ne mutlu SAÎDdir (EVLiYÂdır).
REDDederse ne yazık ki ŞÂKİdir (EŞKiYÂ) dır...


Bir başka rivâyette ise İmâmı Alî kerremullahi veche:
Resim---“Eyâ insan: Ve tezeimu inneke cismi’ssâgir ve fike intiva’l-âlemil kebir: Ey insan, sen cismi sagirsin, zum’ edersin!... Hâlbuki Âlemû’l-Ekber sende müntâvidir (intiva etmiştir, katlanmıştır).”


Zum’ etmek: Bâtıl zann, sanı, şüphe.
Müntâvi, Mültevî: ihtivâ eden, bükülüp sarılıp sokulan.

Resim---“Ey insanoğlu; sen kendini, küçücük bir şey, bir cisim mi sanıyorsun? Hâlbuki en büyük âlem (evvel-âhir-zâhir-bâtın) sende dürülüp toplanmıştır...”

Azîz Efendimiz İmâm-ı Alî kerremullahi veche’nin bu güzellikleri ve ÖZellikleri buyurmasındaki İNSAN, elbette prototip (ilk örnek) olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dir.
İlk Yaratılan “ŞEY” NûR-u MîMdir..
es Salât ü es Selâm olsun!..



3. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : İmâm-ı Alî kerremullahi vecheye ait salâvâtı şerîfe

Resim

TÜRKÇESİ: Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Resim Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Resim Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Resim Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Resim Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Resim Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Resim Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.

MÂNÂSI:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

*XVI*


Kendüzini bilmeyen hayvan değildir ya nedir
Âdemi Hak bilmiyen şeytân değildir ya nedir?.

Kendisini bilmeyen nefs hayvan değildir de ya nedir?

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir ”” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

İlk insan ve Nebî Âdem aleyhi's-selâmı “Hak” bilmiyen, bâtılın başı şeytân değildir de ya nedir?

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ
Resim---“Ve-iż kulnâ lilmelâ-iketi-scudû li-âdeme fesecedû illâ iblîse ebâ vestekbera vekâne mine-lkâfirîn(e): Ve meleklere: 'Adem'e secde edin' dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu.”
(Bakara 2/34)

Resim

Zât sıfatın aynıdır fehm etmedi şeytân bunu
Zât-ı Hak bu savt-ı insân da değil de yâ nedir?.


Zâtın->Sıfatın-> Esmân->EşyÂN.. AYNındır.. ASLının fASLıdır ve de AKIL Bâzarında nAKLen HASLıdır.. ve KuLLuğun Uruc-Rücu’ MuhaMMedî MîM Mi’racında izafî-İğreti-gelgeç-gölge “ben”liği her ÂN, her Yer, her HÂL ve de her NEFESte el Vâhidu’l Kahhârda TEK-BİRrdir:

Dünden, yarından vede bu günden münezzeh ALLAH celle celâluhu, Şe’ÂNuLLah Tecellîsinde tüm esmâlarının CEM’i olan insan AKLı-Nefsi-Vechinde..Rabbu’l- ÂLEMîn SÖZünü Rahmetenli’l- ÂLEMîn SESinden DUY/UY YAŞAtmaktadır.. işte “NÛR-u MîM İNSÂNı”dır HaKK’ın SÖZün söyleyen ALLAH DOSTları Münir DERmÂN Hocamın buyurduğu gibi..

Bakınız aziz canlarımız gönül kulağınızı veriniz sözlere;


RUH, Rububiyyet taşır. Rububiyet bölgesine girer.
Akıl orda bir iş yapamaz yâni. Neden iş yapamaz çünkü nakilleşir, akıllık akıl yapamaz nakil olur artık.
Nakilleşir.
Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh" olur.

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu) : Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,
(Fecr 89/27)

Mutmain olmuş bir nefis ruhî bir nefistir.
Tatmin olmuş, tamamlanmış demektir.
Akıl taMMlandı mı nakille tüMMlenir artık.

İrciî ilâ RaBBiki… şimdi RaBBine yol al!
…râdıyeten mardıyyeten RIZAlaşmyla..
Burda içeriye doğru bakın.


ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrciî ilâ RaBBiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten) : “Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak RaBBine dön!”
(Fecr 89/27)

Sır-Hafi-Ahfâ.
Hafi; gizli demektir.
Ahfa; en gizli. Kimden gizli?
Akla gizli.Çünkü akıl eriyor. Akıl BUZ testisi SUya dönüşüyor. İçindeki suyla karışıyor.
Çünkü su zannediyordu içinde su var zannediyordu. Meğer kendisi de suymuş.
Sonra içerde AKDES var.
Kudsi Makam: EL KUDDÛS ALLAH celle celâluhu.


El Kuddûsü :
Resim

Burada ses sedâ yok hiç. Konuşan yok, kim konuşacakmış ki? “Vahidü’l- Kahhar ALLAH” buyuruyor ALLAHu zu’l- celâl Kelâmullahında.
Kim var diye sorarım. Cevabı kendim veririm, Vahidu’l- Kahhar ALLAH var. Kahredici ALLAH var. Vahid olan ALLAH celle celâluhu var.


يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---“Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulkul yevm(yevme), lillâhil vâhidil kahhâr(kahhâri): O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır."
(Mü’min 40/16)


Resim

Dâ'ima feryâd edersin Hak deyü ya hu deyü
Sende Hakk u hu diyen sübhan değildir yâ nedir?.


Elbette her AKIL: “Nerden geldim?. Nereye gitmekteyim?.” Demek üzere yaratılıp dizayn edilmiştir.
Dış ve İç Sistemi çÖZdükçe, Dışta-Kâinatta el Hakk ALLAH celle celâluhu Tecellîlerini, İçte-Kalbindeyse el Huve/HUu ALLAH celle celâluhu Tecellîlerini devrÂN-SeyrÂN-CevlÂN eder de hayran kalır.. her hücresiyle her ÂN Şe’ÂNuLLahta yeniden yaratılış SebbeHÂsına-DÖNgüsüne ZÂTen İŞTİRAK ETTiğini-İçinde olduğunu-yAŞAdığını fiilen ŞÜKRederek HAMDeder inşae ALLAHu Teâlâ..

İçinde yaşadığımız çağda modern ilim sahibi fizikçiler İslamın yeniden yaratış ŞE’ÂNından hâlâ habersiz ve yaratanı MADDe sanarak aramaktadır..
Oysa Atom yaratılalı beri AYNen, ASLen-fASLen DÖNmekte sanmaktalar..
Oysa ki her AN Şe’Endedir ve yeniden yaratılıp durmaktadır… materyalist Batının Bâtinen gözleri kördür.. hoş şark da UYkuda ya olsun ne edelim..

Hiç duramadan Yeniden Yartılmakta-ATOMlarla dönmekteyiz ya da öyle SANmaktlar BİZi..

“SeBBeHA!” SeYRinde SistemuLLAH..


يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---“YUSEBBİHU lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ardı'l-meliki'l-kuddûsi'l-azîzi'l-hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksanı mûcib herşeyden pâk ve münezzeh, gâlib-i mutlak, yegâne hüküm ve hikmet sâhibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.”
(Cuma 62/1)

Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yâni ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılır ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbihu Zikr-i Dâimindeyiz in şâe ALLAH..


"Şimdi, şimdi, şimdi!..."deyip dursak dahi, her "Şimdi!"dediğimizin son "i" harfi ile geçer gider...
Sistemullah de her YARATIK kendi kaderince-Kadarınca, Müsbet (pozitif) veya menfi (negatif) Tekemmüle-GELişime; Muhtaç-Mecbur-Me’mur-Mahkum yaratılmıştır.
Sürekli DURuş, BEKLEyiş ve çakılıp kalış (sükûn ve sükût) asla olamaz, bundan dolayıdır ki her ZeRRe-Atom yaratılalı beri sonsuz dönmesine daha doğrusu her AN yeniden YARATILIŞına devam edip gitmektedir... Sünnetullah böyledir. İlâhî Sistemindeki Sünneti, tavrı, tarzı, stili ve kıvamı böyledir.
Denge ve Düzeni, maddî ve mânevî hareket üzeredir... Duramayan yolcudur küLLî ŞEYy...


Resim

Zâkir olan kanda ise gafil ü ebleh odur
Hâzırı gâ'ib sanan nadan değildir yâ nedir?.


AKLını madde gübresine saplayıp, MuhaMMedî Tâlim-öğretim ve Terbiye-eğitiminden mahrum bırakan sonunda da hayalperest bir içi boş esma zikrine tapan zavallı görüntü Müslümanları Haktan ve Hayrdan gafil/nakilsiz-köksüz aklına uyan ve de artık söz DUY/Uymayan ebleh/ahmak-bön-budala olarak yaşar gider bu âlemden..
Çünkü zavallı aklı Hâzır-Nâzır ve de ez ZÂHİR olan her ÂNda küllî ŞEY’i bizZÂT NÛRUndan yaratıp durmakta olanı kaybolmuş gitmiş yitik ZANNeder.. kaybi bilmez.. gâ'ibi bilmez.. kayb olamayan hiç olmamaış yoktur.. gâ'ib ise her BİLE Olduğumuz HÂLde ortaya çıkaramadığımız VARımızdır.. can gibi.. Alımız gibi.. Şahdamarımızdan da yakî-Akraba olan RABBımız ALLAH celle celâluhu gibi..

İşte böyle zavallı ahmaklar nadan/câhil, kendini bilmez, haddini bilmez ve de RABBınız bilmez değil de ya nedir?.


Resim

Zâkir oldur kendin anup kendiden agâh ola
Ârif-i nefs ârif-i Rahmân değil de yâ nedir?.


Zâkir gerçekte ol kimsedir ki, “her ÂN YÂRini Unutmayan, Unutursa her YER, her zamAN ve herHÂLde her NEFes Hatırlayan”dır..
Ampuldeki CERryÂN İLElik-BİLEliği gibidir.
kul ihvÂNi Sefîlin et-tırnak BİZ BİR-İZ BİLeliğinin ZÂTen-Fiilen-her ÂN, ŞEÂNda YAŞAyış ŞehÂDeti-ŞefÂT ŞEREfidir Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin biz ÜMMetine hamdolsun..


Gaybî BaBam kaddesallahu sırrahu buyuruyor ki;
Zâkir gerçekte ol kimsedir ki İmam-ı ve de Rehber-i Mutlak MuhaMMed Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi DUYar ve UYar ki;


Resim---Sevgili Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir”” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

“Men arefe nefsehu” kim ki kendini bildi ki muhtaç, mecbur, me’mur vede mahkum bir mahlukmuş.. artık Firavunlukta gözü olmaz da gÖZünü YARATNı RabBBu’l-ÂLEMîne yâni şahadamarından AKRABa-Özüne çevirir de,
Kendi izafî-iğreti-gelgeç-gölge “ben”liğinden agÂH/haberdâr-kalbi uyanık-bilgil-basîretli bir mü’min olarak mutmâin olur!..

“Ârif-i nefs ârif-i Rahmân değil de yâ nedir”
Böylesine dosdoğru MuhaMMedî İlim, Edeb, İrfÂN ve ErkÂNla Nefsine ÂRİF/tAMM BİLici olan kimse er RAHMÂNın Rahmâniyyetine Ulaşmıştır ve de hakkıdır hamdolsun!.


er Rahmân:
Resim

Resim

Ma hasa! gezme yabanda Hakkı isbât edegör
Ars-ı Rahmân sende cism-ü-cân değil de yâ nedir?.


ÖZüyün-RÛHuyun en derunî DERinliğinde fASLın ASLını HiSsetmeden hayvanlardan da aşağılık hâlde “belhum e dallun” gezip geçir me bu şerefli ve de önemli ÖMRünü..Eş ŞeHÎD olan el HAKKın ŞÂHİDi olmaya geldin BİzZÂT O’nda O’nunla ve bu KULLuk Şehâdet Şerefiinin Tevhid TÂCını TAKk artık Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin “BİZ BİR-İZ”lik yüce yüreğinde inşae ALLAHu TeâLâ!..

kÂinÂtın göz BeBeği NaKLin AKIL görüntüsü Hak ÂŞIK cİSMi olan ARŞtır RahîmiYyet Tecellîsidir!
cÂN dediğin ise doğrudan ve her ÂN Şe’ÂNuLLAHTa ve RahmÂNiyyet TeceLlîsidir. “Ya NEdir?” leri arama YAŞA!..


الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى
Resim---“Er rahmânu alel arşistevâ: Rahman (olan Allah) arşa istiva etmiştir.-SEVİYEler..-“
(TâHâ 20/5)

Resim

Ehl-i hak derdi budur gezine yabanda Gaybîyâ
Kim ki bilmez kendini bicân değil de yâ nedir?.


işte gerçek ERENler olan HAKk EHLi olanların, SILada-YURDunda ya da YÂDel Yabanında gezip tozmalarının, İLLiYyin-ESfelin MaSALLının ÖZÜ esası DERdi budur ey benim Gaybî BaBam kaddesallahu sırrahu..
Merkezde-İÇte-Rububiyyette ve de Muhitte-Dışta-Uluhiyyette;
Sıfır-Sonsuz SeBBaha Raksının SıRr-ı Sıfırı KULLUK KeMÂLİ ve SON uç CemÂLi açık seçik her CÂNda Açmayı bEKleyen ÇİLE Çiçeği ve AKLının hAMMlıktan tAMMlığa GEÇişte ÇİLE ÇÖLÜdür gerçeği her ÂN yENiden Yartılış CANlılığıdır İŞtirakatır tÜMMete..

Ondandır ki benim Şaşkın kıtMÎRim şakımakta ki,


kul ihvÂNim SIRr SERilmez
ÇİLEsiz
->SıRRa >ERilmez!
ÖLüler->ÖLdü!. >DİRİlmez
SAĞlar
->HUSEYN HUSEYN!. aleyhi's-selâm..

Lâ Huve İLLâ HUve!..

Merkezde-İÇte-Rububiyyette:

Merkezde şahdamardan da ÖZ Rububiyyetin, şu AN ŞeÂNda yeniden Yaratılış Sünnetullah üzere tecellîlerinin SeBeB kaynağıdır MuhaMMedî MuHaBBet…
AKLen Ulaşılamayan nAKlen BİZ BİR-İZ MERKEZ-de O RABBu’l-ÂLEMin celle celâluhu..


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min hablil verîdi : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha YAKINız.”
(Kaf 50/16)

Muhitte-Dışta-Uluhiyyette:

Muhitteyse; İnsan AKLına, Zat-Sıfat-Esma sonucu EŞYÂ-küllî ŞEY gözükenler-kendileri ve yaratılalı beri durmadan DevrÂN edişleri-Fiilleri-Sebbaha RAKSları da, ZÂTen MuHaBBeten Nurullah Güneşi ve IŞIğıdır..

Onun için ey “ya HaYy can”ım;
kendi Kitâbını Oku!
HaKk’ın KâinÂt Kitâbını Oku!

El ÂLiM, el ALîM ALLAH celle celâluhu nun ÂLEM Kitabıdır ÂLEMler.
ÂLEM Kitabından maksad ve mânâsı ÂDEMoğludur.
ÂLEMler Kitabının Mürekkebi Nur-u MuhamMMed SESi Rahmetenli’l- Âlemin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir.
Ve ALLAH celle celâluhu Kâinât Kitabını Her ÂN yeniden AÇar Kapar AÇar BİR BİR.. Bu Şe’enullahtır ki,


إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ
Resim---“İn yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd (cedîdin): Dilerse sizi (sahneden) alıp götürür de yeni bir halk topluluğu getirir.”
(Fâtır 35/16)

İnsan AKLının görüp durduğu bu Çirkin-Güzel, En alçak-En yüksek, En kötü-En iyi, Olmasın-Olsun vs. İKİ-liklerinin tümü ASLında; Her AN yeniden yaratma halinde OL-AN ALLAH celle celâluhu tecellîleri zuhur gösterileridir.

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---“Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin : Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir.”
(Rahmân 55/29)

Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu nun Zurat yeri OL-AN bu Âlemde Hayr ve Şerr diye gözükenler de zâhire çıkmakta İnsan AKLı için Kulluk İmtihanında BİR BİR…

Muhitteyse; İnsan AKLına, Zat-Sıfat-Esma sonucu EŞYÂ-küllî ŞEY gözükenler-kendileri ve yaratılalı beri durmadan DevrÂN edişleri-Fiilleri-Sebbaha RAKSları da, ZÂTen MuHaBBeten Nurullah Güneşi ve ışığıdır..

En dış ZÂHİR Şehadet Âlemindeki EŞYâ-ŞEYler Bazarındakileri kendi başlarına buyruk nesneler sanmamalıyız:
ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..


اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.”
(Nûr 24/35)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisi kudsîde: "ALLAH: "Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım."buyurdu" buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-265/827)

“Küllî ŞEY’in SeBaBâ” sı ise.. “SeBBaha”dır:

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---“YUSEBBİHU lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.”
(Cuma 62/1)

Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüşRAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılara ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâmindeyiz inşae ALLAH MuHaBBeten...
Âfak-Dış Akıl için, Ulaştıkça daha ilerisi OL-AN târifsiz Sonsuz UFUKlar, DIŞımız olup..
MUHiT-te O ALLAH celle celâluhu..


وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in MUHÎTâ(muhîtan) : Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatan-kapsayandır.”
(Nisâ 4/126)

Enfüs-İç nAKL için İndikçe daha ilerisi OL-AN târifsiz Sır-ı SIFIR ENFESleri İçimiz olup..
Dıştaki Kâinâttan Bedene Yöneldiğimizde ÖZ –İÇÂlemimizdir..
Beden-Sadr-Kalb-Fuad-LüB-LüBb’ül-LüB, habl’il-Verid ve de AKDES..
Ama Ulaşılamayan MERKEZ-de O RABBu’l-ÂLEMin celle celâluhu..

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min hablil verîdi : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha YAKINız.”
(Kaf 50/16)

Resim

Derd ehli bile kendini gör Gaybîyâ
Kim ki bilmez kendüyü Hayvan değildir yâ nedir?.


Ey Gaybî BaBam kaddesallahu sırrahu DERdlerini ZeVK eden Tahki MuhaMMedî EHLiLULLAh Olanlar kim kimdir BİLirler.
Sen de MuhaMMedî Hasbî-Habibiî Hizmete Muhtaç ÜMMet-i MuhaMMedle BİLe OL ve onlardan birisi gör de unutmaki;
Kendini BİLmeyen RaBBını; BİLip, BULup, OLup da Hakçça YAŞAyıp Şâhidi şehÂDeti ve de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ÜMMeti olamazsa, bunca akla fikre ni’mete ihanet ettiyse sığırlar gibi hayvan değilde nedir buyuran ALLAH celle celâluhu:


وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---“Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne):Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.”
(A’râf 7/179)

fASLen ASLımız Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle Âline Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâma ashabına ÜMMetine ve de Gaybî Babam kaddesallahu sırrahu gıyabında es SALL u es SELL u es SeLÂM OLsun!..


Resim

14. SALÂVÂT-I ŞERÎFE :
Cevheratül-Esrar ismiyle anılan bu salâvât Ahmed er Rufaî Hazretlerine ait evraddır.
Samimiyetle devamında pek çok sırların seyrine ulaşılacağı önemle bildirilmiştir.


TÜRKÇESİ: Allâhümme salli ve sellim bârik alâ nurikel esbak Resim Ve sıraâtikel muhakkak Resim Ellezi ebreztehu rahmeten ResimŞâmileten livucudike Resim Ve ekremtehu bi şuhudike Resim Ves tafeytehu linübüvvetike ve risâletike Resim Ve erseltehu beşiran ve nezira Resim Ve dâiyen ilallahi biiznihi ve sirâcen münira Resim Noktati merkezi bâid dâiretil evveliyyeti Resim Ve sirri esrâril elifil kutbaniyyeti Resim Ellezi fetakte bihi ratkal vucudi Resim Ve hassastehu bi eşrafil makâmâti bi mevâhibil imtinân Resim Vel makâmil mahmud Resim Ve âksetme bihayâtihi fi kitâbikel meşhuri li ehlil keşfi veşşuhud Fehüve sirrukel kadimüssâri Ve mâi cevheril cevheriyyetil câri Resim Ellezi ahyeyte bihil mevcudâti min ma’denin ve hayevânin ve nebâtin Resim Kalbil kulubi Resim Ve ruhil ervâhi Resim Ve i'lâmil kelimâtit tayyibât Resim El’kalemil alâ Resim Vel arşil muhit Resim Ruhi cesedil kevneyni Resim Ve berzehil bahreyni Resim Ve sâniye isteyni Resim Ve fahril kevneyni ebil Kasım ebittayyib seyyidinâ Muhammed ibni Abdillah ibni Abdil muttalib abdike ve nebiyyike ve habibike ve rasulike ennebbiyyil ümmiyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim teslimen kesira bi kaderi azameti zâtike fikülli vaktin vehinin Resim Subhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun ve selâmün alel mürselin vel hamdulillahi rabbil âlemin.

MÂNÂSI: Ey Rabbim, önceki nûrun olan, Kendi mevcudiyetin sebebiyle, kapsayıcı bir rahmet olarak ortaya çıkardığın; Kendini müşâhede ettirerek keremlendirdiğin; Nebiliğine ve Resûllüğüne seçtiğin; müjdeci, uyarıcı olarak gönderdiğin; Kendi izniyle Allah'a bir çağırıcı ve nûruyla aydınlatan bir kandil, ilk "" dâiresinin merkezdeki noktası, kutup "elif"inin sırlarının sırrı kıldığın; varlık çemberini kendisiyle yardığın; en güzel mevhibeleri vererek en şerefli makamları, Makâm-u Mahmûd'u kendisine mahsûs kıldığın; ehl-u keşfe ve şuhûda malûm kitabında hayatına kasem ettiğin; kadîm sırrın ki sârî; cevherlerin cevheri bir "su" ki câri; ki bu suyla Sen maden, hayvan ve bitki gibi mevcûdâta can verdin; kalplerin kalbidir o, ruhların ruhu; hoş kelimeleri yayan; en yüce kalemdir; kuşatan bir Arş, iki kevnin bedenindeki ruhtur; iki deniz arasındaki aşılmaz berzah; ikinin ikincisi; iki kevnin de medârı iftihârı; Ebu'l-Kâsım, Ebu't-Tayyib; Seyyidimiz, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib (sallallahu aleyhi ve sellem), Senin kulun, nebin, sevgilin, resûlün, ümmî olan nebin, işte ona, onun âline, ashâbına çokça, her zaman ve anda Kendi zâtının azameti miktarınca salât ve selâm ediver, onu mübârek kıl! Rabbin işte O azîz olan Rabbin, inkarcıların vasfettiklerinden münezzehtir!. Resûllere de selâm olsun. İşte o hamd ki âlemlerin Rabbine mahsustur!.


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

*XVII*

Erden dönen Hakdan döner Hakdan dönen şeytân olur
Hak düşmanı olan kişi Hak dostuna düşman olur!.


EL ELe EL -> ALLAH celle celâluhu ya.. Hakk ERENLerden el çekip kendi hamm aklına uyanlar el Hakk Teâlâ’dan dönmüşlerdir. el Hakk Teâlâ Yolu olan HizBuLLaHtan dönenler ise mecburen HizbuşşeytÂNa sapmış sapıklardır ve Şeytânlarını müslümÂN edememiş şeytân uşağı şeytân olmuşlardır.
Hakk’ın düşmanı olunca elbette HaKk’ın Dostuna da düşman olur!..


إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---
“İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).: Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir.” (Fetih 48/10)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem." buyurdu.
( Ebu Hüreyre’den; Buhârî, Rikak 38.)

Resim

Sûrette bir insan olup manâda şeytân olmagıl
Bâtıl kişiyi dost sanan âhır-nefes pişman olur!.


Sakın sakın sen nefsin hevâsına uyup Rabblık-İlâhlık yapmaya kalkışma ki görünüşte-zâhirde insan, aslında-bâtındaysa şeytân olma sakın!.
Hakk’ı DUYmayan ve Hayrın kendisi olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hayrına Uymayan bâtıl kişiyi sakın dostun sanma!.. böyle sananlar şu imtihan-şehâdet âleminde, son nefeste mutlaka pişman olur!.


Resim

Hak dostunun gönlü Hakın hem arş u hem kürsisidir
Andan uçanların yeri bil akıbet nirân olur!.


Gerçek MuhaMMedî Hakk Dostlarının Gönlü/Kalbi Hakk Teâlâ’nın “Kürsî” si “Fuad” ıysa “ARŞ” ıdır!.
Bu ALLAHu zü’l- CeLÂL’in ÜMMet-i MuhaMMed’e Va’didir. Bundan uçan/kaçanların akibeti-sonuçu maalesef nirân/nârla-ateşler olu!..


Resim

Doğrulara eğri bakan münkir münafık eğridir
Hak dostuna doğru bakan kul ise bir sultân olur!.


Durmadan herkesteki tamı görmeden noksan-eksik arayan, her ŞEYdeki dosdoğruyu görmeden eğri arayan, eğri bakan Hakkı/Hayrı inkar eden münkir ve de iki yüzlü münafık da, gördüğü gibi noksan ve eğridir!
Hakk Teâlâ’nın hakça MuhaMMedî Hakk Dostuna dosdoğru bakan kul ise iki âlemde SuLtÂN olur!.


Resim

Hak dostunun kadrin bilen kadre erişir şüphesiz
Gaybî ere karşı gelen bir pâdişeh nadan olur!.


Kur'ân-ı Kerimin hakça buyuruduğu buyruklarca Hakk Dostu olanların kadrini/ i’tibarını, değerini, kıymetini, haysiyetini ve de derecesini Bilen-BULan-OLanlar da verdikleri KADRin lutfuna Erişen ERENLerden olurlar şüphesiz ve mutlaka!.
Ey Gaybî kaddesallahu sırrahu BaBam, Hakk Teâlâ Dostlarının kadr ü kıymetini BİLmeyenler bir rüyâ gibi olan bu hayatta pâdişah bile olsalar, son-UÇta son nefeste nadan/ câhil ve haddini bilmez olur! Ve “vaylenâ!”der!.


وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

Resim---
Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).: Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.” (A’raf 7/179)

وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَإِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ أَبْصَارُ الَّذِينَ كَفَرُوا يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا فِي غَفْلَةٍ مِّنْ هَذَا بَلْ كُنَّا ظَالِمِينَ

Resim---
Vakterabel va’dul hakku fe izâ hiye şahısatun ebsârullezîne keferû, yâ veylenâ kad kunnâ fî gafletin min hâzâ bel kunnâ zâlimîn(zâlimîne).: Ve gerçek vaad (ölüm, kıyamet) yaklaşınca, birden, inkâr edenlerin gözleri donakalır! "Yazıklar olsun bize! (derler), gerçekten biz, bu durumdan habersizmişiz; hatta biz zalim kimselermişiz." (Enbiyâ 21/97)


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

*XVIII*

Hakikat cümle âlem bir nefesdir
Bu bir nefs amma teşvişe hevesdir..


Hakikat şudur ki her insan için bu Dünya, cümle âlem bir nefesden ibârettir.
Bir nefeslik NEFS amma o kadar çok teşvişe/ karma karışık karıştırmaya, bulandırmaya hevesli yaratılmıştır Kulluk imtihÂNı gereği..


Resim

Teneffüs murg olup pervaz eylemişdir
Tuyür evvâhına âlem kafesdir..

her an alınıp verilen nefesler o AN gelince kuş olup kanat açar uçar gider de,
Bu kuşların ah ve vah ile yalvarışıına âlem kafes olur, gökleri tutar doldurur..


Resim

Ma'ârifle güzel hûydur cenâheyn
Bular olmasa mar u har u hasdir


Vu Nefs kuşlarının maddî âlemden manevî âleme uçuaBİLmesinde iki kanadı Ma'ârif ile Güzel hûydur.
Eğer bunlar olmazsa ölüyken ölen bir ceseddir ve o da yılan ve eşek ölsü olmaya mahsustur..



Resim

Hakdan gafilleri ikâz edegör
Zebân-ı ârifân güya çeresdir..


Sen kim olduğundan ve HaKk Teâlâ’nın kim olduğundan habersiz olan gafilleri durmadan uyar.
Güyâ/sanki onlar âriflerin zebânı/ dili, lisanı, lügatı, lehçesi canlarını sıksa zindan etse de..



Resim

Hakîkat-ı sırr-ı tevhidi duyana
Dü âlem bir tecellî bir kabesdir..


tevhidULLAHın SıRRının Hakikatını yürekten duyana dünya ve ahret iki âlem bir tecellîgâh ve nefse hakkı, bir kıvılcımlık öğrenme-öğretme yeridir..


Resim

Şer' âlem heman gündüz gezendir
Gice ahvâlini bilen asesdir..


Şer’ât Âlemi her zaman dâima güpe gündüz gezen gibi açık-seçik ortadadır.
Bunun dışındaki hayat tarzlarıysa geceler gbi kapkaranlık ve ne olacağını bilen hırsız kovalayan gece bekçileridir..



Resim

Ma'âd u mebdei bildin mi Gaybî
Hakikat cümle-âlem bir nefesdir..


Kendine ibâdet edilen Mâ’bud ALLAH celle celâluhu’nun son-uç olan, dönüp varılacak yer olan ahretini ve de ilk başlangıçtaki yaratış hikmetini bildin mi ey Gaybî kaddesallahu sırrahu Babam..
Hakikat şudur ki cümle-âlem kâinât bir tek nefesten ibârettir!.
KÛN feyeKÛN!..


-> KÛN feyeKÛN -> TeK KeLÂM İle:

MuraduLaH -> EMRuLLAH -> SüNNeTuLLAH -> Şe’ÂNuLLAH

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---
İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn: Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca:"Ol!" demesidir; o da, hemen oluverir!.” (Yâsîn 36/82)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

*XIX*

Hubb-u zât ile mükeyyef ol ki mestânlık budur
Vâkıf-ı esrâr-ı Hak ol işte hayranlık budur..


ZâtuLLah Sevgisiyle keyiflen ki gerçek ilahî sarhoşluk budur.
Hakk Teâlâ’nın sırlarına vâkıf/ bilen, haber sahibi, âşinâ ol ki gerçek HayrÂNda kalış budur..


Resim

Kul olup nefs-ü- nevana pâdişâh oldum deme
Bende ol sultân-ı aşka işte sultanlık budur..


Kendi nefsiyin hevâsına/isteklerine kul olup da sakın pâdişâh oldum deme!
AŞK Sultânına kul ol ki gerçek Sultânlık işte budur..


Resim

Lehv-ü- lû'bı saz u sözü terk edip yüz tut heman
Var ise işrâk içinde işte sultanlık budur..


Lehv-ü- lû'bı/ oyunu-eğlenceyi bırakıp, sazı sözü terk edip yüzünü Hakk’a tut hemence hiç vakit kaybetmeden!
Eğer içinde güneşler/mânâlar doğuyorsa işte Sultânlık budur..


Resim

Zâhir u bâtında âdâb üzre git râh-ı Haka
Cem ile farka riâyet kıl ki merdânlık budur..


Hakk Teâlâ’nın yolunda Zâhirde ve de bâtında MuhaMMedî edeb üzere yürü/yaşa!
Vahdette Kesrette CEM’iyle, Kesrette Vahdet farkını fark et ve SünnetuLLAHa uy ki gerçek merdânlık/yiğitlik budur..


Resim

Münkir olma mümin ol çün Hakk zâhirdir kamu
Dâ'ima rahmet-rezân ol işte âsânlık budur..


Hakk Teâlâ’ya İnkarcı olma İmman eden ol ki el Hakk ALLAH celle celâluhu her yerde zâhirdir. Her zaman rahmet yüklü temkinli ol ki kullukta kolaylık da budur..

Resim

Hak seni irşâd eder Gaybî lisânından beğim
Dutmaz isen Hak kelâmın işte tuyanlık budur..


Hakk Teâlâ seni, Gaybî Baba kaddesallahu sırrahu dilinden irşâd eder geyim!
Eğer kibreder de Hak sözünü tutmaz isen işte asıl tuğyanlık/azgınlık budur..


İrşâd: Doğru yolu göstermek. Aklî ve kalbî, muknî ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

*XX*

Resim

Mâye-i âlem hakikat demdürür
Ol deme hemdem olan âdemdürür..


Bu âlemin çamurunun–hamurunun mayası, hakikatı, bir “ÂN”lık “DEM”dir ki dem, andır, zamandır ve vakittir.
İşte o bir “ÂN”lık ANLAyışı, hemdem-canciğer oluşu İlim-İrade-İdrak ederek İştirak edenler ki, bir “ÂN”lık Halifeliğini Şehâdette kullanaBİLenler gerçek ÂDEMdirler. Ötekiler “ADEM-YOKluk”-durlar..
Bu âlem dediğimiz EŞyâ ->OLay ->ZamAN ve insan AKLının ZANnından ibaret olan ÖZü ki ALıp VERilen YÂRım Nefeslik İzafî-İğreti MevCÛDiyyettetir bu Âlemde İnsÂN AKLı için..


Resim

Bilmiyen âdemdeki demden haber
Sanma anı âdeme tev'emdürür..


Bu İnsanın Sırr-ı Sıfırından habersiz zom uykuda, uyurgezer ya da zilzurna serhoşçasına ve hayvandan da aşağılık yaşayan insan kılıklıların yaşadığı süre değil bahsettiğimiz bir “ÂN”lık “DEMm”..
Sen sakın böylesine kendini bilmeyenleri gerçek ÂDEMe eş-benzer bir mahluk sanmayasın haa!..


Resim

Zerre denlü zâhide tutmaz kulak
Ol ki sırr-ı âdeme mahremdürür..


Bu türlülerden olup, aklını Hakka ve Hayra kullanmayan/kullanamayanları sakın sen, bu oyun ve oyuncak âlemi gözüken ama ASLInda KULLuk İmtihÂNı sahası olan bu yalan Dünyadan elini eteğini çekmiş ZÂHİDlere zerre kadar kulak verip söz dinlerler sanma!.
İşte böyle insanları sen, ÂDEMiyyet SıRRına ERmiş İnsÂNlığın hususi hâllerine ait gizli sıRRına hürmet eden-MAHREM ve fiilen YAŞAyanlar sanmayasın!.


Resim

Âdem olan bildi âdem neydüğün
Gerçi sultân olana mübhemdürür..


Ve ancak İnsÂNoğlunun fıtratında olan Âdemiyyet SıRRını açıp da HAZMedenler BİLe BİLdiler HalifetuLLAH olan ÂDEM-in kim ve NE Olduğun.
Gerçi “ben de BİLdim!” diyenlerin bu sözlerinin gerçekliği Hakikatte Sırr-ı Sıfır SultÂNı olanlar için mübhem-YAKÎNe Erinceye kadar iyice belli-açıkça görülen olmayan bir iddiâdır..


Resim

Âdemi dem ilmine ârif olan
Gaybîya doğru yolu a'lemdürür..


“Â-DEM”î- her DEMi-her ÂN-ı HAKkça YAŞAyış olan “DEMm İLMi”ne âRiF olanlar var ya işte onlar,
Ey Gaybî Babam kaddesallahu sırrahu, işte onlar-KİMseler Sırat-ı Mustakîm ki, dosdoğru İstikâmet YOLUnu BİLenlerdir ve de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İZince YÜRÜyENLerdir!..


Resim

Dem: f. Nefes. Soluk. * Ağız. * Nazar. * An, vakit, saat. * Koku. * Kibir, gurur. * Âli, yüksek. * Körük.
Hemdem: f. Canciğer arkadaş.
Tev'em: İkiz. Çift doğan çocuklar. * Mc: Benzer, eş, mümasil.
Mübhem: İyice belli olmayan. Mutlak âşikâr olmayan. Belirsiz. Gizli
.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

*XXI*

Vahdet esrarı akla mübhemdür
Zevk iden bunu aşka mahremdür


Yokluk ve çokluğun dışında “TEK”lik olan Vahdetin gizli sırları ham akla belirsizdir.
NAKLe ulamamış ham aklıyla vahdet zevkine uğraşanların aşka ulaşmaları, aşka hürmeten haramdır, belirsiz bir hayal oyunudur..


Resim

Âlem-i vahdet özge âlemdür
Âlem ü âdem anda bir demdür


Âlem-i Vahdetin sonuç-unda el Vâhidu’l- Kâhhar ALLAH celle celâluhu İlmuLLahı muhittir ki ZÂTuLLAha aittir-O’na özgedir.
Âlem ve Âdem dediklerimiz ise sonsuz DEHR içindeki Şe’ÂNuLLAHtaki şu ÂNın içindeki AKLın Algıladığı yarım nefeslik bir zaman dilimidir-vakittir.


Resim

VAR OL-AN TEK-BİR-de TEKk!
El VÂHİDu’l- KâHHaR gERçeKk!.:


يَوْمَ هُمْ بَارِزُونَ ۖ لَا يَخْفَىٰ عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ ۚ لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ۖ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---
“Yevme hum bârizûn(e)(s) lâ yaḣfâ ‘ala(A)llâhi minhum şey-/(un)(c) limeni-l mulku-l yevm(e)(s) li(A)llâhi'l- Vâhidi'l- Kahhâr(i): O gün onlar kabirlerinden meydana fırlarlar. Kendilerinin hiçbir şeyi Allah'a karşı gizli kalmaz. "Bugün mülk kimindir?" (diye sorulur. Cevaben): "Tek-Vâhid ve Kahhâr olan ALLAH'ındır." (diye soran cevab verir.)” (Mü’min 40/16)

هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنسَانِ حِينٌ مِّنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُن شَيْئًا مَّذْكُورًا
Resim---
“Hel etâ alel insâni hînun mined DEHRi lem yekun şey’en mezkûrâ: Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (DEHR) bir süre (hin) gelip geçti.” (İnsân 76/1)

El Vâhidu :
Resim
El Kahhâru :
Resim
El Kâhiru :

Resim

Resim

Akl ile aşkı fark eden tâlib
Akla bî-gâne aşka mahremdür


Yaratnını BİLip BULmayı DİLEyen İnsÂNoğlunun yaratılışındaki fıtrî KULLUK gereği ham olan AKLının, AŞKuLLAHı fark etmesi, AKLının Rüşde ERip NAKLe ulaşmadan ve alâkası-bağı olmadan AŞKa ulaşması, Emrullah ve Sünnetullah kurallarınca imkansızdır ve gizlidir..

Resim

Aşk ile vahdete düş olan can
Bezm-i vahdette bize tev'emdür


AKLın, Kur'ânî ve MuhaMMedî NAKLe ulaşımıyla Doğan AŞKuLLAH ile Vahdaniyyeti İlim İrade ve İdrak eden CAN, BİZ BİR-İZ cÂN CEM’inde-Bezminde-Meclisinde Vahdet Yaşayışında “NahNu-BİZ”e EŞtir..

Resim

Zann-ı câhil ki kaldı kesrette
İki âlem ana cehennemdür


Mükemmel-Mükemmil MuhaMmed aleyhi's-selâmı DUYup-UYmamış aklı câhilleri şahsî ZANNları-varsayımları onlara şu anda zâten ceheNNemdir..

Resim

Vahdete râgıb olanın canı
Gönlü pür-derd çeşmi pür-nemdür


Gerçek VAHDANİYyete rağbet eden, hakikat-ı MuhaMMediyyesini Bilip-BULup-OLup da YAŞamayı isteyen KULun CANıysa,
Bu İmkÂNla İmtihÂN Âleminde gönlü derd dolu gözleriyse dâima yaşlıdır..

sÖZün ÖZet ÖZü O ki:


عَيْنَانِ لاَ تَمَسُّهُمَا النَّارُ: عَيْنٌ بَـكَتْ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَعَيْنٌ
بَاتَتْ تَحْرُسُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İki gÖZ vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan gÖZ, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren gÖZ!.” buyurdu

(Ali kerremullahi veche’den; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 1; Mecmau’z-zevaid, 5/288).

Resim

Dersi vahdetten almayan Gaybî
Râz-ı Hak ana sanma mülhemdür


Ey Gaybî Babam kaddesallahu sırrahu, Hayat ve KULLuk dersini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Vahdaniyyet İrfÂNından alamayanlara,
Sen sanmaysın ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi DUYup-Uymadan ona şunun bunun sözüyle ilahm olup da kalbine doğu verecektir..


Resim

Vahdet: Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.)
Kesret: Çokluk, sıklık. * Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk. (Bunun zıddı kıllettir)
Mübhem: İyice belli olmayan. Mutlak âşikâr olmayan. Belirsiz. Gizli.
Mahrem: Gizli. * Dince ve şer'an müsaade olunmayan. * Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır.
Özge: Şahsa mahsus.
Tâlib: (C.: Tulleb-Tullâb-Talebe) İsteyen, istekli. * Talebe, öğrenci.
Bî-gâne: Kayıtsız. Alâkasız. * Aldırışsız. Yabancı. Dünya ile alâkayı kesmiş olan.
Bezm: f. Sohbet meclisi. Muhabbet yeri. Yiyip içme, îş u nûş. Meclis.
Tev'em: İkiz. Çift doğan çocuklar. * Mc: Benzer, eş, mümasil.
Râgıb: (Râgıbe) (Ragbet. den) İsteyen, rağbet eden.
Pür-derd: derd dolu.
Çeşm: f. Göz. Ayn. Dide.
Râz: f. Gizli sır, saklı şey.
Mülhem: Kalbe doğmuş. Allahın, ilham ile kalbe bildirdiği.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

*XXII*

Hüdâyı fâil-î mutlak bilürler
Celâlinden niçin ya incinirler..


Şu insanlar ki el Hâdi Hüdâ ALLAH celle celâluhu’yu fâil-î mutlak ki, Fiilerinde mutlak serbest, Aslâ bir şarta bağlı olmayan, yalnız, tek olan ve Yarattıklarının tüm fiilerini de yaratan ALLAHu zü’l- CeLÂL bilirler de,
CeLÂLinden CemÂL ikramlarını, gübreden gülü karşılıksız verip duranın, Tevhidine-Vahdaniyyetine delil olacak pek çok şeyler yaratıp, yaptıklarınında insan AKLınca yutulması-tam analşılmasından
Âli ve hislerle idrâk edilmekten Celîl Oluşu Celâlinden neden incinmekteler ki..

ALLAHu Zü'l-Celâl: “Kâinâtı ben yarattım! Bedenini ben yarattım! Fiillerini ben yaratmaktayım! Düşüncelerinizi de ben yaratırım..” buyurmaktadır.


Zü'l-Celâli Ve'l- İkrâmü :
Resim

Sizi..

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---
“Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.: Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.” (Zariyat, 51/56 )

Fiillerinizi..

فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim ---“Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallâhe ramâ, ve li yubliyel mu’minîne minhu belâen hasenâ(hasenen), innallâhe semîun alîm: Onları siz öldürmediniz (Bedir’de o kâfirleri kendi kuvvetinizle öldürmediniz), ama onları Allah öldürdü; (Ey Rasûlüm, bir avuç toprak) attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü'minleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.” (Enfâl 8/17)

DÜŞÜNcelerinizi..

وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim ---“Ve mâ teşâûne illâ en YEŞÂALLÂHu RaBBul âlemîn(âlemîne): Ve âlemlerin RaBBi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (Tekvîr 81/29)

Resim

Şikâyetler edüp zâri kılurlar
Celâlinden niçin ya incinirler..


Şükür edecekleri yerde şikâyetler edip zâri zâri inleşirler durmadan sıkıldıkça, kendilerinin LütfuLLah Kapısı Celâlinden niçin incinirler câhiller gibi..

تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
Resim---“Tebarakesmu rabbike zil celali vel ikram. : Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir.” (Rahmân 55/78)

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ
Resim---“Kullu men aleyhâ fân: Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak.” (RahmÂN 55/26)

وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
Resim ---“Ve yebkâ vechu rabbike zûl celâli vel ikrâm: Celâl ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü (kendisi) baki kalacaktır.” (RahmÂN 55/27)

Resim

Belâ âyine-i vecd-i Hüdâdır
Belâdan kim kaçar Hak'dan cüdâdır..


Belâ, bu âlemde Âdemoğlunun, SIRRını SİLmesi İçin yaratıldığı ve emredildiği AKıL-NAKiL iKi YÜZlü, VeCDuLLAH AYNasının taa KENDisidir!.

İnsan aklı akıllıdır ve asla kendi parmağını kesmez.. ancak bu “BeLÂ-biLâkis” ya da KULLuk imtihÂNı ya da DERDleri yaratılış sebebi ve son-UÇudur.. SILAya vUSLat İSÂLE HATtımızdır, ULAŞım imkÂNımızdır ki, kim “Belâ”dan kaçarsa Hakk Teâlâ'dan ebediyen ayrı kamıştır ve kısacık bir hayatı boşa geçmiştir imtihanı kaybetmiştir..


El Hakku:
Resim

Resim

Belâ Hak'dan bize lûtf u atadır
Anı tel'în eden nakıs gedâdır..


Belâ bize, biz KULLarına Hakk Teâlâ'dan bir lütûf u atadır/ihsÂN bağışıdır..
ALLAHu zü’l- CeLÂLi, Kur'ân-ı Kerimi ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi DUYmayıp Uymayıp BAŞa gelen “Ol-ÂN”ları lânetleyip- Allah'ın rahmetinden dışlayıp hâşâ noksan iş yapmış gibi bilir-bilmez konuşanlar edeb ve ilme muhtaç kafatası bomboş dilencilerdir..


Resim

Dutarsan işte budur hayrül- a'mal
Ki bundan gayri hepsi kîl ile kal..


Ey cÂN, eğer sözümüzü tutar gereğini İŞLersen amellerin en hayırlısı işte budur ki, sonUÇu buna çıkmayan amellerin hepsi de boşboğazların dedikodusudur..

Resim

Yürü Gaybî bunu hal idegör hal
Hakikat sofîlik incinmemekdir..


Yürü sende ey Gaybî Babam kaddesallahu sırrahu, bu en önemli KuLLuk İşini Hallet/araştır, incele, çöz bir güzelce SONUÇta ki,
Hakikat MuhaMMedî SUFÎLik, KENDİsini her ÂN Yeniden YARATıp durmakta olan ALLAHu zü’l- CeLÂLden Üzülür mü hiçç?.
ve bu İŞLEM daime Raziyeten-Merziyyete RIZA Terazisindeyken ve RABBına RÜCU’da-DÖNüşte başak da bir ÇIKış YOLu yoksa nasıl Üzer ÂLEMLerin RaBBını ALLAH celle celâluhumuzu!..


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---''Ya eyyetuhennefsu'l-mutmeinnetu: Ey, RABBine, itaat edip huzûra eren nefis!
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---'' İrci'iy ilâ RABBiki râdiyeten merdiyyeten: RABBine DÖN-üver, sen râzı, O da senden razı olarak.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---''Fedhulî fî 'ibadî: Gir kullarımın içine!
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---''Vedhulî cennetî: Gir cennetime!”
(Fecr 89/30)


Resim

Mutlak: Salıverilmiş. Itlak olunmuş. Serbest. * Kat'i. Şüphesiz. * Aslâ bir şarta bağlı olmayan. Yalnız, tek.
Cüdâ: f. Ayrılık. Ayrılmış.
kîl u kal: Dedikodu.
Vecd:Aşk, muhabbet. Kendinden geçecek, unutacak kadar İlâhî bir aşk hali. * Yüksek heyecan. İştiyakın galebesi.
Ata: Verme. Bağışlama. Bahşiş. Lütuf. İhsan.
Tel'în: Lânetlemek. Lânet etmek.
La’net: Nefret. Tiksinti. Allah'ın rahmetinden mahrumiyet.
Nakıs: Noksan, eksik. Tamam olmayan.
Gedâ: f. Fakir. Kimsesiz. Dilenci.
A'mal: (Amel. C.) Ameller. İşler. Yapılan hayırlar.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

*XXIII*

Belâ baran gibi yağsa semâdan
Hakikat sofîlik incinmemekdir
Serapa bâr-ı gam sana akarsa
Hakikat sofîlik incinmemekdir


Belâ gökyüzünden yağmur gibi yağsa da, gerçek MuhaMMedî Tasavvuf Ehli Mutasavvıf o kimse ki, Sebbeha seyrinde Subhanî Safflığa ulaşıp fiilen ilim, irade ve idrakle İŞTİRAK EDeBİlen tertemizyürekli insÂNLarın ana vasfı, Hakkın yarattıklarından incinmemekdir.
Olur ya kaderin gereği tüm gam ve keder başına yağmur gibi yağsa bile, KuLLuk gereği Hakikat ve gerçek MuhaMmedî SufîLik bunlardan asla incinmemekdir..


Resim

Bütün âlem iderse ger seni zem
Olar hakkında bir söz dimemekdir
Düşüp şirke getirme kendine gam
Hakikat sofîlik incinmemekdir..


Yeryüzündeki herkes tüm âlem seni kötüleseler dahi, onlar hakkında senden bir kötü söz duyulmamasıdır gerçek MuhaMMedî SufîLik..
Yapana yaptıranı ve kader işleyişini unutarak şirke düşüp kendini gam seline kaptırma ki gerçek MuhaMmedî SufîLik incinmemektir..


Resim

Eğer ömründe görmezsen selâmet
Adû olsa sana âlem temâmet
Demâdem ursalar seng-i melâmet
Hakikat sofilik incinmemekdir..


Sen nakle ulaşmamaış AKLınla doğru dürüst bir selâmet bulamadım desen ve sana bütün âlem tamamen düşman olsa bile,
Ve hiç ara vermeden seni kınasalar MeLÂMet taşına tutsalar dahi gerçek MuhaMmedî SufîLik incinmemektir..


Resim

Seni öldürmeğe kasd etse bir can
Sakın olma ana ebedî düşman
Hayât-ü- mevt ola yanında yeksan
Hakikat sofîlik incinmemekdir..


Gerçekten ALLAHu zü’l- CeLÂL’e Teslimiyet edip de İstikâmet bulmuş ve tüm fiillerin yaratanına iman etmiş bir mü’min olarak seni öldürmeğe kasd etmiş, yarım nefeslik bir kimseye sakın aklınca düşmanlığa kalkışma!
Hayat ve ölüm denilen AKLî sanallık YakÎNe ermiş naklî AKLınla yerle bir olsun ki sen de Hakkın yarattıklarından HAKK ALLAH celle celâluhu hatırına incinip gücenme ki, gerçek MuhaMmedî SufîLik incinmemektir..


Resim

Elinden halk-ı âlem malın alsa
Ya yakıp evini viran kılsa
Kamu eşya diken kesilse (başa) kalsa
Hakikat sofilik incinmemekdir


Bu âlemin tüm insanları karşına geçip de malını mülkünü elinden alsalar ve evini barkını yıkıp viran etseler ve tüm eşyaların işe yaramaz halde kalsa bile sen, Hakkın yarattıklarından HAKK ALLAH celle celâluhu hatırına incinip gücenme ki, gerçek MuhaMmedî SufîLik incinmemektir..

Resim

er Yûsuf gibi çâha atılsan
Köle diyü Mısırda hem satılsan
Konup zindanlara her an ezilsen
Hakikat sofîlik incinmemekdir


Her zaman ilemekte olan Kader KaderuLLAH ki, sen de eğer Yûsuf aleyhi's-selâm gibi kuyuya atılsan, kölemizdir diye Mısırda köle bâzârlarında satılsan, yine suçsuz yere Züleyhâ'nın yüzünden Mısır Zindanlarında yılların çürüse dahi tüm bunları İlahî bir Medrese-yi Yûsufîyye bilerek sen de, Hakkın yarattıklarından HAKK ALLAH celle celâluhu hatırına incinip gücenme ki, gerçek MuhaMmedî SufîLik incinmemektir..

Resim

Ger ibrahim gibi nâra salalar
Ya Ishak gibi kurbanlık kılalar
Tenin Eyüp gibi kurtlar deleler
Hakikat sofîlikincinmemekdir..


Eğer ki, İbrahim aleyhi's-selâm gibi Nemrud cehennemlerine atsalar,
Ya da İshak aleyhi's-selâm gibi kurbÂNlık kılınsan yere yatırılıp bıçak çalınsan,
Ya da Eyyub aleyhi's-selâm gibi bedenini kurtlar delikdeşik etseler dahi bu İlahî AŞK YOLUnda sana düşen iş, Hakkın yarattıklarından HAKK ALLAH celle celâluhu hatırına incinip gücenme ki, gerçek MuhaMmedî SufîLik incinmemektir..


Resim

Nebi Isa gibi çarmıha gerilsen
Zekeriya gibi bıçkıyla biçilsen
Nebi Salih gibi yurdundan kovulsan
Hakikat sofîlik incinmemekdir..


RuhuLLAH İsâ aleyhi's-selâm gibi haksız yere çarmıhlara gerilsen,
Zekeriya aleyhi's-selâm gibi tam ortandan bıçkıyla ikiye biçilsen,
Peygamber Salih aleyhi's-selâm gibi yurdundan yuvandan SILAndan kovulsan da,
Bu İlahî AŞK YOLUnda sana düşen iş, Hakkın yarattıklarından HAKK ALLAH celle celâluhu hatırına incinip gücenme ki, gerçek MuhaMmedî SufîLik incinmemektir..


Resim

Eğer Hamza gib kanın içilse
Alî veş seyf ile başın yarılsa
Hasan-asa zehr içip yakılsan
Hakikat sofilik incinmemekdir..


Kader KaderuLLAH ola ki Hamza radiyallahu anhu gibi şehid edilip kanın içilse,
İmam Ali kerremullahi veche gibi Namza kılarken başın bir müşrikin şirk kılıcıyla biçilse,
Oğlu İmam Hasan aleyhi's-selâm gibi en yakınındaki hainin elinden zehirler içirilip kor ateşlerde yakılsan dahi,
Bu İlahî AŞK YOLUnda sana düşen iş, Hakkın yarattıklarından HAKK ALLAH celle celâluhu hatırına incinip gücenme ki, gerçek MuhaMmedî SufîLik incinmemektir..


Resim

Hüseyin gibi boğazından kesilsen
Nesimi gibi derinden yüzülsen
Ya Mansür gibi dâra hem asılsan
Hakikat sofilik İncinmemekdir..


Yine Oğlu İmam Huseyin aleyhi's-selâm gibi KuRBÂN edilsen boğazında şehâdet kılıcının “zâikatü’l- mevt” zevkini duysan,
Âşık Nesimî BaBa gibi DÂRe Çekip gövdeni ayaklarından başlayarak yüzseler ya da Hallac-ı Mansur BaBa gibi DÂR Ağaçalarında ters assalar dahi,
Bu İlahî AŞK YOLUnda sana düşen iş, Hakkın yarattıklarından HAKK ALLAH celle celâluhu hatırına incinip gücenme ki, gerçek MuhaMmedî SufîLik incinmemektir..


Resim

Aşık Gaybî gibi tahkir edilsen
Hakikat sofîlik incinmemekdir

( Bu dörtlüklerin eksik olduğu sanılmaktadır)

Kul ihvÂNi şaşkın/taşkın/aşkınım bir gün sen de, Hakk Âşık Sunullak Gaybî BaBam kaddesallahu sırrahu gibi hakaretlere uğrasan alçaltılsan dahi unutma ki, bu MuhaMMedî MeLÂMet YOLunun OLmazsa OLmazı,
Bu İlahî AŞK YOLUnda sana düşen iş, Hakkın yarattıklarından HAKK ALLAH celle celâluhu hatırına incinip gücenme ki, gerçek MuhaMmedî SufîLik incinmemektir..


Resim

Sofî-Sufî: İçindeki-ÖZündeki Hakikat-ı MuhaMMediyyesine Sahib çıkan gerçek Hakikat Yolcusu MuhaMmedî Tasavvuf Ehli olan kimse..
Tahkir: Hareket etmek. Hor görmek. Küçük görmek. Aşağı ve alçak addetmek.
Baran: yağmur.
Serapa: f. Bir uçtan bir uca. Baştan ayağa kadar. baştanaşağı.. tamamen.
Bâr: f. Yük. Zahmet. Eziyet. Sıkıntı.
Ze’m: Tahkir etmek, hakaret etmek. Ayıplanmak.
Adû: düşman.
Demâdem: f. Zaman zaman. An be an. Sık sık. Her vakit. hiç durmadan devam eden.
Seng: f. Taş, hacer.
Yeksan: yerle bir olmuş.
Çâh: (Çeh) f. Kuyu. Çukur..
Temâmet: Bütünlük, tamamlık, tamlık.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

* XXIV *

Gelin ey Allah'a âşık olanlar
Cân-ı bezl eyleyip sâdık olanlar
Agâh olun aşkdan gafil olanlar
Allâha aşk ile varmış erenler..


Gelin ey ALLAHU zü’l- CeLÂL’e, Hâlis Muhlis Sıddık ve Âdil MuhaMMedî Hakk Âşıkı olanlar,
Ki onlar cÂNlarını seve seve HAKK YOLUna Esirgemeden vereren sâdık ER olanlardır.
Siz de ey AŞKuLLAHtan gafiller/ başına geleceği önceden düşünmeyen, nefsî dünya zevklerine dalıp ALLAHU zü’l- CeLÂL’in hesap gününü unutanlar siz de iyi bilin-gözünüzü açın ki,
Bu ÂLEMde Hakk ERENLer, ALLAHU zü’l- CeLÂL’e AŞK ile varmışlardır!.


Resim

Zâhirini pak eylesün şerî'at
Bed-hûyların tebdil etsin tarikat
Hak cemâlin görem dirsin hakikat
Allâha aşk ile varmışerenler..


AŞKuLLaha gir ki,
Şerî'at-ı MuhaMMediyye Zâhirini/dünyanı ve dinini tertemiz eylesin!
Tarikat-ı MuhaMMediyye kötü huylarını iyi huylara değiştirsin seni iyi HÂLe getirsin!
Eğer ki sen SoN-UÇta HAKk TeÂLâ’nın CemÂLini göreyim demekteysen hakikaten samimiysen,
İyi bil ve unutma ki, bu ÂLEMde Hakk ERENLer, ALLAHU zü’l- CeLÂL’e AŞK ile varmışlardır!.


Resim

Aşkdan gayri emel fânidir fâni
Aşkdan bulur hayât cümlenin canı
Aşkdan buldular derde dermanı
Allâha aşk ile varmış erenler..


İyi bil ve unutma ki, bu gel-geç KuLLuk İmtihÂNı ÂLEMinde her EMEL kaybolan, gelip geçici bir hayaldir,
Ve bu ÂLEMde cÜMMLe-küLLî ŞEY’in-herKESin cÂNı, AŞKuLLahtan el HaYy celle celâluhu HAYATı Bulur!
Ve iyi bil ve unutma ki Hakk ERENLer, bu ÂLEMde tümm derdlerine dermanı AŞKtan buldular,
İyi bil ve unutma ki, bu ÂLEMde Hakk ERENLer, ALLAHU zü’l- CeLÂL’e AŞK ile varmışlardır!.


Resim

Cümle enbiyânın aşkdır yolları
Bütün evliyânın aşkdır halleri
Aşk olmasa olmaz bir kimse Velî
Allâha aşk İle varmış erenler..


CÜMMLe Peygamber aleyhumu's-selâmın Sıart-ı Mustakî YOLLarı dâima AŞKuLLah olmuştur.
Bütün Velîyyullahın Hayat-Memât HÂLLeri dahi AŞKuLLah olmuştur.
Ve unutma ki, AŞKuLLah olmazsa bir kimse Velî- ALLAH DOSTu asla olamaz. olmazsa olmazı AŞKtır!
İyi bil ve unutma ki, bu ÂLEMde Hakk ERENLer, ALLAHU zü’l- CeLÂL’e AŞK ile varmışlardır!.


Resim

Kenz-i Mahfi olan aşkdır âlemde
Döne döne yüz gösterdi âdemde
Aşka ermeyenler kalır mâtemde
Allaha aşk ile varmış erenler..


Bu ÂLEMde KuLluk İmtihÂNında, Kenz-i Mahfi ->Gizli Hazine olan AŞKuLLahtır!
Bu dehr içinde döne döne gelip yüz gösterdi “ÂDEM”de derc oldu bu âlemde sonunda!
Ve kısacık KULLUK DENEmesi DÜNyâ hayatı sonunda AŞKuLLaha ualaşamayanlar sonUÇta ederlerinden yas tutarlar!
İyi bil ve unutma ki, bu ÂLEMde Hakk ERENLer, ALLAHU zü’l- CeLÂL’e AŞK ile varmışlardır!.



“Kenz-i Mahfi” olan aşkdır âlemde:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ALLAH celle celâluhu: “Küntü kenzen mahfiyyen Fe ahbebtü en u’refa fe halaktü’l-halka Li ya’rifânî: Ben kenz-i mahfi-gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.” buyurdu.

Bu Hadis-i Kudsînin kaynakları şöyledir:
1. Ed-Dürerü’l-Müntesire, Celalettin-i Suyuti,125
2. El-Esraru’l-Merfua, Aliyyu’l-Kâri, 273
3. Aclunî , Keşfu’l-Hafa, Aclunî, 2:133
4. El-Fetevâ, El-Halîlî, 1:72
5. Mesnevi, Celâleddin-i Rumî, 5:104
6. Divan-ı Mevlânâ Câmî, 37
7. Divân-ı Niyaz-i Mısrî, 2
8. Divân-ı Şeyh Ahmet Cezerî, 1:190
9. İşârâtu’l-İ’câz, Bediüzzaman Said Nursi, 23..


Döne döne yüz gösterdi âdemde:
“ÂLeM-i EKBER” >İnsÂN-da ->“ÂLeM-i ASGÂR” >“cÜMMLe cihÂN!”:



Azîz EfendimİZ İmâmı Alî kerremullahi veche:
Resim---“Eyâ insan cirmike cirmis-sâgirun, ve fike intavâ âlemü’l-ekber...” “Ey insanoğlu! Cirmin (cisim, hacim) çok küçüktür, fakat âlemü’l-ekber sende intevadır, mündemictir. İçine sokulmuştur (o kadar da değerin var) !” Buyurması ne hârikadır.

Âlem-i Asgar: Daha küçük âlem. En küçük âlem. * İnsan.(adem)
Âlem-i Ekber: En büyük âlem. Kâinat (alem)
Tavâ kökü: elbiseyi, yatağı v.s. dürüp katlamaktır.
Mündemic: (dümûc’dan) indimâc eden, dürülüp sarılan, içine yerleşen, içine sokulması olup aynı anlamdadır.

SıRR-ı Âli
SıRR kemÂLi..
ÂLemi asgâr-küçük ÂLemler, ÂLem-i Kebîr ÂDEMde derc olmuştur.. Nihayet, Bidâyete derc edilmiştir..
Biz, hepimiz herc-ü-merc olmuşuz, Dost MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem ’e derc olmuşuz. ben, sen, o, biz hepimiz BİR iz ve BİZ M uha M M edîyiz!...

EMÂNet ve AHD NOKtası:

ASL -> ASLiyyet NOKtası -> EVVELi..
AYN -> AYNiyyet NOKtası -> BÂTINı..
AKL -> AKLiyyet NOKtası-> ZÂHİRi..
AKB -> AKiBiyyet NOKtası -> ÂHİRii..

İMaM Ali kerremullahi veche’nin: “İLiM bİR NOKta idi onu câhiller ÇOĞlattı!”
BUYUrduğunun MÂNÂsı, RUHu, SıRRı bu İLK NOKtadır..


Resim---İMaM Ali kerremullahi veche: “Her İLiM “Besmele” ye, o dahi “ﺐ - Be” harfine, o dah, Be harfinin altındaki “.” NOKta da mündemic*tir, derc edilmiştir, toplanıp içinde CEM’ edilmiştir.”
BUYUrduğunun da MÂNÂsı, RUHu, SıRRı bu İLK NOKtadır..

*Mündemic: İndimac eden, dürülüp sarılan, içine sokulmuş olan. İçine alınmış olan.

Velâyet ŞAHımız İmam Ali kerremullahi veche ne güzel Buyurmakta ki: “Tüm Kur'ân-ı Kerim Fâtihaya, Fâtiha Besmeleye, Besmele “Be- ب ” Harfine DERC edilse-yoğunlaştırılıp içine sokulsa; BEN o “Be” Harfinin NOKTAsı Olurum!” buyurmaktadır.

Ondandır ki Ali kerremullahi veche Sırrına eren İLİM Şehrine SALLeder-ULAşır..


Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan girmelidir!.” buyurdu.
(Hazreti İbn-i Abbas’dan; Hâkim-i Nişaburî Müstedrek C. 3 S. 126)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ben hikmet eviyim, Ali kapısıdır” buyurdu.
(Tirmizî Sahih C.2 S. 399.)


ALLAHu zü’l- CeLÂL ->Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem'e, ÂLine, EHL-i BeYTine, Ashab-ı Güzînine, SUNuLLAH GAYBî kaddesallahu sırrahu ve diğer tÜMM Hakk Dostlarına ve ÜMMetine Salât ü SeLÂM EYyLesin İnşâe ALLAHu Teâlâ!. Âmin!..

3. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : İmâm-ı Alî kerremullahi vecheye ait salâvâtı şerîfe

Resim

TÜRKÇESİ: Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Resim Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Resim Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Resim Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Resim Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Resim Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Resim Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.

MÂNÂSI:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”


Resim

Bezl: Bol. Bol bol verme. Esirgemeden vermek
Agâh: (Ageh) f. Haberdar. Uyanık. Kalbi uyanık. Malumatlı. Basiretli. Vâkıf. Bilen.
Bed: f. Fenâ. Kötü. Çirkin. Yaramaz. şer. şeni'.
Tebdil: Değiştirmek. Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek.
Kenz: Define, hazine. Yer altında saklı kalmış kıymetli eşya, para veya altın gibi şeyler.
Mahfi”: Gizli, saklı.
Gafil: Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

*XXV*

Himmet istersen ricâlül-gayba hemdem olagör
Gönlüne gir anların ahvâle mahrem olagör..


Ey can, eğer sen de el ele el YeduLLAHa-Hakk’ın eline ULAŞımı bilirsen ve ULAŞım dilersen, gayb ERENLeriyle içli-dışlı can-ciğer dost ol!
Ham aklıyın cakcukasını bırakta Hakk Erenler sözün duy ve uy ki gönüllerine giresin ve onların ÖZ-İÇ HÂLLerine-hürmete değer görgülerine-SÎNe SıRRLarına ulaşabilesin..


Resim

Kabz-ı Hak gayb erlerinden nâzil olur âleme
Râh-ı gayba muttali ol sen de âdem olagör..


Hakk SÖZünü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem SESinden ve de Erenler ELİnden DUY ve UYuş.. ve de sabit kadem bu hak-hayrda DURuş ki HAKKta dâim duruş.. Gayb Erlerinden gönüllerinden iner bu ÂLEMe-yeryüzüne..
Sen de bu gayb/olduğu halde gözükmeyen gaybî YOL hakkında haberdâr ol ki, sen de gerçek ÂDEM-İnsÂN OLaBİl!.


Resim

Hemdem olanlar rîcal-ü gayba ehl-i tayy olur
Tayy edüp bu âlemi var başka âlem olagör..


Rîcal-ü gayb ERENLerine Hemdem olanlar/ içli-dışlı can-ciğer dost olanlar sonunda tayy ehli ki zaman ve mekanı dürecek, zaman içinde zaman ve mekan içinde mekan yaşayabilecek hale gelirler,
Ey can sen de Özüne ulaş ve dün ve yarını bu günde CEM’ edip bu âlemin SON-UÇu başka ÂLEMleri gör!.


Resim

Belh-i âlem tahtını telh eyle ehl-i gayba gel
Âlem-i ma'nîde var Sultan Edhem olagör..


sen de Horasan padişahı İbrahim Bin Edhem kaddesallahu sırrahu gibi dünya TAHTının tadının acı-zehir olduğunu ANLA da Gayb Ehline katıl!
Mânâ âlemine geçen İbrahim Bin Edhem kaddesallahu sırrahu gibi Hakk Dostu olduğunu gör!.

Resim

Her asırda kutb olam dirsen ricalül-gayba sen
Ayn-ı zâta gayb olan bir demle bir dem olagör..


Eğer sen de bu KULLUK Yurdunda her ASRın kutublarından birisi oluyum dersen Ricâl-i Gayb Ehline ey gaybî Babam kaddesallahu sırrahu sen de,
ZÂTuLLAH Hakikatına ki sen de olduğu halde haberin olmayan Hakikat-ı MuhaMMediyyenle olduğun bir ÂN Vakt DİLİMİni kolla, BİL, BUL, OL ve YAŞA ki bu ANLAtılanları vicdÂNında şâhid olagör!.


Resim

Himmet: Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.
Ricâlü’l-gayb: Her devirde bulunan ve herkesçe görülmeyen ve bilinmeyen ve Allah'ın (C.C.) emirlerine göre çalışan mübârek, büyük zatlar. Ricâlullâh.
Ahvâl: Haller. Vaziyetler. Oluşlar.
Kabz: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. * Tahsil etmek. Teslim almak.
Nâzil: (Nüzul. dan) Nüzul eden, inen, yukardan aşağıya inen, bir yere konan. Bir yerde konaklayan.
Râh: (Reh) f. Yol. Tarz. Usûl. Meslek.
Muttali’: Haberli. Bilgisi olan. Bir yüksek yerden bakarak görüp anlayan. Vâkıf. Derk eden.
Tayy: Bükmek, sarmak, dürmek. * Kaldırmak. * Geçmek. * Açmak. * Çıkarmak. Bir haberi ketmetmek. Kasten açtırmak. * Atlama, üzerinden geçme.
Telh: f. Acı.
Kutb: Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyaullahtan zamanın en büyük mürşidi.
Ayn: (C.: A'yan-A'yun-Uyûn) Göz. * Pınar, kaynak. Çeşme. * Tıpkısı, tâ kendisi. * Zât. * Eşyanın hakikatı.
Belh: Afganistan'ın kuzeyinde yer alan eski bir yerleşim yeridir. Eski Belh şehri, bugünün Afganistan’ının en eski şehridir. 365 metre rakıma sahip, mevsimlik akan Belkh Nehri’nin sağ kıyısından 12 km ileride olan eski Belh, bugün çoğunlukla bir enkaz yığınıdır. Belh, bir zamanlar Horasan’ın önemli şehirlerinden birisiydi.Afganistan'da Türk halk'larının ve Türk kültürünün görüldüğü bir bölgedir. Bir zamanlar dünyanın önemli bir şehriyken Moğollar tarafından tamamen yok edilmiştir. Bugün Afganistan’ın kuzeyinde merkeze bağlı küçük bir şehirdir ve başkent Mezar-ı Şerif’in 20 km kuzeybatısında, Amu Derya’nın yaklaşık 74 km güneyindedir. Belh Vilayeti'nin yönetim merkezi Mezar-ı Şerif şehridir. 17,249 km² yüzölçümündeki vilayetin nüfusu 1.123.948'dir. Belh Vilayeti Afganistan'ın 34 vilayetinden birisidir.


ResimİBRaHiM Bin EDHeM kaddesallahu sırrahu..:

Tâbiînin meşhûr âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. 714 (H.96) te Belh şehrinde doğup, 779 (H.162)da Şam'da vefât etti. İsmi, İbrâhim bin Edhem bin Mansûr, künyesi Ebû İshâk'tır. Nesebi hazret-i Ömer'e dayanır. Fudayl bin İyâd, İmrân bin Mûsâ bin Zeyd Râi ve Şeyh Mansûr Selâmi'nin sohbetinde bulunup, VeyselKarânî hazretlerinin rûhâniyetinden istifâde etmiştir.

Bağdât, Şâm veHicaz'da meşhûr oldu.Üç kıtanın âlimlerinin çoğundan ilim öğrendi. İmâm-ı A'zam hazretlerinin sohbetleriyle olgunlaştı. Dinde fakih ve müctehid oldu. Rumlarla yapılan cihadlara katıldı. Arap lisânını çok fasîh konuşurdu.

Yahyâ bin Saîd el-Ensârî, Saîd bin Mezbân, Mukatil bin Süleymân ve Süfyân-ı Sevrî'den, Sevrî de kendisinden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur. Evzâî, Şakîk-i Belhî, İbrâhim bin Beşar, kendisinden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuşlardır. Nesâî, Dâre Kutnî, İmâm-ı Buhârî onun sika, güvenilir bir râvi olduğunu bildirmişlerdir. Buhârî "Edeb", Tirmizî "Tahâret" kısmında kendisinden rivâyette bulunmuşlardır.

Babası Edhem, Belh şehri pâdişâhıydı. KendisiŞehzâde olup, tahtta oturur, avlanmayı severdi.Her türlü imkâna sâhip, her istediğini yer, her istediğini giyer, her emri hemen yapılırdı.Bir yola çıktığı zaman, kırk altın kalkanlı asker önünden, kırk altın gürzlü asker arkasından yürürdü. O bütün bunları terk etmiş ve Allahü teâlâya gönül vermiştir.Mübârek sözleri ve kerâmetleri dilden dile dolaşmış, muhabbeti hep gönüllerde yaşamıştır. Dünyâ sultânları unutulmuş, fakat O unutulmamıştır.


Tâcını, tahtını bırakıp evliyâdan olması şöyle olmuştur:

Bir gece tahtı üzerinde uyuya kalmıştı. Gece bir gürültü ile uyandı. Tavan sallanıyordu. seslendi: "Kim o?" Damdaki, "Tanıdık biriyim, devemi kaybettim onu arıyorum" dedi. İbrâhim Edhem, "Hey şaşkın, ne diye damda arıyorsun? Damda deve mi olur?" deyince, damdaki zât, "Ey gâfil, sen Allahü teâlâyı altın taht ve süslü elbiseler içinde arıyorsun. Damda deve aramak bundan daha mı acâyib?" dedi. Bu sözlerden sonra kalbi Allahü Teâlânın aşkı ile yandı ve şimdiye kadar yaptığı bütün günahlara, hatâ ve kusurlara tövbe etti.

Başka bir rivâyette: Bir gün sarayda umûmi bir ziyâfet verildi. Devlet adamları yerlerini almış, hizmetçiler beklerken, gayet heybetli bir zat çıkageldi. Ne askerlerden ne hizmetçilerden hiçbir kimse ona, sen kimsin, burada ne işin var? deme cesaretini bulamadı. Bu heybetli zâta İbrâhim Edhem sordu: "Ne istiyorsun?" O zât, "Bu handa konaklamak istiyorum." dedi. İbrâhim Edhem; "Burası han değil, benim sarayımdır." diye cevap verdi. O zât, "O halde bu saray bundan evvel kimindi?" diye sorunca, İbrâhim Edhem; "Pederimindi!" dedi. Gelen zât; "Ondan evvel kimindi?" diye tekrar sordu. İbrâhim Ethem; "Filân zâtın!" dedi. O zât; "Ondan evvel kimindi?" diye sorduğunda, İbrâhim Edhem; "Filân oğlu filânın!" cevâbına, o zâtın; "Bunlara ne oldu?" suâline de İbrâhim Edhem; "Öldüler!" cevâbını verdi. Gelen heybetli kimse; "Bu nasıl senin sarayın ki, biri gelmeden biri gitmede?" diyerek geldiği gibi geri çıktı. İbâhim Edhem o zâtın peşine düştü ve sordu; "Sen kimsin?" O zât da, "Ben Hızırım." dedi.

Bundan sonra İbrâhim Edhem hazretlerinin derdi çoğaldı. Kalbindeki Allah aşkı fazlalaştı.


Başından geçen bir başka hâdise de şöyledir:

Bir gün atının hazırlanmasını istedi ve av köpeğini de yanına alıp ava çıktı. Karşısına bir hayvan çıktı. Onu yakalamak için atını sürdü, gâibden; "Yâ İbrâhim sen bunun için yaratılmadın ve bununla emr olunmadın!" diyen bir ses işitti. Durdu, sağına soluna baktı hiçbir kimseyi göremedi. "Allah lânet etsin! Bu İblis'tir!" dedi. Atını tekrar sürdü. Biraz öncekinden daha kuvvetli ve daha açık; "Ey İbrâhim! Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emir olunmadın!" dendi.

Durup, sağına soluna baktı, hiçbir kimseyi göremedi: "Allahü teâlâ lânet etsin! Bu İblis'tir!" dedi. Atını tekrar sürdü ve aynı sözleri atının eyeri tarafından işitti ve durdu: "Âlemlerin Rabbinden bana bir ikaz geldi.Allahü teâlâya yemin ederim ki bu günden sonra Allah'a isyân etmeyeceğim. Rabbim, sâlih insan olmamı istiyor!" dedi. Bu hâdise üzerine pek fazla ağladı ve elbiseleri göz yaşlarıyla ıslandı. Sonra geri döndü. Bir çobana rastladı. Dikkat edince bunun, babasının çobanlarından birisi olduğunu anladı. Onun abasını ve başlığını alıp kendi elbiselerini ona verdi. Her şeyi bırakıp Allahü Teâlânın yoluna girdi.

Merv şehrine doğru giderken yolda âmâ bir adamcağız bir köprüden geçiyordu. Gözleri görmediği için nehre tam düşerken, İbrâhim bin Edhem bunu gördü. Adamcağıza çok acıdı ve (Allahümmahfezhu= Ey Alah'ım. Onu muhâfaza et, koru!) diye duâ etti. Bunu söyleyince köprüden düşmekte olan âmâ, köprü ile nehir arasında, boşlukta kaldı, düşmedi. Etrafta bulunanlar, âmâyı tutup yukarı çektiler ve İbrâhim bin Edhem'in büyüklüğünü tasdik ettiler. Bundan sonra Nişâbur'a gitti. Hep nefsi ile meşgûl olmak, her an Allahü teâlâya ibâdet ve tâatte bulunmak için, kendisine dünyâ meşgalelerinden uzak, sâkin bir yer aradı. Burada bulunan bir mağarada dokuz sene ibâdet etti. Bu mağarada bulunduğu bir gece yıkanması icab etti. Zemherir günleriydi ve çok şiddetli soğuk vardı. Buzu kırmak sûretiyle gusül abdesti aldı ve seher vaktine kadar ibâdet etti. Soğuktan donmak üzere olduğunu hissetti. Isınmak için biraz ateş olsa veya üşümemek için sırtımda bir kürk olsa diye hatırından geçti. Birden sırtında bir kürk bulunduğunu ve bedenini ısıtmakta olduğunu hissetti. Böylece, birazcık istirahat edip, uyumak imkânı hâsıl oldu. Az zaman sonra uyandı. Bu kürkün, çok heybetli bir hayvanın derisinden yapılmış olduğunu anladı. Allahü Teâlâya hamd etti.

İbrâhim bin Edhem hazretleri, bu mağarada kalırken, insanlar onun hâlini anlamaya başladılar. Bu durumda, derhal mağarayı terk etti ve Mekke-i mükerremeye doğru yola çıktı. Sahrada giderken bir zât ile karşılaştı. O zât kendisine (İsm-i a'zam= Allahü teâlanın en büyük ismini) öğretti. Bununla Allahü Teâlâya duâ etti. Hızır aleyhisselâm ile görüştü. O, kendisine; "Sana ism-i a'zam'ı öğreten kimse, İlyas aleyhisselâm idi." dedi ve çok sohbet ettiler. Daha sonra, İbrâhim bin Edhem'in Nişâbur'da ikâmet ettiği mağarayı ziyâret eden Şeyh Ebû Saîd isminde bir zât, hayret edip; "Sübhânallah! O ne mübârek bir zâtmış. Burada bulunması bereketiyle burası öyle güzel kokuyor ki, eğer mağarayı misk ile doldursalar öyle güzel kokmaz!" dedi.

Nakledildiğine göre İbrâhim bin Edhem Mekke-i Mükerremeye ulaşabilmek için sahrayı on dört senede kat edebildi. Bir müddet gidiyor, iki rekat namaz kılıyordu. Bu şekilde Mekke'ye ulaştı. Böyle bir zâtın gelmekte olduğunu, Harem-i şerîfte bulunan âlimler haber aldılar ve kendisini karşılamak üzere yola çıktılar. Böyle zâtları karşılamak âdetleriydi. O ise, kimse beni tanımasın diye, bir kâfilenin önüne düşmüş geliyordu. Başka kimseler de kendisini karşılamak ve görmek istiyorlardı. Kâfilenin önünde bulunan İbrâhim bin Edhem'e yaklaşıp: "Acaba İbrâhim bin Edhem yaklaştı mı? Harem-i şerîfin âlimleri kendisini karşılamaya geliyorlar da..." dediler. O ise, "Bırakın o kötü kimseyi! Ondan ne istiyorsunuz?" buyurdu. O kimseler, İbrâhim bin Edhem'in ensesine bir tokat vurdular ve; "Sen öyle yüksek bir zâta nasıl kötü diyebilirsin. Böyle söylemekle asıl sen kötü oluyorsun." dediler. İbrâhim bin Edhem de; "İşte ben de aynı şeyi söylüyorum." buyurdu.

Onlar ayrılıp gittikten sonra kendi nefsine şöyle diyordu: "Sen ne kadar ahmaksın ve cüretlisin. Mekke âlimlerinin seni karşılamalarını mı arzu ediyorsun? Halbuki onlar mübârek ve muhterem zâtlardır. Böyle bir şeyi istemeye sen nasıl cesâret edebiliyorsun? Ama sen -tokat vurulmakla- sana asıl lâyık olana kavuştun." Nitekim kendisini tanıyıp özür dilediler. Burada kısa zamanda kendisine eş-dost buldu. Çalışıp-kazanarak, alın teri ile nafakasını temin ederdi.

Nakledildiğine göre, memleketinden (Belh'ten) ayrıldığında geride süt emen bir oğlu kalmıştı. Çocuk büyüdü. Zengin oldu. Vâlidesine, babasını sordu. O da, "Baban kayboldu. Mekke'de bulunduğuna dâir bâzı haberler var." dedi. Oğlu; "Anneciğim, ben gidip, babamı bulmaya çalışacağım ve hizmetinde bulunacağım." dedi. Her tarafa haber gönderip, bu sene hacca gitmek isteyenlerin kendisine gelmelerini, masraflarını kendisinin karşılayacağını bildirdi. Bunun üzerine kendisine dört bin kişi geldi. Hepsinin masraflarını karşılayıp, hem haccetme, hem de babasına kavuşmak arzusuyla yola çıktı. Kâbe-i muazzamaya varınca, orada hırka giymiş, yamalı elbiseli kimseler gördü ve onlara babasını sordu. Onlar; "O bizim hocamızdır, Mekke dışından, sırtında odun getirip, satar, parası ile de ekmek alıp bize verir." dediler. Genç sahraya çıktı. Bir ihtiyarın ağır odun yüklenmiş olarak geldiğini gördü. Kendisini tâkib etti. O, pazara gidip odunları sattı. Parası ile ekmek alıp dostlarına ikrâm etti. Onlar ekmek yerken, o da namaz kılıyordu. Dostlarıyla birlikte tavaf yaparlarken, güzel yüzlü bir genç karşısına gelip durdu. İbrâhim bin Edhem ona bakıyordu. Tavafı bitirdikten sonra; "O gence bu kadar dikkatle bakmanızın hikmetini anlayamadık." dediler. Buyurdu ki: "Ben, Belh'ten ayrılırken süt emme çağında bir çocuğum kalmıştı. Bu genç odur." O genç, "Babam benden kaçar." endişesiyle, kendisini belli etmiyor, fakat her gün gelip babasını seyrediyordu. İbrâhim bin Edhem bir gün, dostlarından birini alıp, Belh'ten gelen hacı kâfilesinin yanına gitti. Atlastan bir çadır ortasında bir kürsü olduğunu ve oğlunun o kürsüde oturup Kur'ân-ı kerîm okuduğunu gördü. Genç; "Her halde, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir belâ ve imtihândır." (Tegâbün sûresi:15) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyordu. Bunu duyunca geri dönüp gitti.Yanındaki dostu, gencin yanına gitti. Kur'ân-ı kerîm okuması bittikten sonra gence; "Nerelisin?" dedi. O da "Belhliyim." deyince, "Kimin oğlusun?" dedi. O da; "İbrâhim bin Edhem'in oğluyum. Onu ilk defâ dün gördüm. Ama o muydu, değil miydi, iyice bilemiyorum. Benden uzaklaşır korkusuyla kendisine de soramadım." dedi. Gelen zât; "Gelin sizi onun yanına götüreyim." dedi. Bundan sonra berâberce İbrâhim bin Edhem'in yanına geldiler. Genç, babasını görünce kendinden geçecek şekilde ağladı. Kendine geldiğinde babasına selâm verdi. Babası selâmını alıp, bağrına bastı ve; "Hangi dindensin?" diye sordu. Genç; "İslâm dînindenim." dedi. İbrâhim bin Edhem; "Elhamdülillah! Kur'ân-ı kerîmi de biliyorsun. Peki ilim de tahsil ettin mi?" buyurdu. Oğlu; "Evet!" deyince, o yine hamdetti. Oğlunu yanına alıp ellerini semâya çevirdi. "Yâ Rabbî! İmdâdıma yetiş!" diye yalvarmaya başladı. Bunu gören yakınları; "Yâ İbrâhim, ne oldu, niçin yalvarıyorsun?" diye sordular. Onlara; "Oğlumu bağrıma basınca şefkati ve sevgisi kalbimde kaynadı. Bunun üzerine bir nidâ geldi: "Yâ İbrâhim! Beni sevdiğini iddiâ ediyorsun. Fakat benimle berâber başkalarını da seviyorsun. Dostluğumuza ortak katıyorsun. Bir kalpte iki sevgi olur mu? Bu dostluğa sığar mı?" Bunu işitince duâ edip; "İzzet, ikrâm sâhibi olan Allah'ım! İmdâdıma yetiş! Eğer oğlumun muhabbeti, beni, senin sevginden alıkoyacaksa, ya benim, yâhut da onun canını al, diye duâ ettim. Duâm hemen kabûl oldu. Oğlum kucağımda can verdi." dedi.

Buyurdu ki: "Lokmayı helâlden temin edebilmek için uğraşmak, geceleri ibâdet edip, gündüzleri oruç tutmaktan efdaldir. Çünkü her şeyin başı helâl lokmadır."

Kendisi işçi olarak çalışır, o gün kazandığı ile yiyecek şeyler alıp dostlarına ikrâm ederdi. Bir defâsında eve geç kaldı. Yol da uzundu. Arkadaşları; "O gecikti. Bâri biz yiyecek ne varsa onları yiyip uyuyalım, beklemiyelim." dediler. Nitekim yemeklerini yediler, yatsı namazlarını da kıldıktan sonra yatıp uyudular. İbrâhim bin Edhem gelince onların uyuduğunu gördü ve bir şey yemeden aç olarak yattıklarını düşünüp çok üzüldü. "Getirdiğim unu yoğurayım, bir şeyler pişireyim de uyandıkları zaman yesinler ve yarın oruca niyyet edebilsinler" diye çok uğraşıp, bir şeyler hazırladı. Arkadaşları uyandıkları vakit, onun kendileri için ne sıkıntılara katlandığını görünce, ne yaptığını sordular. O olanları anlattı. Bunun üzerine birbirlerine, "Bakın! O bizim için ne fedâkârlıklara katlanıyor, bizim hakkımızda ne kadar iyi düşünüyor. Fakat biz onu yemeğe beklemiyoruz." deyip, Onun kıymetini daha iyi anladılar ve özür dilediler.

Recâ bin Hayve şöyle anlatıyor: "İbrâhim ile beraber bir gemiye binmiştik. Bir anda gökyüzü karardı. Çok şiddetli bir fırtına başladı. Kendi kendime; "Vah, vah. Gemi batacak galiba." dedim. O sırada; "Hiç korkma! İbrâhim bin Edhem sizinle beraberdir, bir şey olmaz." diyen bir ses duydum. Ondan sonra fırtınanın şiddeti kesildi, selâmetle yolumuza devam ettik."

Bir defâsında gemiye binmişti. Abasını üzerine çekip istirahate çekildi. Biraz gidince fırtına başladı. Herkes korkup, gemi batacak endişesi ile telâşlandılar. İbrâhim bin Edhem ise, abasının altında istirahatine devâm etti. Gemidekiler kendisine;"Ne kaygısız kimsesin. Herkes can derdinde. Sen ise rahatça yatıyorsun. Bu ne haldir?" dediler. O, gâyet sâkin olarak kalktı ve; "Yâ Rabbî! Bizlere rahmetini göster." diye duâ etti. Bundan sonra fırtına sâkinleşti. Gemide bulunanlar rahatladılar.

Bir gün bir sarhoşun yanından geçiyordu. Ağzı bulaşmış, yerde yatar gördü. Su getirip ağzını yıkadı ve; "Allahü teâlânın isminin anıldığı bir ağzı böyle bulaşmış berbat halde bırakmak hürmetsizlik olur." buyurdu. Sarhoş kendine gelince İbrâhim Edhem hazretlerinin yaptığını ve söylediği sözü bildirdiler. O kimse tövbe etti ve sâlihlerden oldu. Sonra İbrâhim Edhem hazretlerine rüyâsında; "Sen bizim için onun ağzını yıkadın. Biz de senin kalbini temizledik." buyurdular.

İbrâhim bin Edhem, sahraya çıkmıştı. Bir kuyudan su çekmek için kovayı sarkıttı. Geri çektiğinde kovanın gümüşle dolu olduğunu gördü. Hemen geri boşalttı ve tekrar sarkıttı. Bu çekişinde, altınla dolu olduğunu gördü. Bunu da geri boşaltıp, kovayı tekrar daldırıp çıkardığında, kovanın mücevherle dolu olduğunu gördü. Bunun üzerine şöyle niyazda bulundu. "Yâ Rabbî! Bana hazine veriyorsun. Benim arzum bunlar değildir. Ben abdest almak için su istiyorum. İhsân et" diye yalvardı. Kovayı tekrar kuyuya daldırıp çıkardığında su ile dolu olduğunu gördü.

Yolda bir taş gördü. Üzerinde "Çevir ve altını oku!" yazılıydı. Çevirdi; "Eğer öğrendiğinle âmel etmiyorsan ne diye bilmediğini öğrenmek istiyorsun?" yazısını okudu ve; "Yâ Rabbî! Seni tanıyan hakkıyla tanıyamamıştır. Şimdi seni bilmeyen bir kimsenin hâli nasıl olur." dedi ve ağladı.

İbrâhim bin Edhem hazretleri bir bağda bekçilik yapardı. Bir gün uyuduğunda, ağzında nergis dalı ile bir yılan gelip, dalı sallayarak ona serinlik yaptı.

Kendisi anlattı: Bağ sâhibi bir gün gelip bana; "Tatlı nar getir." dedi. Götürdüm. Ekşi çıktı. Yine; "Tatlı nar getir." dedi. Bir tabak daha götürdüm. Bu sefer de ekşi çıktı. Bunun üzerine bağ sâhibi, "Sübhanallah! Bunca zamandır burada bekçisin, narın tatlısını ekşisinden ayırd edemiyorsun!" dedi. Ben de; "Benim vazifem bağı beklemek, hiç tatmadığım narın tadını nereden bileyim?" diye cevap verdim. Bağ sâhibi, "Sendeki bu hâle bakınca İbrâhim bin Edhem'sin diyeceğim geliyor." dedi. Bu sözü işitince tanınmamak için hemen oradan ayrılıp gittim.

Huzeyfe-i Mer'aşî, İbrâhim bin Edhem'e hizmet ederdi. Sebebini sorduklarında şöyle anlattı: "Mekke'ye giderken çok acıkmıştık. Kûfe'ye gelince, açlıktan yürüyemez oldum. "Açlıktan kuvvetsiz mi kaldın?" dedi. "Evet!" dedim. Hokka, kalem, kağıt istedi. Bulup getirdim. "Bismillâhirrahmânirrahim. Herşeyde, her hâlde sana güvenilen Rabbim! Her şeyi veren sensin. Sana her an hamd ve şükr eder, Seni bir an unutmam. Aç, susuz ve çıplak kaldım. İlk üçü, benim vazifemdir. Elbette yaparım. Son üçünü sen söz verdin. Senden bekliyorum." yazıp, bana verdi ve; "Dışarı git ve Allahü Teâlâdan başka kimseden bir şey umma ve ilk karşılaştığın adama bu kâğıdı ver." dedi. Dışarı çıktım. İlk olarak, deve üstünde biri ile karşılaşdım. Kağıdı ona verdim. Okudu, ağlamaya başladı. "Bunu kim yazdı?" dedi. "Câmide birisi" dedim. Bana bir kese altın verdi. İçinde altmış dinar vardı. Bunun kim olduğunu sonradan, etraftakilere sordum. Nasranîdir (yâni hıristiyandır) dediler. İbrâhim bin Edhem'e bunları anlattım. "Keseye elini sürme. Sâhibi şimdi gelir." buyurdu. Az zaman sonra nasrânî, İbrâhim bin Edhem'in huzûruna geldi. "Bu yazıyı yazan siz misiniz?" dedi. "Evet!" cevâbını alınca; "Çok düşündüm, böyle bir yazıyı yazanın Allah'a olan tevekkülü, ancak hak olan bir dinde olur. Bu parayı verdiğim kimseyi tâkib ederek huzûrunuza geldim. Bana İslâmiyeti anlatır mısınız?" diyerek, kelime-i şehadeti söyledi ve müslüman oldu."

Bir kimse kendisinden nasîhat isteyince: "Bağlı olanı aç, açık olanı kapa." buyurdu. O kimse;"Bunu anlamadım." deyince; "Kesenin ağzını aç, cömert ol, açık olan dilini de tut konuşma." diyerek izah buyurdular.

Birisiyle arkadaş oldu. Bu arkadaşlıkları bir müddet devam edip, zaman gelip ayrılmaları icâb edince, arkadaşı: "Uzun zaman arkadaşlık ettik bir ayıbımı gördünse söyle bir daha yapmayayım." dedi. İbrâhim bin Edhem cevâbında: "Kardeşim sende bir ayıp görmedim. Ben sana dâima sevgi gözü ile baktım. Onun için seni hep iyi buldum. Senden gördüklerim hep iyi şeylerdi. Ayıp arıyorsan başkalarına sor." buyurdular.

Kendisine; "Sen kimin kulusun?" dediler. Titredi, yere düştü ve kendinden geçip yerde çırpınmaya başladı. Bir müddet sonra kendine geldi, kalktı ve bir âyet-i kerîme okudu. "Niçin cevap vermedin?" dediler. İbrâhim bin Edhem; "Korktum, eğer O'nun kuluyum desem, benden kulluk haklarını ister, değilim desem, bunu da diyemem." buyurdu.

Vefât ettiği gün; "Yer yüzünün emânı ölmüştür." diye gizliden bir ses duyuldu. Bunu herkes işitti. Fakat mânâsını anlayamadılar. Acaba ne olacak diye merak ettiler. Ne zaman ki İbrâhim bin Edhem'in vefât haberi duyuldu, herkes bu sözün İbrâhim bin Edhem için olduğunu o zaman anladılar.


Buyurdular ki:
"Öbür dünyâda terâzide en ağır amel, burada bedene en zor gelenidir."
"İşittiğime göre, kıyâmet günü insan, daha çok utansın diye tanıdıklarının yanında hesâba çekilir."
"İlmi, amel için öğreniniz. Çokları bunda yanıldı. İlimleri dağlar gibi büyüdü, amelleri ise zerre gibi küçüldü."
"Borcu olan kimse, borcunu ödemedikçe, yağlı ve sirkeli taam yememelidir."


Her zaman şöyle duâ ederdi:

"Yâ Rabbî! Beni günah alçaklığından, sana tâat ve ibâdet lezzetine ulaştır."

HİÇ UYUMAZDI:
Ramazân-ı şerîfte ekin biçer, aldığı ücreti muhtaç olanlara verirdi. Gece sabaha kadar ibâdet eder, hiç uyumazdı. "Hiç uyumadan nasıl durabiliyorsunuz?" diyenlere; "Nasıl uyuyabilirim ki, ağlamaktan bir an kesilemiyorum. Bu halde gözüme uyku girmesi mümkün müdür?" derdi. Namazını bitirdikten sonra ellerini yüzüne kapar; "Yaptığım ibâdet doğru ve makbûl olmaz da, eski bir paçavra gibi yüzüme çarparlar diye çok korkuyorum." buyururdu.

Bir defasında, ıssız bir yerde, harâbe bir binâda şiddetli soğuk ve ayazın olduğu bir gece, üç kişi ibadet ediyorlardı. Arkadaşları uyuduktan sonra İbrâhim bin Edhem kalkıp, sabaha kadar kapıda bekledi. "Niye böyle yaptın?" dediklerinde; "Arkadaşlarım uyurken bir tehlike meydana gelirse, onu ben karşılayayım. Arkadaşlarım üzülmesinler diye böyle yaptım." buyurdu. Bir defâsında sefere çıkmıştı. Azığı bitti; "Benim yüzümden bir kardeşim sıkıntıya, zahmete girmesin." düşüncesiyle uzun müddet kimseden bir şey istemedi.


GÖNÜL HUZÛRU İLE İBÂDET:
İbrâhim bin Edhem buyurdu ki: "Bir gece Mescid-i Aksâ'da kalmak istedim. Câmi vazifelilerinin beni görmemeleri için içeride bulunan hasırların arasına gizlendim. Görünce içeride kalmama izin vermezlerdi. Gece, geç vakit olunca kapı açıldı ve içeriye tanımadığım bir zât girdi. Yanında derviş kıyâfetli kırk kişi daha vardı. O yaşlı zât mihrâba geçti, iki rekat namaz kıldıktan sonra öbürlerine döndü. İçlerinden biri; "Bu gece, burada tanımadığımız, bizden olmayan biri var." dedi. Mihrâbda bulunan, tebessüm etti ve"Evet İbrâhim bin Edhem var, kırk gündür kalb huzûru ile ibâdet yapamamaktadır." dedi. Bunları duyunca ben açığa çıktım. Mihrâbda bulunana; "Evet doğru söylüyorsunuz. Lütfen bunun sebebini de bildiriniz." dedim. O zât şöyle anlattı: "Filân zaman Basra'da hurma satın almıştın. Bu sırada yere bir hurma tanesi düştü. Sen o hurmayı kendi hakkın zannederek aldığın hurmaların içine koydun. Onu yediğin için kırk gündür ibâdetlerinden tad alamıyorsun." dedi.

Ertesi gün hurmayı satın aldığım zâtın yanına gittim. Olanları anlatıp kendisinden helâllık diledim. O da hakkını helâl etti ve; "Mâdem ki bu iş bu kadar hassastır. O halde ben şimdiden sonra hurma satmayı bıraktım." dedi. Sonra dükkânını kapattı. Vakitlerini ibâdetle geçirmeye başladı, nihâyet o da Allahü Teâlânın sevgililerinden oldu.


DAHA NE İSTERLER:
Kendisine şöyle sordular: Allahü Teâlâ; "Ey kullarım, benden isteyiniz, kabûl ederim, veririm." (Mü'min sûresi: 60) buyuruyor. Halbuki istiyoruz vermiyor? Cevâben buyurdular ki: "Allahü teâlâyı çağırırsınız O'na itâat etmezsiniz. Kur'ân-ı Kerîmi okursunuz, gösterdiği yolda gitmezsiniz. Cenâb-ı Hakk'ın nîmetlerinden faydalanırsınız. O'na şükretmezsiniz. Cennet'in ibâdet edenler için olduğunu bilirsiniz, hazırlıkta bulunmazsınız. Cehennem'i âsiler için yarattığını bilirsiniz, ondan sakınmazsınız. Babalarınızın, dedelerinizin ne olduklarını görür, ibret almazsınız. Ayıbınıza bakmayıp başkalarının ayıplarını araştırırsınız. Böyle olan kimseler, üzerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına, gökten ateş yağmadığına şükretsinler. Daha ne isterler? Duâlarının neticesi, yalnız bu olursa yetmez mi."

İŞTE GERÇEK SULTANLIK:
İbrâhim bin Edhem bir gün deniz kenarında oturmuş, elbisesini dikiyordu. Memleketin vâlisi yanındakilerle birlikte oradan geçerken İbrâhim bin Edhem hazretlerinin başında durdu. Vâli onu seyrederken şöyle düşündü: "Bak şu dünün hükümdârına! Böyle yapmakla eline ne geçti?" İbrâhim bin Edhem vâlinin aklından geçenleri anlamıştı. Kaldırıp iğnesini denize fırlattı.Sonra; "Balıklar iğnemi getirin." deyince, bir balık, ağzında İbrâhim Edhem'in denize attığı iğneyi getirdi. İbrâhim bin Edhem iğneyi balığın ağzından aldıktan sonra vâliye döndü: "Elime bu iğne geçti!" buyurdu. "Yâni; ben Allahü Teâlâdan gayri olanları bırakıp, bütün varlığımla O'na döndüğüm için, bu balıkları bana hizmetçi etti ve bana bu kerâmeti verdi!" demek istedi.

NASÎHATLERİN ÖZÜ:
Kendisinden bir zât nasîhat istediğinde buyurdu ki:
Altı şeyi kabûl edip yaparsan, hiçbir işin sana zarar vermez. Dünyâda ve âhirette rahat edersin. O altı şey şunlardır:


1. Günah yapacağın zaman Allahü Teâlânın sana verdiği rızkı yeme.
2. O'na âsî olmak istersen, O'nun mülkünden çık. Mülkünde olup da ona isyân etmek uygun olur mu?
3. O'na isyân etmek istersen, gördüğü yerde günah yapma. Görmediği yerde yap. O'nun mülkünde olup, verdiği rızkı yiyip, gördüğü yerde günah yapmak uygun değildir.
4. Can alıcı melek, rûhunu almaya geldiği zaman tövbe edinceye kadar izin iste. O meleği kovamazsın. Şimdi kudretin var, güç kuvvetin yerinde iken tövbe et. Tövbe edilecek zaman bu zamandır. Zîrâ ölüm çok âni gelir.
5. Mezarda Münker ve Nekir ismindeki iki melek, suâl için geldiklerinde, onları kov seni imtihân etmesinler. Soran kimse; "Buna imkân yoktur." dedi. İbrâhim Edhem buyurdu ki; "Öyle ise şimdiden onlara cevap hazırla."
6. Kıyâmet günü Allahü teâlâ; "Günâhı olanlar Cehennem'e gitsin." diye emir edince ben gitmem de. Soran kimse dedi ki: "Bu sözümü dinlemezler." Nasîhatları dinleyen kimse tövbe etti ve ölünceye kadar tövbesinden vazgeçmedi.

HELAL LOKMA:
İbrâhim bin Edhem hazretleri helal lokma yemeye çok dikkat eder ve herkese tavsiye buyururlardı. Bir gün kendisine falanca yerde bir genç var. Gece gündüz ibâdet ediyor, kendinden geçiyor, dediler. Gencin yanına gidip üç gün misâfir kaldı. Dikkat etti, söylediklerinden daha çok şeyler gördü. Kendinin soğuk, hâlsiz, habersiz, gencin ise, böyle uykusuz ve gayretli hâline şaşırıp kaldı. Genci, şeytan aldatmış mıdır, yoksa hâlis ve doğru mudur anlamak istiyordu. Yediğine dikkat etti. Lokması helâldan değildi. "Allahü ekber, bu hâlleri hep şeytandandır." deyip, genci evine dâvet etti. Kendi lokmalarından bir tane yedirince, gencin hâli değişip, o aşkı, o arzusu, o gayreti kalmadı. Genç, İbrâhim'e sorup; "Bana ne yaptın?" deyince; "Lokmaların helâlden değildi. Yemek yerken, şeytan da midene giriyordu. O hâller, şeytandan oluyordu. Helâl yiyince şeytan giremedi. Asıl, doğru hâlin meydana çıktı." dedi.

Kaynaklar:


1) Hilyet'ül-Evliyâ; c.7, s.367, c.8, s.3
2) Tezkiret-ül-Evliyâ; c.1, s.47
3) Nefehât-ül-Üns; s.95 (Lâmiî Tercümesi)
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1094
5) Tabakât-üs-Sufiyye; s.27-38
6) Sıfat-us Safve; c.4, s.134
7) Vefeyât-ül-A'yân; c.1, s.31
8 ) Ravdur-Reyâhîn; s.58, 68, 87, 124,
9) Nevâdir-ül-Âlem; s.3, 44, 116
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.226
11) Menâkıb-ı İbrâhim binEdhem..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

* Kafiyetü’l- Za *


*I*

Kanda ise ârif-i billâh olandır yârımız
Aşinâ-yi ders-i vahdet mahrem-i esrarımız..



Her nerede olursa olsun ârif-i billâh/ Hakk’ın nuru ile Cenâb-ı Hakk'ı bilen MuhaMMedî Hakk ÂŞIKLar Bizim Dâimî YÂRımızıdır.
Bu hayatın kesret ÇOKluğu ve de YOKluğu içinde VAHDetULLah “TEK”liğini tercih edenler ve AŞKuLLahtan haberli, bilgili ve tanışık olup gİZLi SIRRLarımıza yabancı olmayanlardır BİZim YÂRimiz!.


Resim

Künhümüz keyfiyetimizden bizim âciz cihan
Kubbe-i dilde özünü gizlemiş settârımız..


BİZim İlahî AŞK dediğimizin Künhünü/aslını, cevherinin iç yüzünü anladığımızı, anlatabilsek cümle cihân zavallı duruma düşerler!
Çünkü cihÂNı Yaratan, cÂNda CEM’ Gaib olan es Settâr Rabbu’l- ÂLEMîn gönül KUBBemizin Özüne ÖZünü gİZLemiştir, Şahdamarımızdan da AKRABamız OLmuştur!.


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve le kad halaknel insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.(Kaf 50/16)

Karib : Çok yakın. Yerce ve mekânca uzak olmayan. Yakın hısım.
Garib : Kimsesiz. Zavallı. * Gurbette olan. Hayret verici. Tuhaf.


Resim

Hiss-i hayvanı beni görmez didi vahyinde Hak
Dîde-i insân gerekdir görmeğe dîdârımız..


ALLAHu zü’l- CeLÂL Kur'ân-ı Keriminde nefs-i emmâresini hizbuşşeytana teslim edip “belhum edaallun- hayvandan da aşağı” kılanların Rabbımızı göremeyeceğini bildirip-buyurmuştur.
Nefsini Bİlen RABBını Bulan insÂN gÖZü gerketir ki kendi ÖZündeki ÖZ YÜZÜnü göreBİlsin!.


وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
Resim---Vucûhun yevme izin nâdıreh(nâdıretun).: Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır.” (Kıyâme 75/22)

إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
Resim---İlâ rabbihâ nâzıreh(nâziretun).: Rablerine bakacaklardır (O'nu göreceklerdir).” (Kıyâme 75/23)

وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ
Resim---Ve vucûhun yevme izin bâsireth(bâsiretun): Yüzler de vardır ki, o gün/İzin günü buruşacaktır;” (Kıyâme 75/24)

Resim

Turfa bu kim cümle özlerde öz olup gizlenir
Yine her yüzden görünür ol bizim ayyarımız..


Görülmemiş, tuhaf veş aşılacak olan şey şu ki RaBBımız, Küllî ŞEY’in cÜMMLesinin ÖZünde-şahdamarından da akraba ÖZden ÖZ olup gİZlenmekte,
Ve ne garibdir ki, yerde-göklerdeki Küllî ŞEY’in cÜMMLesinin YÜZünde, gözüküp durmakta o BİZim hilebâzımız düzenbâzımız YÂrr!.


En dış ZÂHİR Şehadet Âlemindeki EŞYâ - ŞEYler Bazarındakileri kendi başlarına buyruk nesneler sanmamalıyız:
ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..


اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NûrUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

Resim

Biz o nûr-ı kibriyâyız zâtımız kevne dolu
Serteser hep kaplayupdur âlemi envârımız...


Biz ki O zâhirde Azamet ve bâtında Kudret Sahibi el Kebîr ALLAHu zü’l- CeLÂLin bizzâtihi NÛruyuz ve Nebiyyü’l- ÜMMî MuhaMMed aleyhi's-selâm NÛRudan Şe’ÂNuLLahta her ÂN yENiden KÛN feyeKÛN Kevniyyet Oluşumu İçindeyiz bir vüCÛD gibi..
Baştan aşağı/tümünü Kâinâtı-tüm âlemleri yutmuş/kaplamıştır Hakikat-ı MuhaMMed NÛRLarımız!.


El Kebîrü :
Resim

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisi kudsîde: "ALLAH: "Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım."buyurdu" buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-265/827)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Evvele mâ halakallâhu nûrî: ALLAH’ın en evvel halkettiği (yarattığı) Benim nûrumdur.” Buyurdu.”
(Aclûnî, Keşfü’l- Hafa, c:1, shf:311)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Evvelu mâ halakallâhu nûra nebiyyike yâ Câbir: ALLAH Teâlâ herşeyden evvel senin Peygamberinin nûrunu yarattı ey Câbir!”
(Câbir bin Abdillah tarikiyle Abdürrezzak’tan; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:205, 2:129.)

Resim---Câbir bin Abdullah radiyallâhu anhu'’dan: “ Yâ Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAHın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Yâ Câbir! eşyâdan önce, kendi nûrundan (Nûrullah) senin Peygamberinin Nûrunu (Nûr-u MİM) yarattı.” Ve şöyle buyurdu: “ O nur ALLAHın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki: “ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nûru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kâlemi yarattı. İkinci parçadan Levhi yarattı. Üçüncü parçadan Arşı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı: Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nûrunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nûrunu yarattı ki o, ALLAHı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nûrunu yarattı ki o da Kelimeyi Tevhiddir....””
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Resim

Bî-nişân u lâ-mekân evsâfının tahkikidir
Ma'âda-yi ehl-i ezvâk anlamaz güftârımız..


Bu ise, BİZim ZÂT -> Sıfat ->Esmâ ->Eşyâ ANLAyışımızın NişÂNsızlığı ve MekÂNsızlığı vasıflarının/sıfatlarının tahkikidir/dosdoğruluğudur..
Bu Hakikatı Bilip-BULup-OLup da YAŞAyanlardan başkası, kuru laf canbazları ve zâhiri zevk ehli olanlar bizim gerçek hakk sözlerimizi anlayamazlar!.


Resim

Merkez-i âlemde hâlâ kutb-ı vaktiz şübhesiz
Vahdet üzre devr ider her dem bizim pergârımız..


Kâinâtın/âlemlerin Merkezinde RÜŞDe ermiş Akıl sahibi ÂDEMoğlu vardır. Sonsuz zaman olan dehrin belli bir müddet kullanımı olan VAKTin, DÖNdüren MuhaMMedî MİLiyiz/Kutbuyuz her ÂN şüphesiz!
CüMMle Kesretteki Vahdet HaZZına Ulaşan;
“NakLî-Bâtın-KÛN” Ayağımız MERKEZde ve “AKLî-Zâhir-feyeKÛN” ayağımız MUHİTte, Vahdet üzere her ÂN ŞeÂNuLLahta devrÂNda devr eder durur İman-Amel pergelimiz!.


Azîz EfendimİZ İmâmı Alî kerremullahi veche:
---“Eyâ insan cirmike cirmis-sâgirun, ve fike intavâ âlemü’l-ekber...” “Ey insanoğlu! Cirmin (cisim, hacim) çok küçüktür, fakat âlemü’l-ekber sende intevadır, mündemictir. İçine sokulmuştur (o kadar da değerin var) !” Buyurması ne hârikadır.

Âlem-i Asgar: Daha küçük âlem. En küçük âlem. İnsan.(adem)
Âlem-i Ekber: En büyük âlem. Kâinat (âlem)
Tavâ kökü: elbiseyi, yatağı v.s. dürüp katlamaktır.
Mündemic: (dümûc’dan) indimâc eden, dürülüp sarılan, içine yerleşen, içine sokulması olup aynı anlamdadır.


El Vâhidu :
Resim

Resim

Fâni-î fillâh olup erdik baka-billâha biz
Zâhir u bâtın serapa cümle Hakdır varımız..


Biz MuhaMmedî Hak Âşıklarız ki kendi izafî-iğreti-gelgeç-Nurullah olan benliklerimizi, fASLımız ASLımıza SALLedip ULAŞtırıp, terk ederek fenâfillah/ALLAHta fâni olup, ezel-ebed el BÂKi olan ALLAHu zü’l- CeLÂL Ahadiyyetinde bekâbiLLaH/ALLAH’ta bâki OLuş bulduk biz!
İster Zâhirî vüCÛDumuz, ister Bâtınî vicdÂNımız cÜMMLe VARlığımızın tümü de baştan başa HAKtır!.


El Bâkî :
Resim

Resim

Dest-i kudret bizi bîr meclâ-i a'zâm eylemiş
Zâhir u bâtında uymaz kimseye reftârımız..


KudretuLLah Eli BİZi, muazzam ve mükerrem bir meclâ/çıkma ve görünme yeri eylemiş ki, bunu kâinâtta BİLeBİLen tek varlık AKL-ı SİLM sahibi İnsÂNoğludur.
İster Zâhir ister Bâtın hiç kimselere uymaz BİZim SeBBehâ/yeniden yaratılış reftârımız/gidiş-gelişlerimiz SALL SALLanışlarımızın SıRrı!.


Resim

Cilvegâh-ı Hazret-i Hak heykel-i mahsûsumuz
Sırrımız fehm itmeden hor bakmasun ağyarımız..


Her ZERRenin kendi izafî zâtına tahsisi edilmiş ve bu âlemde BİZ gözüken ve her ŞEY’imizi CEM’ eden bedEN Haykelimiz Hazret-i Hakk Teâlâ’nın Cilvegâh/ Esmâ-i İlâhînin tecellîsidir bu ÂLEMde NÛRuLLah görüntüsüdür NÛR-u MîMde!.
AKLını RÜŞde ERdeiremediğinden SıRRımızı ANLAmayıp da, BiZe YÂR olmayıp yabancı AğYÂR olmayı seçenler sakın SeBBehâ Seyrimize hor bakmasınlar!.


Resim

Bir tecellîdir dü-âlem ehl-i vahdet aynına
Anladın mı kimdürür inkârımız ikrarımız..


Öyle bir Şe’ÂNuLLahta SünNNetuLLAH tecellîsidir ki bu, dünya-âhiret iki ÂLEMde ancak VahdetuLLAH’ın Sabit AYNına/Eşyânın Hakikatına ERmiş Vahdet EHLine mahsustur..
Şimdi ANLAyaBİLdin mi ki, ne imiş GÜBREden GÜL olan inkârımız ikrârımız BİZim!.


Resim

Sümme vechullâh ile bildik dü-âlem ayn-ı Hak
Anın için bir şeye baş eğmedik yok arımız..


Biz Kur'ân-ı Kerimde ALLAHu zü’l- CeLÂL’in;

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---Ve lillâhi’l- meşriku ve’l- magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh (vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm(alîmun): Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.” (Bakara 2/115)


EMRuLLahıyla BİLdik ki Dünyâ-Âhiret iki ÂLEM de HAKk Teâlâ’nın AYNıdır.. NÛrudur..
Onun içindir ki BİZ MuhaMMedî MeLÂMîler HaKk’tan gAYRısına baş eğip de ar etmeyiz ÂLEMde!..


Resim

Vahdete ayak basup kesretten âzâd olalı
Her nefesde gönlümüz alır ele dildârımız..


Muhitteki ASLı Vahdet olan Kesrette KULLuktan ÖZümüzü âzâd edip bağlarını yolalı ve VahdetuLLAH’a sabit kadem ayak basalı,
Her nefes ALış-VERişte ÖZümüz-gönlümüz, gönlümüzü çelen-çalan ve de hükmü altında tutanımızı-SuLtÂNımızla BİZ BİR-İZ görürdururuz!.


Resim

Biz münâdinin münâdi idiğin fehm edeli
Her nefesde Hakdan agâh olmada ezkârımız..


Biz ALLAHu zü’l- CeLÂL’e çağırcının Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu ANLAyalı beridir ki,
Her nefeste ettiğimiz Hakkı Duyuş ve de Hayra UYuş ZiKiRlerimiz/ unutmayış ve unutursak hatırlayışlarımız agâh/haberDÂR olmaktadır BİZ BİR-İZimizde!.


Resim

Biz tabib-i vahdetiz tiryâk-ı aşkı içeriz
Derd-i şirkden hasta-vü-mecrûhdur bîmârımız..


Biz MuhaMMedî ÂŞIKlar Vahdet doktorlaryız ki, her yerde, her zaman, her HÂLde ve de her nefeste AŞK İlacımız olan ZikruLLAH İçeriz hamd olsun!.
Çünkü BİLdirilmiş ve BİLiriz ki şirk/ ALLAHu zü’l- CeLÂL’e ortak edinmek derdinden hastadır ya da yaralıdır henüz RÜŞD-ü MuhaMMediyyetine ermemişlerimiz!..


Resim

Müşrik oldu ehl-i vahdet fırkasına girmiyen
Nakd-i aşkı olmayanla yokdurur pazarımız..


Onun içindir ki, Müşrik oldu/ ALLAHu zü’l- CeLÂL’e ortak edindi gerçek olmayan ŞEYleri, HizbuLLah VahdetULLah ehli içine girmeyen gâfiller..
Onun içindir ki AŞKuLLAHta MuhaMmedî NakLini, bu hayatta AKLının geçerli kullanma NAKDi/ geçer akçesi etmeyen gafillerle BÂZÂR kurup Alış-VERiş etmeyiz bu ÂLEMde BİZz!.


Resim

Gonca-i vahdet açılup âlemi şad itmede
Nice gülsün halk içinde zâhid-i pür-hârımiz..


Her nefete her ÂNda yeniden VahdetuLLAH goncaları açılarak tüm ÂLEMi şen şâduman etmekte!
Nasıl GÜLLer gibi açabilsin, nasıl gülebilsin şu dünyaperest aklı ham-yoz halk içinde HÂLLeri diken bahçesi gibi olan zavallı zâhirî zâhidimiz!.


Resim

Şişe-i kudretturur dil inkisarından sakın
Akıbet berbâd olur elbette dil-âzârımız..


Şu ağzındaki DİL ki, KudretULLahın Şe’ÂNuLLah ŞiŞesidir sakın ha sakın kırmayasın sahib çıkasın, haktan gayrı kullanmayasın!
Ki sonUÇunda elbette çok berbâd/ telef olur ve helâk eder her İşimizi dil-âzârımız/ gönül kırıklığımız!.


Resim

Biz Melâmi zümreyiz kim vasfımız matbu değil
Zâhid-i zâhir-peresti ürküdür etvârımız..


BiZler ki Hâlis-muhlis-Sıddık-âdil MuhaMMedî Melâmî cemâatıyız ki BİZim bizim sıfatlarımız bu dünyacı insancıkların hafsalalarına sığmaz çünkü bakıp okuyup yapacakları basit bir kâğıt parçası değildir!
Onun içindir ki, gözünün gördüğünden başkasına inanmayan zâhir-perest ham zâhidleri bizim Tevhidî tavrımız, hâllerimiz ve davranışlarımız elbette ürkütür ve korkutur!.


Resim

Biz muvahhid askeriyüz şimdi serden geçmişiz
Hamdülillah ölmezüz Mansurdur serdârımız..


BİZler Allah'ın birliğine inanan MuhaMmedî Tevhid Erleriyiz bu dünya hayatında başımızdan geçip fedâ edenleriz.
BİZ Allaha hamd olsun ki ölmeyiz ve BİZim baş komutanımız, “Ene’l-Hakk” kurbÂNı Hallacı Mansur kaddesallahu sırrahudur!.


Resim

Bâr-ı mülk-i kibriyâdır kalbimiz bil Gaybîyâ
Saltanat bulmak dilersek andadır hep kârımız..


Ey Gaybî BaBam kaddesallahu sırrahu, bil ki BİZim Kalbimiz Kibriyâ Mülkünün Bârı/kale duvarıdır!
KUL iken SultÂN olmak dilersek ki Nefsimize ve RABbımıza MuhaMMedî Ârif olunca o kalenin kapıları açılır ve KuLluk Kârımıza cÂNda CÂNAN ceNNetimize kavuşuruz inşâe ALLAHu TeâLâ!..



Resim

Mahrem: Gizli. * Dince ve şer'an müsaade olunmayan. * Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır.
Pergâr: f. Pergel. Dâire çizmeğe mahsus âlet.
Serapa: f. Bir uçtan bir uca. Baştan ayağa kadar.
Reftâr: f. Gidiş, salınarak yürüyüş.
Ağyar: Yabancılar. Başkaları. * Rakipler. (Bak: Gayr)
Cilvegâh: (Cilve-geh) f. Cilve edilecek yer, cilve yeri.
Dildâr: f. Kalbi hükmü altında tutan. Sevgili, mâşuk.
Münâdi: Nidâ eden, seslenen, çağıran. Müezzin.
Fehm: (Fehm. den) Anlayışlı, akıllı, zeki (kimse.)
Agâh: (Ageh) f. Haberdar. Uyanık. Kalbi uyanık. Malumatlı. Basiretli. Vâkıf. Bilen.
Tiryâk: Panzehir. Zehirlenme veya hastalıklardan hemen şifâ bulmağa vesile olan ilâç.
Mecrûh: Yaralı. Yaralanmış.
Bîmâr: (C.: Bimârân) f. Mariz, hasta, alil.
Hâr: f. Diken.
İnkisar: Kırılma. Gücenme. * Beddua ve lânet okuma. * Şikeste olma.
Kanda: Kanda (t): Nerde.
Aşinâ: f. Mâlumatlı, haberli olan. Arif. Bilgili. Mâlik. Tanıdık. Yabancı olmayan.
Mahrem: Gizli. * Dince ve şer'an müsaade olunmayan. * Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır
Künh: Bir şeyin aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi. * Vakit, zaman.
Settâr: Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten.
Dîde: f. Göz, ayn, çeşm. * Görmek. * Gözcü. * Göz bebeği. * Göz ucu.
Dîdâr: f. Mülâkat, görüş. * Görünme. * Yüz. Çehre. * Görüş kuvveti, göz. * Açık, meydanda.
Turfa: Görülmemiş, tuhaf, yeni şey. Şaşılacak şey.
Ayyar: Hırsız. Hileci, dolandırıcı, hilebaz, dessas. * Zeki, kurnaz.
Serteser: (Serteser) f. Baştan başa, bütün, hep.
Envâr: (Nur. C.) Nurlar, ışıklar, aydınlıklar. Maddi veya mânevi karanlıktan kurtarmaya vâsıta olanlar.
Ezvâk: Zevkler. Keyfler. Eğlenceler.
Güftâr: f. Sözler, lâkırdılar.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

*II*
Resim

Cümle halkın hâk-i pâyı başının hem tâciyüz
Cümleden müstağnîyüz hem cümlenin muhtâcıyüz..


Biz Hâlis, Muhlis, Sıddık, âdil MuhaMMedî Hasbî Hizmetçileriz ki, tüm mahlukatın hem ayak tozu-toprağı hem de başlarının TÂCıyız.
Bir ucumuz HaKk ile Hakk’ta, yaratılmışların cümlesinden müstağnîyiz/ ihtiyacı olmayan ve hiçbir şey istemeyen, bir ucumuz ile ise, Hak ile halkta kul olarak biz de her şeye ve herkese muhtacız!.


Resim

Hep mudillin mazharıdır cümle erbâb-ı tarîk
Yetmiş iki millet içre biz gurûh-ı nâciyüz..


İmkânla Kulluk İmtihÂNına gelen ve insanlara Şeriât-ı Garranın Sırat-ı Mustakîm YOLuna YOLCULukta halkın-ÜMMetin Hasbî Hizmetçisi olan, Yol Reisleri ki Mürşid-i Kâmiller, daha büyük imtihanları ve silsile gereği daha çok mudille/idlâl edici, yoldan çıkarıcı, eğri yola teşvik edici varlıklarla ve olaylarla her zaman denenip baş başa bırakılır!
Ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin buyurduğu gibi, biz MuhaMmedî Hakk ÂŞIKLar, Yetmiş iki millet içinde kurtulmuşlar toplumu, MuhaMMedî Cem’ Cemaatıyız!.


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yahudiler 71 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Hristiyanlar 72 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir.” “O bir tane kurtulan fırka kimlerdir yâ Rasûlullah?” sorusuna: “Onlar benim ve ashabımın üzerinde gittiğimiz yola gidenlerdir.” buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Sünnet 1; Tirmizî, Îmân 18; Ibn. Mâce, Fiten 17; İ. Ahmed II/332)


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler Peygamberlerdir. Sonra sırasıyla (rütbeleri) onları takib edenler, sonra onları takip edenlerdir. Kişi dinine göre mübtelâ kılınır (imtihana çekilir) Eğer dininde salâbetli ise imtihanı (göreceği belâ ve musibet) ağır olur. Eğer dininde gevşek ise o oranda imtihan edilir. Bela o kimseyi devamlı takib eder. Nihayet onu bırakıncaya kadar. Böylece kul, yeryüzünde hatası olmadığı halde yürür.” buyurmuştur.
(Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 71 (983. hadis. Ebû davut Teyâlisî, Ahmed b. Hanbel, Buharî, Tirmizî, İbn-i Hıbban, müstedrekten) Ayrıca bk. Sünenu İbn-i Mâce II, 1321, 1331, 1335 (Belanın şiddeti ile ilgili benzer bir başka hadis-i şerif)


Resim

Kadrimiz fehm eylemezse gam değil bigâneler
Âşinâya tatlıyuz bigâneye hem acıyüz..


MuhaMMedî Hakikatından bigâneler/kayıtsız, alâkasız, aldırışsız ve yabancı kalanlar elbette,
BİZim Kadrimizi/İtibar, değer, kıymet, haysiyet ve Manevî Derecemizi düşünüp anlayamazlarsa ve hasbî hizmetimizi reddederlerse ne yapalım, bundan dolayı tasalanıp keder etmeyiz! Ondandır ki yüreği, yüreğindeki Hakikat-ı MuhaMMedîyyesinden habersizler, bizi zehir-zıkkım acı bilp kaçarlar!
Ancak MuhaMmed aleyhi's-selâm Sünnetine Âşinâ olan/Yabancı olmayan MuhaMMedî MeLÂMî, Âlim, Ârif ve Âşılar için ise şehâdet şerbeti ve BALLar gibi tatlıyız!.


Resim

Kutb-ı vaktîz meskenimiz Kâbedir zâhid bizim
Görmedük sûrette Kâbe'lik herdem hâcıyüz..


Ey zâhid/ İşin aslını anlamadan, göreceli ve kurukuruya bir dünyadan kaçışla ve MeLÂMet Mahşerine girmeden, denenmeden Hakk’a ulaşım peşinde olanlar!
İyice BİLin ki, MuhaMMedî MeLÂMî Olup- gereğini yaşayan BİZLer, her zaman her hâlde her nefeste, Zâhirde ANA Varlık noktamız ve Vahdet-i MeCÛD MİLi/Merkezi olan KÂBetULLahta Kutbu’l- Vaktîz ki,
her ÂN YENİden Yaratılış SEBBEhası SEYRinÂNında ve de DevrÂNında “KÛN”un “CÛD”u, feyeKÛNun MevCÛDuyuz hamdolsun!.


Resim

Ârifân-ı âlemin taklid ile hep karnı tok
Bu kadar tahkikle biz hân-ı irfan acıyüz..


MuhaMMedî Mârifet Makamına SaLLedip ULAŞmış, bu İhtilaflar CEM’i ÂLEMi ve HalifetuLLAH ÂDEM BİLip-BULup-OLup-YAŞAyıp da ANLAyan MuhaMMedî ÂRİFLerin hamm taklidçiler gibi inanamadan duşamaya, karakucak, kulaktan duyma ve dünyaya saplanmış basit ibâdetlere gerçekten karnı toktur ve dönüp bakmazlar.. Ancak, ASLen ÂRİFler, onları asla kınayıp karışmazlar ve imkan bulurlarsa uyuyanı uyandırıp, serhoşu ayıktırmak Hasbî Hizmetine hazırdırlar LivechiLLAH!.
BİZLer, Hakikat-ı MuhaMMedîyyelerimizi,


Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu : Kim nefsini bilirse kesinlikle Rabb’ini de bilir. ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)


Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bu BUYruğunu, SÖZünü, ÖZünde DUYup/UYan Tahkik Tevhid Ehli olanlar MuhaMMedî İrfÂN Sofrasının son nefese kadar doymayacak AÇ ÂŞIKLarıyız hamdolsun!.

Resim

Dîde-i Hak-bîn ile nazır olan anlar bizi
Asrımızda tâlibân-ı vahdetin mi'râcıyüz..


Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ve Hasbî Hizmetçileri olan BİZlerin HaYyat HÂLimizi ancak, Dîde-i Hak-bîn/Hakkı gören göz sahibi OLaBİLmiş Hakk Dostları ANLAyaBİLirler!.
Ve biz yaşadığımız ASRda-Zamanda-Vakitte-ÂNda, VahdetuLLAHı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yüreğinde BİLip-BULup-OLup-YAŞAmayı taleb edip isteyenlerin ÇIKış Merdivenleriyiz inşâe ALLAHu TeâLâ!.


Resim

Ayn-ı eşyâyüz dü-âlem zâtımızdır Gaybîyâ
Bu vücûd-ı mutlakın hem bahri hem emvâcıyüz..


Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in buyurdu Eşyânın Hakikayıyız, Lübbü’l- LÜBbüyüz, ÖZün ÖZüyüz ve ÖZÜnden AKRABAsı Rabbu’l- ÂLEMîn olan “BİZ BİR-İZ”iz;
İki âlem, Dünya-Âhiret, Zâhir-Bâtın ve AKLen NAKlen eyy Gaybî Babam kaddesallahu sırrahu!
Ve BİZ, VARlığı-TEKliği Mutlak ve VAHDET-i VÜCÛD olan Vâcibu’l- VüCÛDun, KûN feyeKûN VAHDET-i MevCÛDu Kâinât DERyâsıyız hemde her ZERResinde “BİZ BİR-İZ” Dalgaları ve ZeRReleriyiz elhamdulillahirabbilâlemînn!..




Resim
Hâk: f. Toprak. Turab.(Hâk ol ki, Hüdâ mertebeni eyleye âli.Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâkk-ı kademdir.)
Pây: rütbe, derece aşama Örülerek meydana getirilmiş tek taşıyıcı. ayak.
Hâk-i pây: Temel ayağının toprağı.
Müstağnî: (Gani. den) Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyacı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Çekingen, nazlı. * Gerekli ve lüzumlu bulmayan.
Tâc: Hükümdarların başlarına giydikleri mücevherli ve kıymetli taşlarla süslü başlık. * Müslümanların, Peygamberimizin sünnetine uygun olarak veya onu temsilen başlarına sardıkları örtü; sarık, imame. * Gelinlerin başlarına koydukları cevahirli süslü başlık. * Kuşların başındaki uzunca tüy. * Çiçeklerin ortalarındaki renkli parlak kısım.
Mudil: İdlâl edici, yoldan çıkaran, eğri yola teşvik edici.
Erbâb: f. Ulu, ulvi, âlâ. * Reis, başkan, şef.
Tarîk : Yol. Tarz, usûl. * Vâsıta. Meslek. * Bir maksada nâil olmak için icrâsı lâzım olan husus veya bu hususların hey'et-i mecmuası.
Erbâb-ı tarîk: Yol Reisi.. Mürşid-i kâmil.
Gurûh: f. Bölük. Cemaat. Takım. Kısım. * Fevc.
Nâc: Kurtulan. Necat bulan.
Gurûh-ı nâci: Kurtulmuşlar toplumu, cemaatı.
Fehm: (Fehim - Fehm) Anlayış. Zihnen kavrayış.
Bigâne: Kayıtsız. Alâkasız. * Aldırışsız. Yabancı. Dünya ile alâkayı kesmiş olan.
Âşinâ: f. Mâlumatlı, haberli olan. Arif. Bilgili. Mâlik. Tanıdık. Yabancı olmayan. * Yüzücü
Kutb: (Kutub) Dünyanın şimâl veya cenub uçları. (Güney ve kuzey taraflarının son kısımları.) * Elektrik cereyânını meydana getiren veya mıknatısın uçlarından her biri. * Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyaullahtan zamanın en büyük mürşidi.
Kutbu’l- Vakt: Vaktin en ileri gelen ve en büyük ârif ve mürşidi.
Kutbu’z- Zaman Zamanın en ileri gelen ve en büyük ârif ve mürşidi.
Taklid: Takma, asma, kuşatma. * Benzetmeğe ve benzemeğe çalışmak. Benzerini yapmak. Birine benzemeğe çalışarak alay etmek. Sahte. Bir şeyin sahtesini yapmak.
Tahkik: Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu, yanlışlığını meydana çıkarmak. İncelemek. İçyüzünü araştırmak. * Bir şeyi eksiksiz ve ziyâdesiz yapmakta mübâlağa etmektir. Bir şeyin hakikatına ermek, künhüne vâkıf olmak, nihayetine erişmek demektir.
HâN: f. Yemek sofrası. Üstüne yemek konan tepsi. * Yemek, taam. * Ahçı dükkânı, lokanta.
Ac: Aç.
Dîde: f. Göz, ayn, çeşm. * Görmek. * Gözcü. * Göz bebeği. * Göz ucu.
Hak-bîn: f. Hakkı gören. Hak veren. Hakka imân eden. Hakka inanan.
Dîde-i Hak-bîn: Hakkı gören göz.
Tâlib: (C.: Tulleb-Tullâb-Talebe) İsteyen, istekli. * Talebe, öğrenci.
Vahdet: Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.)
Mi'râc: Merdiven, süllem. * Yükselecek yer. * En yüksek makam. * Huzur-u İlâhî. Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenab-ı Hakk'ın huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir.
Ayn: (C.: A'yan-A'yun-Uyûn) Göz. * Pınar, kaynak. Çeşme. * Tıpkısı, tâ kendisi. * Zât. * Eşyanın hakikatı. * Kavmin şereflisi. Her şeyin en iyisi.
Dü-âlem: iki âlem, dünya ahret.
Mutlak: Itlak olunmuş. Serbest. * Kat'i. Şüphesiz. * Aslâ bir şarta bağlı olmayan. Yalnız, tek.
Vâcibu’l- vüCÛD: Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Cenâb-ı Hak.(Vâcib-ül vücuddur, yâni; O'nun vücudu zâtîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi mümteni'dir. Zevali muhaldir. Tabakat-ı vücudun en râsihi, en esaslısı, en kuvvetlisi, en mükemmelidir. Sair tabakat-ı vücud O'nun vücuduna nisbeten gayet zayıf bir gölge hükmündedir. M.)
Bahr: (C.: Bihâr - Ebhâr - Ebhur - Buhur) Deniz. * Âlim. Çok bilen. * Büyük göl veya nehir.
Emvâc: (Mevc. C..) Dalgalar.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim*III*
Resim

“Men aref” bâbın açaldan nefs-i vahdet bulmuşuz
Seyr idüp vechin cemâlin zâta vuslat bulmuşuz!.


BİZ MuhaMMedî MeLÂMetin “Men aref” Kapısın açıp ERENler Meclisine girelidenberi, “VAHDET NEFSi” ki “TEK NEFS”de de fâni-gark olmuşuz. SAN ki bir damla dalgaya düşüp MevCÛDat göklerine fırlamışdı da tekrar ANA DERyâ’ya SALL edip vUSLat BULdu-SILasına kavuştu..

هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا فَلَمَّا تَغَشَّاهَا حَمَلَتْ حَمْلاً خَفِيفًا فَمَرَّتْ بِهِ فَلَمَّا أَثْقَلَت دَّعَوَا اللّهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ آتَيْتَنَا صَالِحاً لَّنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ
Resim---Huvellezî halakakum min nefsin vâhıdetin ve ceale minhâ zevcehâ li yeskune ileyhâ, fe lemmâ tegaşşâhâ hamelet hamlen hafîfen fe merret bihî, fe lemmâ eskalet deavâllâhe rabbehumâ le in âteytenâ sâlihan le nekûnenne mineş şâkirîn: O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup yatışması için ondan eşini var etti. Onu (eşini) örtüp bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah'a dua ettiler: "Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız." (A’râf 7/189)


min nefsin vâhıdetin: bir tek bir neftsen..

ve Kur'ân-ı Kerim’de NEFSuLLAH:

قُل لِّمَن مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُل لِلّهِ كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim---Kul li men mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), kul lillâh(lillâhi), ketebe alâ nefsihir rahmete, le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ raybe fîhi, ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn: De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" De ki: "Allah'ındır." O, rahmeti kendi üzerine yazdı. Sizi kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Nefislerini hüsrana uğratanlar, işte onlar inanmayanlardır.” (En’âm 6/12)


alâ nefsihi: kendi nefsi üzerine, kendi üzerine..

Seyr idüp vechin cemâlin zâta vuslat bulmuşuz:

Haikat-ı MuhaMMedîyyemizde Nerfsimize ve de RABBımıza ÂRİF OLunca KüLLî ŞEY’in Şe’ÂNuLLAHta SeyrÂN edince gördüğümüz CemÂLin ZÂT’ına vUSLat bulmuşuz ve ->her ÂN ŞÂDİdi OLmuşuz elhamdulillahirabbilâlemîn!.

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---Ve lillâhil meşriku vel magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh(vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm(alîmun) : Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir.”
(Bakara 2/115)

NEFSine vede RABBına ÂRiF OLmak ki;

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir”” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Resim

Hil’at i evsâf-ı Hakkanîyi biz hırka edüb
Tâc-ı aynûnetle biz vahdette izzet bulmuşuz!.


BİZ, ÖZümüz-Şahdamarımız-Habli’l- VERÎdimiz OL-ÂN Hakikat-ı MuhaMMedîyye sıfatlarımızı, KULLUK KÂFtÂNımız edip ->sırtımıza MeLÂMet HIRkası OLarak GİYerek,
ALLAHu zü’l- CeLÂLimize muhalif olmayıp da, "HÂLİFE"-liğini tercih ederek “A’YÂN-ı SABİT”emizde, Ne AYNı ne gAYRı KULLUK TÂCını TAKınca ->Biz de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ALLAH celle celâluhu VAHdetinde İZZET BULmuşuz elhamdulillahirabbilâlemîn!.


يَقُولُونَ لَئِن رَّجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---Yekûlûne le in reca’nâ ilel medîneti le yuhricennel eazzu min hel ezell(ezelle), ve lillâhil izzetu ve li resûlihî ve lil mû’minîne ve lâkinnel munâfikîne lâ ya’lemûn: Derler ki, "Andolsun, Medine'ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp çıkaracaktır." Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resûlü'nün ve mü'minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.” (Münâfikûn 63/8)

Resim

Evliyâ-yı Hak olanlar mazhar-ı (Lâ-havf) olur
Havf u hüznü geçmişüz biz dâr-ı rahat bulmuşuz!.


MuhaMMed aleyhi's-selâmın ERDEMinde ->Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm EDEBinde VeLiYyuLLAH ki ->Gerçek ALLAH DOSTu OLÂN-Ların SÎNEleri EBEDiyyen “fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn” Âyet-i Celîlesinin zuhur tAHtası olur.
Ve bu imkÂNla imtihÂN dar GEÇitini geçerek, Rahat DiYÂRına ki ->DÂRü’s- SeLÂM’a ->eL ÂN ->SILa SALLI edip-Kavuşup SeLÂMet RAHatına kavuşmuşuz!


وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلاَّ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ فَمَنْ آمَنَ وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).: Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler.” (En'âm 6/48)

Resim

Mülk-i dilde mârifet sultânı kuvvet bulan
İnhizâm-ı asker-i evhama nusret bulmuşuz!.


ALLAHU ZÜ’L-CELÂL’in Tevhid Mülkü Kalbimizde ->Mârifet Sultânı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i DUYup ->Kur'ân-ı Kerim EMRuLLah'ına UYup ->NEFSin negatif UÇu olan ŞEY-t-ÂNlığımızı MüslümÂN etme HavL ve KUVVETini ELde ederek,
Yaratılış ve bu ÂLEM'e geliş seBeBimiz olan KULLuk İmtihÂNımız gereği ->NEFSimize yüklenmiş olan RABBlık Hevesimiz ve de ->İLÂHLık Hevâmızın ZANN ordusuyla ->MuhaMmedî Sadakatla savaşıp HEZİMETe-bozguna uğratıp ->RuhÂNî GÜCle-NasrULLahla ->FethuLLAH BULmuşuz elhamdulillahirabbilâlemîn!.


إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ
Resim---İzâ câe nasrullâhi vel feth: Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman.” (Nasr 110/1)

وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا
Resim---Ve reeyten nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ: Ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde(Nasr 110/2)

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا
Resim---''Fe sebbih bi hamdi rabbike vestagfirh(vestagfirhu), innehu kâne tevvâbâ: Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.(Nasr 110/3)

Resim

Dide-i evhâmiyânda oldu yetmiş bin hicâb
Ehl-i keşfiz kesret içre ayn-ı vahdet bulmuşuz!.


NEFSimin HAKK’a ve HAYRa kapalı gÖZünün VEHM- mânasız korku, belirsiz fikir ve düşünce çukurlarında yetmiş bin perde, görünmeyen ENgel ->İlâhî Sıfatların ve isimlerin tecelli mertebeleri ve de -> Mahlûkat Âleminin taBAKaları ki;
Yaratılış ve bu ÂLEMe GELiş seBeBimiz olan KULLuk İmtihÂNımız gereği ->KULLUk GÖZÜmüzde yetmiş bin perde olduğu ki ->Cenâbı HaKk’ın yetmiş bin perde/AKıL arkasında Olduğu gerçeğini ->ŞİMDi >ŞU ÂN da ->ŞE’ÂNuLLahta ->SünnetuLLAH ve de ->SüNNet-i Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem üzERe çÖZerek -> "Kesrette >VAHDEt-e ÂRiF OL!"arak ve de ->VAHDetuLLAh’ı AYNen YAŞAyarak ->BİZ de “ben” den gİZLenen SıRR-ı Sıfır SEVdÂ’yı ->;
ALLAHu zü’l- CeLÂLimizin İLHAMıyla ÂRİFi OLarak ki ->VAHDET DEnİZinde ->dAMMlası OLup ->“BİZ BİR-İZ”i BULmuşuz elhamdulillahirabbilâlemîn!.
O ->ALLAH celle celâluhu.. BİZ iSE -> NÛRuyuz!.
bENi ->“Acz”ime, kusuruma ve de CehlimeKURbÂN etmeyen ALLAHu zü’l- CeLÂLime elhamdulillahirabbilâlemîn!.


Resim

Âlem u âdem nikabının keşf edelden cism ü can
Âdem ile âlemi didâr ü cennet bulmuşuz!.


Resim---MuHiTte Âlem ve ->MeRKeZde Âdem BİLmecesini/perdes’ini, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir”” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)


ŞİFÂ/Şefâatıyla cİSİM NEdir? cÂN NEdir? cÂNÂN NEdir? KeŞFini kOLAYLaştıran’ın LUTFuyla çÖZeli,
BİZ, ceNNEt DEnilenin ASLını ->DİDÂR-ı cÂNÂN ki ->CEMâLuLLAH'ımızı ->BİLmişİZ -> BULmuşUZ -> OLmuşUZ -> ve de YAŞAyıp ŞÂHİDİyİZ elhamdulillahirabbilâlemîn!.


Resim

Sûretullah üzre mahluk olduğumuz anladık
Anın içün sûret-i âdemde rü'yet bulmuşuz!.


BİZ ki, ÖZde/fASLın ASLında ki ->HAKikat-i MuhaMMedîyyemİZde ->el HAKLİK celle celâluhu’nun HaLK edip Yaratmakta OLduğu “Mahluku/HaLK EdiLeni” OLduğumuzu ANLAdık elhamdulillahirabbilâlemîn!.
Onun içindir ki ->ADEM/YOKLuk KÂR-ü-beLÂ çÖLÜnde ->HAKK teÂLÂ ADına ve de ŞEREFine “HALK”ı Olarak ÂDEM Sûretinde ->NÛRu GÖRünmüşüz ki ->her ZERRE-sÎNde O’nun VAHDEt İMZAsı VARdır GÖRene!. ANcak KÖRDÜĞÜMLü KÖR’e NEe?..


اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---''Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm: Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nur 24/35)

Resim

Şâhid-i Gaybî özüni bizden izhar eyledi
Her nefesde zât-ı Hakdan dürlü lezzet bulmuşuz!.


Şu ÂNda ->Şe’ÂNuLLAH’ta GAYBî/ OLduğu HÂLde yANi ->KÖRLere GÖZÜKmeyen RaBBu’l- ÂLEMîn’in Şâhidi SunuLLAH GAYBî BaBaM kaddesallahu sırrahu ÖZ’ünü BİZe ->Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sAHnesÎnde İZhar eyledi/ Zâhir ve ÂŞıKâre EYyLedi,
O’nun içindir BİZ MUhaMmedî MeLÂMî HaKk ERENLeri ->her NEFeste Yeniden DOĞar-ÖLürüz ki yENidEN YARATILmaktan >Ancak YAŞAyanların ANLAyacağı LütfuLLAH LeZzetini BULmuşuz elhamdulillahirabbilâlemîn!.


Resim

kuL ihvÂNim SÖZü KeSs!
cÂN Dediğin >biRr NEfes!
->biRr NEfesLik >NÂSİBin
GÜN GELir >BULur hERKES!..
elhamdulillahirabbilâlemîn!.


Resim

Vech: (Vecih) Yüz, çehre, surat. * Tarz, üslub. * Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe. * Tarih. * Suret. * Sebeb. * Bir şeyin nefsi ve zatı. * Semt. Cihet. * Münasebet.
Hil’at: Yüksek makamdaki zatların beğendiği kimseye ve takdir edilen zevata giydirdiği kıymetli, süslü elbise. Kaftan.
Evsâf: (Vasf. C.) Vasıflar, sıfatlar.
Dâr: Yer, mekân, konak.
İnhizam: Basılıp ezilme. * Bozulma. Askerin bozulup dağılması.
Evhâm: Olmayan bir şeyi olur zannı ile meraklanma. Üzüntü. Vehimler. Kuruntular. Zarar ihtimâli çok az olan bir şeyden meraklanma ve üzülme.
Dide: f. Göz, ayn, çeşm. * Görmek. * Gözcü. * Göz bebeği. * Göz ucu.
Hicâb: Perde. Örtü. Hâil. * Utanma. Kendini kusurlu bilip insanlar arasından çekilmek. * Men'etmek. * Allah ile kul arasındaki perde. * Setretmek. Gizlemek.
Didâr: f. Mülâkat, görüş. * Görünme. * Yüz. Çehre. * Görüş kuvveti, göz. * Açık, meydanda.
Rü'yet: Görmek, bakmak. İdare etmek. Göz ile veya kalb gözü ile görmek. * Akıl ile müşahede derecesinde bilmek, idrak etmek, tefekkür etmek, düşünmek. * Araştırmak.
İzhar: Açığa vurma. Meydana çıkarma. * Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek
Ayniyyet: Bir şey veya şahsın aynı veya kendisi olması.
Hil’at: Yüksek makamdaki zatların beğendiği kimseye ve takdir edilen zevata giydirdiği kıymetli, süslü elbise. Kaftan.
İzzet: Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak. * Bulunmaz derecede az olan şey.
Nusret: (Nusrat) Yardım. Cenab-ı Hakkın yardımı, hususen ruhani muavenet. Zafer, galebe, fetih, üstünlük, başarı, düşmana gâlib olmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim*IV*
Resim

Tâlibâ pîre gönülden kıl teveccüh et niyaz
Bâ'is-î vuslat olur zîra hakikatte namaz


Ey Hakkı dileyen-isteyen aşk öğrencisi, sen bu yolda ilk önce Yoldaşın-Rehberin MuhaMMedî Hizmetçin PÎR’ine kaddesallahu sırrahu teslim olup her yerde her zaman her halde BİZ BİR-İzliğine teslim olup gönül gözün ve aşk kıbleni ondan ayırma kemalat elde etmene yardımını sağla. Bilirsin ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyruğunda hakikat üzere kılınan namazın gerçek Mi’rac olduğu ve vuslata ulaştırdığı buyrulmuştur.. Gerçek Hakk’a bağlanarak kılınan namaz gibi PÎR’ine kaddesallahu sırrahu ve de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gerçek bağlılık SILA’ya kavuşturur inşae ALLAH!.

كَلَّا لَا تُطِعْهُ وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ*
Resim---Kellâ, lâ tutı’hu vescud vakterib.: Hayır! Ona uyma! Allah'a secde et ve (yalnızca O'na) yaklaş!” (Alak, 96/19) (secde âyeti)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kulun Rabbine en yakın olduğu yer secde halidir.” Buyurdu.
(Müslim, Salat, 215)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İhsan: Allah’ı görür gibi ona ibadet etmendir. Sen onu görmüyorsan da O, har an seni görüyor.” Buyurdu.
(Buharî, İman, 37)

الصلوة معراج المؤمن
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Namaz Mü’minin mi’racıdır” Buyurdu.
(Fahruddin Razi (v.h.606/1209), Mefatihu’l-Gayb, Tefsir, Beyrut 1420, 1/226; İsmail Hakkı Bursevi (v.h.1127) Ruhu’l-Beyan isimli Tefsir’inde “namaz müminin miracıdır” rivayetini hadis olarak vermekte (Beyrut trs, 6/64, 8/98)


Razi, Allah’ı “kabe kavseyn” e yükseltmekle kendisine ikramda bulunduğu Hz. Muhammed’in (s), Allah’ın huzurunda “et-tahiyyâtu el-mubârekâtu es-salavâtu et-tayyibâtu lillâhi, ve’s-salâtu mi’râcu’l-Mu’min” (1/233) dediğini söylemektedir ki, böyle bir şey, ancak peygamberimizden merfûan gelen bir habere dayanarak söylenebilir. Bildiğimiz kadarıyla böyle bir haber yoktur. (Razi, Tefsir, Beyrut 1420, 1/233)

İsmail Hakkı Bursevî (v.h.1127) Ruhu’l-Beyan isimli Tefsir’inde “namaz müminin miracıdır” rivayetini hadis olarak vermekte (Beyrut trs, 6/64, 8/98)

Resim

Sohbet-i pîri ganimet bil işit tut sözünü
Sanma sözden gayri ile keşf ola âlemde râz


MuhaMMedî tasavvufta PîR sohbetidir tarikat ki sen PÎRiyin sözünü ele geçmez bir fırsat bil ki sözünü duy ve mutlaka uy!
Ve sakın sen bu ÂLEMde “SÖZ”den başka bir şeyle SıRRLarın keşfedilip açılacağını sanmayasın yoksa ham aklıyın dünya batağında boğulursun ebeden.. BİLirsin ki
İslam dinine de bir SÖZü kabulle girilir redderek ise hemence çıkılıp gidilir.. Tevhid ve Şehâdet şerefi budur..


Resim

Göz kulak ol dâima hadi yüzüne sözüne
Tâlib isen Hakkı bil itme yakını gel dırâz


Artık bu kudsal MuhaMMedi YOLda dış dünyandaki herşey ve herkese karşı yüzünü ekşitmeyesin her şeydeki “ALLAH yarattı” imzasını hep göre gözlerin.. ve de iç düşünce dünyanda oluşan ve senin hayatını ortaya koyan niyetleriyin sonUÇ sözlerini Kalb Kulağınla iyi dinle Haksa hemen uygula değilse dikkat et!
Gerçek MuhaMmedî AŞK YOLcusuysan nefsini ve Rabbını BİL de, Şahdamarından da sana en Yakın-AKRABA OLÂN HaKk ALLAH celle celâluhumuzu önce ham aklınla uzaklara atıp da,
Şahdamarından da yakın AKRABA olan er RABB/el HaKk celle celâluhu’yu ömür boyu arama sonra hayvan gibi..


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir”” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Merkezde-İÇte-Rububiyyette:

Merkezde şahdamardan da ÖZ Rububiyyetin, şu AN ŞeÂNda yeniden Yaratılış Sünnetullah üzere tecellîlerinin SeBeB kaynağıdır MuhaMMedî MuHaBBet…
AKLen Ulaşılamayan nAKlen BİZ BİR-İZ MERKEZ-de O RABBu’l-ÂLEMin celle celâluhu..

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min hablil verîdi : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha YAKINız.(Kaf 50/16)

Muhitte-Dışta-Uluhiyyette:

Muhitteyse; İnsan AKLına, Zat-Sıfat-Esma sonucu EŞYÂ-küllî ŞEY gözükenler-kendileri ve yaratılalı beri durmadan DevrÂN edişleri-Fiilleri-Sebbaha RAKSları da, ZÂTen MuHaBBeten Nurullah Güneşi ve IŞIğıdır..

Resim

Züll-i fakrı pîşe kıl arz et hemîşe ihtiyâç
Gösterir çeşm-i niyaza hüsnünü ol rûy-ı naz


Yaratan ALLAH celle celâluhu ve Yaratığı Abdullah kulu oluşunun gereği Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in “FAKR”ını anla ve uygula ki muhtaçlığıyın ihtiyaçları Rahmet Âleminden karşılansın sızlanıp durma!
O yüceler yücesi O Naz YÜZLü ALLAH celle celâluhu, yürekten yalvaran her Niyaz GÖZüne Hüsn-ü CeMÂLuLLahı gösterir..


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “El fakr-i fahr : Fakrımla fahrederim!.” buyurdu.
(Aclunî, Keşfü’l- Hafâ 2-87)

Sen önce KuLLuk-AbduLLAHLık özellik ve güzelliklerini iyi anla:

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَكِن ظَلَمُواْ أَنفُسَهُمْ فَمَا أَغْنَتْ عَنْهُمْ آلِهَتُهُمُ الَّتِي يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ مِن شَيْءٍ لِّمَّا جَاء أَمْرُ رَبِّكَ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْبِيبٍ
Resim---Ve mâ zalemnâhum ve lâkin zalemû enfusehum fe mâ agnet anhum âlihetuhumulletî yed’ûne min dûnillâhi min şey’in lemmâ câe emru rabbik(rabbike), ve mâ zâdûhum gayre tetbîb: Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiç bir şey sağlayamadı, 'helak ve kayıplarını' arttırmaktan başka bir işe yaramadı.” (Hûd 11/101)


İnsanın nefsine zulmetmesi ve nefsinin kendisi için sağlanan imkÂNı isrâf etmesi; insanın aklı ve irade'i cüziyyesi ile ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in ilâhî fıtratını (cibillet, tabîat, mizâc, tıynet, yaratılış, ahlâk) değiştirmesidir.

Nefsin; Acziyet, Fakriyet, Zillet ve İllet gibi ana ve gerçek sıfatlarını soyunup, hâşâ RABB'lık sıfatları giyinip öyle olduğunu sanması ve öylesine yaşamasıdır...


الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ وَهُم مِّنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
Resim---"Ellezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve hum mines sâati muşfikûn: Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O'nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden 'içleri titremekte olanlardır.” (Enbiyâ 21/49)


Kıyâmet hesabının süratli oluşu sebebiyle saat olarak da ifâde edilmiştir. Zibr, zübûr: kitab, zebur ise mezbur (yazılmış kitab.)
Haşyet ise: ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in; evvelde Rübûbiyyeti âhirde Ulûhiyyeti, zâhirde Azameti ve bâtında Kudreti karşısında insan nefsinin acziyet, fakriyet, zillet ve illetini, ilim, irade, idrak edip iştirake geçerek sonsuz bir huşû' ve huzû' ile teslim olup istikamete azmedip, sevgi, korku, hürmet ve saygı duygularına gark olmasıdır...
Mesele de budur zâten... Gerisi kuru lâf... ASL olansa kuL ihvÂNim ->Aşk u Cezbe, Zühd-ü Takvâ, Sıdk-û-Hüşû’, Havf u Recâdır..


Resim

Nakd-i vaktin yokluk olsun hâkpây ol Gaybîyâ
Âşinâ-yı can olam dersen olagör ruh-nevâz..


Her Nefsin izafî-İğreti-Gelgeç-gölge MevCÛDLuğu-varlığında kullandığı zaman dilimi ki Alıp-VERdiği Nefeslerin VAKT-takdir edilmiş ve kullanabildiğin en küçük VAR OLuş zaman dilimin SENEDini Kullanılabilir geçer AKÇeye-paraya çevir ve o ise “HEP YOKLUK-HİÇLik” olsun ki,
Sen YÂRin celle celâluhu ayak altı tozu ol ey Gaybî BaBam kaddesallahu sırrahu..
Gerçekten sen şu CÂN denilen varlık nedenimizle içli-dışlı, biliş-tanış, can-ciğer olabilsem diyorsan ki, diyorsun o zaman RÛHunu okşa gez!. Bağlantı bağını güçlendir yalıtkanlığını bitir İletkenliğini getir YÂRin yollarını aç ölüp gitmeden..


Resim

Teveccüh: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. * Mânen üzerine düşme. * Ait olmak. * Hoşlanmak. * Sevgi, alâka.
Bâ'is: (Ba's. dan) Gönderen. Sebeb olan. İcab ettiren.
Râz: f. Gizli sır, saklı şey.
Dırâz: f. Uzun. Uzak.
Pîşe: f. İş, kâr. Meşguliyet. * Alışkanlık, huy, âdet. * Meslek, san'at. * "Huy edinmiş, alışmış" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hasenât-pişe $ : İyi şeyleri âdet edinmiş olan.
Züll: Hakir olma, alçalma. Zillette oluş. Horluk.
Hemişe: f. Dâima. Her zaman.
Rûy: f. Yüz, cihet. Sebep. Çehre.
Hâkpây: ayakaltı tozu.
Nevâz: f. Okşayıcı, taltif edici, iyi edici. (Bak: Nüvaz)..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim*V*
Resim

Hak ile me'nûs olan, kimseyle ülfet istemez
Hemnişîni ayn olan gayr İle sohbet istemez..


MuhaMMedî MeLÂMetin temel ilkesidir ki, Şahdamarından da AKREB-Yakın akrabasını-cÂNdan öte arkadaşını HAKk TeâLâ bilen Hak yolcusu, başkalarını/mâsivâyı arayıp dostluklar arkadaşlıklar kurmak istemez.
Cân Celîsi/BİZ BİR-İZ MecLsinde CEM’ HÂLinde AYNı olan, çıkıp da başkalarıyla; söz, sohbet, zevk ve hazza girmez!.


Resim

Mâye-i eşya hakikat zât idigini bilen
Berzahîden mâye-i sûriye minnet istemez..


Eşyânın Varlık sebebinin hakikatının Yaratanı ZÂTuLLAH Olduğunu bilen AkL-ı SİLM Mü’minler,
Şu Sûretten Sîrete geçiş köprüsü olan Sûretlerin/Gölgelerin kendisine bir yardım ve iyilik edeceğini zannedip yanılmaz ve KIBLesini değiştirip durmaz HAKk TeâLâ’dan.


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allahümme erine’l- eşyae kemahiye: Allah’ım, bana eşyanın hakikatini göster” buyurdu.
(Fareddin Razî Tefsirü’l- Kebir, TâHâ Sûresi)

Resim

Benliğin satup yerine Hak olan erbâb-ı Hak
Dest-i erbâb-ı resmden resm-i bey'at istemez..


Şu içinde bulunduğu İmkÂNLa KuLLuk İmtihÂNı ÂLEMi Yalan Dünyada geçici-iğreti gelgeç “bEN”liğinin gerçeğini analayıp şahdamarından da yakın HAKk TeâLâ’yı RABB celle celâluhu olan ALLAHu Zü’l- CeLÂL’in “BEN”liğini BİLir-BULur-Olursa “Ene’l- Hak-bEN Hakk’ım!” sözü haktır..
Rabbının ELİni tutan daha ne diye bey'at BAĞLılığı töreni istesin ki istemez!.


إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
Resim---İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî: Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.” (TâHâ 20/14)

Resim

Mahv idüp ünsiyetin ref eyle isneyniyyetin
Ayn-ı Hakdır ayn-ı Hak Hak ile vuslat istemez..


Ham aklın ve halkın alışkanlık olan ve fiilen yaşanamyan, TEVHİD anlayışındaki alışkanlıkları mahvedip, sonuçta İKİLİK ki ŞEY-t-ÂN-lıklarını, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruğunca Müslüman ederek ortadan kaldırıp,
ZÂTen Her HÂLde HAKk TeâLâ ile “AYN”ı olduğunu İlim-İrade-İdrak-İştirak aşamalarında YAŞAyanlar, teorik vuslatları kavuşumları ahrete gönderip avunmaz ve fiilen YAŞAyarak ALLAHu Zü’l- CeLÂL’in TEVHİD Şâhidi olur..


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat ALLAHu Teâlâ bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!" buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan; Müslim)

Resim

Bahr-i mutlakda mukayyed varlığın gark eyleyen
İtibâr île mukayyed Gaybî vahdet istemez-


ASLında KüLLî ŞEY ->NÛR-u MuhaMMed ->NÛRuLLah ki;
Şeksiz, oratasız, şüphesiz Ehadiyyet DERyâsında, KULLuk ki “ŞEY”likle sınırlı sorumlau ve izafî gölge varlığını gark edip yok eden.. artık var gibi yok yok gibi varlık içindedir.. bu husus kesindir, süreklidir ve varsayım felan da değildir..
Gaybî kaddesallahu sırrahu BaBam da, kendi kayıdlılığını bilen bir Hakk Dostu olarak öyle farazî düşünce ürünü Vahdet vs istemez ve bİLir ki ZÂTen her HÂLüKÂRda içindedir.. Yeter ki aklımız hamlıktan TAMMlığa TÜMMlüğe ve SİLMe Ulaşıp NAKLen olsun inşâe ALLAHu TeâLâ!..



Resim

Üns: Alışkanlık, alışma. * Arkadaş. Hemdem.
Enis: Üns mânasına kullanılır ve vahşetin zıddıdır.
Me'nûs: Alışılmış. Alışık. Ünsiyet edilmiş. * Beğenilmiş. Mergub.
Ülfet: Alışma, alışkanlık. Birisiyle münasebette bulunmak. Ünsiyet. Ahbablık, dostluk. Huy etme. Görüşme, konuşma
Hemnişîn: Beraber oturan. Ar. celîs.
Mâye-i eşya: Eşyanın Hakikat mayası.
Berzah: İki âlemin arası. Kabir. Dünya ile âhiret arası. * Perde. * Sıkıntılı yer. * İki yer arasındaki geçit. * Mani'a, engel,
Sûri: Surete ait, görünüşe ait ve müteallik. Hakiki, ciddi ve samimi olmayan. Zâhirî.
Minnet: İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. * Birisine iyilik etmek.
Erbâb: f. Ulu, ulvi, âlâ. * Reis, başkan, şef.
Resm: (Resim) Yazma, çizme, desen. * Eser, iz, nişan, alâmet. * Suret. * Tertib. Tarz, üslub. * Fotoğraf resmi. * Âdet, usul, tavır, davranış. * Alay, merâsim. * Man: Bir şeyi başkalarından ayırdeden tarif.
Bey'at: Biat. Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek. * Rey vermek.
Ref: Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. * Lağvetme, hükümsüz bırakma
İsneyniyyet: İkilik, ikiden ibaret olma.
Ünsiyet: Alışkanlık, dostluk. Birlikte düşüp kalkmak. Ahbablık.
Mutlak: Salıverilmiş. Itlak olunmuş. Serbest. * Kat'i. Şüphesiz. * Aslâ bir şarta bağlı olmayan. Yalnız, tek
Mukayyed: Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı. * Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. Bağlanmış. El veya ayağında zincir, kelepçe bulunan. Mevkuf olan.
İtibâr: (İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbul farzetmek. * Taaccüb etmek. * Şeref, haysiyet. * Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim*VI*
Resim

Ârif-i billâh olup kendin bilendir yârimiz
Kendisin bilmeyen hayvan ile yok kârımız!.


MuhaMMedî İlim ve Edeble Kendini ve ResÛLünü Bilen.. MuhaMMedî İrfÂN ve ErkÂNla RABB’ını de, BİLen-BULan-OLAN ve YAŞAyan.. HaKk teÂLÂ’nı Şe’ÂN Şâhidi, bîİzniLLAH Ârif-i biLLÂH ALLAH Dostlarıdır..İşte onlar bizim bu Gel-geç Âleminde ÖZ YÂRimiz!.
Hâlâ Kendini-NEFsini BİLememiş ve de BULamamış hayvÂN ya da daha aşağılıklarla ne BÂZÂRımız ne de KÂRımız OLamaz!.


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsine ârif olan-tanıyan RABBine ârif olup-tanır!” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi BELHUM eDALLUn ulâike humul gâfilûn(gâfilûne):Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. ONLAR HAYVANLAR GİBİDİR. HATTA DAHA ÇOK DALÂLETTE-dirler-Sapıktırlar.. İşte onlar, onlar gâfillerdir.” (A’râf 7/179)

Resim

Dîde-i Hak-bin ile kılsan nazar zâhid bize
Remz ider Hakkın tecellîsin sana didârımız!.


Ey Zâhid ki, İşin fASLını, ASLını, Özün,ü MuhaMmedî MeLÂmette ANLAmadan, sadece kısır döngü alışkanlık ve başkalarını taklidden ibâret göreceli ibâdet yapıyorum sanan kupkuru kafalı, sözde zâhid, eğer sen BİZe, kibrinden vaz geçip de;
“HaKk’ta HaKk’tan HaKk’a HaKk’la HaKk’ı GÖRr!.”en gÖZle BİZe Baka BİLirSEN, o zaman, o meşhur Didârımız ki Kalbleri parmakları arasında çevirip de ZÂT-ına YÂR edenimiz, İlahî AŞKtaki Hakk’ın tecellîsini sana da ANLAyacağın dilder anlatır kör gözüne gösterirdi!.


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu duayı çok yapardı: "Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!" Ben (bir gün kendisine): "Ey Allah'ın resulü! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?" dedim. Bana şöyle cevap verdi: "Evet! Kalbler, Rahman'ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir." buyururdu.
(Buharî, Hadis No: 3484)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Muhakkak ki Âdemoğullarının kalbleri Rahman'ın parmaklarından iki parmağı arasında tek bir kalb gibidir, dilediği gibi çevirir." Ve sonra şöyle buyurmuştur; "Kalbleri evirip çeviren Allah'ım.! Kalblerimizi sana itaat üzere çevir!."
(Muslim -2654)

Resim

Vahdete kâil olan bir şeye asla “Lâ” dimez
Hakdan ayrı görmeyicek kimedir inkârımız!.


Silm Akıl Sahibi İnsÂN ki,
Şu içinde yaşamakta olduğumuz görünürde pek çok âlette türlü çeşitliymiş gibi gözüken cÂN CeRRyÂnının, KesREtinin-ÇOKluğunun ASLında bir NOKTAda VAHdet-TEKLiği olduğuna kâil olan/ İnanıp, boyun eğip de Rıza göstermiş ise artık asla “LÂ-Hayır!.” Diyemez!.
Bu Âlemde küllî ŞEYi ki her şey (mâ) ve herkes (men” ALLAHu zü’L- CeLÂL’imİZin NÛRudur ZÂTenki.. o zaman böylesi Olanlara neden ve niçin karşı olalım.. o ki “Lâ Huve İLLâ HUve” “Ondan başkası yok!” deyip de geçekten inanmışsak kim kaldı ki onu inKÂR EDeBİLelim!..


Allah, yerin ve semâların nurudur.”

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---''Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm: Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.(Nûr 24/ 35)

Resim

Sen bizi inkâr edersin biz seni Hak bilirüz
Sümme vechullâh remzin keşf ider esrârımız!.


Sen, sana mahsus ve seni zom uykuda, uyur gezerde ya da zom serhoşlukta yutan CEHLİnle, elbette bizi, biz haksızmışız da kendin haklıymışçasına inkar ederi reddeder ve de taşa tutarsın.. oysa biz seni istesek de haksız göremeyiz.. çünkü sen, HaK TeÂLÂ’nın NÛRusun.. seni Hak’tan ayıramayız ve her HÂLİnde yine seni HAKk BİLiriz!. Sadece “gelgeç imtihanda tercihlerin saçmaydı deriz!”
Çünkü Biz MuhaMmedî MeLÂMetin, her ZERRede “İLLALLAH” İmzasını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem SÂYesinde ve de pâk yüreğinde, BİLen-BULan-OLAN ve YAŞAyanların SIRLarıyla SIRRlandık her gizli REMZin/Hazinenin AÇan ANAHtarlarının Sahibi Olduk Habli’l- VERÎDimizde elhamdulillahirabbilâlemînn..


وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---''Ve lillâhi’l- meşriku ve’l- magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh (vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm (alîmun).: Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir.” (Bakara 2/115)

Resim

Özümüz fehm edeli aldık tesellimizi kim
Fariğ u azadeyiz Hak iledir bâzârımız!.


ki BİZ MuhaMmedî MeLÂMetin Mensublarıyız, ÖZÜMüzdeki Hakikat-ı MuhaMmedîyyemizi ANLAyalı beridir ki, bu ne idiği belirsiz Dünya ve DÜNyacıların yüklediği dertler acı vermemekte.. DERTlerimizi ZEVK EYyLeyeli beridr ki BİZ,
ALLAHu zü’L- CeLÂL’imİZden AYRı/gAYrı Mâsivâsı her ne var gözüküyorsa bunların tümünün, ölümlü-izafî-gelgeç-gölge olduğunu ANLAdık da ondan sonra, onlarla bağlarımızı koparıp başı boş kaldık, serbestiz ve Hakikat HÜRüyüz hamdılsun!. Artık Bizim KULLUK BÂZÂRımız Halkıyla deüil de, Rabbımız HaKk teÂLÂ’mız iledir..


Resim

Yetmiş iki millet ile hem-nişin olsak eğer
Yokdurur âlemde asla kimseye hiç bârımız!.


Biz MuhaMMedi MeLÂMîler için bu gölge Dünya Hayatında Yetmiş iki millet ile hem-nişin/ AYNı yerde YERLeşendir ki bu sözmüz de haktır herkesi göbek BAĞından geri ÇEKer/RücÛ’ ettirirsen görceksin ki tümü de Havva aleyha's-selâm RAHMinde bir tek RAHMet dAMMLası olduğunu GÖRürsün.. ki işte bu yönden “Yetmiş iki millet ile hem-nişin olsak eğer” sözü “BİZ BİR-İZ” TEKliğine SALLedip Ulaştığından, bu âlemde hiçbir ZERReye bir YÜKümüz asla olamaz!.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yahûdiler, yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Bunlardan biri cennette, yetmişi ateştedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Onlardanda yetmiş bir fırka ateşte, bir fırka cennettedir. Muhammed (s.a.v.)’in nefsi kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette, yetmiş iki fırka ise ateştedir.” Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sordular. Resûlüllah (s.a.v.), “Cemaat” diye cevap verdi.
(S.İbn-i Mâce, Fiten 17)

İmam Tirmizî (rh.)’nin rivâyetinde ise şöyle buyurulmaktadır:
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir tanesi hariç, bunların tamamı ateştedir.” Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! O kurtuluşa eren fırka kimlerdir?” diye sorunca, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: “Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır.”
(Tirmizî, Îman 18)
Resim

Hamdan ayrı gözümüz görmez ledünnî Gaybîyâ
Hamdülillâh kalmadı bir hâtır-ı âzânmımız!.



Ey Gaybî BaBam kaddesallahu sırrahu,

Bu dünyadaki “HAM”lara bakıp da ledünnî “OLgun”luğa ulaşım-SILa SALLımıza, “ALLAH hamd etmekt”ten başka kulaklarımızın her ZeRReden duyduğu başka bir ses kalmadı çok şükürler olsun HaKk teÂLÂ’ya!.



Resim

Ârif-i billâh: Mürşid, ermiş, evliyâ. Hakkın nuru ile Cenab-ı Hakk'ı bilen. Âlemi, hâdiseleri İlahî feyz ve ilim ile gören veli.
Dîde: f. Göz, ayn, çeşm. * Görmek. * Gözcü. * Göz bebeği. * Göz ucu.
Hak-bîn: f. Hakkı gören. Hak veren. Hakka imân eden. Hakka inanan.
Remz: İşaret. İşaretle anlatmak. * Güç anlaşılır. * Gizli ve kapalı söyleme.
Kâil: Söyleyen. Anlatan. Nakleden. Söz sahibi. İnanmış. * Boyun eğmiş. Rıza göstermiş, razı olmuş.
Esrâr: (Sır. C.) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler. * Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde. * Elinde ve el ayasında olan hatlar.
Fehm: (Fehim - Fehm) Anlayış. Zihnen kavrayış.
Hem-nişin:her halde birlikte olan, oturan, yaşayan.
Bâr: f. Yük. Zahmet. Eziyet. Sıkıntı.
Hamd: Medih, övmek.Cenab-ı Hakk'a karşı kulların memnuniyet ve sevinçlerini ve O'na hamd ve şükür ile medihlerini bildirmeleri, senâ etmeleri.
Âzân: (Üzn. C.) Kulaklar.
Âzâde: f. Bağlardan kurtulmuş. Serbest. Kayıtsız. Hür. Sâlim. Müberrâ.
Fariğ: İşini bitirmiş, boş kalmış, alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiş.
Ledünn: (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı izâm (A.S.) ve Ehlullâh-i Kiram Efendilerimiz Hazretleridir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim*VII*
Resim

Katlimize kasd idermiş yârımız
Sevdiğimiz anlamış düdârımız..


Meğer Nazlı YÂRimiz, son-UÇta cÂNımıza kıymaya bilerek isteyerek kararlıymış,
O Gönüllere Şahdamarından da akraba olan, İçÇ Kalb Âlemimi de HÜKMü altında tutan DiLBÂZ YÂRim,
cÂndan SEVdiğimi ve de şu yalan DÜNyâda, SEViLmek için nelerle boğuştuğumu ANLAmış ki KuRBÂNının peşinde Emellerim peşindeki ECELim YÂRimm!.


Resim

Kan bahâmız çünkü yâr olur bizim
Yoluna bin kez fedâdır canımız..


Bu İlahî AŞK YOLUnun ANA YASAsına tâa ELEST BEZMinde “beLÂ!.” Dedik ki henüz HİÇ bir Şeyy ve İmkÂNımız yoktu ve olan HAM AKLımızdı ve o ise ZÂTen NÛRuydu.. Baştan peşinen kabul ettiğimiz Sırat-ı Mustakîm MuhaMmedî AŞK YOLUnda İnşâe ALLAHu TeÂLÂ İLK SÖZümüzün ERİ ERENLerdenİZ ki, şu BİZim gözüken İğreti-İzafî cÂN -ki hER ŞEyyimiz- O, BİZe BİZdende KARÎB Olan YÂRin YOLUna KuRbÂN Olsun!.

Dün gibi hatırlıyoruz o bEZM-i e LESTüsünü..
Olumsuz soruyla sormuştu: “elestü bi raBBiküm- RABBiniz değil miyim?.”
“Evet, RABBimiz değilsin!” Demedik ki yanlıştı.
“Hayır, RABBimiz değilsin!” Demedik ki yanlıştı.
“BeLÂ!. BiLÂkis RABBımızsın!” DEmiştik ve İLK AŞK SÖZÜmüzün ŞÂHidi idik..

ALLAHu zü’l- CeLâL bizzât ZÂTuLLAHtır..
Rabbul Âlemin olarak biz sıfatıyla yâni Rububiyyet Sıfatıyla mevCÛD Olup sAHneye Çıktık ve her NEfes yuvarlanmaktayız gök yüzünde;



اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Resim---Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka) : Yaratan RABB-inin İSMiyle oku!”
(Alak 96/1)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin RABBiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.”
(A’raf 7/172)

Resim

Kahrının içinde lütfü gizlidir
Aynı gül zan eyleriz biz hârımız..


Güzel-Çirkin, İyi-Kötü, Nûr-Nâr, İnkâr-İkrâr, Abdd-Rabb ZITLarının ZEVkinde,
Gübresinden GÜLü ve Kahrından Lutfu Çiçek AÇıp meyveler VERmekte şu KuLLuk İmtihÂNı HÂNında ve de AŞK bAHçasında,
Biz ki Sadakatla MuhaMmedî HaKk ÂŞıKlarız ki,
küLlî ŞeYy’in NÛRuLLah BİLiriz, Dikeni de GÜLü de TEK-BİR CÂNda CEM’ Ederiz de,
HÂLi HAZIR HEMDEM Ederiz NÛRuyla NÛRun sahibi Zü’L CeLÂL-i ve’L- İkram celle celâluhumuzu İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..


En dış ZÂHİR Şehadet Âlemindeki EŞYâ-ŞEYler Bazarındakileri kendi başlarına buyruk nesneler sanmayız:
ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisi kudsîde: "ALLAH: "Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım."buyurdu" buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-265/827)


Ol CÂNÂN ki,
hER ÂNda Şe’ÂNında CeLÂLinden CeMîL-CeMÂL İkRÂM EDip DURmakta el hamduLiLLaHi RABBilâlemînn..


El Celîlü:
Resim

Zü'l-Celâli Ve'l- İkrâmü:

Resim

El Cemîlü:
Resim

Resim

Gayrılıkden eyledi bizi halâs
Bir nazarda ol güzel cânânımız..


İLKinki İLLiYyin İklimimizden Güneşten KOPan/KoPamayan IŞIK gibi, tâa buralara ESFELine SALLayan NAZLı YÂRimiz,
AYRılıktan/gAYRılıktan HaBBEmizin ASLı-fASLı NÛR-u MuhaMMedî Hakikatımızı HAYR EYyleyip ki;
BİLip-BULup-OLup fiilen YAŞAtarak “BİZ BİR-İZ” Şâhidi KILdı,
Garibliğimizi/AYRılığımızı KARîBLiğimize/AYNılığımıza SELL-ü-SALL ettirdi ve de SeLÂM-et-e ULAŞtırdı TEK-BİRr BAKışta o GüzeLLer GüzeLi el CeMîL celle celâluhumuz..


Resim

Gaybî aşkında anın mahv olalı
Birdir ana nurumuzla nârımız..


Hak ÂŞIk Gaybî SUN’uLLaH kaddesallahu sırrahu BaBam, AŞK İŞİnin fASLından ASLına,
MuhaMMedi İlim-İrade-İdrak ve İŞtirakla kAVuşalı beri izafî-iğreti-gelgeç-ölümlü “bEN”liği yerle bir oldu yandı küll Oldu da o KÜLLerden MuhaMmedî Gönül GÜLLeri Yeşerdi ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Teslimiyyetinde gördü ki NÂR-NÛR, YoKluk-ÇOKluk vs. hepsi de TEK-BİR YÂR imiş.. ALLAH celle celâluhu..


nOt: SUN’uLLaH: ALLAH celle celâluhunun SAN’atı demektir ki, ne güzel Olmuş ki, Gaybî Babam kaddesallahu sırrahu dagerçekten MuhaMmedî SEVgi-AŞK SAN’atının ebed ESERlerindendir Rahmetleri ve Himmetleri ebedî olsun İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..


4. SALÂVÂT-I ŞERÎFE :

Bu salâvât-ı şerîfeyi uykuya yatacağı zaman okuyan kimseye
"cümle peygamberlerin ona şefâatçı olacağına dair" hadis-i şerîfe vardır.
Ve önemli bir salâvât olup
3 defa okunması tavsiye edilmiştir.


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin Resim Ve Âdeme ve Nûhin ve İbrâhîme ve Mûsâ Resim ve İsâ Ve mâ beynehum minennebîyyîne ve'l-mürselin Resim Salâvâtullahi ve Selâmuhu Tealâ aleyhim ecmaîn.

MÂNÂSI: ALLAHım! Efendimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e salât-ü selâm et! Ve Âdem (aleyhisselâm)’a ve Nûh (aleyhisselâm)’a ve İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Musa (aleyhisselâm)’a ve İsa (aleyhisselâm)’a ve aralarında gelen tüm nebîlere ve mürsellere de! ALLAHU Tealânın salât ve selâmı cümlesinin üzerine olsun!”


Resim

Katl: (C.: Mekâtıl) Kesmek.
Kasd: Bir işi bile bile yapmak. * İsteyerek. Niyet ederek. * Niyet. Tasavvur. * İstikamet. Yolu doğru olmak.
Düdâr: Dildâr. f. Kalbi hükmü altında tutan. Sevgili, mâşuk.
Bahâ: f. Paha, değer, kıymet.
Hâr: f. Diken.
Halâs: Kurtulma, kurtuluş. Selâmete ermek.
Nazar: Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış
Ana: Ona..
Fedâ: Kurban. * Uğruna verme, gözden çıkarma.
Mahv: Harab olma. Yıkılma. Ortadan kalkma. Çökme. Bozulma. * Tas: Beşeri noksanlıklardan kurtuluş hâli.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim Kafiyetü’l- Sin..


Pîr-i dânâ sohbetidür talibe feryâd-res
Sohbet-i merdân-ı Hak’sız Hakka irmez hiç kes..


Bu ÂLeMde her kimsenin, her kişinin, her NEFsin KULLUK İmtihÂNı çÖLünde, imdadına koşacak tek şey,
Hakk’ı ve Hayrı BiLen, BuLan, Olan ve YAŞAyan MuhaMMedî Kâmilin sohbetidir ki,
HAKk TeÂLÂ’nın MuhaMMedî Merdleri-yiğitlerinin sohbeti olmadan hiçbir kimse ASLa HAKk’a Eremez-ULAŞamaz!


Resim

Kıble et merdân-ı Hakk’ın kaşları mihrâbını
Kâbe kavseyn-i evednâ sırına irmez nefes..


Sen AKL-ı SİLM davaranıp HAKk TeÂLÂ’ya ULAŞım SALLında bu HAKk Yiğitlerinin KAŞLarını MuhaMMedî MuHABBet Mihrâbın; KıbLen ki, Kabul YERİn eyle!
Yoksa hiçbir NEFS “Kâbe kavseyn-i evednâ" SıRrına ULAŞamaz!.


فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَىٰ
Resim---Fekâne kâbe kavseyni ev ednâ: Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.” (Necm 53/9)

Resim

Sohbetinde bunların eyle vücûdun münselîh
Ma'rifet zannettiğin cehlin lisanın durma kes..


Sen bu zâtların sohbetine devamlı katılıp da, tAMM TeSLim olup tüm VARLığını- mevCÛDiyyetini çırılçıplak soyup, derini de yüzüdürüp dışına çık!
Şu hamm AKLınla ve EMMâre NEFsinle Mârifet sandığın, esasında zırr câhilliğini, bir bırak da kes artık!.


Resim

Rûz u şeb pîre niyaz et aşk-bâz ol kalb ile
Kalmasun âlemde andan gayrîye asla heves..


Gece Gündüz PÎr-i AZAM'ınla Naz-Niyaz EYyLe, HeHDem ol, MuhaMMedî İLİM ve EDEB öğren, uygula, ve KALBinle âdete bir AŞKuLLah OYUNcusu ol!
Bu çeldirici ve de saptırıcı DÜNyâ’nın tüm heveslerini çırp-çıkar ve geride sâdece PÎRinle BİZ BİR-İZLik-te AŞKuLLah hevesin kalsın!.


Resim

Çün bu uslûb İle tâlib kalbini saf eyleye
Nagehân eyler tecellî eyleme nâdâna ses..


Çünkü bu MuhaMMedî MuHABBet ve TEVHİD YOLunda, ancak ve ancak bu tarz, sitil ve sünnetle "AŞKuLLah"ı DİLEyenlerin KALBLeri ARINıp SaffLaşaBİLir!.
Sen Ümitvar ol, ümüdini kesme ASLa!. HAKk, KALBine TECELLÎ Edecektir hem de beklemediğin ÂNda ÂNiden.. ve sen, sakın haddini bilmez câhil cühâlâlara da, HALinden haber verme ki YOLUndan koymasınlar!.


Resim

On iki fen ilmini âlim cihanda lâ-yuâd
Yüzünü ve sözünü bilmek yiter Gaybîye bes


Bu Âlemde, On iki fen ilmini; İLMen, adedsiz, sınırsız BİLen, ALLAHu zü’L- CeLÂL ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem MerdÂNLarı ki,
ONLARın terbiyesinde olup, YÜZünü GÖRmek ve SÖZlerini YERine getirmek bir NEFSe yeter! Bu Kâfi-yeterLidir ey Gaybî BaBam kaddesallahu sırrahu!..
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemle ÜMMetine ve Sana Es SeLÂM OLsun!.
.


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedîn ve enzilhil mak'adel mukarrabbi indeke yevmel kıyâmeti. Vâhşurnâ fi zümretihi tahte livâihi fi zılli arşikel mecîd. İnneke alâ kulli şey'in kadîr.

MÂNÂSI: "ALLAH'ım! Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salât, selâm ve bereket dileklerimizi ilet, salât et ! Onu kıyâmet gününde yâkînlerin makamında konuklandır.Ve bizi, Mecîd (ulu) Arşıyın gölgesinde onun livâ'sı (bayrağı) altında haşrolan zümresi içinde haşret. Şüphesiz ki sen herşeye kadirsin!"


Resim

Dânâ: f. Bilgili, bilen, malûmatlı, âlim.
Merdân: (Merd. C.) Merdler. İnsanlar, erkekler, yiğitler.
Kes: f. İnsan. Kişi.
Mihrâb: Camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer. * Mc: Şeytan ve hevâ ile muharebe edecek yer. * Ümit bağlanan yer.
Münselîh: (Selh. den) Soyulmuş, derisi yüzülmüş. * Sıyrılıp çıkan, soyunan. * Son güne yetişmiş.
Cehl: Câhillik, bilmemezlik, ilimden mahrum olmaklık, nâdanlık, tecrübesizlik, gençlik.
Rûz u şeb: Gündüz ve gece.
Bâz: f. Yeniden, tekrar oynatan, oynayan, geri ve arka tarafa doğru... gibi manalara gelir. Kelimenin sonuna veya baş tarafına getirilerek kullanılan bir "ek" dir. Meselâ: Ateşbâz : Ateşle oynayan.
Aşk-bâz: AŞKLa oynayan.
Uslûb: Tarz, yol. Biçim. İfade tarzı. Dizmek.
Nagehân: f. Birdenbire, ansızın, hemen. (Nâgeh, nâgehan, nagehâne, nagehânî)
Nâdân: f. Cahil, bilmez, haddini bilmez.
Lâ-yuâd: Adedi belli olmayan. Sayısız. Pek çok.
Bes: f. Kâfi. Yeter. Yetişir. (Allah bes, gayri heves)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim *I*

Kafiyetü’l- Şın..


Bu vücûd-ı mutlakın zâtı olan bir ân imiş
Cümle-i âlem o bir ân üzre sergerdân imiş..


Vâcibu’l- VüCÛDu Mutlak ALLAH celle celâluhu’nun ZÂTının, Cümle-i âlem dediğimiz Kâinâtı, KÛN feyeKÛN ki, bir “ÂN”lık görüntüsüdür SiLM AKLa..
İşte Gerçek Hakikatın Şe’ÂNuLLAHta her ÂN Yeniden yartılışı ve SEBBehası, KüLLî Şey’in bir ÂNLık GÖRüntüsü her AYık AKLın başını döndürmekte, şaşkın ve HayrÂN bırakmakta..


Resim

Devresinden iktizâsı üzre zâtı görmeğe
Ahsen-i sûrette dâim dâir-i devrân imiş..


Ve bir Çemberin/Kürenin Çevresindeki sonsuz NOKTAlar gibi KüLLî Şey’ MERKEZdeki/SÎRETTeki/Şahdamarından da AKRABA oLAN ZÂTı GÖRmeğe YENiden ve O’ndan Yaratılışı sebebiyle Muhtaç-Mecbur-Me’mur ve de MAHkumluğu Lâzım ve de Lâyıktır.. ki her ZeRRe-KüRRe bu Ahsen/en iyi en güzel en hakk KIVAMda ve SÛRETte DEvrÂNda DEVR etmeye devam edip gitmektedir.

İnsÂN’ın Mükerrem Tekvin Tecellîsi Serüveni..

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Resim---Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri ve’l- bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ: Andolsun, biz Âdemoğlunu yücelttik-mükerrem kıldık; onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz, güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.” (İsrâ 17/70)

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Resim---Lekad halakne’l- insâne fî ahseni takvîm: Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde-kıvamda yarattık.(Tîn 95/4)


ahseni: en güzele (ahsene) ulaşabilecek.
takvîmin: takvim, programlanmış zaman kevn, yaratış tarzı. Kıvam.


Resim

Zira esmâ vü sıfat u zâtına kabil vücûd
Bu mezâhir içre ancak mazhar-ı insân imiş..


ALLAHu zü’L- CeLÂL’in,
Zât->Sıfat->ESmâ->Eşya-NÛRuLLAH KÛN feyeKÛN OLuşumunu Kabul etmek kabiliyeti olup da açığa-maddeye-zâhire ÇIKaraBİLme ÖZELLik ve GÜZELLiği sadece ve sadece MükeRREm KILdığı Halifesi insÂNoğlunda mevCÛDdur. ÂDEMoğlunun diğer MevCÛDlardan esas FARKı ise AKLı ve bununla mümnün olan TERCİK Hakkıdır.. bu ise KULLuk İmtihanıdır bu ÂLEMde..


وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeten, kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâe, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek (leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn (tâ’lemûne).: Hani Rabbin, Meleklere: "Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah:) "Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim" dedi.” (Bakara 2/30)

وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Ve alleme âdemel esmâe kullehâ summe aradahum alel melâiketi fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîn (sadikîne).: Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin" dedi.” (Bakara 2/31)


Resim

Mâhasal hüddâm-ı âdemdir serapa hep cihan
Tahtgâh-ı âlem üzre ancak ol sultân imiş..


CihÂN denilen şu CÂNLar CENgi SAHNEsinde HASIL olan her şey, baştan aşağı diğer tüm Varlıklar/MevCÛDLar ÂLEmi Emrine Musahhar-Tahsis edilip VERilen “ÂDEMoğLu”dur..sanki bir Hüddamm.. ÂLEM Denilen KüLLî şeyin TAHtında oturan SuLtÂN ise HALİFEtuLLAH OL-ÂN MuhaMMedî İNSÂNdır..

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne).: Seni Biz, sadece âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاء أَن تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---E lem tere ennallâhe sahhara lekum mâ fîl ardı vel fulke tecrî fîl bahri bi emrih(emrihî), ve yumsikus semâe en tekaa alel ardı illâ bi iznih(iznihî), innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm(rahîmun).: Allah'ın yeryüzündeki herşeyi size musahhar (emrinize amade) kıldığını görmedin mi? Ve gemiler, denizde onun emri ile akıp gider. Ve Allah'ın izni olmadıkça semanın, arz üzerine (yeryüzüne) düşmesini önler (semayı arzın üzerine düşmemesi için tutar). Muhakkak ki Allah, insanlara Rauf'tur, Rahîm'dir.(Hac 22/65)

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun).: Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O'na ağır gelir (O'nu üzer). Size çok düşkün, mü'minlere şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 9/128)

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
Resim---Ve iz te’ezzene rabbukum le in şekertum le ezîdennekum ve le in kefertum inne azâbî le şedîd(şedîdun).: Ve o zaman Rabbiniz size bildirmişti ki; eğer şükrederseniz (ni'metlerinizi) artırırız, eğer küfredenlerden olursanız muhakkak ki azabım şiddetlidir.'' (İbrahim 14/7)

Resim

Suhf-ı ulâdır hakikat bu vücüd-ı kâinat
Hatime nâzil olan âdem denen Ku'rân imiş..


Kevniyyette hakikat şudur ki, kâinatın MevCÛDluğu, Kâinat Ku'rân’ının ilk sahifeleridir, harfleridir ve İÇİ boş gibidir..
Kâinat Ku'rân’ının HATMi.. TaMaMlanmışlık HAKİKATıysa DİRİ Ku'rân olan ÂDEM KALBidir/nAKLe Açık AKLıdır..


Resim

Küfr ü imân âyetini gördük ol Ku'rânda biz
Anladık kim zülfle ruh küfr ile imân imiş..


Ne Zaman ki NÛR-u MuhaMMed Hakikatı olan inSÂN AKLı RÜŞDe ERip ASLını ANLAdı.. AKLındaki İKİLik ŞEY-t-ÂN-Lığı HaKK’ı DUYdu-Uydu Teslim Olup MüslümÂN OLdu.. A’yÂN-ı Sabitesindeki Küfr ü İmân âyetini Okudu! Hak ve Hayr Tercihini yaptı..
Gölgeyle-Güneş, sûretle-Sîret.. Muhitle-Merkez, Gübreyle-GÜL, küfürle-İmanı; Lâ İLâhe ile İLLâ ALLAH.. NÛRuLLahla- ALLAH celle celâluhu giBi..
Nazlı YÂRin YÜZündeki ZÜLFüyle-ÖZündeki RÛHu gibi BİZ BİR-İZ BULuVERdi..


Resim

Küfr ü imân ol mürekkeb gibidir kâğıd ile
Mushafa nisbet hakikat ikisi yeksan imiş..


İnsÂN oğlunun AKLı Kalem gibi, NAKLi ise Mürekkeb gibi Kaderi ise SANki Kağıt gibi.. ALIN Yazısını OKUyup Avcına YAŞAyarak YAZmaktadır.. MuraduLLAHın EMRuLLAHı Kur'ân-ı Kerime Bakarak en AHSENi Tercih hakkını KULLanmasıysa O NEFSin KULLUK İmtihÂNı bu ÂLEMde ÖMÜR VAKTinde.. esas zor anladığım şey şu ki, benim yaşadığım ve kokladığım gübre ile gül kokusu, resimlerde hatta Televizyon ekranında yok.. çok düşünmek gerek..

Resim

Mushaf-ı Hakkı görüb bildik kelâm-ı Hakkı biz
Hatm-i Ku'rân etmiyen insan değil şeytân imiş..


Kâinât Kur'ânı, Kendi Kalb Kur'ânımız ve HaKk TeÂLÂ’mızın Kur'ân-ı Kerimini VicDÂNLarımızda OKUyunca, HaKk TeÂLÂ’mızın KeLÂMuLLAHını DUYduk ve UYduk İnşâe ALLAHuTeÂLÂ..
Kur'ân-ı Kerimin TAMMLanma ve TAMLama Hakikat HATMine ve Hitamına SON-Uçuna ULAŞamayan “TEK”Lik VAHdetine kavuşmuş MuhaMMedî İNSÂN değildir. O kimse “İKİ”Lik Şey-t-ÂN-Lığı Kesretinde debebelenip duracak ve bu ÂLEMden geberip gidecektir maalesef!.


Resim

Zât-ı Hakka on sekiz bin âlem olmuşdur sıfat
Zât sıfata ayn olursa Gaybî heb sübhân imiş..

ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in ZÂTından, Sıfatından, ESmâsından Kısacası NÛRundan Yarattığı EŞYÂsı-KüLLî Şeyi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ŞAHSında kendisinin en Yakın Sıfatıdır VARLık DELİLidir.
İşte bu Sıfat ASLına-ZÂTın RücÛ’ ederse Gaybî kaddesallahu sırrahu BaBam, her şeyin HEPsi de İnsÂN OĞLuna bir “heb”miş HİBEyemiş.. şu ÂNda Şe’ÂNuLLahta SeBBeha-yeniden Yaratmakta olan SubhÂN ALLAH celle celâluhumuza İLMince “El hamdu liLLâHi RaBBi’l- ÂLeMîn!.”


Aziz kardeş,

SisteMuLLahı iyi İNCELEyen her SİLM AKIL görür ki,
ZÂT ->Sıfat ->ESmâ ->EŞyâ.. ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in Yaratmak-TEKVİN Sıfat Er RABB TeÂLÂdır.

Sıfat ->Rububiyyet ->RuSÛLiyyet (ki NÛR-u MÎM)dir. SİLM-İsLÂM OLmuş AKILLara BİLir ki;
ALLAHu Zü’L- CeLÂL, RABBu’L- ÂLEMîNdir:



بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Resim---Bismillâhi-’r Rahmâni’r- Rahîm.: Rahmân ve rahîm olan Allah'ın ismi ile.” (Fâtiha 1/1)

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---El hamdu liLLâHi RaBBi’l- ÂLeMîn (âlemîne).: Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'adır.” (Fâtiha 1/2)
HaKkTeÂLÂ’nın ZÂT Yaratmayı MURAD edince RaBBi’l- ÂLeMîn<-> Rahmeten li'l-âlemîn oldu.. Rububiyyet NÛRuLLAHı RüSûLiyyet NÛR-u MuhaMmEd oldu ve KÂİNÂTın ÜMMü oldu.. Esmâ Zuhuru olan Eşyanın ANAsı Sıfat Olan RüSûLiyyet NÛRudur.
“Onsekiz bin âlemin Mustafa'sı aleyhi's-selâm.. Adı güzel kendi güzel MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem '' diyoruz.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, herhangi bir kavme-kabileye, şehre- kasabaya ya da beldeye-bölgeye gönderilişinden önce MevCÛDiyyetin temelindeki TEK MADDe NOKTAsıdır..18 bin âleme peygamber olarak gönderilmiştir.. 18 bin âlem tâbiri/terkibi kesretten (çokluktan) kinayedir-anlatım için meşhur olmuş bir deyimdir.

Ve yine BİLir ki; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Rahmeten li'l-âlemîndir. feyeKÛN RAHmet Menbağıdır:
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ Rahmeten li'l-âlemîn(âlemîne): (Rasûlum!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)



Resim

Sergerdân: f. Başı dönmüş, şaşkın. Hayran.
İktizâ: Lâzım gelme, gerekme. * Lâzım, ihtiyaç. Gerek. * İşe yarama.
Dâir: Devreden. Dolaşan. Dönen. Bir şeyin etrafını kuşatan. * Belli bir şey hakkında olan. Alâkalı, müteallik.
Kabil: Kabul eden. Olabilir, istidatlı, mümkün olan, önde ve ileride olan.
Mezâhir: Şereflenmeler. Mazharlar. Eşyanın göründüğü yerler. Eşyanın görünen tarafları. Zâhir ve meşhud olanlar.
Mazhar: Sahib olma, nâil olma. Şereflenme. * Bir şeyin göründüğü, izhar olunduğu yer. Çıktığı yer.
Mahasal: Hâsıl olan, meydana gelen. * Netice, sonuç.
Hüddâm: Hüddam, cinleri ve şeytanları kontrol etmeyi amaçlayan bir öğretidir.
Serapa: f. Bir uçtan bir uca. Baştan ayağa kadar.
Tahtgâh: f. Başşehir, başkent. * Taht yeri.
Suhf: Akıl ve fikrin zayıf olması.
Suhuf: (Sahife. C.) Sahifeler. * Bâzı Peygamberlere gelen sahife halindeki kitap.
Ulâ: Birinci, ilk, evvel.
Hatime: Son. Nihayet. Son söz.
Zülfa: Yakınlık, yaklaşma.
Zülf: (Zülüf). f. Yüzün iki yanından sarkan saç lülesi.
Mushaf: Sahife. Sahife halinde yazılı kitap. * Kur'ân-ı Kerim'in bir ismi.
Yeksan: Beraber. Bir. * Düz. * Her zaman.
Ayn: (C.: A'yan-A'yun-Uyûn) Göz. * Pınar, kaynak. Çeşme. * Tıpkısı, tâ kendisi. * Zât. * Eşyanın hakikatı.
Heb: (Vehb. den) Bağışla, lutfet (mânasına emir, duâ)
Hepten: Bütünüyle, tamamıyla.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


<...

Resim.. ...>* II *


<=>

Ârifin her bir sözü irşâd imiş
Zâhid olan bir kuru ırgad imiş..


Kendini-Nefsini ve RABBini BİLen-BULan-OLan-ve fiilen YAŞAyan MuhaMMedî ÂRif-i BİLLAH’ın her SÖZü DUYup UYanları Rıza RÜŞdüne ERdiren İLÂhî iksirdir MuhaMMedî Şefâat şifâsıdır..
KuLLuk İşinin ASLını ANlamadan rastgeleye dini amellere sarılıp anlamadan uğraşan ve dünyadan da kaçan ham Zâhidin yaptığı boğaz tokluğuna amelelik yapan ırgad kimsenin HÂLi gibidir..


Resim

Aşk ile irşâd olur irşâd olan
Aşk ise kesbî değil bir dâd imiş..


Fıtrî bir SünnetuLLAHtır ki, zâhir hayatta Ana-Babadan olup-doğmak gibi, bâtın âlemimizde de Manevî doğuş MuhaMmedî Mürşid Kalbindedir.. Hayatın VERiliş sebebi ise RABBına Rücû’-DÖNüş YOLudur ki işte bu AŞKuLLaH ile mümkündür.
Aşk ise kesbî değildir/ Çalışıp çabalayarak ya da, birilerinden satın alınacak ya da, badan-atadan miras kalacak bir şey değildir.. AŞK İLahî bir İnâyet-Hidâyet-İhsÂNuLLAHtır.. KULun Hakk ve Hayrı TERCİHi ise KULLUK gereği ilk-SON İŞİdir..


Resim

Hâne-i Hak aşk ile ma'mûr olur
Her amel şakird u aşk üstâd imiş..


Cenâb-ı HAKk TeÂLÂ’nın EVi KALBimizin YALITkalıktan İLETkenliğe geçirilmesinin, PAS-Pisini Silmenin tek İLÂCı AŞKuLLaH ile mümkündür.
Bu KuLLuk İMtihÂNı HaYyatında her İŞ-Amel-Sebeb, SON-UÇ’ta HAKk’a ULAŞtıran, AŞKuLLaH ÇIRAKlığıdır.. ve her İş o hayat DİLiminde basıp da geçilecek YOL ki Rehber ki, AŞK YOLunu gösterip İLETen, İman ve Amelle VusLât ettiren YÂRe kavuşturan üstâddır.. Yeterki AŞK Çırağı; Sadakat, Samimiyyet ve Sabırla SELÂMet KOŞsun geri dönüp de gabirin-geberiklerden olmasın!.


Resim

Zâhir ü bâtın-ı hakikat aşkdur
Halk içre Hak dinen bir ad imiş..


RABbu’L- ÂLEMînin HaKk olarak Huviyyet verip, HaYy KILdığı her NEFS için, Zâhir-Dünyada ve Bâtın-Âhirette Hakikat-ı MuhaMmediYyesi “AŞKuLLaH”tır..
ALLAH ve ResûLüne TESLim OLup, İMÂN EDip, TÂBİ OLUp da İTÂAT ETmeden, laf olsun diye alışkanlıklarla, dinlemeden-anlamadan duşamaya-rastgele yapılan AMELLeri Hakk ve Hayr ZANnedişler içi bomboş bir kuru laf balonudur ALLAH celle celâluhu KORUsun!..


Resim

Kendüyi yok Hakkı var bilmiyenin
Ettiği tevhid degül ilhâd imiş..


Tıpkı Güneş IŞIĞının Kendisini GÜNEŞ sanması gibi, İnsan Nefsi de NÛRULLahlığını hâşâ “ALLAH”lık sanıp kendisinin izafî OLduğunu iğreti OLduğunu Hayal-Sanal bedenli olduğunu, “TEK VAR OLan, YARATan ALLAHu Zü’L- CeLÂL”dir MuhaMMedî İMÂNına Ererek HaKku’L- HAKk’ta HAKk Olmayanın her şeyi söyleyen DİLiyle Dediğine zâten kendisi bile inanamaz ve en sonunda “Bir ben varım bir de yaratan ALLAH” diyerek “İKİLik-ŞEY-t-ÂNLık” batağına saplanır Kalır ve de ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in VARlığına, BİRliğine İNANamadan kendini “ALLAH!.” diye diye kandırır ALLAH celle celâluhu KORusun!.

nOT:
ResimBurada bir hususa dikkat çekmem gerekir ki;

Aklın Çeldiricileri.. AŞKta, daha akılsız insanların akıllarının çeldiricileri ki, kendi uydurdukları; İlimsiz İrfÂNsız ZANNedişleridir.. Dinlemeden ANlamadan hiç tanımdan Yaratandan korkuş ve de imÂN ediş nasıl mümkün olacak.. hayali bir şeytÂNdan kaçarken AKLın Yaratanını ciddiye almayış aymazlığı ne olacak.. 80 yıldır Fâtiha okuyup bir kelimesinin bile ANLAmını bilmeyen hatta, gerek görmeyen câhil kişi aklının uydurduğuna "Yaratan" demekte ve kendisi, kendisini “ALLAH” diye diye kandırmaktadır..

Üç tane âyet vardır Kur'ÂN-ı Kerimimizde dikkat edin:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَّا يَجْزِي وَالِدٌ عَن وَلَدِهِ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَن وَالِدِهِ شَيْئًا إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Resim---Yâ eyyuhen nâsuttekû rabbekum vahşev yevmen lâ yeczî vâlidun an veledihî ve lâ mevlûdun huve câzin an vâlidihî şey’â(şey’en) inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yagurrennekum billâhil garûr(garûru).: Ey insanlar, Rabb'inizden korkup sakının ve öyle bir günün azabından çekinip korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın.” (Lokmân 31/33)

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Resim---''Yâ eyyuhen nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrennekum billâhil garûr(garûru).: Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın.(Fâtır 35/5)

يُنَادُونَهُمْ أَلَمْ نَكُن مَّعَكُمْ قَالُوا بَلَى وَلَكِنَّكُمْ فَتَنتُمْ أَنفُسَكُمْ وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ وَغَرَّتْكُمُ الْأَمَانِيُّ حَتَّى جَاء أَمْرُ اللَّهِ وَغَرَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Resim---Yunâdûnehum e lem nekun meakum, kâlû belâ ve lâkinnekum fe tentum enfusekum ve terebbastum vertebtum ve garret kumul emâniyyu hattâ câe emrullâhi ve garrekum billâhil garûr(garûmu).: (Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz sizlerle birlikte değil miydik?" Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip beklediniz, (Allah'a ve İslam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp aldattı. Sonunda Allah'ın emri (olan ölüm) geliverdi; ve o aldaltıcı da sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak, hatta masumca sizden görünerek) aldatmış oldu." (Hadîd 57/14)

billahi’l- garur: ALLAH ile de kandırır şeytan..”
Şeytan sizi ALLAH diye diye de kandırır demiyor ki.. “billâhi'l- garûr”.. O, ALLAH ile kandırır o gurura sokucu!.
Eee biz buna şeytan diyelim dedik de..
Bizim şeytanlar ne olacak?.
ALLAH ile kandıranlar ne olacak?.
Şeytanın uşakları ne olacak?. şeytanlaşmışlar ne olacak?.
Bunu neden aklımız anlamaz?.

Her şeyi anlayan aklımız.. İslam Âlemi gölgeyi taşlamayı dâimâ seçmiştir, anlamadığı karanlık gördüğü yeri taşa tutmuştur, çok açıktır bunlar!. Aklı anlamamıştır, reddetmiştir..


Resim

Gönle gir anda Hakkı anlayasın
Gayrısı yok yerlere feryâd imiş..


“HAKku’L- HAKkı BİLMek-BULmak-OLmak-YAŞAmak ve de MuhaMMedî ŞÂHîDi ŞeHÂDEt ŞefÂatına Eren ERENLerden OLmak DİLE!.”rsEN eYy gÖNLüm!.. İŞte o zamÂN MuhaMMed-i HAKikatın OLÂN VÂRidat HABLi’L VERÎDine RÜCÛ’ et-dÖN ki HAKKı DUYup HAYRı YAŞAyaBİLesÎnn inşâe ALLAHu TeÂLÂ!. ÇUNku, Kur'ân-ı KerimimİZz RIZÂuLLAH REHbERi ve de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ‘in YOL YÜREĞİdir.. Yoksa ÇAĞIRıp da sesini duyan zavaLlı bir AHhmak olursun EYy NEFSim Demedin DEmee!. BOŞuBOŞuna BAĞIRıp ÇAĞIRıp durma “ŞEY-t-ÂNLık- İKİ-Liğini” ->“TEKe TEK”te TEVHîde GELL VAKTin BİTmedenn!.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min HABLİ’L- VERÎDi :Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَاراً فَلَمَّا أَضَاءتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لاَّ يُبْصِرُونَ
Resim---Meseluhum ke meselillezistevkade nârâ (nâren), fe lemmâ edâet mâ havlehu zeheballâhu bi nûrihim ve terekehum fî zulumâtin lâ yubsirûn (yubsirûne).: Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlığını giderir ve göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.” (Bakara 2/17)

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ
Resim---Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn (yerciûne).: Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler.” (Bakara 2/18)

أَوْ كَصَيِّبٍ مِّنَ السَّمَاء فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ أَصْابِعَهُمْ فِي آذَانِهِم مِّنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ واللّهُ مُحِيطٌ بِالْكافِرِينَ
Resim---Ev ke sayyibin mine’s- semâi fîhi zulumâtun ve ra’dun ve berk (berkun), yec’alûne esâbiahum fî âzânihim mine’s- savâiki hazara’l- mevt (mevti), vallâhu muhîtun bi’l- kâfirîn (kâfirîne).: Ya da (bunlar) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek(ler)le yüklü, gökten şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle; ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Oysa Allah kafirleri çepeçevre kuşatıcıdır.” (Bakara 2/19)

يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ أَبْصَارَهُمْ كُلَّمَا أَضَاء لَهُم مَّشَوْاْ فِيهِ وَإِذَا أَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواْ وَلَوْ شَاء اللّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ إِنَّ اللَّه عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---Yekâdu’l- berku yahtafu ebsârehum kullemâ edâe lehum meşev fîhi, ve izâ azleme aleyhim kâmû ve lev şâellâhu le zehebe bi sem’ihim ve ebsârihim innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Çakan şimşek neredeyse gözlerini kapıverecek; önlerini her aydınlattığında (biraz) yürürler, üzerlerine karanlık basıverince de kalakalırlar. Allah dileseydi, işitmelerini de görmelerini de gideriverirdi. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir.” (Bakara 2/20)


Resim

Ma'rifet tahtında sultân olmağın
Gaybî kullukdan aceb âzâd imiş..


eYy Gaybî BaBam kaddesallahu sırrahu,
MuhaMMedî Mârifet TAKTında SultÂN OLaBİLmenin TEKe TEK ŞARTı vardır ki o da El HAKK TeÂLÂ’mıza Hakkınca KULLuk EDeBİlmektir.. Gerisini bırak gitsin!.. Yalan DÜNYÂ-larına ne yazıkkk!..


Resim

ÂRif-i BİLLAH: Mürşid, ermiş, evliyâ. Hakkın nuru ile Cenab-ı Hakk'ı bilen. Âlemi, hâdiseleri İlahî feyz ve ilim ile gören veli.
İrşâd: Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması. * Ist: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir mürşid-i ekmelin Kur'ânî ve İslâmî eserleriyle veya sözüyle Sırat-ı Müstakim olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve tarif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi.
Mürşid: (Rüşd. den) İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran. Peygamber vârisi olan, kılavuz. Tarikat piri, şeyhi.
Zâhid: (Zühd. den) Tas: Borç olan ibadetlerden, aslî vazifelerden başka dünya süs ve makamlarından feragat eden kimse. Sofi. Müttaki. Zühd ve perhizkârlıkla muttasıf.
Irgad: Tarım işçisi, rençber.
Kesbî: Çalışmakla kazanılan. Sonradan elde edilen. Doğuştan olmayan. Vehbî olmayan.
Dâd: Vergi, ihsan, atiye
Ma'mûr: İ'mar edilen, tamir edilmiş.
Hâne: f. Ev, mesken, beyt.
Şakird: f. Talebe, çırak.
Üstad: (Üstaz) İlim veya san'atta üstün olan kimse. Usta, san'atkâr. Muallim, profesör. Bilgide veya san'atta veya amelde meharetli zât.
İlhâd: Dinden çıkmak. Dinsizlik. Dinden dönmek. Allahın varlığına, birliğine inanmamak. İmânsızlık.
Feryâd: f. Bağırıp çağırma. Yüksek sesle medet istemek. Figan.
Âzâd: f. Serbest. Hür. Kimseye bağlı olmayan. Kölelikten kurtulmuş olan..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: SUNULLAH GAYBİ (ks) DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


<...

Resim.. ...>* III *

<=>

Sen seni sanma
DERviş ol DERviş..
Nefse aldanma
DERviş ol DERviş..


MuhaMmedî Tâlim-Öğretim ve Terbiye-Eğitimden geçmemiş, izagî gölge “sEN”liğini sakın gerçek ve ebedi “sen” sanma da Hakk kapısını çalan Dost DERvişlere katılıp DERviş ol DERviş!.
KuLLuk İmtihÂNı gereği bu ÂLEMe yönelik yaratılan ve Hevâ Hevesine tapıcılığı EMReden Nefs-i Emmârene aldanma sakın ve Hakk kapısını çalan Dost DERvişlere katılıp DERviş ol DERviş!.


Resim

Aşka ol yoldaş
Gözden aksun yaş
Vire gör can baş
DERviş ol DERviş..


AŞKuLLah YOLuna YOLcu-YOLLuk-Yoldaş ol ve ÇİLEsini çekip göz yaşı döküp cÂNla BAŞla İnancını Uygula sende Hakk kapısını çalan Dost DERvişlere katılıp DERviş ol DERviş!.

Resim

Aşk odına yan
Olagör büryân
Canı kıl kurbân
DERviş ol DERviş..


Her şeyden korudun tatlı canını ÖLüm korkusundan kurtar Şahdamarından da Akaraba/Yakından da YAKÎN RABBın TeÂLÂ’ya KUrbÂN- YakınLık BAĞı” kıl!. Bunu temin için AŞKuLLah Ateşine atla İbrahîm aleyhi's-selâm BaBamız gibi Yanıp Kalb Kebabı olmak için sen de Hakk kapısını çalan Dost DERvişlere katılıp DERviş ol DERviş!.

Resim

Er sözin dinle
Hak sözün anla
Ah edüp inle
DERviş ol DERviş..


MuhaMmedî Mürşid-i Kâmil ERENLerin ER SÖZünü DUY ve UY ki HAKk’ıN Hak SÖZü Kur'ân-ı Kerim ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemi ANLAyaBİlesin ve gerçeği GÖRünce Ah çekip inleyen ve Hakk kapısını çalan Dost DERvişlere katılıp DERviş ol DERviş!.

Resim

Kesrete dalma
Lezzete kalma
Bir şeyi alma
DERviş ol DERviş..


Sakın sakın bu YOKLuk- ÇOKluk Kesretine ham aklınla kapılma, MuhaMmedî İRfÂNla Bakdığında Kesrette VAHdet ZEVKini göreceksin!.
Sakın Kesret Lezzetine Dünya serhoşluğuna dadanma ve bu Yalan Dünyanın ASLa götüremeyeceğin hiçbir ŞEYine el sürme ve Hakk kapısını çalan Dost DERvişlere katılıp DERviş ol DERviş!.


Resim

Sen seni satma
Nefs okun atma
Şirke baş çatma
DERviş ol DERviş..


ÖZündeki gerçek “BEN”i YÜZündeki gölge KABıyla karıştırıp “bEN” deyip durma.. ve “bEN”lik Krallığı kurup NEFSin Hevâ-Heves OKLarını herkese atıp durma!. Ki seni NEFSin Hevesi seni Firavun gibi sahte RABBlığa, NEFSin Hevâsı İse Nemrud gibi sahte İlâhlığa baiını çatıp ZİKKelemesin.. en iyisi hemence Hakk kapısını çalan Dost DERvişlere katılıp DERviş ol DERviş!.

Resim

Kalbi et nâlvet
Kalmasun hâlvet
Bula, gör vahdet
DERviş ol DERviş..


cÂN-ÖZünden ki Kalbinden inle ki kendi BAŞına bir köşeye ÇEKiliş Kalksın Halvetten Celvete geç ki Nefsin Mutm3ain olup RABBına Rücû’ edeBİLsin VahdetuLLaHa Ersin bunun için ise AŞK YOLcuları Hakk kapısını çalan Dost DERvişlere katılıp DERviş ol DERviş!.

Resim

Huyunu erit
Er yoluna git
Halk levmin yut
DERviş ol DERviş..


Kur'ÂNî ve MuhaMmedî Olmayan uydurma ve alışkanlık Huylarını İbrahim aleyhi's-selâm NÂRındaki sanki bu Yalancı dünya gibi ERitip ER YAP NEFSini ki ERENLewr YOLUNa YOLcu-YOLdaş OLaBİLesÎn..
Elbette bu MuhaMmedî MeLÂMet YOLU YOLcusu Olanı elbette Ham AKILLı şucu-bucular Kınayıp LEVMedecekler.. sen NEFsini LEVM edip onların kınamasına aldırma tam tersine sana güç versin ki, Hakk kapısını çalan Dost DERvişlere katılıp DERviş ol DERviş!.


Resim

Egnine gey şal
kalmasun hiç mal
Özini yoğ al
DERviş ol DERviş..


AŞKuLLahı tercih ediyorsun o HÂLde SIRTına Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in “FAKRımla FAHR Ederim!” ŞALını KUŞan!.
Zâhir-Bâtın Malını ve beNLiğini sıyır SIRR-ı SIFIR Kal ki, ÖZÜNdeki ŞÂHına Çırılçıplak ÇIKa VARan ki, Hakk kapısını çalan Dost DERvişlere katılıp DERviş ol DERviş!.


Resim

Güç olanı çek
kalmaya hiç şek
Gaybî tek tur tek
DERviş ol DERviş..


ÇEKtirenin, ÇEKenle ve ÇEKilenle BİZ BİR-iZ Olduğu ZITLar ZORunu ZEVk edip tüm İKİLİk ŞEY-t-ÂNlıklarını TEKe TEKLe Müslüman et MuhaMmedî Hakikat YOLunu İZLe ki şek şüphen kalmasın!
Eyy Gaybî kaddesallahu sırrahu Babam ELLerinden öper kul ihvÂNi Kıtmirin ki, DEK DURsun DEK!. USLu DURsun USLu!. Ve hemen İZin İZleyip Hakk kapısını çalan Dost DERvişlere katılıp DERviş olsun DERviş!.



Resim

DERVİŞ: farşça DERYûş.. Bir tarikata girmiş, onun yasa ve törelerine bağlı kimse, alperen. mec. Yoksulluğu, çilekeşliği benimsemiş kimse. mec. Alçak gönüllü ve her şeyi hoş gören kimse.Farsça bir kelime olmakla birlikte bütün müslüman milletlerin dillerine girmiş olan derviş, esas itibariyle "muhtaç, fakir" anlamlarına gelir, Tasavvufi mana itibarı ile Allah fakiri, Allah'a muhtaç olduğunu hisseden, Allah'ı talep eden, Ehl-i Suffa (Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin en yakın arkadaşları) anlamında derviş sıfat olarak kullanılmıştır. Dervişân da derviş kelimesinin çoğuludur.

"Dervişlik hâldir, söz değildir, söz ile ele geçmez."
Abdulkadir Geylani kaddesallahu sırrahu

"Dervişlik olsaydı tâc ile hırka
Biz dahi alırdık otuza kırka".

Yunus Emre kaddesallahu sırrahu.


Büryân: f. Kebabın bir nev'i. Piran. Pürân.
Şirk: En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmek. Allah'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek.
Nalan (f): İnleyen, feryad eden.
Nale (f): İnleyiş.
Naliş (f): İnleyiş.
Nâlvet: Zâr gibi titreyiş inleyiş.
Levm: Çekiştirmek. Birisinin yüzüne karşı kötü söz söylemek. Zemmetmek. Paylamak. Başa kakmak.
Egin, eğin (t): Sırt, omuz.
Hâlvet: Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. Gizlilik.
Celvet: Tas: Abdin fenâfillah olup halvetten ayrılması.
Tek (Dek) Durmak: Yarayışlı olmak, uslu durmak. İstenmeyen şeyler yapmamak.
Resim
Cevapla

“►Allah Dostları Divan Şerhleri◄” sayfasına dön