MUHAMMEDİ TASAVVUF

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim RASÛL ALLAH..


Resim

Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedil beşiril mübeşşiri lilmüznibîne bimâ kâlâllahül azîmu:

“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâhi, innallâhe yagfiru’z- zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huve’l- gafûrur rahîm.”


Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedil beşiril mübeşşiri lil mustağfirîne bimâ kâlâllahül azîmu:
“Ve men ya’me’l- sûen ev yazlim nefsehu summe yestagfirillâhe yecidillâhe gafûran rahîmen.”

Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedil beşiril mübeşşiri lilmukarrebîne bimâ kâlâllahül azîmu:
“İnnellezîne sebekat lehum minnâ’l- husnâ ulâike anhâ mub’adûne”
“Lâ yesmeûne hasîsehâ, ve hum fî mâştehet enfusuhum hâlidûne”
“Lâ yahzunuhumu’l- fezeu’l- ekberu ve tetelakkâhumu’l- melâiketu, hâzâ yevmukumullezî kuntum tûadûne”



Resim

Azîm olan ALLAH’ım, şu mübârek sözlerinle günahkâr müminlere mağfireti müjdeleyen Efendimiz Muhammed'e salât ve selâm eyle:
De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderen)..

Azîm olan ALLAH’ım, şu mübârek sözlerinle tövbe edip bağışlanma dileyenleri müjdeleyen Efendimiz Muhammed'e salât ve selâm eyle:
Ve kim kötülük yapar veya nefsine zulmeder, sonra da Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı mağfiret edici ve rahmet edici olarak bulur.”

Azîm olan ALLAH’ım, şu mübârek sözlerinle Sana en yakın kullarını müjdeleyen Efendimiz Muhammed'e salât ve selâm eyle:
Muhakkak ki Bizden kendilerine hüsna (güzellikler) ulaşanlar (yazılanlar), işte onlar, ondan (cehennemden) uzaklaştırılanlardır.
Onun (cehennemin) uğultusunu işitmezler. Ve onlar, istedikleri şeyler içinde ebedî kalacak olanlardır.
O en büyük dehşet (korku), onları mahzun etmez. Ve melekler, onları karşılar (ve derler ki): “Bu, sizin vaad olunduğunuz gününüzdür.


Resim

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim---"Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâhi, innallâhe yagfiru’z- zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huve’l- gafûrur rahîm (rahîmu).: De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderen)." (Zümer 39/53)

وَمَن يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّهَ يَجِدِ اللّهَ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---"Ve men ya’me’l- sûen ev yazlim nefsehu summe yestagfirillâhe yecidillâhe gafûran rahîmâ (rahîmen).: Ve kim kötülük yapar veya nefsine zulmeder, sonra da Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı mağfiret edici ve rahmet edici olarak bulur.” (Nisâ 4/110)

إِنَّ الَّذِينَ سَبَقَتْ لَهُم مِّنَّا الْحُسْنَى أُوْلَئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَ
Resim---"İnnellezîne sebekat lehum minnâ’l- husnâ ulâike anhâ mub’adûn (mub’adûne).: Muhakkak ki Bizden kendilerine hüsna (güzellikler) ulaşanlar (yazılanlar), işte onlar, ondan (cehennemden) uzaklaştırılanlardır.” (Enbiyâ 21/101)

لَا يَسْمَعُونَ حَسِيسَهَا وَهُمْ فِي مَا اشْتَهَتْ أَنفُسُهُمْ خَالِدُونَ
Resim---"Lâ yesmeûne hasîsehâ, ve hum fî mâştehet enfusuhum hâlidûn (hâlidûne).: Onun (cehennemin) uğultusunu işitmezler. Ve onlar, istedikleri şeyler içinde ebedî kalacak olanlardır.” (Enbiyâ 21/102)

لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْأَكْبَرُ وَتَتَلَقَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ هَذَا يَوْمُكُمُ الَّذِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
Resim---"Lâ yahzunuhumu’l- fezeu’l- ekberu ve tetelakkâhumu’l- melâiketu, hâzâ yevmukumullezî kuntum tûadûn (tûadûne).: O en büyük dehşet (korku), onları mahzun etmez. Ve melekler, onları karşılar (ve derler ki): “Bu, sizin vaad olunduğunuz gününüzdür.” (Enbiyâ 21/103)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim RASÛL ALLAH..


Resim

Resim

Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedil beşiril mübeşşiri lilmü’minîne bimâ kâlâllahül azîmu:
“İnne’l- muslimîne ve’l- muslimâti ve’l- mu’minîne ve’l- mu’minâti ve’l- kânitîne ve’l- kânitâti ve’s- sâdikîne ve’s- sâdikâti ve’s- sâbirîne ve’s- sâbirâti ve’l- hâşiîne ve’l- hâşiâti ve’l- mutesaddikîne ve’l- mutesaddikâti ve’s- sâimîne ve’s- sâimâti ve’l- hâfızîne furûcehum ve’l- hâfızâti ve’z- zâkirînallâhe kesîran ve’z- zâkirâti eaddallâhu lehum magfiraten ve ecran azîmen.”
“Ve en leyse li’l- insâni illâ mâ seâ.” “Ve enne sa’yehu sevfe yurâ” “Summe yuczâhu’l- cezâe’l- evfâ.”


Allahümme salli aleyhi salaten tüşrahu bihâssuduru ve tehunu bihâl umuru ve tenkeşifu bihâşşuturu ve sellim tesliman kesîran daimân ilâ yevmiddîni:
“Da'vâhum fîhâ subhânekellâhumme ve tahiyyetuhum fîhâ selâm (selâmun), ve âhıru da'vâhum eni’l- hamdulillâhi rabbi’l- âlemin.”


Resim

Azîm olan ALLAH’ım, şu mübârek sözlerinle müminleri müjdeleyen Efendimiz Muhammed'e salât ve selâm eyle:

Gerçekten İslâm olan (Allah’a teslim olan) erkekler ve İslâm olan kadınlar ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, kanitin olan erkekler ve kanitin olan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Rabbine) huşû duyan erkekler ve huşû duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve Allah’ı çok zikreden erkekler ve (çok) zikreden kadınlar! Allah, onlar için mağfiret ve azîm bir ecir (mükâfat) hazırladı.
Ve insan için, çalışmasından başka bir şey yoktur.
Ve onun yaptığı çalışma (amel), yakında görülecektir.
Sonra onun karşılığı eksiksiz olarak ödenecektir…


ALLAH'ım! Efendimiz Muhammed'e gönüllerin açılmasına, müşküllerin kalkmasına, perdelerin açılmasına vesile olan salât ile salat eyle. Hesap ve ceza gününe dek daim ve çokça selâm eyle.:
Oradaki duaları: "Allah'ım, Sen ne yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri: "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah'ındır..


Resim

إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Resim---"İnne’l- muslimîne ve’l- muslimâti ve’l- mu’minîne ve’l- mu’minâti ve’l- kânitîne ve’l- kânitâti ve’s- sâdikîne ve’s- sâdikâti ve’s- sâbirîne ve’s- sâbirâti ve’l- hâşiîne ve’l- hâşiâti ve’l- mutesaddikîne ve’l- mutesaddikâti ve’s- sâimîne ve’s- sâimâti ve’l- hâfızîne furûcehum ve’l- hâfızâti ve’z- zâkirînallâhe kesîran ve’z- zâkirâti eaddallâhu lehum magfiraten ve ecran azîmâ (azîmen).: Gerçekten İslâm olan (Allah’a teslim olan) erkekler ve İslâm olan kadınlar ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, kanitin olan erkekler ve kanitin olan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Rabbine) huşû duyan erkekler ve huşû duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve Allah’ı çok zikreden erkekler ve (çok) zikreden kadınlar! Allah, onlar için mağfiret ve azîm bir ecir (mükâfat) hazırladı.” (Ahzâb 33/35)

وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى
Resim---"Ve en leyse li’l- insâni illâ mâ seâ.: Ve insan için, çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm 53/39)

وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَى
Resim---"Ve enne sa’yehu sevfe yurâ.: Ve onun yaptığı çalışma (amel), yakında görülecektir.” (Necm 53/40)

ثُمَّ يُجْزَاهُ الْجَزَاء الْأَوْفَى
Resim---"Summe yuczâhu’l- cezâe’l- evfâ.: Sonra onun karşılığı eksiksiz olarak ödenecektir. (Necm 53/41)

دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---"Da'vâhum fîhâ subhânekellâhumme ve tahiyyetuhum fîhâ selâm (selâmun), ve âhıru da'vâhum eni’l- hamdulillâhi rabbi’l- âlemin (âlemîne).: Oradaki duaları: "Allah'ım, Sen ne yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri: "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Yûnûs 10/10)


Es SeLâM OLsun Hateme’n- NebîYy aleyhi’s- SeLâm'a.:


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...


MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

SALÂVÂTFÂTİH..

ARAPÇASI.:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ وَبَارِكْ عَلٰى سَــيِّــدِنَا مُحَمَّدِ ۨالْفَاتِحِ لِمَا اُغْلِقَ وَالْخَاتِمِ لِمَا سَبَقَ نَاصِرِ الْحَقِّ بِالْحَـقِّ وَالْهَادِى اِلٰى صِرَاطِكَ الْمُسْتَقِيمِ وَعَلٰى اٰلِه۪ وَاَصْحَابِه۪ حَقَّ قَدْرِه۪ وَمِقْدَارِهِ الْعَظِيمِ


TÜRKÇESİ.:
ALLAHümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedini’l- Fâtihi limâ uğlika ve’l- hâtimi li mâ sebeka Nâsırı’el- Hakkı bî’l- Hakkı ve’l- Hâdî ilâ Sıratıke’l- Müstekîmi ve alâ âlihi ve Ashâbihi Hakka Kadrihi ve Mikdârihi’l- Azîm.

MÂNÂSI.:
ALLAH’ım! Kapalı olanı (İsâ aleyhisselâm ile kapanan vahiy kapısını) açan, geçmişte tüm gelip geçen (bütün enbiyânın nübüvvetine) son veren, hak ve hakikatle hakka destek olan, (insanları) senin dosdoğru yolun- Sıratıke’l- Müstekîm’e ileten Efendimiz MuhaMMed’e, onun âline ve ashâbına, Onun yüce Kadr-u Kıymetince salât eyle, selâm eyle ve Onu mübârek kıl!.


ALLAH celle celâlihu.:
Resim

El Hâdî celle celâlihu.:
Resim

El Hakku celle celâlihu.:
Resim

En Nasîru celle celâlihu.:
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

SALÂVÂt-i TIBBi’L- KULÛB
KALBLerin ŞİFÂSALÂVÂtı


Resim ARAPÇASI.:

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ.
اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى ىسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَدَوَائِهَا وَعَافِيَةَ الْاَبْدَانِ وَشِفَائِهَا وَنُورِ الْاَبْصَارِ وَضِيَائِهَا وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ
.


Resim TÜRKÇESİ.:
ALLAHümme salli alâ seyyidinâ MuhaMMedin tıbbi’l-kulûbi ve devâiha ve âfiyeti’l- ebdâni ve şifâiha ve ve nûri’l- ebsâri ve ziyâiha ve alâ âlihi ve sahbihi ve ehl-i beytihi ve sellim.:

Resim MÂNÂSI.:
ALLAHım!.
Kalblerin tabibi ve devâsı, bedenlerin âfiyeti ve şifâsı, gözlerin nuru ve ziyâsı/ışığı OLan Sâhibimiz MuhaMMed aleyhisselâm’a âline ashâbına ve ehl-i beytine salât ve selâm EYyLe!.


Resim

El Hayyu:
Resim

Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.


MuhaMMedî MuhaBBetLerimLe...

ResimGÜL
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim 5.3. EHL-i BEYt aleyhumusselâm..


DERdin ZEVki ZİKİRdir,
HAKk’ı AŞKLa FİKİRdir,
ŞiKâyetsiz->ŞÜKÜRdür,
HAYÂsı=>EHL-i BEYt’in..

Resim

FAHRın fASL-ı MuhaMMed,
ÂŞIK ASLı=->MuhaMMed,
ASLı->NESLi->MuhaMMed,
=>MAYÂsı=>EHL-i BEYt’in..

Resim

TeceLLî Hak->TaŞLaNdı,
ELâ GÖZLer=>YaŞLaNdı,
==>ÇİLe İLe=>İŞLeNdi,
=>OYÂsı=>EHL-i BEYt’in..

Resim

MuHaBBEt GuRûRu DOst,
SUBHÂN’ın SuRûRu DOst,
MuhaMMed’in NûRu DOst,
=>BOYÂsı->EHL-i BEYt’in..

Resim

ERENLeR=>KAŞIğı HAYy,
==>ELESt’in ÂŞIğı HAYy,
=>MAHŞERin IŞIğı HAYy,
=>ZİYÂsı->EHL-i BEYt’in..

Resim

KÂR-BELÂ=>AŞK KUYU-SU
=>UYANIKLık =>UYKU-SU
İHVÂNİm HAKk KAYGU-SU
=>RÜYÂsı=->EHL-i BEYt’in!.


aleyhumussselâm..

Resim

EHL-i BEYt.: Ev Ehli, evdeki çoluk çocuk. Daha ziyade. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in EVİne mensub olanlar bu isimle anılırlar..
ÂL-i ABâ.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in KENDİsi ile beraber, Kızı Fâtıma aleyhasselâm Vâlidemiz, Damadı ALi kerremallahu vechehu, Torunları Hasan aleyhisselâm ve Hüseyin aleyhisselâm'den müteşekkil hey'et. "Hamse-i Âl-i Abâ" da denir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in giydiği ABÂsı’nı örterek hususi DUÂ ettiğinden bu isimle anılmaları meşhurdur..

ALİYyü’L- MÜRTEZÂ kerremallahu vechehu.: Esedullah, ALiyy-ibni Ebi Tâlib, Ebu’t-Turâb, İmâm-ı Ali kerremallahu vechehu İsimleri ile de anılır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Amcası Ebu Tâlib'in Oğlu olup Hicretten 23/yirmiüç yıl önce doğmuş ve Bi'setin ikinci günü daha 10/on yaşında iken imân etmiş, hiç putlara tapmamıştır. Bunun için mübârek ismi söylendiğinde =>“Kerremallâhü Veche” diye tâzim edilir.
Bütün gazâlarda, din muharebelerinde çok kahramanlık ve fedâkârlığından dolayı =>"ESEDULLAH.: ALLAH'ın ASLANı" nâmını da almıştır. Aşere-i Mübeşşeredendir. Kur'ÂN-ı Kerîmde âyetle medhedilmiştir.
VELîYyULLAH ELİdir =>EVLİYÂnın Reisidir. Hicretin 40/kırkıncı yılında şehîd edilmiştir.

FATIMÂtü’z- ZEHRÂ aleyhasselâm.: Resul-i Ekrem aleyhisselâm Efendimizin Hatice aleyhisselâm'den doğma KIZı. Hicretten 18 yıl önce doğmuş, Ali kerremallahu vechehu ile evlenmiş ve Hz. Hasan ve Hüseyin aleyhumusselâm'ın Vâlideleri olmuştur. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den 6 ay sonra Dâr-ı Bekâya göçmüştür..

Hasan aleyhisselâm.: (Hi: 3-49).. Ali kerremallahu vechehu'nin Büyük Oğludur. Hz. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in Sevgili Torunudur. Cennet'le tebşir olunmuştur. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem kendisi için.: “CeNNet Gençlerinin Seyyidi.” buyurmuştur.

Hüseyin aleyhisselâm.: (Hi: 6-61).. Ali kerremallahu vechehu'nin Küçük Oğludur. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sevgili Torunudur. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Hüseyin BENden, BEN Hüseyindenim. ALLAH Hüseyini SEVeni SEVer." buyurmuştur. KERBELÂda şehîd edildi..


Resim

Yâ RASÛLULLAH sallallahualeyhi vesellem.

İmâm-ı ALİ kerremullahi vecheye ait SaLâvâtı Şerîfe..



Resim

TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Resim Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Resim Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Resim Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Resim Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Resim Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Resim Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.

MÂNÂSI:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”


RABBenâ!.
7 LETÂİFimizin SALLini-İSÂLini-SILÂsını-ULAŞımını SAĞLa!.



Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!.

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu!.



MuhaMMedî MuhaBBetLerimLe...

Resim İHVÂNİmResim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin =>Zât-i Âlîsi, Soyu, Âilesi, EhL-i Beyti aleyhumü’s-selâtü ve’s-selâm ecmâin Hazretleriyle ilgili pek çok eserler günümüzde mevcûddur. Hamd olsun ki her yerde ve her ÂN BULunaBİLiyor.
MuhaMMedinur.com sitemizde ayrı bir BÖLüm OLarak sunulmuştur.
Yine de Biz MuhaMMedî Tasavvufun İLİĞİ hükmünde olduğuna inandığımız EhL-i Beyt aleyhumusselâm hakkında kısa da olsa ma’lûmâtı yine Kur’ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şerîf IŞIĞInda arz edeceğiz İnşâe ALLAHu TeÂLÂ.:

“Ey EhL-i Beyt! (Peygamberin ev halkı) ! ALLAH sizden, sadece günâhı (kiri) gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”

وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
“Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberruce’l- câhiliyyeti’l- ûlâ ve ekımne’s- salâte ve âtîne’z- zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh (resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumu’r- ricse ehle’l- beyti ve yutahhirekum tathîrâ (tathîran).: Ve evlerinizde karar kılın (oturun). Evvelki câhiliyye zamanındaki gibi (ziynetlerinizi) açmayın. Namazı ikâme edin ve zekâtı verin. ALLAH ve O'nun RESÛLÜ’ne itaat edin. Ey EHL-i BEYt! ALLAH sâdece sizden günahları gidermek ve sizi tertemiz temizlemek istiyor.” (Ahzâb 33/33)

Âyet-i Celîle’de açıkça Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Âilesi OLan AnneLerimiz, EvlâdLarı ve EvLâdı gibi büyüttüğü ve hiç ayrılmayan İmâm-ı Alî kerremullahi veche’ye hitaben.: “ALLAH TeÂLÂ sizden (KuLLuk gereği hasbel kader oluşabilecek, dinin yasakladığı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem EhL-i Beyti’ne asla yakışmayacak) ricsi (günâh, kir, pislik, murdarlık) gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler.”
Tertemiz EhL-i Beyt’e yakışan tertemiz Kerem Elbisesini giyebilmek için=>Şu ÂNda dahi nice çilelerle tertemiz yaşayıp MuhaMMedî Şuûru koruyanların aynı ve yüce Âkıbeti paylaştıklarını göreceğiz..

Âyet-i Celîle sizden/ankûm buyurarak erkeklere hitabla beraber kadınları dahildir. Salâvât-ı Şerîfelerimizdeki ve ÂL-i MuhaMMed; bizzât Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyruğudur. ÂL-i MuhaMMed ise EhL-i Beyti’dir aleyhumusselâm..

“İşte ALLAH’ın, imân eden iyi işleri yapan kullarına müjdelediği ni’met budur. De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık (yakınlık) SEVgisinden başka bir karşılık (ücret) istemiyorum..”

ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
“Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihât (sâlihâti), kul lâ es’elukum aleyhi ecren ille’l- meveddete fî’l- kurbâ ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ husnâ (husnen), innellâhe gafûrun şekûr (şekûrun).: İşte ALLAH'ın, imân eden ve sâlih amel (nefs tezkiyesi) işleyen kullarını müjdelediği budur. De ki.: “Ben, ona (tebliğe) karşı bir ücret istemiyorum, yakınlıkta SEVgiden başka. Ve kim hasene işlerse onun için güzellikleri artırırız. Muhakkak ki ALLAH, Gafûr'dur (mağfiret eden), Şükredilen'dir.” (Şûrâ 42/23)

Âyet-i Celîle’de.: “De ki; ben buna (tebliğime) karşı akrabalıkta SEVgiden başka hiçbir mûkâfâat istemiyorum.”

İmâm Fahruddin Er Razi Tefsir-i Kebirinde;
Kelbî’den ibn Abbas radiyallahu anha’ın; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye hicret edince eli dardır diye bir şeyler toplayıp da arz ettiklerinde, bu âyetin nâzil olup.: “Ben imân ettiklerinize karşılık, akrabalarımı SEVmenizden başka bir ücret istemiyorum.” demek olduğunu bildirmiştir.
Kaldı ki SEVgi =>Ücret değildir ve Gönül Bağıdır..

Keşşaf Sâhibi/Zimahşerî’nin =>Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in.:
“Dikkat edin!. Kim MuhaMMed Âilesi’nin/ÂL-i MuhaMMed’in SEVgisi üzere ölürse şehîd olarak ölmüş olur.
Dikkat edin!. Kim MuhaMMed Âilesi’nin SEVgisi üzere ölürse TEVBe eden birisi olarak ölür.
Dikkat edin!. Kim MuhaMMed Âilesi’nin SEVgisi üzere ölürse İmân-ı Kâmil Mü’min olarak ölür.
Dikkat edin!. Önce ÖLüm Meleği sonra da Münker ve Nekir onu CeNNet ile mûjdeler.
Dikkat edin!. CeNNette tıpkı bir gelinin kocasının evine göçtüğü gibi göçer.
Dikkat edin!. Kabrinde CeNNete doğru iki kapı açılır.
Dikkat edin!. ALLAH onun kabrini, Rahmet Meleklerinin ziyâretgâhı kılar.
Dikkat edin!. EhL-i Sünnet ve’l- Cemâat üzere ÖLür.
Dikkat edin!. Kim MuhaMMed Âilesi’ne buğz ederek ölürse Kıyâmet Günü iki başı arasına.: “ALLAH’ın Rahmeti’nden ümitsiz!.” diye yazılmış olarak gelir.
Dikkat edin!. Kim MuhaMMed Âilesi’ne buğz ederek ölürse kâfir olarak ölür.
Dikkat edin! Kim MuhaMMed Âilesi’ne buğz ederek ölürse CeNNet kokularından mahrum kalır!.”
buyurduğunu rivâyet etmiştir. Mesnedini bildirmemiştir. Ancak, içerik olarak doğrudur.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Âilesi olan Zâtlar onlar ki =>Herşeyleri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sevk ve idâresinde olan ve mütevâtır haberlerle bildirilenlerdir..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Fatma BENden bir parçadır. Onu üzüp, ona eziyet veren herşey, bana da eziyet eder ve beni üzer!.” buyurmuştur.
(Buhârî, Fezâilü’s- Sahabe 12) diğerleri de naklen sabittir..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Cihân kadınlarından dört tanesi sana kâfidir: Meryem binti İmran, Firavun’un karısı Âsiye, Hadice binti Hüveylid ve Fatime binti MuhaMMed” buyurmuştur. (Tirmizî, İ. Ahmed)

Aişe radiyallahu anha.: “Sen en yakın hısımlarını inzâr et!” Âyet-i Kerîmesi nâzil olunca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Safâ (tepesi) üzerine çıkarak.: “Ey Fatime binti MuhaMMed! Ey Sâfiyye binti Abdülmüttalib! Ey Abdülmüttaliboğulları! Sizin için ALLAH’tan hiçbirşeye mâlik değilim! Malımdan neyi dilerseniz isteyin!” buyurmuştur.
(Müslim,İmân 350 (205))

Resim RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’e UYmak.:

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: De ki.: “Eğer siz ALLAH'ı SEViyorsanız, o takdirde BANA tâbi olunuz ki ALLAH da sizi SEVsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevâba çevirsin). Ve ALLAH "GAFÛR"dur, "RAHÎM"dir.” (Âl-i İmrân 3/31)

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Kul yâ eyyuhe’n- nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît (yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihi’n- nebiyyi’l- ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn (tehtedûne).: De ki.: “Ey insanlar! Muhakkak ki; BEN, sizin hepinize (gönderilen) ALLAH'ın RESÛLÜ’yüm. O ki; semaların ve arzın mülkü, O'nundur. O'ndan başka İLÂH yoktur. O, hayat verir (yaşatır) ve öldürür. Öyleyse ALLAH'a ve O'nun ÜMMÎ, NEBÎ, RESÛLÜne îmân edin ki; O, ALLAH'a ve O'nun Kelimelerine (sözlerine) inanır (îmân eder). Ve O'na tâbî olun ki; böylece siz, hidâyete eresiniz.” (A’râf 7/158)

لَا تَجْعَلُوا دُعَاء الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاء بَعْضِكُم بَعْضًا قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنكُمْ لِوَاذًا فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَن تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“Lâ tec’alû duâe’r- resûli beynekum ke duâi ba’dıkum ba’da (ba’den), kad ya’lemullâhullezîne yetesellelûne minkum livâzâ (livâzen), fel yahzerillezîne yuhâlifûne an emrihî en tusîbehum fitnetun ev yusîbehum azâbun elîm (elîmun).: RESÛLün çağırmasını, aranızda, birbirinizi çağırmanızla eşit tutmayın! Sizden, (birbirini) siper ederek gizlice çıkanları ALLAH biliyordu. Bundan sonra O'nun emrine karşı gelenler, onlara bir fitne veya elîm azâb isâbet etmesinden hazer etsinler (sakınsınlar).” (Nûr 24/63)

Resim RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’i ömrümüze ÖRNEK ALmak ÜMMet-i MuhaMMed’e FARZdır.:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
“Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe ve’l- yevme’l- âhıre ve zekerallâhe kesîrâ (kesîren).: Andolsun sizin sıkıntılarınızın, problemlerinizin en güzel çözümü, çâresi, kurtuluşunuzun şifâlı reçetesi, İlâhî Hükümleri icrâya, ülkeyi imâra, Dünya Düzenini kurmaya, sağlamaya me’mur ALLAH’ın Tek Yetkili RASÛLÜ’nde, onun yiğitliklerle, fedakârlıklarla, sabırla mücâdelelerle dolu ÖRNEK HAYATIndadır. ALLAH’ın Rızasını, Âhiret Hayatındaki mutluluğu umanlar, ALLAH’ı çok zikredenler, devamlı ALLAH’ın Dini’nin tebliği ile uğraşanlar için onda örnekler vardır.” (Ahzâb 33/21)

EhL-i Beyt aleyhumusselâmla ilgili GEÇmiş de Yaşanan ACı OLayları perde edinerek durmadan Fitne saçanların Şerrinden ALLAHu Zü’L- CeLÂL’e sığınırız.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra gelmiş olan 4 Halifenin 2 si Damadı ve 2 si de Kayın Pederidir..
OL-ANlara gönlüm razı veyâ değil ama onları terazi kefesinde tartmak da bana kalmamıştır!. Hâşa ben Müfettiş ve Müftü dağilim.. Hasbî Hizetçiyim..
Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm’a edilegelen ZULMü asla kabul etmem, lânetlerim ve mecbur değilim küfrü açık kâtilleri İslam kabul edip saygı göstermeye!.
Yine mecbur değilim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Sahabelerini rastgeleye tekfir etmeye, kâfir saymaya..
Bizim Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâmımız ise;
RaBBanî, Kur'ânî ve MuhaMMedîdir elhamdulillah..

İmam Şafî kaddesallahu sırrahu.: “Ellerimizin bulaşmadığı kana dillerimizi bulaştırmayalım!” derken, hâşâ “Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm’ı önemsemeyelim!” de dememiştir!.

Salâvât-ı Şerîfedeki ÂL-i MuhaMMed’e SAYgının namazda ikinci teşehhüdde söylenmesini VÂCİB kılan İmâmı Şafiî kaddesallahu sırrahu'yu Devrin Düzenbaz Dalkavukları “Rafizî”likle suçlayınca şu Şiirini okuyor.:
"Ey Binitli Kişi!. Minâ'daki o taşlıklı yerde dur ve taşlı yerin sâkinleriyle, kalkıp gidenlere kulak ver!.
Seher Vaktinde, tıpkı taşan Fırat Irmağının âhengi ile, hacılar Minâ'ya doğru dolup taştığında, bil ki =>Eğer MUHAMMED sallallahu aleyhi ve sellem'in ÂİLEsi’ni SEVmek bir Rafizîlik (taşkınlık ve sapıklık) ise, İns ve Cin Âlemi şâhid olsun ki (o hâlde ben) bir Rafizîyîm!."


Rafizî.: (Râfiziyye) Rafıza Fırkasından olan. Hazret-i Ebu Bekir'in ve Hazret-i Ömer'in (radiyallahu anhum) halifeliklerini kabul etmeyenlerden olan..


Resim

FAZLın==>FATIMA’sı=>ÂLİ,
HASAN’ı->HÜSNün KeMÂLi,
==>ŞEHîD-i ŞÂHLar Şe’ÂNı,
HÜSEYiN=>CÂNÂN CeMÂLi!.


Resim

KİM ki=>KUL OLdu=>ALLAH’a
=>EL VERdi=->RESÛLuLLAH’a
==>EHL-i BEYte==>ALİ ŞÂH’a
=>HAKk KAPISIna=>GELmiştir!.:




Resim EHL-i BEYTİN!.

DERdin Zevki=>ZİKİRdir,
HAKk’ı=>AŞKLa FİKİRdir,
ŞİKÂyetsiz=>ŞÜKÜRdür,
=>HAYÂsı EHL-i BEYt’in..

Resim

FaHRın FaSLı=>MuhaMMed,
=>ÂŞık ASLı=>MuhaMMed,
ASLı-NeSLi==->MuhaMMed,
===>MAYAsı EHL-i BEYt’in..

Resim

TeceLLî HAk.. =>TAŞLandı,
ELâ GÖZLer===>YAŞLandı
===>ÇiLe İLe==>İŞLendi
===->OYAsı EHL-i BEYt’in..

Resim

MuHABBet GuRûRu DOSt
SUBHÂN’ın SuRûRu DOSt,
MuhaMMed’in NûRu DOSt,
BOYAsı EHL-i BEYt’in..

Resim

ERENLer KAŞığı=>HAYy,
=>ELESt'in ÂŞığı HAYy,
MAHŞERin=>IŞığı HAYy,
=>ZİYÂsı EHL-i BEYt’in..

Resim

KÂR-BELÂ=>AŞKk KUYUsu,
====>UYANIKLık UYKUsu,
İHVÂNİ’m HAKk KAYGUsu,
=>RÜYÂsı EHL-i BEYt’in..


celle celâlihu..
aleyhumusselâm..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Azîz Kardeşlerimiz;

ALLAH TeÂLÂ’nın İmtihÂN Sistemi, aklın ve idrakinin elbette üstündedir. İnsÂNın =>Mâiyeti, Hüviyeti, Mâhiyeti ve Mâliyeti =>Kelâmullah ve Kelâm-ı Rasûlullah ile anlatıldı. Hayat Sıratı’ndan geçmek gerçekten.: “Kıldan ince =>Kılıçtan keskin” sözüyle ANLAtılaBİLir.
NûR-u MuhaMMed’e kavuşmuş uyanık bir AKIL, kendine zulmü bırakan bir NEFS, pâk bir KALB ve etken bir RÛH sâhibinde, zerre kadar inanç şuûru varsa Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e vahyedilen Kur’ÂN-ı Kerîm’i ve açıklaması olan sözlerini yâni Şerîat-ı Garrasını, tatbikatını ve örnek uygulaması olan amellerini Sünnet-i Senîyyesini; Azîm AhLâkı ile hak ve hayra olan hâllerini duyar ve uyar!.
Ve görür ki tümü baştan sona İ’TİDAL/Optimum, ortayol, denge ve düzen üzeredir. Asla TEFRİT/Minimum ve İFRATa/maximum geçit vermemiştir..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kumu düzleyip asası ile ortaya bir dikey çizgi çizdi ve.: “Bu ALLAH’ın yoludur.” buyurdu. Sonra, o çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizdi ve.: “Bunlar yollardır ve her yolun başında oraya çağrıda bulanan bir ŞeytÂN vardır!.” buyurdu. Sonra da şu âyeti okudu: “Şüphesiz bu BENİM dosdoğru yolumdur. Bana uyun. (Başka) yollara uymâyin. Zirâ o yollar sizi ALLAH’ın yolundan ayırır. İşte sakınmazın için ALLAH size bunları emretti.” (En’âm 6/153) “(İbni Kesir, 2/190)

وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
“Ve muhakkak ki; bu, BENim mustakîm olan YOLumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o takdirde sizi, O’nun YOLu’ndan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti (emretti). Umulur ki böylece siz takvâ sahibi olursunuz.” (En’âm 6/153)

İbn. Mes’ud radiyallahu anhu.: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize düz bir çizgi çizdi ve.: “Bu Rüşd YoLudur.” dedi. Sonra bunun sağından ve solundan bir çok çizgiler daha çizdi.: “Bunlar da bir takım yollardır ki herbirinde bir ŞeytÂN vardır, ona (kendisine) çağırır!.” buyurdu ve En’âm 6/151-153 Âyetlerini okudu.” dedi. (Buhârî, Rikak 4; Tirmizî, Kıyâmet 22; Ibn. Mâce, Mukaddime 1; Darimî, Mukaddime 23)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Yahudiler 71 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi Cehennemdedir. Hristiyanlar 72 fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi Cehennemdedir. Ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır, birinden başka hepsi Cehennemdedir.” “O bir tane kurtulan fırka kimlerdir yâ Rasûlullah?.” sorusuna.: “Onlar BENİM ve Ashâbımın üzerinde gittiğimiz YOLa gidenlerdir.” buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Sünnet 1; Tirmizî, İmân 18; Ibn. Mâce, Fiten 17; İ. Ahmed II/332)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Ümmetimden bir fırka hak üzere gâlib olup duracaklardır.: Velâ tezâlü tâifetün min ümmetî zâhirine alâ’l-hakki.” buyurmuştur.
(Buhârî, Tevhid 29; Müslim, İmân 247; Ebu Dâvud, Cihâd 4; Tirmizî, Fiten 51; Ibn. Mâce, Mukaddime 1)

Mübârek ve Muhteşem Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Sahabelerinin arasına oturup kumu düzeltiyor ve kumun üzerine dostoğru bir çizgi çekiyor ve.: “Bu, BENİM ve Ashâbımın YOLUdur.” buyurup sonra sağ tarafına ana yola paralel çizgiler çizip sonra da sol tarafına yine ana yola paralel çizgiler çizip.: “Bunlar ise, BENden değildir ve her birisinin başında bir ŞeytÂN vardır.” buyuruyor.

Sağ tarafta gözüken Peygamber aleyhisselâm’dan da (hâşâ) dindârmışçasına dini zorlaştıran, nefret ettiren, bezdiren, ürküten, kaçıran, çekilmez ve altından kalkılmaz hâle getiren, nerdeyse ve elinden gelse Tevbe Kapısını kapayıp işi kökünden bitirecek kadar basîretsiz, sîretten habersiz, sûrete sarılan ifratçılar..

Sol tarafta ise; sanki İslâm Dini ve Kuralları hiç yokmuş, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de, bir insÂNmış, ölmüş gitmiş ve (hâşâ) geride bir şey kalmamışçasına açıkça ve zındıkça, dindâr (dinli) gözüken sapık tefritçiler.. İkisi de Dünyâ SEVgisi ve ölüm korkusunun KuLLarı..

Hâlbuki MuhaMMedî OLuş ŞUÛRUnun; YAŞAyışta yürüyüş ayakları, Merhamet ve Muhabbet ELLeri =>HAKk’a =>Halk için DUÂdır..

Âcizâne arzımıza sebeb şu ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken başlayan Siyonist Siyaset, İslâm Âlemi için ŞeytÂNdan da beter bir İmtihÂN Fitnesi olmuştur. Bu çılgın ateş günbe gün körüklenmiş korkunç neticeler vermiş ve şu günümüzde ise tüm İslâm Âlemîni pençesine almıştır. Kurtuluş için tek ve eşsiz çâre Kelâmullah ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir. İ’tidal ve Sırât-ı Müstakîm üzere..

Şu ÂNdaki konumuz öylesine nâzik ki, neredeyse 1400 yıldır böyle.. Bu hususu ne zaman düşünsem içimin yağı erir ve ağlarım!. Bir tarafta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ehl-i Beyt’ine falancalar sâhib çıkmış diye veyâ yüzyılların nefsî Melik (kral) Devletleri’nin ekip büyüttüğü Politik Kepâzelik yüzünden Ehl-i Beyt aleyhisselâm’ı (hâşâ) hafife almak..Ya da alır gözükmek.. Şu ÂNda yaşayan bir Hadis Âlimine sordum.: Hazreti Hüseyin aleyhisselâm h. 61’ de şehîd oldu. Kaç hadisini söyleyebilirsin? Hüseyin aleyhisselâm hiç mi bir şey duymamış, konuşmamış? Ebu Hureyre radiyallahu anhu ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefâtından 2,5-3 sene önce müslümân olmuş binlerce hadisi var.. Hâşâ i’tirazım filân yok!. Ne varki, ancak Şiî Kesim’inde de Ehl-i Beyt kanalıyla gelmeyen hadislere i’tibar (ehemmiyet verdiği) yok!. Ebu Bekir radiyallahu anhu’nun ismine bile tahammül yok.. Bunları ne ile açıklarsın?”
Hocamız'ın cevâbı estek kerestekti.. O zât da bana sordu aynı soruyu.. Dedim ki.: “Hocam ben anladığımı anlatayım ancak sana önce bizim Köyde olmuş bir olayı anlatayım iyi dinle.:
Ahmed Emmi’nin hanımı ölmüş iki çocukla kalmış. Iraz Hala’nın da kocası ölmüş o da iki çocukla kalmış.. Bir zaman geçmiş, bu ikisini baş göz etmiş (evlendirmiş) konu komşu.. İki çocuk da ikisinden olunca evde altı çocuk olmuş..
Birgün yan odada kavga gürültü, kıyâmet kopunca Ahmed Emmi, Iraz Halaya: “Hatun bak şunlara! Ne yapıyorlar?.” demiş.
Biraz sonra eli böğründe dönen Iraz Hala.: “Herif!. Herif!. Seninkilerle benimkiler birleşmişler, bizimkilere veriyorlar dayağı!” demiş..


ALLAH TeÂLÂ’dan korkan akıl ve insaf sâhibi görecektir ki ALLAH için Muhlisen Mü’min MuhaMMedîler, iki tarafın dayağını hep yediler ve hâlâ yiyiyorlar.. Bu Merhametsiz, Muhabbetsiz ve İnsafsız Taşlara göğsünü gösteren İmâm-ı Şafiî radıyallahu anhu’nun rûhu şâd olsun, selâm olsun!.

ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
“İşte ALLAH'ın, iman eden ve salih amel (nefs tezkiyesi) işleyen kullarını müjdelediği budur. De ki.: “Ben, ona (tebliğe) karşı bir ücret istemiyorum, YAKINLıkta SEVgiden başka. Ve kim hasene işlerse onun için güzellikleri artırırız. Muhakkak ki ALLAH, GAFÛR'dur (mağfiret eden), Şükredilen'dir.” (Şûrâ 42/23)

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi sevindirmek iki cihan saadeti iken =>Ehl-i Beyti sevmeyi RAFİZİlikle suçlamak ve "müntec-i fakirdir" diyerek seven insanları zâhirî fakirlikle ürküterek ağızlardan çıkan sözü bilmezlikden ve Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellemin şefaatinden mahrûmiyeti istemekden başka bir şey değildir.

Bu muhabbetin farz olduğuna İmam-ı Şâfiî rahmetüllahi aleyh buyurmuştur ki;
"Eğer Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ehlini sevmemden dolayı Rafizî olmuşsam insanlar ve cinler şahit olsun ki ben bir Rafizîyim."
"Ey Ehl-i Beyt-i Rasûlülah!. ALLAH'ın Kur'ÂN-ı Kerim'de indirdiği ile size SEVgi FARZdır, Bu sizin yüce faziletiniz için yeterlidir, Size salât etmeyenin namazı yoktur!"
(Suyûtî Celalüddin Abdurrahman b. Ebibekir, Îhyâü'l-Meyyit fî Fedâili Âli'l-Beyt)

Rafizîlik.: Şia'nın kollarından bir dinî mezhebdir. Lügatte; terk eden, ayrılan, bırakan kimse manaları-na gelen Rafizî veya rafızîlik, birinci Halife Hz. Ebubekir ve ikinci halife Hz. Ömer radiyallâhü anhümayı sevmeyenlere denir..

Bizler politik polemik insÂNları değiliz ve cedeli haram biliriz. Âcizâne amacım şu ki =>Biz MuhaMMedîyiz, Tahkîk ve Sahih olmak kaydıyla Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in her şeyine sâhib çıkarız ve vârisiyiz.. “Peygamberler mîrâs bırakmamıştır” diyen Dünyâcılara.: “Dünyânızın canı Cehenneme!.” deyip.:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Dünyâ bir leştir, Tâlibi küllâb (kelpler- köpekler) tır.” buyurduğunu hatılatırız.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Dünya bir leştir. Onu elde etmek isteyenler de köpeklerdir.” buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü’l- Hâfâ, I, 409.)

Hakka ve Hayra inanmak, kâni’ ve mutmaîn olmak için canla başla çaba sarfederiz ve yaşanmayan inancı kuru lâf sayarız. Ömür Halısı’nı dokur iken; renk renk, ilmek ilmek ve nefes nefes ALLAHu zü’L-CELÂL’in İlim İpi ile Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Edeb İpini koşlarız da tek ve eşşiz örnek olan Kâmil Mü’minlik Nümûnemizi =>MuhaMMed aleyhisselâm ve Âl-i MuhaMMed biliriz. İmâm-ı Şafî efendimizin buyurduğu gibi.: “Elimizin bulaşmadığı kana dilimizi bulaştırmayalım!.” deriz. Tefrit ve İfratta taraf değiliz. İ’tidâlde kesinlikle ve inançla tarafız.
Biz MUHAMMEDÎyiz ve Ehl-i Beyt aleyhumusselâm’ı canımızdan da çok ve i’tidal üzere severiz. Şefâatlarını hazır biliriz. Hadis-i Şerîf ilmi tarihiyle azıcık ilgilenler bilir ki niceleri bu yolda canından olmuştur.
İmâm-ı Nesâî ki Kütüb-i Sittenin birisi onun eserleridir. Hz. Alî kerramullahi veche’nin Fâziletleriyle ilgili hadisleri topladı diye Şam’da öldürülesiye dövülmüş, sonra Şam’dan kaçırılmış ve Medine’ye varamadan şehîd olmuştur.
İmâm-ı Azam, HAKk Yolda zindânlarda söndürülmüştür. Nice canlara kıyılmıştır.

İlâhî ve MuhaMMedî Şuûr Sâhibi, azıcık aklı olan ve müslümânım diyen kişi (En’âm 6/115) Sıdk ve Adl EhLi OLması gerektiğini hemence anlar.:

وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
“Ve RABBinin sözü sadakatle ve adaletle tamamlandı. O'nun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur. O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.” (En’âm 6/115)

Tasavvuf =>Ekmek yercesine, SU içercesine ve dışarı atarcasına bire bir olarak DİNi yaşayabilmek mesleği ve sanatıdır. Soytarılık olan tasavvur ise, aklına ihânet eden Ahmakların yiyip içip tepinip lâf tokuşturduğu kuru gürültüdür..

İlâhî Sistemde MuhaMMedî Nûr =>Bâtında Hilâfet ve Zâhirde İmâmîyyet olarak diridir ve kıyâmete kadar da böyledir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ITREti’nden/Sülbünden, Ehl-i Beytinden gelecek olan ve Kıyâmet Âlemetlerinden olan MuhaMMedü’l-Mehdi aleyhisselâm da Hilâfet ve İmâmet tekrar son kez birleşecektir. MuhaMMedî Şuûrda olup Tahkîk Tevhid üzere olanlar kendisine biat edecekler. İmâmları olacaktır. Bu hususlarda hadis-i şerîfler vardır. Ancak bu, Halkın Tefrit ve İfratlarındaki Halifelik ve İmâmlık olmayıp, HAKk celle celâluhu’nun İ’tidali üzere Dâim ve Kâim/ayakta durandır.
ALLAHu zü’L-CELÂL =>Şe’ÂNuLLAH’da işinin başında, Hazır, Nazır ve Murakıbdır..
Her ÂN Şe’ÂN’da=>SeBBeha’da=> KûN feyeKûN YENiden YARATmaktadır..

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
“Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O, hergün (her ÂN) bir Şe'N (ayrı bir tecellî, yeni bir OLuş) üzerindedir.” (Rahmân 55/29)

ZeRRe – KüRRe “SeBBaha!”sı..:

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---“YUSEBBİHU lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.” (Cuma 62/1)

Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar;
NeŞRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı, hep sürecek her AN yeniden Yaratılanlarla ŞE'ENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâmindeyiz İnşâe ALLAH..



Resim

KÛN feyeKÛN.: OL!. hemen OLur..:


إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
“İnnemâ emRûHû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn (yekûnu).: O (Allah), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O'nun emri, sadece ona: "Ol!" demektir. O, hemen olur.” (Yâsîn 36/82)

Âyet-i CeLîLesi gereğince RABBİN EMRİ, bir şeyi irade edince başka hiçbir şart ve sebebe muhtaç olmaksızın yalnız “KÛN!. OL!.” buyurmakla hemen oluvermekten ibâret bir EMİRdir: Şu halde RÛHun, ALLAH'ın EMRİnden olması, ALLAHu zü’L- CeLÂL'in yalnız “OL!.” EMRİyle hemen ortaya çıkan, başka hiçbir şeye ihtiyaç duyulmadan yaratılan İLâhî Sanat Eseri OLmasıdır.”
(Yazır, Hak Dini Kur’ÂN Dili, 1979, İsrâ 85-86. âyetin tefsiri)

Her ÂN'da “OLÂN”lar ise =>ALLAHu zü’L-CELÂL’in =>Kaza ->Kader ->İrade ve Meşîyyeti/Muradı, Dilemesi dahilindedir.
Halkın Tercihi ise =>Halkın imtihÂNıdır.
Şehîdlerinin ölmediğine imânın farz olduğu İslâm Dininde; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in (hâşâ) ölüp gittiğini ve meydanın şunlara bunlara kaldığını sanmak ise ciddî ahmaklıktır.
Eşhedü en Lâ İLâhe İLLâ ALLAH,
Ve Eşhedü enne MuhaMMede’r-RESÛLÜhu ve Abduhü..

ÖLen => Abduhü/ABDULLAH aleyhisselâm’ın Mübârek BEDENidir ve Medine’dedir..
GAYBî/OLduğu HâLde gözükmeyen RESÛLÜhu ise İle’l-EBEDdir..

Ondandır ki, Tüm Nebîlerle beraber Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve Ehl-i Beyti’nin YOLu ÇİLe YOLUdur. Böyle gelmiş ve böyle gidecektir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “İslâm garib olarak başladı ve başladığı gibi (günün birinde) garib hâline dönüşecektir.: Fe tubâ li’l-gurâbâ: Ne mutlu gariblere (sıddık ve âdil MuhaMMedî âşıklara!)” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten- 3986 ve Müslim Enes bin Mâlik radiyallahu anhu dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten-3987 Zevâid Abdullah İbni Mes’ud radiyallahu anhu dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten 3988 ve Tirmizî.)

Abdullah İbni Mes’ud radiyallahu anhu demiştir ki.: “Garibler kimlerdir?” diye soruldu da,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Kabilelerinden (İslâmiyet için) ayrılıp uzaklaşanlardır!” buyurmuştur.

İşte herkesin birilerinin ya da bir şeylerin peşine düştüğü Âhir Zamanda MuhaMMed aleyhisselâm’ı tercih edip İZİni İZLEyen gerçekten gariblerdir. Fitne artmış, insÂNlar bozulmuş Ve Dini Vecibeler yapılmıyor ya da istismar ediliyorsa İslâmiyet ilk günleri gibi garib ve kimsesiz kalmış demektir..

KELÂMULLAH=>YETiM SANki,
KULAKLaR=SAGıR DUYmuYOR!.
RASÛLULLAH=>ÖKSüZ İNÂN ki,
=>DUYaNLaR BİLe=>UYmuYOR!.


Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Bedee’l-İslâmü gariben. Ve seyeudü kemâ bedee gariben fe tubâ li’l-gurâbâ.: İslâm garib başladı. Ve (günün birinde) tekrar başladığı gibi garib olacaktır. Ne mutlu o gariblere!.” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu dan; Müslim, İmân 232 (145); Tirmizî,İmân 13; İbn Mâce,Fiten 15; Darimî,Rikak 42; İ.Ahmed I/184)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “İslâm garib başladı ve tekrar başladığı gibi garib olacak, yılanın deliğine çekildiği gibi iki Mescidin arasına çekilecektir!.” buyurmuştur.
(Abdullah ibni Ömer radiyallahu anhu dan; Müslim,İmân (146))

Hülâsa-i Kelâm;
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i SEVeriz!.
=>O’nun SEVgilileri Ehl-i Beyti’ni SEVeriz ve Ashâb-ı Güzînini de (radiyallahu anhum) SEVeriz!.
=>İ’tidal üzere Kitâb ve Sünnetle SEVeriz!.
=>Tefrit ve İfratı asla SEVmeyiz!.
Bizim Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’de böyle idi ki bizim Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtın herşeyimizi O’na borçluyuz!.

SaLât-ü-SeLâm OLsun KENDİSİne, ÂİLESİne, EHL-i BEYti’ne ve ASHÂBIna OLsun..




EN Büyük SEVgiLinin,
EN Büyük SEVgiLisine SEVgiLerimizLe.....



Resim

Yâ RASÛLULLAH sallallahualeyhi vesellem.

47. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : FATİMATÜZ- ZEHRÂ ANNEMİZ’in SALÂVÂTI

Resim


الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ رُحُهُ مِحْرَبُ الْاَرْوَاحِ وَ الْمَلاَئِكَةِ وَ ألْكَوْنِ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ هُوَ إمَامُ الْأَنْبِيَاءِ وَ الْ مُرْسَلِين
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ هُو إمَامُ أهلِ الْجَنَّةِ وَ إبَادِاللّهِ الْمُؤْمِنِين


TÜRKÇESİ.:
ALLAHümme salli alâ men ruhuhu mihrâbü'l- ervâhi ve'l- melâiketi ve'l- kevni,
ALLAHümme salli alâ men hüve imâmü
'l- enbiyâi ve'l- mürselin,
ALLAHümme salli alâ men hüve imâmü ehli'l- cenneti ve ibâdillahi'l- 'minin...


MÂNÂSI:
ALLAHım!. Rûhu, kâinâtın, meleklerin ve ruhların Mihrâbı olan O yüce Zâta (sav) salât ü selâm et!.
ALLAHım!. Katından gönderilenlerin ve peygamberlerin İmâmı olan O yüce Zâta (sav) salât ü selâm et!
ALLAHım!. Cennet ehlinin ve ALLAHın mümin kullarının İmamı olan O yüce Zâta (sav) salât ü selâm et!.


7 LETÂİFimizin SALLini-İSÂLini-SILÂsını-ULAŞımını SAĞLa!.


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!.

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu!.


1985 yılında Sinop’a bir seyahatımız olmuştu. 10 Muharrem’di dönüşümüz.. Otobüsün içinde gece uyku tutmadı. Seher seyri seyrÂN olunca karanlıkta göz yaşlarımın üzerine döküldüğü kağıt parçasına çalakalem “[/size]” yazılmıştı. Bilir, bilmez istismarcılar gibi değil de Fatma Anamız aleyhasselâm gibi gayri ihtiyarî ağladığımı hatırlıyorum ve arz ediyorum.:

HÛSEYİN!. HÛSEYİN!.
Resim aleyhumu's-selâm..


==>AŞK'a==>AŞKıyla ASıLmış,
MuHaRReM=>KAN’a BAsıLmış,
RUH’um->GÖZLerim KesiLmiş,
AĞLAR=->HÜSEYİN!. HÜSEYİN!.

Resim

KURUsun=>GÜL’üm-Çiçeğim,
Ben===>GÜLşeni Nideceğim,
===>Zerre Zerre Şu Yüreğim,
DAĞLAR->HÜSEYİN!. HÜSEYİN!.

Resim

=>PÂRE PÂRE==>Bin PÂREmi,
=>AŞK DERdi Edip==>ÇÂREmi,
=>KANı DİNmeyen==>YÂREmi,
BAĞLAR->HÜSEYİN!. HÜSEYİN!.

Resim

YAĞmur YAĞmur=>ÇiLe ÇiLe,
ÇOŞtu AŞK’ım DÖNdü=>SeLe,
=>GöNLüm DAĞLarından ÇöLe,
ÇAĞLAR=>HÜSEYİN!. HÜSEYİN!.

Resim

KUL İHVANİ'm=>SIR SERiLmez,
==>ÇİLEsiz=>SIRR’a ERiLmez,
==>ÖLÜLer=>ÖLmüş DİRİLmez,
SAĞLAR=>HÜSEYİN!. HÜSEYİN!.

09 Muharrem 1406
24.9.1985 20:40
Çubuk boğazı Ankara-Antalya

* A'mâ Melâmî Perihan Hanım bestelemiştir.
Bazı yörelerde Melâmî Sohbetleri bu İlâhimiz ile açılmaktadır...
*




M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

ResimResimResim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ZAHMEt <=ve=> RAHMEt!.

AZîZu’l-AHAD’ı=>DUYMak,
EZELin==->EBED RAHMEti!.
HABîBi AHMED’e=>UYMak!
KALdırır BİZ’den ZAHMEti!.

TERCiH-TEDBiR İMÂN-AMEL,
İHVÂNim=->LafLa AVUNma!.
===->RESÛLî SEViYEye GEL,
Ne TAARUz=->Ne SAVUNma!.


Resim

DAVÂ =>ALLAHu zü’L-CELÂL’in,
DÂVET =>RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’in,
DUÂ =>BİZ MuhaMMedî Şuûr Ehli'nin,
DENÂET/alçaklık ise =>AHMAKLARındır..

GEÇmiş zamÂN içinde yaşamış olan milyarlarca insÂNların ve müslümânların kader dâireleri içinde kapanıp, hesâba kitâba kalmış işlerini aşırı alışkanlıklarla beyinleri yıkarcasına ve sâdece nefret doldurup tıkarcasına; nefes nefes yaşadığımız ve hesâbını mutlaka vereceğimiz kendi imkÂNımızı bir tarafa bırakıp bir futbol takımı ya da parti tutarcasına akılsız ve şuûrsuzca Haktan ve Hayırdan habersiz gözü dönmüş insÂNcıkların OYUNcağı olmamalıyız!.
Unutmamalıyız ki =>SULar kirlenmiştir ve âhir vakitte tek çâre SULarın kaynağı olan RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’in BAĞrında buluşmaktır. Bu hususta o kadar çok ve kesin olaylar ve acılar vardır ki dönüp bakmaya bile, inanan bir insÂNın kalbi dayanamaz!.

Ben âcizâne inancımı arz ediyorum. MuhaMMedî Metod, Meslek, Meşreb ve Mâverânın AsLı ve Esası =>ALLAH TeÂLÂ’ya ve RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’e =>MuhaBBet ile Mahlûkata ve ÜMMete Merhamet ve Hasbî Hizmettir.
Kişinin TEVHİDi tekemmül edip Tahkîk Tevhid Rüşdü’ne ERERse GÖRecektir ki =>ALLAHu zü’L-CELÂL’in RAHMEti =>GaZâBını geçmiştir!.

ALLAHu TEÂLÂ =>RAHMEt etmeyi Kendi ZÂTIna FARZ KILmıştır.:

قُل لِّمَن مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُل لِلّهِ كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
“Kul li men mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), kul lillâh (lillâhi), ketebe alâ nefsihi’r- rahmeh (rahmete), le yecmeannekum ilâ yevmi’l- kıyâmeti lâ reybe fîh (fîhi), ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn (yu’minûne).: (Onlara) De ki.: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" (Cevâben) De ki.: "ALLAH’ındır." O, rahmeti Kendi üzerine yazmıştır. (Bütün kullarına ve mahlûkatına şefkat ve merhamet buyurmak ALLAH’ın şanıdır.) O sizi Kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. (Kendilerine yazık edip) Nefislerini hüsrana uğratanlar (var ya), işte onlar (bütün haber ve hükümleriyle Kur’ÂN’a) inanmayanlardır.” (En‘âm 6/12)

وَإِذَا جَاءكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِنَا فَقُلْ سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ أَنَّهُ مَن عَمِلَ مِنكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِن بَعْدِهِ وَأَصْلَحَ فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ve izâ câekellezîne yu’minûne bi âyâtinâ fe kul selâmun aleykum ketebe rabbukum alâ nefsihi’r- rahmete ennehu men amile minkum sûen bi cehâletin summe tâbe min ba’dihî ve asleha fe ennehu gafûrun rahîm (rahîmun).: (Ey Resûlüm!) Bizim âyetlerimize iman edenler Sana geldiklerinde, onlara.: "Selâm olsun size. RABBiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı (şart kıldı) ki, içinizden kim cehâlet sonucu bir kötülük işler de sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse; (bilsin ki) şüphesiz O (ALLAH), Bağışlayandır, Esirgeyendir” diyerek (mü’min kullarımı ferahlandır ve umutlandır diye bu âyetleri Sana vahyediyoruz).” (En‘âm 6/54)

وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاء وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ
“Vektub lenâ fî hâzihi’d- dunyâ haseneten ve fî’l- âhıreti innâ hudnâ ileyk (ileyke), kâle azâbî usîbu bihî men eşâu ve rahmetî vesiat kulle şey’ (şey’in), fe se ektubuhâ lillezîne yettekûne ve yu’tûne’z- zekâte vellezîne hum bi âyâtinâ yu’minûn (yu’minûne).: “(RABBim) Bize bu dünyada da, 3ahirette de iyilik yaz, (hayır ve huzur takdir et ki) şüphesiz biz dönüp Sana yöneldik” diye (dua etti. ALLAH da buyurup) Dedi ki.: "Azabımı dilediğime (müstahak olana) isâbet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; onu (iyilik ve güzellikleri RABBinden) korkup kötülükten vazgeçenlere (müttakilere), zekâtı verenlere ve Bizim âyetlerimize (gönülden) iman edenlere (ve İslam’ın gereğini yerine getirenlere) yazacağım (ki bu onların hakkıdır)." (A’râf 7/156)

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh (rahmetillâhi), innallâhe yagfiru’z- zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huve’l- gafûru’r- rahîm (rahîmu).: (Tarafımdan onlara) De ki.: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere nefislerini israfa uğratan (günahlara dalan, yararsız ve ucuz kahramanlıklara kalkışan ve ölçüyü taşıran) kullarım! (Siz yine de) ALLAH’ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz ALLAH, (dilerse ve layık görürse) bütün günahları (ve suçları) Yarlığayıcıdır. Çünkü O, Bağışlayandır, Esirgeyip Acıyandır." (Zümer 39/53)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH celle celâlihu.: “RAHMEtim =>Gadabıma üstün geldi.” buyurdu.” buyurmuştur.
(Buhârî, Bed’ü’l-halk 1)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH celle celâlihu.: “RAHMEtim =>Gadabıma aştı.” buyurdu.” buyurmuştur.
(Buhârî, Tevhid 22, 28, 55; Müslim, Tevbe 15)

ALLAHu zü’L-CELÂL=>Zâhirde EL RABB celle celâluhu =>Bâtında da EL BİRR celle celâluhu’dur.
RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem =>MERHAMEtin tâ kendisi ve TEKk olan RABBu’L- ÂLEMîN’in =>TEKk olan RAHMETENLi’l-ÂLEMÎNi’dir.
Onun için =>Her YERde, Her Zaman/ÂN, Her HÂLde, Her NEFESte =>Her ŞEYy ve Herkesle hamd olsun.: “MUHAMMEDÎyiz!..” diyoruz, inanıyoruz ve gereğini yaşamaya Hüsn-i Nîyyet, Ciddîyet, Sadakat ve Samimîyyetle Azmedip gerisine ALLAHu zü’L-CELÂL’i VeKîL ediyoruz..
Üzerimize Vâcib olduğu ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in SEVdiği Hâl ve Tavır üzere de Ehl-i Beyti’ni SEViyoruz ve SEVeceğiz.. İnşâe ALLAH!.

ULu Peygamberimiz, Efendimiz Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm'ın buyurduğu.: “Men arefe nefsehu =>fekad arefe RABBehu.: Nefsini/Kendini TANıyan/BİLen =>RABB’ini TANır/BİLir.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfu’l-Hâfâ, II, 236.)

Bu cümleyi söylenmesi kolay, ancak anlayıp hayata geçirilmesi bir ömre bedeldir.
İÇerdeki/ÖZÜndeki) EMÂNet olan AHDULLAH’a ->Sadakattan ve dışardaki Nİ’METULLAH’a ->Adâletten habersiz olarak; bilerek, bilmeyerek hâin ve zâlimce yaşarken, boşu boşuna ve teyp gibi birşeyler mırıldanmanın Akıl ve Vicdan Sâhibine ne faydası olacak!. Dünyâ SEVgisi ve ÖLüm Korkusu eğer =>ALLAH Korkusunun/Takvânın/İlk SÖZünde Kavî OLuşun yerini almışsa soruyorum.: “KIBLEnizde kim var?.”

ÂŞIk MiLLeti =>Yeni doğmuş BeBesi olan bir ANNe gibi =>AŞKın peşinde =>TEVHİD Fişi sûrekli ->Prizde takılı bir ütü gibi sıcak YAŞAmak ve VAR OLaBiLmek için NeFes ALıp VERmeye =>Muhtaç, Mecbur, Me’mur ve Mahkûm bir AKCİĞER gibi “HUu!” ALıp “HUu!” VERen KÛN fe-yeKÛN Körükleridir..
Onun için Bu Âlemîn Zevkini onlar çıkarıyorlar. Geri kalanlar ise =>“Lehvûn ve Lâibûn.: Eğlence ve Oyun” Sahasında EVciLik OYNAyan Ak Sakallı Tıfıl BeBeLerdir...

Aziz Kardeşlerim;
Bir Oyun ve Eğlence İÇinde KULLuk İmtihÂNı DiYÂRında YAŞAmaktayız ki Kur'ÂN-ı Kerîmimizde;


Oyun ve EğLence âyetLeri..:En'âm 6/32,70; A'râf 7/51; Ankebût 29/64; MuhaMMed 47/36; Hadîd 57/20; Cuma 62/11..


وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
“Ve mâl hayâtu’d- dunyâ illâ leibun ve lehv (lehvun), ve le’d- dâru’l- âhiretu hayrun lillezîne yettekûn (yettekûne), e fe lâ ta’kılûn (ta’kılûne).: Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Âhiret yurdu, takvâ sâhibleri için elbette daha hayırlıdır. Hâlâ AKILetmez misiniz?” (En‘âm 6/32)

وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
“Ve mâ hâzihil hayâtu’d- dunyâ illâ lehvun ve laib (laibun), ve inne’d- dârel âhırete le hiye’l- hayevân (hayevânu), lev kânû ya’lemûn (ya’lemûne).: Ve bu dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muhakkak ki âhiret yurdu, elbette o gerçek hayattır. Keşke bilselerdi.” (Ankebût 29/64)

إِنَّمَا الحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَإِن تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ أُجُورَكُمْ وَلَا يَسْأَلْكُمْ أَمْوَالَكُمْ
“İnneme’l- hayâtu’d- dunyâ laibun ve lehv (lehvun), ve in tu’minû ve tettekû yu’tikum ucûrekum ve lâ yes’elkum emvâlekum.: Muhakkak ki dünya hayatı bir oyun ve eğlencedir. Ve eğer imân ederseniz ve takvâ sahibi olursanız (Allah'a ulaşmayı dilerseniz) size ecirleriniz verilir. Ve sizden mallarınızı istemez.” (MuhaMMed 47/36)

Herkes kendisine takdir edilen AKLı kadar, KuLLuk imtihÂNından sorumludur. Şöyle düşününüz ki.:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in İlâhî Tevhid Tebliği =>EZELden EBEDe akan bir NEHİRdir. Herkes; kabı kadar almaya, kullanmaya, yaşamaya ve hesâbını vermeye mecbur ve mahkûmdur. Fincanı olan bir fincan, testisi olan bir testi, küpü olan bir küp, barajı olan da barajını doldurup, KADERi gereği HÂLİK celle celâluhu’nun KuLLarına da İKRÂM etmeye/Hasbî Hizmet emredilmiştir..
Ancak aklı fikri Dünyâ İşlerinde, koca bir havuz kadar iken, iş mânâya gelince.: “Benim aklım fincan kadar!.” demek AKLına İhânet, nankörlük ve kendini kandırmaktır. Nâsibi bir fincan olan AKLını çalıştırır NAKL YOLUNU İZLer =>MuhaMMed aleyhisselâm’ı BİLir, BULur, O’nunla OLur ve bir fincanlık Kalbini MuhaMMedî NÛRLa DOLDURup YAŞArsa NÂSİBi=>KISMEti tamamdır. Zâten fazlası kısmet olmaz ve taşar!.

Umarım ki EhL-i İnsaf ükelâlık kabul etmez..
Zîrâ Biz ANLAdığımızı =>ALLAHu zü’L-CELÂL ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Rızası için ANLAtmaya AZMedip ve ARZediyoruz..


فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
“Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîza’l- kalbi lenfaddû min havlik (havlike), fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fî’l- emr (emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh (alâllâhi), innallâhe yuhibbu’l- mutevekkilîn (mutevekkilîne).: (Ey Resûlüm; Sen) O vakit, ALLAH’tan bir RAHMEt ile onlara yumuşak davrandın, şâyet kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. O halde onların kusurlarını affet, bağışlanmaları (ve ıslah olmaları) için DUÂ et. (Topluma ait) İşlerde onlara danış. (Ama) Artık (kesin) kararını verdiğin zaman da, ALLAH’a güven (ve işe başla). Çünkü ALLAH, tevekkül edip KENDİne sığınanları SEVmekte (ve desteklemekte)dir.” (Âl-i İmrân 3/159)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

ZİLZÂL Sûre-i CeLîLesi’ni ZEVkten ÖNce,
Âhir ZamÂN FİTNEsi VURdum DUYMAzLık ve ÇÂREsine BAKaLım İnşâe ALLAH.:


Resim

ARAPÇASI.:
لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ


TÜRKÇESİ.:
Lâ HaVLe Ve Lâ KuVVete İLLâ BiLLAHi’L-ALîYyu’L-AZîM..


MÂNÂSI.:
Güc ve Kuvvet =>Sâdece Yüce ve Büyük olan ALLAH TEALÂ’nın yardımıyladır.


Resim

وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
“Vettekû fitneten lâ tusîbennellezîne zalemû minkum hâssah (hâssaten), va'lemû ennallâhe şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Ve sizden (içinizden), sadece zâlim kimselere isabet etmeyen, onlara has (özel) olmayan (diğerlerine de isâbet eden) fitneden sakının (takvâ sâhibi olun). ALLAH'ın Azâbının çok şiddetli olduğunu BİLiniz!.” (Enfâl 8/25)

* ZÂHiR-AFÂk-MUHİT-DıŞ-DÜZeN.. FİİLî KUVVEt.. AZAMEtULLAH ÂLEMi..
* BÂTıN-ENFÜs-MERKEZ-İÇ-DENGE.. HAVL/POTANSİYEL GÜC.. KUDREtULLAH ÂLEMi..
* ALiYyu’L-AZîM ALLAH celle celâlihu..

=>ZÂHİRî->AKLın ANLAyıp ALGILAyaBİLdiği AZAMEtULLAH’ın FİİLî KUVVEti,
=>BÂTıNî-> AKLın ANLAyıp ALGILAyamadığı KUDREtULLAH’ın HAVL/POTANSİYEL GÜCünün MutLak SâHiBi,
=>ANCAk ve ANCAk ÂLiYyu’L-AZîM OLaN ALLAH celle celâlihu’dur..


وَلَوْلَا إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاء اللَّهُ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ إِن تُرَنِ أَنَا أَقَلَّ مِنكَ مَالًا وَوَلَدًا
“Ve lev lâ iz dehalte cenneteke kulte mâ ŞÂALLÂHU LÂ KUVVETE İLLÂ BİLLÂH(billâhi), in tereni ene ekalle minke mâlen ve veledâ (veleden).: “(Sana bahşedilen o güzel) Bağına girdiğin zaman, ’Maşaallah, Allah’tan başka kuvvet (ve kudret sahibi) yoktur’ demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan (ne bileceksin;)” (Kehf 18/39)

DUÂ’nın asıl söyleniş şekli.: “Lâ Havle Ve lâ Kuvvete İllâ Billâh”tır. (Buharî, Ezan, 7; Müslim, Salât, 12).

Lafzen kısa fakat anlam itibâriyle çok kapsamlı olan bu ZİKİR ve DUÂ cümlesi için;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "CeNNet'in hazinelerinden bir hazinedir" buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavât, 57, 119).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Evinden çıkarken,şu DUÂyı okuyan kişiye bu DUÂ kâfidir. O Adam muhafaza altına alınır. Şeytân da o Adamdan uzaklaşıp bir kenara çekilir.
O DUÂ.: Bismillâhi tevekeltü alallâhi lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh'tır"
buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavât, 34).

İbn Zübeyr radiyallahu anhu.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, her namazın sonunda bunlarla tehlil/tevhidi tekrar yapardı" demiştir.
(Müslim, Mesacid, 139).

"Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh" DUÂsının okunduğu bir başka yer de Hacerül-Esved'in karşısıdır.. (İbn Mâce, Hacc, 32).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Her kim günde yüz defâ.: “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l- Aliyyi’l- Azîm” derse, günahları denizin köpükleri kadar da olsa bağışlanır." buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavât, 82).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Her kim sabahleyin üç defa.: “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l- Aliyyi’l- Azîm” derse, o gün ona hiçbir şey zarar vermez." buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavât, 82). buyurmuştur.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Her kim geceleyin üç defâ.: “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l- Aliyyi’l- Azîm” derse, o gece ona hiçbir şey zarar vermez." buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavât, 82).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah” okumak, 99 derde devâdır. Bunların en hafifi sıkıntıdır.” buyurmuştur.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Bir sıkıntıya düşünce.: “Bismillâhirahmanirrahim ve lâ havle velâ kuvvete illa billâhil Aliyyi’l- Azîm” diyeni ALLAHu TeALÂ, sıkıntı ve belâlardan muhafaza eder.” buyurmuştur.
(Deylemî, İbni Sünnî).

Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallahu anh’dan rivâyete göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, Hayber Gazâsı’na giderken mâiyyetinde bulunan Ashâb-ı Kiram bir vâdiye vardıkta yüksek sesle Tekbîr ve Tehlîl ederek bağıra bağıra ZİKRULLAH etmeye başladılar.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kendinize rıfk u merhamet ediniz. Zîra siz ne sağıra, ne de gâibe DUÂ ediyorsunuz. Ancak her şeyi hakkıyle işiten ve size sizden yakîn olan ALLAH’a DUÂ ediyorsunuz. Ve ALLAHu TeALÂ siz nerede olursanız berâberinizdedir!.” buyurmuştur.
(Buhârî, Cihâd, 131; Müslim, Zikir, 44).

Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallahu anh diyor ki.: “O esnâda ben, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hayvanının arkasında birlikte beraberdim.
Ve lisânımla.:
“لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِااللّٰهِ” diyordum.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bana hitâben.: “Ey Abdullah bin Kays!” buyurdu.
Ben de.: “Lebbeyk yâ Rasûllallah dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben sana CeNNet-i A’lâ’nın hazînelerinden bir hazîneye delâlet edeyim mi?” buyurunca,
Ben hemen.: “Babam ve Anam sana fedâ olsun yâ Rasûlallah!. Evet irşâd ediniz!.” dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
“لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِااللّٰهِ”
“Ma’sıyetten/İtaatsizlik, günah, isyan’dan sakınmak ve tâat ve ibâdetlerde Kuvvet ve Kudret ancak Ve ALLAHu TeALÂ’nın Tevfık-i Rabbâniyyesi ve İrâde-i Sübhâniyyesiyledir.”
buyurdu.

(Buhârî, Megazi, 38)

Resim
Tarihimizde Çanakkale Savaşlarında kan gövdeyi götürürken Gazi Kahraman Seyit Onbaşı =>Yaklaşık 276 kiloluk top mermisini kaldıracakken bir müddet.: “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” diyerek ALLAHu TeALÂ’dan yardım isteyip bu sürede devamlı.: “ALLAH’ım! Benden Kuvvetini esirgeme!.” diyerek DUÂ ediyordu..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

EL-ZİLZÂL SûReSi ZEVKi.:

Nisâ Sûresinden sonra Medine’de nâzil olmuştur.:


Resim

Eûzubillâhi's-semî'u'l-alîmu mine'ş-şeytânirracîm.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

إِذَا زُلْزِلَتِ الْأَرْضُ زِلْزَالَهَا

Resim---"İzâ zulzileti'l- ardu zilzâlehâ.: Yerküre kendine has sarsıntısıyla sallandığı" (Zilzâl 99/1)


وَأَخْرَجَتِ الْأَرْضُ أَثْقَالَهَا

Resim---"Ve ahreceti'l- ardu eskâlehâ.: Yer, ağırlıklarını dışa atıp çıkardığı" (Zilzâl 99/2)


وَقَالَ الْإِنسَانُ مَا لَهَا

Resim---"Ve kâle'l- insânu mâ lehâ.: Ve insan "Ne oluyor buna!" dediği vakit," (Zilzâl 99/3)


يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أَخْبَارَهَا

Resim---"Yevme izin tuhaddisu ahbârehâ.: İşte o gün (yer) haberlerini anlatır," (Zilzâl 99/4)


بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَى لَهَا

Resim---"Bi enne RABBeke ehvâlehâ.: RABBinin ona bildirmesiyle." (Zilzâl 99/5)


يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ أَشْتَاتًا لِّيُرَوْا أَعْمَالَهُمْ

Resim---"Yevme izin yasduru'n- nâsu eştâten li yurev a’mâlehum.: O gün insanlar amellerini görmeleri (karşılığını almaları) için darmadağınık geri dönüp gelirler." (Zilzâl 99/6)


فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ

Resim---"Fe men ya’mel miskâle zerretin hayren yereh (yerehu).: Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür." (Zilzâl 99/7)


وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

Resim---"Ve men ya’mel miskâle zerretin şerren yereh (yerehu).: Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür." (Zilzâl 99/8)

Sadakallâhu'l-azîm


Biraz İRDELErsek.:

İzâ zulzileti'l- ardu zilzâlehâ.:
“Yer, kendisine ait bir ZeLZeLe ile ZeLZeLeye uğratıldığı zaman..” “in” (OLaBiLirlik) edâtı değil de “izâ” (kesinlik) edâtı kullanılarak ZeLZeLenin mutlaka olacağı buyuruluyor. “Zelle” =>Ayak sürçmesi iken, “ZeLZeLe” =>Şiddetli, büyük ve tekrar tekrar sarsıntı ve sallantıdır..

Ve ahreceti'l- ardu eskâlehâ.:
“Yer ağırlıklarını çıkardığı zaman”.. Eskâl =>Ağırlıklar veyâ Sırlardır.. Ve insÂN.: “Buna ne oluyor?” dediği zaman o gün Arz/yer =>Bütün haberlerini ANLAtacaktır..

Ve kâle'l- insânu mâ lehâ.: Ve insan "Ne oluyor buna!" dediği vakit
Yevme izin tuhaddisu ahbârehâ.: İşte o gün (yer) haberlerini anlatır
Bi enne RABBeke ehvâlehâ.: RABBinin ona bildirmesiyle
Yevme izin yasduru'n- nâsu eştâten li yurev a’mâlehum.: O gün insanlar amellerini görmeleri (karşılığını almaları) için darmadağınık geri dönüp gelirler.
Fe men ya’mel miskâle zerretin hayren yereh (yerehu).: Kim zerre miktarı HAYR YAPmışsa onu (fe->hemen) GÖRür..
Ve men ya’mel miskâle zerretin şerren yereh (yerehu).: Kim de zerre miktarı ŞER İŞLEmişse onu (ve->biraz sonra) GÖRür..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Onun haberlerinin ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sorunca,
Ashab.: ALLAH ve RESÛLÜ daha iyi bilir.” dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "O’nun/Arzın haberleri erkek yahut kadın herbir kul hakkında üzerinde işlemiş olduğu amellere dâir tanıklık etmesi ve.: “Filan günü şunu şunu işledi!.” demesidir. İşte o’nun haberlerini bildirmesi budur." diye buyurdu.
(Tirmizî =>Bu hasen, sahih bir hadistir.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Bir kulun eceli bir YERde ise ihtiyacı onu ORAya gitmesini sağlar. Nihâyet ulaşacağı en ileri noktaya vardı mı ALLAH onun RÛHunu kabzeder. Yer =>Kıyamet Gününde.: RABBim, işte SENin bana emânet olarak bıraktığın budur!.” diyecektir." buyurdu.
(İbn Mâce, Sünen)

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ
“Ve yevme tekûmu’s- sâatu yevmeizin yeteferrakûn (yeteferrakûne).: Ve o saatin vukû’ bulduğu (kıyâmetin koptuğu) gün, izin günü onlar fırkalara ayrılırlar.” (Rûm 30/14)

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ الْقَيِّمِ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لَّا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللَّهِ يَوْمَئِذٍ يَصَّدَّعُونَ
“Fe ekim vecheke li’d- dîni’l- kayyimi min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâhi yevmeizin yassaddeûn (yassaddeûne).: Öyleyse ALLAH'ın onu geri döndürmeyeceği o gün (kıyâmet günü) gelmeden önce VECHini, KAYYÛm (ezelden ebede kadar devâm edecek) olan DÎN için ikâme et (kıyamda tut). İzin Günü onlar bölük bölük ayrılırlar.” (Rûm 30/43)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Ey Ebu Bekir, Dünyâ’da görmüş olduğun bu nahoş (ikrah) şeyler =>Kötülük Zerresinin miktarlarıncadır. Ama ALLAH TeÂLÂ, senin için hayr miktar ve miskallerini geriye bırakmaktadır. Böylece sen onları, Kıyâmet Gününde tastamam elde edeceksin (sana ödeyecek).” buyurmuştur.
(Kenzu’l-Ummâl 2/4710)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Velev ki yarım hurma ile bile olsun, bunu tasadduk ederek, CeheNNem Ateşinden korununuz. Bunu bulamayan da (o dilenciyi) güzel söz söylemek sûretiyle başından savsın!.” buyurmuştur.
(Buhârî, Rikak 51; Müslim, Zekât 66-68 (2/704))

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “İzâ zülzilet Sûresi Kur’ÂN’ın dörtte birine denktir.” buyurmuştur.
(İbn Ebi Şeybe Merfuen ve Tirmizî)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Zilzâl Sûresi Rubu’l- Kur’ÂN, yani Kur’ÂN’ın dörtte birine muâdildir/eşittir, denktir. Zilzâl Sûresini dört defâ okuyan kişi, sanki Kur’ÂN’ın tamamını okumuş gibidir.” buyurmuştur.
(Beyzâvî)

Bir Sahâbî Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in Huzuruna gelip “Kendisine Kur’ÂN okutmasını” istemiş, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "elif lâm râ'", "hâ mîm" veyâ Tesbih Kavramıyla başlayan Sûrelerden okumasını söylemiş, Sahâbî bunların her biri için.: "Yaşım ilerlemiş, kalbim sıkıntılı hale gelmiş, dilim de kalınlaşmış" şeklinde mâzeret beyân ederek kendisine özlü bir Sûre okutmasını taleb etmiştir. Resûl-i Ekrem aleyhisselâm, o’na Zilzâl Sûresini okutmuştur. Sahâbî okumasını bitirince.: "Seni Hak Peygamber olarak gönderen ALLAH'a yemin ederim ki hayatımın sonuna kadar buna başka bir şey ilâve etmeyeceğim!." demiş ve oradan ayrılmıştır.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Bu Adam kurtuluş yolunu bulmuş, kurtuluş yolunu bulmuştur!." buyurmuştur.
(Müsned, II, 169; a.e. [Arnaût], XI, 139-141; Ebû Dâvûd, "Şehru ramazân", 9; İbrâhim Ali, s. 302-303, 360-361).

Abdullah b. Abbas'tan rivâyet edilen bir hadiste de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Zilzâl Sûresinin Kur’ÂN'ın yarısına, İhlâs Sûresinin üçte birine, Kâfirûn Sûresinin de dörtte birine denk geldiğini söylemiştir. (Tirmizî, "Fezâʾilü'l-Ḳurʾân", 10; İbrâhim Ali, s. 360-363; Kâfirûn Sûresiyle ilgili beyânın sıhhati hakkında bk. DİA, XXIV, 149).

Zilzâl Sûresi yerin büyük bir sarsıntı ile sarsılacağı ve içindeki ağırlıkları (eskâl) dışarıya atacağı günü hatırlatılmakla başlar..
Diğer Âyetlerde SûR’a üfürülmekle vuku’ bulacağı ifâde edilen bu olay;

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُم قِيَامٌ يَنظُرُونَ
“Ve nufiha fî’s- sûri fe saıka men fî’s- semâvâti ve men fî’l- ardı illâ men şâallâh (şâallâhu), summe nufiha fîhi uhrâ fe izâhum kıyâmun yanzurûn (yanzurûne).: Ve SûR'a üfürülmüş, ALLAH'ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olanlar ölmüşlerdir. Sonra ona (SûR 'a) bir defa daha üfürüldüğü zaman onlar ayağa kalkarak bakınırlar.” (Zümer 39/68)

Abdullah b. Ömer radiyallahu anhu'den nakledildiğine göre Zilzâl Sûresi nâzil olurken orada bulunan Ebû Bekir radiyallahu anhu ağlamaya başlamış, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bunun sebebini sorunca, Sûrenin kendisini ağlattığını söylemiş, bunun üzerine,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Siz hiç hata etmez, günah işlemez olsaydınız ALLAH TeALÂ sizden sonra hata edip günah işleyen bir ümmet yaratır ve -tövbe etmeleri üzerine- onları affederdi!" buyurmuştur.
(Vâhidî, s. 368; Heysemî, VII, 141).

Resûl-i Ekrem aleyhisselâm, yerin içinde sakladığı haberlerden bahseden 4. âyete atıfta bulunarak.: “Yerin sakladığı haberlerin ne olduğu?”nu sormuş, yanındakiler.: “Bunu ALLAH ve RESÛLÜnün BİLdiğini” söyleyince,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "YERin içinde barındırdığı haberler, ALLAH'ın her erkek ve kadın kulunun YER =>ÜZERİnde işlediği amellere şâhidlik edip şöyle demesidir.: “Benim Sırtım’da filân ve filân günde şu ve şu amelleri işledin!.” Evet yerin haberleri bundan ibârettir." buyurmuştur.
(Müsned, II, 347; Tirmizî, "Ṣıfatü'l-kıyâme", 7; "Tefsîrü'l-KurʾÂN", 99).
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz Kardeşlerim,
Kıyâmetin kopuşunu anlatan Zilzâl Sûresi toplayıcı ve câmiadır. Biz şu ÂNda hayattayız ve hamd olsun İŞin ASLını ANLAyacak AKIL ve yerine getirecek İmkÂNlara sâhibiz.
Tefsir değil de şöyle bir Tefekkür ve Zevk edelim birlikte.:

ULu Peygamberimiz, Efendimiz Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm.: “Men arefe nefsehu =>fekad arefe RABBehu.: Nefsini/Kendini TANıyan/BİLen =>RABB’ini TANır/BİLir.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfu’l-Hâfâ, II, 236.)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Mûtü kable en temûtü!: ölmeden önce ölünüz!” buyurmuştur.
(Keşfü’l-Ha’fâ II, 291, hadis 2669)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Mutü kable en temutü.: ÖLmeden önce =>ÖLünüz!” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)

Hadis-i Şerîflerini düşünelim. İnsÂNın maddî- mânevî yapısına bir daha bakalım.:

İnsÂNoğlunun;
BEDEN ve NEFSi =>ARZ’a/Yeryüzüne dönüktür ve Arzî Unsurdur. Arzî =>Madde ve Kesif olan/Şeffaf olmayandır..
KALB =>Berzah/Ara kesit, geçit alanıdır.
RÛH ve Diğer Letâifler ise =>Gerçekten semâvî Unsurdur. Semâvî =>Mânâ ve Lâtif olandır..

İnsÂN Nefsi, başrolde oynarken sünger gibi ne bulursa emici bir yapıya sâhibdir. Hâl böyle iken bir MÜSLÜMÂNın =>Hâlisâne bir şekilde NEFSini/Kendini BİLmek, Rüşde ermek, Hesâbını Kitâbını bu ÂLEMde iken gözden geçirip çâresine bakmak ve =>RABB’ini BİLmek..
CehâLette->ÖLüp, KemâLâtta->DİRİLmek, HALkta->ÖLüp, HAKkta->DİRİLmek..

Kısacası; MuhaMMedî OLuş Şuûruna ULaŞma Gayreti DOĞarsa.. Temiz, Pâk ve Halis OLan Hüsn-i Niyyeti, Samimîyyeti ve Ciddîyyeti, Sistemîn Sâhibi SUBHÂN ALLAH TeÂLÂ İndinde kabul görürse NASRULLAH, FETHULLAH ve HİDÂYETULLAH=>İHSÂN EDİLirse..
RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem=>MuHABBEten ve MeRHAMEten ŞİFÂ ve ŞEFÂat BUYURURsa..
ALLAH celle celâluhu DOStLarı ve RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’in EHL-i BEYt aleyhumusselâm ve DOStları da =>HİMMEtlerini =>HAZIRda->HIZIR EDERLerse;
=>DURUM DEĞERLendirmesine, KuLLuk Makamında OTURur. KELÂMULLAHı =>SÂHİBİnden ve RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’in SESİnden =>Tüm Hücreleri =>Hakkı ve Hayrı =>DUYarsa ve HüKM-ü HAKk’a UYarsa..:

ZÂHİRde =>AZEMETULLAHı =>İLim-İrade-İdraka =>Muhtaç ve Mecbur OLan =>ARZda/BEDENde ve NEFSte =>ZELZELE OLuşur.

BÂTINda =>KUDRETULLAHın Şuyûnuna İştiraka =>Me’mur ve Mahkûm KALan KALBde =>Sonsuz Sarsıntı BAŞLar..

Her KİŞİnin Parmak İzi gibi KADERİnde olan Zevk ZeLZeLesi İLGİnçtir.
Ben âcizâne İnşaat Yüksek Mühendisiyim =>Sismoloji ve Deprem İlmini oKUdum. Normal Yeryüzü/Dünyâ ZeLZeLesinde yerler yarılır ve pekçok şeyleri yutar ve içine gömer, bilirsiniz..

Nefsin Yuvası ve Makamı olan SADR.. ZeLZeLesinde ise “YER ağırlıklarını dışarı çıkardığında” buyurulması takdire şâyândır. Gerçekten =>Hidâyet, Şefâat, Himmet ve Gayret TEVHİDine ERen SADR =>SeLâmet SaLLantısından, Derunî Depremden ve Gizli Kalanların =>ZÂHİRî OLması ZeLZeLesinden dolayı içindeki tüm YEKÛNu DIŞarı ATAR.. “İnsÂN (aklı olan nefs), buna (kendi ve diğer elemânlarına) ne oluyor?” dediğinde.. Çünkü daha önceleri lâfla geçiştirmekte idi.

“Ateş YAKar” SÖZÜnü =>okumak, söylemek hatta ateşe yaklaşmak ile =>Ateşe elini sokmak yüzde yüz farklıdır.
Hayalden =>Hakikatin içine düşüveren NEFS =>Hayret ve Dehşet içinde kalmaktadır.

“Buna ne oluyor?” sorusunun cevâbı ise, İLÂHÎ TERBİYE ile Terbiye edilmiş olan ve fıtraten adilâne ve zorlaştırmadan görevlendirilen HER ORGAN (somut-soyut) =>Ne için halk edildiklerini, niçin bu âleme geldiklerini ve kendilerini nefsin kimin hesâbına ve adına kullandığını =>NEFSin kendisine, RABB’imizın Ezel ve Özel Bilgisiyle tek tek haber verirler.
ÖLümle DOĞumun Tevhid Gününde rüşde erip =>“Kendini ve RABB’isini BİLmek.” =>ÂNında ve Nassların Işığı altında SADRLardaki gizli açık ne varsa südûr edip (sadrolup) görülsün diye dönüp ortaya dökülür..
NEFS =>YAŞAMak için =>Yarım Nefese =>Muhtaç, Mecbur, Me’mur ve Mahkûm iken =>Kendisine verilen KuLLuk Fırsatında ne işler işlemiş, ne ameller arz etmiş..
EhL-i Terörist mi?. EhL-i Tevhid mi?. Eşkiyâ mı?. EvLiyâ mı?.
Boş, safsata ve kuru lâfla değilde =>“Aynası iştir kişinin lâfa bakılmaz!” sözünce AMELLer DÖKÜLür.. Sandık ters çevirilir içindekiler saçılır. Mâliyet meydandadır. Hâkim de Savcı da =>Kendi AKLı ve VİCDÂNıdır. Suçlu mu suçsuz mu?
Karar verebilmek için =>Kesinlikle Basar ve Basîretle (zâten maddî ve mânevî şâhidlerdir) herkes (her nefs); MERKEZindeki HAKka/EMÂNETULLAHa sadık kalarak =>Hayat Sahnesindeki HAYRa/Nİ’METULLAHa =>Âdilâne (EMRULLAH ve MURADULLAH Mûcibince) koşup, ameller işleyip İŞTİRAK ettiyse ZERRE (güneş ışığındaki asılı tozcuk) ağırlığınca bile (sonsuz küçük soyut-somut hayr) olsa ONU GÖRecektir..
Tersine, ALLAH korusun ÖZÜnü =>BÂTILın Önderi ŞeytÂN işgal etmişse, NEFS =>Emânete İhâneti işlemişse ve kendisine aslında emânet olan hayat (imtihÂN) ni’metlerine zulm edip ŞeytÂNa peşkeş çektiyse mâalesef ZERRE ağırlığınca olan ŞERLerini de GÖRür..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

İÇİnde YAŞAmakta OLduğu ve hızla GELip-GEÇen şu Şehadeti İmtihÂN ÂLEMinde KELÂMULLAHı DUYup da=>RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’e UYarak;
KENDİsine tanınan bu Merhamet ve Muhabbet Fırsatını/NaSRuLLAH ve FeTHuLLAH’ı iyi kullanıp “Semiğnâ ve ateğnâ”, “İyyake na’bûdû ve iyyake nestain” şimdi DUYduk ve derHÂL UYduk.:


إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ
“İzâ câe NASRULLÂHi ve’l- fETH (fethu).: ALLAH'ın YARDIMI ve FETİH geldiği zaman.” (Nasr 110/1)

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
"İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn (nestaînu).: Ancak SANA ibâdet ederiz (SENden başka ibâdete lâyık yoktur) ve (hem ibâdetlerimizde, hem de bütün ihtiyaçlarımızda) yalnız SENden yardım isteriz.” (Fâtiha 1/5)

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
“Âmene’r- resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî ve’l- mu’minûn (mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih (rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih (rusulihî), ve kâlû SEMİ’NÂ ve ATA’NÂ gufrâneke rabbenâ ve ileyke’l- masîr (masîru).: ReSûL, RABBinden kendisine indirilene îmân etti ve mü'minler de, hepsi ALLAH'a, Onun Meleklerine, Kitablarına ve Resûllerine îmân etti.: “Biz, O'nun Resûlleri arasından (hiç) birini, diğerinden ayırmayız.” Ve.: “İŞİTTİK ve İTAAT ETTİK! Ve RABBimiz, SENin mağfiretini (dileriz). Ve masîr (varış) SANA'dır (Sana doğru yola çıkarız ve Sana ulaşırız).” dediler.” (Bakara 2/285)

ALLAH’ımız, RABB’imiz, RahmÂNu’r Rahîmimiz, MeLikimiz ve MâLikimiz!. Biz ancak ve ancak, sâdece SANA KuLLuk ederiz. Ve Yardım ve İnâyeti (İhsÂNı) sâdece SENden dileriz!.” diyen NEFs, eski nefs asla değildir. Kendi KRALLığını kurmuş olan NEFs-i EMMâre =>Hakkı ve Haddi olmadığı hâlde giyindiği Azamet, Kudret, Gına, İzzet ve Ebedîlik Kisvelerini (RABB’lık Elbisesini) soyunup =>Fakriyet, Acziyet Zillet ve İllet İÇinde Mahvîyyetle KuLLuk Kefeni’ni başına geçirince kendisi bile kendisini tanıyamaz HÂLe gelir..
BENlik BUZu =>MuhaMMedî Mâverada mahvolmuş, erimiş ve BİZ OLmuştur. Hesâb ortada Menfi, Müsbet her ne ise.. Diyelim ki bencileyin zarar ziyân çok olsun.
MuhaMMedî Mercî’in MiLi;
=>DUÂdır. DUÂ TEVHİDİnde BULuşuruz.

Hep SÖYLüYORuz;
DAVÂ =>TEKktir, TEVHİDdir ve ALLAHu zü’L-CELÂL’indir.
DÂVEt =>TEKktir, TEBLİĞdir ve RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’indir..
DUÂ =>TEKktir, TeSLiMîyyet-İSTiKâMettir ve MuhaMMedî OLuş ŞUÛRuna ULAŞanlarındır.
bÖyle olunca sen uzaklarda beni BİLsen de BİLmesen de “RABB’imiz bizi bağışla!.” DUÂn ile kendin için ARZ, benim için ise DUÂcısın!. Sadık ve Nasuh TEVBEmizle ve BİRLikte; GEÇmiş hata ve noksanlarımızın bağışlanması DUÂsında bileyiz. “GEÇmişe TEVBEmiz BİRdir!.” bu demektir.


فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
“Fa’lem ennehu LÂ İLÂHE İLLÂLLÂHu vestagfir li zenbike ve li’l- mu’minîne ve’l- mu’minât (mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum.: Şu halde bil; gerçekten, ALLAH'tan başka İLÂH yoktur. (Habîbim!) Hem kendi günahın, hem mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret dile. ALLAH, sizin dönüp dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de.” (MuhaMMed 47/19)

Şu ÂNda RIZAmız =>“OLAN”a Şükür ve Sabır Ehli KILmasıdır ve GELecekte ise Hakkı Ve Hayrı KaLblerimize İlhâm edib işlememize izin ve inâyet buyurmasını haLisâne YALVARmamız BİRLikte ve TEVHİD üzeredir.
Bakma sen Kerâmet KuLLarına!
En büyük KERÂMET =>KENDİni=>RAHMEtenLi’L-ÂLEMîN RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’i =>DÎNini ve =>RABBü’L- ÂLEMîN’i BİLmektir.
En büyük KERÂMET =>KENDİ VİCDÂNındaki =>CEHÂLEti ÖLdürüp =>İlâhî KERÂMEti DİRİLtip =>NEFSini ESİRLikten KURTARmaktır. Gerisi =>fasa fiso..

Azîz kardeşlerim;
Biz buralara nereden geldik?.
Rasûlulah sallallahu aleyhi ve sellem’imizi TANImaya AZMederken ve EHL-i BEYti’ni TANIrken geldik.
Şunu iyi BİLelim günümüzde =>MuhaMMedî Onur, Şeref ve Haysiyetinden zerre kadar taviz vermeyen nice EHL-i BEYt aleyhisselâm =>şu ÂNda yeryüzünde YAŞAmaktadır. Kıyâmete kadar, Mehdi aleyhisselâm’a kadar da yaşayacaktır.

Rahmetli SiirtLi Hafız Sıddık Hekim Kaddesallahu sırrahu Hocam anlatmıştı.:
Siirt Yöresinde eskiden köyden köye çerçilik yapanlar bellerine yeşil kuşak sarar da.: “Biz de EHL-i BEYtiz!” deyip eşkiyâdan korunurmuş!.
Seyyîdlik =>İmâmı Hûseyin aleyhisselâm’dan ve,
Şerîflik de İmâmı Hasan aleyhisselâm’dan yürüyen =>NeSL-i NeCîB ZİNCİRi iken =>ZamÂN içinde dilden =>dillere ve hâlden =>hâllere mâalesef düşmüştür..
Siz de izliyorsunuz ve gözlüyorsunuz ONLARı ve OLANLARı..

Gerçek Seyyîd ve Şerîfler =>TAŞIdıkları MuhaMMedî Mahremiyet içinde =>HaLkın uzağında =>Uzlet Âlemlerinde ve ÇiLe ÇöLLerinde =>CEDD-i ALÂ’sı ve RABB’ı TeÂLÂ’sı ile HeMDeM ve HeMHâL-dirler merak etmeyin!.

RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’e, ÂİLEsine ve EHL-i BEYtinden GEÇmiş GELecek ve şu ÂNdakilere, Ashâbına ve ÜMMetine Cân-ü-Gönülden =>Sonsuz Selâm ve Salâtlarımızla Şefâatlarını DİLEriz..


Resim

FATIMÂTü'z-ZEHRÂ
Resimaleyhasselâm..

EHL-i BEYt’e!.


TEVHİD TELim=->SEVdâ SAZım,
=>SIRR-ı SÜVEYDÂda=->NÂZım,
GeCe-GüNDüZ=->Nev-NİYÂZım,
MEFTûN OLdum=>EHL-i BEYt’e!.

Resim

FATMAtü’L-ZEHRÂ==>BeTÜL’ü,
MUHAMMED’in=>GONCa GÜL’ü,
=>KÂR-ü-BELÂ=->LeYLÂ ÇÖL’ü,
MECNûN OLdum=>EHL-i BEYt’e!.

Resim

=>ALLAH İLe===->AŞKk ÂHİDi,
=>ŞE’ÂN-i ŞÂH’ta===->ŞÂHİDi,
=>“BeLÂ!” BÂZÂRIn==>ŞEHÎDi,
DİLHûN OLdum=>EHL-i BEYt’e!.

Resim

SÖZLe>SOHBEt! ZEVKLe>SÜKÛt,
KÛN fe ye KÛN->KORKu<>UMUt,
CÂNÂN’a->CÂN>KURBÂn>ŞÜHÛt,
VURGuN OLdum==>EHL-i BEYt’e!.

Resim

CEM’de=>CÂN>KeReM KÂNİyem,
ASLım=>BÂKi!. BeN=->FÂNİyem,
==>MESt MeLÂMî==>İHVÂNİyem,
SÜRGüN OLdum==>EHL-i BEYt’e!.


Resim
ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
RasûLike ve
Nebîyyi'L- ÜMMiyi ve alâ âlihi, EHL-i BeYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...


aleyhumu's- SEMm..


الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---“El hamdu lillâhi RABBi’l- ÂLEMîn (âlemîne).: Hamd, âlemlerin RABBi olan ALLAH'adır.” (Fâtiha ½)


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Azîz Kardeşlerim,
Birçok Hadis-i Şerîf içinden şu günlerde denkleştirebildiğim bir EHL-i BEYt aleyhisselâm GÜLDESTEsi.:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Ni’metleriyle sizi beslediği (gıdalandırdığı) için ALLAH’ı SEVin. BENi de ALLAH SEVgisi için SEVin. EHL-i BEYtimi de BENim SEVgim için SEVin.” buyurmuştur.
(İbni Abbas radiyallahu anhu dan; Tirmizî, Menâkib 3792; Taberanî, Kebir; İbn Hibbân)

İlâhî, Fıtrî, Kevnî ve MuhaMMedî SEVgi Zinciri!.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “ALLAH celle celâlihu’yu kendi ni’metleriyle sizi beslediği için SEViniz, BENi ALLAH’a olan muhabbetinizle SEViniz. EHL-i BEYtimi de BANA olan muhabbetiniz sebebiyle SEViniz.” buyurmuştur.
(İbn Abbas radiyallahu anhu dan; Hasen olarak; Taberanî-Kebir; İbn Hibbân ve Tirmizî)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hayber Günü.: “Yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki o, ALLAH’ı ve Rasûlü’nü SEVer, ALLAH ve Rasûlü de o’nu SEVer.” Buyurunca,
Râvi devâmla derki.: Bu söz üzerine (kendilerini seçsin diye sahabe) boyunlarını uzattılar. Ama, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bana Alî’yi çağırın!.” buyurdu. Alî kerramullahi veche getirildi ama gözlerinden rahatsız idi. Hemen gözlerine tükürdü ve sancağı ona verdi. ALLAH TeÂLÂ o’nun eliyle fethi müyesser kıldı.
Râvi devâmla Âl-i İmrân 3/61 âyeti indiği zaman.: “Gelin, Oğullarımızı ve Oğullarınızı çağıralım..” buyurup hemen Alî’yi, Fatıma’yı, Hasan ve Hüseyin aleyhumusselâm’ı çağırdı ve.: ALLAH’ım bunlar Benim Âilemdir (ehlimdir).”
buyurmuştur.
(Müslim, Fezâilü’l-Ashâb 32 (2404); Tirmizî, Menâkib (3726))

فَمَنْ حَآجَّكَ فِيهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْاْ نَدْعُ أَبْنَاءنَا وَأَبْنَاءكُمْ وَنِسَاءنَا وَنِسَاءكُمْ وَأَنفُسَنَا وأَنفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَل لَّعْنَةُ اللّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ
“Fe men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke mine’l- ilmi fe kul teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve enfusenâ ve enfusekum summe nebtehil fe nec’al la’netallâhi alel kâzibîn (kâzibîne).: Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle 'çekişip tartışmalara girişirlerse' de ki.: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de ALLAH'ın lânetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım!." (Âl-i İmrân 3/61)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e.: “Sana bu ilim geldikten sonra kim seninle bu hususta mücâdele edecek olursa de ki: “Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendinizi ve kendimizi çağırıp toplanalım, sonra niyet edelim ki ALLAH’ın lâneti yalancılar üzerine olsun!” (Âl-i İmrân 3/61) Âyet-i Celîlesi indiğinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; Alî kerremullahi veche’yi, Fatıma aleyhasselâm’ı, Hasan aleyhisselâm ve Hüseyin aleyhisselâm’ı çağırdı ve.: ALLAH’ım bunlar da benim Ehlim (âilem)” buyurmuştur.
(Sâd İbn Ebi Vakkas radiyallahu anhu dan; Tirmizî, Tefsir Âl-i İmrân 30021)

Aklı olan anlar ki Alî kerremullahi veche ve Evlâdları Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Evlâdı hükmündedir..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Her peygamberin, mensub olduğu yakınları vardır. Fatıma Evlâdı böyle değil (onlar benim mensubum). Ben onların Velîsiyim ve Yakınlarıyım (Bir ağaç ve dalları), onlar benim Itretim (neslim-zürriyetim)dir. Benim tıynetimden (tabîat, huy, cibillet, yaratılış) yaratılmışlardır. Onların fazlını (İYiLik, fâzilet, erdem, lütuf) yalanlayanların vay hâline!. Onları SEVeni ALLAH celle celâlihu SEVer. Onlara buğz (kin, nefret, SEVmeme) edenlerden ALLAH celle celâlihu de nefret eder.” buyurmuştur.
(Câbir radiyallahu anhu dan; Hâkim-Müstedrekte ve İbn Asakir.)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “İnnî târikûn fikümü’s sâkaleyni kitâbALLAHi ve ıtretî.: Ben sizin içinizde iki ağırlık bıraktım biri ALLAH’ın Kitâbı biri de Itretim (zürriyetim,ehli beytim)” buyurmuştur.
(Müslim Fezâilü’s- sahabe 36,37; Darimî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 1; İ. Ahmed, III/14,17-4/367,371; Şeybe; Hatîb)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Ben size temessük edip (tutunup) sıkı sarıldığınız takdirde dalâlete (sapıklığa) düşmekten korunacağınız İKİ ŞEY bırakıyorum: Bunlardan BİRİ diğerinden daha büyüktür ->KİTÂBULLAH =>Bu, Semâ’dan Arz’a uzanan ALLAH’ın İPİdir. Diğeri =>EHL-i BEYtim olan YAKINLarımdır.
Bu iki şey, Kevser Havzının başında buluncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaktır. Bu iki şey hakkında benden sonra nasıl davranacağınıza iyi bakın!.”
buyurmuştur.
(Zeyd ibnü Erkâm radiyallahu anhu’dan; Kütüb-i Sitte, Muhtasar C.12/499)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Aranızda bulunan EHL-i BEYtim, Nûh aleyhisselâm’ın Gemisi’nin misâlidir. O’na binen kurtulur, binmeyen boğulur!.” buyurmuştur.
(İbn Abbas radiyallahu anhu dan; Darimî, Tabaranî-Kebirinde; Ebi Zerr radiyallahu anhu dan; Hâkim-Müstedrekinde ve Hatîb tarihinde)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Biz Abdul Muttalib’in Çocukları =>CeNNet Halkının büyükleriyiz.: Ben, Hamza, Alî, Ca’fer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi.” buyurmuştur.
(Enes bin Mâlik radiyallahu anhu dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 4087)


Resim

Resim ZEVK 2192

Yâ RABBım!.

=>SIRR-ı Kur’ÂN Hakkı İçin==->İhsân EyLe İLme’L-Haifin,
HûBB-i HaBîB Hakkı İçin==>İkrâm EyLe İhLâse’L-Mûkînin,
EL-i EHL-i BEYt Hakkı İçin =>LûtfeyLe Tevbete’s-Sıddîkin,
HAKk’ı BiLir HaLk Hakkı İçin->İn’âm EyLe Şükre’s-Sabîrin..


Resim ZEVK 2197

Yâ RABBenâ!.

=>SaLât-ü-SeLâm Et==->MuhaMMedü’L-MeLCe’-i FuKaRa’ya!
=>MuHTaRü’L- SEYyiDü’L- BEŞeR ===>ŞEFi’-i RÛZ-i CEZâ’ya!
EFSAHü’L- KeLâMa->SERVeR-i ENÂMa>ECMeLü’L- ENBİYâ’ya!
==>BÂİs-i HiLKat-ı KâiNât’a====>DOSt MuHBuB-i KİBRiYâ’ya!.


Resim ZEVK 2198

Yâ RABBenâ!.

====>SaLât-ü-SeLâm Et===>HaBîBin MuhaMMedü’L- MuSTaFâ’ya,
FâTiMâtü’z- ZeHRâ ANAma->AŞk’ın ASLı EHL-i BEYt-ü-ÂL-i ABâ’ya,
KERREMuLLAHi VECHe’ye==->ALÎYyü’L- HAYDÂRü’L- MÛRTEZâ’ya,
AHSENü’L-HÜLÛk HASAN’a=>HÜSEYNî ŞEHÎDü’L-ŞÂH- KERBELâ’ya!.


Resim
Haif.: (Havf. dan) Korkan. Korkmuş olan..
HûBB.: (Hibâb - Hibb - Mehabbet) Sevgi, muhabbet, bağlılık, dostluk..
Mûkîn.: İkna eden. Kanaat veren. Kâfi derecede izah ve isbât eden..
İn’âm.: Ni’met vermek. İhsan etmek. * Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak. * İyilik etmek, bahşiş vermek..
Sıddîk.: Çok samîmi, dâimâ doğruluk üzere ve ALLAH'a ve Peygamberi’ne çok sâdık olan erkek. Sözü ile işi bir olan..
Sabîr.: Tahammül eden, sabreden, bekleyen. Zorluğa karşı göğüs geren, hâlinden şikâyet etmeyip acı ve sızıya katlanan. Belâ ve musibete karşı şikâyet etmeyip ALLAH celle celâlihu'a şükreden.
MeLCe’.: Sığınılacak yer. Halas olacak, kurtulacak yer..
FuKaRa.: (Fakir. c.) Yoksullar, fakirler..
MuHTaR.: İhtiyar eden. Seçilmiş olan..
BEŞeR.: (Beşere) İnsan derisinin dış yüzleri. * İnsan. Âdem..
ŞEFi’.: Şefaatçı. Suçların affı için yardım eden..
RÛZ-i CEZâ.: Kıyamet Günü. * Haşir Günü..
EFSAH.: Daha fasih. En fasih. Pek çok güzel ifâde..
SERVeR.: f. Reis. Baş. Seyyid..
ENÂM.: Halk. Bütün mahlukat..
ECMeL.: (Cemil. den) Çok güzel, en yakışıklı. Daha güzel..
BÂİs.: (Ba's. dan) Gönderen. Sebeb olan. İcâb ettiren. * Yeniden yaratan. Ölüleri tekrar dirilten. * Peygamber gönderen (ALLAH celle celâlihu.)
HiLKat.: Doğuştan gelen vasıf. Yaratma. Yaratılış..
KİBRiYâ.: Azamet. Cenâb-ı ALLAH'ın Azameti ve Kudreti, her cihetle büyüklüğü..
MuSTaFâ.: (Safvet. den) Güzide. Istıfâ edilmiş. Has ve seçilmiş. * Peygamber aleyhisselâm'ın mübârek bir İsmi.
ÂL-i ABâ.: Peygamberimiz aleyhisselâm’ın Kendisi ile beraber, Kızı Fâtıma aleyhasselâm Vâlidemiz, Damadı Ali kerremallahu vechehu ve Torunları Hasan aleyhisselâm ve Hüseyin aleyhisselâm'den müteşekkil Hey'et. "Hamse-i Âl-i Abâ" da denir. Peygamberimiz aleyhisselâm’ın giydiği ABÂsını mezkur Sahabe-i Güzîn hazeratının üzerine örterek hususi DUÂ ettiğinden bu isimle anılmaları meşhurdur..
KERREMuLLAHi VECHe.: ALLAH =>VECHini mükerrem kılsın, meâlinde DUÂ olup Ali kerremallahu vechehu hiç putlara secde ve ibâdet etmediği ve çocukluktan beri ALLAH'a secde ettiğinden, o’nun İsmi anıldığında hürmeten söylenir..
HAYDÂR.: Yiğit, cesur, kahraman. * Ali kerremallahu vechehu'nin bir Nâmı, * Arslan, gazanfer..
MÛRTEZâ.: Beğenilmiş, seçilmiş, ihtiyar olunmuş..
AHSEN.: En güzel. Çok güzel.
HÜLÛk.: Huy. Tabiat. Ahlâk..
KERBELâ.: Irakta Seyyidü’ş- Şühedâ İmam-ı Hüseyin aleyhisselâm Efendimizin Meşhed-i Mübârekleri olan yer.
Meşhed.: Bir kimsenin şehid düştüğü yer. Şehidlerin mezarlığı olan yer. * İnsanların cemaat olarak hazır olacakları yer. * Şehâdet yeri. İmâm Hüseyin aleyhisselâm’ın Kerbelâdaki şehid düştüğü yer..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Zirr İbnu Hubeyş radiyallahu anhu anlatıyor.: "Hazreti Alî kerremullahi veche’den şöyle söylediğini işittim.: “Daneyi açan, canlar yaratan Zât-ı Zülcelâl’e yemînle söylüyorum, Ümmî Peygamber aleyhi’s-salâtı ve’s- selâm, bana şu hususu garantiledi.: Beni mü’min olan SEVecek, münâfık olan da bana buğz edecek.” buyurmuştur.
(Müslim, İmân 131, (78); Tirmizî, Menâkıb (3737); Nesâî, İmân 20 (8,117))

Sâd bin Ebi Vakkas radiyallahu anhu’dan.: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük Savaşına çıktı ve Alî kerremullahi veche’yi (Medine’de) vekîl bıraktı. Bunun üzerine Alî kerremullahi veçhe.: “Yâ Rasûlullah! Beni çocuklar ve kadınlar arasında vekîl mi bırakıyorsun?” dedi. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’de.: “Yâ Alî! Bana nisbeten sen, Mûsâ’ya nisbeten Hârun mevki’inde olmaya razı olmaz mısın? Şu farkla ki benden sonra Peygamber yoktur.” buyurmuştur.
(Buhârî, Megazi 78; Mülim, Fezâilü’l-Ashâb 31-2404; Tirmizî, Menâkıb-3731; İbni Mâce, Mukaddime 115.)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: Alî, benden, ben ondanım. Alî’den başka hiç kimse (yapmak durumunda olduğum şeyi) benim yerime edâ edemez.” buyurmuştur.
(Hubşiy bin Cenâde radiyallahu anhu dan; İbni Mâce, Mukaddime 119)

Abbâs bin Abdillah radiyallahu anhu, Alî bin Tâlib kerremallahu vechehu’n.: “Ben ALLAH’ın Kuluyum, O’nun Rasûlü’nün Kardeşiyim. Sıddık-ı Ekber de benim. Benden sonra kezzâb (çok yalancı) adamdan başka hiç kimse bunu (Sıddık-ı Ekber olduğunu), söyleyemez. İnsÂNlardan 7 yıl önce namaz kıldım.” buyurmuştur.
(İbni Mâce, Mukaddime isnad sahih raviler sika Hâkim, Müstedrek’inde bu hadisi El Minhal’den rivâyetle Buhârî ve Müslim “şartları üzere sahihtir”demiştir. Nesâî, Fezâil-i Alî de)

Abdurrahman İbn-i Sâbit radiyallahu anhu, Sâd Ebi Vakkas radiyallahu anhu’dan nakleder ki.: "Hac Seferlerinden birisinde Muaviye (Şam Meliki) gelince, Sâd radiyallahu anhu onun yanına vardı. Bir ara Alî kerramullahi veche’den bahsettiler. Muaviye, Alî kerramullahi veche’nin aleyhine konuştu. Sâd radiyallahu anhu buna öfkelenip.: “Sen! (nasıl) bu sözü öyle bir kimse için söylüyorsun? Ki O’nun hakkında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den şöyle buyurduğunu (bizzât) işittim.: “Ben kimin Mevlâsı (Efendisi, Sâhibi) isem, Alî de onun Mevlâsıdır.”
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu da işittim.: “(Yâ Alî!) Harun aleyhisselâm’ın Musâ’ya bağlılık derecesi (menzilesi)nde Sen Bendensin. Ancak şüphesiz Benden sonra Nebî yoktur”
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den şunu da işittim: “Bugün sancağı öyle bir adama vereceğim ki ALLAH’ı ve O’nun Rasûlünü SEVer.”
buyurmuştur.

(İbni Mâce-Mukaddime 121)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Ben kimin mevlâsı (dostu) isem, Alî de onun dostudur.” buyurmuştur.
(Zeyd ibn Erkam radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, Menâkib 3714)

Zeyd bin Erkam radiyallahu anhu.: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:Alî, Fâtime, Hasan ve Hüseyin aleyhumusselâm’e hitâben.: "Enâ silmün limen sâlemtüm, ve harbun limen harab tüm.: Sizin barış (silm, sulh) hâlinde olduğunuz kimse ile ben de barış hâlinde olurum ve sizin harb hâlinde olduğunuz kimse ile ben de harb hâlinde olurum.” buyurmuştur.
(İbni Mâce, Mukaddime 145)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Şüphesiz ALLAH celle celâlihu dört kişiyi fazla SEVmemi emretti ve şüphesiz onları çok SEVdiğini bana haber verdi.” buyurmuştur.
Ashâb tarafından.: “Yâ Rasûlullah! Onlar kimlerdir?” denildi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Alî onlardandır! Alî onlardandır! Alî onlardandır! Bunu üç kere söyledi ve Ebu Zer (-i Caferî), Selmân (-ı Farisî) ve Miktad (bin Esved) dir.” buyurmuştur.
(İbni Mâce, Mukaddime 149 ve Ebu Hureyre radiyallahu anhu dan; Tirmizî)

Yezid İbni Hayyan, Zeyd İbnu Erkam radiyallahu anhu’dan.: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Haberiniz olsun. Ben size iki ağırlık bırakıyorum.:
Bunlardan biri =>ALLAH TeÂLÂ’nın KİTÂBIdır. O ALLAH’ın (Semâ-Arz arasına uzanmış) İPİ olup, kim O’na tutunursa hidâyet üzere olur, kimde onu terkederse dalâlete (sapıklığa) düşer.
Bunlardan ikincisi =>ITRETİM, EHL-i BEYtim’dir.”
buyurdu.”dedi.
Biz Zeyd ibnu Erkam’a sorduk.: “Kadınlar da EHL-i BEYt’inden midir?” “Hayır!” dedi. ALLAH’a yemîn olsun, kadın bir müddet erkekle beraber olur. Sonra (kocası) onu boşar, O da babası ve kavmine döner (gider). Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in EHL-i BEYt’i, aslı ve kendisinden sonra sadaka haram olan Asabesi (baba tarafından akraba olan EHL-i BEYt) dir.” dedi.

(Müslim, Fezâilü’s-Sahabe 37 (2408))

ITRET.: Zürriyet. Nesil. Ehl-i Beyt..
Asabe.: Baba tarafından akraba olanlar..


Onun içindir ki Seyyid ve Şerîf olanlar baba tarafından devâm ede gelir. Seyyid (Hüseynî) veyâ Şerîf (Hasanî) olan bir babanın kızı da Seyyid veyâ Şerîftir, ancak bu hanımdan doğan çocuklar babaları Seyyid veyâ Şerîf olmadığı için Seyyid veyâ Şerîf değillerdir..

Tecellî cilvesi ki Fatime (aleyhasselâm) Annemizle başlayan Seyyidlik ve Şerîflik =>Hasan aleyhisselâm ve Hüseyin aleyhisselâm ile birlikte =>Babadan =>Babaya yürümüştür..

Yukarıdaki hadis-i şerîfin Zeyd İbn Sabît radiyallahu anhu’dan gelen başka vechi şöyle devâm etmekte.: “Bu iki şey (Kur’ÂN ve EHL-i BEYtim) Havz (kıyâmette Kevser Havuzu) Başında toplanıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklar.”
Sahih olan bu Hadis-İ Şerîf ve başka benzerleri açıkça ilân ediyor ki =>Kıyâmete kadar Kur’ÂN-ı Kerîm’le birlikte; EHL-i BEYt’e aleyhumusselâm mensub =>Âlim, Kâmil, Ârif, Âşık, MuhaMMedî Emânlar dâima mevcûd olacaklardır..
Sünnet-i Senîyye senedleri olup harfiyyen uygulayıcılardır. Yeryüzünde halkın garanti sigortası onlardır. Bitince Kıyâmet Sigortası zâten atar..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “İnni târikün fikümu’s-sâkaleyni, kitâbullahu hablün memdudun mine’s-semâi ile’l-arzi ve ıtreti ehlün beytii.: Size iki önemli şey bırakıyorum, (bunlardan birisi) semâ’dan yüryüzüne uzatılmış İP olan ALLAH celle celâlihu’nun KİTÂBı (Kur’ÂN-ı Kerîm) ve diğeri ise, BENim ITRETim (neslim, zürriyetim) yâni EHL-i BEYtim!.” buyurmuştur.
(Tirmizî: Menâkib 32 (5/663); İmâm Mâlik, Muvatta)

Câbir radiyallahu anhu anlatıyor.: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Taif Günü Alî kerramullahi veche’yi çağırdı ve onunla hususî konuşma yaptı. (Bu konuşma o kadar uzadı ki) halk.: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Amcasının Oğluyla görüşmesini uzattı.” dediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bunu işitince.: “Onunla hususî (sır) görüşmeyi ben yapmadım. ALLAH yaptı!. (ALLAH’ın Emri ve Arzusu ile yaptım).” buyurmuştur.

(Tirmizî, Menâkıb 3728)

İbn. Ömer radiyallahu anhu anlatıyor.: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Ashâbının arasını kardeşlemişdi. Hz. Alî kerramullahi veche yanına gelerek.: “Ashâbınızın arasını birbirleriyle kardeşlediniz ama beni kimseyle kardeşlemediniz!.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sen dünyâda da âhirette de benim kardeşlerimsin!.” buyurdu.
(Tirmizî Menâkib (3722)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: (Alî kerramullahi veche’nin kendisine).: ”Seni ancak mü’min olan SEVer. Münâfık olandan başkası da sana buğzetmez. “ buyurmuştur.
(Alî kerramullahi veche’den; Nesâî, İbn Mâce, Tirmizî-hasen ve sahih kaydıyla)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Erkeklerinizin en hayırlısı Alî, gençlerinizin en hayırlısı Hasan ve Hüseyin, kadınlarınızında en hayırlısı Fatıma’dır.” buyurmuştur.
(İbâde radiyallahu anhu dan; Deylemî; İbn Mâce; Tabarânî-Kebirinde; Hâkim-Mustedrekinde; İbnu Mes’ud radiyallahu anhu dan İbn Asâkir; Hatîb, tarihinde)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Dikkat ediniz! (Ey Alî ve Fatıma) bana sorduklarınızdan daha hayırlısını bildiriyorum. Cebrâil bana onları öğretmiştir. Her namazın ardında, on kere.: “SubhânALLAH”, on kere.: “Elhamdülillah”, on kere.: “ALLAHü Ekber” deyiniz. Yattığınızda da 33 kez.: “SubhânALLAH”, 33 kez.: “Elhamdülillah”, 34 kez.: “ALLAHü Ekber” deyiniz!.” buyurmuştur.
(Alî kerramullahi veche’den İmâm Ahmed Süneninde)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: Hasan aleyhisselâm ve Hüseyin aleyhisselâm’a (ŞİFÂ ve koruma için) şu DUÂyı okudu.: “Eûzü bi kelimettâhi’t-tammeti min küllî ŞeytÂNin ve hâmmetin ve min küllî aynîn lemmetin.: Her ŞeytÂNdan, haşarattan ve dokunan gözden (nazardan) ALLAH celle celâlihu’nun mükemmel olan kelimelerine (Kur’ÂN, Esmâü’l-Hüsnâ, Tevhid v.d.) sığınırım. Babamız İbrâhim aleyhisselâm’ın; İsmâil aleyhisselâm’a ve İshak aleyhisselâm’a DUÂsıdır.” buyurmuştur.
(İbni Abbas radiyallahu anhu dan; İbni Mâce-Sünen, tıb 3525)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


EHL-i BEYt aleyhumusselâm doğrusu bizim =>Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra en çok SEVdiklerimizdir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Hasan ve Hüseyin’i SEVen kimse şüphesiz beni SEVmiş olur. Ve onlara buğz eden kimse şüphesiz bana buğz etmiş olur.” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu dan; İbni Mâce-Mukaddime 143)

Sâd bin Ebi Râşid radiyallahu anhu, Yâ’lâ bin Murre radiyallahu anhu’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile dâvet edilen bir yemeğe giderken yolda oynamakta olan Hüseyin aleyhisselâm ile âniden karşılaşınca Peygamber aleyhisselâm cemâtın önünde ilerleyerek iki kolunu açarak yakalamak istedi. Çocuk yakalanmamak için şuraya buraya kaçıyor. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem de çocukla gülüşerek (onu kovalıyordu). Nihâyet onu yakaladı sonra bir elini çocuğun çenesinin altına diğer elini de onun ensesine koydu bunun akabinde öptü ve.: “Hüseyin bendendir. Ben de Hüseyin’denim. Kim Hüseyin’i SEVerse ALLAH’da onu SEVsin. Hüseyin asbat (torunlar)’dan bir sıbd (torun) dır.” buyurdu.
(İbni Mâce-Mukaddime 144 senedi hâsen-râvileri sika)

Müslim ise Sahihinde 4 sened ile;
Ebu Hüreyre radiyallahu anhu dan.: Peygamber sallallahu aleyhi vesellem (bir kere) gündüz bir ara (evinden) çıkıp ne o bana, ne de ben ona bir şey söylemeyerek Kaynuka’ Çarşısına varıncaya kadar (yürüdü) sonra dönüp Fatima aleyhasselâm’ın Evinin önünde bir kenara oturdu ve (Hz. Hüseyin’i kasdederek).: ”Küçük orada mısın!. küçük orada mısın?.” diye sordu. Fatima aleyhasselâm çocuğun hemen evden çıkmasını durdurdu. Bu esnâda ya çocuğu giydiriyordu, ya da saçını başını yıkayıp tarıyordu, sanıyorum. Sonra çocuk koşarak geldi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem çocuğu kucakladı ve öptü. Daha sonra.: “ALLAH’ım! Sen bu Çocuğu SEV!. Bunu SEVeni de SEV!.” buyurdu.

Bera radiyallahu anhu anlatıyor.: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i gördüm. Hz. Hasan aleyhisselâm’ı omuzunda taşıyordu ve de.: “ALLAH’ım! Ben bunu SEViyorum, onu Sen de SEV!.” buyuruyordu.
(Buhârî, Megazi-78; Müslim, Fezâilü’s- Sahabe 58-59 (2422); Tirmizî, Menâkib 3784)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Hasan ve Hüseyin aleyhumusselâm’a bakarak.: “ALLAH’ım!. Ben bunları SEViyorum, Sen de SEV!.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Menâkib 3784)

Enes radiyallahu anhu anlatıyor.: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e.: “EHL-i BEYtinden hangisini en çok SEViyorsun?” diye sorulmuştu. “Hasan ve Hüseyin!.” diye cevâb verdi ve Hz Fatima aleyhasselâm’a.: “Benim oğullarımı bana çağır!” diye emreder, onları getirtip koklar kucaklardı.”
(Tirmizî, Menâkıb-3774)

Yâ’lâ İbn Mürre radiyallahu anhu anlatıyor.: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Hüseyin bendendir, bende Hüseyin’denim. ALLAH Hüseyin’i SEVeni SEVer. Hüseyin “esbat”tan biridir.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Menakib 3777; İbni Mâce, Mukaddime 144)

Esbât.: sıbdın/torunun çoğulu olup hayırlı torunlar zinciridir..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Hasan ve Hüseyin CeNNet Ehlinin iki gencidir.” buyurmuştur.
(Ebi Saîd radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, Menâkib 3778)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Hasan, Hüseyin CeNNet gençlerinin seyyididir.” buyurmuştur.
(Hasen ve sahih olarak Şeybe; İmâm Ahmed; Tirmizî; Tabârâni-Kebir; Ebu Nuaym; İbn Adiyy; Ebu Asakir; Ebi Saîd radiyallahu anhu; Ömer radiyallahu anhu; Enes radiyallahu anhu; ve İbn Mes’ud radiyallahu anhu’dan)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Mehdi benim ıtretimden, Fatima evlâdındandır.” buyurmuştur.
(Ümmü Seleme radiyallahu anhu dan Deylemî; İbn Mâce; Hâkim-Müstedrek’te; Tabârânî-Kebir)

Abdullah İbnu Şaddâd, Babası radiyallahu anhu’dan rivâyet ettiği hadis-i şerîfte Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Hasan ya da Hüseyin’i yere bırakıp tekbirle namaza durduğunu ve secde uzayınca başını kaldırıp baktığında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sırtında çocuğu gördüğünü ve namaz bitince.: “Ey ALLAH’ın Rasûlü! namaz sırasında öyle uzun bir secde yaptınız ki bir hadise meydana geldi zannettik veyâ sana vahiy indi zannettik” diye soranlara.: “Hayır, bunlardan biri hiç olmadı. Velâkin Oğlum sırtıma bindi. Ben, acele edip hevesi geçmeden sırtımdan indirmeyi uygun bulmadım (kendisi ininceye kadar bekledim)." buyurdu” demiştir.
(Nesâî, İftitah 2,229,230)

Selmân radiyallahu anhu anlatıyor.: Ubeydullah İbn Ziyâd keferesine Hz. Hüseyin aleyhisselâm’ın başı getirildi. Elindeki çubuğun ucuyla burnuna dürtüyor ve.: “Bu kadar güzelini de hiç görmedim!.” diyordu.
Ben de.: O (Âl-i Beyt arasında) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e en çok benzeyen idi!.” dedim.
(Buhârî, Fezâiü’lü’l-Ashâb 22; Tirmizî, Menâkib 3780)

İsimlerine yazık ya, Ubeydullah denilen kâfir, Yezid denilenin kâfirin Kûfe vâlisi idi. Hepsine yazıklar olsun!.

Tecellînin garib cilvesi ki Aşare-i Mübeşşireden Sâd İbnu Ebi Vakkas radiyallahu anhu’nun Oğlu Ömer =>Rey Şehrine Vâli olabilmek için =>72 kişilik İmâm-ı Hüseyin aleyhisselâm’in Âile Ordusuna karşı binlerce kişilik ordunun komutanı olur. Hz. Hüseyin aleyhisselâm ile beraber âilesinden 19 kişi ve toplam 72 baş keser, çuvallara doldurup, kadınları zincire vurdurup sürüklerken, Hz. Hüseyin aleyhisselâm’ın Halası Zeyneb aleyhasselâm Vâlidemiz göklere bakarak.:
“Sana salât-ü-selâm olsun Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem! Oğulların katledildi, Kızların zircirlere vuruldu!.” diye ağlamıştır..
Bu acı ağıdın Arapçası var idi ancak bulamadım.

Huzuruna getirilenler arasında Zeynelâbidîn aleyhisselâm’ın de bulunduğunu anlayan Kûfe Vâlisi Ubeydullah b. Ziyâd’ın onu öldürtmek istemesi üzerine yeğeninin üstüne kapanmış, bunun için önce kendisini öldürmesi gerektiğini söylemiş, böylece Vâlinin azmini kırmış ve Zeynelâbidîn aleyhisselâm’ı kurtarmıştır. (Taberî, III, 337).
Kûfe’de ve ardından götürüldüğü Dımaşk/Şam’daki benzer davranışları sebebiyle Zeyneb aleyhasselâm bazı kaynaklarda Hz. Peygamber aleyhisselâm’ın SOYUnu yok olmaktan koruyan kişi olarak da zikredilmektedir. (D’Souza, XVII/1 [1998], s. 45).

İbn Ziyâd denilen (veled-i zinâ) elindeki çubuğu Küfe’de, yerlere dökülmüş başlardan Hz. Hüseyin aleyhisselâm’ın dudakları arasına sokarak kaldırmak isteyince,
Zeyd İbn Erkam radiyallahu anhu.: “Kaldır o çubuğu, kendisinden başka İlâh olmayan Zât’a yemîn olsun, ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dudaklarını bu dudakların üzerinde onları öperken gördüm!.” der ve ağlar.
İbn Ziyâd ise.: “ALLAH gözlerini ağlatsın! yemîn olsun ki bunak bir ihtiyar olmasaydın kelleni uçururdum!” der.

Zâlim oğlu Zâlimin yanından ayrılan Zeyd İbn Erkâm radiyallahu anhu.: “Ey Arab Cemâati! bugünden sonra artık kölesiniz!. Hz. Fatıma oğlu Hüseyin aleyhisselâm’ı katlettiniz. Başınıza Mercâneyi (Ubeydullah İbn Zeyd) Emir yaptınız. O ise sizin hayırlılarınızı öldürecek, şerlilerinizi de köle yapacaktır!.” demiştir.
Ve Asırların ardından olanlara bir bakın!.

Bu hâinlik ve zulmün sonucu, o topraklarda İlâhî İntikamın ateşi ve dumanı hiç susmadı. Hâlen de öyle. Kıyâmete kadar da.. Şu günlerde ise iyice azdı azgınların ateşi! Kan gödeyi götürüyor o topraklarda.. ALLAH celle celâlihu ÜMMet-i MuhaMMed’e acısın ve yardım etsin... Âmin!.

Bu vahşi ve alçakça cinâyete kimse kılıf bulamamıştır. Ve bu Zâlim Emevî yarasının kanı hiç dinmemiştir, gönüllerimizde!.

Irak Ehlinden bir adam gelip Abdullah İbn. Ömer radiyallahu anhu’dan, “Elbisesinde öldürdüğü sivri sineğin kanının hükmü”nü sorunca ona.: “Şuna bakın, neden suâl etmekte! Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Oğlunu öldürdüler, sivri sineğin kanından süâl ediyorlar. Ben, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in.: “Hasan ve Hüseyin, dünyâdaki iki reyhanım (kokulu çiçeğim)!.” buyurduğunu işittim” demiştir.

Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî anlatıyor.: “Bir gün, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna girmiştim. Hasan ile Hüseyin, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in önünde oynuyorlardı. O da onları büyük bir muhabbetle seyrediyordu.
Dayanamayıp sordum.: “Ya Resulallah! Sen bunları çok mu seviyorsun?”
Resulullah, hayatım boyunca unutamadığım bir cevap verdi.: “Nasıl sevmem? Bunlar, benim Dünyada kokladığım iki REYHANımdır!.” buyurdu.

(Zehebî, Siyeru A’lâmü’n-Nübelâ, C 3, s. 3-4.)

Reyhan.: Yaprakları mor veya mor/yeşil ebruli olan, hoş kokusuyla ünlü bir bitkidir. Hatta birçok ülkede reyhan kelimesi “güzel kokulu” anlamına gelmektedir. Aynı zamanda şifâlı olan bu bitki,Ortadoğu’da ve Akdeniz’de tıbbî amaçlı da kullanılmıştır..

Hasan aleyhisselâm ile Hüseyin aleyhisselâm bir develeri olsun istiyorlardı. Bu isteklerini, dedeleri olan Peygambe
rimiz
e söylediler. Sevgili Peygamberimiz küçük torunlarının önüne çökerek onlara seslendi.: “Haydi binin! Bundan daha iyi deve mi olur?”
Çocuklar büyük bir sevinçle Dedelerinin sırtına bindiler. Artık deveyi unutmuşlardı…
Sevgili Peygamberimiz aleyhisselâm bir gün sevgili torunu Hasan aleyhisselâm’ı sırtına almış, hoplatıp severek gezdiriyordu.
Bunu gören bir sahabi gülümseyerek.: “Ey çocuk! Senin binitin ne güzeldir.” diye takıldı.
Peygamberimiz aleyhisselâm da ona cevâben “O ne güzel bir BİNİCİdir.” buyurdu.
Bu olay evde de çokça yaşanmıştı.
(İbn Asâkir, Târîh, C 4, s. 317.)

Bir defasında Hz. Hüseyin aleyhisselâm arkadaşları ile oynarken Peygamberimiz aleyhisselâm ona rast gelmiş, onu yanına çağırmış ancak o gelmemişti. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yakalamak istediyse de o, bir o tarafa bir bu tarafa kaçmıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ise gülerek onun peşinden koşmuş, onu yakalamış, sevip öpmüş ve.: “Hüseyin benden, ben de Hüseyin’denim. Hüseyin’i çok seviyorum, o benim torunumdur!.” buyurmuştur..
(İbn Mâce, Mukaddime, 11.)

KerBeLâ’da=>KÂR-ü-BeLâ’da, Cihânın en büyük cinâyeti hilâfet tahtı için işlenmişti, oysa;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Hilâfet Medine’de, saltanat (meliklik) ise Şam’dadır.” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu dan; Buhârî-Tarihinde; Hâkim, Müstedrek’inde ve İbn Asakir; Ebu Nuaym)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Benden sonra ümmetimde hilâfet 30 sene sûrecektir. Bundan sonra saltanat (melikler) devri gelecektir.” buyurmuştur.
(Sefine radıyallahu anhu dan; İmâmı Ahmed; Taylâsî; Nâim; Ebu Yâ’lâ; Begavî; İbn Hibbân; Tirmizî)

Azîz kardeşlerim, bu âciz Kardeşinize Yüce RABB’im celle celâluhu nâsib buyurdu da iki kere Bağdad-Kerbelâ üzerinden Ümre Haccına azmettik gittim çok şükürler olsun!.

O topraklarda ve Makamlarda ayak izi ve göz yaşı bıraktık, şükürler olsun. Anlatılması doğru olmayan güzellikler yaşadık!.

Rahmetli Hoca Amcam.: “Bir EHL-i BEYt görürsen gözünün içine bak çok güzeldir ve rengini seçemezsin, ışık saçar!.” demişti.
İlk seferde iki oğlum Alper Vahid ve Mustafa Alpay ve Fatma Hanımla idim.
Kâr-ü-Belâ karargâhından çıktım ki ileride bir köşede herkesten uzakta örtülere bürünmüş bir hatun elindeki küçük çıkını gösterip salladı. Ben ise anlayamadım, satıcı olduğunu sandım ve ilgilenmedim. Yola çıktık Ümre Haccı görevini yaptık, Ancak; hâl içinde hâl oldu ki tekrar Kerbelâya uğrayıp o şahsiyeti bulmam gerekti. Ancak otobüs şoförü ve içindekiler.: “Olmaz, kardeşim geç kaldık!. Zâten gelirken ziyâret oldu, bitti!.” diyorlardı.
İsrâr ettim. Neticede bana 10 dakika süre verildi. Dört bir yana koştum! Ancak, bulamadım.
“Umudum ve zamanım bitti!.” deyip dönerken önümde örtülere bürünmüş bir elde, aynı çıkın havada sallanıyordu. Çıkını aldım. Verdiğim parayı almadı. Önüne atarken sâdece gözlerini gördüm ki hârika ve ışık saçıyordu.. Gerçekten; Babası EHL-i BEYt olan genç bir hanımdı.. Çıkının içinde her kokudan konulmuş hârika bir kokteyl vardı ve ben başka çıkınlar da görmedim ortada...

İkinci Kâr-ü-Belâ kervanında ise, Lisede okuyan Kızım Ahsen’de var idi. Gök mavisi hac elbisesi ile Kâbe’yi beraber tavaf ederken her dönüşte yüz yaşından fazla tamamen çökmüş ve bir iplik çeksen kırk yaması dökülür bir Nineye yardım etmek istiyor, ben ise.: “Kendi hâline bırak kızım, o kendisi tavafını yapıyor!” diyordum.
Görevli Arablar ise ona çok hürmet ediyorlardı. Sonra; Ahsen, hacca beraber gittiğimiz insÂNlarla buluşma yerine gitti. Ben bir tavaf daha yapıp, merdiven başına vardığımda, o Ninecik, Ahsen’i kolları arasına almış Kâbe’ye karşı DUÂ ediyordu. Beni görünce “Ehlen sehlen ibnî(oğul)!.” dedi. Bende içimden.: EHL-i BEYt midir, gözüne bakayım..” derken.: ALLAH TeÂLÂ ve (eliyle gösterdiği) Kâbe üzerine yemîn edip EHL-i BEYt Kızı olduğunu” söyledi..

Biz, EHL-i BEYt aleyhumusselâm’ın feraset ve basîretini kitâblarda okumadık bizzât yaşadık.. Ayrılırken koluna girmek isteyince önce irkildi ve sonra.: “oğlum, oğlum!” diyerek sol koluna girmemi istedi. Birlikte Kâbetullah’a yürürken üç beş riyâl vermek istedim de.: “Haram, haram!” dedi. Ben ise.: “Sadaka değil ki oğlundan Annesine hediye!” deyince fakîrlere benim için vereceğini söyledi ve candan gönülden bir DUÂ daha buyurmuştu..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ResimFATIMATü’z- ZeHRâ aleyha’s- seLÂM

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem İLe HATİCEtü’L- KÜBRÂ aleyhasselâm’ın KEREMLi
GÜLü..


Azîz kardeşlerim;
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Meclisinde ve Evinde kimse için ayağa kalkmaz idi. İstisnâsı Fatıma aleyhasselâm Vâlidemiz olup; O girince kalkar, alnından öper ve kendi yerine oturturdu. Fatıma Vâlidemiz elini öperken aynı anda (sağ eller birleşik iken) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’de Fatime Annemizin elini öperdi ki bunun tasavvufî adı =>“Nâz-Niyâz”dır.
Bâzen de, alnından öperdi ki sünnet olan budur.
Ben de çok yakınım olan kızımı, gelinimi, kızkadeşimi alnından öperim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu ilgisine sebeb; Fatıma Vâlidemiz; kıyâmete kadar Bedenen-Nefsen-Kalben-Rûhen ve diğer Letâifleriyle birlikte saf, arı ve korunmuş MuhaMMedî Zinciri, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bağlayan ilk halka olmasıdır.
Seyyîdlik ve Şerîflik Sebebi =>Fatımatü’z-Zehrâ Vâlidemizdir.
İmâm-ı Alî kerremullahi veche ise TEVHİDin TAMAMLAyıcısıdır.

Kâinâtta; Mübârek NesLin =>ANNEsiyle anıldığı bir Meryem aleyhasselâm ve İsâ (Meryem’in oğlu) aleyhisselâm vardır,
Bir de Fatimatu’z-Zehrâ Vâlidemiz =>(Fatıma’nın oğulları) HaLifetu’r-Rasûl Hasan aleyhisselâm ile İmâmü’r-Rasûl Hüseyin aleyhisselâmdır.

Dikkat buyurunuz ki biz; Meliklerin, Padışahların, Kralların Devlet Politikası Hırsı ve Emeliyle oluşturduğu ve devâm ettirdiği Hilâfet ve İmâmetten bahsetmiyoruz.
Toprak, Ateş, Su, Hava gibi, o gün de, bugün de ve yarın da var olacak MuhaMMedî Sistemîn Zâhir ve Bâtınından anlatıyoruz. Devletlerin kurduğu Hilâfetler, İmâmlıklar ve Tarikatlar ne acıdır ki onların oyuncağı olmakla kalmayıp güzelim İSLÂM DÎNimizi de oyuncak ettirdiler..

Söyleyecek çok söz var ama, insaf ve vicdân sâhibi yok!. Bilemiyorum, ne demeli!.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Fatıma benden bir parçadır, onu öfkelendiren beni öfkelendirmiş olur!” buyurmuştur.
(Buhârî)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Fatıma, benim bir parçamdır. Onu sıkan beni de sıkar, onu ferah tutan beni de ferah tutar. Şüphesiz ki Kıyâmet Günü; benim nesebim, sebebim ve sıhrımdan başka nesebler kesilecektir.” buyurmuştur.
(El Mesur radiyallahu anhu dan; İmâm Ahmed Müsned’inde; Tabâranî-Kebirinde; Hâkim-Müstedrek’inde; Beyhakî- Sünen’inde)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Kıyâmet Günü olunca, bir münâdi şöyle seslenecek.: “Ey Mahşer Halkı gözlerinizi kapayın, Fatıma Bintü MuhaMMed aleyhisselâm geçecek!.” buyurmuştur.
(Kütüb-i sitte şerhi 13/44)

Aişe radiyallahu anha anlatıyor.: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, üzerinde siyah nakışlı bir kumaş olduğu hâlde sabahleyin (evinden) çıktı. O sırada Hasan geldi, onu örtünün altına soktu. Sonra Hüseyin geldi, onu da soktu. Sonra Fatıma geldi onu da soktu. Sonra Alî geldi onu da örtünün altına soktu ve sonra da.: “Ey EHL-i BEYt! ALLAH günâhlarınızı (KuLLuk kirinizi) giderip sizi tertemiz yapmak istiyor!” âyetini okudu. (Ahzâb 33/33) buyurmuştur. (Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe 6/(2424)

“Ey EhL-i Beyt! (Peygamberin ev halkı) ! ALLAH sizden, sadece günâhı (kiri) gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”

وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
“Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberruce’l- câhiliyyeti’l- ûlâ ve ekımne’s- salâte ve âtîne’z- zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh (resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumu’r- ricse ehle’l- beyti ve yutahhirekum tathîrâ (tathîran).: Ve evlerinizde karar kılın (oturun). Evvelki câhiliyye zamanındaki gibi (ziynetlerinizi) açmayın. Namazı ikâme edin ve zekâtı verin. ALLAH ve O'nun RESÛLÜ’ne itaat edin. Ey EHL-i BEYt! ALLAH sâdece sizden günahları gidermek ve sizi tertemiz temizlemek istiyor.” (Ahzâb 33/33)

Cemî’ İbn Umeyr et Teymi anlatıyor.: “Halamla birlikte Hz. Aişe radiyallahu anha’nın yanına gittim. Hz Aişe radiyallahu anha’ya.: “Hangi kadın Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e daha SEVgili idi?” dedim. “Fatıma” dedi. “Ya erkeklerden?” dedim. “Fatıma’nın Kocası! Zirâ bildiğim kadarıyla (Alî kerramullahi veche) çok oruç tutar. Çok namaz kılardı!.” dedi.
(Tirmizî, Menâkıb-3873)

Ûmmi Seleme radiyallahu anha anlatıyor.: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Fetih Senesinde Fatıma’yı çağırarak hususî (sır) konuştular. Fatıma ağladı. Sonra tekrar hususî konuştular. Fatıma bu sefer güldü. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefât edince, Fatıma’dan o ağlama ve gülme hususunda sordum.
Dedi ki.: “Önce Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bana öleceğini haber verdi, ben de ağladım. İkinci konuşmamızda benim İmran Kızı Meryem hâriç diğer kadınların CeNNette Efendisi olacağımı müjdeledi, bunun üzerine güldüm.”
(Tirmizî, Menâkıb 3872)

Bu hususta en kavi delil ise şu hadis-i şeriftir.: Fâtıma, Meryem hariç Cihân Kadınlarının Efendisidir.”

Fâtıma bint MuhaMMed’in =>Miladî 605’te Peygamberimiz aleyhisselâm otuz beş yaşında iken yani Kureyşlilerin Kâbe’yi tâmir ettiği yıl doğduğu haber verilmektedir.
(İbn Sa‘d, Tabakât, VIII, 19; Fâtıma aleyhasselâm’ın ne zaman doğduğu konusunda ihtilaf edilmiştir. Onun nübüvvetten bir veya iki yıl sonra doğduğu da iddia edilmiştir. (İbn Abdülber, İstiâb, s. 925); Zehebî, Siyer, II, 119; İbn Hâcer, İsâbe, VIII, 423; M. Yaşar Kandemir, “Fâtıma”, DİA, XII; 219)

Onun, beyaz, parlak ve aydınlık yüzlü kadın anlamında “Zehrâ” lâkabı ile iffetli ve namuslu kadın manasında “Betûl” lâkabıyla anıldığı bildirilmiştir.
(Ahmed b. Abdullah b. İshak İsfahani Ebû Nuaym İsfahani, Hilyetü'l-Evliya ve Tabakatü'l-Asfiya, Kâhire, Matbaatü's-Saade, 1974, II, 39; M. Yaşar Kandemir, “Fâtıma”, DİA, XII; 219.)

Hadîs kaynaklarında Peygamberimiz aleyhisselâm’in vefât edeceğine yakın kızı Fâtıma aleyhasselâm’ı yanına çağırdığı, Fâtıma aleyhasselâm’ın önce ağladığı ancak daha sonra gülerek oradan çıktığı haber verilmektedir. Kendisine sorulduğunda, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’ın Cebrâil aleyhisselâm’ın her sene Ramazan ayında Kur’ÂN’ı arz etmek için bir kere gelirken bu sene iki kere geldiğini ve bu sebeple O, vefâtının yaklaştığını hissettiğini Kızı Fâtıma aleyhasselâm’a haber vermektedir Fâtıma aleyhasselâm bu haber üzerine ağlamaktadır. Onun, gülme sebebini ise şöyle açıklamaktadır.: “Vefâtından sonra Âile Efradından kendisine kavuşacak ilk kişinin benim olacağımı bildirdi ve İmran kızı Meryem hariç, diğer kadınların Cennette Efendisi olacağımı müjdeledi, bunun üzerine güldüm.”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 80) Şuayb Arnavut, hadîs için sahih li gayrihi derken isnadın zayıf olduğunu belirtmektedir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 80); Buhârî, “Fezâilü Ashâbi’n-Nebî” 12, “Menâkıb” 22; “İsti’zan” 43, Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe” 97-99; Tirmızî, “Menâkıb” 61. Tirmizî’den bu konuda iki farklı rivâyet gelmektedir, birinin hasen sahih diğerinin hasen garib olduğunu bildirir. (Tirmizî, Sünen, III, 70) demektedir. Bu noktada Hz. Âişe’nin, Fâtıma aleyhasselâm’ın Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile ne konuştuklarını öğrenmek istediğinde ilk olarak sırrını söylememekte fakat Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefâtından sonra anlattığını nakletmektedir. (Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe” 99)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Kızının yanı sıra Hz. Ali ve iki Torununu örtüsü altına alarak.: “ALLAH’ım onlar benim Ehl-i Beyt’imdir. Onlardan kötü ve necis olanı gider, onları tertemiz kıl!.” buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXIV, 118. Muhakkik Şuayb el-Arnaut râviler sîka olmasına rağmen, Şehr b. Havşeb’in zayıflığı sebebiyle isnadı zayıf bulmaktadır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXIV,118); Tirmizî “Tefsîru’l-Kur’ÂN”, 34; “Menâkıb”,61 Tirmizî ilk rivâyeti de garib, diğerini hasen sahih olarak nitelendirir. (Tirmizî, Sünen, III, 62) Hâkim, Müstedrek, III, 176. Hadîsin isnadı Sahihayn şartlarına göre sahih olmakla birlikte, Zehebî sahih görmemektedir. (Hâkim, Müstedrek, III, 176).

O sırada bu durumun Ümmü Seleme’nin Hânesinde olduğu da hadîste belirtilmektedir.

Yine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Fâtıma aleyhasselâm, Ali kerremallahu vechehu ve Çocuklarına DUÂ ederek.: “Onlar, benim EHLimdir.” buyurmuştur.
(Müslim, “Fezâil” 32. hadîsi, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in, Fâtıma aleyhasselâm ve Âilesini altı ay boyunca sabah namazına kaldırmak üzere evine gitmesi ve.: “Ehl-i Beyt” diye seslenmesi de aynı bağlamda yorumlanabilir.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned,, III, 259. Muhakkik hadîsin ravilerden Ali b. Zeyd’in zayıf olması sebebiyle isnadını zayıf kabul eder. (Ahmed b. Hanbel, Müsned,, III, 259); Tirmizî, “Tefsîru’l-Kur’ÂN” 34; Tirmizî bu rivâyeti sadece Hammad b. Seleme’den geldiğini ifâde ederek, hasen garib derken, eserin muhakkiki Elbânîî isnad için zayıf demektedir. Tirmizî bu hadîsin ayrıca Ebû'l-Hamra, Ma'kıl b. Yesâr ve Ümmü Seleme'den rivâyet edildiğini söylemektedir. (Tirmizî, Sünen, thk. Elbânî, s.724)


Başka bir rivâyette;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Cennete ilk girecek olan BEN, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin, onlardan sonra SEVenlerimizdir.” buyurmuştur.
(Hâkim, Müstedrek, III, 178. Hâkim, isnadının sahih olduğunu kaydetmesine rağmen eseri telhis eden Zehebî, üç râvisinin zayıf, hadîsin de münker olduğunu haber vermektedir. (Hâkim, Müstedrek III, 178)

Benzer şekilde,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’a hamd olsun, Fâtıma ateşten kurtulmuştur.” buyurmuştur.
(Ahmed b Hanbel, Müsned, XXXVII, 84. Muhakkik Şuayb Arnavut, isnadda yer alan râvilerin sika, hadîsin de sahih olduğunu kaydetmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXVII, 84), Hâkim, Müstedrek, III, 178- 179. Hâkim bu hadîsin Sahihayn şartlarına göre sahih olduğunu bildirmekte Zehebi görüş bildirmemektedir. (Hâkim, Müstedrek, IIII, 178-179)

Bu rivâyette de onun CeNNetle müjdelendiğine dair apaçık bir örnektir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Fâtıma Ben’den bir parçadır” buyurmuştur.
(Buhârî, “Fezâilü Ashâbi’n-Nebî” 12, 16, 29; Müslim, “Fezâilü’s-Sahâbe” 93; Ebû Dâvud, “Nikah”; Tirmizî, “Menâkıb” 61; Hâkim, Müstedrek, III, 188.)

Fatımatü’z-Zehrâ Vâlidemizden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in NESLi devâm etmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den önce vefât eden Kızı Rukiye radiyallahu anha’nın oğlu Abdullah ile Zeyneb radiyallahu anha’nun oğlu Alî çoçukken ölmüşler, Ümmü Kûlsüm radiyallahu anha ise doğum yapmamıştır.

Fatımatü’z-Zehrâ Vâlidemiz; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ilk zevcesi olan Hz. Hadîce Vâlidemizden doğan dört kızının en küçüğüdür. Hicretten 18 yıl önce miladî 605’te Mekke’de doğmuş ve hicretten 11 yıl sonra m. 632’de HAKk celle celâlihu’ya yürümüştür. 18 yaşında evlenmiştir. Hasan, Hüseyin, Ümmükülsüm ve Zeyneb aleyhumusselâm’ın Anneleri olan Vâlidemizin kabri CeNNetü’l - Bâki’nin girişindedir. Hepsine salât-ü- selâm olsun!.

Fatıma aleyhasselâm Vâlidemiz hayâ timsâli olup vasiyeti üzere; Esmâ binti Ümeys ile Hz Alî kerremullahi veche küçük bir çadır içinde yıkanmasında bulunmuş ve geceleyin görülmeden defnedilmiştir.
Bu inceliğe dikkat çeken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Kıyâmet Günü olunca, perde gerisinden bir münâdi şöyle seslenecek.: “Ey Mahşer Halkı gözlerinizi kapayın Fatıma binti MuhaMMed geçecek!” denileceğini buyurmuştur..
Namazını İmâm-ı Alî kerremullahi veche kıldırmış hicretin 11. yılı Ramazanın üçünde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den 6 ay sonra Hakka yürümüştür.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Âilesine, EHL-i BEYtine, Ashâbına ve Ümmetine selâm olsun!.

nOt.: Konumuzu kapatmadan Asil ve Vefâkâr Annemiz HATİCE binti Hüveylid ve Torunu ZEYNEB binti Ali aleykünnesselâm’dan da bahsedelim.:

HATİCE binti Hüveylid aleyhasselâm =>FATIMA binti MuhaMmed aleyhasselâm =>ZEYNEB binti Ali aleyhasselâm..



Resim

Yâ RASÛLULLAH sallallahualeyhi vesellem.

47. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : FATİMATÜZ- ZEHRÂ ANNEMİZ’in SALÂVÂTI

Resim


الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ رُحُهُ مِحْرَبُ الْاَرْوَاحِ وَ الْمَلاَئِكَةِ وَ ألْكَوْنِ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ هُوَ إمَامُ الْأَنْبِيَاءِ وَ الْ مُرْسَلِين
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ هُو إمَامُ أهلِ الْجَنَّةِ وَ إبَادِاللّهِ الْمُؤْمِنِين


TÜRKÇESİ.:
ALLAHümme salli alâ men ruhuhu mihrâbü'l- ervâhi ve'l- melâiketi ve'l- kevni,
ALLAHümme salli alâ men hüve imâmü
'l- enbiyâi ve'l- mürselin,
ALLAHümme salli alâ men hüve imâmü ehli'l- cenneti ve ibâdillahi'l- 'minin...


MÂNÂSI:
ALLAHım!. Rûhu, kâinâtın, meleklerin ve ruhların Mihrâbı olan O yüce Zâta (sav) salât ü selâm et!.
ALLAHım!. Katından gönderilenlerin ve peygamberlerin İmâmı olan O yüce Zâta (sav) salât ü selâm et!
ALLAHım!. Cennet ehlinin ve ALLAHın mümin kullarının İmamı olan O yüce Zâta (sav) salât ü selâm et!.


7 LETÂİFimizin SALLini-İSÂLini-SILÂsını-ULAŞımını SAĞLa!.


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!.

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

HATİCEtü’L- KÜBRÂ aleyhasselâm..

A-) HATİCE aleyhasselâm.:
Bu bölümde HATİCE aleyhasselâm’ın hayatından bahsedilirken Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den önceki dönemi ile Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile evliliği sonrası dönemi ayrı ayrı ele alınacaktır.:

1-) RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’den ÖNCEKİ HAYATI.:

HATİCE bint Hüveylid aleyhasselâm, miladî 556 yılında Mekke'de doğmuştur. (M. Yaşar Kandemir, “Hatice”, DİA, XVI, 465.)

Babası Kureyş’in Esedoğulları kabilesinden Huveylid, annesi ise yine Kureyş’e mensub Âmiroğulları’ndan Fâtımâ bint Zaide b. Cündeb’dir. (Ebû Abdullah Muhammed b. İshak b. Yesâr İbn İshak, Sîretü İbn İshak, thk. Muhammed Hamidullah, 2. bs., Konya, Hayra Hizmet Vakfı, 1981, s.60; Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî, İsâbe fî temyizi's-sahâbe, thk. Adil Ahmed Abdülmevcud, Ali Muhammed Muavvaz, Beyrut, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, 1995, VIII, 60; M. Yaşar Kandemir, “Hatice”, DİA, XVI, 465.

Soyu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile Kusay’da birleşmektedir. (İbn Sa‘d, Tabakat, VIII, 16; M. Yaşar Kandemir, “Hatice”, DİA, XVI, 465.)

Peygamber aleyhisselâm’a Hanımları arasında neseb açısından en yakın olanı odur. (Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ b. Câbir Belazûrî, Ensâbü'l-eşraf, thk. Riyad Zirikli, Süheyl Zekkar, Beyrut, Dârü'l-Fikr, 1996, II,23.)

HATİCE aleyhasselâm, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den önce Ebû Hâle b. Zürâre, onun ölümünden sonra ise Atik (Uteyyik) b. A’iz (Abid) (Bazı kaynaklara göre ismi Uteyyık b. Abîd şeklinde geçmektedir. (İbn İshak, Sîret, s.229; VII, 79- 80; Muhammed Hamîdullah, İslam Peygamberi aleyhisselâm, çev. Salih Tuğ, İstanbul, İrfan Yay., 1980, I, 65).
ile evlenmiştir. (Evlilikleri sırasının tam tersi şekilde gerçekleştiği iddiası vardır. (Ebû Muhammed Cemaleddin Abdülmelik İbn Hişam, es-Siretü'n-nebeviyye: Siretu İbn Hişam, thk. Muhammed Ali Kutub, Muhammed Delibalta, Beyrut, el-Mektebetü'l-Asriyye, 1992, I, 134; Ebû Ömer Cemaleddin Yusuf b. Abdullah b. Muhammed Kurtubî İbn Abdülber Nemerî, İstiâb fî Mâ’rifeti’l-Ashab, Beyrut, Dârü’l-Kütüb, 1995, s. 271)
İlk kocasından Hind (İlk çocuklarından Hind b. Ebû Hâle’nin Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile evlendikten sonra da onlarla yaşadığı ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şemailine dair çoğu bilginin ondan alındığı bildirilmektedir. (Hüseyin Algül, “Hind b. Ebî Hâle”, DİA, XVIII, 64)
isminde bir oğlu ve Hâle isminde bir kızı, ikincisinden Hind isminde bir kız evladı bulunmaktadır. (İbn İshak, Sîret, 229; İbn Hişam, Sîret, I, 187; İbn Hâcer, İsâbe, VIII, 60. Ayrıca bkz. M. Yaşar Kandemir, “Hatice”, DİA, XVI, 465.)
O, oğluna nisbetle “Ümmü Hind” lâkabı ile anılmıştır. (İbn Sa‘d, Tabakat, VIII, 16., VIII, 14; İbn Abdülber, İstiâb, s. 1817.)
İkinci kocasının vefâtından sonra Mekke’nin ileri gelenleri evlenme teklifinde bulundularsa da o kabul etmemiştir. (Taberî, Târîh, II, 368; İbn Hâcer, İsâbe, VII, 83. Ayrıca bkz. Zekâi Konrapa, Peygamber aleyhisselâmimiz İslam Dini ve Aşere-i Mübeşşere, İstanbul, Kitabevi, 2005, s. 57.)

HATİCE aleyhasselâm, ticâretle meşgul olup geçimini oradan sağladığı için ona “tâcire(İbn Sa‘d, Tabakat, VIII, 15; Ziya Kazıcı, Hz. Muhammed’in Aile Hayatı ve Eşleri, İstanbul, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı (İFAV), 1997, s. 85.)
lâkabı verilmiştir. O, malını çalıştırmak için kişilerle anlaşarak onlarla kâr ortaklığı yapar (Müdârebe, sermaye ve emek ortaklığı anlamına gelmektedir. İbn Hişam, es-Siretü'n-nebeviyye, I, 242. Ayrıca bkz. İsmail Karagöz, vd., Dini Kavramlar Sözlüğü, s. 456.)
ve muhtelif yerlere kervanlar gönderirdi. (İbn Abdülber, İstiâb, VIII, 16.)

Hatta Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i yakından tanıması da bu vesile ile olmuştur. Tavsiyeler üzerine, Hz. MuhaMMed’i Suriye/Şam’a ticâret için göndermiştir. Yolculuk sırasında gerçekleşen mucizevî olayların yanında (Bulutların Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i takib ederek gölgelik etmesi ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in zeytin ağacının altına indiğinde, o ağacın altında sadece Peygamber aleyhisselâm olanların oturduğunun rahib tarafından bildirilmesi dikkatleri çekmiştir. (İbn Sa‘d, Tabakat, VIII, 16; İbn Hacer, İsâbe, VII, 82.)
O’nun ticâret becerisi, dürüstlüğü, güvenirliliği, bolluk ve bereketi HATİCE aleyhasselâm’a anlatılmış ve bu durum onun oldukça dikkatini çekmiştir. (Belazûrî, Ensab, I, 97, Ayrıca bkz. Casim Avcı, Muhammedü’l-Emin Hz. Muhammed’in Peygamber aleyhisselâmlik Öncesi Hayatı, İstanbul, Hayy kitap, 2008, s.114-115)

2-) RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem ile EvLiLiği ve SONRASI.:

HATİCE aleyhasselâm’ın kölesi Meysere, ticâret yapmak üzere onun kervanlarını götüren ve yüksek bir kârla geri dönen Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i övgüyle anlatmıştır. Bir süredir O’nu gözlemleyen ve O’na evlenme teklifinde bulunmak isteyen HATİCE aleyhasselâm’a, Nefise (Nüfeyse) bint Ümeyye aracı olmuş ve bu teklifi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e ulaştırmıştır. (İbn İshak, Sîret, 113; İbn Hacer, İsâbe, VIII, 60; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamber aleyhisselâmi, İstanbul, İrfan Yay., 1980, çev. Salih Tuğ, I, 67.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kabul etmesi ile birlikte bi‘setten yirmi beş sene önce evlenmişlerdir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in amcası Ebû Talib (ö. 619) ve HATİCE aleyhasselâm’ın amcası Amr b. Esed bu nikahta velileri olarak hazır bulunmuşlardır. (Zehebî, Siyer, III, 412; İbn Hacer, a.g.e, VIII, 60. Bkz. M. Yaşar Kandemir, “Hatice”, DİA, XVI, 466.)

HATİCE aleyhasselâm’ın, Nebî ile evlendiği zaman bazı iddialara göre yirmi sekiz yaşında olduğu bildirilse de (İbn Sa‘d ise, HATİCE aleyhasselâm’ın yirmi sekiz yaşında olma ihtimalini, bu evlilikten altı çocuğun dünyaya gelmiş olması dikkate alındığında daha isabetli göründüğünü belirtir. ( İbn Sa‘d, TabakatI, 132).
kırk yaşlarında olduğu daha yaygın bir kanaattir. (Zehebî Siyer, II, 109. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamber aleyhisselâmi, çev. Salih Tuğ, II, 730.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile evli kaldıkları yirmi beş yıllık sürede, İbrahim hariç bütün çocukları ondan olmuştur. İlk çocukları Kasım diye isimlendirilmiş ve küçük yaşta vefât etmiştir. Diğer çocukları sırasıyla Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma’dır. HATİCE aleyhasselâm’den en son doğan oğlu Abdullah ise, küçükken yaşamını yitirmiştir. (İbn Hacer, Fethü’l-bârî, VIII, 60 348 İbn Sa‘d, Tabakat, I, 132.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ilerleyen dönemlerde Hira Mağarasına çekilerek zamanını ibâdetle geçirmekteydi. HATİCE aleyhasselâm de O’na zaman zaman yemek götürerek, O’nun bu durumunu anlayışla karşılamaktaydı. Yine böyle bir gün Cebrâil’in kendisine geldiği, ilk âyetleri bildirdiği ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in büyük bir heyecan ile gelerek HATİCE aleyhasselâm’a sığındığı haber verilmektedir. (İbn Sa‘d, Tabakat, I, 132.)

Bilindiği üzere, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, HATİCE aleyhasselâm ile evli iken başka kimse ile nikahlanmamış, onun vefâtına kadar yalnız onunla evli kalmıştır.
Âlimler, bu durumun HATİCE aleyhasselâm’ın Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem nezdinde ne kadar kıymetli olduğunu ve onun faziletçe üstünlüğüne işâret ettiğini belirtirler. (İbn İshak, Sîret, 113; İbn Hâcer, İsâbe, VIII, 100.)
Onun vefâtı nübüvvetin onuncu yılına denk gelmektedir. (Altmış beş yaşında vefât etmiştir. (Ebü'l-Hasan İzzeddin Ali b. Muhammed b. Abdülkerim İbnü'lEsir, Üsdu’l-gabe fî ma’rifeti's-sahâbe, Beyrut, Dârü’l-Ma’rife, 1997, VII, 85; Zehebî, Siyer, II, 110))

Kaynaklara göre, HATİCE aleyhasselâm’ın bi‘setten önce “tâhire” diye çağrıldığı bildirilmektedir. (İbn Hişam, Sîret, I, 187; İbn Abdülber, İstiâb, s. 1817; İbnü’l-Esîr, Üsdu’l-gabe fî ma’rifeti's-sahâbe, VII, 78; Zehebî, Siyer, II, 110; İbn Hâcer, İsâbe., VIII, 60. M. Yaşar Kandemir, “Hatice”, DİA, XVI, 465.)
Hatta onu tarihe kazandıran en önemli özelliğinin bu saflığı ve temizliği olduğu da ileri sürülmektedir. (Serap Yavuz, Hatice aleyhasselâm, İstanbul, Beyan Yay., 1992, s. 28.)

Bunun yanında onun, Kureyş’te güçlü bir kadın olması, zekâsı ve ileri görüşlülüğü de nakledilen bilgiler arasındadır. (İbnü’l-Esîr, Bidâye, VII, 82; Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Yusuf b. Ali Kirmânî, elKevakibü’d-derârî fî şerhî Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut, Darü İhyai’t-Türasi’l-Arabî, I, 37.)

Ayrıca Peygamber aleyhisselâm Hanımlarının en büyüğü olan HATİCE aleyhasselâm’ın, “kübrâ” İsmiyle nitelenmesi de dikkat çekicidir. (M. Yaşar Kandemir, “Hatice”, DİA, XVI, 465.)

Ebu Hureyre radiyallahu anhu anlatıyor.: Cebrâil aleyhisselâm Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek.: “Yâ Rasûlullah” dedi. “İşte Hatice geliyor. Beraberinde bir kab var, içerisinde katık mevcûd. O yanınıza ulaştığı vakit, Ona RABB’inden selâm söyleyin ve onu gürültü ve yorgunluk bulunmayan CeNNette, içerisi oyulmuş inciden mâ’mul bir evle müjdeleyin..” buyurmuştur.
(Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr 20; Müslim Fezâilü’s- Sahabe 7 (2432)

Aişe radıyallahu anha anlatıyor.: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Hanımlarından hiçbirine Hz. Hatice’ye karşı duyduğum kıskançlığı hiç duymadım. Hâlbuki onu hiç görmüşlüğüm de yok. Ancak, Aleyhi’s-salâtü ve’s- selâm onun yâdını çok yapardı. Ne zaman bir koyun kesip parçalara ayırsa Hatice’nin dostlarına da gönderirdi. Bâzen Ona.: “Sanki dünyâda Hatice’den başka kadın yok!” derdim de bana.: “Onun gibi var mıydı, o şöyleydi, o böyleydi! Benim çocuklarım ondan oldu.” diye karşılık verirdi.
Aişe radiyallahu anha devâmla.: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hatice’den üç yıl sonra benimle evlendi.” buyurmuştur.
(Buhârî, Nikah 108; Müslim, Fezâilu’s- Sahabe 73 (2434); Tirmizî, Menâkıb 3885)

İmâm-ı Alî kerremullahi veche anlatıyor.: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Âhiretin en hayırlı kadını Meryem bintu İmrandır. (Dünyânın) en hayırlı kadını Hatice bintu Hüveylid’dir.” Râvi bunu söylerken eliyle semâya ve Arza işâret etti.”
(Buhârî, Menakibü’l-Ensar 20; Müslim Fezâilü’s- Sahâbe 69 (2430)

Hatice aleyhasselâm Vâlidemizin Dünyâdaki Fâzileti =>EHL-i BEYtin devâmı,
Meryem aleyhasselâm Vâlidemiz’in Âhiret Fâzileti ise =>İsâ aleyhisselâm ile Âhiret Mükâfâtıdır.
Hatice Vâlidemiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile 25 yıl birlikte yaşamış ve ilk imân eden olup dört yıl tek başına onun yanında Çile Ashâbı olmuştur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise O'nun üzerine hiç evlenmemiştir. Salât-ü-Selâm olsun!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

B. HATİCE aleyhasselâm’ı ÜSTÜN KILAN ÖZELLİKLERİ.:

1-) KENDİ KAZANIMLARI.:
HATİCE aleyhasselâm’ın kısaca bahsettiğimiz hayatı hakkında kaynaklara göz atıldığında, onun fazilet sayılacak özellikleri ortaya çıkmaktadır. Bunların bir kısmı kendi çabasıyla olduğu gibi, diğerleri de yine onun kişiliği sebebiyle Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in O’nun hakkında ifâdeleridir. O’nun Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e ilk imân eden oluşu ve yine O’na olan büyük desteği kaynaklarda ilk olarak yer edinmiştir. .

Bunun yanında, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in çocuklarının çoğunun O’ndan olması, HATİCE aleyhasselâm’ın vefâtına kadar Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in başka kimseyle evlenmeyişi de onu diğer Kadınlardan ayıran özellikler arasına dahil edilebilir. Üstelik vefât ettikten sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in onu hayırla yâd etmesi, yine Hz. Hatice’yi hanımlar arasında yüksek bir mevkîye taşımaktadır.

a.) RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’e İLK İMAN EDEN ve O’nu TASDİKLEYEN KİMSE OLMASI.:

Daha önceki bölümde faziletli kadının dindarlığı ve ALLAH’a itaat etmesi konusunun önemli olduğu ve bunun bir fazilet unsuru olduğu belirtilmişti. Ayrıca bir kadının, ALLAH’ın Elçisine inanması da söz konusu şahsın faziletini belirleyici özelliklerinden sayılmıştı. Çünkü kişinin Peygamber aleyhisselâm’e itaat etmesinin aslında ALLAH’a itaat etmesinden neşet ettiği bilinmekte, bu vesileyle Peygamber aleyhisselâm’e itaat etmesinin gerekliliği âyetlerde vurgulanmaktadır. (Âl-i İmrân 3/ 31-32; Nisâ 4/69)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e ilk vahiy gelip, büyük bir heyecana kapılarak eve döndüğünde, HATİCE aleyhasselâm’a yaşadıklarını anlatmış ve birkaç kez.: “Beni örtünüz!” şeklinde seslenmiştir. HATİCE aleyhasselâm de O’nun tedirgin ve heyecanlı durumunu teselli ve teskin etmeye çalışmıştır. Onun ifâdeleri hem tarihsel açıdan hem de vahyin ilk döneminde takındığı rol açısından dikkat çekicidir.
VALLAHi, ALLAH seni hiçbir zaman mahcup etmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, sözü doğru söylersin. Acizlerin elinden tutar, yoksulları kollarsın, misâfiri ağırlar, haksızlığa uğrayanın yardımına koşarsın.” demiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 117-118; Buhârî, “Bedü’l-Vahy” 3; Müslim, “Fezâilü’s-Sahâbe” 84; Belazûrî, Ensâb, I, 190-193. Bu rivâyetin Hz. Âişe’den gelen tarîki hakkında mürsel olduğu görüşü yaygındır. Çünkü Hz. Âişe’nin bu olayı yaş i’tibariyle, bilmediği ve hadîsi ya Resûlullah’tan ya da başka sahâbeden işittiği bildirilir. (Aynî, Umdetü’l-kârî, I, 88-89))

Onun Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ALLAH Katında getirdiklerini tereddütsüz tasdik ettiği bilinirken, bir taraftan da söylemleri ile Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yükünü hafifletmeye çalışmaktadır. (İbn Hâcer, İsâbe, VIII, 100.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e ilk vahyin gelişini anlatan rivâyetlerde HATİCE aleyhasselâm’ın, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte meşhur Haniflerden (Hanif, İslâm öncesi dönemde Hz. İbrâhim’in tebliğ ettiği dine tâbi olanlara verilen addır. (Şaban Kuzgun, “Hanif”, DİA, XVI, 33))
olduğu bilinen amcaoğlu Varaka b. Nevfel’e (ö. 610) durumu anlatmak üzere gittiği haber verilmektedir. Resûlullah’ın yaşadıklarını dinleyen Varaka b. Nevfel, Peygamberlere gelen Meleğin O’na geldiğini ve O’nun bu ümmetin Peygamber aleyhisselâm’i olacağını müjdelemiştir. (Buhârî, “Bedü’l-Vahy” 3; İbn İshak, Sîret, 113,114; İbn Hişam, Sîret, 304.)

Bu hadîsenin üzerine HATİCE aleyhasselâm’ın gönlü daha mutmâin şekilde ALLAH’a ve Peygamber’ine inanmayı sürdürmüştür.

Birçok âlime göre HATİCE aleyhasselâm, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Peygamberliğine ilk imân eden kişidir. (İbn Abdülber, İstiâb, s. 1819; İbnü’l-Esîr, Üsdu’l-gâbe; Zehebî, Siyer, II, 111; İbn Hâcer, el-İsâbe, VIII, 99.)

Hatta bu vesileyle HATİCE aleyhasselâm’ın, kendisinden sonra İslâm’a giren ve ALLAH’a hamd eden kadınlar için bir çığır açtığı söylenmiştir. (Zehebî, Siyer, II ,112; İbn Hâcer, İsâbe, VIII, 99.)
Dolayısıyla onun kadınlara öncü ve örnek olmasını, bi‘set öncesi ve sonrasında olanları tasdik etmesi ve imân etmesine bağlamak mümkündür. (İbn Hâcer, İsâbe, VIII,102.)

Dikkat edilirse HATİCE aleyhasselâm’ın ilk inanan olması onu, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ve müslümanların gerçek yardımcısı yapmış ve bu sebeple Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in O’nun yanında huzura kavuştuğu kaynaklarda zikredilmiştir. (İbn İshak, Sîret., 113; İbn Hişam, Sîret, I, 257, II 57; İbn Hâcer, İsâbe,., VIII, 100.)
Nitekim İbn Abdülber’in kaydettiği Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile HATİCE aleyhasselâm arasında geçen şu diyolag O’nun Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanındaki önemini göstermektedir.:
“Müddessir Sûresi’nin “Ey örtüsüne bürünen!” meâlindeki Müddessir Sûresi 1. âyetindeki ifâdeyi âlimler, ilk vahiy geldiğinde heyecan ve tedirginliği sebebiyle âilesine “Beni örtünüz!” Nidâsında bulunması sebebi ile olduğunu belirtir. (Buhârî, “Tefsir” 74). ilk âyetleri indiği zaman Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem O’na.: “Şimdi bana kim inanır?” diye sorar, HATİCE aleyhasselâm buna.: “Kimse inanmazsa ben inanırım.” (İbn Abdülber, İstiâb, s. 274.) şeklinde bir cevap vermektedir. Bu diyalog bir yandan HATİCE aleyhasselâm’ın imânının büyüklüğünü ortaya koyarken diğer yandan onun Resûlullah Nezdindeki konumunu göstermektedir. Ayrıca onun, Nebî ile birlikte abdest alıp gizlice namaz kıldığı bilgisi de ilk ibâdet tecrübelerinin birlikte yaşandığına da işâret etmektedir. (İbn Hişam, Sîret, I, 314. İbn Sa‘d, TabakatVIII, 15; İbnü’l-Esîr, Üsdu’l-gâbe, VII, 78; Zehebî, Siyer, II,115.)

Netice i’tibariyle kadınlar arasında HATİCE aleyhasselâm, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e ilk inanan ve bunu aksettiren kimsedir. İşte o, bu imânı ile ümmetin tüm kadınlarının önüne geçmiş (İbn Hâcer, Fethü’l-bârî, VIII, 525.)
ve onun kendisinden sonraki kadınların imân etmelerine öncü olduğu varsayılmıştır. Hatta âlimlerin görüşüne göre, tüm imân eden kadınların ecirlerinden HATİCE aleyhasselâm de pay sahibi olabilecektir. (İbn Hâcer, Fethü’l-bârî, VIII, 525.)

b.) İsLâmiyetin İLk YıLLarında RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’e MADDÎ ve MANEVÎ DESTEĞİ.:

HATİCE aleyhasselâm’ın Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile evlenmeden önce zengin dul bir hanım olduğu mâlumdur. Kaynaklar, onun İslâm’dan önceki yıllarda Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i malıyla desteklediği bildirilmiştir. (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamber aleyhisselâm’i, çev. Sâlih Tuğ, I, 169.)
Kureyş kadınlarının bazı ifâdeleri HATİCE aleyhasselâm’ın yardımlarını ortaya koymaktaydı. O kadınlar, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem uzlete çekildiği zaman, HATİCE aleyhasselâm’a hitaben.: “Sen MuhaMMed’in uğruna nice fedakarlıklara kalkıştın, pek çok mal sarf ettin o şimdi seni terk edip gidiyor!.” diyerek bunu vurgulamak istemişlerdir. (Devamında HATİCE aleyhasselâm, “Sizin düşündüğünüz şeyler benim hatırıma bile gelmez, hatırımda olan şeyler ise yakında ortaya çıkmalı.” demiştir. (İbn Kesîr, Bidâye, III, 5; Ziya Kazıcı, Hz. Muhammed’in Aile Hayatı ve Eşleri, s.103).

HATİCE aleyhasselâm, Nübüvvet sonrasında, aynı şekilde RESÛLULLAH’a maddî ve manevî yardımını esirgememiş, O’nu yalnız bırakmamış, sâhib olduğu bütün mal ve mülkünü İslâm uğruna harcamıştır. Nitekim.: “Seni yoksul iken bulup da zengin yapmadı mı?” (Duhâ 93/8)
âyetini yorumlayan müfessirler, HATİCE aleyhasselâm’ın evlendikten sonra bütün servetini O’na hibe etmesiyle ALLAH’ın O’nu zengin kıldığını ifâde etmişlerdir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, IX, 281; Ziya Kazıcı, Hz. Muhammed’in Aile Hayatı ve Eşleri,100.)

Aynı şekilde hadîs kaynaklarına bakıldığında.: “Herkesin her şeyi benden esirgediği bir zamanda, o beni malına ortak etti.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 117-118.) ifâdeleri onun maddî desteğini apaçık bir şekilde ortaya koymaktadır. Onun, özellikle boykot döneminde tüm servetini Müslümanlar için harcadığı kaynaklarda zikredilmiştir. (İbn Sa‘d, Tabakât, VIII, 15; İbn Hâcer, İsâbe, VIII, 99.)
Dolayısıyla HATİCE aleyhasselâm’ın vefâtına kadar Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i her konuda maddî olarak desteklediği görülmektedir. Bu noktada onun yalnız Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i değil ihtiyaç sahibi başka kimseleri de gözettiği ileri sürülebilir. Nitekim bir keresinde Resûlullah’ın Süt Annesi Halime evlerine ziyârete geldiğinde, HATİCE aleyhasselâm’ın onu güzelce karşılayıp ikramlarda bulunduktan sonra memleketinde kıtlık olduğunu öğrenince ona koyun ve bir deve hediye ettiği kaynaklarda haber verilmektedir. (Belazurî, Ensâb, I, 104; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamber aleyhisselâm’i, Salih Tuğ, I, 65. Daha sonraki zamanlarda da deve ve koyun hediye ettiği bildirilir. (İbn Sa‘d,Tabakât, I, 71))

HATİCE aleyhasselâm Resûlullah’a sadece maddî yardımda bulunmamış, ona manevî anlamda da her konuda dayanak olmuştur. Örneğin daha önce de belirttiğimiz gibi, vahyin ilk yıllarında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ümitsizliğini HATİCE aleyhasselâm bertaraf etmeye çalışmış ve onu destekleyen (Buhârî, “Bed’ül-Vahy” 21-26) bir eş olarak güven ve itimadını ortaya koymuştur. Onun, ilk vahiy geldiğinde.: “Ey Amcam oğlu! Müjdeler olsun, Hatice’nin nefsi Kudret Elinde olana yemin ederim ki, sen bu ümmetin Peygamber aleyhisselâm’isin!” (İbn Hişam, Sîret, I, 173.) sözleriyle tasdiklediği nakledilmektedir.

Öte yandan HATİCE aleyhasselâm’ın insanların İslâm’a girmesi için bizzat çalıştığı ileri sürülmüştür. Nitekim, Muhammed Hamidullah (v 2002), HATİCE aleyhasselâm’ın Hıristiyan Addas’ın (Ninevâ Şehri halkından bir Hıristiyan olan Addâs, Mekkeli müşriklerin ileri gelenlerinden Şeybe b. Rebîa’nın veya kardeşi Utbe b. Rebîa’nın kölesiydi. HATİCE aleyhasselâm, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ilk vahye muhatap olmasıyla ilgili olayları Varaka b. Nevfel ile o zamanlar Mekke’de bulunan Addâs’a anlatmış ve her ikisi de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e gelen meleğin Cebrâil olduğunu söyleyerek Hatice’yi teselli etmişlerdi. (Ahmet Önkal, “Addas”, DİA, I, 355-356))
İslâm’ı kabulünde ikna çabaları olduğunu ifâde etmektedir. Üstelik onun, evindeki kadın ve erkek tüm kölelerin İslâm’a girmesine de öncülük etmiş olması doğaldır. (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, I, 180-81.)

c.) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in İLK HANIMI ve ÇOCUKLARININ ANNESİ OLMASI.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in , çok evliliğin yaygın olduğu Mekke toplumunda ilk eşi HATİCE aleyhasselâm hayatta iken başka bir kadınla evlenmediği malumdur. (Müslim, “Fezâilü’s-Sahâbe” 77.)

O, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in tek evliliği değil ama yirmi beş yıl boyunca TEK EŞİ olmuştur.

ALLAH’ın HATİCE aleyhasselâm vesilesiyle Resûlullah’ı çocuklarla rızıklandırması onun faziletinin ayrı bir veçhesini oluşturur. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bu vesileyle onu daha çok sevdiği ve bu durumun Hz. Âişe’nin dikkatini çektiği görülmektedir. Hatta Hz. Âişe bunu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’ne söylemiş, ama O HATİCE aleyhasselâm için.: “Başkalarından çocuğum olmadığı halde Cenâb-ı HAKk, ondan bana çocuk verdi.” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXXII, 112.) Muhakkike göre, rivâyetin isnadı Müslim’in şartlarına göre sahihtir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned,., XXXXII, 112); Buhârî, “Menâkıbu’l-Ensar” 19-20, “Nikah” 108, “Edeb” 73; Müslim, “Fezâilu’s-Sahâbe” 73-74,77-78; Tirmizî, “Menâkıb” 70; “Birr” 70.)

Başka bir deyişle Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem O’na olan muhabbetini izhâr ederken, bunun sebeplerinden biri olarak da Çocuklarının Annesi olmasını göstermiştir. Bilindiği üzere Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in HATİCE aleyhasselâm’den, KÂSIM (çocukken vefât etti), ZEYNEB (ö. 8/629), RUKİYYE (ö. 2/624), ÜMMÜ GÜLSÜM (ö. 9/630), FÂTIMA (ö. 11/632) isimlerinde çocukları olmuş ve bunların tamamı Risâletten önce doğmuşlardır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Nübüvvet sonrası HATİCE aleyhasselâm’den doğan tek çocuğu Abdullah olup, kendisine “Tayyip” ve “Tâhir” lâkabları verilmiştir. O, küçük yaşta vefât etmiştir. (İbn Sa‘d, Tabakât, I,133; İbn Abdülber, İstiâb, s. 150.)

Netice i’tibariyle Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in toplam yedi evladından altısı HATİCE aleyhasselâm’den doğduğu beyan edilmiş ve Resûlullah’ın soyu kızı FÂTIMA aleyhasselâm üzerinden devam etmiştir. Görüldüğü kadarıyla Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, HATİCE aleyhasselâm’den çocukları olmasından son derece memnun olmuştur ki, bu durumu ilk eşini övmek için bir vesile olarak kullanmıştır.

Bütün bu özelliklerinin dışında HATİCE aleyhasselâm’ın cömertliği (O mazlumların koruyarak kol kanat germiştir. Bir keresinde hiç tereddüt etmeden, Hz. Zeyd’in köle iken satın alarak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e hediye etmiş Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem onu azâd etmiştir. (İbn İshak, Sîret, I, 202; İbn Sa‘d, TabakatVIII, 16; Zehebî, Siyer, II, 110) ve “Sıddîka” (Ebû Abdullah Muhammed b. Abdülbaki b. Yusuf Zürkani, Şerhü'l-Mevahibi'l-ledüniyye, Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1996, I,144.) lâkabının verilmesi gibi hususlar onu üstün kılan vasıfları arasında sayılabilir.

2. ALLAH’ın LÜTFETTİĞİ ÖZELLİKLERİ.:

HATİCE aleyhasselâm’ın faziletine kendi kişisel özelliklerinin yanında ALLAH tarafından bahşedilmiş özellikleri de sebep olmaktadır. Hadîs kaynaklarında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in O’na olan SEVgisi, HATİCE aleyhasselâm’ın ümmetin en hayırlı kadını olduğunun buyurulması, Cebrâil tarafından ALLAH’ın selâmının getirilmesi ve cennette ev/köşk ile müjdelenmesi ALLAH’ın kendisine lütfettiği özellikleri arasında zikredilebilir.

a.) RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in O’na SEVGİSİ ve O’nu SÜREKLİ HAYIRLA ANMASI.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tüm Hanımlarına adil davranırken O’nun katında her birinin sevgisi farklı olabilmekteydi. Kaynaklarda Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bazı Hanımlarına olan SEVgisini özellikle zikrettiği belirtilmektedir. Bu Hanımların başında gelen hem hayatta iken sevdiği hem de vefâtından sonra hayırla yâd ettiği HATİCE aleyhasselâm’dir. Zirâ o, vefât ettikten sonra zaman zaman HATİCE aleyhasselâm’ı hatırlardı. Yukarıda zikredildiği üzere bu durum Hz. Âişe radiyallahu anha tarafından fark edilmiş ve.: “Onu, ne kadar çok anıyorsun? ALLAH, sana (ihtiyarlıktan) ağzının (dişleri dökülüp) iki tarafında diş etlerinin kızartısından başka bir beyazlık kalmayan birinin yerine, O’ndan daha hayırlısını vermiştir.” (Buhârî, “Menâkıbu’l-Ensar” 20, “Nikah” 108, “Edeb” 73, Müslim, “Fezâilü’s-Sahâbe”73-74, 77-78; Tirmizî, “Menâkıb” 70; “Birr” 70.) sözlerini söylemesine sebep olmuştur.
Ama Resûlullah bir vefâ örneği göstererek Hz. Âişe’nin sözlerini onaylamamış ve.: ALLAH, HATİCE’den daha hayırlısını bana vermedi. Çünkü O herkesin küfür içerisinde olduğu bir zamanda bana imân etti. Herkesin beni yalanladığı bir zamanda beni tasdik etti. Herkesin her şeyi benden esirgediği bir zamanda, O beni malına ortak etti. Başkalarından çocuğum olmadığı halde Cenâb-ı HAKk, O’ndan bana çocuk verdi.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI,154; Buhârî, “Menâkıbu’l-Ensar” 19, “Nikah” 108, “Edeb” 73; Müslim, “Fezâilu’s-Sahâbe” 73-74,77-78; Tirmizî, “Menâkıb” 70; “Birr” 70.) buyurarak ona olan sevgi ve muhabbetini belirtmiştir.
Hiç kuşku yok ki, Hz. MuhaMMed aleyhisselâm için, HATİCE aleyhasselâm’ın desteği, servetini paylaşması, kendisini yalnız bırakmaması ve çocuklarının ondan olması onu yüceltmesi adına yeterli sebeplerdir.

HATİCE aleyhasselâm’ın kız kardeşi Hâle’nin Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in evine gelme anları da Resûlullah’ın İlk Eşini hatırlamasına vesile oluyordu. Nitekim bir keresinde o, Ablasının vefâtından sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i ziyârete gelerek O’nun huzuruna girmek istemişti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem o’nun sesini duyunca HATİCE aleyhasselâm’ı hatırlayarak heyecanlanmış ve birdenbire.: ALLAH’ım! Bu gelen mutlaka Hâle’dir!” 3 diyerek bu duygusunu belli etmiştir. (Buhârî, “Menâkıbu’l-Ensar” 21, Müslim, “Fezâilü’s-Sahâbe” 78.)

HATİCE aleyhasselâm’ın yâd edilmesine vesile olan başka bir olay ise Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kızı ZEYNEB’in, Ebû’l-Âs’ın (ö. 12/634) Bedir Gazvesi’nde Müslümanlara esir düşmesi üzerine yaşanmıştır. Zirâ Hz. Zeyneb, evlendiği gün Annesinin kendisine hediye ettiği gerdanlığı Kocasını kurtarmak için fidye olarak göndermek istemiş, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ilk eşi HATİCE aleyhasselâm’ın gerdanlığını görünce duygulanmış, sahâbeden gerdanlığın tekrar Hz. Zeyneb’e geri verilmesini rica etmiştir. (İbn Sa‘d, Tabakât, VIII, 36.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in, HATİCE aleyhasselâm’ın vefâtından sonra çeşitli vesilelerle farklı hanımlarla evlendiği halde ilk hayat arkadaşını hiçbir zaman unutmadığı görülmektedir. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, herhangi bir vesileyle kurban kestiği zaman HATİCE aleyhasselâm’ın eski dostlarına ondan birer parça göndermeyi ihmal etmeyerek.: (Müslim, “Fezâilü’s-Sahâbe” 75; İbn Hacer, İsâbe, VIII, 103.) “Bana Hatice’nin sevdikleri sevdirildi.” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 279; Muhakkik, rivâyetin sahih olduğu bildirilir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned,., XXXXIII, 393); Buhârî, “Menâkıbu’l-Ensar” 20; Tirmizî, “Menâkıb”)

b.) HANIMLARIN EN HAYIRLISI OLMA MÜJDESİ.:

Hadîslerde HATİCE aleyhasselâm, Ümmetin En Hayırlı Hanımı olarak zikredilmiş ve bu fazilette Hz. Meryem aleyhasselâm ile birlikte anılmıştır.
Bir hadiste.: “Kendi zamanının hanımlarının en faziletlisi MERYEM bint İmrân, kendi zamanının hanımlarının en faziletlisi ise HATİCE bint Huveylid’tir.” buyrulur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned,., I, 84; Buhârî, “Menâkıb” 20; “Enbiyâ” 45; Müslim, “Fezâilu’s-Sahâbe”, 12; Tirmizî, “Menâkıb”)
Tirmizî’ye göre bu hadîs, hasen sahih’tir. Râvilerden Hişam b. Urve’nin sîka ve hafız olduğu söylenir. Ebû Kureyb, Müslim’deki rivâyette râvi zincirindeki Veki’nin gökyüzü ve yeryüzünü işâret ettiğini söyler. (Beşşâr Avvad Ma‘rûf, el-Müsnedü’l-musannefü’l-muallel, Tunus, Dârü’l-Garbi’l-İslâmî, 2013, XXI, 623-624).

Anlamı verilen bu rivâyetin metni, bitişik ,olup şeklinde " ِلد " َ ْی ُ ُخو ْبَنت ُ ِی َجة َ َخد ِھا َئ ِسا َ ْی ُر ن ِ ْم َرا َن وخ ُ ع َْنت ُ ب ْ َیم َر َ م ِ َساِئھا َخْی ُر ن zamirlerini nereye râci olduğu hususunda âlimler ihtilâf etmektedir. Şâyet bu hadîs, HATİCE aleyhasselâm’ın sağlığında söylenmiş ise ئھاِساَ نِ َ kelimesindeki birinci zamirin semâya, ikinci kelimedeki zamirin dünyaya ait olması muhtemeldir. Yani, ölüp ruhu semâya yükselen kadınların en hayırlısı Hz. Meryem iken yeryüzünde yaşamakta olan kadınların en hayırlısı da HATİCE aleyhasselâm şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca bu rivâyette yer alan eliyle işâret etti ziyâdesi (Ancak Buhârî’nin rivâyetinde bu ziyâde mevcut değildir (İbn Hacer, Fethü’l-bârî, VII, 145). bu açıklamayı te’yid etmektedir. (İbn Hacer, Fethü’l-bârî, VII, 145.)

Ancak bazı âlimler söz konusu zamiri her bir hanımın yaşadıkları zamanla te’vil etmenin daha doğru olduğu kanaatini taşırlar. Buna göre.: “MERYEM kendi zamanının en hayırlı kadını iken HATİCE de kendi devrinin en hayırlı kadınıdır” şeklindeki mânâyı tercih etmişlerdir. Böylece yeryüzü veya gökyüzü ayrımına gerek duymamışlardır. Bu mânânın hadîsin zâhir anlamına daha yakın olduğu söylenebîlir. Nitekim İbn Hacer, şârihlerin çoğunlukla bu ikinci açıklamayı benimsediklerini aktarmıştır. (İbn Hacer, Fethü’l-bârî, VII, 145.)

Netice i’tibariyle Hz. MERYEM aleyhasselâm’ı geçmişteki Ümmetlerin En Hayırlısı, HATİCE aleyhasselâm’ı de içinde bulunduğu ümmetin en hayırlısı olarak değerlendiren açıklama isâbetli görünmektedir. (İbn Hacer, Fethü’l-bârî, VIII, 102.)

Benzer başka bir hadîste ise.: “Âlemlerin kadınları arasında Hz. Meryem, HATİCE, Hz. Fâtıma ve Hz. Âsiye’yi bilsen sana yeter.” (İbn Hacer, Fethü’l-bârî, VIII, 102.) şeklinde nakledilmiş, fakat herhangi bir fazilet sıralaması yapılmamıştır. Tek tek isimlerinin sayıldığı bu rivâyette önemli olan nokta, Kur’ÂN’da ismen anılan Hz. Meryem ile HATİCE’nin birlikte zikredilmesinin HATİCE’nin üstünlüğü adına bâriz bir örnek olmasıdır.

Ayrıca isnadında zayıflık olduğu belirtilen ama, HATİCE aleyhasselâm’den övgüyle bahseden başka hadîsler de bulunmaktadır. Mesela.: Hatice, ALLAH’a ve MuhaMMed’e imânda âlemin kadınlarının önündedir, öncüsüdür.” (Hâkim, Müstedrek, III, 184. Zehebî, isnadında zayıflık olduğu bildirilmektedir. (Hâkim, Müstedrek, III, 184; Zehebî, Siyer, II, 116). rivâyeti ile.: “MERYEM bütün kadınlara üstün kılındığı gibi HATİCE de benim ümmetimin kadınlarına üstün kılındı.” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, XVIII, 642. Râvilerinden bir kısmında zayıflık bulunmaktadır. (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, XVIII, 642). hadîsleri bunlar arasında sayılabilir.
Netice i’tibariyle bu ümmetin en hayırlı kadını olarak HATİCE aleyhasselâm ismini öne çıkaranlar yukarıda zikredilen sahih hadîsleri merkeze almışlardır.

c.) CEBRÂİL’in SELÂM GETİRMESİ ve CENNETTE BİR EV MÜJDESİ.:

HATİCE aleyhasselâm’ın RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem ile evli olduğu sürece O’na yaptığı maddî ve manevî fedakârlıklar ve gösterdiği destekler, onu bu dünyada övülmeye lâyık kılarken hadîsler onun âhirette de cennet ile mükafatlandırılacağını müjdelemektedir. Bu olay, CEBRÂİL’in Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e gelip haber vermesiyle gerçekleşmektedir.

HATİCE aleyhasselâm’a Cebrâil tarafından selâm getirilmesi ve akabinde cennette bir ev müjdesi verilmesinin nasıl ve ne zaman gerçekleştiği konusunda iki rivâyet bulunmaktadır. Bunlardan biri.: “Resûlullah’ın , HATİCE aleyhasselâm ile otururken Cibril’in gelerek.: "Ey MuhaMMed! Hatice’ye selâm söyle. İçinde eziyet ve yorgunluğun olmadığı, inciden kamışlarla yapılmış bir ev ile müjdele.” şeklindedir. (Buhârî, “Umre” 11, “Menâkıbu’l-Ensar” 20, “Nikah” 108, “Edeb” 23, “Tevhid” 32, 35, 36; Müslim, “Fezâilu’s-Sahâbe” 71-74; İbn Mâce, “Nikah” 56.)
Diğer bir rivâyette ise, bu olayın Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hirâ Mağarası’nda inzivaya çekilmiş iken gerçekleştiği bildirilmektedir. Cebrâil aleyhisselâm, HATİCE aleyhasselâm’ın yiyecek ve içecekle yanına geldiğini Resûlullah’a haber vermiş, O'na RABBinden bir selâm getirdiğini söylemiş ve HATİCE aleyhasselâm için cennette oymalı inciden yapılmış, gürültü ve yorgunluk bulunmayan rahat bir ev müjdelemiştir. (Buhârî, “Umre” 11, “Menâkıbu’l-Ensar” 20, “Nikah” 108, “Edeb” 23, “Tevhid” 32, 35, 36; Müslim, “Fezâilu’s-Sahâbe” 71-74; İbn Mâce, “Nikah”
Bu rivâyetin mürsel olduğu ifâde edilmektedir. Çünkü sahâbe râvisi Ebû Hûreyre olmakta iken, o HATİCE aleyhasselâm’ın zamanına yetişememiştir. Üstelik rivâyeti kimden işittiğini de söylememiştir. (Nevevî, Minhac, XV, 199-200))

Rivâyetlere bakıldığında, HATİCE aleyhasselâm’ın cennette, inciden inşa edilen, gürültü ve yorgunluk bulunmayacak olan bir ev ile müjdelendiği açık bir şekilde belirtilmiştir. Bahsi geçen evin veya köşkün incilerle dolu (Taberânî’nin görüşüdür. (İbn Hacer, Fethü’l-bârî, VIII, 525) geniş odalı, ince ve yüksek bir saray olduğu (İbnü’t-Tîn’in görüşüdür. (İbn Hacer, Fethü’l-bârî, VIII, 525; Nevevî, Minhac, XV, 201)) yorumları da nakledilmiştir. Bu hadîsi yorumlayan âlimlere göre HATİCE aleyhasselâm nasıl İslâm’a dâvet edildiğinde gürültü etmeksizin ve sesini yükseltmeksizin İslâm’ı kabul etmişse, bu vesileyle ona cennette gürültüsüz ve yorgunluk olmayan bir ev verilmiştir. (Taberî, Tarih, III, 197; İbn Hacer, Fethü’l-bârî, VIII, 526.)

Cebrâil’in HATİCE aleyhasselâm’a cennette bir ev müjdelediği hadîste dikkat çekici başka bir durum da onun kendisine gelen selâma ince zekâsı ile mukabelede bulunmasıdır. Zirâ o selâma karşılık verirken.: “Selâm ALLAH’a olsun” şeklinde değil.: ALLAH, Selâm’ın kendisidir.” demiştir. (İbn Hâcer, İsâbe,, VIII, 526.)
Netice i’tibariyle cennetle müjdelenen Peygamber aleyhisselâm Hanımı olarak HATİCE aleyhasselâm, Cebrâil vasıtası ile bizzat ALLAH’ın selâmına mazhar olmuştur. Şüphesiz, ALLAH’ın HATİCE aleyhasselâm’a bu şekilde lütufta bulunması, onun, vefâlı ve sadık bir eş olması, dünyaya değer vermeyerek bütün malını din yolunda harcaması vesilesiyle gerçekleşmiş olmalıdır. (Muhammed Ali el-Kutub, Nisâi havle’r-Rasûl, İskenderiye, Darü’d-Da’ve, 1996, s.45.)

Yukarıda zikredilenler dışında HATİCE aleyhasselâm’ın cennette olacağına dair başka rivâyetlere de rastlanmaktadır. Bir rivâyette, Resûlullah yere dört çizgi çizerek, bunların cennet kadınlarının en faziletlileri olan HATİCE bint Huveylid, FÂTIMA bint MuhaMMed, MERYEM bint. İmran ve ÂSİYE bint Mezahim olduğunu bildirmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V,77. Muhakkik Arnaut, rivâyetlerin isnadının sahih ve ricâlin sika olduğu belirtilir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned,., V, 77); Hâkim, Müstedrek, II, 497.)
Burada HATİCE aleyhasselâm’ın ilk sırada sayılması nedeniyle âlimler, ALLAH’ın O’nu en güzel sıfatlarla donattığı ve en yüksek makama lâyık gördüğü dört kadının en faziletlisi olduğuna işâret etmişlerdir. (Abdülhamid Mahmut Tahmaz, es-Seyyidetü Haticetü Ümmü’l-Mü’minin, s. 112.)

Bunlardan biri olan Tirmizî şârihi el-Arabî bu hadîste ümmetin kadınlarının en faziletlisinin kayıtsız ve şartsız HATİCE aleyhasselâm olduğunu ifâde etmektedir. (İbn Hâcer, Fethü’l-bârî, VII, 149; Ârâbî, Arızatü’l-Ahvezi, XIII, 253.)

Bu rivâyetlerin abartılı birer tasvir olduğunu düşünenler çıkmışsa da (İsrafil Balcı, Peygamberlik Öncesi Hz. Muhammed, Ankara, Ankara Okulu, 2014, s. 286.) nasıl Ebû Leheb ve karısının henüz hayatta iken cehennemlik oldukları Kur’ân’da belirtilmişse (Tebbet 111/3) cennetle müjdelenen sahâbîlerin olması ve bunların başında da HATİCE aleyhasselâm’ın gelmesi mâkul görünmektedir. Zirâ HATİCE aleyhasselâm’ın hayatı boyunca gösterdiği örneklik ve üstün ahlakı onun cenneti kazanmasına sebep olmuştur denilebilir.

Netice i’tibariyle HATİCE aleyhasselâm hem kişiliğinde barındırdığı üstünlükler hem de ALLAH’ın kendisine verdiği özellikleri sebebiyle İslâm’da örnek ve övülen kadın modelleri arasında yerini almıştır. O, nübüvvet öncesi üstün ahlâk ve erdeme sâhib bir Kadınken Nübüvvet sonrası da Müslüman bir Sâliha Kadın olarak hayatına devam etmiştir. HATİCE aleyhasselâm, Nübüvvetin ilk safhalarını an be an yaşayıp şâhid olmuş, İslâm uğruna önemli görevler yerine getirmiştir. Hatta yaptığı hizmetlerin büyüklüğünü anlatmak adına eğer HATİCE aleyhasselâm olmasaydı Hz. Muhammed aleyhisselâm kendisinden önceki birçok Peygamber aleyhisselâm gibi büyük bir başarı göstermeksizin göçüp gidebilirdi şeklinde yorumlayanlar bulunmuştur. (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ I, 169.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

EHL-i BEYt aleyhumusselâm NESil ZİNCİRİ’nde,
=>ÜÇ ANNEMİZ aleyhünnesselâm..


Resim HATİCE aleyhasselâm =>FATIMA aleyhasselâm’ın ANNEsi..
Resim FATIMA aleyhasselâm =>EhL-i Beyt aleyhumusselâm’ın İLk ve SON ANNEsi..

(EhL-i Beyt aleyhumusselâm’ın NESil Zinciri =>FATIMA aleyhasselâm’dan sonra Kızlarından değil Oğullarından yürümektedir Kıyamete kadar.)..
Resim ZEYNEB aleyhasselâm.: Kerbelâ Katliamı’nda oğulları katledildiği için =>Nesli kesilmek tehlikesiyle başbaşa kalan HÜSEYİN aleyhisselâm’ın diri kalan Tek Oğlu İmâm Zeynel Abidin Ali aleyhisselâm’ı cânı bahasına koruyan HALAsı..


(…Sonra çadırlar ve kadınlar yağma edildi, hasta ve yatakta olan İmam Zeynel Abidin Ali aleyhisselâm de öldürülmek istendi. Bu kanlı savaşın bitiminde İmam Zeynel Abidin aleyhisselâm yatak ve yorganlara sarılarak saklanmıştı. İmam Hüseyin aleyhisselâm’in şehîd edilmesi sonrasında çadıra koşan Şimr.: “Hüseyin’in bir oğlu daha olacak o nerede?” diye aramaya başladı. Çadırın her tarafını arayıp çocuğu buldu. Fakat bu esnâda çadırda bulunan kadınlar Şimr’e hücum ederek Zeynel Abidin aleyhisselâm’i bu câninin elinden kurtardılar. Bu çirkin şavaşın EN KÜÇÜK KURBÂNı ise daha altı aylık bir bebek olan Hüseyin aleyhisselâm’in oğlu “Ali Asgar aleyhisselâm”dı. İmam Hüseyin aleyhisselâm’in yanındakilerden şehîd olanlar YETMİŞ İKİ kişi idi. Yezid ordusunun komutanı Ömer b. Sad, bu şehîdlerin başlarını Vâli Ubeydullah’a gönderdi. Zâlimlikte sınır tanımayan Yezid’in bu Zâlim Kulları, kesilen başları mızraklara geçirerek, farklı Arap Âşiretlerinden süvariler Kûfe’ye Ubeydullah’a götürdüler!.

Ayrıca İmam Hüseyin aleyhisselâm’in kızları, kız kardeşleri ve çocukları da Kûfe’ye Ubeydullah’ın huzuruna getirildiler. Ubeydullah’ın Peygamber aleyhisselâm’in SOYUna karşı davranışı çok çirkin ve kaba idi; kendilerine hakaretler ve tehdidler savurdu, hatta İmam Zeynel Abidin aleyhisselâm’i öldürmek dahi istedi. İnsanların câmiye toplanmalarını emrederek, minbere çıkıp, utanmadan.:
“…Hakkı ve Hak Ehlini ortaya çıkartan onları galib kılan mü’minlerin emiri Yezid’i ve taraftarlarını muzaffer kılan yalancı oğlu yalancı Hüseyin İbn Ali’yi ve taraftarlarını öldüren ALLAH’a hamdolsun!” Bu zulüm ve alçaklığa orada bulunanlardan karşı çıkan Abdullah’ın “…Ey Mercâne’nin oğlu (Ubeydullah) şunu iyi bil ki yalancı oğlu yalancı sensin ve senin babandır!. Seni tâyin eden kimsedir ve onun da babasıdır!. Sizler Rasûlullah’ın Çocuklarını öldürüyor ve sonra da İslâmî bir tavıra bürünüyorsunuz!.” demesi üzerine onun öldürülmesini ve mescide astırılmasını sağlamıştır. (Ağırakça, 2011: 177-178))



Resim
ZEYNEB aleyhasselâm.:


(Hicri 5 veyâ 6, Medine/ Hicri 63 Şam.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in İlk Kız Torunudur. İmam Ali kerremallahu vechehu ve Fatıma aleyhasselâm’ın Kızıdır. Zeyneb aleyhasselâm sabır ve istikamet âbidesidir.

Kendisi, İmam Hüseyin aleyhisselâm ile birlikte Kerbelâ’da yer almıştır. Kerbelâ Vakıası sonrasında Muharrem’in Onunda (Aşura Günü) bir grup Ehl-i Beyt ile birlikte esir düşerek, Kufe’ye ve oradan da Şam’a götürülmüştür. Esareti boyunca öteki esirleri koruyup kollamasının yanı sıra, insânları irşad edici ve aydınlatıcı hutbeler de okumuştur. Zeyneb-i Kübrâ aleyhasselâm; şecaat, fesahat ve belâgati ile Kerbelâ Kıyamının kalıcı olmasına neden olmuştur. Tarihi kayıtlara göre hicretin altmış üçünde Şam’da hayatını kaybetmiş ve orada defnedilmiştir..

ZEYNEB aleyhasselâm’ın NESEBİ.:

Zeyneb aleyhasselâm’ın Babası İmam Ali aleyhisselâm, Annesi Fatıma aleyhasselâmdır. (İbn-i Asakir, İ’lamu’n-Nisa, s. 189 ve 190.)

ZEYNEB aleyhasselâm’ın İSMİ.:

En meşhur ismi "Zeyneb"tir. Sözlükte güzel kokulu ve güzel manzaralı ağaç[2] ve "Zeyn-eb", yani babasının süs ve ziyneti anlamına gelmektedir.
Çeşitli rivâyetlere göre, Zeyneb’in ismini bizzat Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz koymuştur..

ZEYNEB aleyhasselâm’ın HATİCE aleyhasselâm’a BenzerLikLeri.:

Resûl-ü Kibriyâ Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem kundaktaki çocuğu kucağına alıp, öptükten sonra şöyle buyurmuştur.: “Hazırda ve gaibde olan ümmetime tavsiye ediyorum ki bu kızı koruyup saygı göstersinler. Hakikaten bu kız, Hatice Kübrâ aleyhasselâm gibidir.”

ZEYNEB aleyhasselâm’ın LÂKABLARI.:

ZEYNEB aleyhasselâm’in çok sayıda lâkabı bulunmaktadır.
Örneğin.: Ben-i Haşim’in Akilesi, Öğretmeni olmayan Âlime, Ârife, muvassaka, Fazile, Kâmile, Âl-i Ali’nin Âbidesi, Masume-i Suğra, Eminetullah, Naibetu’z-Zehrâ, Naibetu’l Hüseyin, Akiletu’n-Nisâ, Şeriketu’ş-Şüheda, Baliğe, Fasihe ve Şeriketu’l Hüseyin.

ZEYNEB aleyhasselâm’ın KÜNYELERİ.:

Künyeleri.: Künyeleri olarak da Ümmü Gülsüm ve Ümmü’l Mesaib’i zikretmişlerdir.

ZEYNEB aleyhasselâm’ın DOĞUMu ve VEFÂTı.:

ZEYNEB aleyhasselâm Hicretin beş veyâ altıncı yılında Cemaziyelâhir Ayının beşinde Medine’de gözlerini dünyaya açtı.
ZEYNEB aleyhasselâm Hicretin altmış üçüncü yılında Recep Ayının birinde eşi Abdullah b. Cafer ile Şam’a yaptığı bir yolculukta vefât etmiş ve orada da defnedilmiştir. Bazıları Medine veyâ Mısır’da defnedildiğini söylemiştir.

ZEYNEB aleyhasselâm’ın ÇOCUKLUk DÖNEMi.:

ZEYNEB aleyhasselâm küçük yaşında iken Babası İmam Ali aleyhisselâm’a şöyle sorar.: “Babacığım! Bizi seviyor musun?”
İmam aleyhisselâm der ki.: “Nasıl sizi sevmeyeyim; sizler benim kalbimin meyvesisiniz.”
ZEYNEB aleyhasselâm cevâben şöyle der.: “İki SEVgi mü’minin kalbinde aynı ÂNda olmaz; hem ALLAH SEVgisi ve hem de evlâd SEVgisi. Eğer kaçınılmaz olursa, SEVgi ALLAH-u TeÂLÂ’ya, şefkat ve merhamet ise, evlâda mahsustur.”

ZEYNEB aleyhasselâm’ın İmâm HÜSEYİN aleyhisselâm’a OLan İlgisi.:

ZEYNEB aleyhasselâm küçüklüğünden i’tibaren İmam Hüseyin aleyhisselâma şiddetli ilgi duymaktaydı.
Şehîdlerin Efendisi’ni görmediği zaman, tahammülsüzlük gösterir ve abisinin güzel cemalini görünce, mutlu olurdu.
Beşikte ağladığında İmam Hüseyin aleyhisselâm'ı görmesi veyâ sesini duyması ile sakinleşirdi.

ZEYNEB aleyhasselâm’ın EŞ ve ÇOCUKLARı.:

Abdullah b. Cafer’in hayâsı İmam Ali’nin kızı ile evlenme konusunda bir girişimde bulunamamasına neden olmaktaydı. Sonunda bir kişi onun tarafından İmam Ali’nin yanına gider ve şöyle der: “Ey Mü’minlerin Emiri! Siz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in Cafer’in evlâdlarına karşı nasıl ilgi duyduğunu biliyorsunuz. Bir gün onlara bakarak şöyle demiştir.: “Kızlarımız oğullarımız için ve oğullarımız kızlarımız içindir”, dolayısıyla kızınız ZEYNEB aleyhasselâm Abdullah b. Cafer’le evlendirmeniz münâsib olacaktır ve mehrini annesi Fatıma’nın mehri miktarı olan, dört yüz seksen dirhem olarak belirleyiniz.”
İmam aleyhisselâm evliliği onaylamış ve Hicretin on yedinci yılında evlilik gerçekleşmiştir.
Kısa bir sürede İmam'ın DUÂsı sonucu Abdullah b. Cafer, büyük mal sâhibi olmuş, "cömert ve bağışta bulunan" diye ünlenmiştir.
ZEYNEB aleyhasselâm Abdullah'a, İmam Hüseyin’e olan şiddetli alâkası yüzünden her gün onunla görüşme ve onunla sefere çıkma şartı koymuş,
Bu evlilikten dört erkek (Ali, Avn, Abbas ve Muhammed) ve adı Ümm-ü Gülsüm olan bir kız çocuğu dünyaya gelmiştir.
(İbn-i Asakir, İ’lamu’n-Nisa, s. 190.)

ZEYNEB aleyhasselâm’ın İLMİ.:

ZEYNEB aleyhasselâm’in Kufe’de Ubeydullah b. Ziyad ile ve aynı şekilde Yezid’in sarayında Kur’an âyetleriyle delil getirerek, konuşması ve hutbelerinin her biri onun bilgi ve ilmini ortaya koymak açısından güzel kanıtlardır. ZEYNEB aleyhasselâm, Babası Ali aleyhisselâm ve Annesi Fatıma aleyhasselâm'dan hadisler nakletmiştir.
(İbn-i Asakir, İ’lamu’n-Nisa, s. 189.)

Buna ek olarak, babası Ali aleyhisselâm Hilafeti döneminde Kufe kadınlarına ders ve Kur’ÂN tefsiri dersleri vermesi, yine onun bilgisini ortaya koymaktadır.
(Delâilu’l İmamet Taberî, c. 3.)

ZEYNEB aleyhasselâm’ın İBÂDETi.:

ZEYNEB-i Kübrâ aleyhasselâm geceleri ibâdetle geçirirdi. Yaşamı boyunca hiçbir zaman teheccüd (gece namazını) terk etmemiştir. İbadetlerle o kadar meşgul olurdu ki kendisine “Âl-i Ali’nin Âbidesi” (ibâdet edeni) diye lâkab takmışlardı.

ZEYNEB aleyhasselâm’ın HİCÂB ve İFFETi.:

ZEYNEB aleyhasselâm’in hicap ve iffeti hakkında tarihte şöyle yazılmıştır.:
ZEYNEB aleyhasselâm Resûlullah’ın sallallahu aleyhi vesellem kabrinin yanındaki Mescid-i Nebî’ye gitmek istediğinde, Ali aleyhisselâm gece gitmesini emretmiş ve Hasan aleyhisselâm ve Hüseyin’den aleyhisselâm kız kardeşleriyle birlikte gitmelerini istemiştir. Önde İmam Hasan aleyhisselâm, ortada ZEYNEB aleyhasselâm ve arkasında da İmam Hüseyin aleyhisselâm hareket etmekteydiler.

ZEYNEB aleyhasselâm’ın SABIR ve İSTİKÂMETi.:

ZEYNEB aleyhasselâmaleyhasselâm sabır ve istikâmet vâdisinin öncülerindendir. Ağabeyi İmam Hüseyin aleyhisselâm’ın kanlı bedenini öylece yerde görünce, gökyüzüne doğru yüzünü çevirerek şöyle demiştir.: ALLAH’ım! Bu naçiz kurbanımızı ve senin yolunda öldürülmüş bu şehîdi bizden (Peygamber aleyhisselâm Âilesinden) kabul buyur!”

ZEYNEB aleyhasselâm’in lâkablarından birisi de “er-Raziye bi’l Kader ve’l Kaza”dır (Kaza ve Kadere razı olan). Bu Şerefli Hanım, zorluk ve sıkıntılar karşısında ayakta durmuştur. Eğer o musibetlerin bir miktarı yüce dağlara verilseydi, dağlar erir ve yok olurdu. Ancak o bir başına, yalnız, garip, kimsesiz ve mazlum hanım, sağlam bir dağ gibi… her zorluğun karşısında ayakta durmayı başarmıştır.

ZEYNEB aleyhasselâm’ın FESÂHAt ve BELÂGAtı.:

ZEYNEB aleyhasselâm fesahat ve belâgati Baba ve Annesinden mirâs olarak almıştır. Konuştuğu sırada, sanki Babasının dilinden konuşurdu.[27] Kufe’de, Yezid’in Meclisinde ve ayrıca Ubeydullah b. Ziyad’la yaptığı konuşmaları, Babası İmam Ali aleyhisselâm’ın hutbeleri ve Annesi Fatıma Zehrâ aleyhasselâm’ın Fedekiye Hutbesiyle birebir benzerlikler taşımaktadır.

ZEYNEB aleyhasselâm Kufe’de o eşsiz fasih hutbesini okuduktan sonra, insânlar ellerini ağızlarına götürmüş ve şaşkın bir şekilde birbirlerinin yüzüne bakmışlardır. O esnâda yaşlı bir adam ağlar bir halde şöyle demiştir: "Anam ve babam, yaşlıları en üstün olanların yaşlıları, çocukları en üstün olanların çocukları, kadınları en üstün olanların kadınları, nesil ve soyları en yüce ve üstün olan bu âileye fedâ olsun."

ZEYNEB aleyhasselâm’ın KERBELÂ FACİÂSI’nda.:

Aşura kıyamı, İmam Hüseyin aleyhisselâmın şehâdeti ile son amacına ulaşmamıştır. Bilâkis onun hidâyet ve rehberliği Ali aleyhisselâm’ın Kızı ve İmam Hüseyin aleyhisselâm’ın Kız Kardeşi ZEYNEB aleyhasselâm eliyle gerçekleşmiştir.ZEYNEB aleyhasselâm kardeşi tarafından bu görevi üstlenmiştir. İmam Hüseyin aleyhisselâm çeşitli vasiyetleri ile Kız Kardeşini bu işe hazırlamıştır.
Aşura günü ikindi vakti, İmam Hüseyin’in aleyhisselâm yere düştüğünü ve düşmanların onu öldürmek için etrafını sardığını gören ZEYNEB aleyhasselâm çadırdan dışarı çıkmış ve Saad b. Vakkas’ın oğlu Ömer b. Sa'd’a hitâben şöyle demiştir.:


یابن سَعد! اَیقتَلُ اَبُو عبداللّه وَ انتَ تَنظُرُ اِلَیهِ؟
Yâ İbnu Sa’d! E yektelü ebu Abdullah ve ente tenzuru ileyhi?.:
Ey Sa’d’ın oğlu! Ebu Abdullah (Hüseyin) öldürülecek ve sen öylece seyirci kalacaksın öyle mi?!”


Sa'd oğlunun sustuğunu ve bir cevâb vermediğini gören ZEYNEB aleyhasselâm şöyle feryâd etmiştir.:


وا اخاه! واسیداه! وا اهل بیتاه! لیت السماء انطبقت علی الارض و لیت الجبال تدكدكت علی السهل
“Vaa ahah! Vaa Seyyîdeh! Vaa Ehl-i Beytih! Leyte’s-semâu’n tabakat ale’l-arz! Ve leyte’-cibâlu tedekkedekket ale’s-sehl.:
Vay kardeşim! Vay Efendim! Vay Ehl-i Beytim! Keşke gökyüzü yerde parçalansaydı! Keşke dağlar paramparça olup yere serilseydi!.”


ZEYNEB aleyhasselâm kendisini kardeşine ulaştırdı ve gökyüzüne bakarak şöyle buyurdu: “ALLAH’ım! Bu kurbanı bizden kabul buyur.”
ZEYNEB aleyhasselâm daha sonra şehitleri acıklı ağıtlarla, gözyaşı dökerek anmış ve geride kalan yetimlerin bakımını üstlenerek, gece namazı ve ALLAH’a yakarışla sabahlamıştır.

ZEYNEB aleyhasselâm’ın İmam HÜSEYİN aleyhisselâm'ın BEDENİnin başına geLdiği ÂN.:

ZEYNEB aleyhasselâm, İmam Hüseyin’in aleyhisselâm naaşının yanında, Medine’ye doğru dönerek durmuş ve kalbleri parçalayan şu şekilde ağıtlar yakmıştır.:
"Yâ MuhaMMed!. Bu Hüseyin'dir; kanına boyanmış ve doğranmış! Bunlar da senin kızlarındır; esir edilmiş. Bu zâlimeri ALLAH'a, MuhaMMed Mustafa'ya, Ali Murtaza'ya, Fatımat'üz-Zehrâ'ya ve Şehîdler Efendisi Hamza'ya şikâyet ediyorum!.
Yâ MuhaMMed!. Bu senin Hüseyin'indir; Kerbelâ'da üryân bırakılmış ve seher yeli toprak serpiyor üzerine. Bu senin Hüseyin'indir; zinâzâdelerin zulmüyle öldürülmüş. Aman bu hüzünden! Aman bu belâdan! Bu gün ceddim Resûlullah'ın dünyadan göçtüğü gündür!.
Ey MuhaMMed'in yârenleri! Bu esir götürülenler sizin Peygamberinizin evlâdlarıdır.
Ey MuhaMMed!. Kızların esir edildi ve oğulların öldürüldü. Seher yeli o bedenlerin üzerine toprak savurmaktadır şimdi. Bu senin Hüseyin'indir; başı boynundan arkadan kesilmiş, sarık ve hırkası yağmalanmış.
Babam fedâ olsun ona ki ->ordusu katledildi ve yağmalandı.
Babam fedâ olsun ona ki ->çadırları yakıldı/yıkıldı.
Babam fedâ olsun ona ki ->gittiği yolculuktan dönmeyecek ve yaralarına merhem konmayacak!.”

(Muhammed Bakır Meclisi, Biharu’l Envar, c. 45, s. 159.)

ZEYNEB aleyhasselâm’in ah ve figanları, dost ve düşmanları etkisi altına almış ve herkesi gözyaşlarına boğmuştu.

(Muhammed Cerir-i Taberî, Tarihu’l Umem ve’l Muluk, Kâhire, Matbaatu’l İstikamet, c. 5, s. 348 ve 349, 1358;)

ZEYNEB aleyhasselâm’ın Yezid’in Sarayında.:

Yezid, sarayında görülmemiş büyüklükte bir toplantı yaptı ve ülkenin en önemli askerî ve siyasî adamlarını dâvet etti.
Esirlerin önünde küfür ve inkar içerikli şiirler okudu ve kendince zaferini kutlayarak, Kur’ÂN âyetlerini tevil ederek, kendi lehine yorumladı.
Yezid elindeki çubukla, Peygamber evlâdı İmam Hüseyin’in mübârek kesik başına vurarak, edebsizlikte bulundu.
Peygamber aleyhisselâm Efendimize ve İslâm Dinine olan kinini aleni ederek, inkâr içerikli bir şiir okudu:
"Ah nerede, Bedir'de öldürülen atalarım, olsalardı da görselerdi nasıl da Hazrec Kabilesi, kılıçlarımızın darbesiyle inliyor. Görselerdi de bunun sevinciyle çığlık atarak.: “Ey Yezid, ellerine sağlık!” deselerdi."

Yezid, esirlere birkaç gün Şam’da ölülerine ağıt yakmalarına izin verdi.
Sonunda, Fahr-i Kâinat Efendimizin ev halkı olan esirler, Medine’ye döndüler.

ZEYNEB aleyhasselâm’ın KuFeLiLere HİTÂBIndan.:

“Bismilâhirrahmanirrahim!
Ey Kûfeliler, dinleyin!.
ALLAH’a Hamd-u-Senâ OLsun!. SaLât ve seLâm Benim Babam MuhaMMed’e ve O'nun Temiz Soyuna OLsun!

Ey Kûfe Halkı!. Ey aldatılmış Zavallı Halk!. Bize mi ağlıyorsunuz?!.
Oysa ki bizim gözlerimiz hâlâ yaşlı, ıztırablarımız dinmemiş ve feryadlarımız yatışmamıştır.
Sizler, gerdanlığını kaybedip, sonra da toprak içerisinde onu arayan kadın gibisiniz.
Sizler, ALLAH ve Resûlüne imân getirdiniz ama daha sonra işlediğiniz bu büyük günahla onun kökünü kazıyıp attınız. Sizden fesad, şer ve şarlatanlıktan başka bir şey de beklenemez.
Sizler o güle benziyorsunuz ki ne yenilen ne de koklanandır!."


ZEYNEB aleyhasselâm’ın Yezid'e HİTÂBIndan.:

"Ey Yezid!
Bizi aç ve sefil bıraktığına, bizim varlığımızı tehlikeye soktuğuna mı inanıyorsun gerçekten? Bağlanmış ve zincire vurulmuş halimizle, huzurunda bizi el pençe divan durdurmakla bizi zavallı tutsaklar durumuna düşürdüğüne ya da bu yolla bizim üstümüzde egemenlik kurduğuna mı inanıyorsun?
ALLAH katında bizim i’tibarımızı yitirdiğimizi, gözden düştüğümüzü, buna karşılık sizin de yüceldiğinizi, şereflendirildiğinizi mi düşünüyorsun? Sizin dış görünüşteki başarınızın yüce şerefinizden ya da üstün konumunuzdan ileri geldiğini mi sanıyorsun? Kibirli ve basiretsiz kılığına bakmadan buna mı dikmişsin gözünü? Dünya âlemîni elde ettiğine, bütün cihan üstünde nüfuz sâhibi olduğuna mı inanıyorsun?
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Azîz CÂnlarımız,

Âşık KuL İhvÂNi SefîL CÂN Kardeşiniz,
ZEYNEB aleyhisselâm ANNEmizin =>Yeri Göğü İNLEten Bu KÂR-ü-BELÂ ÇİLLe ÇIĞLığını,
=>O ÇÖLde ve HÂLde DİNLEdim ve İNLEdim..
=>RABBımız TeALÂ’mız'a Hamd-ü-Senâ OLsun!.



Resim
ZEYNEB aleyhasselâm ANNEmizLe;

EHL-i BEYt’in!.
aleyhumusselâm..


SEYRin=->SÂHiL SaL ÂŞIKk,
AŞKk UMMÂN’ın DaL ÂŞIKk,
BiNBiR ÇiLe=-=>ÇaL ÂŞIKk;
===>SAZI’nı EHL-i BEYt’in!.

Resim

YAŞA!. =>YÂR BAKIŞI'nı,
==>SÎNE’ye===>AKIŞInı,
=>BEZm-i BAHAR KIŞInı,
->YAZI’nı EHL-i BEYt’in!.

Resim

CÂN’da CÂNÂN CEM’ EyLe,
AŞKk-ı PÂKin==>DEM EyLe,
=>YÂREne=>MERHEM EyLe,
==>TOZU’nu EHL-i BEYt’in!.

Resim

VEDÛD =-VUSLât DiLEmiş,
==>RIZASIna==->BeLEmiş,
DOSt MUHAMMED ELEmiş,
->TUZU’nu EHL-i BEYt’in!.

Resim

=>RABB’ın>PÂK ü TâHiRi,
=>NESL-i NECîB->MâHiRi,
SüR=>GeL>Bâtın>ZâHiRi,
==-> İZİ’ni EHL-i BEYt’in!.

Resim

==->"FATMA ANA AŞI"na,
KAN OL GÖZün YAŞI’na,
YASTIk EyLe=->BAŞI’na,
=>DİZİ’ni EHL-i BEYt’in!.

Resim

BELÂ!. Ne?. ->ÂHİDe SoR,
->Şe’ÂN’da->ŞÂHİDe SoR,
=>"Şüphesiz ŞEHÎD"e SoR,
=>ÖZÜ’nü EHL-i BEYt’in!.

Resim

KöR=>KöRe KaNDiL SoRaR,
=>UYANMAYAN=>Bî-KaRaR,
UYANAN==_>SıRRLa SıRaR,
=>GÖZÜ’nü EHL-i BEYt’in!.

Resim

"HASAN- HÜSEYİN!"->DeMe,
===->ŞÂH’a KuSuR EyLeMe,
=>SaLâVâTSız=_=>SöyLeMe,
==->SÖZÜ’nü EHL-i BEYt’in!.

Resim

İHVÂNİm=->DöRt ÂLEM’de,
=>CüMLe CİHÂNLa CEM’de,
GÖSTER=->DERUNî DEM’de,
==>YÜZÜ’nü EHL-i BEYt’in!.


HeR YeRde HeR ÂNda
HeR HÂLde HeR NEFEste..


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim


Resim

Yâ RASÛLULLAH sallallahualeyhi vesellem.

İmâm-ı ALİ kerremullahi vecheye ait SaLâvâtı Şerîfe..



Resim

TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Resim Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Resim Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Resim Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Resim Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Resim Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Resim Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.

MÂNÂSI:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”


RABBenâ!.
7 LETÂİFimizin SALLini-İSÂLini-SILÂsını-ULAŞımını SAĞLa!.



Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!.

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu!.



MuhaMMedî MuhaBBetLerimLe...

Resim İHVÂNİmResim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

6. BÖLÜM

KURÂNKERÎM

Kur’ÂN İsminin hemzesiz olduğunu söyleyenler içinde yer alan İmam Şâfiî’den rivâyet edilen, başka ilim adamlarının da desteklediği birinci görüşe göre kelime harf-i ta‘rifli olarak “el-kurân” (القرآن) şeklindedir ve ne “kara’e” (قرأ) fiilinden ne de başka bir kökten türemiştir; Tevrat ve İncil gibi son din için gönderilen kitaba ALLAH celle celâlihu tarafından verilmiş özel isimdir (Beyhakî, I, 277). On kıraat imamından İbn Kesîr kelimeyi hemzesiz, diğerleri hemzeli olarak okurlar. Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî ile birlikte bir grup âlime göre kelime “karn” kökünden türemiştir ve “bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak, katmak” anlamındadır.
Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ ve Kurtubî ise “kurân” kelimesine kök olarak “karâ’in”i gösterirler. Çünkü Kur’ÂN âyetlerinden bir kısmı diğerini tasdik etmekte ve âyetler birbirine benzemektedir (Zerkeşî, I, 374).

Zerkeşî ve Süyûtî, Şeyzele’nin elli beş isimden söz ettiğini kaydederek.: =>"Kitâb, Kur’ÂN, kelâm, nûr, hüdâ, rahmet, furkân, şifâ, mev‘iza, zikr, kerîm, alî, hikmet, hakîm, müheymin, mübârek, habl, es-sırâtü’l-müstakîm, kayyim, fasl, en-nebeü’l-azîm, ahsenü’l-hadîs, tenzîl, rûh, vahy, mesânî, Arabî, kavl, besâir, beyân, ilm, hak, hedy [hâdî], aceb, tezkire, el-urvetü’l-vüskâ, müteşâbih, sıdk, adl, îmân, emr, büşrâ, münâdî, nezîr, mecîd, zebûr, mübîn, beşîr, azîz, belâğ, kasas, suhuf, mükerreme, merfûa, mutahhera"
Bunların anlamlarını açıklamışlardır (el-Burhân fî ʿulûmi’l-Kurʾân, I, 370-373; el-İtKân, I, 159-164). Ancak bu kelimelerin bazıları Kur’ÂN’ın İsmi olarak kabul edilebilirse de alî, habl, es-sırâtü’l-müstakîm, fasl, nebeün azîm gibi çoğunun isim değil Kur’ÂN’a bir şekilde işâret eden lafızlardan veya onun vasıflarından olduğu görülmektedir.

TARİHİ.:
MuhaMMed aleyhisselâm, kırk yaşına yaklaştığında kendisinde daha önce görülmeyen bazı haller ortaya çıkmaya başlamıştı. Hayatında benzerini yaşadığı rüyalar görüyor, nereden geldiğini anlamadığı sesler duyuyor, ışıklar farkediyordu (Müsned, I, 279). Yine bu yaşlarda iken yalnız kalma ve tefekküre dalma arzusuyla Hira Mağarasına gitmeye ve orada azığı bitinceye kadar kalmaya başladı. Burada kendisinde ortaya çıkan yeni halleri anlamaya çalışıyor ve ALLAH’a ibâdet ediyordu. Dört beş yıl kadar sürdüğü tahmin edilen (İbn Hişâm, I, 263-267; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 77-84) bu hazırlık döneminin ardından Vahiy Meleği Cebrâil aleyhisselâm, ilk defa yanına gelerek ona “oku!” dedi. “Ben okuma bilmem” cevabını verince melek onu kavrayarak iyice sıktı ve bıraktı. Sonra yine “oku!” dedi. MuhaMMed aleyhisselâm yine.: “Ben okuma bilmem!” deyince melek yeniden onu sıktı ve bıraktı. Aynı cevap üzerine Cebrâil aleyhisselâm kendisini üçüncü defa sıkıp bıraktıktan sonra.: “Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O kalemle öğretendir. O insana bilmediğini öğretti” meâlindeki âyetleri okudu ve uzaklaşıp gitti.

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Resim---“Ikra’bismi RABBikellezî halak (halaka).: Yaratan RABBin’in İsmi ile oku!.”(Alak 96/1)

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
Resim---“Halaka’l- insâne min alak (alakın).: İnsanı bir alaktan (embriyodan) yarattı.”(Alak 96/2)

اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ
Resim---“Ikra’ ve RABBuke’l- Ekrem (ekremu).: Oku ve senin RABBin, sonsuz Kerem Sâhibidir.”(Alak 96/3)

الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ
Resim---“Ellezî alleme bi’l- KALEM (kalemi).: Ki O, KALEM ile öğretti.”(Alak 96/4)

عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
Resim---“ “Alleme’l- insâne mâ lem ya’lem.: İnsâna BİLmediği şeyleri öğretti.” : Ki O, KALEM ile öğretti.”(Alak 96/5)

Dehşete kapılan MuhaMMed aleyhisselâm evine dönerek eşi Hatice aleyhasselâm’a.: “Beni örtünüz” dedi, bir süre dinlendi, kalkınca başından geçenleri ona anlattı. Hatice aleyhasselâm, ALLAH’ın kendisini yalancı çıkarmayacağını söyleyerek onu teskin etti. Ardından birlikte Hatice aleyhasselâm’ın Amcasının Oğlu Varaka b. Nevfel’e gittiler. Varaka, Resûl-i Ekrem’e, kendisine gelenin daha önce Hz. Mûsâ’ya da gelen “nâmûs” (Cebrâil) olduğunu, “tebliğe başladığında hayatta olursa kendisine uyacağını ve yardım edeceğini” söyledi (Müsned, VI, 232; Buhârî, “Bedʾü’l-vahy”, 3; Müslim, “Îmân”, 252).
Böylece MuhaMMed aleyhisselâm kendisinin Peygamberlikle görevlendirildiğini anladı, Hatice aleyhasselâm da ona iman ederek ilk müslüman olma şerefini kazandı. Konu hakkındaki rivâyetlerden ve Kur’ÂN’ın ilgili âyetlerinden =>(Bakara 2/185; Kadr 97/1)

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Şehru ramadânellezî unzile fîhi’l- Kur’ÂNu huden li’n- nâsi ve beyyinâtin mine’l- hudâ ve’l- furkÂN (furkâni), fe men şehide minkumu’ş- şehra fe’l- yesumh (yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar (uhara) yurîdullâhu bikumu’l- yusra ve lâ yurîdu bikumu’l- usra, ve li tukmilû’l- iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ramazan Ayı ki, insanlar için HİDÂYEte erdirici (hidâyete erme, ALLAH'a ulaşma vesilesi) ve beyyineler (açık deliller ve ibpat vasıtaları) ve FurkÂN (hakkı bâtıldan ayırıcı) olarak Kur’ÂN, Hüdâ tarafından onda (o ayın içinde) indirildi. Artık içinizden kim bu aya (yetişir de ramazan ayını görüp) şâhid olursa o zaman onu, ORUC tutarak geçirsin. Ve kim, hasta veya yolculukta olursa, o takdirde (tutamadığı günlerin sayısı) diğer günlerde (ORUC tutarak) tamamlanır. ALLAH sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidâyet erdirdiği şeye karşılık (sizin de) ALLAH'ı tekbir etmeniz (yüceltmeniz) içindir. Umulur ki böylece siz (bütün bu kolaylıklara) şükredersiniz.” (Bakara 2/185)

إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ
"İnnâ enzelnâhu fî leyleti’l- kadr (kadri).: Muhakkak ki Biz, O’nu (Kur’ÂN’ı) Kadir Gecesi’nde Biz indirdik.” (Kadr 97/1)

Çıkarılan sonuca göre Kur’ÂN, Peygamber aleyhisselâm’a kırk yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır (Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 80). İlk vahiylerin sâdık rüyalar şeklinde olduğuna dair Hz. Âişe’den gelen rivâyetteki “rü’yâ-yı sâdıka” ifâdesi (Müsned, VI, 232; Buhârî, “Bedʾü’l-vahy”, 3; Müslim, “Îmân”, 252), MuhaMMed aleyhisselâm’ı Peygamberliğe hazırlayıcı gelişmeler olarak düşünülürse bu rivâyet ilk inen âyetlerin “oku!” emriyle başladığı şeklindeki bilgiyle çelişmemektedir. Vahyin,MuhaMMed aleyhisselâm Hira Mağarasında uykuda iken geldiğine dair nakiller ise (İbn Hişâm, I, 267-269; İbn Sa‘d, I, 194-195) Buhârî ve Müslim’in rivayetleri karşısında yeterince güvenilir görünmemektedir.

Sûrelerin Mekkî ve Medenî olmasıyla ilgili görüşler arasında en fazla kabul göreni, indiği yere bakılmaksızın hicretten önce nâzil olan âyet ve sûrelerin Mekkî, hicretten sonra nâzil olanların Medenî sayılması gerektiği şeklindedir. Çünkü bu iki kavram kendine has şartları olan iki ayrı dönemi ifâde etmektedir. Zerkeşî’ye göre sûrelerin seksen beşi Mekkî, yirmi dokuzu Medenî (el-Burhân fî ʿulûmi’l-Kurʾân, I, 281), Süyûtî’ye göre ise seksen ikisi Mekkî, yirmisi Medenî ve on ikisi ihtilâflıdır (el-İtKân, I, 33). Ancak günümüzde yaygın olan görüşe göre sûrelerin seksen altısı Mekkî, yirmi sekizi Medenî’dir. Bazı Mekkî sûreler içinde Medenî âyetler, Medenî sûreler içinde Mekkî âyetler bulunmaktadır. Kur’ÂN’ın Mekkî olan âyetlerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadiselerden, ahlâkî ve insanî değerlerden bahsedilmiş olup bu âyetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir. Buna rağmen Rahmân Sûresi gibi bazı Medenî Sûrelerin Mekkî Sûrelerdeki üslûbu taşıdığı da görülmektedir.

Kur’ÂN kendisinden bahsederken birçok yerde “el-Kur’ÂN” ve “el-Kitâb” kelimelerini kullanmıştır. Bu isimler onun hem okunan hem yazılan bir vahiy olduğuna işâret etmektedir.

Kur’ÂN Âyetlerinin Peygamber aleyhisselâm’ın sağlığında bir araya getirilerek kitap şeklini aldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. O dönemde Kur’ÂN’ın iki kapak arasına alınmamasının asıl sebebi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem hayatta olduğundan vahyin ne zaman kesileceğinin bilinmemesidir. Ancak Ramazan Aylarında Resûl-i Ekrem ile Cebrâil aleyhisselâm’ın o güne kadar inen âyetleri birbirlerine karşılıklı olarak okumaları (arza) uygulamasından (Buhârî, “Bedʾü’l-halK”, 6) Kur’ÂN’ın bir kitap şeklini alma yolunda olduğu anlaşılmaktadır.
Bazı rivâyetlerde Zeyd b. Sâbit ile Übey b. Kâ‘b gibi sahâbîlerin bu okumaları yakından takip ettikleri belirtilmektedir (Müsned, V, 117; Hâkim, II, 225). Özellikle Resûl-i Ekrem’in vefat ettiği yılın ramazan ayındaki son okuyuş karşılıklı olarak ikişer defa gerçekleşmiş, böylece mushaf ortaya çıkmıştır (Buhârî, “Bedʾü’l-vahy”, 5, “Fezâʾilü’l-Kurʾân”, 7, “İʿtikâf”, 17, “MenâKıb”, 25; Müslim, “Fezâʾil”, 50, “Fezâʾilü’ṣ-ṣahâbe”, 98, 99; Nesâî, “Ṣıyâm”, 2)

Peygamber aleyhisselâm’ın sağlığında Kur’ÂN’ın tamamını ezberleyenlerin sayısı konusunda farklı rivâyetler vardır. Enes b. Mâlik’ten gelen bir rivâyette bunların dört veya beş kişi olduğu ifâde edilmişse de diğer rivâyetlerden bu sayının onu aştığı anlaşılmaktadır

Son okumada tertibi belirlenen ve pek çok sahâbî tarafından bu son şekliyle yazılıp ezberlenen Kur’ÂN okunmaya devam ederken Yemâme Savaşı ile diğer bazı savaşlarda Hâfız Sahâbîlerden bir kısmının şehîd olması (Buhârî, “Fezâʾilü’l-Kurʾân”, 3) Hz. Ömer radiyallahu anhu’i telâşlandırarak harekete geçirmiştir. Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣahîh’inde uzun uzadıya anlatıldığına göre Kur’ÂN’ın toplanması (cem‘) fikrini Halife Ebû Bekir radiyallahu anhu’e açan Ömer radiyallahu anhu bu hususta onu ikna etmiş, Hz. Ebû Bekir radiyallahu anhu de bu görevi Zeyd b. Sâbit’e vermiştir. Yapılan duyuruyla, yanlarında yazılı Kur’ÂN nüshaları ve parçaları olanların bu metinlerin Kur’ÂN âyetleri olduğuna dair iki şâhidle birlikte görevli heyete başvurmaları istenmiştir. Zeyd ve diğer heyet üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getirdiği yazılı metinleri kontrol etmiş ve yazmışlardır.

Hz. Osman radiyallahu anhu’n mushafı çoğaltma işine ashap ve tâbiînden karşı çıkan olmamıştır. Abdullah b. Mes‘ûd ile ilgili olarak zikredilen rivâyete göre İbn Mes‘ûd, yapılan işten ziyâde heyetin başkanlığına Zeyd b. Sâbit’in getirilmesini uygun görmemiş, fakat daha sonra Hz. Osman radiyallahu anhu’n uygulamasına tâbi olmuştur (Müsned, I, 389; Tirmizî, “Tefsîr”, 10; Ebû Abdullah es-Sayrafî, s. 361-374; Zehebî, I, 487-488).

TERTİBİ.:
Kur’ÂN-ı Kerîm âyetlerden ve değişik sayılarda âyetlerin yer aldığı sûrelerden oluşur. Bazı âyetler özel adlarla anılmış olup bunların en meşhuru “Âyetü’l-Kürsî”dir (el-Bakara 2/255). “Deyn âyeti, Ribâ Âyeti, Kumar Âyeti” gibi adlandırmalar ise daha çok âyetin konusuyla ilgilidir..

MÂHİYETİ.:
Kur’ÂN-ı Kerîm, “ALLAH Kelâmı” olarak tanımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifâde ettiği için bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir. Yönelik olma bizzat ALLAH tarafından “hüden” ve “beyyinât” kelimeleriyle açıklanmıştır

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Şehru ramadânellezî unzile fîhi’l- Kur’ÂNu huden li’n- nâsi ve beyyinâtin mine’l- hudâ ve’l- furkÂN (furkâni), fe men şehide minkumu’ş- şehra fe’l- yesumh (yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar (uhara) yurîdullâhu bikumu’l- yusra ve lâ yurîdu bikumu’l- usra, ve li tukmilû’l- iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ramazan Ayı ki, insanlar için HİDÂYEte erdirici (hidâyete erme, ALLAH'a ulaşma vesilesi) ve beyyineler (açık deliller ve ibpat vasıtaları) ve FurkÂN (hakkı bâtıldan ayırıcı) olarak Kur’ÂN, Hüdâ tarafından onda (o ayın içinde) indirildi. Artık içinizden kim bu aya (yetişir de ramazan ayını görüp) şâhid olursa o zaman onu, ORUC tutarak geçirsin. Ve kim, hasta veya yolculukta olursa, o takdirde (tutamadığı günlerin sayısı) diğer günlerde (ORUC tutarak) tamamlanır. ALLAH sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidâyet erdirdiği şeye karşılık (sizin de) ALLAH'ı tekbir etmeniz (yüceltmeniz) içindir. Umulur ki böylece siz (bütün bu kolaylıklara) şükredersiniz.” (Bakara 2/185)

Kur’ÂN’ın Muhtevası bu yönelmişlikle irtibatlı olarak muhtelif şekillerde tasnif edilmekle birlikte ana hatlarıyla “haber” ve “inşâ” kısımlarına ayrılmaktadır.
Haber, esas itibâriyle bizzât ALLAH’ın isimleri ve sıfatları, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hidâyet daha çok neyin nasıl yapılması gerektiğini, yâni olması gerekeni ifâde etmektedir. Bu çerçevede Kur’ÂN’da “her şey”in bilgisi bulunmaktadır.:

وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ وَلاَ طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ إِلاَّ أُمَمٌ أَمْثَالُكُم مَّا فَرَّطْنَا فِي الكِتَابِ مِن شَيْءٍ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
“Ve mâ min dâbbetin fî’l- ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fî’l- kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûn (yuhşerûne).: Yeryüzünde (tek hücrelilerden dev cüsselilere kadar) hiçbir canlı (hayvan) ve iki kanadıyla uçan hiçbir “uçucu” yoktur ki, sizin gibi (kendilerine has kanunları ve hayat tarzları bulunan) bir topluluk (bir ümmet) olmasınlar. Biz Kitapta (Kur’ÂN’da ve Levh-i Mahfuz’da anılması gereken) hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onlar (hesap vermek üzere) RABBlerine toplanacaklardır.” (En‘âm 6/38)

وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا عَلَيْهِم مِّنْ أَنفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا عَلَى هَؤُلاء وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ
“Ve yevme neb’asu fî kulli ummetin şehîden aleyhim min enfusihim ve ci’nâbike şehîden alâ hâulâ (hâulâi), ve nezzelnâ aleyke’l- kitâbe tibyânen likulli şey’in ve huden ve rahmeten ve buşrâ li’l- muslimîn (muslimîne).: Her ümmete kendi içlerinden birisini (görevli nebi ve davetçilerini) onların üzerine bir şâhid getirdiğimiz diriltme günü, (ey Nebim!) Seni de onlar üzerine bir şâhid olarak getireceğiz (Baş müşâhid makamına eriştireceğiz). Biz Kitabı (Kur’ÂN’ı) Sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidâyet, bir rahmet ve bir müjde (kaynağı) olarak indirdik.” (Nahl 16/89)

[Not.: Bu düşünce yapısı ile mü’minler, olayları; cahiliye toplumunun değer ölçülerine göre değil, Kur’ÂN’ın Hükmüne göre yorumlamak mecburiyetindedirler.]

Buradaki “her şey” cüz’î olanı değil esas itibariyle küllî olanı belirtmektedir. Bu bilgi, bir yönüyle mevcudu kendi var oluşu içerisinde (meselâ herhangi bir nesneyi veya insanı fizikî özellikleri açısından değil mahlûk olması açısından) kavramayı anlatırken diğer yönüyle insanların fiilleriyle ilgili hükümleri, yani onların neleri yapması ve nelerden uzak durması gerektiği konusunda onlara yol gösterme anlamında bir hidâyeti ifâde etmektedir.

MUHTEVASI.:
Kur’ÂN-ı Kerîm, Peygamber aleyhisselâm’ın ilk muhatabı olan toplulukların çeşitli tavır ve davranışlarına, ihtiyaçlarına, olayların gelişimine vb. değişik hal ve şartlara göre farklı zamanlarda âyet veya sûre şeklinde nâzil olduğundan, konu bütünlüğü oluşturacak şekilde bir sıra izlemediği gibi mevcut mushaflardaki sûrelerin bizzat Resûl-i Ekrem aleyhisselâm’ın tâlimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eserlerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arz etmemekte, muhtevayı oluşturan konular mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır. Bu tertip şekli, tekrarların da katkısıyla Kur’ÂN’ı okuyan veya dinleyenlerin aynı anda birden çok konuyu gözden geçirmeleri, bir defalık okumayla birçok irşad ve uyarıya muhatab olmaları, ayrıca Kur’ÂN’ın bu örgüsüyle çeşitlilik arzeden kendi hayatları arasında paralellik sezmeleri gibi yönlerden daha etkileyici, eğitici ve yararlıysa da onun muhtevasını müstakil konu başlıklarına ayırarak eksiksiz bir şekilde vermeyi güçleştirmektedir.

KuR’ÂN ve İBâDEt.:
İbâdete, ister ALLAH’a duyulan saygı ve bağlılığın gereği olarak O’nun Rızâsına uygun davranma çabası şeklinde genel bir çerçeve çizilsin, ister ALLAH ve Resûlü tarafından yapılması emredilen ve yaratana itaati simgeleyen özel davranış biçimleri şeklinde daha dar kapsamlı bir tanım getirilsin, Kur’ÂN okuma her iki açıdan da başlı başına ibâdet niteliğinde bir davranıştır. İslâm dininin anlaşılması ve hayata aktarılması için Kur’ÂN’ın muhtevasının bilinmesi, getirdiği mesajın kavranması öncelikli ve vazgeçilmez bir önem taşır.
Ancak üzerinde hiçbir tartışmanın cereyan etmediği bu ilke Kur’ÂN’ın okunuşunun ibâdet olmasına, Kur’ÂN okuyana sırf bu davranışı sebebiyle ecir ve sevâb verilmesi imkânına engel teşkil etmez.
Gerek Kur’ÂN’da (el-A‘râf 7/204; en-Nahl 16/98; el-İsrâ 17/45, 82, 106; Fâtır 35/29; el-Müzzemmil 73/4) gerekse hadislerde (Müsned, II, 341; III, 82; Dârimî, “Fezâʾilü’l-Kurʾân”, 1; Müslim, “Zikir”, 38; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 14, 20; Tirmizî, “Kırâʾat”, 12, “Fezâʾilü’l-Kurʾân”, 2-4, 13, 16, 18)

وَإِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُواْ لَهُ وَأَنصِتُواْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Ve izâ kurie’l- Kur’ÂNu festemiû lehu ve ensıtû leallekum turhamûn (turhamûne).: Kur’ÂN okunduğu zaman, hemen (dikkatle ve anlama gayretiyle) onu dinleyin ve susup (saygıyla takip edin. Evlerinizde de, bu ayetlerin mealini okuyup öğrenin). Umulur ki esirgenmiş olur (İlahi Rahmet ve merhamete erişirsiniz).” (A‘râf 7/204)

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
“Fe izâ kare’te’l- Kur’ÂNe festeız billâhi mine’ş- şeytâni’r- racîm (racîmi).: Kur’ÂN’ı okumak (onu anlamak ve hükmünü uygulamak) istediğin(iz) zaman, lânetlenmiş şeytan(lar)ın (bâtıl zihniyetlerin ve zâlim şahsiyetlerin) şerrinden Allah’a sığın(ın,RABBinize güvenip dayanın; Kur’ÂN’a euzü besmele ile başlayın!)” (Nahl 16/98)

وَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرآنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ حِجَابًا مَّسْتُورًا
“Ve izâ kara’te’l- Kur’ÂNe cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bi’l- âhırati hicâben mestûrâ (mestûren).: Sen Kur’ÂN okuduğun (mana ve mesajını duyurduğun) zaman, Seninle âhirete inanmayan (ve Allah’ın rızasını öne almayan) kimseler arasında görünmez bir perde kılmışızdır.” (İsrâ 17/45)

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاء وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ وَلاَ يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إَلاَّ خَسَارًا
“Ve nunezzilu mine’l- Kur’ÂNi mâ huve şifâun ve rahmetun li’l- mu’minîne ve lâ yezîdu’z- zâlimîne illâ hasârâ (hasâran).: Biz Kur’ÂN’dan mü'minler için Şifâ ve Rahmet (vesilesi) olan şeyleri (gerekli hüküm ve haberleri) indiriyoruz. Oysa O (Kur’ÂN; sadece istismar için okuyan ama hükmünü uygulamayan) zâlimlerin ise ancak zararını (hüsran ve hırçınlığını) artırır." (İsrâ 17/82)

وَقُرْآناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنزِيلاً
“Ve Kur’ÂNen faraknâhu li takreehu alen nâsi alâ muksin ve nezzelnâhu tenzîlâ (tenzîlen).: Biz O’nu bir Kur’ÂN olarak, insanlara (anlamaları ve uyum sağlamaları için) dura dura ve belli aralıklarla okuyasın diye (bölüm bölüm, surelere ve ayetlere) ayırdık ve onu safha safha bir indirme ile (yirmi üç senede) indirdik.” (İsrâ 17/106)

إِنَّ الَّذِينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللَّهِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَّن تَبُورَ
“İnnellezîne yetlûne kitâballâhi ve ekâmû’s- salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten yercûne ticâreten len tebûr (tebûre).: Gerçekten ALLAH’ın Kitab’ını (dikkatle) okuyanlar (mana ve mealini anlayıp uygulayanlar), namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık (Hakk ve hayır yolunda ve ihtiyaç giderici oranda) infâk yapanlar (var ya, işte bunlar) kesin olarak asla zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler. (Bunlar her halde kazançlı çıkacaklardır.)” (Fâtır 35/29)

أَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا
“Ey zid aleyhi ve rettili’l- Kur’ÂNe tertîlâ (tertilen).: “Yahut (durumuna göre) bunu biraz artır ve Kur’ÂN’ı da tertil üzere (ağır, sakin ve anlayarak) oku(yup içine sindir ve ölçü edin!)” (Müzzemmil 73/4)

Mushafa Dokunmada Abdest ve GusüL Şartı.:
Kur’ÂN’la ilgili fıkhî hükümlerden biri, mushafı abdestsiz ve cünüp kimsenin eline almasının câiz olup olmadığı meselesidir. Konu klasik literatürde Kur’ÂN kelimesinin soyut mânasını çağrıştırmaması, iki kapak arasında yazılı olan kelâmın anlaşılması için “mushafa dokunmak” ve “mushafı eline almak” tabirleriyle geçer. Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel dahil olmak üzere fakihlerin büyük çoğunluğuna göre mushafa abdestsiz dokunmak, onu abdestsiz eline almak câiz değildir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ÜcretLe Kur’ÂN Öğretme.:

Kur’ÂN okuma ve dinlemenin faziletine dair hadislerin yanı sıra bir hadisinde Peygamber aleyhisselâm.: “Sizin en hayırlınız Kur’ÂN’ı öğrenen ve öğretendir” buyurmuştur.
(Buhârî, “Fezâʾilü’l-Kurʾân”, 21; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 14)

Kur’ÂN’ı ezberleyen ve onunla amel eden hâfızların ALLAH’ın seçkin kulları olduğunu belirtmiştir. (İbn Mâce, “MuKaddime”, 16-17; Tirmizî, “Fezâʾilü’l-Kurʾân”, 13).

Sahâbeden Ubâde b. Sâmit, Suffe Ehlinden bazılarına Kur’ÂN öğrettiğini ve onlardan birinin kendisine bir yay verdiğini, durumu Resûl-i Ekrem aleyhisselâm’a arzettiğinde,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Eğer kıyamet gününde boynuna ateşten bir halka takılmasını istersen onu kabul et!” buyurduğunu nakleder.
(İbn Mâce, “Ticârât”, 8; Ebû Dâvûd, “Büyûʿ”, 36).

Kur’ÂN’ın Geçim Vasıtası YapıLmasını, Kur’ÂN Okuma KarşıLığında Ücret ALmayı yasakLayan Âyet-i CeLîLeLer ve Hadis-i ŞârîfLer de vardır.:

“Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız Ancak Benden korkun.”

وَآمِنُواْ بِمَا أَنزَلْتُ مُصَدِّقاً لِّمَا مَعَكُمْ وَلاَ تَكُونُواْ أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَناً قَلِيلاً وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِ
“Ve âminû bi mâ enzeltu musaddikan li mâ meakum ve lâ tekûnû evvele kâfirin bih (bîhî), ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlen ve iyyâye fettekûni.: Yanınızda olan (Tevrat)ı doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur’ÂN’a) iman edin; onu inkâr edenlerin ilki (ve kötülük örneği) siz olmayın ve âyetlerimi az bir değer karşılığında değiştirip satmayın. Ve yalnızca BEN’den korkun (küfür ve kötülükten sakının)!” (Bakara 2/41)

Kur’ÂN ile tedavi yaptığını söyleyen bir kimse, ALLAH’ın Âyetlerini dua olarak bir kimseye okuma karşılığı bir menfaat elde edebilir mi? Ederse bu âyetin hükmüne girmez mi? Konuyla ilgili diğer iki âyeti de kaydedelim.:

فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُواْ الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هَذَا الأدْنَى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَا وَإِن يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مُّثْلُهُ يَأْخُذُوهُ أَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِم مِّيثَاقُ الْكِتَابِ أَن لاَّ يِقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقَّ وَدَرَسُواْ مَا فِيهِ وَالدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
“Fe halefe min ba’dihim halfun verisû’l- kitâbe ye’huzûne arada hâze’l- ednâ ve yekûlûne se yugferu lenâ ve in ye’tihim aradun misluhu ye’huzûh(ye’huzûhu), e lem yu’haz aleyhim mîsâku’l- kitâbi en lâ yekûlû alâllâhi ille’l- hakka ve deresû mâ fîh(fîhî), ved dâru’l- âhıretu hayrun lillezîne yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).: Onların ardından yerlerine, kitaba mirasçı (İlahi kurallardan haberi ve payı) olan (Tevrat’ı -daha sonra Kur’ÂN’ı- okuyan ama uymayan) birtakım ’(kötü) kimseler’ geçti. (Bunlar imkân ve iktidar fırsatı bulunca) Şu değersiz olan (dünya)nın geçici yararını alıyor ve: (Nasıl olsa) "İleride bağışlanacağız" diyerek (her türlü zulüm ve ahlâksızlığı yapıyorlardı,) bunun benzeri bir yarar (haram ve haksız bir kazanç fırsatı) gelince onu da alıyorlardı. Halbuki kendilerinden Allah’a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi konuşmayacaklarına (din adına yalan uydurmayacaklarına ve halkı aldatmayacaklarına) ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı? Ve maalesef onlar (Kitabın) içinde olanı okudular (ama hükümlerine uymadılar. Oysa Allah’tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdirmeyecek misiniz?”(A'râf 7/169)

إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُواْ لِلَّذِينَ هَادُواْ وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُواْ مِن كِتَابِ اللّهِ وَكَانُواْ عَلَيْهِ شُهَدَاء فَلاَ تَخْشَوُاْ النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلاً وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
“İnnâ enzelne't- tevrâte fîhâ huden ve nûr (nûrun), yahkumu bihen nebiyyûnellezîne eslemû lillezîne hâdû ver rabbâniyyûne ve’l- ahbâru bimestuhfizû min kitâbillâhi ve kânû aleyhi şuhedâe, fe lâ tahşevû'n- nâse vahşevni ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ (kalîlen) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humu’l- kâfirûn (kâfirûne).: Gerçek şu ki, içinde bir hidayet ve nur bulunan Tevrat’ı Biz indirdik. (ALLAH’a) Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyyun) ve yüksek bilginler (Ahbar), ALLAH’ın Kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahitler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) Öyleyse (ey bilgili ve yetkili kimseler!) insanlardan korkmayın, BEN’den korkun ve âyetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim (hükümet ederken, hâkimlik ve hakemlik yaparken) ALLAH’ın indirdiğiyle hükmetmezse (siyasi, ekonomik, ilmi ve ahlâki konularda çözüm üretirken ve kanun hazırlarken, hiçbir mazeret ve mecburiyeti bulunmadığı halde, Kur’ÂN’ın emir ve yasaklarını temel ölçü edinmezse); işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”(Mâide 5/44) [/colo]

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kur’ÂN okuyun, O’nunla amel edin, On(u okumak)dan asla uzaklaşmayın, O’nun hakkında haddi aşmayın; O’nun karşılığında ücret alıp yemeyin, O’nunla dünya menfaati artırmayı taleb etmeyin." buyurmuştur.
(Ahmed bin Hanbel, Müsned II/428; Heysemî, VI/167); Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/95; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/46).

Ubâde bin Sâmit.: “Ehl-i Suffe'den birçok kimselere Kur’ÂN öğrettim. Bu öğrencilerimden birisi bana ok atılan bir yay hediye etti. -Kendi kendime- .: “Bu bir mal/para değildir. Özellikle bununla ben savaşlarda ALLAH YoLunda ok atacağım!” dedim. Bununla beraber, Nebî (sallallahu aleyhi vesellem 'e bu olayı arz ettim. Rasül-i Ekrem cevaben.: "ALLAH TeALÂ'nın Kıyamet Gününde boynuna ateşten bir halka takmasını arzu edersen kabul et!" buyurdu.
(Ebû Dâvud; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47)

Übeyy bin Kâ'b.: "Bir adama Kur’ÂN-ı Kerim öğrettiydim de, bana bir yay hediye etmişti. Durumu Rasûlullah'a söylediğimde.: "Onu alırsan, ateşten bir yay almış olursun demektir!" buyurdu ben de sahibine geri verdim.

(İbn Mâce, II/157; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47-48.)

Resûl-i Ekrem.: “Rukye yapan kişi mütevekkil değildir” buyurmuştur.
(S. Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi, D.İ.B. Y., c. 12, s. 88.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kur’ÂN okuyun, onunla amel edin, On(u okumak)dan asla uzaklaşmayın, onun hakkında haddi aşmayın; onun karşılığında ücret alıp yemeyin, onunla dünya menfaati artırmayı talep etmeyin!." buyurmuştur.
(Ahmed bin Hanbel, Müsned II/428; Heysemî, VI/167); Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/95; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/46.)

Rukyeci/parayla duâ veya efsuncu olduğunu ileri süren birisi rahatlıkla diyebilir ki.: “Ben para almıyorum. Hastaya okuyorum. Gönlünden kopan ne ise, onu hediye olarak veriyor.”
Bu şekilde yapan sahabiye Peygamberimiz aleyhisselâm ne demiş bakalım.:

Übeyy bin Kâ'b: "Bir adama Kur’ÂN-ı Kerim öğrettiydim de, bana bir yay hediye etmişti. Durumu Rasûlullah'a söylediğimde.: "Onu alırsan, ateşten bir yay almış olursun demektir" buyurdular, ben de sahibine geri verdim.
(İbn Mâce, II/157; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47-48).

Sahabi, cehennemde ateşten bir hediyeye döneceğini duyunca, aldığını sahibine geri vermişti.

Ubâde bin Sâmit.: “Ehl-i Suffe'den birçok kimselere Kur’ÂN öğrettim. Bu öğrencilerimden birisi bana ok atılan bir yay hediye etti. -Kendi kendime- "Bu bir mal/para değildir. Özellikle bununla ben savaşlarda ALLAH YoLunda ok atacağım!” dedim. Bununla beraber, Nebî (sallallahu aleyhi vesellem'e bu olayı arz ettim. Rasül-i Ekrem cevaben.: "ALLAH TeALÂ'nın Kıyamet gününde boynuna ateşten bir halka takmasını arzu edersen kabul et!" [/color]buyurmuştur.
(Ebû Dâvud; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim Kur’ÂN öğretmesi karşılığında bir kavs/yay alırsa, ALLAH ona ateşten bir yay kılâde/gerdanlık yapıp boynuna takar." buyurmuştur.
(Dârimî; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim Kur’ÂN okuyup Kur’ÂNı insanların malını yemeye vesile edinirse, Kıyamet gününde yüzü etten soyulmuş bir kemikten ibâret olarak Arasat Meydanına gelir." buyurmuştur.
(Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/96; Beyhakî; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kur’ÂN okuyan, onunla ALLAH'tan istesin. Zirâ birtakım insanlar gelecek, Kur’ÂN'ı okuyacaklar ve onunla insanlardan menfaat temin edeceklerdir!." buyurmuştur.
(Tirmizî, V/179, hadis no: 2917; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48-49; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/96.)

İmam Buhârî, Sahih-i Buhârî'nin "Fedâilu'l-Kur’ÂN" bölümünde "Kur’ÂN'ı; gösteriş, yeme ve övünme için okuyanlar" diye bir başlık açmış ve ilk olarak şu hadis-i şerifi almıştır.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Dünyanın sonunda birtakım insanlar gelecek ki, onlar basit akıllıdırlar. ALLAH'ın Kelâmı’nı okurlar, ama okun yaydan çıktığı gibi İslâm'dan çıkarlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez; onları bulduğunuz yerde öldürün. Çünkü onları öldürmek, Kıyamet Gününde ecir olacaktır." buyurmuştur.
(Buhâri, Tecrid-i Sarih IX/301; XI/248.)

Buhârî'yi şerheden âlimlerden Kirmânî, bu hadisle ilgili şu açıklamayı yapar.: "Bu hadisin, konulan başlığın ikinci kısmıyla, yani Kur’ÂN'ı yeme vesilesi yapmakla ilişkisi şudur: Kur’ÂN okuma, ALLAH için olmazsa, elbette ya gösteriş, ya yeme vesilesi, ya da benzeri bir şey için olacaktır."
(Kirmânî, Şerhu'l-Buhârî XIX/49; Kastalânî, İrşâdü's-Sârî, VII/388)

Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Ashâbından iki kişi bir gün bir mescide geldiler. İmam namazdan selâm verince, cemaatten biri, bir miktar Kur’ÂN okudu; sonra da yardım istedi. Olaydan müteessir olan sahâbîlerden Biri.: “Hepimiz ALLAH içiniz, O'na âidiz ve O'na döneceğiz. Peygamber Efendimiz'i şöyle derken işitmiştim.: "Pek yakın bir gelecekte bir grup insan türeyecek, bunlar Kur’ÂN'ı âlet edip dilenecekler. Bu işi kimin yaptığını görürseniz, sakın ona bir şey vereyim demeyiniz!."
(Fudayl bin Amr'dan, et-Tıbyân fî Âdâb-ı Hameleti'l-Kur’ÂN, Muhyiddin Nevevî, s. 29)

Kur’ÂN-ı Kerîm okumak bir ibâdettir. İbâdet, dünyevî bir menfaat için değil, sadece ALLAH Rızası için yapılır. Bu sebeple, Kur’ÂN-ı Kerîm’in para karşılığında okunması ve okunan Kur’ÂN karşılığında para verilmesi dinen câiz değildir. Böyle bir okumadan dolayı sevap da yoktur.. (Mevsılî, el-İhtiyâr, 2/60, İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 6/56).


Resim Kur’ÂN-ı Kerim geçim vasıtası yapıLmaz.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:Kur’ÂN okuyun, fakat geçim vasıtası yapmayın!.” buyurmuştur.
(İ. Ahmed.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir zaman gelir, Kur’ÂN, Allah Rızası için değil, dünyalık için okunur!.” buyurmuştur.
(Ebu Davûd.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:Kur’ÂN okuyup da, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkanlar olacaktır.) buyurmuştur.
(İbni Mâce.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:Kur’ÂN-ı Kerim, okuyanlarına ya şefaat eder veya düşman olur!.” buyurmuştur.
(İ Müslim.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim kendisinde ALLAH'ın Rızası aranan bir İLMi sadece dünyalığa sahib olmak için öğrenirse, o kimse kıyâmet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz!." buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Ebû Dâvûd, İlim 12; İbni Mâce, Mukaddime 23.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar ALLAH YOLUndadır." buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, İlm 2, 2649; İbni Mâce, Mukaddime 17, 227.)

"Ubâde B. Samit radiyallahu anhu anlatıyor.: “Ben Ehl-i Suffa’dan bazı insanlara Kitab-ı Kur’ÂN'ı öğretmiştim. Bunun üzerine onlardan bir adam bana bir yay hediye etti. Ben de.: “Bu yay benim için önemli bir mal değildir ve onunla ALLAH YoLunda atış yaparım!” diye gidip Rasulullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- soracağım!” dedim ve gidip sordum.: “Ya Rasûlullah! Kendilerine yazı ve Kur’ÂN öğrettiğim kimselerden biri bana bir yay hediye etti; ki o benim için değerli bir mal değildir ve ben onunla ALLAH YoLunda atış yaparım!.” Bunun üzerine Rasulullah aleyhisselam bana şu cevabı verdi.: “Eğer nâr (ateş) den (boynuna) bir takı takınmayı seversen, kabul et!."
(Ebu Davûd)

“Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız Ancak Benden korkun.”

وَآمِنُواْ بِمَا أَنزَلْتُ مُصَدِّقاً لِّمَا مَعَكُمْ وَلاَ تَكُونُواْ أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَناً قَلِيلاً وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِ
“Ve âminû bi mâ enzeltu musaddikan li mâ meakum ve lâ tekûnû evvele kâfirin bih(bîhî), ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlen ve iyyâye fettekûni.: Yanınızda olan (Tevrat)ı doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur’ÂN’a) iman edin; onu inkâr edenlerin ilki (ve kötülük örneği) siz olmayın ve ayetlerimi az bir değer karşılığında değiştirip satmayın. Ve yalnızca Benden korkun (küfür ve kötülükten sakının)!”(Bakara 2/41)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şu hadisi bu gerçeği dile getirir.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH şu Kur’ÂN’la bazı kavimleri yükseltir, bazılarını da alçaltır!" buyurmuştur.
(Müslim, Müsâfirîn, 269; İbn Mâce, Mukaddime, 16.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kur’ÂN’ı gereği gibi güzel okuyan kimse, vahiy getiren şerefli ve itaatkar meleklerle beraberdir. Kur’ÂN’ı kekeleyerek zorlukla okuyan kimseye de iki kat sevâb vardır." buyurmuştur.
(Buhârî, Tevhîd 52; Müslim, Müsâfirîn 243; Ebû Dâvûd, Salât 349; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 13; İbn Mâce, Edeb 52. 14 Buhârî, İlm 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temennî 5, İtisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 266-268; bk. Tirmizî, Birr 24; İbn Mâce, Zühd 22.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Sâdece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri ALLAH'ın kendisine Kur’ÂN verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri ALLAH'ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O'nun yolunda harcayan kimse." buyurmuştur.
(İbni Ömer radiyallahu anhu’dan; Buhârî, İlm 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temennî 5, İtisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 266-268; bk. Tirmizî, Birr 24; İbn Mâce, Zühd 22.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kıyâmet gününde Kur’ÂN ve dünyadaki hayatlarını ona göre tanzim eden Kur’ÂN' Ehli kimseler mahşer yerine getirilirler. Bu sırada Kur’ÂN''ın önünde Bakara ve Âl-i İmrân Sûreleri vardır. Her ikisi de kendilerini okuyanları müdafaa için birbiriyle yarışırlar." buyurmuştur.
(Nevvâs İbni Sem'ân radiyallahu anhu’dan; Müslim, Müsâfirîn 253; Tirmizî, Fezâilü'l-Kur’ÂN 5.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ancak iki konuda hased (imrenme) vardır: ALLAH'ın kendisine mal verip de bu malı hak yolda harcattığı kimse ile ALLAH'ın kendisine ilim (hikmet) verip de bu ilimle (hikmetle) hüküm veren ve bu ilmi öğreten kimseye." buyurmuştur.
(Abdullah bin Mes'ûd radiyallahu anhu’dan; Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ'tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268; Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Zühd 2.)

Câbir radiyallahu anhu.: Nebî (sallallahu aleyhi vesellem), Uhud Gazvesi'nde şehid düşenleri her mezara iki kişi konacak şekilde toplattı ve sonra.: "Bunların hangisi daha çok Kur’ÂN bilirdi?" diye sordu. Şehidlerden hangisi gösterilirse, önce onu kıbleden yana kordu.” buyurmuştur.
(Buhâri, Cenâiz 72, 75, 78, Meğâzî 26; Ebû Dâvûd, Cenâiz 27; Nesâî, Cenâiz 62; İbni Mâce, Cenâiz 28; Tirmizî, Cenâiz 31.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kur’ÂN okuyunuz. Çünkü Kur’ÂN, kıyâmet gününde kendisini okuyanlara şefaatçı olarak gelecektir." buyurmuştur.
(Ebû Ümâme radiyallahu anhu’dan; Müslim, Müsâfirîn 252; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 249, 251.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kalbinde Kur’ÂN’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir" buyurmuştur.
(Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ÂN, 18; Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ÂN, 1; Ahmed, I, 223.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Her zaman Kur’ÂN okuyan kimseye şöyle denir.: “Oku ve yüksel, dünyada tertil ile okuduğun gibi burada da tertil ile oku. Şüphesiz senin merteben, okuduğun ayet sayışıncadır!" buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Vitr, 20; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 18.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şu Kur’ÂN’ı hafızanızda korumaya özen gösteriniz. MuhaMMed’in canını kudretiyle elinde tutan ALLAH’a yemin ederim ki, Kur’ÂN’ın hafızadan çıkıp kaçması, bağlı devenin ipinden kurtulup kaçmasından daha hızlıdır" buyurmuştur.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Teganni ile okumayan kişinin bizden değildir" buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Vitr, 20; Buhârî, Tevhîd, 44; İbn Mâce, İkâmet, 176.)

Ashab-ı Kiramdan Ebu Musa radiyallahu anhu güzel sesli sahabilerdendi. Sesi dokunaklı idi. Okuyuşu insanı şevke getirirdi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ondan Kur’ÂN dinlemeyi severdi. Bir defasında onu dinledi ve.: "Dün gece senin okuyuşunu dinlerken beni bir görmeliydin! Şüphesiz Davûd’a verilen güzel seslerden bir ses de sana verilmiştir" buyurarak ona iltifat etti.
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN, 31; Müslim, Müsâfirîn, 235- 236; Tirmizî, Menâkıb, 55; Nesâî, İftitâh, 83; İbn Mâce, İkâme, 176.)

Kur’ÂN Okumak Üzere Toplanılması Kur’ÂN okumak için çeşitli faaliyetlere katılmak hayırlı bir iştir. Bunun için uygun olan ortamlarda başkalarıyla bir araya gelerek Kur’ÂN’ı okumak ve müzakere etmek gerekir. Bunun fazileti hakkında.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Bir cemaat ALLAH’ın Evlerinden bir Evde toplanır, ALLAH’ın Kitabını okur ve aralarında müzâkere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler etraflarını kuşatır. ALLAH TeALÂ da o kimseleri Kendi Nezdinde bulunanların arasında anar!." buyurmuştur.
(Müslim, Zikr, 38; Ebû Dâvûd, Vitr, 14; Tirmizî, Kırâat, 12; İbn Mâce, Mukaddime, 17.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KURÂNKERÎM

Azîz kardeşlerimiz;
Bir kolaylık olsun diye âcizâne biraraya derlemeye çalıştığım Kur’ÂN-ı Kerîm Âyetleriyle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in HAdisLer Ravzası..
Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin Tasavvufî Özellik ve Güzelliklerini görmeye çalışacağız İzn-i ALLAH iLe!. ve Şefâat-ı Rasûlullah ile İnşâe ALLAH!.
Ne var ki “tasavvuf” öylesine girift bir düşün ve yaşam sistemi ki ÖNcüL ve SONcuL BULamazsınız.. SIRALAyamazsınız.. Ana hatlarıyla yapsanız bile zamÂN koyamazsınız..
Bir yetime =>kırılan kaş, kırk yıllık kemâlâtı bir nefeste yerle bir ederken, bir yetimin =>başını okşayıverme, bir fakîrin elinden tutuverme, umutlarını yitirmiş birine koltuk çıkma ve bir bakışla bir Kâmilin Kalbinin Köşesine GeçiVERme =>bir NEFESte REZİLi =>VEZİR eder!.

Tasavvuf; statik (sabit duran, ölü, naylon çiçek) ve YALITkan değildir, dinamik (hareketli, diri, saksıdaki çiçek) ve İLETkendir.
YAŞAnmayan tasavvuf kuru lâf olup;
Sâhibi =>Softa, Sofu ve Ahmaktır.
Tasavvufu YAŞAyan ise =>DİRİ bir SÛFÎdir.
Dertliyse devâ arar ve verilir; yoksulsa ganî kılınır, açsa doyurulur.. Hülâsa, muhatabdır.
Şunun için arzettim ki.: “Bir oradan, bir buradan!.” deme ve kimsede kusur görme ->Mükemmeli buL!.

Azîz Kardeşlerimiz,
Baştan beri her sözümüze mutlak (en kesin) mesned (dayanak) olarak dâima ve öncelikle Kur’ÂN-ı Kerîm’i sonra Sahih Hadisleri ele aldık.
Şimdi ise, Kur’ÂN-ı Kerîm’imizi elimizden geldiği, gönlümüzün gördüğü, aklımızın erdiği kadar hep beraber canla başla incelememizin zamanı geldi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’imizi anlatacağız daha elbette..

Ben, Namaz Sûrelerini çok küçükken Hoca Babam (amcam) da okudum. Kur’ÂN okumaya geçemeden orta okula başladım. Yazları köy yerinde çok iş olur. O zamanlar her şey hayvanla yapılırdı. Öküzlerle çift sürülür. Elle ekin biçilir. Eşekle sap çekilir ve öküzle gece yarılarına kadar düven sürülürdü. Harman kalkması yaz geçer güze kadar sürerdi. Orta okulda da Kur’ÂN’ı okuyamadım. Kur’ÂN-ı Kerîm’i okuyan kişi olarak ilk hatırladığım Hoca Amcamdı. Ciddî, samimî ve saygılı bir okuyuşla gerçekten tertil üzere okurdu. Henüz çocuk iken dahi hayrânlıkla dizinin dibinde dinlerdim ve ben de onunla birlikte ağladığım olurdu..
Hoca Amcam'ı bilenler bilir ki HAKk ÂŞIKlarındandı. HAKk’a yürümesinden önce Seher Vakitlerinde bulunduğu evin üzerine gökten yeşil bir ışık hüzmesi iner de, ortalık ağarıncaya kadar sürerdi. Bunu Aksaray’da ve o mahalledeki; iyi, kötü, ayık, sarhoş herkes görürdü.
Kendisine.: “Böyle olur mu?” diye sorduğumda bana, kendisi habersizmişçesine.: “OLaBiLir Yeğenim, bunlar hepsi Rasûl-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ve Kur’ÂN-ı Kerîm’in hünerleridir. İnsÂNın kendisi ne ki?.” derdi..

Orta Okulu iftihharla bitirdim. Parasız yatılı lise imtihÂNına ve öğretmen okulu imtihÂNına girdim. Öğretmen okulu imtihÂNını birincilikle kazanıp Ankara Bahçelievler Öğretmen Okuluna başladım. 40 gün geçti. Ancak içimde hep liseyi okumak vardı. Okula alışamadım. Üstüne üstlük Beden Eğitimi Öğretmeni çiğ bir insÂNdı. Eşorfmanım yok diye ortaya çıkarıp, habersizce bacağıma sopasını patlattı.. Ellediğim zaman sopayla beraber kabarmıştı..
O zaman duyduğum derin acıyı zâhiren ve bâtınen hiç unutamadım. Bir gün sonra flütüm yok diye de müzikçi onur kırıcı sözler söyledi..Tuz biberi oldu!. Derslere girmeyi bıraktım. Berbat bir bunalıma düşdüm. Boğazım kapanıp kilitlendi. Yemek, içmek ve konuşmak bitti.. “ÇiLLe" diye ben ona derim işte..
Bir öğle sonu okulda yatılı kalan herkes derste idi.
Ben yukarıda boş bir sınıf buldum ve düşünüyordum. Camdan Ankara-Aksaray Asfaltını seyrediyordum ve yağmur yağıyordu.
Kaçacaktım ama, nereye?. Kime ne diyecektim? Yavaş yavaş ağlıyordum!.
Aşağı katlarda beni arıyorlar ama, bulamıyorlar.: “Aksaraylı!.” diye bağırışıyorlardı..
İşte bu sırada Asfalttan okula gelen bir sûlüet göründü. Ufak tefek sanki Rahmetli Babam gibi.. “Hayal görmeye başladım her hâlde!.” dedim. Yaklaştı ve Okulun Bahçesine gülümseyerek girdi.. Babamdı!.
Yuvarlanırcasına merdivenleri inerken, beni bulan Nöbetçi Tarım Dersi Öğretmeni Münir Bey de arkamdan koşup meşhur sopasıyla tehdid ediyordu.: “Kaçamazsın Aksaraylı!.”
Birlikte indik alttaki girişe..
Rahmetli Babacığım.: “Gerek yok Hocam!. Gerek yok kovmanıza-döğmenize, oğlumu alıp götürmeye geldim!.” deyince donduk kaldık Hocayla ikimiz.. Cebinden çıkardığı "sarı zarfı" görünce kucağına kapandım ve ömrümün en içten ağlamasını yaşadım bir müddet!.
Adana Erkek Lisesini kazanmıştım. Ancak bir günüm kalmıştı. Yoksa yerime yedek alınacaktı.. Adres yanlışlığı olmuştu.. Okul Müdürü kabul etmedi. Genel Müdürlüğe koştuk. Orta Öğretim Genel Müdürü hâlimi görünce herşeyi yazdırdı çizdirdi elime verdi ve.: “Yarın Adana’da ol!. Yoksa yedek olan Çocukta oarada olacak!.” dedi. Öğretmen Okulunaa döndük, yazıyı verdik. Yeni elbisemi soydular çıkartıp teslim aldılar tutanak tuttular!.
Yazın geldiğim kolsuz bir kazakla Aksaray’a döndük. Gece Köyüm Karaviran’a yayan çıktık. Sabah Adana Asfaltına indik ve Adana Erkek Lisesi kapanmadan yetiştim.
Okul başlayalı 45 gün geçmişti.. İlginç günlerimi, İlginç günler İZLedi..

Bir müddet sonra Kur’ÂN’a başlamaya karar verdim. Tekel Câmisinin İmâmı olan Efendi bir hafta sonra Hukuk Fakültesini kazandı gitti.. ve bizim Kur’ÂN Dersi de bitti..
Ömrümde hiç Kur’ÂN Öğretmenim olmadı.
Üniversite sonrası bu husus beni çok üzüyordu.. Kur’ÂN-ı Kerîm’i târifsiz SEViyordum. Sebeb ise sanki bana Kur’ÂN - ı Kerîm’in bana söyleyeceği çok şeyleri var gibi geliyordu..

ÇiLe ÇaLkantıları Akıl Bağımı koparmış, Kur’ÂN AŞkı paçayı sarmıştı. “Kur’ÂN Elifbası” aldım. Ama, olmuyordu. Tak, tuk, sonu yoktu.. YıLLar, YıLLarı SÜRüklemiş gitmişti ÖMRümde..

Antalya’ya gelmiştim. 1982 civarıydı.. Antalya’nın Temmuz Sıcağını bilen bilir.. Uzun yaz gündüzleri oruç tutuyor ve geceleri seher seyrinde gözyaşı dökülüyordu..
DUÂ ediyor ve diyordum ki.: “Ey Sistemîn Sâhibi SubhÂN ALLAH celle celâluhu!. SANA inandığımı biliyorsun!. Sistemîne saygımı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın Bağlılığımı ve AŞKkımı biliyorsun!. Başka bir şey ve kimsenin beni avutamayacağını da biliyorsun!. Kur’ÂN-ı Kerîm’e SEVgimi ve ÖZLEmimi de BİLiyorsun.. Neden İhsÂN ERemiYORum ki Kur’ÂN-ı Kerîm’imiz iLe =>BİLİŞeLim, GÖRÜŞeLim, TANIŞaLım, KONUŞaLım ve HAŞR-ü-NEŞR OLaLım!.”

Bir gece yarısı gusl abdesti aldım. Salondaki bir koltuğa diz çöktüm oturdum.. Yine aynı DUÂlar naz-niyâzlar.. Bir ÂNda bir HÂL geçti.. Dışardayım ve yalnızım.. Göklerin dolusu bir “eûzü besmele” ile bir âyet okundu.. Heyecanla.: “Ben unuturum!” dedim ve uyandım ki Âyet-i Celîle’yi unutmuştum. Çok üzüldüm..
Gündüz iş güç olsa da kafam orada kaldı. Eve geldim gece yine aynı minvâl üzlere aynı yere oturdum. Aynı Âyet-i Celîle okundu. Yine unuttum. Gündüz geçti.. Âdetâ Mecnûn gibi oldum.. Akşam oldu yine aynı şeyleri yaptım.. Unuttuğundan dolayı NEFSimi ve AKLımı elimden gelse boğacaktım.
Tekrar aynı olay yaşanmaya başladı.. Kâbe’deki gibi net ve gür bir sesle eûzü besmele ile.: “Yusebbihu lillahi mâ fi’s-semâvâti vemâ fi’l-arz” (Cuma 62/1) Âyet-i Celîlesi okundu ve Türkçe olarak “Artık unutmazsın!.” denildi.

*
ZeRReKüRReSeBBaha!”sı..:

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---“YUSEBBİHU lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.” (Cuma 62/1)

Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar;
NeŞRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı, hep sürecek her AN yeniden Yaratılanlarla ŞE'ENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâmindeyiz İnşâe ALLAH..

*

Uyandım ki unutmamıştım. SEVincim ve teşekkürüm sonsuzdu. Sabahı bekledim. Sabah erkence İmâm Hatîbde öğretmen bir dostumu aradım sordum.: “Evet bu âyet, çeşitli şekillerde 7 yerde geçer ve.: “Şimdi şu ÂNda göklerdeki ve yerlerdekiler ALLAH’ı tesbih ediyorlar!” anlamındadır..” dedi..
Birkaç gün içinde Kur’ÂN’ı kendimce söktüm. ALLAH TeALÂ Merhameten ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Şerefine bana Lûtfen, Keremen ve İhsÂNen İzin vermiş İnâyet buyurmuştu. O gün bu gündür “Kur’ÂN-ı Kerîm” =>Benim kalbimden üstündür =>Kanımdan kıymetlidir ve =>CÂNımdan Azîzdir hamdolsun..

Hemence arz edelim ki Kur’ÂN-ı Kerîm’de 7 Âyet-i Celîle’de “SeBBeha” geçmektedir.:

* “Yusebbihu lillahi mâ fi’s-semâvâti ve mâ fi’l-arz.: Göklerde ve yerde olanlar ALLAH’ı tesbih ediyorlar (ederler)”.:

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْبِيحَهُ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
“E lem tera ennallâhe yusebbihu lehu men fî’s- semâvâti ve’l- ardı ve’t- tayru sâffât (sâffâtin), kullun kad alime salâtehu ve tesbîhah (tesbîhahu), vallâhu alîmun bimâ yef’alûn (yef’alûne).: (Ey Rasûlüm), görmedin mi ki, gökte olanlar, yerdekiler, havada kanatlarını çırparak uçan kuşlar, gerçekte hep ALLAH’ı TESBİH ediyorlar. Bunların her biri DUÂ’sını da, TESBİHini de bilmiştir (ALLAH’ın kendilerine has kıldığı vazifeyi şaşırmazlar.) ALLAH da bütün yaptıklarını BİLir.” (Nûr 24/41)

هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Huvallâhu’l- hâliku’l- bâriû’l- musavviru lehul esmâu’l- husnâ, yusebbihu lehu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı) ve huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: O ALLAH ki; YARATAN'dır, BÂRİ'dir (yokken var eden), MUSAVVİR'dir (şekil verendir), güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nu TESBİH eder. Ve O; AZÎZ'dir (yücedir), HAKÎM'dir (Hüküm ve Hikmet Sâhibidir).” (Haşr 59/24)

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
“YUSEBBİHU lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı’l- meliki’l- kuddûsi’l- azîzi’l- hakîm (hakîmi).: Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂH’ı TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.” (Cum3a 62/1)

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Yusebbihu lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı), le hu’l- mulku ve le hu’l- hamdu ve huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Göklerde ve yerde olan herşey ALLAH'ı TESBİH eder. Mülk O'nundur ve hamd O'nadır. Ve O, herşeye KADÎR'dir (gücü yetendir).” (Tegâbûn 64/1)

* “Sebbeha lillahi mâ fi’s- semâvâti ve’l-arz.: Göklerde ve yerde olan (herşey) ler ALLAH’ı tesbih etmektedir.”

سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
"Sebbeha lillâhi mâ fîs’- semâvâti vel’- ard (ardı), ve huvel’- azîzul’- hakîm (hakîmu).: Göklerdeki ve yerdeki her şey ALLAH’ı TESBİH etmektedir. O, Mutlak Güç Sâhibidir, Hüküm ve Hikmet Sâhibidir." (Hadîd 57/1)

سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Sebbeha lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı), ve huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: Göklerde ve yerde olanlar ALLAH'ı TESBİH etti (ve etmekte). Ve O; AZÎZ'dir, HAKÎM'dir.” (Haşr 59/1)

سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Sebbeha lillâhi mâ î’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı), ve huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: Göklerde ve yerde olanlar, ALLAH'ı tesbih etti (ve etmekte). Ve O; AZÎZ'dir, HAKÎM'dir.” (Saff 61/1)

Her ZERRe (atom, hücre v.s.) ve her KÜRRe (dünyâ, ay, güneş v.s.) DEVRÂNda tek başına (mesnedsiz) yörüngesinde (alın yazısında) dönüp duruyor, SEYRÂN ve CEVLÂN edip HAYRÂN kalıyor ve AKLı-VİCDÂNı olanları hayretlerde bırakıyor.
Bize;
=>Muazzam HAZZı (habîbî, hoşluk, sırr-ı sâdet, MuhaMMedî Nâsib) yaşatan,
=>Nİ’MEt-i UZMAmız olan,
=>KÂİNÂtı (karanlıktan aydınlığa) A’MÂ dan NÛRa çıkaran, =>MAHLÛKAtın (Aslı ve Anası) ÛMM’ü olan NEBÎYyü’l-ÜMMî, Habîbullah, Ahmedullah, MahMudullah ve MuhaMMedullah olan Rasûlullah’a,
=>MuhaMMedî bir Salâvâtla dört âlemde SILÂ edelim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Buyurunuz.:
“ALLAHümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ MuhaMMedîn; abdike, nebîyyike, Rasûlüke ve nebîyyü’l-ümmiyyi ve alâ âlihi ve EHL-i BEYtihi ve’s- sahbihi.. Salâten tekuni leke rizâen ve li hakkihi edâen Yâ RABBenâ takabbel minnâ!. Âmin!.:
ALLAH’ım! Efendimiz ve herşeyimiz MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem’e ki;
Zâhirde tümüne Câmi’ ->Abdin, Bâtında ->Nebîn, Âhirde ->Rasûlün ve ->Evvelinde A’mâdan bize haber getiricin (NEBÎYyü’l-ÜMMî) olan MuhaMMed Aleyhi’s- selâtü ve’s- selâm’a tüm letâiflerimizi isâl et, kavuştur, buluştur, gark et! Şerefli Annelerimize radıyallahu anhuma, kıymetli EHL-i BEYtine aleyhumusselâm ve Mübârek Ashâb-ı Kiramına da..
Bu Salâvâtımızı (ulaşım arzumuzu, DUÂmızı, bilelik berâtı dileğimizi) Zât-ı Âlî’yin Rızasını elde etmek ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerimizdeki Hakkı’nı edâ etmek için arz ediyoruz!.
Ey RABB’imiz TeALÂ!. Bizden kabul buyur!.
Âmin!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim Azîz Kardeşlerimiz;
Aklı =>Benlik Dağını aşamamış, şaşmış kalmış kardeşlerimizi korumak amacıyla bir hususu bir daha arz ediyorum..
MuhaMMedî OLuş Şuûru’na erenler arasında hâşâ, Yalan ve Riyâ olamaz!. O işler münâfık işleridir. ALLAH celle celâluhu korusun!. Bizim hiç birimizin hiçbir şeyinde gözümüz olamaz. Çünkü gözümüz BİRdir, SÖZümüz BİRdir, ÖZümüz ve her şeyimiz BİRdir. Sen, ben, o, biz..BİZ BİR-İZ.. Biz tümümüz MuhaMMedîyiz.. Tevbemiz BİR, rızamız BİR ve DUÂmız BİR TEKktir. Kollektiftir. Farz namaz emrini yerine getiririz. Ancak, SEVâbı otomatik olarak MuhaMMedî Hesâba kaydedilir. Kevser Havuzunda toplanır. Benim, senin SEVâbın =>BİZim yâni MuhaMMed aleyhisselâm’ın olur. Hatalarımız kendi yüz karalarımız, şaşkınlık lekelerimiz olup Tevbe BİRliği ile Giyabî ve çok etkili DUÂlarımızla yıkarız.
Ben kendi yüzümü göremem ama seninkini çok net ve kesin görürüm. Leke var ise yüzünde, senden önce bana vâcib ki yıkamaya gayret ve hasbî hizmet edeyim.
Sen de öyle kısacası; anlatılan, yazılan çizilen şeylerden gâye ÜMMet-i MuhaMMedî direkt ve tek yöne MuhaMMed aleyhisselâm’a seslemek, teşvik etmek ve hizmet etmek.. MuhaMMedî OLduğuyun İlmine, Edebine, İrfânına, Erkânına, Îkanına, İzânına, İhsÂNına ve Rızasına ULAŞınca ANLAyacaksın ki tüm MuhaMMedî OLANLar; çeşitli maddelerden (cam, maden, toprak, ağaç v.s.) yapılmış çeşitli şekillerde (omzu düşük, yakışıklı, civan gibi, kırış kırış v.s.) olan ve çeşitli yerlerde (Hasan Dağının zirvesinde, Kerbelâ Çölünde v.s. herkes KADERince) bulunan “KAB”lar (bardak, testi, kazan, baraj) hükmündedir ve özellikleri ise hepsinin içinde Kevser KûN-Fe-YeKûNu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem NÛRu ve ALLAH celle celâluhu NÛRu vardır.. Sûrette ->Kesret, Sîrette ->Vahdet.. Onun için biz hiç ÖLmeyiz.. İnşâe ALLAH!.

Kur’ÂN-ı Kerîm’e önce Elmalılı Hamdi Efendi Hazretlerinin “Hak Dini Kur’ÂN Dili” tefsiriyle başladım. Kelime kelime Arabça zevkini ondan aldım ve yaşadım. Yıllarca sürdü.. Sonra Fahreddin-i Razi Efendimizin "Tefsir-i Kebiri Mefâtihü’l-Gayb", İsmâil Hakk Bursevî Hazretlerinin Ruhu’l-Beyânı, İmâm-ı Kurtubî Hazretlerinin “El Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ÂN” ve diğerleri..

Yeni doğurmuş bir hanımın körpe bebeği gibi, fırsat buldukça yolda yolakta beraber olduk Kur’ÂN-ı Kerîm’imizle Elhamdülillahi.. DiLLeştik, HâLLeştik, sonsuz şükürler olsun RABBu’L- ÂLEMîN’imize...
Böylece okuyup gidiyordum! Ama, anlayamıyordum hâliyle.. Bu da bana ağır geldi.. İstiyordum ki Kur’ÂN DİRİLsin de benim öğretmenim OLsun!. Sorayım, söylesin.. Beni kimselere muhtaç edip yüz suyu döktürmesin..
Ay Oruçları tutuyordum ve iftara daha vardı. Bu hâl üzere ve mânevî sarhoşluk had safhada iken ve elimde olmadan.. Antalya’daki yıkılan Eski Hastahânenin önünden çarşıya iniyorum.. Çok dalgın ve düşünceli olmalıyım ki hırpanî kılıklı birisi öyle bir omuz vurdu ki sanki sol tarafım göçtü. Hışımla döndüğüm de durmuş bekliyordu.. Göz göze, yüz yüze geldik. Gözleri ışık saçıyordu.. Anladım ki hırlı değil.. Onu hiç görmemiştim.. Kızmaktan filân çoktan vazgeçtim..
Bana.: “Ne yapıyorsun?” dedi sertçe..
Bende.: Kur’ÂN okuyorum!” dedim.
O zât.: “O seni okumadığı sürece hiçbir şey anlayamayacaksın!.” dedi.
“Ne yapabilirim?” dedim. DUÂ et!” dedi.
“Ne isteyeyim?” deyince “Hakkı ve Hayrı DİLe!” dedi ve ters yöne yürüdü..
Aklım ve gönlüm karışmıştı.: “Heeey Baba!. Siz ne istiyorsunuz DUÂnızda?” diye bağırdım.
Sâdece başını çevirdi ve.: “Biz, bir şey istemekten hayâ ederiz!” dedi..

Bir daha hiç görmedim.. Ve her Kur’ÂN-ı Kerîm’i açışımda hatırlarım ve.: ALLAH’ım Habîb-i Ekremîn olan Sâhibim Efendim sallallahu aleyhi ve sellem Hatırına =>Yüce Kitâbımız Kur’ÂN-ı Kerîm’i =>Dinimde Dünyâmda ve Âhiretimde =>Rehberim, Işığım, Arkadaşım, Dertleştiğim Dostum, Mürşidim vee Şefâatçim Kıl!.
=>Emirlerini yapmayı, nehiylerinden kaçınmayı ve içindeki mübârek DUÂlarına nâil olmak için yapmam gerekenleri kalbime ilhâm et ve yerine getirmekte İzn-ü-İnâyetini esirgeme =>MÂNÂsına, SIRRIna ve RÛHUna ERmeyi, Müyesser ve Nâsib EYLe!.
=>Kur’ÂN-ı Kerîm’e OLan SEVgi, SAYgı ve HÜRMEtimde =>Samimî Sıddıklardan OLmayı KALBime İLhâm et!
=>Ve bu Fakîr, Âciz, Zelîl ve Âlîl olan MuhaMMedî KuL İHVÂNi’ni “RABBânî” kıL!. “Kur’ÂNî” kıL!. “MuhaMMedî” kıL!. “EHL-i BEYtî” kıL!. TÜMM ve TEKk olan MuhaMMedî Kardeşlerimi de BİLe kıL!. İnşâe ALLAH!.”

Diye âcizâne naz-ü-niyâz eylerim.. Ve daha neler derim neler..

Hâşâ şahsîleştirmek değil de anlatılanın anlaşılmasını kolaylaştırmak için iki hususu daha arzedeceğim.:

Nebe’ Sûre-i Celîlesini zevkediyordum. Herşey güzel..
“Şüphesiz takvâ sâhibleri için umulânı buldukları yer, bahçeler, üzüm bağları, göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar, içki dolu kâseler vardır.”

وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا
وَكَأْسًا دِهَاقًا
“Ve kevâıbe etrâbâ (etrâben). Ve ke’sen dihâkâ (dihâkan).: Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar//Göz alıcı güzellik ve özellikteki (birbirleriyle uyumlu ve huzurlu), genç ve yaşıt (cennet) yavukluları. Ve içi dolu kadehler-KÂSE(ler) vardır.” (Nebe’ 78/33,34)

Âyetlerine gelince kafam karıştı, gönlüm daraldı..
Elmalılı Hamdi Efendiye baktım.:
“33- Turunç gögüslü yaşıt (kızlar) var, 34- Dop dolu bir kadeh var..”.
Tefsir-i kebirde de.: 33- “Memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar,”34-”Dolu kadeh..”
Şeklinde ifâde edilmişti. Aklım ve kafam düzeldi de gönlüm yatışmadı.
İ’tiraz olarak değil de, itminân için: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, Kur’ÂN-ı Kerîm ve RABB’imize ilticâ edip başvurdum ki.: “Burada anlatılmak istenen, henüz ergenliğine ermemiş göğsü yeni çıkan kız çocukları ve zevki zevklendirecek içki nedir?.” diye.. Gönül bu ya umduğundan umar.. İlhâm buyuruldu ki.: “Tek tek hecele!” diye…
Kevâıb.: “Küb-kab-Kâbe” derken “dur!” denildi.
Türâb.: Toprak. Etrâb: En Toprak =>UN gibi Toprak =>ELEnse =>ELEKte kalmayan Toprak.. diye düşünceler geçerken.: “Benlik Kâbeni (kabını) UN gibi un-ufak edersen =>KÂSEn (kalbin) ->HAKk celle celâluhu dolar.. İçen HAKk keser v.s.” ilhâmlarını algıladım..

“KeVâiB” İM-i ER-İT-seM!..

وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا
“Ve kevâıbe etrâbâ (etrâben).: Turunç göğüslü yaşıt (kızlar) var.” (Nebe 78/33, Elmalılı meâli)

وَكَأْسًا دِهَاقًا
“Ve ke’sen dihâkâ (dihâkan).: Dopdolu bir kadeh var.” (Nebe 78/34, Elmalılı meâli)

Kevâib.: (Kâib. c.) Yeni yetişmiş turunç memeli kızlar. Demek olmakla beraber “TEPECİK” de demektir. Araplarca gögüsleri çıkmaya tepecikleşmeye başlayan kızlara da denmiştir.
Turâb.: Toprak, toz. demektir.
Etrâb.: En toprak, un gibi olmuş ve elendiğinde yukarıda artığı kalmamış elekten AK-ÂN toprak.. (Kebir.: Büyük.. EKBeR.: En Büyük.. gibi.)


Bendeniz bu âyetleri ilk OKUduğum da kafa tasımda AKLım karışmıştı, gönlüm daralmıştı..
Elmalılı Hamdi Efendi Hazretlerinin Tefsirine baktım:
“Turunç gögüslü yaşıt (kızlar) var. Dop dolu bir kadeh var..” (Nebe 78/33-34)
Fahreddin Razi Hazretlerinin Tefsir-i Kebirinde de:
“Memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar. Dolu kadeh..” (Nebe 78/33-34)

Şeklinde ifâde edilmişti ve CeNNette bunlar verilecekti =>Biz Erkeklere!.
“Ya kadınlara?!.” demiştim!..
Aklım ve Kalbim EDEBen ses etmediler amma, gönlüm yatışmamıştı.
İ’tiraz olarak değil de, İbrahîm aleyhisselâm ATAM gibi Kalbimin itminân bulması için.:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, Kur’ÂN-ı Kerîm'e ve RABBimiz'e ilticâ edip başvurdum ki.: “Burada erkeklere CeNNette verilecek olanı, yorumla anlatılmak istenen, henüz ergenliğine ermemiş göğsü yeni çıkan kız çocukları ve nefsi zevklendirecek içki nedir?.” diye..
Gönül bu ya =>UMduğundan UMar..

O zaman ilhâm buyurulmuştu ki: “Tek tek hecele!” diye.
“Küb-kab-Kâbe” derken “Dur!” dendi.
Turâb.: toprak. etrab: en toprak, un gibi toprak, elenince elekte kalmayan toprak.. diye düşünceler geçerken:
“Benlik Kâbeni (kabını) UN gibi un-ufak edersen, Kâsen (kalbin) HAKk celle celâluhu dolar.. İçen HAKk keser!. İnşâe ALLAH!”
buyurujdu.. İlhâmlarını algılamıştım..

Yer->Demir! Gök->Bakır gibi,
AKL-ım AL-ıp->Nere GİT-seM?.
Dil-im=>DERD-in->Şakır Gibi,
KALB-im KABI-nı=>ER-İTseM!..

Ne Meâldi ne de =>Tefsir sâdece;
SÖZden=>SOHBEte,
SOHBEtten->ZEVke,
ZEVkten==>HAZza,
HUZURUnda=>HAZIRInda=>HIZIR ARZıydı..

ElâhmdulillahiRABBilâlemîn..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Resim Azîz Kardeşlerimiz;

O zamanlar öyleydi.. Şimdilerde ise hayal oldu gitti.. Tekrâr Havf-ü-Recâ Katına dileğimi arz ettim ki.: Kur’ÂN-ı Kerîm’de her âlemde bir anlayış var mıdır?” diye..
Kur’ÂN-ı Kerîm de her âlemîn hâliyle hâlleniyor ki;
Şerîatte =>Âyet,
Tarikatta =>Hikmet,
Mârifette =>Kudret,
Hakikatte =>Vahdettir!.” ilhâmını duydum..
Hükmünü değil, İlhâmî Hazzını duydum.
Yâni Şerîat-i Rasûlullah'da ve ŞERiÂTULLAH’da =>ÂYETin zâhiri Elif, eliftir; be, be’dir. Lâfız esastır. Açık ve ma’ruf mânâsı meâldir.
Tarikat-ı MuhaMMed’de =>ÂYETin bâtını olan HİKMET vardır. ÂYETin anlatmak istediği bir şey, bir Hikmet var.
Mârifet-i MuhaMMed’de ise HİKMET =>bir KUDRETULLAH'a işâret etmektedir.
Hakîkat-ı MuhaMMed’de ise VAHDEt =>Mutlak AHADÎYYet'e işâret etmektedir.
Hakikatte hepsi haktır. HAKk ise =>TEKtir.
Hakikâtte VAHDETi aklımca anlamaya çalıştım. Diyeceksin ki neden?. Çünkü, o zamanlar yüzlerce Hadis-i Şerîflerde belirtilen Kur’ÂN-ı Kerîm’in ÖZELLik ve GÜZELLiklerini BİLmiyordum. Sonra anladığım ve ilerde arzedeceğim şekilde AKL SORularımın hepsinin cevâbı NAKLde var idi.
Her neyse hafsalam almayınca i’tirâz için değil de kalbimin mutmâin olması, itmînânı için yine Sâhibim Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e ilticâ edip; Kur’ÂNî meded diledim.

Önce bir ANImı arzedeceğim;
İlkokul üçüncü sınıfta okuduğum yıldı. Ekinler biçilirken kışlık stok unumuz bitti. Babam birkaç kile arpa buldu. Çuvala doldurup eşeğe seklemi yükledi ve bana.: “Oğlum al götür bunu Sınasa köyündeki su değirmeninde öğüt getir!” diyerek yola çıkardı. Sınasa, Hasan Dağı dibinde 10 km. ilerde bir köydü. Dönüşte karanlığa kalıp da korkmamak için hayvanı hızlıca sürerek değirmeni buldum. Değirmenci, Babamın ahbabı idi. Bana yemek yedirip unumu öğüttü ve içinden hakkını aldı. Değirmen binası kara taşlardan yapılmış sıvasız ve içi loş ışıklı idi. Duvarlarda uzun kazıklarda âlet edevât asılıydı. Değirmen, Bahçelerin içinde sık kavak ağaçlarının arasında ve ürperti verici idi. Değirmeni ilk kez yakından incelemiştim ve hiç unutmadım..

Yıllar sonra Kur’ÂN-ı Kerîm’in VAHDETle anlamı hususunda ilticâ edince bağrım geçti, uyku hâli bir rüyâ başladı ve o eski değirmenin kapısından girdim. Değirmen kendi başına dönüyor ve kimse yoktu. Korkarak ürperdim ama çıkmadım. Duvarları incelerken birden Mescid-i Haram’ın duvarlarındaki gibi LÂFZULLAH’ı “ALLAHİsm-i Celâlini, altın armalar hâlinde yer yer belirdi. Hayretle etrafa baktıkça çoğaldı. Küçüldü ve her yer “ALLAHİsm-İ Celâli ile doldu. Ve içerisi altın rengi ışığa boğuldu. Buğday teknesi, değirmen taşı v.s. her şeyin üzerinde binlerce ALLAH celle celâluhu arması..
“Acaba teknenin içinde ne var? öğütülen nedir?.” diye kenarına sağ ayağımı basarak çıktım ki yüksek buğday teknesinin içine bakmak için.. İşte o anda dönen taş önce sağ ayağımı kaptı/yakaladı, sonra da sol ayağımı.. Tıpkı demir törpüler gibi kıtır kıtır öğütmeye başladı.. Hiçbir acı duymuyordum ve yavaş yavaş dizlerime doğru çekerek öğütüyordu. Ellerimin üzerinde sırt üstü yerde beklerken öğütülen unun döküldüğü unluğa bakınca un yerine eğelenmiş “altın tozları” dökülüyordu ve her zerre dahi “ALLAH” celle celâluhu armalı idi..
Tekrar etrafa baktım ki ellerim, vucudum ve her şey’de ALLAH celle celâluhu İsmi Arabça kufî yazı ile yazılı idi ve ışık saçıyordu.. Kan-ter içinde uyandım ve sonsuz hamdettim RABBu’L- ÂLEMîN’e..

Azîz Efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bizim de adımıza.:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “ALLAHümme erine’l- eşyâe kemâhiye.: ALLAH’ım, bana eşyânın hakikatini göster!” buyurmuştur.
(Fareddin Razî, Tefsirü’l- Kebir, TâHâ Sûresi)

EŞYÂnın kendisi=>AKILdır zâten. AKLın almadığı bir şey yoktur kâinâtta.
AKLı uyuyan bir kişi neden göremiyor. AKLı uyuşturulan bir kişi neden eşyâyı ve hiçbir şeyi anlayamaz. AKILda var ise, EŞYÂda vardır zâten. AKIL =>bir cam gibidir..
Ancak, arkasını sırladığınız/boyadığınız zaman “AYNA” gibi olur ve her bakan kendini görüyor.
Arkada ki âhiret dediğimiz, “CÂN CAMI”nın arkasındaki âhiret dediğimiz şey AKLın kendiliğidir, hamlığıdır..
AKıL müslüman olsa =>AkL’ı-SiLm OLur..
Bu câhil AKıL müslüman olsa =>AKL-ı KâMiL OLur..

Ben de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: RABBim bana eşyânın hakikatini öğret!” DUÂsını İlim, İrade, İdrâk ve İştirak bazında ANLAma şefâatı için Rasûl-û Ekrem Efendim’e samimî ve sonsuz salavâtlarımı arzettim..
RABBimiz'e şükrettim ki eşyânın hakikâti aslı itibariyle Haktır..

Elbette bu fakîr Kur’ÂN hafızı ve âlimi değilim. Sâdece Kur’ÂN-ı Kerîmle akrabayım. Çileler çökertse, Kur’ÂN-ı Kerîm koşar çığlığıma.
İnsÂNız bu âlemde.:
Bu Âlem =>"OLmaz =>OLmaz!." deme =>ÂLem-i İmkândır bu âlem =>OLmaz!. OLmaz!.
“OLmaz!. OLmaz!.” deme =>ÂLem-i İmkândır bu âlem =>OLmaz =>OLmaz!.

Gün gelir Sıhhatli, gün gelir Hasta olurum. =>ŞİFÂcım ve Doktorum genellikle Kur’ÂN-ı Kerîm olmuştur..

Bütün bunları BİZden, BİZe =>BİZim Kur’ÂN-ı Kerîmimiz'le ilgili mânevî güzellikleri ve özellikleri, birebir yaşadıklarımı ÜMMet-i MuhaMMedî =>“Kelâmullah”a çağırmak ve =>RıZauLLAH’a birlikte kavuşmamız amacıyla dile getirdim. Yoksa; alan alsın, satan satsın.. Dünyânın canı Cehenneme!.
RABBimiz kendisinden başkasına muhtaç ve mecbur kılmasın.. Çoluk çocuğumuzu Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e bağışlasın rezil rüsvay etmesin.. Dinimizde, dünyâmızda ve âhiretimizde vekîlimiz olsun.. Hakkı ve hayrı kalbimize ilhâm edip icrâ’sında izin ve inâyetini Lûtf-ü-Kerem ve İhsÂN buyursun!.
MuhaMMedî OLuşumuzun Şuûruna erdirip Söz, Fiil, AhLâk ve Hâllerimizi MuhaMMed aleyhisselâm’ınkilere dönüştürsün.. Tahkîk Tevhid Ehli olarak şerefli şehâdetle geldiğimiz gibi çırıl çıplak arı, duru, tertemiz hayırlısıyla çekip gidelim!.

Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
Rasülûke ve
Nebîyyi’l- ÜMMîyyi ve alâ âlihi ve ehl-i beytihi ve's- sahbihi ve ÜMMetihi...

Âmin!. Âmin!.
Yâ Muîn celle celâlihu!
Yâ Lâtif celle celâlihu!
Yâ Kerîm celle celâlihu!
Yâ Rahîm celle celâlihu!
Yâ Rahmân celle celâlihu!
Yâ Hannân celle celâlihu!
Yâ Mennân celle celâlihu!
Yâ Deyyân celle celâlihu!
Yâ Furkân celle celâlihu!
Yâ Sultân celle celâlihu!
Yâ ALLAH celle celâlihu!.…

Âmin!. Âmin Ya MÛİN celle celâlihu!.

Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!.
Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!.
Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!.
İrhamNÂ yâ RABBBeNâ ceLLe celâlihuu!..


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâlihu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâlihu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâlihu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâlihu!..

Eşhedü enLâ İLâHe İLLâ ALLAH ve Eşhedü enne MuhaMMede’r Rasûlullah halisen muhlisen..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn celle celâlihu..



Resim Azîz Kardeşlerimiz;

Şu ÂNda bunları kaleme alırken bir hazırlığım v.s. var sanma.. İrticâlen geldiği gibi gidiyor.. Eksik ve fazla olursa kusurumuzu bağışla ve uyar..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kur’ÂN-ı Kerîm için.: “Kelâm =>Kelâmullahtır” buyurunca,
Sahabe-i Kirâm.: “Şu ÂNda da mı? Okursak mı?” deyince, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Bir kişi Kur’ÂN-ı Kerîm okuyup dışarı çıksa ve bir kimse ile karşılaştığında.: “Nereden geliyorsun?” sorduğun da, cevaben.: “RABBim ile kelâm etmekten!." dese VALLAHi doğru söylemiştir.” buyuruyor. Okudum ama mesnedini İnşâe ALLAH bulur da arzederim.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Biriniz RABBi’yle konuşmak istiyorsa, Kur’ÂN okusun.” buyurmuştur.
(Süyûtî, El-Cami'us-Sağir Min Ahadisi'l-Beşiri'n-Nezir,s.127)

İbn Arabî, huzuruna girdiği şeyhlerden birisinin, yalnızlığı ve kitap okumayı çok sevdiğini, kendisine.: “Yalnızlıktan sıkılmıyor musun?” şeklinde bir soru sorulduğunda: ALLAH’la dostluk her türlü yalnızlığı siler. Üstelik (konuşmak istediğim) herkes yanımdayken neden yalnızlık duyacakmışım. Şöyle ki RABBimle konuşmak istediğimde elime Kur’ÂN’ı, Hz. Peygamber aleyhisselâm ile konuşmak istediğimde Hadis Kitaplarından elimin altında olan bir hadis kitabını, bu dünyadan ayrılmış olan bir âlimle oturup konuşmak istediğimde onların Kitaplarını elime alırım. Bu şekilde her kimle oturmayı istiyorsam, onunla oturuyorum ve böylece hiç yalnız kalmıyorum!.” diyerek kendisinin de kitapları böyle gördüğüne işâret etmiş olmaktadır. Ayrıca, yine İbn Arabî’nin çok güzel betimlediği üzere.: “Bir kimse yurdundan uzaklaşıp DOSTuyla kendisi arasına birlikte olmadıkları zaman girdiğinde, onunla olmadığı zamanda öğrendiği bilgi ve hikmetleri yazarsa aralarındaki ayrılık hükmen kalkmış olur.. (İbn Arabî, 1414/1994: 1/123).

RABBimiz'i görürcesine İhsÂN üzere namaz kılarken; O’nun KelâmıO’na, O’nun huzurunda, O’ndan DİNLErcesine OKUmak.. Şimdi artık Kur’ÂN-ı Kerîm’imizi =>Kur’ÂN-ı Kerîm’imizden dinleyelim.:

ALLAHu zü’L-CELÂL, 7 Sûrede, 19 Âyet-i Celîlede Kitâblar indirdiğini bildirmiş, insÂNların imân etmelerini emretmiş, inkârlarını yasaklamış ve ihtilâflarını kitâbların çözeceğini bildirmiştir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِيَ أَنزَلَ مِن قَبْلُ وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû, âminû billâhi ve resûlihî ve’l- kitâbillezî nezzele alâ resûlihî ve’l- kitâbillezî enzele min kabl (kablu). Ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî ve’l- yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ (baîden).: Ey iman edenler! ALLAH'a ve O'nun Resûlü’ne ve Resûl'üne indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab'a îmân edin. Ve kim, ALLAH'ı, Meleklerini, Kitaplarını, Resûllerini ve Yevmi’l- Âhiri (sonraki Âhir Gününü) inkâr ederse, o taktirde uzak bir dalâletle sapmış olur.// Ey iman edenler! (Görünüşte değil gerçekten) İmân edin; ALLAH’a, (her şeyin RABBi, sahibi, yegâne hâkimi ve kuluna kâfi; -her konuda yeterli, kefil ve vekil- olduğuna;) RESULÜ’ne, (Hz. Peygamberin en güzel örnek-model, en mükemmel rehber ve Sünnetinin hayat sistemi ve huzur prensipleri olduğuna;) Resulüne indirdiği KİTABI’na, (Kur’ÂN’ın, ekonomiden siyasete, dış ilişkilerden sosyal adalete, bütün temel hüküm ve haberlerinin Hakk ve Hayırlı olduğuna, bu İlahi Kanunlara aykırı bütün kurum, kural ve oluşumların şaşkınlık ve şeytanlık sayıldığına, İlahi hükümleri bırakıp, bâtıla tâbi ve taraf olanların inkâra ve tuğyana saptığına) ve daha önce indirdiği Kitap(ların aslına ve esaslarına) imân edip güvenin (ve amelinizle-tarafgirliğinizle bunu sürekli ispatlayıp gösterin). Kim ALLAH’ı, Meleklerini, Kitaplarını, Elçilerini ve Âhiret Gününü inkâr ederse, şüphesiz o uzak ve derin bir sapkınlıkla sapıtmıştır.” (Nisâ 4/136)
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön