MUHAMMEDİ TASAVVUF

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

6.1. KUR’ÂN-I KERÎM’LE İLGİLİ ÂYETLER

Resim 6.1.1. KUR’ÂN-ı KERÎM VAHYEDİLMİŞTİR.:

إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ وَالنَّبِيِّينَ مِن بَعْدِهِ وَأَوْحَيْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإْسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَعِيسَى وَأَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهَارُونَ وَسُلَيْمَانَ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُورًا
“Ey Resûlüm!) Gerçekten Biz Nûh’a ve ondan sonraki Peygamberlere vahyettiğimiz gibi, Sana da (iman ve İslam esaslarını) vahyettik. İbrahîm’e, İsmâil’e, İshâk’a, Ya’kub’a, torunlarına, İsâ’ya, Eyyûb’a, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleymân’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr’u verdik.” (Nisâ 4/163)

MUHKEM.: Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. * Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz..
MÜTEŞÂBİH.: Birbirine benzeyenler. * Fık: Mânâsı açık olmayan Âyet ve Hadis. Kur’ÂN-ı Kerîm'in ve Hadislerin mecazî mânâlara gelen ifâdeleri. "Muhkem" olmayan âyet veya hadis. * Zâhirî mânası kastedilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla hakikatlerin beyanında kullanılan ifâde..


Resim 6.1.2. KUR’ÂN-ı KERÎM MUHKEM ve MÜTEŞABİH ÂYETLERden MÜTEŞEKKİLdir.:

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
“Sana Kitabı-Kur’ÂN’ı indiren O’dur. Ondan (Kur’ÂN’dan) bir bölümü kitabın ANAsı (temeli ve esası) sayılan MUHKEM âyetler (açık ve kesin emirler)dir. Diğer bir kısmı da MÜTEŞABİHtir. (Benzer mânâlara ve çeşitli yorumlara müsaittir.) Kalblerinde şüphe ve eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve (keyfi) te’villerde bulunmak üzere (açık ve kesin emirleri bırakıp, mânâsı kapalı olan) MÜTEŞABİH âyetlerin peşine düşmektedirler. Halbuki bunların gerçek te’vilini ancak ALLAH bilir... İlimde derinleşenler (râsihûn) ise: “Biz ona inandık, tümü RABBimizin katındandır" derler. (Ve müteşabih -kapalı- âyetlere ise; Kur’ÂN’ın sarih hükümlerine ve Resûlüllah’ın sahih hadislerine uygun yorumlar getirirler.) Zaten temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Âl-i İmrân 3/7)

Rusûh.: birşeyin iyice içinde olmak demektir.
Râsih.: kat’i ve yakîn ehli olup EMRULLAHı ve MURADULLAHı bilen zâhirî ve bâtını idrâk edebilen kimseler ki tüm müteşâbih denklemlerinin bilinmeyenlerini, muhkem bilinenleri kullanarak çözerler! Tümünü RABB’imize indirgerler. Onlar, Kur’ÂN-ı Kerîm uzmanı ve ustası olan dört âlemde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ALLAH TeALÂ’nın nasrına ve fethine mazhar olmuş âlim, ârif, kâmil ve âşıklardır. Halkın profosörleri değil de HAKk celle celâluhu’nun muallimleri olan Râsihlerdir. İşte Müteşâbih Âyetlerin te’vilini bilenler onlardır.
Te’vil.: söze ayrı mânâ vermeye çalışma, sözü çevirme.
Muhkem: delâleti açık ve sarih olan âyetler. Zâtları gereği mânâları anlaşılır, kesin olarak vasıf ayırımı olup iki şey farkedilir. Hakeme: men edicidir.
Hâkim.: zulmü men edendir. Muhkem Âyetler ümm, ana asıl, esas ve temeldir. Muhkem Âyetler “nass” olarak; bir mânâyı anlatır ve başka mânâ anlatılmasına ihtimâl bırakmaz. İki mânâ var ise birinin ihtimâli zâhiren fazladır.
Şebehe.: farklı olduğu hâlde aynı imiş gibi gözükendir.
Müteşâbih.: iki şey’in birbirlerine farklılıklarını zihnin ayırmaktan âciz kaldığı tarzda benzemeleridir. Akılda ve zihninde; sabit olup olmadığı bilinip kavranamayan; varlığı yokluğuna mûsâvi olan iki mânâsı da eşittir.
Düşünüp tefekkür etmeye ihtiyaç gösteren âyetler..
“İnsÂN toprak olacak” âyeti müteşâbih iken düşününce =>muhkem olur..

Muhkem ve Müteşâbih Âyetlerin inzâl oluş hikmetlerinden olarak.:

1-) Müteşâbih Âyetlerden: mezhebler, (meşrebleri) doğdu.
2-) Her akıl kademesine göre hitab olunca; motamot taklîd önlendi.
3-) İlim Dalları çoğaldı (nahv, fıkh, lügât v.s.)
4-) Kur’ÂN-ı Kerîm üzerine inceleme ve arayış gerekti.
5-) Kur’ÂN-ı Kerîm her kademeden insÂNlara Avam, Havas, Âlim, Ârif, Câhil Herkese hitab edip her anlaşıya yer ayırdı..

Müteşâbih Âyetler çok bilinmeyenli denklemler gibi olup çözüm yolları ve tarzları farklı OLaBiLir. Asla unutulmamalı ki Müteşâbih Âyetler ancak Muhkem Âyetlerin yardımı (done, veri) ile anlaşılıp ve çözülebilir. Keyfi çözüm ise, şiddetle yasaktır.
Muhkem Âyetler =>Müteşâbih Âyetlerin ANAsıdır.
Bu konu Kur’ÂN-ı Kerîm’in en zor ve tehlikeli bahsidir.
Bir ÂNda; Haram ->Helâl; Şer ->Hayr; Bâtıl ->Hak olarak ANLAşılaBİLir ve ANLAyanı mahveder..
İnsÂN NEFsi yapısı i’tibâri ile =>Müteşâbihe; RÛHu ise =>Muhkem Âyetlere meyillidir. Bu konuyu İyice inceleyelim İnşâe ALLAHu TeALÂ!.

Onun içindir ki RABB’imiz TeÂLÂ, Muhkem Âyetlere sarılıp Müteşâbihleri, derin Kur’ÂN ANLAyışı OLanlara tahsis buyurmuştur. Esas olan ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Sahih Hadisleri ve Sünnet-i Senîyyesidir..

Nasıl ki, İsevîlerin yanlış anlayışı, onları: “İsâ ALLAH’ın oğludur!” sapıklığına götürmüştür". Hâşâ..

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُواْ ثَلاَثَةٌ انتَهُواْ خَيْرًا لَّكُمْ إِنَّمَا اللّهُ إِلَهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً
“Ey Kitap Ehli! Dininiz konusunda taşkınlık-aşırılık (ve istismarcılık) etmeyin, ALLAH’a karşı (O’nun hakkında) gerçek olandan başkasını (Kitabına aykırı uydurmaları) söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsâ, ancak ALLAH’ın Elçisi ve kelimesidir. (Kudret delili ve hikmet dilidir ki, o kelimeyi) Meryem’e (mânen aşılayıp) yöneltmiştir ve O’ndan bir Rûh’tur. Öyle ise, ALLAH’a ve Resûllerine iman ediniz; “(ALLAH) Üçtür” demeyiniz, buna son verip (Teslis’ten) vazgeçiniz ki, sizin için hayırlı (olan böyle hareket etmektir). ALLAH, ancak bir tek İlahtır. O, çocuk sahibi olmaktan Yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Vekîl olarak ALLAH kâfidir.” (Nisâ 4/171)

KUR’ÂN-ı KERÎM =>Hak OLuşu ve Fasîh Lisânı ile tümüyle Muhkemdir.:

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ
“Elif, Lam, Ra. İşte bunlar, (hüküm prensipleri ve) Hikmetli Kitabın âyetleridir. (Bu şifreli harfler, Kur’ÂN-ı Kerîm’in gizli mesaj bilgileridir.)” (Yûnus 10/1)

الَر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ
“Elif-Lam-Ra. (Bu Kur’ÂN ki) Âyetleri MUHKEM kılınmış, (bozulmaya karşı garantiye alınmış ve hükmedilmek üzere yollanmış,) sonra da Hüküm ve Hikmet Sahibi olan ve her şeyden haberdar bulunan (ALLAH) tarafından birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış bir Kitab-ı Kerim’dir. (Müttakiler için hidâyet ve hikmet rehberidir.)” (Hûd 11/1)

KUR’ÂN-ı KERÎM’in Özellik ve Güzellik bakımından birleşen âyetlerinin bir kısmının çözümü için veri (gerekli bilgi) oluşu ve benzeşişi ve zıdların zevki olan ikiller (mesânî) bakımından ta’mâmen MÜTEŞÂBİH olduğu ile ilgili Âyet ve Hadis.:

اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُّتَشَابِهًا مَّثَانِيَ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَنْ يَشَاء وَمَن يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
“ALLAH MÜTEŞABİH (benzeşmeli ve birbirini izah edici), ikişerli (zıt kutupları ve kavramları belirtip öğretici) bir Kitap olarak sözün en güzelini (Kur’ÂN-ı Kerîm’i) indirdi. RABBlerine karşı içleri titreyerek-korkanların Ondan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalbleri ALLAH’ın zikrine (ve Kur’ÂN’ı anlama gayretine karşı) yumuşar-yatışır (içlerine teslimiyet ve samimiyet yerleşir). İşte bu ALLAH’ın yol göstermesidir ki, Onunla dilediğini hidâyete erdirir. ALLAH, (Kur’ÂN’dan yüz çevirdiğinden) kimi de saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici bulmak mümkün değildir.” (Zümer 39/23)

Gizli kapaklı, tutarsız bir şey yok.. Ne var ki, herkesin her Akıl Seviyesinin aynı şeyi anlaması veyâ herkes (her akıl) anlasın diye basitçe geçiştirmek SÜNNEtuLLAHa aykırıdır!.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “El halalü beyne’l-haramu beyne ve beyne humâ umura müteşâhibatün.: “Helâl bellidir, haram bellidir. Bu ikisi arasında ise şüpheli birçok şeyler vardır..” buyurmuştur.
(Buhârî, İmân 30; Müslim, Musâkât 107,108)

KUR’ÂN-ı KERÎM’deki bir Lâfız/Söz.:

1-) Nass.: Lâfız tek bir mânâyı içeriyorsa başka ihtimâl yoksa nasstır.
2-) Zâhir.: İki ihtimâlden daha açık ve daha yakın olan mânâ zâhirdir.
3-) Müevvel.: İki ihtimâlden daha açık ve yakın olmayan ikinci mânâdır.
4-) Müşterek.: İki ihtimâlden ikisi de eşitse ikisinden birisine.
5-) Mücmel.: İki ihtimâlden ikisi de eşitse mücmel (özet) dir..


Resim 6.1.3. KUR’ÂN-ı KERÎM'in =>KELÂMULLAH OLduğuna
=>RASÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’e İNDİRİLdiğine İMÂN.:


قُلْ مَن كَانَ عَدُوًّا لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللّهِ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
“De ki, her kim (herhangi bir şekilde) Cebrâil’e düşmanlık eder (ve onu incitecek söz ve davranışlar sergiler) ise, iyi bilsin ki; ALLAH’ın İzniyle, kendinden öncekileri tasdik edici ve mü’minler için hidâyet ve müjde verici olarak Senin kalbine de Kur’ÂN’ı O indirmiştir. (Bu nedenle vahye ve Cebrâil’e düşmanlıkla, ALLAH’a iman bir arada barınmayacaktır.)” (Bakara 2/97)

وَلَقَدْ أَنزَلْنَآ إِلَيْكَ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَمَا يَكْفُرُ بِهَا إِلاَّ الْفَاسِقُونَ
“Andolsun ki, BİZ Sana apaçık âyetler indirdik. Bunları fasıklardan (günahkâr ve doğru yoldan sapmış vicdanı bozuklardan) başkası inkâr etmeye (kalkışmayacaktır.).” (Bakara 2/99)

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Ramazan Ayı (niye böylesine mübârek ve muhteremdir? Çünkü) insanlar için Hidâyet Rehberi olan (ve doğru yolu tanıtan) Kur’ÂN bu Ayda indirilmiştir. (O Kur’ÂN ki) FURKÂN olan (Hakk ile Bâtıl’ı birbirinden ayıran) apaçık belgeleri (kapsayan ve gerçekleri açıklayan Kitaptır.) Öyleyse sizden kim bu aya yetişip şâhid olursa artık onu (orucunu) tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). ALLAH, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık ve ikram) Sayıyı tamamlamanız (orucunuzu tutup bayrama ulaşmanız) ve sizi doğru yola (hidâyete) ulaştırmasına karşılık ALLAH’ı en büyük tanımanız (kalbinizdeki sahte putları kırmanız ve sadece ALLAH’ın Rızasını arayıp O’na tapınmanız) içindir. Umulur ki (bu nimetlerin kıymetini fark edip) şükredersiniz (diye oruç size farz kılınmıştır).” (Bakara 2/185)

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
“Elçi-Resûl (olan Hz. Muhammed Aleyhisselam), kendisine RABBinden indirilene (Kur’ÂNî hüküm ve haberlere) iman etti, mü’minler de (bunlara iman, inkiyad ve itaate karar verdi). Hepsi birden ALLAH’a, Meleklerine, Kitaplarına ve Elçilerine inanıp (teslimiyet gösterdi). Dediler ki.: "O’nun Elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz (hepsinin nübüvvetine iman ve fazilet farkını kabul ederiz). İşittik ve itaat ettik. Ey RABBimiz, SENden bizi bağışlamanı (dileriz). Sonunda dönüp varışımız ancak SANAdır." (İşte gerçek mü’minler böyle teslimiyet gösterenlerdir.)” (Bakara 2/285)

وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ آيَاتِ اللّهِ يُكَفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا فَلاَ تَقْعُدُواْ مَعَهُمْ حَتَّى يَخُوضُواْ فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ إِنَّكُمْ إِذًا مِّثْلُهُمْ إِنَّ اللّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًا
“O (ALLAH), size Kitap’ta.: "ALLAH’ın Âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın (bu hain münafıklardan ayrılın), yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye (âyet) indirdi (ve uyardı). Doğrusu ALLAH, münafıkların ve kâfirlerin tümünü cehennemde toplayacaktır.” (Nisâ 4/140)

Anlıyoruz ki; küfre rıza, küfür ve günâha rıza, günâhtır..

لَّكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَالْمُقِيمِينَ الصَّلاَةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أُوْلَئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا
“Ancak onlardan ilimde rüsuh sahibi olup derinleşenler (yaratılış gerçeğine ve kitabın hikmetine erişenler) ile (sadık) mü’minler, Sana indirilene ve Senden önce indirilene inanırlar. (Bunlardan) Namazı dosdoğru kılanlar, zekâtı verenler, ALLAH’a ve âhiret gününe inananlar; işte bunlar var ya, Biz onlara büyük bir ecir bahşedip (mükâfatlandıracağız).”/color] (Nisâ 4/162)

كِتَابٌ أُنزِلَ إِلَيْكَ فَلاَ يَكُن فِي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِّنْهُ لِتُنذِرَ بِهِ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
“(Bu Kur’ÂN öyle) Bir Kitap’tır ki Onunla (insanları) uyarman için ve mü’minlere bir öğüt (ve ölçü) olmak üzere Sana indirildi. Öyleyse (Sen görevini yap, cihadını sürdür, zalimlerin ve kâfirlerin hıncına ve hücumuna aldırma) bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın. (Sen tebliğle memursun.)” (A’râf 7/2)

وَلَقَدْ جِئْنَاهُم بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلَى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
“Andolsun, BİZ onlara (kutlu) bir Kitapla gelip (Peygamber gönderip uygulamalı anlatmış); iman edecek her topluluğa bir hidâyet ve bir rahmet olmak üzere (kesin) bilgiye (ilme) dayanarak Onu çeşitli biçimlerde açıklamıştık.” (A’râf 7/52)

[Not.: Kur’ÂN-ı Kerîm; ilmi prensiplere ve bilimsel gerçeklere uygun olmak şartıyla yorumlanabilen bir kitaptır.]

قُل لَّوْ شَاء اللّهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلاَ أَدْرَاكُم بِهِ فَقَدْ لَبِثْتُ فِيكُمْ عُمُرًا مِّن قَبْلِهِ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
“De ki: “Eğer ALLAH dileseydi, Onu size okuyup (öğretemezdim ve O da) Onu (Kur’ÂN’ı) size bildirmez ve idrak ettirmezdi. Ben bundan önce de sizin içinizde (40 yıl) bir ömür sürdüm, (aklımdan ve ahlâkımdan nasıl şüphe edersiniz?) Siz yine de aklınızı kullanıp (imânâ gelmeyecek) misiniz?” (Yûnus 10/16)

وَمِنهُم مَّن يُؤْمِنُ بِهِ وَمِنْهُم مَّن لاَّ يُؤْمِنُ بِهِ وَرَبُّكَ أَعْلَمُ بِالْمُفْسِدِينَ
“(İnsanlar arasında) Onlardan bazıları O’na (Kur’ÂN’a) inanır, (ama aralarında) O’na inanmayanlar da vardır. RABBin bozgunculuk çıkaranları daha iyi bilir. (Fesadçı fasıklar belasını bulacaklardır.)” (Yûnus 10/40)

يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءتْكُم مَّوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَشِفَاء لِّمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ
“Ey insanlar! RABBinizden size bir öğüt ve uyarı, sinelerde olana (kalbi ve ruhi hastalıklarınıza, stres ve bunalımlarınıza) bir şifâ ve mü’minler için bir hidâyet ve rahmet (olarak Kur’ÂN-ı Kerîm) gelmiştir.” (Yûnus 10/57)

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُمُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَمَا أَنَاْ عَلَيْكُم بِوَكِيلٍ
“De ki.: "Ey insanlar! Şüphesiz size RABBinizden Hakk (Kur’ÂNve Peygamber) gelmiştir. Kim (Kur’ÂN’a ve Resûlüllah’a uyarak) hidâyet bulursa, o ancak kendi nefsi için hidâyet bulmuştur. Kim saparsa, o da kendi aleyhine sapmıştır. (İnkâr, itiraz ve isyanınızdan dolayı) Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim. (Görevim gerçeği duyurmaktır.)” (Yûnus 10/108)

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
“Elif-Lam-Ra. İşte bunlar Sana, (her türlü gerçeği anlatan) apaçık Kitabın âyetleridir. Kesinlikle Biz Onu, akıl erdirip anlayasınız diye, (vahye ve tebliğe muhatap olan ilk kavmin anadili olan) Arapça bir Kur’ÂN olarak indirdik.” (Yûsuf 12/1-2)

وَمَا تَسْأَلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ هُوَ إِلاَّ ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ
“Halbuki Sen buna karşı onlardan bir ücret de istemiyorsun. Ancak O (Kur’ÂN), âlemler için yalnızca bir “öğüt ve hatırlatmadır.” (En güzel ahlâkı ve en adil ahkâmı içermektedir.)” (Yûsuf 12/104)

المر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَالَّذِيَ أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ الْحَقُّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يُؤْمِنُونَ
“Elif, Lam, Mim, Ra. İşte bunlar (kutlu) Kitab’ın âyetleridir. Ve Sana RABBinden indirilen Hakk ve hakikatlerdir. Ne var ki insanların çoğu iman etmezler (etmeyeceklerdir).” (Ra’d 13/1)

أَفَمَن يَعْلَمُ أَنَّمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ أَعْمَى إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
“(Şimdi düşünün) Sana RABBinden indirilenin gerçekten Hakk olduğunu bilen kişi, o hiç görmeyen (kör) gibi midir? Ancak temiz akıl (ve vicdan) sahipleri öğüt alıp (her işin sonunu) düşünerek (hareket ederler ki);” (Ra’d 13/19)

وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّا وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ مَا جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ وَاقٍ
“İşte böylece Biz Onu (Kur’ÂN’ı) Arapça bir hüküm (ve Hihikmet Kitabı) olarak indirdik. Andolsun, Sana gelen bu ilimden sonra, eğer onların (müşriklerin ve münafıkların) hevâ (istek ve tutku)larına uyacak (ve Kur’ÂNî Hükümlerin bir kısmını bırakacak) olursan, (artık) Senin için ALLAH’tan; ne bir yardımcı-dost, ne bir koruyucu bulunacaktır.” (Ra’d 13/37)

الَر كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ
“Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitaptır ki, RABBlerinin İzniyle insanları karanlıklardan nura (kavuşturman ve onları), O güçlü ve övgüye layık olanın (ALLAH’ın) yoluna (çağırıp) çıkarman için Sana indirdik.” (İbrâhim 14/1)

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
“Hiç şüphesiz, Zikri (Kur’ÂN-ı Kerîm’i) Biz indirdik, BİZ; ve elbette (kıyamete kadar) Onu (bu kutsal metni değiştirilmekten ve dejenere edilmekten koruyup aynen) muhafaza edicileri de BİZiz.” (Hicr 14/9)

[Not: Londra’da bir müzede bulunan ve Miladi 650 yıllarına -yani Peygamber Efendimizden hemen sonrasına ve Sahabenin hayatta olduğu sıralara- ait olduğu saptanan el yazması bir Mushaf’la, şu anda elimizdeki Kur’ÂN nüshalarının arasında hiçbir çelişki ve değişiklik bulunmadığı gerçeğinin tespit edilmesi, Kur’ÂN’ın orijinal metninin ALLAH’ın özel muhafazası ile günümüze kadar nasıl geldiğinin ve kıyamete kadar nasıl devam edeceğinin ispatı yerindedir ve bu açık bir mucizedir. Ancak orijinal lafzının aynen muhafaza edileceği bildirilen Kur’ÂN âyetlerinin, mânâ ve mesajlarının din simsarı Bel’amlar tarafından çarpıtılıp dejenere edilmemesine bir garanti verilmemiştir.]

وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِّنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ
“(Ey Resûlüm ve ümmeti!) Andolsun, Sana (huzur ve şuurla) tekrarlanan yediyi (namazların her rekâtında tekraren okunan ve Kur’ÂN’ın özeti sayılan Fatiha-i Şerifi) ve Yüce Kur’ÂN-ı AZÎM’i verdik.” (Hicr 14/87)

وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ لِّسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُّبِينٌ
“Andolsun ki BİZ, onların.: (Ey Nebîm, Seni kastederek) "Bunu kendisine mutlaka bir (başka) beşer öğretmektedir. (Bu hikmetleri ve âyetleri, özel ve gizli kişiler ve merkezler ona öğütlemektedir)” dediklerini biliyoruz. (Oysa Hakk’tan) Saparak kendisine yöneldikleri (nispet ettikleri kimse)nin dili A’cemidir (yabancı bir dildir), bu (Kur’ÂN) ise açıkça Arapça olan (bir lisân)dır.” (Nahl 16/103)

وَبِالْحَقِّ أَنزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَّ مُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
وَقُرْآناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنزِيلاً
قُلْ آمِنُواْ بِهِ أَوْ لاَ تُؤْمِنُواْ إِنَّ الَّذِينَ أُوتُواْ الْعِلْمَ مِن قَبْلِهِ إِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ سُجَّدًا
“Biz O’nu (Kur’ÂN’ı) Hakk (her konuda gerçeğin ve Adil bir Düzenin temel esasları) olarak indirdik ve O (aynı zamanda) Hakk (Resûlüllah) ile (beraber) inmiştir; (Ey Nebim!) Seni de sadece ve elbette bir müjde verici ve uyarıp-korkutucu olarak gönderdik.
Biz O’nu bir Kur’ÂN olarak, insanlara (anlamaları ve uyum sağlamaları için) dura dura ve belli aralıklarla okuyasın diye (bölüm bölüm, surelere ve âyetlere) ayırdık ve onu safha safha bir indirme ile (yirmi üç senede) indirdik.
De ki.: "(Artık) İster ona inanın, ister inanmayın; çünkü bu (Kur’ÂN), daha önce kendilerine ilim verilenlerden (halis ve salih kimselere) okunduğu zaman, yüzüstü yere kapanarak hemen secdeye gidilmektedir.”
(İsrâ 17/105-107)

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجَا
“(Her türlü) Hamd (ve övgü); kulu (Hz. Muhammed Aleyhisselam) üzerine Kitabı indirip (insanlara açıklatan) ve Onda hiçbir çarpıklık (yanlışlık ve haksızlık) bırakmayan ALLAH’adır.” (Kehf 18/1)

وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا
“Böylece Biz O’nu Arapça bir Kur’ÂN olarak indirdik ve O’nda korkulması ve sakınılması gereken şeyleri türlü şekillerde izâh ettik; umulur ki (Kur’ÂN’la) takvâya erişeceklerdir, ya da onlar için (Kur’ÂN) düşünme (tezekkür ve tefekkür yeteneğini geliştirip) ortaya çıkarıverecektir.” (Tâ-Hâ 20/113)

وَهَذَا ذِكْرٌ مُّبَارَكٌ أَنزَلْنَاهُ أَفَأَنتُمْ لَهُ مُنكِرُونَ
“Böylece Biz onu Arapça bir Kur’ÂN olarak indirdik ve O’nda korkulması ve sakınılması gereken şeyleri türlü şekillerde izâh ettik; umulur ki (Kur’ÂN’la) takvâya erişeceklerdir, ya da onlar için (Kur’ÂN) düşünme (tezekkür ve tefekkür yeteneğini geliştirip) ortaya çıkarıverecektir.” (Enbiyâ 21/50)

وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِهِ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْ وَإِنَّ اللَّهَ لَهَادِ الَّذِينَ آمَنُوا إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
“(Ayrıca) Kendilerine ilim verilenlerin de, bunun (Kur’ÂN’ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri; böylelikle ona tam iman etmeleri ve kalbleri tatmin bulmuş olarak ona bağlanıp (huzur ve güvene erişmeleri) içindir. Şüphesiz ALLAH, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir.” (Hac 22/54)

تَبَارَكَ الَّذِي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلَى عَبْدِهِ لِيَكُونَ لِلْعَالَمِينَ نَذِيرًا
“(Şuur sahibi ins ve cinn bütün mükelleflere ve tüm) Âlemlere (ikaz ve inzar edici bir) uyarıcı olsun diye, (en seçkin) kuluna (Hz. Muhammed aleyhisselama) Furkân’ı (Hakk’la Bâtıl’ı, doğru ile yanlışı, yararlı ile zararlıyı, dost ile düşmanı, mü’minle münafığı ayıran Kur’ÂN’ı) indiren (ALLAH) ne Yücedir.” (Furkân 25/1)

Furkân.: iki şeyin (hak-bâtıl, hayr-şer) arasını ayıran,

نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ
عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ
“Onu (Kur’ÂN’ı) Rûhu’l- Emîn (Hz. Cebrail Resûlüllah’a) getirmiştir.
(Bu Kur’ÂN; halkı) Uyarıcılardan olman için, Senin kalbinin üzerine (vahyedilmiştir).
Apaçık Arapça bir dille (herkes anlasın diye gönderilmiştir).”
(Şuâra 26/193-195)

قُلْ جَاء الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ
“De ki: "(Artık) Hakk gelmiştir; Bâtıl ise (bundan böyle) ne (yeni ve gerçekçi bir şey) ortaya çıkarabilir, ne (eski düzeni ve dönemi) geri getirebilir. (Hakkın yegâne kaynağı Kur’ÂN’dır ve İslam Hükümran olacaktır.)" (Sebe’ 34/49)

يس
وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ
“Yâ Sîn. Andolsun hikmetli Kur’ÂN’a (ve MUHKEM âyetler içeren bu Kitaba ki Ey Nebîm!),” (Yâsîn 36/1-2)

(Sîn =>Tayy Boyunun lehçesinde insÂN anlamına geldiği için İbn-i Abbas'a göre Yâ Sin, ey insÂN demektir ve Hz. Muhammed (aleyhisselâm)'e hitaptır. Sîn, Hz. Muhammed (aleyhisselâm)'in adlarındandır, yahut ulu anlamına gelen Seyyid demektir diyenler de olmuştur.)

إِنَّمَا تُنذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ
“(Ey Nebim!) Sen ancak, Zikre (Kur’ÂN-ı Kerîm’e) uyan ve gayb ile (zâhiren görmedikleri, ama harika yaratılış eserleriyle tanıyıp iman ettikleri) RAHMÂN olan (ALLAH’)a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylelerini, bir bağışlanma, yüksek ve cömertçe bir mükâfatla müjdele (ki onlar dünyada izzet ve devlete, âhirette ise cennete ulaşacaklardır).” (Yâsîn 36/11)

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ
“(Ey Resûlüm!) Sana bu Kitabı Hakk ile indirdik; öyleyse Sen de dini yalnızca O’na halis kılarak (her konuda mutlaka Kur’ÂN’a uyarak ve yalnızca RABBinin rızasını umarak) ALLAH’a ibâdet et. (Zirâ kulluk yalnız O’na yapılır.)” (Zümer 39/2)

إِنَّا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ لِلنَّاسِ بِالْحَقِّ فَمَنِ اهْتَدَى فَلِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ
“Şüphesiz Biz Sana bu Kitabı insanlar için Hakk (ölçüsü ve hidâyet öncüsü) olmak üzere indirdik. (Resûlüllah’sız ve Kur’ÂN’sız; Hakkı-Bâtılı, Helâli-Haramı, Doğruyu-Yanlışı, Dostu-Düşmanı bilmek mümkün değildir. Bu nedenle DEİST’ler, sapkın ve münkirdir.) Artık kim hidâyete ererse, bu kendi lehinedir; kim saparsa, o da kendi aleyhine sapmış demektir. Sen onların üzerinde vekil ve kefil değilsin. [Dikkat! İnsan ve toplum hayatıyla ilgili her konuda kural koyarken; Kur’ÂNi Hükümleri ve Sünneti esas almayanlar, hidâyetten ayrılmış, dalâlete kaymış kimselerdir.]” (Zümer 39/41)

Not.: ALLAH İsmi, Câhiliye Araplarınca da biliniyor ve kullanılıyordu. Ancak onların konuştuğu "ALLAH" kelimesi Kur’ÂN’daki "ALLAH" (celle celâlihu.) kelimesinden çok farklı bir anlam taşıyordu. Câhiliye Araplarına göre ALLAH; yeri göğü yaratan ve diğer şefaatçi tanrılardan (put ve tağutlardan) daha büyük olan, ancak etki ve yetki alanı sınırlı bulunan bir varlığı ifâde ediyordu. Kur’ÂN’daki "ALLAH" (celle celâlihu) kelimesi ise, öyle tanrılar hiyerarşisindeki baş tanrı değil (hâşâ), varlığı gerçek olan, her şey elinde ve emrinde bulunan, kudreti her şeyi kuşatan, kullarının imani, ahlâki, siyasi ve iktisadi hayatlarına ait kanun ve kurallar koyan, Tek ve Mutlak bir RABB’dir. Kur’ÂN’da geçen Kitap, Melek, Nebi, Resûl, Âhiret, Takvâ, Salât, Zekât vb. bütün kelime ve kavramlar, "ALLAH" İsmiyle mutlaka irtibatlı ve çok çeşitli daireler içerisinde bütün bunlar birbiriyle bağlantılıdır.]

حم
تَنزِيلٌ مِّنَ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
“Ha, Mim.
(Bu Kur’ÂN) RAHMÂN ve RAHÎM’DEN (Hz. Peygamber üzerinden bütün kullarına hidâyet ve saadet rehberi olarak) indirilmiştir.
(Gerçeği düşünüp gören ve) Bilen bir kavim için, âyetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) ’fasıllar (bölümler ve belgeler) halinde açıklanmış’ Arapça Kur’ÂN (ve her konuda başvurulup okunan) Kitap (olarak gelmiştir ve);”
(Fussilet 41/1-3)

لَا يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِهِ تَنزِيلٌ مِّنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ
“Bâtıl, Ona önünden de, ardından da gelemez. (Çünkü Kur’ÂN) Hüküm ve Hikmet sahibi, çok övülen (ALLAH)tan indirilmedir (ve O’nun hıfzu himayesindedir. Bu nedenle Kur’ÂN; kıyamete kadar mutlak doğruların ve kesin yanlışların şaşmaz mihengidir).” (Fussilet 41/42)

وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا أَعْجَمِيًّا لَّقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ آيَاتُهُ أَأَعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّ قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاء وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى أُوْلَئِكَ يُنَادَوْنَ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ
“Eğer Biz Onu, A’cemi (Arapça dışında bir dilde) olan bir Kur’ÂN kılsaydık, herhalde (ve haklı olarak): “Onun âyetleri (anlayacağımız biçimde ve kendi dilimizle) açıklanmalı değil miydi?” diyeceklerdi. “Arap olana, A’cemi (Arapça olmayan bir dil) mi?” (diyerek karşı geleceklerdi.) [Not: Bu âyetler Kur’ÂN’ın farklı dillere tercüme edilmesi gereğine de işarettir.] De ki: “O, iman edenler için bir hidâyet ve bir şifa (vesilesidir). İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık (ve sağırlık) varmış (gibi) O (Kur’ÂN) onlara karşı bir körlüktür (ve hiç anlaşılmaz sözler gibi gelir). İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir(miş ve kendilerini hiç ilgilendirmezmiş şeklinde bir tavır sergilenir).” (Fussilet 41/44)

اللَّهُ الَّذِي أَنزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْمِيزَانَ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَرِيبٌ
“Ki ALLAH, Hakk olmak (ve her konuda hakem yapılıp başvurulmak) üzere Kitabı ve mizanı (Kur’ÂN’ı ve adil hukuk kurallarını) indirmiş bulunmaktadır. Ne bilirsin; belki de (Kur’ÂNnizamının hâkimiyet ve) kıyamet-saati pek yakındır. (Öyle ise nefsi, siyasi ve dünyevi hevesler için didişmek boşunadır.)” (Şurâ 42/17)

حم
وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ
إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
وَإِنَّهُ فِي أُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِيٌّ حَكِيمٌ
“Ha, Mim.
Apaçık Kitaba andolsun ki;
Gerçekten Biz Onu, olur ki aklınızı kullanır (anlamaya ve uygulamaya çalışır)sınız diye (indirdiğimiz kavmin diliyle) Arapça bir Kur’ÂN kılıverdik.
Şüphesiz O, Bizim katımızda olan Ana Kitap’tadır (Levh-i Mahfuz’da kayıtlıdır, Kur’ÂN’ın şanı;) çok Yücedir, Hüküm ve Hikmet içeriklidir.”
(Zuhrûf 43/1-4)

حم
وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُّبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنذِرِينَ
فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ
“Ha, Mim.
Apaçık (ve her gerçeği açıklayıcı) Kitaba andolsun; (ki)
Hakikaten BİZ, Onu (Kur’ÂN’ı) mübârek bir gecede indirdik. (Bu mübarek gece BERAAT veya KADİR geceleridir; hatta Kur’ÂN’ı anlama ve ahkâmını uygulama gayreti taşıyanların ibadet ve hizmetle geçen tüm nurlu ve huzurlu geceleri o kıymettedir.) Gerçekten Biz (Kitap ve Peygamber vasıtasıyla kullarımızı) uyarıp (inzar edenleriz).
Ki onda (o gecede) her hikmetli iş (konularına ve ayrıntılarına kadar) ayrılarak (sınıflandırılır ve görevli meleklere taksim edilip) belirlenir.”
(Duhân 44/1-4)

حم
تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
إِنَّ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَآيَاتٍ لِّلْمُؤْمِنِينَ
وَفِي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِن دَابَّةٍ آيَاتٌ لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ
“Ha, Mim.
(Bu kutlu) Kitabın (Kur’ÂN’ın) indirilmesi, Üstün ve Güçlü olan, Hüküm ve Hikmet Sâhibi ALLAH’tandır.
Şüphesiz mü’minler (ve inanmak isteyenler) için, göklerde ve yerde (nice) âyetler (mesaj dolu ibretler) vardır.
Sizin yaratılışınızda ve (ALLAH’ın) türetip-yaydığı (bütün) canlılarda, (aklını ve vicdanını kullanan ve) kesin bilgiyle inanan bir kavim için âyetler (ibret verici alâmetler) açıktır.”
(Câsiye 45/1-3)

حم
تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
“Ha, Mim.
(Bu kutlu) Kitab’ın (Kur’ÂN’ın) indirilmesi, Üstün ve Güçlü, Hüküm ve Hikmet Sâhibi ALLAH’tandır.”
(Ahkâf 46/1-2)

ق وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ
بَلْ عَجِبُوا أَن جَاءهُمْ مُنذِرٌ مِّنْهُمْ فَقَالَ الْكَافِرُونَ هَذَا شَيْءٌ عَجِيبٌ
“KAF!.. "Şerefli ve Üstün" Kur’ÂN’a andolsun ki;
Doğrusu onlara kendi içlerinden bir uyarıcı (elçi) gelmesine hayret etmişler de, o kâfirler: "Bu (garip ve acayip) şaşılacak bir şey" diyerek (Peygamberi inkâra ve istihfafa kalkışmışlardır).”
(Kaf 50/1-2)

وَالطُّورِ
وَكِتَابٍ مَّسْطُورٍ
فِي رَقٍّ مَّنشُورٍ
“Andolsun Tûr’a (Hz. Mûsâ’nın vahiy aldığı kutsal Siâa Dağı’na ve Mevlâ’ya yaklaşanların olgunlaşma aşamalarına!),
Satır (satır âyetler) dizili Kitaba,
Yayılmış ince deri (ve benzeri şeyler) üzerine (ve tüm teknolojik belleklere yazılan olgulara);”
(Tûr 52/1-3)

وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى
مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى
وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى
إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
“Çıkıp zuhur ettiği zaman Necm’e (kutlu Yıldız şahsiyete) yemin olsun ki;
Sahibiniz (olan Hz. Resûl (aleyhisselâm)asla Hakk’tan) sapmamış, şaşırmamış ve (şeytani dürtülerle aldanıp) azıtmamıştır.
O, (kesinlikle kendi) hevâsından (kafasından ve nefsi kuruntularından) konuşmaz-konuşmamıştır.
O (Kur’ÂN ve konuştukları) ancak (kendisine) vahy (ve telkin) olunan vahiydir. (İlahi hakikatler ve öğretilerdir ki, tebliğ edip size ulaştırmıştır.)”
(Necm 53/1-4)

[Not.: Necm.: Bir konuyla ilgili inen toplu Kur’ÂN Âyetleri faslına; veya, yaratılış ve imtihan gayelerini açıklamak üzere çıkıp zuhur eden “Din Yıldızına” denir. “İza hevâ” kelimelerine “Battığı zaman” yerine; “Doğup aydınlattığı zaman” mânâsı daha uygun düşmektedir.]

إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ
“Elbette ve kesinlikle bu (Kitap; gerçekleri ve görevlerinizi bildiren, değerli ve dengeli) bir Kur’ÂN-ı Kerîm’dir.” (Vâkıa 56/77)

تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
“(Bu Sana) Âlemlerin RABBinden indirilmedir.” (Vâkıa 56/80)

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
“Şâyet BİZ, bu Kur’ÂN’ı bir dağın üzerine indirmiş (ve sorumluluklarını iletmiş) olsaydık, andolsun onun ALLAH korkusundan saygıyla boyun büküp parçalandığını görecektin. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz.” (Haşr 59/21)

فَآمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَالنُّورِ الَّذِي أَنزَلْنَا وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
“Şu halde ALLAH’a, O’nun Resûlüne ve indirdiğimiz NÛR (Kur’ÂN)a iman edin ki, ALLAH yaptıklarınızdan Haberdardır." (Tegâbûn 64/8)

إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ
“Hiç şüphesiz O (Kur’ÂN), elbette şerefli bir Elçinin (ALLAH tarafından vahyedilen) Sözleridir.” (Hakka 69/40)

تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
“(Kur’ÂN) Âlemlerin RABBinden indirilmedir. (ALLAH’ın hikmetli öğütleri ve hükümleridir.)”
(Hakka 69/43)
[/b]
وَإِنَّهُ لَحَقُّ الْيَقِينِ
“Ve şüphesiz O (Kur’ÂN), kesin bir gerçektir (Hakke’l-yakin’dir).” (Hakka 69/51)

كَلَّا إِنَّهُ تَذْكِرَةٌ
“Hayır, doğrusu (şu ki), O (Kur’ÂN) elbette bir öğüttür/uyarıdır.” (Müddesir 74/54)

فَمَن شَاء ذَكَرَهُ
“Artık dileyen, (ve gerçeğe yönelen) Onu ’düşünüp-öğüt alabilir.” (Abese 80/12)

كِرَامٍ بَرَرَةٍ
“(Ki onlar) Üstün, değerli, “iyilik ve dürüstlük sembolü” (kimselerdir).” (Abese 80/16)

إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ
“Şüphesiz O (Kur’ÂN), üstün kerem (ve şeref) sahibi bir elçinin (kesinlikle ALLAH’tan getirdiği Hakk) Sözüdür (ve gerçektir.)” (Tekvîr 81/19)

بَلْ هُوَ قُرْآنٌ مَّجِيدٌ
فِي لَوْحٍ مَّحْفُوظٍ
“Evet, doğrusu bu (Kitap); “Şerefli-Üstün” olan bir Kur’ÂN’dır;
(Ki Onun aslı) Levh-i Mahfuz’dadır. (Elimizdeki Kudsal Kitabımız da ALLAH’ın özel muhafazası altındadır.)”
(Bürûc 85/21-22)

Levh-i Mahfuz.: İlm-i İlâhî. Mukadderâtın yazılı olduğu 7 kat semânın üstündeki levha.

وَالسَّمَاء ذَاتِ الرَّجْعِ
وَالْأَرْضِ ذَاتِ الصَّدْعِ
إِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌ
وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِ
“Yemin olsun (gezegenleri ve galaksileri harika bir denge ve düzenle) dönüşlü olan göğe (ki muhteşem donatılmıştır).
Yarılan yeryüzüne (ki içinde ziraat yapılmaktadır ve tüm evrenin özeti konumundadır).
O, (asla) bir şaka (veya müzik gibi okuma) değildir. (Kur’ÂN bir eğlence ve sadece dinlence sanılmamalı, onu anlayıp uygulamaya çalışmalıdır.)
O, (asla) bir şaka (veya müzik gibi okuma) değildir. (Kur’ÂN bir eğlence ve sadece dinlence sanılmamalı, onu anlayıp uygulamaya çalışmalıdır.)”
(Târık 86/11-14)

إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ
وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ
لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِّنْ أَلْفِ شَهْرٍ
تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ
سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ
“Gerçek şu ki, Biz O’nu (Kur’ÂN’ı) Kadir Gecesinde indirmeye (başladık).
Kadir Gecesinin (kıymetinin) ne olduğunu sana bildiren nedir (anlatayım mı)?
Kadir gecesi, (sıdk ile tevbe ederek, bütünüyle Kur’ÂN’a yönelmeye karar verip ibadetle geçirenler için) bin aydan (yaklaşık 83 yıldan, yani bir insan hayatından) daha hayırlıdır.
Melekler ve Rûh onda (o gece boyunca) RABBlerinin İzniyle, her bir iş (ve her mü’min kişi) için sürekli inip duracaklardır.
(O gece) Fecrin doğuşuna (tan yeri ağarıncaya) kadar, (manevî) bir selâmet ve esenlik (fırsatıdır. O gece; kurtuluş ve kutluluk zamanıdır. Ancak; emir ve hükümlerini zihnine ve kalbine indirme gayreti ve Kur’ÂN’ı hayat düzenine temel edinme gayesi taşımayanlar nasipsiz kalacaktır…)”
(Kadr 97/1-5)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

6.1.4. KUR’ÂN-ı KERÎM’i İNKÂR.:


“..Bilinmeli ki ALLAH’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azâb vardır. ALLAH intikam sâhibi ve güçlüdür.”

مِن قَبْلُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَأَنزَلَ الْفُرْقَانَ إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ
“Bundan (Kur’ÂN’dan) önce (onlar) insanlar için bir hidâyet idiler. (Ardından NÛRUnu tamamlamak ve kıyamete kadar Hidâyet Rehberi olmak üzere) Doğruyu yanlıştan ayıran (FurkÂN)ı da indirdi. Gerçek şu ki, ALLAH’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azâb vardır. ALLAH Güçlüdür, intikam sâhibidir.” (Âl-i İmrân 3/4)

“.. ALLAH’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki ALLAH’ın hesâbı çok çabuktur.”

إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ
“Hiç şüphesiz, ALLAH Katında (tek ve gerçek) din İslam’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra, ancak aralarındaki "kıskançlık, azgınlık ve aşırılık" (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim ALLAH’ın âyetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) gerçekten ALLAH, hesabı pek çabuk gören (ve karşılığını verendir).” (Âl-i İmrân 3/19)

“ALLAH’ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canına kıyanlar ve adâleti emreden insÂNları öldürenler (yok mu), onlara acı bir azâbı haber ver! İşte bunlar, dünyâ ve âhirette amelleri boşa gitmiş kimselerdir ve onları kurtaracak da yoktur.”

فَإنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُل لِّلَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ وَالأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُواْ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ
“(Ey Nebim!) Eğer Seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki.: "Ben, Bana uyanlarla birlikte, kendimi ALLAH’a teslim ettim." Ve kitap verilenlere ve ümmîlere de ki.: "Siz de (Kur’ÂN’a ve Bana) teslim oldunuz mu? (Söyleyin!)” Eğer (İslam’a ve Kur’ÂN’a) teslim oldularsa, gerçekten hidâyete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık Sana düşen yalnızca tebliğ (etmek)dir. ALLAH, kullarını hakkıyla Görendir.” (Âl-i İmrân 3/20)

إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الِّذِينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
“ALLAH’ın âyetlerini (gereksiz ve geçersiz görüp bile bile) inkâr edenler, Peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri (Hakk düzeni gerçekleştirmek ve yürütmek isteyenleri) katledenler (var ya); işte onlara acıklı bir azâbı müjdele. (Ki bunu yakında göreceklerdir.)” (Âl-i İmrân 3/21)

أُولَئِكَ الَّذِينَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ
“İşte bunlar, yaptıkları (bütün amelleri) dünyada ve âhirette boşa gitmiş olan kimselerdir. Ve onların yardımcıları da yoktur (hiçbir şekilde kendilerine şefaat de edilmeyecektir).” (Âl-i İmrân 3/22)

“Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hâle geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Şüphesiz ki ALLAH Azîzû’l-Hakîm olandır.”

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِنَا سَوْفَ نُصْلِيهِمْ نَارًا كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُواْ الْعَذَابَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَزِيزًا حَكِيمًا
“Biz âyetlerimize karşı inkâra sapanları şüphesiz ileride ateşe sokuvereceğiz. (Bunların) Derileri yanıp döküldükçe, azâbı (sürekli) tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten ALLAH, Güçlü ve Üstün olandır, Hüküm ve Hikmet Sâhibidir.” (Nisâ 4/56)

“İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar Cehennem Sâkinleridir.”

وَالَّذِينَ كَفَرُواْ وَكَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
“(Açıkça) İnkâr eden (kâfir)ler ve (münâfıkça) âyetlerimizi yalanlayan kimseler ise, onlar da alevli ateşin (Cahim Cehenneminin) halkıdırlar.” (Mâide 5/10)

“ALLAH’a iftira ederek yalan uyduran veyâ O’nun âyetlerine yalan diyen kimseden daha zâlim kim OLaBiLir. Şüphe yok ki zâlimler kurtuluşa ermezler.”

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
“ALLAH’a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya O’nun âyetlerini yalanlayıp (yamultarak, haksızlık ve ahlâksızlık sistemlerine yamamaya çalışanlardan) daha zâlim kim vardır? Hiç şüphesiz O, zâlimleri kurtuluşa ulaştırmayacaktır.” (En’âm 6/21)

“Ateşin başında durdurulduklarında “Ah!.. ne olurdu geri döndürülsek de RABB’imizin âyetlerini inkâr etmeyip, mü’minlerden olsaydık!”dediklerini bir görsen!”

وَلَوْ تَرَىَ إِذْ وُقِفُواْ عَلَى النَّارِ فَقَالُواْ يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلاَ نُكَذِّبَ بِآيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
“(Ancak Cehennemde) Ateşin üstünde durdurulup (kavrulduklarında) onları bir görsen; “Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de RABBimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık” diyerek (derin ve geçersiz bir pişmanlık içinde kıvranacaklardır).” (En’âm 6/27)

“Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. ALLAH, kimi dilerse onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir."

وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِ مَن يَشَإِ اللّهُ يُضْلِلْهُ وَمَن يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
“Bizim âyetlerimizi yalan (gereksiz ve geçersiz) sayanlar, (küfür ve kötülük) karanlıkları içinde (kalmış) sağırlar ve dilsizlerdir. ALLAH, (müstahak olanlardan) kimi dilerse onu şaşırtıp saptırır, (lâyık olanlardan) kimi de dilerse onu dosdoğru yol üzerinde kılmaktadır.” (En’âm 6/39)

“Âyetlerimize yalan diyenlere, yapmayı âdet edindikleri fenâlık yüzünden azâb dokunacaktır.”

وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُواْ يَفْسُقُونَ
“Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; fıska sapmalarından (ve kötülük yapmalarından) dolayı (elbette) onlara azâb dokunacaktır.” (En’âm 6/49)

“ALLAH’a karşı yalan uyduran veyâ kendisne bir şey vahyedilmemişken”bana vahiy geliyor!” diyen kimseden, bir de “ALLAH’ın indirdiği âyetler gibi bende indireceğim!” diyenden daha zâlim kim OLaBiLir? O zâlimlerin hâlini ölümün şiddetli dalgaları içinde boğuşurken bir görsen! Melekler ellerini kendilerine uzatıp “Haydi bakalım çıkarın canlarınızı! Bugün zillet azâbı ile cezâlandırılacaksınız; ALLAH’a karşı doğru olmayanı söylediğinizden ve ALLAH’ın âyetlerine karşı kibirli davranmanızdan dolayı!” derler.”

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوْحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَن قَالَ سَأُنزِلُ مِثْلَ مَا أَنَزلَ اللّهُ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلآئِكَةُ بَاسِطُواْ أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُواْ أَنفُسَكُمُ الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنتُمْ عَنْ آيَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ
“ALLAH’a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken.: “Bana da vahiy geldi” (şeklinde) iddialar eden ve “ALLAH’ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim” (kudsal bir kitap meydana getireceğim) diyenden (yâni, bilgiçlik ve ermişlik taslayarak, Yahudi ve Hristiyanlarla işbirliğini mübah; Hakk Nizam kurulsun diye cihadı ise günah gösterenden) daha zâlim kimdir? Sen bu zâlimleri, ÖLüMün “Şiddetli Sarsıntıları” sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara.: "(Haydi) Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalayışımızdan) çıkarıp kurtarın (bakalım), bugün ALLAH’a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O’nun âyetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azâbla cezâlandırılacaksınız" (dediklerinde) eğer bir görsen (nasıl kıvranacaklardır).” (En’âm 6/93)

“Onlara bir âyet geldiğinde, ALLAH’ın elçilerine (peygamberlere) verilenin benzeri bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız, dediler. ALLAH, peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, yapmakta oldukları hilelere karşılık ALLAH tarafından aşağılık ve çetin bir azâb erişecektir.”

وَإِذَا جَاءتْهُمْ آيَةٌ قَالُواْ لَن نُّؤْمِنَ حَتَّى نُؤْتَى مِثْلَ مَا أُوتِيَ رُسُلُ اللّهِ اللّهُ أَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُ سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُواْ صَغَارٌ عِندَ اللّهِ وَعَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا كَانُواْ يَمْكُرُونَ
“Onlara ne zaman bir âyet (bir Mu’cize ve İlahî Emir) gelse, derler ki.: "ALLAH’ın Elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilene kadar biz kesin olarak inanmayacağız." (Oysa) ALLAH, Elçiliğini (tebliğ görevini ve şerefini) nereye (ve kime) vereceğini daha iyi bilir. Bu suçlu günahkârlara, kurdukları hileli düzenleri nedeniyle şiddetli bir azâb ve ALLAH Katında bir küçüklük (zillet ve aşağılanma) isâbet edecektir.” (En’âm 6/124)

“Yahut “Bize de kitâb indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk”demeyesiniz diye (Kur’ÂNı indirdik). İşte size de RABB’inizden açık bir delil, hidâyet ve rahmet geldi. Kim, ALLAH’ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zâlimdir!lerimizden yüz çevirenleri, bu suçları sebebiyle en müthiş bir azâbla cezâlandıracağız.”

أَوْ تَقُولُواْ لَوْ أَنَّا أُنزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّا أَهْدَى مِنْهُمْ فَقَدْ جَاءكُم بَيِّنَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَذَّبَ بِآيَاتِ اللّهِ وَصَدَفَ عَنْهَا سَنَجْزِي الَّذِينَ يَصْدِفُونَ عَنْ آيَاتِنَا سُوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُواْ يَصْدِفُونَ
“Yahut.: "Bize de kitap indirilseydi, elbette onlardan daha çok doğru yolda olurduk" dememeniz (için), işte size RABBinizden apaçık bir Belge, bir Hidâyet ve bir Rahmet (olarak Kur’ÂN-ı Kerim) gelmiştir. ALLAH’ın âyetlerini (yanlış te’vil ve) tekzîb edenden (bu zamanda bazı âyetlerin gereksiz ve geçersiz olduğunu söyleyip mü’minleri zâlim sistemlere köle haline getirenlerden) ve (insanları) Ondan alıkoyup-çevirenden daha zâlim kimdir? (Kullarımızı) Âyetlerimizden alıkoyup-çevirenlere, bu “Engelleme ve Çevirmelerinden” dolayı azâbın en kötüsüyle (ve şiddetlisiyle) karşılık vereceğiz.” (En’âm 6/157)

“Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara inanmayan kibirlerine yediremeyenler ise Cehennemîn sâkinleridir ve sonsuza dek orada kalacaklardır. Çünkü bir yalanı ALLAH’a iftira eden veyâ onun âyetlerine yalan diyen kimseden daha zâlim kim OLaBiLir? Bunlara kitâbdan nâsibleri erişir ve sonunda kendilerine göndereceğimiz melekler gelip canlarını alırken “onlar bizi bırakıp kayboldular!” derler ve kâfir olduklarına dâir kendi aleyhlerine şâhidlik ederler.”

وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُواْ عَنْهَا أُوْلََئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
“(Bizim Kur’ÂN’daki ve Kâinattaki) Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara (uymaya) karşı büyüklük taslayanlar(a gelince), işte onlar (Cehennemin Yolcuları ve) Ateşin Arkadaşları (yakacakları)dır; ki orada sonsuzca kalacaklardır.” (A’râf 7/36)

فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ أُوْلَئِكَ يَنَالُهُمْ نَصِيبُهُم مِّنَ الْكِتَابِ حَتَّى إِذَا جَاءتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْ قَالُواْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ قَالُواْ ضَلُّواْ عَنَّا وَشَهِدُواْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُواْ كَافِرِينَ
“O halde, ALLAH’a karşı yalan uydurup asılsız iftira ve iddialar ortaya atanlardan, veya (O’nun) âyetlerini yalanlayanlardan daha zâlim kimdir? (Azıcık ilimleriyle) Kitaptan kendilerine bir pay erişenler (ve bilgiç geçinip Dini Hükümleri dejenere edenler) de bunlardır. Nihâyet Elçilerimiz (Ölüm Meleklerimiz), hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara.: "ALLAH’tan başka taptıklarınız (menfaat umarak ve zararından korkarak kendilerine sığınıp uşaklık yaptıklarınız, hani) nerede?" diye soracaklardır. (Bu soruyu bin pişmanlıkla:) "Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp-kayboldular" diye yanıtlayacaklardır. (Böylelikle) Bunlar, gerçekten nankör kâfirler olduklarına dair kendi aleyhlerinde şâhidlik yapacaklardır.” (A’râf 7/37)

“Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara imânı kibirlerine yediremeyen kimselere kesinlikle gök kapıları açılmayacak ve deve iğnenin deliğinden geçmedikçe onlar CeNNete giremeyeceklerdir. İşte Biz suçluları böyle cezâlandırırız.”

إِنَّ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُواْ عَنْهَا لاَ تُفَتَّحُ لَهُمْ أَبْوَابُ السَّمَاء وَلاَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى يَلِجَ الْجَمَلُ فِي سَمِّ الْخِيَاطِ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِمِينَ
“Şüphesiz âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklük taslayıp (Hakka uymaya yanaşmayanlar var ya), onlar için göğün (Rahmet) kapıları (ALLAH’ın Yüce Makamları ve CeNNet Yurtları asla) açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar da (ki insanlara göre imkânsızdır) bunlar CeNNete sokulmazlar. Biz suçlu günahkârları işte böyle cezâlandırırız.” (A’râf 7/40)

Gök =>Semâ =>Kalb =>Gönül =>Bâtın =>Ledûn..
Göklere =>yükselen ve =>yükselten ise.:

“Her kim izzet istiyorsa, bilsin ki izzet tamamıyla ALLAH’ındır. O’na güzel kelimeler yükselir, onu da sâlih amel yükseltir....”

مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ
“Kim izzet ve şeref istiyorsa (bilsin ki) İzzet ve Şerefin hepsi ALLAH’ındır (ve O’nun yolunda aranmalıdır). O (RABBimize) ancak (tevazû’ ve teslimiyetle yapılan övgüler ve şükürler gibi) güzel sözler YÜKSELir. (Bu güzel dua ve zikirleri de sadece) Sâlih Ameller (ve halis niyetler) yukarı KALDIRıp (ALLAH’a eriştirir). Ama kötülükler (ve şeytani niyetler)le hile ve tuzak kuranlara (halkı aldatmak için dini duyguları ve değerleri istismara kalkışanlara) gelince, onlar için de çetin bir azâb vardır ve tuzakları (şeytani tasarıları) boşa çıkacaktır.” (Fatir 35/10)

Resim

Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem.: RÛHlar göğe yükselir.” buyurmuştur.
(İmâm Ahmed, Müsned II-364)

Resûl-i Ekrem aleyhisselâm, Bedir Gazvesi’nde katledilen müşriklere ait cesedlerin yanına giderek onlara.: “RABBinizin size önceden haber verdiği acı sonucu tattınız mı?” diye hitab edince,
Hz. Ömer radiyallahu anhu.: RÛHları bulunmayan cesedlere mi hitap ediyorsun?” diye sormuş,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de.: “Onlara söylediğimi siz duyamazsınız ama onlar duyar!” buyurmuştur.
(Buhârî, “Meġāzî”, 8; Müslim, “Cenâʾiz”, 26, “Cennet”, 76).

Yine savaşta şehid düşen Ca‘fer-i Tayyâr radiyallahu anhu’ın CeNNette uçtuğunu bildirmiş, şehidlerle sâlih mü’minlere ait ruhların cennette yeşil kuşların üzerinde diledikleri yerlere uçup birbirini ziyâret ettiğini, mü’mine ait RÛHun cennet ağacına asılı durduğunu, Cenâb-ı HAKk’ın Kıyamet Gününde onu cesedine iâde edeceğini buyurmuştur..
(Müsned, III, 455; VI, 424-425; Buhârî, “Meġāzî”, 9, 28; “Cihâd ve’s-siyer”, 6, 14, 19, 21, 22; İbn Mâce, “Cihâd”, 24; İbnü’l-Esîr, I, 90, 328-329, 361; IV, 249; V, 180; Bedreddin el-Aynî, XIV, 112).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Melekler ALLAH’ın kullarından bir kulun amellerini yukarıya çıkarırken, onu çok fazla bulup överler. Nihayet ALLAH’ın dilediği yere vardıklarında, ALLAH onlara şu mesajı gönderir.: "Siz kulumun amellerini muhafaza ettiniz, ben de onun içini kontrol ettim, bu kulumun amelleri halis değildir (içinde ALLAH’ın rızası dışında başka maksatlar vardır), bu sebeple onları alıp aşağıların aşağısına (Siccin) götürün." Diğer taraftan bir kulun amellerini yukarıya çıkarırken onu azımsar ve küçümserler. ALLAH yine onlara şu mesajı gönderir.: "Siz kulumun amellerini muhafaza ettiniz, ben de onun içini kontrol ettim, bu kulumun amelleri halisdir, onları en yüksek yere götürün.”
(Zamahşeri, el-Keşşaf; Suyutî, ed-Durru’l-Mensur, ilgili ayetlerin tefsiri).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Şehidlerin RÛHları Arşa asılı kandillerdeki yeşil kuşların içinde olur ve istediği şekilde cennet bahçelerinde dolaşırlar.” buyurmuştur.
(Müslim, İmare, 33).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Müminlerin RÛHları 7. kat göktedir. Orada Cennetteki makamlarını seyrederler." buyurmuştur.
(Deylemî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kâfirler =>Kâfirler için gelmiş olan âyetleri =>Müslümanlara yükletirler." buyurmuştur.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:"Müslüman ismini taşıyanlardan en çok korktuğum kimse, Kur’ÂNın manasını, yerinden değiştirendir." buyurmuştur.
(Taberanî).

Bu Hadis-i Şerifler =>Böylesi ZINDIKLARın meydana çıkacağını ve bunların dalalette olduklarını haber vermektedir..

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ın naklettiğine göre.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir defasında.:
“Mü’minin RÛHu çıktığı vakit, onu iki melek karşılayıp yukarı çıkarırlar.” buyurmuşlardı. Sonra da mü’min RÛHun güzel koktuğunu ve bu kokunun etrafa da saçıldığını beyân etmişlerdi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bunun ardından sözlerine şöyle devam etti.:
Semâ Ehli.: “Arz (dünya) tarafından ne kadar da güzel ve hoş bir RÛH geliyor! ALLAH TeALÂ, sana ve içinde bulunarak îmâr ettiğin cesede salât eylesin!” derler.
Sonra RÛH, hemen RABBinin huzûruna çıkarılır.
Daha sonra Cenâb-ı HAKk.: “Onu, (Cennet bahçelerinden bir bahçe olan kabrine) götürün, Berzah Hayatı bitinceye kadar orada kalsın!” buyurur.”
Bunun ardından Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, kâfirin RÛHu çıktığında onun pis kokusundan, üzerine yağan lânetten ve herkesin ondan uzaklaşmak istediğinden bahsetmiş, sonra da şöyle buyurmuştur.:
“Kâfirin RÛHu çıktığında “Semâ Ehli.: “Arz (dünya) tarafından pis bir RÛH geliyor!.” derler.
Sonra.: “Onu, (Cehennem çukurlarından bir çukur olan kabrine) götürün, Berzah Hayatı bitinceye kadar orada kalsın!” denilir.”
Bu sözü söylerken Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, (kâfir RÛHun pis kokusu sebebiyle) üzerlerinde bulunan ince örtüyü mübârek burunlarına çevirmişlerdir.

(Müslim, Cennet, 75)

Berâ bin Âzib radıyallahu anhu.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’le beraber, Ensâr’dan bir Zâtın cenâzesine gitmiştik. Kabrine kadar vardık, henüz defnedilmemişti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in etrafına oturduk. Bir semâya, bir yere bakmaya başladı. Üç defâ mübârek gözlerini yukarı kaldırıp yere indirdiler.
Sonra da.:
“ALLAH’ım! Kabir Azâbından Sana sığınırım!” diye DUÂ etti.
Daha sonra.: “Müslüman bir kimse âhirete yaklaştığı ve dünyadan ayrılma vakti geldiği zaman, ölüm meleği gelir ve başucuna oturur. Semâdan da melekler inerler; yüzleri güneş gibi parlaktır. Yanlarında CeNNet Kefenlerinden ve Kokularından vardır. O şahsın önüne, baktığı yere otururlar.
Ölüm meleği şöyle der.: “Ey itmi’nâna ermiş nefs! Rabbinin mağfiretine ve rızâsına kavuşmak için çık!”
O da SU Damlasının kaptan aktığı gibi kolaylıkla çıkıverir.
Diğer melekler, o RÛHu Ölüm Meleğinin elinde göz açıp kapayıncaya kadar bile bırakmadan hemen alırlar ve semâya yükseltirler.
Yanlarından geçtikleri her melek topluluğu.: “Bu güzel RÛH da kim?” derler.
RÛHu yükselten melekler de onu en güzel isim ve sıfatları ile yâd ederek.:
“Bu falan oğlu falandır.” derler.
Semâya vardıklarında bütün Semâ Kapıları açılır. Yedinci Kat Semâya varıncaya kadar, içinden geçtikleri her bir Semânın ALLAH’a en yakın olan Mukarreb Melekleri, bu RÛHu teşYÎ EDER (UĞURLAR).
SONRA.: “ONUN AMEL DEFTERİNİ İLLİYYÎN’E yazın!” denilir.
Daha sonra da.: “Kulumu yeryüzüne geri götürün. Çünkü BEN, onları yerden yaratacağımı, tekrar ona döndüreceğimi ve yine oradan çıkaracağımı vaad ettim.” buyurulur.
O kimsenin RÛHu cesedine geri getirilir.
Melekler ölünün yanına gelirler ve.: “RABBin kim?” derler.
“-ALLAH.” der.
“‒Dînin nedir?” derler.
“‒İslâm.” der.
“‒Sizin içinizden çıkan şu zât kimdi?” derler.
“‒ALLAH’ın Resûlü’ydü.” der.
“‒Bunu nereden bildin?” derler. O da.:

“‒ALLAH’ın Kitâbı’nı okudum, O’na îmân ettim ve O’nu tasdîk ettim.” der.
Bunun üzerine Semâdan bir Münâdî şöyle nidâ eder.:
“Doğru söyledi, ona Cennet’te bir yer hazırlayın, Cennet Elbiseleri giydirin ve Cennet’teki Mekânını gösterin!”
Daha sonra bu kimse kabrine yatırılır. CeNNet’in Rüzgârı ve Hoş Râyihası kendisine gelir.
Ona bunlar yapıldıktan sonra, yanında Güzel Yüzlü, Temiz Kıyafetli ve Hoş Kokulu Bir Adam temessül eder:
“‒Hoşlandığın şeylerle sevin! Bu sana vaad edilen gündür!” der.
Müslüman.:
“‒Sen kimsin? Hayır müjdeleyen bir yüzün var!” diye sorduğunda o şahıs:
“‒Ben senin Sâlih Amelinim.” der.
Sonra o kimse şöyle yalvarır.:
"Yâ RABBî! Kıyâmeti hemen gerçekleştir ki (CeNNet’te bana lûtfedeceğin) ehlime ve malıma kavuşayım!”
Bunu söyledikten sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şu âyet-i kerîmeyi tilâvet buyurdular:
“ALLAH TeALÂ, sağlam sözle (yani «Lâ ilâhe illâllah!” diyerek) îmân edenleri(n ayağını kaydırmaz) hem dünya hayatında hem de âhirette sapasağlam tutar…”

يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاء
“ALLAH iman edenleri, Dünya Hayatında ve Âhirette sapasağlam sözle (Resûlüne biat ve sadakat üzerinde) sabit kılacaktır. ALLAH zâlimleri ise şaşırtıp-saptırır; ALLAH dilediğini (ve herkese hak ettiğini) yapar. (Her işi hikmetli ve adaletlidir.)” (İbrahîm 14/27)

Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle devam etti.:
“Fâcir (günahkâr) kimseye gelince; âhirete yaklaşıp dünyadan ayrılma vakti geldiğinde, Ölüm Meleği gelir ve başucuna oturur. Semâdan Melekler inerler; yüzleri simsiyah ve ellerinde kıldan yapılmış kaba ve sert giysiler vardır. Önüne, gözünün baktığı yere otururlar.
Ölüm Meleği.:
“‒Ey Pis RÛH! ALLAH’ın Hiddet ve Gazabına uğramak için çık!” der.
RÛH cesedden, kancalı ve çatallı bir şişin ıslak yünün içinden çekilip çıkarılması gibi oldukça zor ayrılır. Onunla birlikte vücuttaki bütün damarlar ve sinirler de (sanki) kopar, (yani o derece ıztırâb verir).
Melekler hemen kalkarlar, o RÛHu bir an bile bekletmeden semâya yükseltirler. Yanlarından geçtikleri her Melek Topluluğu:
“‒Bu Pis RÛH da kim?” derler.
Melekler, kötü sıfatlarını zikrederek.: “Falan kimse” derler.
Semâya vardıklarında Semâ Kapıları yüzüne kapanır.
“–Amel defterini SİCCÎN’e yazın!” denilir.
Daha sonra da.:
“–Kulumu yeryüzüne geri götürün. Çünkü BEN, onları yerden yaratacağımı, tekrar ona döndüreceğimi ve yine oradan çıkaracağımı vaad ettim.” buyurulur..
RÛHu yere atılır. Cesedinin içine düşer.”


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem burada da şu âyet-i kerîmeyi tilâvet buyurdu.:
“…Kim ALLAH’a ortak koşarsa, sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış, yahut rüzgâr onu uzak bir yere sürüklemiş (bir nesne) gibidir.”

حُنَفَاء لِلَّهِ غَيْرَ مُشْرِكِينَ بِهِ وَمَن يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَكَأَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَاء فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ أَوْ تَهْوِي بِهِ الرِّيحُ فِي مَكَانٍ سَحِيقٍ
“ALLAH’ı birleyen (Hanif)ler olarak, O’na (hiçbir) ortak koşmaksızın (iman edin ve teslimiyet gösterin). Kim ALLAH’a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş, veya rüzgâr onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibi (olacaktır).” (Hac 22/31)

Sonra da Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz sözlerine şöyle devam etti.:
“Melekler o (günahkâr)a gelirler ve:
“–RABBin kim?” derler.
“–Bilmiyorum!” der.
Semâdan bir Münâdî şöyle nidâ eder.:
“–Yanlış söyledi. Ona ateşten bir yer hazırlayın, Cehennem elbiseleri giydirin ve Cehennem’deki yerini gösterin!”
Kabri onu sıkar. Öyle ki kaburga kemikleri birbirine geçer. Cehennem’in kokusu ve sıcaklığı ona gelmeye başlar. Bunlar yapıldıktan sonra yanında Çirkin Suratlı, Perişan Kıyafetli ve Kötü Kokulu Bir adam temessül eder.:
“–Hoşlanmadığın şeyle müjdelen! Bu, sana vaad edilen gündür.” der.
Fâcir,:
“–Sen kimsin? Yüzün, şer habercisi!” der.
O da şöyle cevap verir.:
“‒Ben senin Kötü Amelinim!”
Bunun üzerine Fâcir:
”Yâ Rabbi! Kıyâmeti hiç getirme!.” der.”

(Hâkim, Müstedrek, I, 93-95/107. Krş. Ahmed, IV, 287, 295; Heysemî, III, 50-51)

Resim

“Bunun üzerine göğün kapılarını şakır şakır dökülen bir su ile açtık.”

فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاء بِمَاء مُّنْهَمِرٍ
“(Bunun üzerine) BİZ, bardaktan boşanırcasına akıp yağan sağanak SU(lar) boşalsın diye Göğün Kapılarını açtık.” (Kamer 54/11)

RÛHların neş’esi; kendilerine gökten inen hayr-ü bereket ile göğe yükselen sâlih amellerin yükselişidir..

“Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine (nefislerine) zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür.”

سَاء مَثَلاً الْقَوْمُ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَأَنفُسَهُمْ كَانُواْ يَظْلِمُونَ
“Âyetlerimizi yalanlayanların ve (sapkınlık ve azgınlıklarıyla) yalnızca kendi nefislerine zulmedip (hüsrana uğrayanların) örneği (ve akıbeti) ne kötü (ve ürkütücü bir haldir). (A’râf 7/177)

“Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş (tedricen) helâke götüreceğiz. (yuvarlayacağız).”

وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُم مِّنْ حَيْثُ لاَ يَعْلَمُونَ
“(Ancak her türlü imkân ve iktidara kavuşturulduğu halde) Âyetlerimizi yalanlayanları (Kur’ÂNi Hükümleri gereksiz ve geçersiz sayanları, yetki ve fırsatları olduğu halde Dini Emirleri uygulamaya çalışmayanları ve İslam’ın icraatını değil, sadece edebiyatını ve istismarını yapanları) ise, onları bilmeyecekleri (ve fark edemeyecekleri) bir yönden derece derece (yükseltip, riyâkârlık ve istismarcılıkla yüreklendirip, sonunda çok acı ve alçaltıcı akıbetlerine) yaklaştıracağız.” (A’râf 7/182)

“(Evet bunların durumu) Firavun Âilesi ve onlardan öncekilerin durumuna benzer. Onlar RABB’lerinin âyetlerini yalanlamışlardı; bizde onları günâhlarından ötürü helâl etmiştik ve Firavun âilesini boğmuştuk. Hepside zâlimler idiler.”

كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَذَّبُواْ بآيَاتِ رَبِّهِمْ فَأَهْلَكْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَونَ وَكُلٌّ كَانُواْ ظَالِمِينَ
“(İnkârcıların düşünceleri ve hareketleri) Firavun Âilesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibidir. Onlar da, RABBlerinin âyetlerini yalanlamışlardı; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik ve Firavun Ordusunu SUda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi.” (Enfal 8/54)

“Öyleyse, kim ALLAH’a karşı yalan uydurandan veyâ O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlimdir! Bilemezsiniz ki mücrimler (suçlular) iflâh olmaz (onmaz) lar.”

فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ
“(Kur’ÂN’ın pek çok hükmünü ve İslami yükümlülüğünü kabul etmeyerek) Şirk koşanların (ama hâlâ Müslümanlık taslayan Münâfıkların), kendi inkârlarına bizzat kendileri şâhidler iken, ALLAH’ın mescitlerini onarmaları (veya dini hizmet kurumları açmaları) olacak iş değildir. (Mutlaka Şeytanî bir hesapları vardır.) İşte bunlar, yaptıkları boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar ateşte süresiz kalacak olanlardır.” (Yûnus 10/17)

“De ki: ALLAH’a karşı yalan uyduranlar elbette felâh bulmazlar. Dünyâdaki nâsibleri az bir zevk (geçici bir geçimlik saparlar) sonra dönüşleri Bizedir. Sonra da Biz onlara, inkâr ettiklerinden dolayı azâbı taddıracağız.”

قُلْ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ
“De ki.: "ALLAH hakkında (böyle) yalan uydurup iftira edenler, (asla) kurtuluşa erişemezler. (Hiç düşünmüyor musunuz?)" (Yûnus 10/69)

مَتَاعٌ فِي الدُّنْيَا ثُمَّ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ نُذِيقُهُمُ الْعَذَابَ الشَّدِيدَ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ
“(Böylesi sapkınlar için) Dünyada (iken belki) geçici bir metâ-yararlanma (vardır). Ardından dönüşleri Bizedir; sonra da inkâra sapışları dolayısıyla onlara şiddetli azâbı tattıracağız (diye sizleri uyarıyoruz).” (Yûnus 10/70)

“Ve sakın ALLAH’ın âyetlerini inkâr edenlerden olma ki hüsrâna düşenlerden olmayasın!”

وَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِ اللّهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Ve sakın ALLAH’ın Âyetlerini yalanlayanlardan (hükümlerini gereksiz ve geçersiz sayanlardan) da olma; yoksa hüsrana uğrayanlardan olup kalırsın.” (Yûnus 10/95)

“Biz yalanı ALLAH’a iftira edenden daha zâlim kim OLaBiLir? Bunlar, RABB’lerinin huzuruna çıkarılacaklar, şâhidlerde “işte bunlar RABB’lerine karşı yalan söyleyenlerdir!” diyeceklerdir. Haberiniz olsun, ALLAH’ın lâneti zâlimleredir.”

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أُوْلَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الأَشْهَادُ هَؤُلاء الَّذِينَ كَذَبُواْ عَلَى رَبِّهِمْ أَلاَ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ
“(Yahudiler ve Hristiyan Siyonistler gibi Müslümanlar içinde de rastlanan bazı kesimler.: “Bizler ALLAH tarafından seçilmiş ve günahları peşinen affedilmiş kimseleriz. Bu amaçlar için her şey bize mübah ve câizdir” düşüncesinde olanlar sapıtmış kimselerdir. Ve bazı işbirlikçiler gibi; şahsi makam ve menfaat için bunları destekleyip, bu hıyanetlerine de çeşitli mazeret kılıfları geçirerek) ALLAH’a karşı yalan uydurup iftira atandan daha zâlim kim olabilir? İşte bunlar (hesap günü huzura getirilip) RABBlerine arz edilerek (meleklerden ve mü’minlerden) şâhidler şöyle diyeceklerdir.: “RABBleri üzerine yalan söyleyenler (dinlerini ve ALLAH’ın Âyetlerini eğip bükenler) işte bunlardır!” Haberiniz olsun; ALLAH’ın Lâneti (böylesi hain ve gafil) zâlimlerin üzerinedir. (Ve bu zâlimler ALLAH’ın Kahrına uğramışlardır.)” (Hûd 11/18)

“Her kim ondan (Kur’ÂN’dan) yüz çevirirse, şüphesiz o, Kıyâmet Gününde bir günâh yüklenecektir.Sonsuza dek onun altında kalacaklardır. Onlar için Kıyâmet Günü o ne kötü bir yüktür.”

ذَلِكَ مِنْ أَنبَاء الْقُرَى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ مِنْهَا قَآئِمٌ وَحَصِيدٌ
“(Ey Resûlüm!) Bunlar, Sana (doğru bilgi ve ibretlik kıssa olarak) aktardıklarımız; (geçmişteki nesillerin ve) ülkelerin haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmış, (hâlâ tarihi eser kalıntıları devam etmektedir, kimi de) biçilmiş ekin (gibi yerle bir edilmiş, izleri silinmiş)dir.” (Tâ-Hâ 20/100)

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَكِن ظَلَمُواْ أَنفُسَهُمْ فَمَا أَغْنَتْ عَنْهُمْ آلِهَتُهُمُ الَّتِي يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ مِن شَيْءٍ لِّمَّا جَاء أَمْرُ رَبِّكَ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْبِيبٍ
“BİZ onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece RABBinin (Cezâ ve İntikam) Emri geldiği zaman, ALLAH’ı bırakıp da taptıkları ilâhları, onlara hiçbir şey sağlayamadı, (putları ve tağutları) “helâk ve kayıplarını” artırmaktan başka bir işe yaramadı (ve asla yarayacak değildir).” (Tâ-Hâ 20/101)

“ALLAH’ın âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenler-işte onlar-Benim rahmetimden ümidlerini kesmiş olanlardır ve onlar için acıklı bir azâb vardır.”

وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ أُوْلَئِكَ يَئِسُوا مِن رَّحْمَتِي وَأُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“ALLAH’ın Âyetlerini ve O’na kavuşmayı (hesaba ve huzura çıkmayı) inkâr edenler, işte onlar BENİM RAHMEtimden ümitlerini kesenlerdir ve onlar için acıklı bir azâb vardır.” (Ankebût 29/23)

“(Rasûlüm!) İşte böylece sana (öncekileri tasdik eden) bu Kur’ÂNı indirdik. Onun için, kendilerine kitâb verdiklerimiz ona imân ediyorlar. Şunlardan da imân eden nice kimseler vardırlerimizi ancak kâfirler bile bile inkâr eder.”

وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ فَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمِنْ هَؤُلَاء مَن يُؤْمِنُ بِهِ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الْكَافِرُونَ
“(Ey Resûlüm!) İşte BİZ Sana böyle (hakikatli ve hikmetli) bir Kitap (Kur’ÂN) indirdik. Bundan dolayı kendilerine (daha önce) kitap verdiklerimiz(den iz’ân ve insaf ehli de) Ona inanmaktadır. Şunlardan (putatapıcılardan) da Ona iman edecek olanlar vardır. (Çünkü) Kâfirlerden başkası BİZim Âyetlerimize (karşı çıkıp uyulmasını ve uygulanmasını engellemek kastıyla) bile bile inkâr ve i’tiraz etmeye (çalışmazlardı).” (Ankebût 29/47)

“Hayır, o (Kur’ÂN) kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde parıldayan (yer eden) apaçık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi, ancak zâlimler bile bile inkâr eder.”

بَلْ هُوَ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ فِي صُدُورِ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الظَّالِمُونَ
“Aslında O (Kur’ÂN), kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde (tasdik ve tâbi) olunan apaçık âyetlerdir. Zâlimlerden (ve hainlerden) başkası, âyetlerimizi bile bile inkâr ve itiraz edip (Bizimle) mücadeleye (kalkışmazlardı).” (Ankebût 29/49)

“ALLAH’a karşı yalan uyduran yahut kendisine hak gelmişken onu yalan sayandan daha zâlimi kimdir? Cehennemde kâfirlere yer mi yok?”

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءهُ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْكَافِرِينَ
“ALLAH hakkında yalan uydurup iftira edenlerden (âyet ve hadisleri keyfine göre eğip bükenlerden) veya kendisine Hakk geldiği zaman onu YALAN sayıp (Kur’ÂNi Hükümlerden yüz çevirenden) daha zâlim kim (vardır? Yoksa) Kâfirler için cehennemde, oraya varıp-atılıp kalacakları yer mi yok? (Elbette yakında kâfirler belasını bulacaklardır.)” (Ankebût 29/68)

“Âyetlerimizi boşa çıkarmak (hükümsüz bırakmak) için yarişârak çalışanlara gelince onlar, Hakk’ın huzuruna azâb içinde celbedileceklerdir.”

وَالَّذِينَ يَسْعَوْنَ فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُوْلَئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ
“Âyetlerimizi (ve bazı hükümlerimizi) etkisiz bırakmak (artık gereksiz deyip geçersiz kılmak) için çaba harcayanlar var ya; işte onlar da azâbın içine (atılmaya) hazır hale getirilmişlerdir.” (Sebe’ 34/38)

“Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. ALLAH’ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar hüsrâna uğrayanlardır.”

قُلْ أَفَغَيْرَ اللَّهِ تَأْمُرُونِّي أَعْبُدُ أَيُّهَا الْجَاهِلُونَ
“De ki: “Ey câhiller! Bana ALLAH’tan başkasına tapınıp (yalvarmamı veşeytani güç odaklarına yanaşıp yaranmamı) mı öneriyorsunuz? (Siz gâfil ve kâfir insanlarsınız.)” (Zümer 39/64)

“İnkâr edenler müstesnâ, hiç kimse ALLAH’ın âyetleri hakkında tartışmaz. Onların memleketler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın!"

مَا يُجَادِلُ فِي آيَاتِ اللَّهِ إِلَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَلَا يَغْرُرْكَ تَقَلُّبُهُمْ فِي الْبِلَادِ
“ALLAH’ın âyetleri (ve Kur’ÂN’ın Hükümleri) konusunda, inkâr edenlerden (Münâfık ve Kâfirlerden) başkası (i’tiraz ve isyan içinde) mücâdele etmez (gerçekleri çarpıtmaya girişmezler). Öyleyse (bu gibi fâsık ve münâfıkların ve Hakk’tan cayıp Bâtıla kayanların) ülkelerde ve beldelerde (bir müddet varlık ve şımarıklık içinde) dönüp dolaşmaları Seni aldatıp imrendirmesin (kafanı karıştırmasın).” (Mü’min 40/4)

“Ve size âyetlerini gösteriyor, şimdi ALLAH’ın âyetlerinden hangisini inkâr edersiniz?”

وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَأَيَّ آيَاتِ اللَّهِ تُنكِرُونَ
“(Böylece) O size Kendi (Rahmet, Nimet ve Kudret) Âyetlerini gösterip (dikkatinizi çekiyor. Şimdi) artık ALLAH’ın Âyetlerinden hangisini (ve nasıl) inkâra (ve nankörlüğe) kalkışırsınız?” (Mü’min 40/81)

“Âyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp egrilige (ilhada) sapanlar Bize gizli kalmaz. O hâlde, ateşin içine atılan mı daha hayırlıdır yoksa Kıyâmet Gününde güven içinde gelecek olan mı? Düşününde istediğinizi yapın, çünkü O her ne yaparsanız görür.Onlar, Kur’ÂN kendilerine geldiğinde onu inkâr edenlerdir. Hâlbuki o, benzeri bulunmak (eşsiz) bir kitabdır."

إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي آيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا أَفَمَن يُلْقَى فِي النَّارِ خَيْرٌ أَم مَّن يَأْتِي آمِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Âyetlerimiz konusunda (yalanlama ve yamultma amacıyla) doğruluktan sapanlar (ve çarpıtma yorum yapanlar) Bize gizli değildir. O halde Kıyamet Gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelip (huzurumuza çıkan) mı daha iyidir (ve hayırlı kimsedir)? Artık dilediğinizi yapın. O, yaptıklarınızı görmektedir.” (Fussilet 41/40)

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَاءهُمْ وَإِنَّهُ لَكِتَابٌ عَزِيزٌ
“Şüphesiz kendilerine ZİKİR (Kur’ÂNi hüküm ve haberler) gelince onu inkâr edenler (ateşin ehlidir); oysa O, Azîz (şerefi yüksek, üstün) bir Kitaptır. (İnsanlığın huzur ve kurtuluş reçetesidir.)” (Fussilet 41/41)

“De ki: “Söyleyin bakalım! Eğer o Kur’ÂN ALLAH tarafından (gelmiş olup) da sonra siz onu inkâr etmişseniz o zaman uzak bir ayrılığa düşenden daha sapık (şaşkın) kim vardır?”

قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن كَانَ مِنْ عِندِ اللَّهِ ثُمَّ كَفَرْتُم بِهِ مَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ فِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ
“(Ey Resûlüm!) De ki: "Gördünüz mü haber verin; eğer O (Kur’ÂN) ALLAH Katından ise, sonra siz Onu inkâr etmişseniz (bu durumda) uzak bir ayrılık (ve İslam’a aykırılık) içinde olandan daha sapkın ve şaşkın kimdir?" (Fussilet 41/52)

“Bu (Kur’ÂN) bir irşâddır. RABB’lerinin âyetlerini inkâr edenlere ise en kötüsünden acı bir azâb vardır.”

هَذَا هُدًى وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ لَهُمْ عَذَابٌ مَّن رِّجْزٍ أَلِيمٌ
“(Elbette) İşte bu (Kur’ÂN) bir Hidâyet (kaynağıdır)! RABBlerinin Âyetlerini inkâr edenler ise, onlar kesinlikle (en) iğrenç olanından acı bir azâba (müstahaktırlar ve sonunda uğrayacaklardır.)” (Câsiye 45/11)

“Şüphesiz bu korunmuş bir kitâbda bulunan değerli bir Kur’ÂN’dır. Ona ancak temizlenen dokunabilir. O, âlemlerin RABB’inden indirilmiştir. Şimde siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz? Ve rızkınızı tekzibiniz mi kılacaksınız!”

إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ
فِي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ
لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
أَفَبِهَذَا الْحَدِيثِ أَنتُم مُّدْهِنُونَ
وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ
“Elbette ve kesinlikle bu (Kitap; gerçekleri ve görevlerinizi bildiren, değerli ve dengeli) bir Kur’ÂN-ı Kerim’dir.
Saklanmış-korunmuş bir Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da da aynen yazılı ve kayıtlı bir hakikattir).
Ki Ona (Kur’ÂN’a) temizlenip arınmış olanlardan başkası temas kuramaz. (Gusülsüz ve abdestsiz dokunamaz.)
[Bu âyetle; maddî ve manevî kirlerden, şehvanî ve şeytanî fikirlerden kurtulamayanların, Onun hakikatine ulaşamayacağı ve Kur’ÂN’ın Mesajını kavrayamayacağı da ikaz edilmektedir.]
(Bu Sana) Âlemlerin RABBinden indirilmedir.
Şimdi siz bu (Hakk) sözü (Kur’ÂN’ın Hükmünü) mü, hor görüp-küçümsüyorsunuz?
Ve (manevî) rızkınızı (Kur’ÂN’dan yararlanma Ni’metini ve Fırsatını bırakıp, bütün Nâsibinizi sadece Onu anlamadan okumak ve hükümlerini) yalan saymaktan ibâret mi kılıyorsunuz?”
(Vâkı’a 56/77-82)

“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu ciltlerce kitab taşıyan merkebin durumu gibidir.ALLAH’ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! ALLAH zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.”

مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
“Kendilerine Tevrat yükletilip de (ilim sâhibi olduktan) sonra, onu (Kitabullahın Emirlerini, Hikmet ve Hükümleriyle gereği gibi) yüklenip yerine getirmemiş (ve İlahî Buyruklara göre amel etmemiş) olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. (Böyle ağır kitap yükü altında yaşamak, külfet ve zahmet dışında merkebe ne fayda verir?) ALLAH’ın Âyetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. ALLAH, zâlim bir kavmi hidâyete erdirmeyecektir.” (Cum’a 62/5)

“Doğrusu o (Kur’ÂN) takvâ sâhibleri için bir öğüttür. İçinizde (onu) yalan sayanlar bulunduğunu şüphesiz bilmekteyiz. Ve kesinlikle o, kâfirler için bir hasret (iç yarası, vahlanma) vesilesidir.”

وَإِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِّلْمُتَّقِينَ
وَإِنَّا لَنَعْلَمُ أَنَّ مِنكُم مُّكَذِّبِينَ
وَإِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْكَافِرِينَ
“ Çünkü O (Kur’ÂN, ALLAH’tan sakınan) müttakîler için bir Öğüt ve ZİKİRdir.
Elbette BİZ, içinizde (Müslüman göründüğü halde Kur’ÂNî Hüküm ve Haberleri) yalanlayanların bulunduğunu da bilmekteyiz.
Gerçekten O (Kur’ÂN, kendisine iman ve itaat olunmadığı takdirde), kâfirler için (dünyada devlet ve izzetten, âhirette CeNNet ve saadetten mahrum kalmaları nedeniyle) bir hasretlik (vesilesi)dir.”
(Hakka 69/48-50)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

6.1.4.1. KUR’ÂN-ı KERÎM’i =>KADR-ü-KIYMETince.:
BİLmek=>BULmak=>OLmakve FİİLen YAŞA!.mak..


O =>KUR’ÂN-ı KERÎM ki.:

Resim 1. KUR’ÂN-ı KERÎM =>İLAHî RAHMETtiR.:

KUR’ÂN-ı KERÎM =>Küllî ŞEYyi YARATAN ve Yarattığı Bir ŞEYye benzemekten Münezzeh OLan ALLLAHu zü’L-CeLÂL’in KULLaRına DÜNYâ-DÎN-ÂHiRet HAYyatında SIRAt-ı Mustakîm/Dosdoğru YOL Kılavuzudur..

وَإِذَا لَمْ تَأْتِهِم بِآيَةٍ قَالُواْ لَوْلاَ اجْتَبَيْتَهَا قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يِوحَى إِلَيَّ مِن رَّبِّي هَذَا بَصَآئِرُ مِن رَّبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
“(Ey Resûlüm!) Onlara (istedikleri) bir âyet getirmediğin zaman: "Sen onu (inmeyen âyeti) kendin derleyip-toparlasana (yani uydursana!)" derler. De ki.: "Ben, sadece Bana RABBimden vahyolunana uyarım. Bu, RABBinizden olan basîretlerdir; iman edecek bir topluluk için bir Hidâyet ve bir RAHMETtir." (A’raf 7/203)

وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
“BİZ Sana Kitabı indirdik ki; hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara beyân edip (açıklayasın, zirâ bu Kitap) inanan bir topluluk için Hidâyet ve RAHMETtir. (Demek ki Hz. Peygamber Efendimiz aynı zamanda Kur’ÂN âyetlerini açıklayıp yorumlamak ve örnek olarak uygulamakla görevlidir.)” (Nahl 16/64)

فَأَيْنَ تَذْهَبُونَ
إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ
لِمَن شَاء مِنكُمْ أَن يَسْتَقِيمَ
“Şu halde (ey insanlar), siz nereye kaçıp-gidiyorsunuz? (Allah’tan kurtulmak imkânsızdır.)
Kur’ÂN bütün âlemler için bir zikir, öğüt ve hatırlatmadır.
Ve içinizden dosdoğru bir istikamet tutturmak (dürüst olmak ve dengeli davranmak) isteyenler için (bir hüküm ve hikmet kaynağıdır. Ve Kur’ÂN’dan sadece dürüst olanlarınız yararlanır.)”
(Tekvîr 81/26-28)

هَذَا بَصَائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّقَوْمِ يُوقِنُونَ
“Bu (Kur’ÂN), insanlar için basîret (nûruyla ALLAH’a yönelten âyet)lerdir, (her konuda esas alınacak belgeler ve ölçülerdir;) kesin bilgiyle (tam kanaat ve yakînle) inanan bir kavim için de bir Hidâyet ve bir RAHMETtir.” (Câsiye 45/20)

Resim 2. KUR’ÂN-ı KERÎM =>EN ÇOK ÖNEMLİ HABERdiR.:

قُلْ هُوَ نَبَأٌ عَظِيمٌ
أَنتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ
“De ki.: "Bu (Kur’ÂN, her konuda ve HAKkın Hâkimiyeti hususunda ne) büyük (ve gerçekçi) bir haberdir! (ki onu bekleyin bakalım.)”
(Ama maalesef) Sizler ise, (hâlâ) ondan yüz çevirip durmaktasınız.”
(Sâd 38/67-68)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Muhakkak ki ileride kapkaranlık geceler misâli fitneler olacak!” buyurunca,
“Onlardan kurtuluşun yolu nedir, yâ Resûlullah?” denildi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’ın Kitabıyla! Onda sizden öncekilerin olayları, sizden sonrakilerin haberleri ve sizin de hükmünüz vardır. O, hak ile batılın arasını ayıran kesin bir çizgidir; şaka değildir. Her kim kibirlenerek onu terk ederse ALLAH onu perişan eder. Her kim ondan başka hidâyet ararsa ALLAH da onu saptırır. O ALLAH'ın kopmaz, sağlam ipidir. O, apaçık bir nurdur. O hikmetli bir hatırlatmadır. O dosdoğru yoldur. Arzu ve istekler, ona tutunursa sapmaz. Görüşler onun sayesinde karma karışık olmaz. Âlimler ona doymazlar. Onun çokça tekrar edilmesi bıkkınlık vermez. İnsanı hayrette bırakan yönleri tükenmez. Her kim onun ilmiyle ilim sahibi olursa ileri gider." buyurmuştur.
(Ebu Muhammed ed-Darimî, Sünenu’d-Darimî, Dâru’l-Kitabi’l-Arabî, Beyrut, 1.b. 1417, Fedailü'l-KUR’ÂN, 1.)

اعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
“İyi biliniz (ve ibretle seyrediniz) ki; gerçekten ALLAH, ölümünden sonra (her kışın ardından, baharda) yeryüzüne (yeniden) hayat verir. Şüphesiz Biz, umulur ki aklınızı kullanırsınız diye size âyetleri (böyle) açıklayıveririz.” (Hadîd 57/17)

Resim 3. KUR’ÂN-ı KERÎM =>KESİN VE ŞÜPHESİZ GERÇEKtiR.:

ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ
“Bu (Kur’ÂN), kendisinde asla şüphe (çarpıklık, karışıklık ve yanlışlık) bulunmayan, (âhirete inanan, ona hazırlık yapan, her türlü küfür ve kötülükten sakınıp ALLAH’ın Rızasını arayan) müttakîler için yol gösterici olan bir Kitaptır (ki, mü’minlere Hayat ve Huzur Rehberidir ve ALLAH’la kulları arasında bir sözleşmedir).” (Bakara 2/2)

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
“Onlar; (o müttakiler ki kesinlikle ve içtenlikle) gaybe (yani görmedikleri, ama varlıklarından asla şüphe de etmedikleri gerçeklere) iman edenlerdir, namazı dosdoğru (şuurlu ve huzurlu şekilde kılıp) ikâme edenlerdir, ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir. (Helâl ve meşru kazançlarından, ALLAH Rızası için, gerekli yerlere ve ihtiyaç giderici ölçüde verenlerdir.)” (ABakara 2/3)

Not.: Ğayb; olmayan ve aslı bulunmayan şey değildir, çünkü olmayana iman, akla muhaliftir. Oysa Ğayb; zahiren görünmeyen, ama mevcudiyeti ve etkileri; eserleriyle, tecelli ve tezahürleriyle kesin bilinen ve inkârı akla ve vicdana ters düşen hakikatlerdir.. ve Akıl gibi Can gibi olduğu halde gözükmeyen..

الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ
“(En doğru) Gerçek (Hakk); RABBinden (gelen Kur’ÂN-ı Kerim)dir. Şu halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma. (Şüphe ve vesvese imanı tahrip edicidir.)” (Bakara 2/147)

أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِندِ غَيْرِ اللّهِ لَوَجَدُواْ فِيهِ اخْتِلاَفًا كَثِيرًا
“Onlar hâlâ Kur’ÂN’ı (okuyup anlamaya çalışarak üzerinde) iyice (gereğince ve yeterince) düşünmüyorlar mı? Eğer O, ALLAH’tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde(ki haber ve hükümler arasında) birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) buluvereceklerdi.” (Nisâ 4/82)

إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ يِهْدِي لِلَّتِي هِيَ أَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا كَبِيرًا
“Şüphesiz bu Kur’ÂN, en doğru yola iletir ve sâlih amellerde bulunan mü’minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjdeleyip (kendilerini umutlandırır).” (İsrâ 17/9)

أَفَغَيْرَ اللّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنَزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاً وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِّن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ
“Şimdi O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmişken ve kendilerine Kitap verdiklerimiz(in sadıkları da), bunun gerçekten RABBinden Hakk olarak indirilmiş olduğunu bilmekteyken, (ben kalkıp) “ALLAH’tan başka bir Hakem (ve Kur’ÂN’dan-Resûlüllah’tan başka mihenk) mi arayayım?” Şu halde, sakın kuşkuya (ve umutsuzluğa) kapılanlardan olmayasın!” (En’âm 6/114)

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجَا
“(Her türlü) Hamd (ve övgü); kulu (Hz. MuhaMMed Aleyhisselam) üzerine Kitabı indirip (insanlara açıklatan) ve Onda hiçbir çarpıklık (yanlışlık ve haksızlık) bırakmayan ALLAH’adır.” (Kehf 18/1)

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَاءهُمْ وَإِنَّهُ لَكِتَابٌ عَزِيزٌ
لَا يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِهِ تَنزِيلٌ مِّنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ
“Şüphesiz kendilerine zikir (Kur’ÂNî Hüküm ve Haberler) gelince onu inkâr edenler (ateşin ehlidir); oysa O, Azîz (şerefi yüksek, üstün) bir Kitaptır. (İnsanlığın huzur ve kurtuluş reçetesidir.)
Bâtıl, Ona önünden de, ardından da gelemez. (Çünkü Kur’ÂN) Hüküm ve Hikmet sahibi, çok övülen (Allah)tan indirilmedir (ve O’nun hıfzu himayesindedir. Bu nedenle Kur’ÂN; kıyamete kadar mutlak doğruların ve kesin yanlışların şaşmaz mihengidir).”
(Fussilet 41/41-42)

إِنَّ هَذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ
“Muhakkak bu, kesinliğinden şüphe edilmeyen bir gerçektir. (Hakke’l-yakîn bir hakikattır, mutlak adaletin yerini bulacağı âhiret kaçınılmazdır.)” (Vâkı'a 56/95)

Bir başka âyette ise KUR’ÂN-ı KERÎM’in “Hüccet-i Baliğa” olduğu ifâde edilmektedir. Yâni bu KUR’ÂN-ı KERÎM, ALLAH Katından gelen en üstün ve en mükemmel delildir..

قُلْ فَلِلّهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ فَلَوْ شَاء لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ
“(Ey Nebîm, onlara) De ki.: “Son derece açık, kesin ve güvenilir delil, (tabiattaki harika yaratılış eserleri ve Kur’ÂN-ı Kerim âyetleri) ALLAH’ındır. Eğer O dileseydi (sizde de samimi bir istek ve gayret görseydi), elbette hepinizi toptan hidâyete erdirirdi.” (Böylece Muhkem Âyetleri, Sahih Hadisleri Ve İcma-i Ümmeti size rehber ettirirdi.)” (En’âm 6/149)

حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ
“(Ki her biri) Doruğunda-olgunlaşmış hikmet (kurallarıdır). Fakat (bu) uyarmalar (zâlimlere ve hainlere) bir yarar sağlamamıştır.” (Kamer 54/5)

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
“Biz âyetlerimizi hem âfakta (dış dünyada, tabiatta ve kâinatta), hem kendi nefislerinde (benlik ve bilinçlerinde, beyin ve iradelerinde, bedeni özellik ve güzelliklerinde) onlara göstermekteyiz, (göstereceğiz); öyle ki, şüphesiz O’nun (ALLAH’ın, Kur’ÂN’ın ve Resûlüllah’ın) Hakk olduğu kendilerine açıkça belli olsun... (Hem) Her şeyin üzerinde RABBinin şâhid olması yetmez mi?” (Fussilet 41/53)

فَوَرَبِّ السَّمَاء وَالْأَرْضِ إِنَّهُ لَحَقٌّ مِّثْلَ مَا أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ
“İşte göğün ve yerin RABBine andolsun ki, şüphesiz o (va’ad edilen; dünyada hâkimiyet, sonra kıyamet ve âhiret haberi) sizin kendi aranızda konuşup (yaşadıklarınız) kadar elbette kesin bir gerçektir.” (Zâriyât 51/23)

وَإِنَّهُ لَحَقُّ الْيَقِينِ
“Ve şüphesiz O (Kur’ÂN), kesin bir gerçektir (Hakke’l-yakîn’dir).” (Hakka 69/51)

Resim 4. KUR’ÂN-ı KERÎM =>ŞEREFLİ BiR KİTABdıR.:

وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِّنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ
“(Ey Resûlüm ve Ümmeti!) Andolsun, Sana (huzur ve şuurla) tekrarlanan yediyi (namazların her rekâtında tekraren okunan ve Kur’ÂN’ın özeti sayılan Fatiha-i Şerifi) ve Yüce Kur’ÂN-ı Azîm’i verdik.” (Hicr 15/87)

لَقَدْ أَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
“Andolsun, size (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin (ihtiyaç duyduğunuz temel bilgilerin) içinde bulunduğu bir Kitap (Kur’ÂN) indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız? (Bu ne gaflettir!)” (Enbiyâ 21/10)

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ بَلْ أَتَيْنَاهُم بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُّعْرِضُونَ
“Şâyet Hakk, onların hevâ (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı; mutlaka, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey fesada uğrayıp) bütün dengeler bozuluverecekti. Hayır, BİZ onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini (kurtuluş çarelerini) getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çevirmektedirler.” (Mü’minûn 23/71)

ق وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ
“KAF!. “ŞEREFLi ve ÜSTÜN” Kur’ÂN’a andolsun ki;” (Kâf 50/1)

إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ
“Elbette ve kesinlikle bu (Kitap; gerçekleri ve görevlerinizi bildiren, değerli ve dengeli) bir Kur’ÂN-ı Kerim’dir.” (Vâkı’a 56/77)

بَلْ هُوَ قُرْآنٌ مَّجِيدٌ
“Evet, doğrusu bu (Kitap); “ŞEREFLi-ÜSTÜN”olan bir Kur’ÂN’dır;” (Bürûc 85/21)


Resim 5. KUR’ÂN-ı KERÎM =>KİTABLARIN EN MÜKEMMELİdiR.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Allah'ın sözlerinin diğer sözlere üstünlüğü, Allah'ın, yarattıklarına üstünlüğü gibidir” buyurmuştur.
(Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Sevre Tirmizî, Sünenü't-Tirmizî, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 1968, Fedailü'l-Kur’ÂN, 25.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH Katında, O’nun sözünden daha yüce hiçbir söz yoktur. Kullar da Allah'ın sözünden daha sevimli hiçbir sözle O’na karşılık vermemişlerdir." buyurmuştur.
(Darimî, Fedailü'l-Kur’ÂN, 5.)

اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُّتَشَابِهًا مَّثَانِيَ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَنْ يَشَاء وَمَن يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
“ALLAH müteşabih (benzeşmeli ve birbirini izah edici), ikişerli (zıt kutupları ve kavramları belirtip öğretici) bir Kitap olarak sözün en güzelini (Kur’ÂN-ı Kerim’i) indirdi. RABBlerine karşı içleri titreyerek-korkanların Ondan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri ALLAH’ın Zikrine (ve Kur’ÂN’ı anlama gayretine karşı) yumuşar-yatışır (içlerine teslimiyet ve samimiyet yerleşir). İşte bu ALLAH’ın yol göstermesidir ki, Onunla dilediğini hidâyete erdirir. ALLAH, (Kur’ÂN’dan yüz çevirdiğinden) kimi de saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici bulmak mümkün değildir.” (Zümer 39/23)

Cabir b. Abdillah radiyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir hutbesinde.: “Sözlerin en doğrusu =>ALLAH'ın KİTABı; Yaşantı ve Tavrın en güzeli ise =>MuhaMMed'in Yaşantı ve Tavrıdır…” buyurdu.” buyurmuştur.
(Ebu Abdirrahman Ahmed b. Şuayb, en-Nesaî, Sünenü'n-Nesaî, El -Mektebetu't-Ticariye, Mısır 1930, İdeyn, 22 31 Hicr 15/9.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Resim 6. KUR’ÂN-ı KERÎM =>GERÇEĞİ HATIRLATANDIR.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kur’ÂN zikirdir. Binaenaleyh onu tezekkür ediniz” buyurmuştur.
(İbn Ebi Şeybe, Muhammed, Tah. Kemal Yûsuf el-Hut; el-Musannef Fil Ehadisi ve’l-Asar, Mektebetü’r-Rüşd, 1.baskı, 1409, 6/152, No: 30275.)

Kur'ÂN-ı Kerîm, kendisine “ez-Zikr” buyurmaktadır.:

وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْ لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَى مَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
“Ve (o muhsinler) “çirkin bir hayâsızlık” işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, (hemen) ALLAH’ı hatırlayıp günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. (Ve zaten) ALLAH’tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar, yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.” (Al-i İmrân 3/135)

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
“Hiç şüphesiz, Zikri (Kur’ÂN-ı Kerim’i) BİZ indirdik, BİZ; ve elbette (kıyamete kadar) Onu (bu kutsal metni değiştirilmekten ve dejenere edilmekten koruyup aynen) muhafaza edicileri de BİZiz.” (Hicr 15/9)

[Not.: Londra’da bir müzede bulunan ve Miladi 650 yıllarına -yani Peygamber Efendimizden hemen sonrasına ve Sahabenin hayatta olduğu sıralara- ait olduğu saptanan el yazması bir Mushaf’la, şu anda elimizdeki Kur’ÂN nüshalarının arasında hiçbir çelişki ve değişiklik bulunmadığı gerçeğinin tespit edilmesi, Kur’ÂN’ın orijinal metninin ALLAH’ın özel muhafazası ile günümüze kadar nasıl geldiğinin ve kıyamete kadar nasıl devam edeceğinin ispatı yerindedir ve bu açık bir mucizedir. Ancak orijinal lafzının aynen muhafaza edileceği bildirilen Kur’ÂN âyetlerinin, mânâ ve mesajlarının din simsarı Bel’amlar tarafından çarpıtılıp dejenere edilmemesine bir garanti verilmemiştir.]

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
“(Hidâyeti ve istikameti bulan) Şunlardır ki, onlar (tam ve sağlam) imân etmişlerdir ve kalbleri ALLAH’ın zikriyle itminana (huzur ve sükûnete) erişmiştir. Şunu kesinlikle biliniz ki kalpler ancak ALLAH’ı zikretmekle (O’nu devamlı hatırlayıverip, emir ve yasak çizgisinde hareket etmekle ve sürekli Kur’ÂN-ı Kerim’i ve mealini okuyup düşünmekle) mutmain olup (huzur iklimine ve Hakke’l-yakin -kesin imân- derecesine yetişir.)” (Ra’d 13/28)

وَهَذَا ذِكْرٌ مُّبَارَكٌ أَنزَلْنَاهُ أَفَأَنتُمْ لَهُ مُنكِرُونَ
“Bu (Kur’ÂN) da Bizim O’na (Hz. MuhaMMed Aleyhisselama) indirdiğimiz mübârek bir Zikir’dir. (Devamlı hatırlanması ve uyulması gereken İlahî Prensiplerdir.) Şu halde onu inkâr edecek (artık gereksiz ve geçersiz gösterecek) siz misiniz?” (Enbiyâ 21/50)

وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ فَيَقُولُ أَأَنتُمْ أَضْلَلْتُمْ عِبَادِي هَؤُلَاء أَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّبِيلَ
قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنبَغِي لَنَا أَن نَّتَّخِذَ مِن دُونِكَ مِنْ أَوْلِيَاء وَلَكِن مَّتَّعْتَهُمْ وَآبَاءهُمْ حَتَّى نَسُوا الذِّكْرَ وَكَانُوا قَوْمًا بُورًا
“(Senin RABBinin;) Onları (inkârcıları ve münâfıkları) ve ALLAH’tan başka taptıklarını (putlaştırıp tağutlaştırdıkları şahısları) bir araya getirip toplayacağı ve: "Şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan saptılar?" diye (soracağı) gün (yakında gelecektir.)
(Göreceksin ki, dünyada iken kutsallaştırılan ve tağutlaştırılan bazı salih ve halis kimseler ise: “Ey RABBimiz!) SEN Yücesin; (hâşâ) SENİN dışında başka veliler edinmemiz bize yaraşmaz ve yakışmazdı, ancak onları (bu sapıtan insanları) ve atalarını SEN bolca ni’met verip yararlandırdın, (onlar da şımarıp şaşırdılar) öyle ki (Senin) Zikri(ni Kur’ÂN-ı Kerim’i ve Zâtına ibâdeti) unuttular ve böylece (Hakk’tan ayrılan ve) yıkıma uğrayan bir kavim oldular” diyeceklerdir.”
(Furkân 25/17-18)

ص وَالْقُرْآنِ ذِي الذِّكْرِ
“SÂD. Zikir (ibret ve hikmet) dolu (şerefli) Kur’ÂN’a andolsun ki;” (Sâd 38/1)

إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ
“O (Kur’ÂN bütün insanlık ve) âlemler için ancak (kıyamete kadar geçerli ve gerekli olan İlahî) bir ZİKİR (öğüt ve hatırlatmadır, ölçü ve temel yasa)dır.” (Sâd 38/87)

فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذِي أُوحِيَ إِلَيْكَ إِنَّكَ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
وَإِنَّهُ لَذِكْرٌ لَّكَ وَلِقَوْمِكَ وَسَوْفَ تُسْأَلُونَ
“Şu halde, Sana vahyedilene sımsıkı-tutun (Kur’ÂN’a ciddiyet ve samimiyetle sarılıp ALLAH’a sığın); çünkü Sen dosdoğru bir yol üzerinde bulunmaktasın.
Ve şüphesiz O (Kur’ÂN), Senin ve kavmin için gerçekten bir ZİKİRdir. (Hüküm ve hikmet kaynağıdır.) Siz ileride (onu anlama ve uygulama çabanızdan) sorulacaksınız.”
(Zuhruf 43/43-44)

Resim 7. KUR’ÂN-ı KERÎM =>GÖNÜLLERİN ŞİFÂSIDIR.:

Kur’ÂN, her zaman ve herkes için düşündürücü Aklî Âyetler ve İtikadî Delilleri ihtiva etmektedir
Kur’ÂN’daki ŞİFÂ kelimesinin geçtiği âyetlere dikkat edilirse, onun Hidâyet ve Rahmetle eş anlamda kullanıldığını görürüz.:

وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاء وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ وَلاَ يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إَلاَّ خَسَارًا
“De ki: "(Artık) Hakk geldi, bâtıl zail oldu. Hiç şüphesiz bâtıl sürekli yok olucudur. (Çünkü Hakk gelince bâtıl batacak, Güneş doğunca karanlık kaybolacaktır.)"
Biz Kur’ÂN’dan mü'minler için ŞİFÂ ve RAHMET (vesilesi) olan şeyleri (gerekli hüküm ve haberleri) indiriyoruz. Oysa O (Kur’ÂN; sadece istismar için okuyan ama hükmünü uygulamayan) zâlimlerin ise ancak zararını (hüsran ve hırçınlığını) artırır. “
(İsrâ 17/81-82)

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
“(Hidâyeti ve İstikameti bulan) Şunlardır ki, onlar (tam ve sağlam) imân etmişlerdir ve kalbleri ALLAH’ın zikriyle itminana (huzur ve sükûnete) erişmiştir. Şunu kesinlikle biliniz ki kalbler ancak ALLAH’ı ZİKRetmekle (O’nu devamlı hatırlayıverip, emir ve yasak çizgisinde hareket etmekle ve sürekli Kur’ÂN-ı Kerim’i ve mealini okuyup düşünmekle) mutmâin olup (huzur iklimine ve Hakke’l-Yakîn -kesin imân- derecesine yetişir.)” (Ra'd 13/28)

Resim 8. KUR’ÂN-ı KERÎM =>HAK İLE BATILIN ÖLÇÜSÜDÜR.:

Kur’ÂN’ın önemli isim ve sıfatlarından biri de FURKÂN’dır. FURKÂN terimi, Kur’ÂN'da, çoğunlukla vahyedilmiş metinlerden her hangi birini ve özellikle de Kur’ÂN'ı tanımlamak için kullanılmaktadır.44

ثُمَّ عَفَوْنَا عَنكُمِ مِّن بَعْدِ ذَلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Bundan (o kötülük ve nankörlük tavırlarınızdan) sonra, (belki artık) şükredersiniz diye sizi (yine) bağışlamıştık.” (Bakara 2/52)

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللّهُ وَلاَ تَكُن لِّلْخَآئِنِينَ خَصِيمًا
“(Ey Resûlüm!) Biz Sana Kitabı (Kur’ÂN’ı) Hakk olarak indirdik ki, insanlar arasında ALLAH’ın Sana gösterdiği şekilde (adaletle) hüküm veresin (İslâmi ve insani hukuk kurallarına göre hükümet edesin). Sakın (İslâmi amaç ve çabalara balta vuran ve Hakk davadan ayrılan) hâinlerin koruyucusu ve savunucusu olma!..” (Ve onların tarafını tutma! diye Hz. Peygamber Efendimizin şahsında bütün mü’minler uyarılmıştır.)” (Nisâ 4/105)

أَفَغَيْرَ اللّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنَزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاً وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِّن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ
“Şimdi O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmişken ve kendilerine Kitap verdiklerimiz(in sadıkları da), bunun gerçekten RABBinden Hakk olarak indirilmiş olduğunu bilmekteyken, (ben kalkıp) “ALLAH’tan başka bir Hakem (ve Kur’ÂN’dan-Resûlüllah’tan başka mihenk) mi arayayım?” Şu halde, sakın kuşkuya (ve umutsuzluğa) kapılanlardan olmayasın!” (En’âm 6/114)

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى وَهَارُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَاء وَذِكْرًا لِّلْمُتَّقِينَ
“Andolsun, Biz Mûsâ’ya ve Harûn’a, takvâ sahipleri için bir aydınlık ve bir öğüt (zikir) olarak, (Hakk ile Bâtıl’ı birbirinden ayıran) Furkan’ı verdik.” (Enbiyâ 21/48)

تَبَارَكَ الَّذِي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلَى عَبْدِهِ لِيَكُونَ لِلْعَالَمِينَ نَذِيرًا
“Andolsun, Biz Musa’ya ve Harun’a, takvâ sahipleri için bir aydınlık ve bir öğüt (zikir) olarak, (Hakk ile Bâtıl’ı birbirinden ayıran) Furkân’ı verdik.” (Furkân 25/1)

ALLAH, Kur’ÂN’ı hüküm kaynağı olarak kabul etmeyenleri.:

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ
“Onlar hâlâ cahiliye hükümlerini (Kur’ÂN’ın tabii ve temel hukuk kurallarına, evrensel insan haklarına ve en güzel İslâm ahlâkına aykırı düzenleri ve dönemleri) mi arıyorlar? Kesin bilgiye (yakine) dayanan sağlam inanca sahip bir topluluk için, hüküm ve hikmeti (kural ve prensipleri) ALLAH’tan daha güzel (ve mükemmel) olan kimdir?” (Mâide 5/50)

Resim 9. KUR’ÂN-ı KERÎM =>KORUNMUŞ KİTABDIR.:

ALLAH, hem kendi katında belirlediği Levh-i Mahfuz denilen her şeyin yazıldığı varlık sahifesinde korumuştur.:

فِي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ
"Saklanmış-korunmuş bir Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da da aynen yazılı ve kayıtlı bir hakikattir)..” (Vâkı’a 56/78)

فِي لَوْحٍ مَّحْفُوظٍ
“(Ki Onun aslı) Levh-i Mahfuz’dadır. (Elimizdeki Kutsal Kitabımız da ALLAH’ın özel muhafazası altındadır.)” (Bürûc 85/22)

Kur'ÂN-ı Kerîm, hiç bozulmadan ve hiçbir değişikliğe maruz kalmadan, Levh-i Mahfuz’daki asli şekliyle MuhaMMed aleyhisselâm’ın KALBİne indirilmiştir.:

لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
“Ki Ona (Kur’ÂN’a) temizlenip arınmış olanlardan başkası temas kuramaz. (Gusülsüz ve abdestsiz dokunamaz.
(Bu Sana) Âlemlerin RABBinden indirilmedir.”
(Vâkı’a 56/79-80)

[Bu âyetle; maddî ve manevî kirlerden, şehvani ve Şeytanî Fikirlerden kurtulamayanların, Onun hakikatine ulaşamayacağı ve Kur’ÂN’ın mesajını kavrayamayacağı da ikaz edilmektedir.]

Bu koruma da bir kaç şekilde gerçekleşmiştir.:
a-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, kendisine indirilen vahiyleri, vahiy katiplerine yazdırıyordu. O hangi âyetin nereye yazılacağını da belirliyordu.
b-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ve vahiy katipleri ezberliyordu. Sahabe arasında Kur’ÂN’ın tamamını ezberleyenler olduğu gibi birkaç sûreyi veya daha fazlasını ezberleyenler de mevcuttu.
c-) Vahiy katiplerinin dışındaki sahabeler ve sonradan gelen Müslümanlar da hem yazıyla ve hem de ezber yoluyla Kur’ÂN’ı muhafaza ediyorlardı. Bunlara lafzî koruma denir.
d-) Müslümanların Kur’ÂN Hükümlerine uyup, gereğince amel ederek korumaları da manevî koruma olarak değerlendirilebilir..

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
“Hiç şüphesiz, ZİKRi (Kur’ÂN-ı Kerim’i) BİZ indirdik, BİZ; ve elbette (kıyamete kadar) Onu (bu kudsal metni değiştirilmekten ve dejenere edilmekten koruyup aynen) muhafaza edicileri de BİZiz.” (Hicr 15/9)

[Not.: Londra’da bir müzede bulunan ve Miladi 650 yıllarına -yani Peygamber Efendimizden hemen sonrasına ve Sahabenin hayatta olduğu sıralara- ait olduğu saptanan el yazması bir Mushaf’la, şu anda elimizdeki Kur’ÂN nüshalarının arasında hiçbir çelişki ve değişiklik bulunmadığı gerçeğinin tespit edilmesi, Kur’ÂN’ın orijinal metninin ALLAH’ın özel muhafazası ile günümüze kadar nasıl geldiğinin ve kıyamete kadar nasıl devam edeceğinin ispatı yerindedir ve bu açık bir mucizedir. Ancak orijinal lafzının aynen muhafaza edileceği bildirilen Kur’ÂN Âyetlerinin, mana ve mesajlarının din simsarı Bel’amlar tarafından çarpıtılıp dejenere edilmemesine bir garanti verilmemiştir.]

وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
“RABBinin sözü (Kur’ÂN’ın Hükmü), doğruluk (ve uygunluk) bakımından da, adalet (hakkaniyet ve hürriyet) bakımından da tamamlanıp (kemâle erdirilmiştir. Eşsiz ve eksiksizdir.) Onun sözlerini (hiç kimse ve hiçbir gerekçe ile, yersiz ve gereksiz bulup) değiştiremeyecektir. O (her şeyi) İşiten ve Bilen (ALLAH’tır ve Kur’ÂN O’nun Kelâmıdır).” (En’âm 6/115)

وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ قِيلاً
“İmân edip sâlih amellerde bulunanlara (gelince), BİZ onları altından ırmaklar (ve havuzlu şelaleler) akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu, ALLAH’ın gerçek olan va’adidir. ALLAH’tan daha doğru sözlü kim vardır?” (Nisâ 4/122)

Kur’ÂN-ı Kerim’in ayetleri nazil olduğunda Müşriklerin ve Ehl-i Kitab’ın bazıları Kur’ÂN’ın değiştirilmesini istemiş, ancak onların bu istekleri ALLAH tarafından reddedilmiştir. Hatta Peygamber aleyhisselâm bile bu yetkiye yani değiştirme veya bazı ayetleri iptal etme hakkına sahip değildir..

وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَذَا أَوْ بَدِّلْهُ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِن تِلْقَاء نَفْسِي إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
قُل لَّوْ شَاء اللّهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلاَ أَدْرَاكُم بِهِ فَقَدْ لَبِثْتُ فِيكُمْ عُمُرًا مِّن قَبْلِهِ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ
“Onlara (münâfıklara ve inkârcılara); apaçık belgeler olan âyetlerimiz okunduğu zaman, (günahları ve din tahribatları nedeniyle) Bizimle karşılaşmayı (ve huzurumuza çıkmayı ummayan ve) arzulamayanlar: “(Bu hükümler ve haberler bize ağır geliyor) Bundan başka bir Kur’ÂN getir, veya (nefsimizin hoşuna gidecek şekilde) Onu değiştir” derler. (Ey Resûlüm!) Onlara de ki.: “Onu (Kur’ÂN’ın apaçık Hüküm ve Haberlerini) kendi nefsi tahmin ve tedbirimle değiştirmem asla olacak şey değildir. Ben sadece Bana vahyedilene tâbiyim. Eğer RABBime isyan ederek (Kur’ÂNî Haber ve Hükümleri değiştirir ve yanlış mânâ verirsem) gerçekten büyük bir günün azâbından çekinirim.”
De ki: “Eğer ALLAH dileseydi, Onu size okuyup (öğretemezdim ve O da) Onu (Kur’ÂN’ı) size bildirmez ve idrak ettirmezdi. Ben bundan önce de sizin içinizde (40 yıl) bir ömür sürdüm, (aklımdan ve ahlâkımdan nasıl şüphe edersiniz?) Siz yine de aklınızı kullanıp (imâna gelmeyecek) misiniz?”
(Acaba) ALLAH’a karşı yalan atıp iftira uydurandan ve O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Şüphesiz O, suçlu-günahkârları asla kurtuluşa erdirmeyecektir.”
(Yûnus 10/15-17)

Unutulmamalıdır ki Kur’ÂN, bütün âyetleriyle Kıyamet’e kadar değişmez bir niteliğe sahiptir. İctihad, Kur’ÂN’ın tefekkür, tedebbür ve akletmeye yönelik konularında olur ki zâten bu konuda da o, bizi teşvik etmektedir. Biz ALLAH’ın buyurduğunu yani Kur’ÂN’ın değiştirilemez oluşunu hiçbir tereddüt göstermeden kabul etmek zorundayız..

وَلَن يَتَمَنَّوْهُ أَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمينَ
“Oysa onlar, önceden ellerinin takdim ettiklerinden (işledikleri küfür ve kötülüklerinden) dolayı, onu (ölümü) hiçbir zaman ve kesinlikle dilemeyeceklerdir. (Zaten) ALLAH, zâlimleri elbette (ve her türlü niyet ve hıyanetleriyle) Bilendir.” (Bakara 2/95)

الَر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ
“Elif-Lam-Ra. (Bu Kur’ÂN ki) Âyetleri muhkem kılınmış, (bozulmaya karşı garantiye alınmış ve hükmedilmek üzere yollanmış,) sonra da Hüküm ve Hikmet Sâhibi olan ve her şeyden haberdâr bulunan (ALLAH) tarafından birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış bir Kitab-ı Kerim’dir. (Müttakiler için Hidâyet ve Hikmet Rehberidir.)” (Hûd 11/1)

وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
“Âyetlerimizin (inkârı ve hükümlerimizin yürürlükten kaldırılması) konusunda (Bizi ve mü’minleri) acze düşürecekleri(ni sanarak) yoğun çabalar harcayanlar ise, (cehennemdeki) alevli ateşin halkıdırlar.” (Hac 22/51)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Resim 10. KUR’ÂN-ı KERÎM =>AÇIK VE AÇIKLAYICI KİTABDIR.:

Kur'ÂN-ı Kerîm, insanoğluna gerekli olan esasları oldukça tafsilatlı bir şekilde, her yönüyle açıklayan “MÜBÎN” bir kitaptır:

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ
“Elif-Lâm-Ra. İşte bunlar Sana, (her türlü gerçeği anlatan) apaçık Kitabın âyetleridir.” (Yûsuf 12/1)

هَذَا بَيَانٌ لِّلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِّلْمُتَّقِينَ
“Bu (Kur’ÂN), insanlar için bir beyân (apaçık duyuru ve hüküm), müttakiler için de bir Hidâyet ve Öğüt (rehberidir).” (Âl-i İmrân 3/138)

تَنزِيلٌ مِّنَ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
بَشِيرًا وَنَذِيرًا فَأَعْرَضَ أَكْثَرُهُمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
“(Bu Kur’ÂN) Rahmân ve Rahîm’den (Hz. Peygamber üzerinden bütün kullarına Hidâyet ve Saadet Rehberi olarak) indirilmiştir.
(Gerçeği düşünüp gören ve) Bilen bir kavim için, âyetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) “fasıllar (bölümler ve belgeler) halinde açıklanmış” Arapça Kur’ÂN (ve her konuda başvurulup okunan) Kitap (olarak gelmiştir ve);
(Bu Kur’ÂN, imân ve itaat ehline) Bir müjde verici ve (inkâr ve isyan edenlere ise) bir uyarıcı olarak (gönderilmiştir). Ama (insanların) çoğu (Hakk’tan) yüz çevirmektedir. Artık onlar (İlahi daveti) dinlemez (ve gerçeği kabullenmez kimselerdir).”
(Fussilet 41/2-4)

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إِلاَّ كُفُورًا
“Yemin olsun ki Biz bu Kur’ÂN’da insanlar için (gerekli olan) her çeşit misâli (ve mânâyı) beyan edip tekrarladık. Fakat insanların çoğu bu gerçekleri (anlamak ve araştırmaktan yüz çevirip ayak direterek ve dikkatle bir Meal-i Kerim okumaya bile tenezzül etmeyerek, nankörlük ve) küfürde ısrarcı davranmışlar (ve cehâlette kalmışlar)dır.” (İsrâ 17/89)

وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَأَنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يُرِيدُ
“İşte Biz Onu (Kur’ÂN’ı) böyle apaçık âyetler olarak indirdik; şüphesiz ALLAH, dilediğini (Kur’ÂN’ı ve Resûlüllah’ı dinleyeni, küfür ve kötülükten döneni) hidâyete yöneltip eriştirir.” (Hac 22/16)

وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُّبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنذِرِينَ
فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ
“Apaçık (ve her gerçeği açıklayıcı) Kitaba andolsun; (ki)
Hakikaten BİZ Onu (Kur’ÂN’ı) mübarek bir gecede indirdik. (Bu mübarek gece BERAAT veya KADİR Geceleridir; hatta Kur’ÂN’ı anlama ve ahkâmını uygulama gayreti taşıyanların ibadet ve hizmetle geçen tüm nurlu ve huzurlu geceleri o kıymettedir.) Gerçekten Biz (Kitap ve Peygamber vasıtasıyla kullarımızı) uyarıp (inzar edenleriz).
Ki onda (o gecede) her hikmetli iş (konularına ve ayrıntılarına kadar) ayrılarak (sınıflandırılır ve görevli meleklere taksim edilip) belirlenir.”
(Duhân 44/2-3)

Resim 11. KUR’ÂN-ı KERÎM =>KOLAYLAŞTIRILMIŞ KİTABDIR.:

Aslında Kur'ÂN-ı Kerîm’de sıkça vurgulanan Mubîn, Beyân, Tebyin, Tafsil, Teysir yani Açık, Açıklayıcı, Anlaşılır, İyice İzah Edilmiş ve Kolaylaştırılmış gibi kelimeler, âdeta mucizevî bir ihbar niteliğindedir.:

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
“Andolsun, BİZKur’ÂN’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Ama düşünüp öğüt alan var mı?” (Kamer 54/17)

إِنَّ شَرَّ الدَّوَابَّ عِندَ اللّهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ
“(Zirâ) ALLAH Katında yerde debelenip dolaşan canlıların en şerlisi (ve en değersizi) aklını kullanmayan (gerçeklere kulak tıkayan ve Hakkı konuşmayan) sağır ve dilsizler (gibi davranan kimseler)dir.” (Enfâl 8/22)

Bir gün Hz. Ömer radiyallahu anhu, Bakara Sûresi 266. âyetinin ne hakkında indiğini yanında bulunanlara sorar. Onlar.: “ALLAH en iyi bilir” cevabını verince Hz. Ömer, kızar ve şöyle der.: “Ya biliyoruz deyin, ya da bilmiyoruz”. Bunun üzerine İbn Abbas.: “Ey Ömer, o âyet hakkında ben bazı şeyler biliyorum” deyince ona da.: "Yeğenim! Bildiklerini söyle, çekinme!”, diye söyler.
(Muhammed b. İsmail el-Buharî, Sahihu'l-Buharî, el-Mektebetü'l-İslâmiyye, İst.,tsz, Tefsiru'l-Kur’ÂN, 48.)

أَيَوَدُّ أَحَدُكُمْ أَن تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ لَهُ فِيهَا مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَأَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَاء فَأَصَابَهَا إِعْصَارٌ فِيهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ
“Sizden hangi biriniz arzu edip ister ki, kendisine ait altından (ortasından, etrafından) ırmaklar akan, (tatlı su kaynakları olan) hurmalardan ve üzümlerden (gönül okşayan) bir bahçesi olsun, içinde (hepsi) kendisinin olan bütün ürünler de bulunsun; fakat kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, (üstelik) zayıf ve küçük çocukları da olsun, (böyle bir durumda iken) ona (bahçesine) ateşli bir kasırga isâbet etsin de hepsi kuruyup yanıversin? (Yani ömür sermâyesini, ALLAH’ın verdiği ni’met ve servetini; âhireti kazandıracak imân ve iyilikler yerine, küfür, kötülük ve cimrilikle hebâ edenler de sonunda çok pişman ve perişan oluvereceklerdir.) İşte ALLAH size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.” (Bakara 2/266)

Bazı âyet veya konular hakkında anlamsız ve uzun tartışmalara girenler içinse Kur’ÂN açık ve net bir duyuruda bulunuyor.:

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا
“Andolsun, Biz bu Kur’ÂN’da insanlar için (ders alınmak üzere) her örnekten çeşitli (mis3aller anlatıp) açıklamalarda bulunduk. (Ama) İnsanoğlu çoğunlukla (haklı haksız) her konuda (ve boşuna) tartışmaya pek meraklıdır (gerçeği ve görevini bırakıp alâkasız işlerin peşine düşmektedir).” (Kehf 18/54)

وَكَذَلِكَ نُصَرِّفُ الآيَاتِ وَلِيَقُولُواْ دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
“İşte BİZ, âyetleri çeşitli biçimlerde böyle açıklıyoruz. Öyle ki (inkârcılar ve münâfıklar) Sana.: "Sen (bu sözleri birilerinden) ders almışsın (Sen Peygamber değilsin, başkalarının etkisinde kalmışsın!)” desinler ve BİZ de (akledip) bilen bir topluluğa Onu (Kur’ÂN’ı) açıkça belirtmiş (hikmet ve hakikatini beyan etmiş) olalım.” (En’âm 6/105)

مَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَى
إِلَّا تَذْكِرَةً لِّمَن يَخْشَى
“Biz Bu Kur’ÂN’ı Sana meşakkat (güçlük) çekesin (ağır külfet ve zahmetlere düşesin) diye indirmedik;
Ancak “içi titreyerek korku duyanlara”, öğütle-hatırlatma (olmak üzere ve hayatlarını disiplin ve düzene soksunlar diye gönderdik).”
(Tâ-Hâ 20/2-3)

Kur'ÂN-ı Kerîm, insanın ALLAH’a bağlı olmasının hoşnutluk ve birliktelik bilincini sağlar.:

وَلَقَدْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَآئِيلَ وَبَعَثْنَا مِنهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا وَقَالَ اللّهُ إِنِّي مَعَكُمْ لَئِنْ أَقَمْتُمُ الصَّلاَةَ وَآتَيْتُمُ الزَّكَاةَ وَآمَنتُم بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَّأُكَفِّرَنَّ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ فَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ
“Andolsun, ALLAH İsrâiloğullarından kesin söz (misâk) almış (ve onları denemişti). Onlardan on iki güvenilir-gözetleyici (başkan seçip) göndermiştik. Ve ALLAH onlara şöyle demişti.: "Gerçekten BEN sizinle birlikteyim. Eğer namazı kılar, zekâtı verir, elçilerime inanır, onları savunup-desteklerseniz ve ALLAH’a güzel bir borç verirseniz (âhiret yatırımı olarak hayır hasenata yönelirseniz), şüphesiz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi altından ırmaklar (ve havuzlu şelaleler) akan cennetlere sokarım. Artık bundan sonra sizden kim inkâr ederse, o kesinlikle dümdüz bir yoldan sapmıştır." (Mâide 5/12)

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Ramazan Ayı (niye böylesine mübarek ve muhteremdir? Çünkü) insanlar için hidâyet rehberi olan (ve doğru yolu tanıtan) Kur’ÂN bu ayda indirilmiştir. (O Kur’ÂN ki) FURKÂN olan (Hakk ile Bâtıl’ı birbirinden ayıran) apaçık belgeleri (kapsayan ve gerçekleri açıklayan Kitaptır.) Öyleyse sizden kim bu aya yetişip şâhid olursa artık onu (orucunu) tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). ALLAH, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık ve ikram) Sayıyı tamamlamanız (orucunuzu tutup bayrama ulaşmanız) ve sizi doğru yola (hidâyete) ulaştırmasına karşılık ALLAH’ı en büyük tanımanız (kalbinizdeki sahte putları kırmanız ve sadece ALLAH’ın Rızasını arayıp O’na tapınmanız) içindir. Umulur ki (bu nimetlerin kıymetini fark edip) şükredersiniz (diye oruç size farz kılınmıştır).” (Bakara 2/185)

يِا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إَن تَتَّقُواْ اللّهَ يَجْعَل لَّكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
“Ey imân edenler! Eğer ALLAH’tan korkarsanız (küfür ve kötülüklerden sakınıp iyiliklere yapışırsanız, haram ve haksızlıklardan kaçınıp hayırlara çalışırsanız) O size (Hakkı bâtıldan, doğruyu yanlıştan, yararlıyı zararlidân, mü’mini münâfıktan ayıran) furkan (feraset nuru ve hidâyet şuuru) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Çünkü büyük fazilet sahibi (olan) ALLAH’tır.” (Enfâl 8/29)

فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِّنكُمْ وَأَقِيمُوا الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَن كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مَخْرَجًا
“Sonra (üç iddet bekleme) sürelerine ulaştıkları zaman, artık onları ma’ruf (bilinen güzel bir tarz) üzere ya (yanınızda) tutun, ya da ma’ruf üzere (güzel bir şekilde) onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şâhid tutarak (mahkeme kararı ve resmiyet kanalıyla boşanın). Şâhidliği de ALLAH için dosdoğru yapın. İşte bununla, ALLAH’a ve ahiret gününe imân edenlere öğüt verilip (uyarılmaktadır). Kim ALLAH’tan korkup (haksızlık ve ahlâksızlıktan) sakınırsa (ve RABBine güvenip sığınırsa, ALLAH) ona (her türlü darlık ve zorluktan kurtulacak) bir çıkış yolu açacaktır.” (Talak 65/2)

Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu âyeti, uykusu gelinceye kadar tekrar tekrar okumuştur. (Ahmed, İbn Hanbel, Kitabü’z-Zühd, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1420, I, 77.)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَآمِنُوا بِرَسُولِهِ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِن رَّحْمَتِهِ وَيَجْعَل لَّكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِهِ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ey imân edenler! ALLAH’tan korkun (küfür ve kötülükten çekinin) ve O’nun Elçisine imân (ve Peygamberin sünnetine ittiba) edin ki, size Kendi Rahmetinden (dünyada zafer ve izzet, ahirette ise cennet ve rü’yet olarak) iki pay (güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz (böylece Hakka ve hayra erişeceğiniz) bir nur (akıl, feraset ve dirayet) versin ve size mağfiret etsin. ALLAH çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir.” (Hadîd 57/28)

وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا عَلَيْهِم مِّنْ أَنفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا عَلَى هَؤُلاء وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ
“Her ümmete kendi içlerinden birisini (görevli nebi ve davetçilerini) onların üzerine bir şâhid getirdiğimiz diriltme günü, (ey Nebîm!) Seni de onlar üzerine bir şâhid olarak getireceğiz (Baş müşâhid makamına eriştireceğiz). Biz Kitabı (Kur’ÂN’ı) Sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir Hidâyet, bir Rahmet ve bir Müjde (kaynağı) olarak indirdik.” (Nahl 16/89)

[Not: Bu düşünce yapısı ile mü’minler, olayları; Câhiliye Toplumunun değer ölçülerine göre değil, Kur’ÂN’ın Hükmüne göre yorumlamak mecburiyetindedirler.]

Resim 12. KUR’ÂN-ı KERÎM =>NİHAÎ KARARDIR.:

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلاً مِّن قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ أَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةً وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَن يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ لِكُلِّ أَجَلٍ كِتَابٌ
“Kesinlikle, Senden önce de elçiler gönderdik, onlara da eşler ve çocuklar verdik. (Zâten) ALLAH’ın İzni olmaksızın (hiç)bir elçiye herhangi bir ayeti (mucizeyi) getirmesi olacak iş değildir. Her ecel (her varlığın hayat serüveni ve belirlenmiş süresi) için bir kitap (yazılmış ve karar kılınmış bir kader kaydı) vardır.” (Ra’d 13/38)

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالْدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلاَّ مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَن تَسْتَقْسِمُواْ بِالأَزْلاَمِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن دِينِكُمْ فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِ الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا فَمَنِ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِّإِثْمٍ فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ölü hayvan leşi, kan, domuz eti, ALLAH’tan başkası adına kesilen (kurban), boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş (de ölmüş bulunan), boynuzlanmış (birbiriyle dövüşerek can vermiş) ve yırtıcı hayvan tarafından (bir kısmı) yenmiş (olan; -henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç-, dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır, (günaha bulaşıp yoldan sapmadır.) Bugün artık kâfirler, sizin dininizden (dininizi engellemekten ve daha üstün bir adalet ve ahlâk sistemi getirmekten) umut kesmişlerdir. Artık onlardan değil BENden korkup çekinin! (Zira) Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki ni’metimi tamamlayıverdim ve size DÎN olarak İslâm’ı seçip-beğendim. Kim “şiddetli bir açlıkta ve kaçınılmaz bir ihtiyaçla (zaruret durumuyla) karşı karşıya kalırsa” -günaha kaymamak (ve aşırıya kaçmamak) şartı ile- (bu haram saydıklarımızdan bile yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü ALLAH Bağışlayandır, Esirgeyendir.” (Mâide 5/3)

[Not.: Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin, “TEBLİĞ” yanında, “TEBYİN=Açıklama” ve “TEŞRİ=Hüküm koyma” görevi de vardır. Bu âyette yasaklanan hayvanlar dışında; kedi, köpek, yılan, çıyan, solucan gibi birçok hayvan Peygamberimiz aleyhisselâm tarafından haram kılınmıştır.]

مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
“(Şunu biliniz ki) MuhaMMed (aleyhisselâm), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; (O’nun erkek evlâdları ölmüşlerdir ve câhiliye dönemindeki evlatlık müessesesine de son verilmiştir.) Ancak O (Hz. MuhaMMed aleyhisselâm) ALLAH’ın Resûlü ve Peygamberlerin sonuncusudur. (Hâtemen-Nebiyydir. Nübüvvet ve Rehberliği kıyamete kadar süreklidir.) ALLAH (geçmiş, gelecek, gerekli ve geçerli olan) her şeyi (ayrıntılarıyla) Bilendir.” (Ahzâb 33/40)

إِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌ
وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِ
“Şüphesiz O (Kur’ÂN, Hakkı bâtıldan, helâli haramdan, mü’mini münâfıktan, dostu düşmandan fasl ile) ayırt eden (net ve kesin) bir sözdür (İlahî bir Kelâmdır).
O, (asla) bir şaka (veya müzik gibi okuma) değildir. (Kur’ÂN bir eğlence ve sadece dinlence sanılmamalı, onu anlayıp uygulamaya çalışmalıdır.)”
(Tarık 86/13-14)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimSON.:

Buraya kadar Kur’ÂN’ın isim ve sıfatlarından hareketle onun belli başlı bazı özelliklerini genel olarak ayetler ışığında ortaya koymaya gayret gösterdik. Kur’ÂN’ın bunlardan başka daha birçok
Kur'ÂN-ı Kerîm’in =>Kitap, Nûr, Rûh, Hüdâ, Mecîd, Mesânî, Ümmü’l-Kitap, Hakk, Sıdk, Tezkira, Büşrâ, Tenzil, İlim, Mübîn vb. pek çok İsim ve Sıfatları da vardır.

Bütün bu bilgilerden sonra şunu söyleyebiliriz: Her insan, yeteneklerine, bilgi birikimine, ilgi yoğunluğuna bağlı olarak Kur’ÂN'ı anlamaya çalışmalıdır. Kur’ÂN’ı anlamak, herkesin hakkı ve anlatmak da doğru bilenlerin vazifesidir. Bilmeyenler, her zaman onu anlama gayretinde olmalı, bilenler de bütün çabalarını onu doğru yorumlayıp doğru ifade etmede kullanmalı ve onun anlaşılmasını yaygınlaştırmak için gayret göstermelidir. Zira o, anlaşılmak ve anlatılmak için ALLAH’ın Rahmetinin insan akıl ve idrakine sunulmuş en büyük armağanıdır. Onu anlamak hem bir vazife hem de bir kadirşinaslık, anlatmaksa onun nuruna muhtaç gönüllere saygı ve vefanın ifadesidir. O, içindeki ilkelerin bireysel ve toplumsal yaşamda uygulanmasını isteyen bir kitaptır. Gayesine uygun olarak okunan, anlaşılan ve uygulanan Kur’ÂN, yağan yağmurun ölü toprağı dirilttiği gibi, duyarlılıklarını yitirmiş fert ve toplumları her çağda diriltmenin, yeniden kendine getirmenin tek vesilesidir. Yeter ki insanlık ve Müslümanlar, Kur’ÂN mesajının diriltici ruhu ile yüz yüze gelmeyi istesin.

Kur’ÂN, üzerinde iyice düşünülüp anlaşıldıktan sonra ibret alınarak ifade ettiği hükümlerin hayatta tatbik edilmesini emretmektedir. Kur’ÂN’a tam olarak uymanın ve onun gösterdiği yoldan gidebilmenin en önemli şartı, onu doğru olarak okuyup, ruhunu ve özünü kavrayarak yaşamaktır. İnsanı hüsrandan kurtaracak olan yol, Kur’ÂN'ın aydınlattığı inanç ve amel bütünlüğünü gerçekleştirmekten başkası değildir. Kur’ÂN sürekli okunmak, anlamak ve uygulamak üzere, her zaman başvuracağımız, yanımızdan ayırmayacağımız bir hayat ve saadet programıdır. Her Müslüman, mutlaka her gün az ya da çok Kur’ÂN’dan bir miktar anlayarak okumayı ve anladıklarını yaşantısına yansıtmayı alışkanlık haline getirmelidir. Arapça bilmiyorsa meal ve tefsirlerden okumaya çalışmalıdır. Çünkü Kur’ÂN'da yer alan ahlaki ilkeler, öğüt ve tavsiyeler, ancak uygulandığında bir kıymet ifade eder, sadece sayfalarda ve zihinlerde kaldığı sürece çok fazla bir anlam ifade etmeyecektir.

(KUR’ÂN-I KERİM’İN BAZI ÖZELLİKLERİ..
Prof. Dr. Musa BİLGİZ.. Erzurum Atatürk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi.)


Resim

Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH şu Kur’ÂN’la bazı kavimleri yükseltir; bazılarını da alçaltır.” buyurmuştur.
(Müslim, Müsâfirîn 269)

Resim
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her ziyâfet çeken, ziyâfetine (insanların) gelmesini ister ve bundan memnun olur. Kur’ÂN da ALLAH’ın Ziyâfetidir. Ondan uzak durmyınız.” buyurmuştur.
(Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ân, 1)

Resim
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şüphesiz insanlardan ALLAH’a yakın olanlar vardır!” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm.: “Yâ Resûlullah Onlar kimlerdir?” diye sorunca Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Onlar, Kur’ÂN Ehli, ALLAH Ehli ve ALLAH’ın Has Kullarıdır!” buyurmuştur.
(İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)

Resim
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizden birisi RABBi ile münâcât ve mükâlemeyi (O’na yalvarıp O’nunla konuşmayı) severse huzûr-i kalb ile Kur’ÂN okusun.” buyurmuştur.
(Suyûtî, I, 13/360)

Resim
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her zaman Kur’ÂN okuyan kimseye şöyle denecektir.: “Oku ve yüksel, dünyada tertîl ile okuduğun gibi burada da tertîl ile oku. Şüphesiz senin merteben, okuduğun âyetin son noktasındadır!.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Vitr 20)

Resim
İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sadece şu iki kimseye gıpta edilir.: "Biri ALLAH’ın kendisine Kur’ÂN verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri ALLAH’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.” buyurmuştur.
(Buhârî, İlm 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temennî 5, İ’tisâm 13, Tevhîd 45)

Resim
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir cemaat ALLAH’ın Evlerinden bir evde toplanır, ALLAH’ın Kitabını okur ve aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları Rahmet Kaplar ve Melekler etraflarını kuşatır. ALLAH TeALÂ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında anar.” buyurmuştur.
(Müslim, Zikr 38)

Resim
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Size, sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra sapıtmayacağınız iki mühim emânet bırakıyorum. Biri diğerinden daha büyüktür. O da ALLAH’ın Kitâbı’dır! Kur’ÂN, semâdan yeryüzüne uzatılmış sağlam bir iP gibidir. Diğer emânet de ÂİLEM, EHL-i BEYt’imdir. Kur’ÂN ve EHL-i BEYt’im Cennette Havuz’un başında benimle buluşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Benden sonra o ikisine karşı nasıl muâmelede bulunduğunuza iyi bakın, dikkat edin!” buyurmuştur.
(Tirmizî, Menâkıb, 31/3788)

Resim
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim Kur'ÂN-ı Kerîm’i okur ve onunla amel ederse, KIYÂMET GÜNÜ ebeveynine bir tâc giydirilir. Bu tâcın ışığı, güneş dünyâdaki bir eve konulduğunda onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur'ÂN-ı Kerîm ile bizzât amel edenin ışığı nasıl olur, düşünebiliyor musunuz?” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Vitr, 14/1453)

Resim
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim Kur’ÂN’ı okur, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, ALLAH bu sâyede o kimseyi Cennetine koyar. Âilesinden hepsi cehennemi hak etmiş on kişiye şefaat etme hakkı verir.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13/2905; Ahmed, I, 148)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

6.1.5. KUR’ÂN-ı KERÎM ÂYETLERİNİ SATMAK =>AĞIR GÜNÂHTIR.:

وَآمِنُواْ بِمَا أَنزَلْتُ مُصَدِّقاً لِّمَا مَعَكُمْ وَلاَ تَكُونُواْ أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَناً قَلِيلاً وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِ
وَلاَ تَلْبِسُواْ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُواْ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
“Ve âminû bi mâ enzeltu musaddikan li mâ meakum ve lâ tekûnû evvele kâfirin bih (bîhî), ve lâ teşterû bi âyâtî SEMENEN KALÎLEN ve iyyâye fettekûni. Ve lâ telbisû’l- hakka bi’l- bâtılı ve tektumû’l- hakka ve entum ta’lemûn (ta’lemûne).: Yanınızda olan (Tevrat)ı doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur’ÂN’a) iman edin; onu inkâr edenlerin ilki (ve kötülük örneği) siz olmayın ve ÂYETLERİMİ AZ BİR DEĞER KARŞILIĞINDA DEĞİŞTİRİP SATMAYIN. VE YALNIZCA BENDEN KORKUN (küfür ve kötülükten sakının)!
Hakkı bâtıl ile karıştırıp (gerçeği) örtmeyin ve (güç odaklarından korkarak veya menfaat umarak) Hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) Siz (gerçeği) biliyorsunuz. (İşinize gelmediği için üzerini örtüyorsunuz. Öyle ise bile bile Hakkı bâtıl ile karıştırıp yozlaştırmayın ve Hakkı saklayıp saptırmaya çalışmayın.)”
(Bakara 2/41-42)

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلَ اللّهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلاً أُولَئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ إِلاَّ النَّارَ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelallâhu mine’l- kitâbî ve yeşterûne bihî semenen kalîlen, ulâike mâ ye’kulûne fî butûnihim illen nâre ve lâ yukellimuhumullâhu yevme’l- kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim, ve lehum azâbun elîm (elîmun).: ALLAH’ın indirdiği Kitaptan (kendilerinin ve iktidar sahiplerinin işine gelmeyen) bir şeyi göz ardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi, dünya menfaatini) satın alanlar (böylece güç odaklarının ve iktidarların keyfine göre fetvâ uyduranlar var ya); onların (din istismarıyla kazanıp) yedikleri, karınlarındaki ateşten başkası değildir. ALLAH kıyamet günü onlarla konuşmayacak ve onları arındırıp temize çıkarmayacaktır. Ve onlar için acı bir azâb vardır.” (Bakara 2/174)

وَإِنَّ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَمَن يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْكُمْ وَمَآ أُنزِلَ إِلَيْهِمْ خَاشِعِينَ لِلّهِ لاَ يَشْتَرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ ثَمَنًا قَلِيلاً أُوْلَئِكَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ إِنَّ اللّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ
“Ve inne min ehli’l- kitâbi le men yu’minu billâhi ve mâ unzile ileykum ve mâ unzile ileyhim hâşiîne lillâhi, lâ yeşterûne bi âyâtillâhi semenen kalîlâ (kalîlen), ulâike lehum ecruhum inde rabbihim innallâhe serîu’l- hısâb (hısâbi).: Şu da bir gerçektir ki; (bazı) Kitap Ehlinden (az da olsa) ALLAH’a; size indirilene ve kendilerine indirilene -(hem de) ALLAH’a derin saygı gösterenler olarak- inananlar da vardır. Onlar, ALLAH’ın ÂYETLERİNE KARŞILIK OLARAK AZ BİR DEĞERİ SATIN ALMAZLAR. İşte bunların RABBleri katında ecirleri vardır. Şüphesiz ALLAH, hesabı çok çabuk görendir (en âdil ve kâmil Hâkim-i Mutlak’tır).” (Âl-i İmrân 3/199)

إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُواْ لِلَّذِينَ هَادُواْ وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُواْ مِن كِتَابِ اللّهِ وَكَانُواْ عَلَيْهِ شُهَدَاء فَلاَ تَخْشَوُاْ النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلاً وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
“İnnâ enzelne’t- tevrâte fîhâ huden ve nûr (nûrun), yahkumu bihe’n- nebiyyûnellezîne eslemû lillezîne hâdû ve’r- rabbâniyyûne ve’l- ahbâru bimestuhfizû min kitâbillâhi ve kânû aleyhi şuhedâe, fe lâ tahşevû’n- nâse vahşevni ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ (kalîlen) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humu’l- kâfirûn (kâfirûne).: Gerçek şu ki, içinde bir Hidâyet veNûr bulunan Tevrat’ı Biz indirdik. (ALLAH’a) Teslim olmuş Peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyyun) ve yüksek bilginler (Ahbar), ALLAH’ın kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şâhidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) Öyleyse (ey bilgili ve yetkili kimseler!) insanlardan korkmayın, BENDEN korkun ve ÂYETLERİMİ AZ BİR DEĞERE KARŞILIK SATMAYIN. Kim (hükümet ederken, hâkimlik ve hakemlik yaparken) Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse (siyasi, ekonomik, ilmi ve ahlâki konularda çözüm üretirken ve kanun hazırlarken, hiçbir mazeret ve mecburiyeti bulunmadığı halde, Kur’ÂN’ın emir ve yasaklarını temel ölçü edinmezse); işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide 5/44)

فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُواْ الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هَذَا الأدْنَى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَا وَإِن يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مُّثْلُهُ يَأْخُذُوهُ أَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِم مِّيثَاقُ الْكِتَابِ أَن لاَّ يِقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقَّ وَدَرَسُواْ مَا فِيهِ وَالدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
“Fe halefe min ba’dihim halfun verisû’l- kitâbe ye’huzûne arada hâze’l- ednâ ve yekûlûne se yugferu lenâ ve in ye’tihim aradun misluhu ye’huzûh (ye’huzûhu), e lem yu’haz aleyhim mîsâku’l- kitâbi en lâ yekûlû alâllâhi ille’l- hakka ve deresû mâ fîh (fîhî), ved dâru’l- âhıretu hayrun lillezîne yettekûn (yettekûne), e fe lâ ta’kılûn (ta’kılûne).: Onların ardından yerlerine, kitaba mirasçı (İlahi Kurallardan haberi ve payı) olan (Tevrat’ı -daha sonra Kur’ÂN’ı- okuyan ama uymayan) birtakım “(kötü) kimseler” geçti. (Bunlar imkân ve iktidar fırsatı bulunca) Şu değersiz olan (dünya)nın geçici yararını alıyor ve: (Nasıl olsa) "İleride bağışlanacağız" diyerek (her türlü zulüm ve ahlâksızlığı yapıyorlardı,) bunun benzeri bir yarar (haram ve haksız bir kazanç fırsatı) gelince onu da alıyorlardı. Halbuki kendilerinden ALLAH’a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi konuşmayacaklarına (din adına yalan uydurmayacaklarına ve halkı aldatmayacaklarına) ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı? Ve maalesef onlar (Kitabın) içinde olanı okudular (ama hükümlerine uymadılar. Oysa ALLAH’tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdirmeyecek misiniz?” (BA'râf 7/169)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّ كَثِيرًا مِّنَ الأَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللّهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû inne kesîran mine’l- ahbâri ver ruhbâni le ye'kulûne emvâlen nâsi bi’l- bâtıli ve yasuddûne an sebîlillâh (sebîlillâhi), vellezîne yeknizûne’z- zehebe ve’l- fıddate ve lâ yunfikûnehâ fî sebîlillâhi fe beşşirhum bi azâbin elîm (elîmin).: Ey iman edenler! (Uyanık bulunun) Ahbar ve Ruhbanın (Yahudi hahamları ve Hristiyan papazları gibi, dinini dünyalık kazanç kapısı yapan bilgin takımının) birçoğu; insanların malını, hakkı olmadan (din istismarı ve sahtekârlıkla) alıp yemekte (bunlar kendilerine itimat ve itibar eden kimseleri zalim sistemlere uşak haline getirmekte) ve onları ALLAH Yolundan çevirmektedirler. (Oysa) Altını ve gümüşü (parayı ve serveti) biriktirip de ALLAH Yolunda harcamayanlar(a gelince), işte onlara acı bir azabı müjdele. (Ki bunlardine hizmet perdesi altında servet ve şöhret edinmektedirler.)” (Tevbe 9/34)

Az Bir Karşılık ile (Ucuza) Satmak.:

"Yanınızda olan (Tevrat)ı doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur’ÂN’a) iman edin; onu inkâr edenlerin ilki (ve kötülük örneği) siz olmayın ve ÂYETLERİMİ AZ BİR DEĞER KARŞILIĞINDA DEĞİŞTİRİP SATMAYIN. VE YALNIZCA BENDEN KORKUN (küfür ve kötülükten sakının)!
Hakkı bâtıl ile karıştırıp (gerçeği) örtmeyin ve (güç odaklarından korkarak veya menfaat umarak) Hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) Siz (gerçeği) biliyorsunuz. (İşinize gelmediği için üzerini örtüyorsunuz. Öyle ise bile bile Hakkı bâtıl ile karıştırıp yozlaştırmayın ve Hakkı saklayıp saptırmaya çalışmayın.)”
(Bakara 2/41-42)

Âyetleri az bir paha ile (semenen kalîl karşılığında) satmayın ifâdesinin, mefhûm-ı muhâlifi düşünülürse, "çok paha ile satın" anlamı çıkar. Ancak Kur’ÂN Naslarının mefhûm-ı muhâlifinin alınamayacağı bilinmelidir. "Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın" ifâdesinin anlamı,"açıklama, izâh etme ve faydalı ilmi gizlemeyip insanlara yayma karşılığında bir şey almayın" demektir. (İbn Kesîr).
Nitekim bir hadis-i şerifte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Her kim Allah'ın rızâsı için öğrenilmesi gereken bir ilmi, sadece bir dünya metâ’ı elde etmek için öğrenirse, kıyamet gününde cennetin kokusunu duyamaz." buyurur.
(Ebû Dâvud, İlim 12; İbn Mâce, Mukaddime 23; Müsned, II/338).

ALLAHu TeALÂ’nın bunu, "semenen kalîl" diye isimlendirmesi, bu karşılıkların ya aslında az olduklarından, ya da verdikleri zarara oranla az olduklarındandır (Fahreddin Râzi).
Hasan el-Basrî'ye âyetteki "semenen kalîlen"in manasını sordular, o da.: "Her şeyiyle beraber dünyadan ibârettir" dedi.
Said bin Cübeyr.: "Dünya lezzetlerinden ibarettir" diye açıkladı.
Ebu'l-Âliye.: "Âyetlerin karşılığında ücret almayın" demektir diye izâh etti. (İbn Kesîr).

"Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın." Dünya ve içindeki altın, gümüş, dolar, mark, lira vb. kıymetli ne varsa, menkul veya gayri menkul tüm hazineler hepsi terazinin bir kefesine konsa, öbür kefesine de ALLAHu TeALÂ’nın bir tek âyeti konulsa ve satılsa yine de az para karşılığında satılmış demektir.

"...ÂYETLERİMİ AZ BİR KARŞILIK İLE SATMAYIN, yalnız BENDEN korkun. Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilip dururken hakkı gizlemeyin." (Bakara 2/41-42)

Âyetin devamının "YALNIZ BENDEN KORKUN." (Bakara 2/41) şeklindeki ifâdesi de dikkat çekicidir. ALLAHu TeALÂ’nın âyetlerini satmak istemez ve paraya, makama boyun eğmezsen, boynunu eğmek için üzerine gelirler. "Sakın onlardan değil; yalnız BEN'den sakının" deniliyor. Onların gücü, kuvveti, azâbı nedir ki!? Cehennemleri mi vardır onların bizi atacak? ALLAH dilemedikçe zarar mı verebilirler ki bizi korkutabilsinler, ALLAHu TeALÂ’nın takdir ettiği eceli mi öne alabilirler, O'nun vereceği rızkı mı kesebilirler? Şiddetli Cehennemi, sonsuz azâbı olan, herkesi hesaba çekecek, gerçek anlamda güç ve kuvvet sahibi, korkulmaya lâyık ALLAH'tan başka kim vardır ki ondan korkacaksınız? Aynen, onların dünyayı verseler bile, bunun bir tek âyetin kıymetiyle, âhiretin değeriyle karşılaştırıldığında "az bir karşılık" , "çok ucuza satmak" olduğu gibi; onlardan korkmak da fobidir, gereksiz korkudur, yanlıştır ve müslümana yakışmaz.
Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi ile ilgili bir rivâyet şöyledir.:
İbn Abbas diyor ki.: "Bu âyet-i kerime, yahudi liderlerinden Kâ'b bin Eşref, Kâ'b bin Esed, Mâlik bin Sayf, Hayy bin Ahtab ve Ebû Yâsir bin Ahtab hakkında nâzil olmuştur. Bunlar, taraftarlarından hediyeler alırlardı. Hz. MuhaMMed (aleyhisselâm) Peygamber olarak gönderilince bu menfaatlerinin kesilmesinden korktular da, ALLAH Rasûlünün ve getirdiği şeriatin mâhiyetini gizlediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu" (Fahreddin Râzi, Mefâtihu'l Gayb).

Bu gün de Kur’ÂN tilâvetine ücret almanın haram olduğunu duyan/bilen bazı ücretli okuyucular, aldıklarına ücret değil de, "hediye" adı vermektedirler!!.

Kur’ÂN OKUMA ve HATTA ÖĞRETME KARŞILIĞINDA ÜCRET ALMAYI YASAKLAYAN HADİS-i ŞERİFLER.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kur’ÂN- Kerim'i okuyun, O’nu (dünya menfaatlerine vesile kılmak suretiyle) YEMEYİN!" buyurmuştur.
(Ahmed bin Hanbel'in Abdurrahman bin Şibl'den rivâyet ettiği hadis; Heysemî, M. Zevâid, VI/168)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kur’ÂN okuyun, onunla amel edin, On(u okumak)dan asla uzaklaşmayın, onun hakkında haddi aşmayın; O’nun KARŞILIĞINDA ÜCRET ALIP YEMEYİn, onunla dünya menfaati artırmayı talep etmeyin." buyurmuştur.
(Ahmed bin Hanbel, Müsned II/428; Heysemî, VI/167); Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/95; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/46)

Übeyy bin Kâ'b.: "Bir adama Kur'ÂN-ı Kerim öğrettiydim de, bana bir yay hediye etmişti. Durumu Rasûlullah'a söylediğimde.: "Onu alırsan, ateşten bir yay almış olursun demektir!" buyurdu, ben de sahibine geri verdim.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, II/157; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47-48)

Ubâde bin Sâmit.: "Ehl-i Suffe'den bir çok kimselere Kur’ÂN öğrettim. Bu öğrencilerimden birisi bana ok atılan bir yay hediye etti. -Kendi kendime- “Bu bir mal/para değildir. Özellikle bununla ben savaşlarda ALLAH Yolunda ok atacağım” dedim. Bununla beraber, Nebî (sallallahu aleyhi vesellem)'e bu olayı arz ettim. Rasül-i Ekrem cevâben.: "ALLAH TeÂLÂ'nın Kıyamet Gününde boynuna ateşten bir halka takmasını arzu edersen kabul et!" buyurdu.
(Ebû Dâvud; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim Kur’ÂN öğretmesi karşılığında bir kavs/yay alırsa, ALLAH ona ateşten bir yay kılâde yapıp boynuna takar." buyurmuştur.
(Dârimî; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48)

(Bu hadislerin çoğunda Suffe Talebelerinin, öğretmenlerine hep kavs, ok yayı hediye ettikleri zikredilmiştir. “Bunların hediye edecek başka şeyleri yok mu idi? Bunların hepsi de ok, yay sahibi mi idi?” Evet, başka şeyleri yoktu. Bunların tümü, fâkir ve ihtiyaç sahibi kimselerdi. Ayrıca, bunların hepsi mücâhid idi. Hepsinin de mâlik olduğu dünya malı okla yaydan ibaret idi. Ekserisi Bâdiye (çöl) halkından idi. En güzel yay bunlarda bulunurdu. Birbirini görerek hocalarına yay hediye etmek istedikleri anlaşılıyor. (-S. Buhâri, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48-)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim Kur’ÂN okuyup Kur’ÂN'ı insanların malını yemeye vesile edinirse, Kıyamet gününde yüzü etten soyulmuş bir kemikten ibâret olarak Arasat meydanına gelir." buyurmuştur.
(Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/96; Beyhakî; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kur’ÂN okuyan, onunla ALLAH'tan istesin. Zira birtakım insanlar gelecek, Kur’ÂN'ı okuyacaklar ve onunla insanlardan menfaat temin edeceklerdir." buyurmuştur.
(Tirmizî, V/179, hadis no: 2917; S. Buharî, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48-49; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/96)

İmam Buhârî, Sahih-i Buhârî'nin "Fedâilu'l-Kur’ÂN" bölümünde "Kur'ÂN'ı; gösteriş, yeme ve övünme için okuyanlar" diye bir başlık açmış ve ilk olarak şu hadis-i şerifi almıştır.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Dünyanın sonunda birtakım insanlar gelecek ki, onlar basit akıllıdırlar. ALLAHu TeALÂ’nın kelâmını okurlar, ama okun yaydan çıktığı gibi İslâm'dan çıkarlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez; onları bulduğunuz yerde öldürün. Çünkü onları öldürmek, Kıyamet gününde ecir olacaktır." buyurmuştur.
(Buhâri, Tecrid-i Sarih IX/301; XI/248)

Buhârî'yi şerheden âlimlerden Kirmânî, bu hadisle ilgili şu açıklamayı yapar.: "Bu hadisin, konulan başlığın ikinci kısmıyla, yani Kur’ÂN'ı yeme vesilesi yapmakla ilişkisi şudur.: Kur’ÂN okuma, ALLAH için olmazsa, elbette ya gösteriş, ya yeme vesilesi, ya da benzeri bir şey için olacaktır." (Kirmânî, Şerhu'l-Buhârî XIX/49; Kastalânî, İrşâdü's-Sârî, VII/388)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim ALLAHu TeALÂ’nın Rızâsı için öğrenilmesi gereken bir ilmi, sadece bir dünya metâ’ı/malı elde etmek için öğrenirse, kıyamet gününde Cennetin kokusunu duyamaz." buyurmuştur.
(Ebû Dâvud, İlim 12, hadis no: 3664; İbn Mâce, Mukaddime 23; Müsned, III/338)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim ALLAH celle celâlihu Rızâsından başka bir şey için ilim öğrenirse, veya ilimle ALLAH Rızâsından başka bir şeyi murâd ederse, Cehennemdeki yerine hazırlansın." buyurmuştur.
(Tirmizî, hadis no: 2793; İbn Mâce, hadis no: 258)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "İlim adamlarıyla boy ölçüşmek veya bilgisiz kimselerle tartışmak ya da halkın yüzünü kendine döndürmek amacıyla ilim edinen kimseyi ALLAH celle celâlihu Cehenneme sokacaktır." buyurmuştur.
(İbn Mâce, hadis no: 259, 260; Tirmizî, hadis no: 2793)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Bir kimse, âhiret ameli ile dünyayı talep ederse, yüzü insan sûretinden çıkar, zikri de mahvolur. İsmi de ehl-i nâr (Cehennemlikler) siciline girer." buyurmuştur.
(Taberâni, Kebir; Ebû Nuaym; Râmûz el-Ehâdis, II/429)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kapkaranlık gece parçaları gelmeden (fitnelerin karanlığında, nur/ışık temini için) amellere sür'atle koşun ki, o devirde insan sabah mü'min olduğu halde akşama kâfir olarak ulaşır. Mü'min olarak gecelediği halde kâfir olarak sabaha çıkar. Ve o günün adamları DİNİNİ, DÜNYADAN AZ BİR ŞEYE KARŞILIK SATARLAR." buyurmuştur.
(Müslim, Tirmizi, Ahmed bin Hanbel; Râmûz el-Ehâdis, I/243)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Sizin içinizde öyle zümreler türeyecektir ki, siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, onların oruçları yanında kendi oruçlarınızı, onların amelleri/iyi işleri yanında kendi sâlih amellerinizi küçük göreceksiniz. Onlar Kur’ÂNda okuyacaklar. Fakat Kur'ÂN(ın feyzi) onların hançerelerinden (boğazlarından) öteye geçmeyecek. Onlar, okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar..." buyurmuştur.
(Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, XI/247; hadis no: 1783)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Birtakım dâîler, yani çığırtkan hatipler türeyecek, onlar bizim dilimizle (bizim aziz duygularımizâ seslenerek) konuşurlar (Halbuki gönüllerinde hayırdan eser yoktur). Bizim dinî kaidelerimizle, bizim dînî hislerimize hitab edecekler ve ümmeti Cehenneme ve felâkete dâvet edecekler!" buyurmuştur.
(Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, IX/298; XI/248)

Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbından iki kişi bir gün bir mescide geldiler. İmam namazdan selâm verince, cemaatten biri, bir miktar Kur’ÂN okudu; sonra da yardım istedi. Olaydan müteessir olan sahâbîlerden biri.: “Hepimiz ALLAH içiniz, O'na âidiz ve O'na döneceğiz. Peygamber Efendimiz'i şöyle derken işitmiştim.: "Pek yakın bir gelecekte bir grup insan türeyecek, bunlar Kur’ÂN'ı âlet edip dilenecekler. Bu işi kimin yaptığını görürseniz, sakın ona bir şey vereyim demeyiniz." buyurmuştur.
(Fudayl bin Amr'dan, et-Tıbyân fî Âdâb-ı Hameleti'l-Kur’ÂN, Muhyiddin Nevevî, s. 29)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kur'ÂN'ı Arap lâhnı ve üslûbu ile okuyun. Fâsıkların, Yahûdi ve Hıristiyanların lâhnı ve tavrı ile onu okumaktan sakının. Benden sonra bir kavim gelecek; onlar Kur’ÂN'ı şarkıcıların, râhibelerin ve yas tutan kadınların üslûbu ile okurlar. Ama, okudukları hançerelerinden (boğazlarından) öteye geçmez. Onların da, bu okuyuşlarından hoşlananların da kalbleri fitne ile dolmuştur." buyurmuştur.
(Beyhakî, Şuâbu'l-İman, I/429; Süyûtî, Câmiu's-Sağîr, I/43)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Benden sonra birtakım emîrler (idareciler) olacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik eder, yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı olursa benden değildir. Ben de onlardan değilim. O kimse benim “havz”'ımın etrafına yaklaşamayacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik etmez, zulümlerinde onlara yardım etmezse bendendir. Ben de onunla beraberim. Ve o kimse havzımın kenarında bana ulaşacaktır." buyurmuştur.
(Sünen-i Tirmizî, 121, hadis no: 2360; Tâc Terc. III/106, hadis no: 168)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Benden sonra, yakında birtakım Sultânlar peydah olur. Kapılarında fitneler develerin yatakları gibidir. Kimseye bir hayır göstermezler (ellerinden kimse hayır görmez). Bir şey verirlerse, ancak onların dinlerinden bir tâviz kopararak verirler." buyurmuştur.
(Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî, Râmûzu'l-Ehâdîs, I/302; Taberânî, Kebir; Hâkim, Müstedrek -Abdullah bin Hars'dan-)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Resim 6.1.6. KUR’ÂN’ı KERÎM’in ÂYETLERİGİZLEMEK.:

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِن بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَئِكَ يَلعَنُهُمُ اللّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti ve’l- hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumu’l- lâinûn (lâinûne).: Gerçekten, apaçık belgelerden (ibaret emirler olarak) indirdiklerimizi (Kur’ÂNi hüküm ve hakikatleri) ve insanlar için Kitapta açıkça beyan ettiğimiz hidâyeti (şeriat ve istikamet prensiplerini) GİZLEMEKTE OLANLAR (güç odaklarının vereceği zarardan korkarak veya onlardan makam ve menfaat umarak, Kur’ÂNi gerçekleri kısmen veya tamamen örtmeye çalışanlar var ya); işte onlara, hem ALLAH lânet etmektedir, hem de (bütün) lânet ediciler(in bedduası onların üzerinedir).” (Bakara 2/159)

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلَ اللّهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلاً أُولَئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ إِلاَّ النَّارَ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
أُولَئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُاْ الضَّلاَلَةَ بِالْهُدَى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِ فَمَآ أَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ
ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُواْ فِي الْكِتَابِ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti ve’l- hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike “İnnellezîne yektumûne mâ enzelallâhu mine’l- kitâbî ve yeşterûne bihî semenen kalîlen, ulâike mâ ye’kulûne fî butûnihim ille’n- nâre ve lâ yukellimuhumullâhu yevme’l- kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim, ve lehum azâbun elîm (elîmun).
Ulâikellezîneşteravud dalâlete bi’l- hudâ ve’l- azâbe bi’l- magfireh (magfireti), fe mâ asberehum alen nâr(nâri).
Zâlike bi ennellâhe nezzele’l- kitâbe bi’l- hakk (hakkı), ve innellezînahtelefû fî’l- kitâbi le fî şikâkin baîd (baîdin).:
ALLAH’ın indirdiği Kitaptan (kendilerinin ve iktidar sahiplerinin işine gelmeyen) bir şeyi GÖZ ARDI EDİP SAKLAYANLAR ve onunla değeri az (bir şeyi, dünya menfaatini) satın alanlar (böylece güç odaklarının ve iktidarların keyfine göre fetva uyduranlar var ya); onların (din istismarıyla kazanıp) yedikleri, karınlarındaki ateşten başkası değildir. ALLAH kıyamet günü onlarla konuşmayacak ve onları arındırıp temize çıkarmayacaktır. Ve onlar için acı bir azâb vardır.
Onlar, hidâyete karşılık sapkınlığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır. (Bu gafiller acaba) Ateşe karşı ne kadar da sabırlı ve dayanıklıdırlar! (Bu ne şaşkınlık ve sapkınlıktır.)
Bu (azâb), ALLAH’ın Kitabı şüphesiz Hakk olarak indirmesine (ve kullarını uyarıvermesine rağmen itiraz ve isyanları dolayısıyla uğradıkları cezadır.Nefsi dürtülerle) Kitap konusunda anlaşmazlığa (ihtilafa) düşenler ise, uzak bir ayrılık ve anlaşmazlık içinde (bocalamaktadırlar).”
(Bakara 2/174-176)

Resim 6.1.7. KUR’ÂN’ı KERÎM’e Eûzü BeSMeLe İle Başlamak.:

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti ve’l- hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike “Fe izâ kare’te’l- Kur’ÂNe festeız billâhi mineş şeytânir racîm (racîmi).: Kur’ÂN’ı okumak (onu anlamak ve hükmünü uygulamak) istediğin(iz) zaman, lânetlenmiş Şeytân(lar)ın (bâtıl zihniyetlerin ve zâlim şahsiyetlerin) şerrinden ALLAH’a sığın(ın, RABBinize güvenip dayanın; Kur’ÂN’a euzü besmele ile başlayın!)” (Nahl 16/98)

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti ve’l- hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike “Ikra’bismi RABBikellezî halak (halaka).: (Her şeyi ve sürekli yoktan) Yaratan (ve her an varlıkta tutan) RABBinin adıyla oku! (Tüm helâl ve hayırlı işlere besmele ile başlanmalıdır ki, tüm kâinat harikaları ve Kur’ÂN hakikatleri anlaşılıp anlatılsın.)” (Alâk 96/1)

Resim 6.1.8. KUR’ÂN’ı KERÎM’i OKUmak.:

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاء وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ وَلاَ يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إَلاَّ خَسَارًا
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti ve’l- hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike “Ve nunezzilu mine’l- Kur’ÂNi mâ huve şifâun ve rahmetun li’l- mu’minîne ve lâ yezîdu’z- zâlimîne illâ hasârâ (hasâran).: Kur’ÂN'dan indirdiğimiz şeyler, mü'minler için şifâdır ve rahmettir. Ve zâlimlerin sadece hüsranını (kaybettiği dereceleri) arttırır.” (İsrâ 17/82)

وَأَنْ أَتْلُوَ الْقُرْآنَ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَقُلْ إِنَّمَا أَنَا مِنَ الْمُنذِرِينَ
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti ve’l- hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike “Ve en etluve’l-Kur’ÂN (kur’âne), fe menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe kul innemâ ene mine’l- munzirîn(munzirîne).: “Ve Ben Kur’ÂN’ı (dikkatle ve sürekli) OKUMAKLA (anlamak ve uygulamakla) da (emrolundum).” Artık her kim hidâyete gelirse, kendi nefsi için hidâyete (İslami istikamete) gelmiştir; kim de sapacak olursa, de ki.: “Ben sadece uyarıcılardan biriyim.” (Neml 27/92)

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti ve’l- hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike “Utlu mâ ûhıye ileyke mine’l- kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn (tasneûne).: Sana Kitap’tan vahyedileni (âyetleri dikkatle ve sürekli bir ciddiyetle) OKU ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, fahşadan (çirkin hayâsızlıklardan) ve münkerattan (tüm uygunsuz ve kötü davranışlardan mü’mini) alıkoyup (engelleyecektir). ALLAH’ı zikretmek (her durumda ve her sorunda ALLAH’ı hatırlamak, O’nun emir ve yasaklarına göre davranmak, en güzel ve en mübarek isimleriyle devamlı O’nu çağırıp yalvarmak) ise, muhakkak en büyük (ibadet)tir. ALLAH, bütün yaptıklarınızı bilip (durmaktadır).” (Ankebût 29/45)
[Not: Matematikte çözülen problemlerin doğruluğunu anlamak için “sağlama” yapıldığı gibi, kılınan namazların makbul olup olmadığı da, nefsimizi fuhşiyattan; (şehvet azdırıcı yayınlardan ve davranışlardan) ve münkerattan; (her türlü zulüm, küfür ve kötülükten ve bunları yapıp yaygınlaştıranlardan) bizi uzaklaştırıp uzaklaştırmadığıyla anlaşılacaktır.]

إِنَّ الَّذِينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللَّهِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَّن تَبُورَ
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti ve’l- hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike “İnnellezîne yetlûne kitâballâhi ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten yercûne ticâreten len tebûr (tebûre).: Gerçekten ALLAH’ın Kitab’ını (dikkatle) OKUYANLAR (mânâ ve mealini anlayıp uygulayanlar), namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık (Hakk ve hayır yolunda ve ihtiyaç giderici oranda) infak yapanlar (var ya, işte bunlar) kesin olarak asla zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler. (Bunlar her halde kazançlı çıkacaklardır.)” (Fâtır 35/29)

أَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا
“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti ve’l- hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike “Ey zid aleyhi ve rettili’l- Kur’ÂNe tertîlâ (tertilen).: Yahut (durumuna göre) bunu biraz artır ve Kur’ÂN’ı da tertil üzere (ağır, sakin ve anlayarak) OKU(yup içine sindir ve ölçü edin!)” (Müzemmil 73/4)

** Nisâ 4/174; En’âm 6/155; A’râf 7/204; Yûnus 10/57, 58; İbrahîm 14/1; İsrâ 17/45, 46; Zümer 39/23; Haşr 59/21..


Resim RASÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem BUYrukLaRında.:

Ebu Ümame radiyallahu anhu.: “Ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i.: Kur’ÂN OKUyunuz, çünkü Kur’ÂN kıyamet gününde kendisini OKUyanlara şefaatçi olarak gelecektir” buyururken işittim demiştir.
(Müslim, Müsafirin 253)

Nevvas ibni Sem’an radiyallahu anhu.: “Ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’.i: Kur’ÂN ve hayatlarını Kur’ÂNa göre ayarlayanlar kıyamet günü mahşer yerine getirilirler. Bu sırada Bakara ve Âl-i İmrân Sûreleri kendilerini OKUyup amel eden kimseler hakkında hayırlı şehâdette bulunup savunabilmek için mücâdele ederek o kimselerin önlerine gelirler” buyururken işittim demiştir.
(Müslim, Müsafirin 253)

Osman ibni Affan radiyallahu anhu’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizin en hayırlınız Kur’ÂNı öğrenen ve öğretendir.” buyurdu.
(Buharî, Fezâilü’l- Kur’ÂN 21)

Aişe radiyallahu anha’dan rivâyet edildiğine göre.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Kur’ÂNı gereği gibi güzel OKUyan kimse ALLAH’in peygamberlerine gönderilen elçi itaatkar meleklerle beraberdir. Kur’ÂNı kekeleyerek zorlukla OKUyan kimseye de iki kat sevâb vardır.” buyurdu.
(Buharî, Tevhid 52, Müslim, Müsafirin 243)

Ebu Musa el-Eş’ari radiyallahu anhu’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Kur’ÂN OKUyan mümin turunçgiller gibidir. Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’ÂN OKUmayan mümin hurma gibidir. Kokusu yoktur, tadı güzeldir. Kur’ÂN OKUyan münâfık reyhan (fesleğen) gibidir. Kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur’ÂN OKUmayan münâfık Ebu Cehil karpuzu gibidir, kokusu yoktur ve tadı da acıdır.”
(Buharî, Et’ıme 30, Müslim, Müsafirin 243)

Ömer ibni Hattab radiyallahu anhu’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH şu Kur’ÂN’la amel edip hayatlarını onunla ayarlayan toplumları yükseltir. Onun izinden gitmeyip onu arkalarına atanları da alçaltır.” buyurdu.
(Müslim, Müsafirin 269)

İbni Ömer radiyallahu anhu’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sadece şu iki kimseye imrenilebilir, onlar gibi olmak istenebilir. Veya bu iki kimseye hased edilir ve bunlardaki bu nimetin yok olması istenir. Biri ALLAH’ın kendisine Kur’ÂN bilgisi verdiği onunla gece gündüz meşgul olup gereğiyle amel eden kimsedir. Diğeri de ALLAH’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz onun yolunda harcayan kimsedir.” buyurdu.
(Buharî, İlim 15, Müslim, Müsafirin 266)

Bera ibni Azib radiyallahu anhu şöyle demiştir.: “Bir adam Kehf Sûresini OKUyordu. Yanında atı da iki iple bağlı duruyordu. Bu adamın üzerine bir bulut geldi ve ona yaklaşmaya başladı. Atı da bundan ürktü. Sabah olunca adama, Peygamber aleyhisselâm.: “O sekînedir = Rahmet ve huzurdur. Kur’ÂN OKUduğun için inmiştir” buyurdu.
(Buharî, Fezail Kur’ÂN 11, Müslim, Müsafirin 240)

İbni Mes’ud radiyallahu anhu’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim Kur’ÂN-ı Kerimden bir harf OKUrsa onun için bir iyilik sevâbı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevâbdır. Ben size Elif, lâm, mim, bir harftir demiyorum. Bilakis elif başlı başına bir harf, lâm aynen bir harf, mim de ayrıca bir harfdir.” buyurdu.
(Tirmizî, Fezâilü’l- Kur’ÂN 16)

İbni Abbas radiyallahu anhu’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kalbinde kafasında hafızasında hiçbir âyet bulunmayan kimse harab olmuş bir ev gibidir.” buyurdu.
(Tirmizî, Fezâilü’l- Kur’ÂN 18)

Abdullah ibni Amr ibni As radiyallahu anhu’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Kur’ÂN OKU da yüksel, OKUduğun nisbette cennet basamaklarından yukarı çık. Dünyada ağır ağır OKUduğun gibi şimdi de ağır ağır OKU. Şüphesiz senin cennette yerleşeceğin yer OKUduğun âyetin son noktasıdır. Ne kadar OKUrsan o kadar yükselirsin” buyurdu.
(Ebu Davûd, Vitir 20, Tirmizî Fezâilü’l- Kur’ÂN 18)

Ebû Mûsa radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şu Kur’ÂN’ı hâfızanızda korumaya özen gösteriniz. MuhaMMed’in canını kudretiyle elinde tutan ALLAH’a yemin ederim ki Kur’ÂN’ın hâfızadan çıkıp kaçması, bağlı devenin ipinden boşanıp kaçmasından daha hızlıdır.” buyurdu.
(Buhârî, Fazâilü’l-Kur’ÂN 23)

İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: Kur’ÂN Hâfızı, bağlı devenin sâhibine benzer. Deve sahibi devesini sürekli gözetirse elinde tutar. Eğer onunla ilgilenmezse kaçıp gider.” buyurdu.
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 23)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i: “ALLAH, güzel sesli bir peygamberin, Kur’ÂN’ı tegannî ile yüksek sesle OKUmasından hoşnut olduğu kadar hiçbir şeyden hoşnut olmamıştır” buyururken işittim, demiştir.
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 19; Tevhîd 32)

Ebû Mûsa el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona.:
“Şüphesiz Dâvûd’a verilen güzel seslerden bir nağme de sana verilmiştir.” buyurdu.

(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 31)

Berâ İbni Âzib radıyallahu anhümâ.: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i yatsı namazında “Ve’t-tîni ve’z-zeytûni” Sûresini OKUrken dinledim. Ondan daha güzel sesli bir kimse işitmedim.” dedi.
(Buhârî, Ezân 102)

Ebû Lübâbe Beşîr İbni Abdülmünzir radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
Kur’ÂN’ı tegannî ile OKUmayan kimse bizden değildir.” buyurdu.

(Ebû Dâvûd, Vitr 20.)

Abdullah İbni Mesud radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ”Bana Kur’ÂN OKU” buyurdu.
–“Yâ Resûlallah! Kur’ÂN sana indirilmişken ben sana nasıl Kur’ÂN OKUrum?” dedim.
– ”Ben Kur’ÂN’ı başkasından dinlemeyi gerçekten çok severim” buyurdu. Bunun üzerine ben kendilerine Nisâ Sûresini OKUdum. “Her ümmetten gerçek bir şâhid, seni de bunlara hakkıyla şâhid getirdiğimiz zaman halleri nice olur” (âyet 41) anlamındaki âyete gelince:
– ”Şimdilik yeter” buyurdu. Kendisine dönüp baktım, iki gözünden yaşlar boşanıyordu.

(Buhârî, Tefsîru sûre(4), 9; Fezâilü’l-Kur’ÂN 33, 35)

Peygamber Efendimiz, Tebük Seferi’ne çıkarken Neccâroğulları’nın bayrağını Umâre bin Hazm’a vermişti. Daha sonra Zeyd bin Sabit’i görünce, bayrağı Umâre’den alıp ona verdi. Umâre radıyallâhu anh.:
“-Yâ Rasûlallah! Bana kızdınız mı?” diye sorunca Peygamber aleyhisselâm.:
“–Hayır! Vallâhi kızmadım! Fakat, siz de Kur’ÂN’ı tercih ediniz! Zeyd, Kur’ÂN’ı senden daha çok ezberlemiştir! Burnu kesik zenci köle bile olsa, Kur’ÂN’ı daha çok ezberlemiş olan kimse başkalarına tercih edilir!” buyurdu. Evs ve Hazrec Kabîlelerine de, bayraklarını Kur’ÂN’ı daha çok ezberlemiş olan kimselere taşıtmalarını emretti. Bunun üzerine Avfoğulları’nın bayrağını Ebû Zeyd, Benî Selime’nin bayrağını da Muâz radıyallâhu anh taşıdı."
(Vâkıdî, III, 1003)

İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre, bir keresinde Cebrâil aleyhisselâm Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturmakta iken, Resûl-i Ekrem yukarı taraftan kapı gıcırtısına benzer bir ses işitti ve başını kaldırdı. Cebrâil aleyhisselâm.:
“– Bu, şimdiye kadar hiçbir şekilde açılmayıp sadece bugün açılan bir gök kapısıdır,.” dedi. Peşinden o kapıdan bir melek indi. Bunun üzerine Cebrâil aleyhisselâm.:
– Bu, yeryüzüne inen bir melektir. Bugüne kadar hiç inmemişti." dedi. Melek selâm verdi ve Peygamberimiz’e şöyle dedi.:
“– Müjde! Sana, senden önce hiçbir Peygambere verilmeyen iki nur verildi. Biri Fâtiha Sûresi, diğeri Bakara Sûresinin son âyetleri. Bunlardan OKUyacağın her harfe karşılık sana sevâb ve ecir verilir."
(Müslim, Müsâfirîn 254)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:
“Bir cemaat ALLAH’ın Evlerinden bir evde toplanır, ALLAH’ın Kitabını OKUr ve aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler etraflarını kuşatır. ALLAH TEÂLÂ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında anar.” buyurdu.
(Müslim, Zikr 38)

Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem.: “Size, sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra sapıtmayacağınız iki mühim emânet bırakıyorum. Biri diğerinden daha büyüktür. O da ALLÂH’ın Kitâbı’dır! Kur’ÂN, semâdan yeryüzüne uzatılmış sağlam BİR İP gibidir. Diğer emânet de âilem, EHL-i BEYt’imdir. Kur’ÂN ve EHL-i BEYt’im cennette Havuz’un başında benimle buluşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Benden sonra o ikisine karşı nasıl muâmelede bulunduğunuza iyi bakın, dikkat edin!” buyurmuştur.
(Tirmizî, Menâkıb, 31/3788)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizden birisi RABBi ile münâcât ve mükâlemeyi (O’na yalvarıp O’nunla konuşmayı) severse huzûr-u kalb ile Kur’ÂN OKUsun.” buyurmuştur.
(Suyûtî, I, 13/360)

Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem.: “Kim Kur’ÂN-ı Kerîm’i OKUR ve onunla amel ederse, kıyâmet günü ebeveynine bir tâc giydirilir. Bu tâcın ışığı, güneş dünyâdaki bir eve konulduğunda onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur’ÂN-ı Kerîm ile bizzat amel edenin ışığı nasıl olur, düşünebiliyor musunuz?” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Vitr, 14/1453)

Ebû Ümâme radıyallâhu anh da şöyle anlatıyor.: “Birisi Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e geldi ve.:
“–Yâ Rasûlallâh! Falan Oğullarının hisselerini alıp sattım, şöyle şöyle kâr elde ettim.” dedi. Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem.:
“–Sana bundan daha kârlı bir şeyi haber vereyim mi?” dedi. Adam.:
“–Öyle bir şey var mı?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem.:
“–Kur’ÂN’dan on âyet öğrenen bir kimse senden daha kazançlıdır!” buyurdu. Bunun üzerine adam gitti ve hemen on âyet öğrenip geldi ve bunu Rasûlullâh’a bildirdi.
Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem.:
“Her ziyâfet çeken, ziyâfetine (insanların) gelmesini ister ve bundan memnun olur. Kur’ÂN da ALLÂH’ın ziyâfetidir. Ondan uzak durmayınız.”
(Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ÂN, 1)

Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem.:
“−Şüphesiz insanlardan ALLÂH’a yakın olanlar vardır!” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm.:
“−Ey ALLÂH’ın Rasûlü! Onlar kimlerdir?” diye sorunca Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
“−Onlar, Kur’ÂN Ehli, ALLÂH Ehli ve ALLÂH’ın Has Kullarıdır!” buyurdu.
(İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)

Uhud Harbi sonunda Ashâb-ı kirâm.:
“−Yâ Rasûlallâh! Şehidlerimiz pek çok. Bize ne yapmamızı emir buyurursunuz?” diye sordular. Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem.:
“−Derin ve geniş kabirler kazınız, her kabre ikişer, üçer koyunuz!” buyurdu. Ashâb.:
“−Önce hangilerini koyalım?” diye sorunca Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm.: “−En çok Kur’ÂN BİLeni önce koyunuz!” buyurdu.
(Nesâî, Cenâiz, 86, 87, 90, 91)

Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem.:
“Kim Kur’ÂN’ı OKUr, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, ALLÂH bu sâyede o kimseyi cennetine koyar. Âilesinden hepsi cehennemi hak etmiş on kişiye şefaat etme hakkı verir.”
(Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ÂN, 13/2905; Ahmed, I, 148)

Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem, birgün Kur’ÂN âşıklarından Übey bin Kâ’b radıyallâhu anh’a hitâben.:
“–ALLÂH TEÂLÂ.: ”lem yekünillezine keferû” sûresini sana OKUmamı emir buyurdu.” dedi. Übey bin Kâ’b radıyallâhu anh.: “–ALLÂH TEÂLÂ benim ismimi zikretti mi?” dedi. Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem.:
“–Evet!” buyurdu. Übey bin Kâ’b, bu İkrâm-ı İlâhî karşısında çok duygulandı ve içli içli ağladı.
(Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 16, Tefsîr, 98/1, 3; Müslim, Müsâfirîn, 246)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:Kur’ÂN OKUyunuz... Çünkü ALLÂH, içinde Kur’ÂN bulunan bir kalbe azâb etmez...” buyurmuştur.
(Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ÂN, 1)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetimin en şereflileri, Kur’ÂN-ı Kerîm’i ezberleyen hâfızlar ve gecelerini ihyâ edenlerdir.” buyurmuştur.
(Suyûtî, I, 36/1063)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:Kur’ÂN bir zenginliktir ki ondan sonra fakirlik olmaz (yâni ona sâhip olan en muazzam bir hazîneye sâhip olmuştur) ve ondan başka zenginlik de yoktur. (yâni o ilâhî hazîne hiçbir maddî zenginlikle kıyas edilemez).” buyurmuştur.
(Heysemî, VII, 158)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLÂH TEÂLÂ “Kur’ÂN-ı Kerîm OKUmak ve Ben’im zikrim, her kimi, Ben’den bir şey istemekten meşgul eder, geri bırakırsa, Ben ona, isteyenlere verdiğimden daha fazlasını veririm.” buyurdu.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ÂN, 25/2926)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Devânın en hayırlısı Kur’ÂN’dır.” buyurmuştur.
(İbn-i Mâce, Tıb, 28)

Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem.:
“ALLÂH, geceleyin iki rekat namaz kılan (ve Kur’ÂN OKUyan) bir kulu dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemez. ALLÂH’ın Rahmeti, namazda olduğu müddetçe kulun başı üstüne saçılır. Kullar, Kur’ÂN’la hemhâl oldukları andaki kadar hiçbir zaman ALLÂH’a yaklaşmış olamazlar.”
buyurmuştur.
(Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ÂN, 17/2911)

Ebû Zerr radıyallâhu anh.:
“−Yâ Rasûlallâh! Bana nasihatte bulun!” dediğinde Âlemlerin Efendisi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
“−Kur’ÂN OKUmaya ve ALLÂH’ı zikretmeye bak, çünkü Kur’ÂN yeryüzünde senin için bir NÛR, gökyüzünde de bir AZIKtır.” buyurmuştur.
(İbn-i Hibbân, II, 78)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:
“Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ÂN kıraati… Çünkü Hamele-i Kur’ÂN (yâni Kur’ÂN Hafızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde Peygamberler ve Asfiyâ (yâni safâya ermiş olan ALLÂH Dostları) ile birlikte ARŞ’ın gölgesindedir.”buyurmuştur.
(Münâvî, I, 226)

Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem.:
“Kim Kur’ÂN’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’ÂN onun etine ve kanına işler (Yâni Kur’ÂN’ın feyziyle nûrlanır.)”
buyurmuştur.
(Ali el-Müttakî, I, 532) buyurmuştur.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kıyamet günü kabir yarılıp Kur’ÂN’ı OKUyan kişi dışarı çıktığında, Kur’ÂN onu rengi solmuş bir adam gibi karşılar.: "Beni tanıyor musun?” diye sorar.
Mü’min.: "Tanıyamadım” der.
O şahıs.: "Ben öğle sıcağında seni susuz, gece uykusuz bırakan arkadaşın Kur’ÂN’ım. Her tüccar ticaretinin peşindedir. Sen ise bugün her ticaretin peşinde olacaksın!” der. Hemen sağ eline saltanat, sol eline ebedîyet verilir, başına Vakar Tâcı konur, anne-babasına hulleler giydirilir ki dünya ehli onlara kıymet biçemez veya bunlar dünya ve içindekilerden daha kıymetlidir.
Onlar.: ”Bu değerli elbiseler bize niçin giydirildi?” diye sorarlar. ”Çocuğunuzun Kur’ÂN’ı eline alması sebebiyle” denir.
Sonra Kur’ÂN OKUyan kişiye.: "Oku ve cennetin dereceleri ve odaları arasında yüksel!.” denir. O, ister hızlı, ister tertîl üzere olsun OKUmaya devam ettiği müddetçe yükselmeye devam eder.”
buyurmuştur.
(Ahmed, 5: 348; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ÂN, 15; Abdürrazzak, Musannef, 3: 373; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 6: 129)

Ebû Saîd Râfi‘ İbni Muallâ radıyallahu anh şöyle dedi.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana.:
– ”Mescidden çıkmazdan önce sana Kur’ÂN’daki en büyük sûreyi öğreteyim mi?” buyurdu ve elimi tuttu. Çıkmak istediğimizde ben.:
–Yâ Resûlallah! Bana Kur’ÂN’daki en büyük sûreyi sana öğreteyim mi demiştiniz?” dedim. Bunun üzerine.:
– ”Elhamdülillâhi RABBi’l-âlemîn’dir. O seb’ul-mesânîdir; bana verilen Kur’ÂN-ı Azîmdir” buyurmuştur.
(Buhârî, Tefsîr 1; Fezâilü’l-Kur’ÂN 9)

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Kul hüvallahü ahad” sûresi hakkında .:
“Canımı gücü ve kuvvetiyle elinde tutan ALLAH’a yemin ederim ki, bu sûre Kur’ÂN’ın üçte birine denktir.”buyurmuştur.
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 13)

Bir başka rivâyete göre: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına.:
“Sizden biriniz bir gecede Kur’ÂN’ın üçte birini OKUmaktan âciz mi kalıyor?” buyurdu. Bu onlara gerçekten zor geldi ve.:
“–Buna hangimizin gücü yeter ki yâ Resûlallah!” dediler. Bunun üzerine Efendimiz.: “Kul hüvellahü ahad Allahü’s-samed, Kur’ÂN’ın üçte biridir” buyurmuştur.
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 13)

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, bir adam başka bir adamın “Kul hüvellahü ahad”ı tekrar tekrar OKUduğunu duydu. Sabah olunca Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip bu durumu anlattı. Adamın kendisi bunu azımsıyordu. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:
“Canımı gücü ve kudretiyle elinde bulunduran ALLAH’a yemin ederim ki, o sûre Kur’ÂN’ın üçte birine denktir”buyurmuştur.
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 13)

Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh‘den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:
“Bu gece indirilen âyetleri görmedin mi? Onların benzerleri asla görülmemiştir.: Kul eûzü biRABBi’l-felak ve kul eûzü biRABBi’n-nâs.” buyurmuştur.
(Müslim, Müsâfirîn 264)

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cinlerden ve göz değmesinden ALLAH’a sığınırdı. Nihâyet Muavvizeteyn (Kul eûzü biRABBi’l-felak ve kul eûzü biRABBi’n-nâs) nâzil oldu. Ondan sonra Muavvizeteyn ile ALLAH’a sığınmaya başladı ve diğer DUÂları bıraktı.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Tıb 16)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:
Kur’ÂN’da otuz âyetten ibaret bir sûre bir adama şefaat etti; neticede o kişi bağışlandı. O sûre: Tebârekellezî biyedihi’l-mülk’dür.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvud, Salât 327)

Ebû Mes’ûd el-Bedrî radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem.:
Bakara Sûresinin sonundan iki âyeti geceleyin OKUyan kimseye bunlar yeter.” buyurmuştur.
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 10, 27, 34)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:
“Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Şüphesiz Şeytân, içinde Bakara Sûresi OKUnan evden kaçar.” buyurmuştur.
(Müslim, Müsâfirîn 212)

Übey İbni Kâ’b radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:
“Ey Ebü’l-Münzir! ALLAH’ın Kitabından ezberinde bulunan âyetlerden hangisinin daha büyük olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Ben.:
“–Allâhü lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyu’l-kayyûm.” dedim. Bu cevabım üzerine elini göğsüme vurdu ve.:
– “İlim sana mübarek olsun, ey Ebü’l-Münzir!” buyurmuştur.
(Müslim, Müsâfirîn 258)

Ebü’d-Derdâ radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:
Kehf Sûresinin başından on âyet ezberleyen kimse deccâlden korunmuş olur.” buyurmuştur.
(Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ÂN, 1)

Bir rivâyette: Kehf Sûresinin sonundan” buyurulmuştur.
(Müslim, Müsâfirîn, 257)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Resim 6.1.9. KUR’ÂN’ı KERÎM’i DİNLEmek FARZdır.:

وَإِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُواْ لَهُ وَأَنصِتُواْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Ve izâ kuriel Kur’ÂNu festemiû lehu ve ensıtû leallekum turhamûn (turhamûne).: Kur’ÂN OKUnduğu zaman, hemen (dikkatle ve anlama gayretiyle) onu DİNLEyin ve SUSup (saygıyla takip edin. Evlerinizde de, bu ayetlerin mealini OKUyup öğrenin). Umulur ki esirgenmiş olur (İlahî Rahmet ve Merhamete erişirsiniz).” (Â’raf 7/204)

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهَذَا الْقُرْآنِ وَالْغَوْا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ
“Ve kâlellezîne keferû lâ tesmeû li hâzel Kur’ÂNi velgav fîhi leallekum taglibûn (taglibûne).: Kâfirler (müşrikler ve münâfık kesimler) birbirlerine.: "Bu Kur’ÂN’ı DİNLEmeyin ve Ona (karşı; âyetleri OKUnurken ve açıklanırken) yaygaralar koparın. (Siz ALLAH’ın emirlerini Kur’ÂN’dan öğrenmeye çalışmayın; Onu en iyi anlayıp açıkladıkları sanılan bel’am kılıklı Siyonist kuklalarına ve başka kitap ve yayınlara kulak kabartın.) Umulur ki, böylece (belki) üstün gelirsiniz” (diyerek aldatmışlardı).” (Fussilet 41/26)

وَإِذْ صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِّنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْآنَ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا أَنصِتُوا فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَى قَوْمِهِم مُّنذِرِينَ
“Ve iz sarefnâ ileyke neferen mine’l- cinni yestemiûne’l- Kur’ÂN (Kur’ÂNe), fe lemmâ hadarûhu kâlû ensıtû, fe lemmâ kudıye vellev ilâ kavmihim munzirîn (munzirîne).: Hani Biz, o vakit (ey Nebîm, taşlandığın Taif tebliğinden dönerken) cinnlerden birkaçını, Kur’ÂN DİNLEmek üzere Sana yöneltip yollamıştık. Böylece Onun huzuruna geldikleri zaman.: "KULAK VERİN (önemli ve hakikatli şeyler anlatıyor)" demişler; sonra bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak dönmüş (ve gördüklerini anlatmışlardı).” (Ahkâf 46/29)

قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ أَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِّنَ الْجِنِّ فَقَالُوا إِنَّا سَمِعْنَا قُرْآنًا عَجَبًا
“Kul ûhıye ileyye ennehustemea neferun mine’l- cinni fe kâlû innâ semi’nâ Kur’ÂNen acebâ (aceben).: (Ey Resûlüm!) De ki.: “Gerçekten Bana vahyolundu(ğuna göre; hicretten 3 yıl öncesinde ve sıkıntılı Taif Ziyâreti dönüşünde) cinnlerden bir grubun (gelip Benden) işiterek.: “Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur’ÂN DİNLEdik” dedikleri (bildirildi.)” (Cin 72/1)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim ALLAH’ın Kitabından bir âyet DİNLErse, ona kat kat sevap verilir. Kim de onu OKUrsa o, kıyamet gününde o kimse için NÛR olur.” buyurmuştur.
(C. Sağir: 8425)

Bir keresinde Üseyd bin Hudayr radiyallahu anhu gece vakti Bakara Sûresini OKUyordu. Atı da yanında bağlıydı. Kur’ÂN OKUrken birden at huysuzlaştı. Üseyd sustu. O susunca at da sakinleşti. Üseyd tekrar OKUmaya başlayınca at yine huysuzlaştı, susunca at yine sakinleşti. Üseyd yine OKUmaya başlayınca at yine huysuzlaştı. Üseyd OKUmaktan vazgeçmişti.
Çünkü Üseyd’in oğlu Yahya ata yakın bir yerde yatıyordu. Atın çocuğa zarar vermemesi için çocuğu geri çekti. Bu esnâda başını çevirip gökyüzüne baktığında, beyaz bulut gölgesine benzer beyaz bir sis içinde kandil gibi birşeylerin parlamakta olduğunu gördü. Sonunda göremez oldu. Sabah olunca durumu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e anlattı. O da bunların melek olduğunu söyledi ve.: “Senin Kur’ÂN OKUyuş sesine yaklaşmışlardı. Eğer OKUmaya devam etseydin, sabaha kadar seni DİNLErler ve sabah insanlar onları görürlerdi.” buyurdu.
(Buhârî)

Âişe radiyallahu anha’nın bir gün mescidde duyduğu güzel bir Kur’ÂN tilâvetini DİNLEmeye dalarak eve geç geldiği, gecikme sebebini öğrenen Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in gidip Sâlim’in Kur’ÂN OKUduğunu görünce.: “Ümmetim içinde bunun gibileri var eden ALLAH’a hamdolsun!” buyurduğu rivâyet edilmiştir.
(Müsned, VI, 165; İbn Mâce, “İkâmetü’s-salât”, 176)

Ömer radiyallahu anhu.: Sâlim’in ALLAH’a karşı çok güçlü bir MuHABBEti vardır, o kadar ki ALLAH’tan korkmamış olsaydı bile O’na isyan etmezdi” dediği zikredilmiş (Ali el-Kārî, s. 253-255),
Bazı rivayetlerde Ömer radiyallahu anhu’n bu sözü Resûl-i Ekrem’den naklettiği görülmüştür. (Ebû Nuaym, I, 232-233; Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî, I, 234).

Kur'ÂN-ı Kerim'i bir insan sesli olarak OKUyor ve biz de bu sesi duyuyorsak, onu DİNLEmek ve SUSmak FARZdır. Bu esnâda başka bir işle meşgul olmak câiz değildir. Ancak televizyon, bilgisayar ve radyo gibi şeylerden OKUnan Kur'ÂNDİNLEmek ise farz değildir. Çünkü doğrudan insan sesinden değildir. İnsanın sesinin alınıp kaydedildiği bir âletten yansımadır. Fakat DİNLErsek sevâb alırız.. (bk. Elmalılı Hamdi Yazır, A’râf Sûresi 204. âyetin tefsiri)

Kur’ÂN OKUnurken onu DİNLEmek FARZ-ı KİFÂYEdir. Bu nedenle cemaatten bir kısmı DİNLEse yeterli olur. Eğer Kur’ÂN’ı OKUyan kimsenin yanında yalnız bir kişi bulunuyorsa, onu DİNLEmek zorundadır, aksi takdirde günahkâr olur. Ancak, o kişi Kur’ÂN OKUnmaya başlamadan önce namaza başlamışsa, bu takdirde namazına devam etmesi gerekir ve Kur’ÂN’ı DİNLEmemekten ötürü bir vebâli olmaz.

A'râf Sûresinin 204. âyetini değerlendiren Hanefî Âlimleri, buradaki emrin hem namazda ve hutbede hem de namaz dışında geçerli olduğu görüşündedir..
Bu görüşü savunan Hanefî Mezhebi Âlimlerine göre, Kur’ÂN’ı DİNLEmek vâcibdir. Eğer bir yerde fıkıh yazan (ilimle meşgul olan) bir kimse olduğu hâlde, birisi orada Kur’ÂN OKUr da o kimse de meşguliyetinden ötürü DİNLEyemezse OKUyan günahkâr olur.. (el-Bahru’r-Râik- şamile- 3/372)
Kur'ÂN-ı Kerîm'i OKUmak ibâdet olduğu gibi onu DİNLEmek de FARZ-ı KİFÂYE olarak nitelenen bir ibâdettir.. (İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, 1/545).
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Resim 6.1.10. KUR’ÂN’ı KERÎM’e SarıLmak ve Tâbi’ OLmak.:

فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذِي أُوحِيَ إِلَيْكَ إِنَّكَ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
وَإِنَّهُ لَذِكْرٌ لَّكَ وَلِقَوْمِكَ وَسَوْفَ تُسْأَلُونَ
“Festemsik billezî ûhıye ileyk (ileyke), inneke alâ sırâtın mustekîm (mustekîmin). Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik (kavmike), ve sevfe tus’elûn (tus’elûne).: Şu halde, Sana vahyedilene sımsıkı-tutun (Kur’ÂN’a ciddiyet ve samimiyetle sarılıp ALLAH’a sığın); çünkü Sen dosdoğru bir yol üzerinde bulunmaktasın. Ve şüphesiz O (Kur’ÂN), Senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. (Hüküm ve hikmet kaynağıdır.) Siz ileride (onu anlama ve uygulama çabanızdan) sorulacaksınız.” (Zuhrûf 43/43-44)

Kavm.: İnsÂN topluluğu olmakla beraber.:
Kavîm.: (kıvâm ve kıyâmdan) doğru, dürüst, kıvamında olan olup Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şerîat kıvamındaki ümmeti anlamındadır.


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنتُمْ تَسْمَعُونَ
وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لاَ يَسْمَعُونَ
إِنَّ شَرَّ الدَّوَابَّ عِندَ اللّهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ
وَلَوْ عَلِمَ اللّهُ فِيهِمْ خَيْرًا لَّأسْمَعَهُمْ وَلَوْ أَسْمَعَهُمْ لَتَوَلَّواْ وَّهُم مُّعْرِضُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû etîullâhe ve resûlehu ve lâ tevellev anhu ve entum tesmeûn (tesmeûne). Ve lâ tekûnû kellezîne kâlû semi’nâ ve hum lâ yesmeûn (yesmeûne). İnne şerred devâbbi indallâhi’s- summu’l- bukmullezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne). Ve lev alimallâhu fî him hayran le esmeahum, ve lev esmeahum le tevellev ve hum mu'ridûn (mu'ridûne).: Ey iman edenler! ALLAH’a ve Resulüne itaat edin. (Bu emri, Kur’ÂN’ın hüküm ve haberlerini) İşittiğiniz halde Ondan yüz çevirip dönmeyin. Duymadıkları (dinleyip anlamadıkları) halde, "(tamam) işittik" diyenler gibi de olmayın (ki bu münafık özelliğidir). (Zira) ALLAH katında yerde debelenip dolaşan canlıların en şerlisi (ve en değersizi) aklını kullanmayan (gerçeklere kulak tıkayan ve Hakkı konuşmayan) sağır ve dilsizler (gibi davranan kimseler)dir. Eğer ALLAH, onlarda (bu insan görünümlü hayvan takımında) bir hayır görseydi muhakkak onlara (Kur’ÂNi gerçekleri dinletip) işittirirdi. (Gerçi) İşittirseydi bile, (Hakk davaya) arka dönen (dönekler) olarak (yine) yüz çevirirlerdi.” (Enfâl 8/20-23)

KUR’ÂN’A İTAAT ve İTTİBA’ İLE İLGİLİ ÂYETLER.:

İTAAT.: Alınan emre uymak. Söz dinlemek. İnkıyad etmek. Boyun eğmek..

“İtaat” Kelimesi “et’tav’” (الطوع (kelimesinden gelmekte olup anlamı “inkıyat” yâni “boyun eğmek”tir. “Kerih” yani “gönülsüzlük, isteksizlik” kelimesinin zıddıdır..
“et’Tâa” (الطاعة (kelimesi de aynı anlamda olmakla beraber, bu kelime daha çok “emredilen bir şeyin yerine getirmek, çizilen bir sınırda ilerlemek” anlamındadır.
Nitekim hadiste.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ( في ةَطاع لا الّله صيةِ عم” (ALLAH’a isyanda itaat yoktur” buyurmuştur.
(İbnü’l Esîr, en-Nihâye, III, 322.)

İTTİBA’.: Tabi' olma. Arkasından gitme. İtaat etme. Tebaiyyet ve imtisal etme...

1-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Muhatap Alındığı Âyetler.:

اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ
“İttebi’ mâ uhıye ileyke min rabbik (rabbike), lâ ilâhe illâ huve, ve a’rıd ani’l- muşrikîn (muşrikîne).: (Ey Nebim!) Rabbinden Sana vahyedilene uy! (Kur’ÂN’ın kanunlarına uygun Adil bir Düzeni kur). O’ndan başka ilah yoktur. (Kişi kimin kanunlarına uyarsa, onun ilahı odur.) Ve müşriklerden yüz çevir. (Kendi işine koyul. Ümmetin de böyle hareket etmelidir.)” (En’âm 6/106)

2-) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Diliyle İfade Olunan Vahye İttiba’:

قُل لاَّ أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَآئِنُ اللّهِ وَلا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلاَ تَتَفَكَّرُونَ
“Kul lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemu’l- gaybe ve lâ ekûlu lekum innî melek (melekun), in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy (ileyye), kul hel yestevî’l- a’mâ ve’l- basîr (basîru),e fe lâ tetefekkerûn (tetefekkerûne).: (Ey Resulüm, onlara) De ki.: "Size ALLAH’ın hazineleri yanımdadır diye (iddia etmiyorum), gaybı da bilmiyorum ve Ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, (sadece) Bana vahyedilene uyuyorum (sizleri de uyarıyorum)." De ki: "Hiç, kör olanla gören bir olur mu? Yine de tefekküre dalmayacak (ve gerçeği anlamayacak) mısınız?” (En’âm 6/50)

Müfessirler bu bağlamda:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Dikkat edin bana Kur’ÂN ve onun bir benzeri verilmiştir.” (Ebû Dâvûd, Kitâbü’ s sünne, 25; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 130.)
Hadisini zikretmektedirler. (Şevkânî, Fethu’l-kadîr,II, 172.)

3-) Tüm İnsanların Muhatap Alındığı Âyetler.:

وَهَذَا كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُواْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Ve hâzâ kitâbun enzelnâhu mubârekun fettebiûhu vettekû leallekum turhamûn (turhamûne).: Bu indirdiğimiz (Kur’ÂN-ı Kerim, temel sorunların kaynağını ve çözüm dayanağını bulacağınız) mübarek bir Kitap’tır. Şu halde Ona uyun ve (ALLAH’tan) korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının. Umulur ki esirgenirsiniz.” (En’âm 6/155)

Bu âyet, el-En’âm Sûresinde, =>“Kur’ÂN’ın İZİnden GİT!.”mekten söz eden üçüncü âyettir. İlk âyette de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e =>“VAHYE UY!.”mak Emri gelmiş, İkinci âyette Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in =>(kendi dilinden) VAHYE UYDUĞU anlatılmıştı.
Bu âyette de umûmi olarak =>Kur’ÂN’a UY!.”mak Emri gelmiştir.

ALLAH TEÂLÂ şöyle buyurmaktadır.: “Bu mübarek kitap, Peygamberimiz MuhaMMed (aleyhisselâm)’e indirmiş olduğumuz Kur’ÂN’dır. Ey insanlar onu, peşi sıra gittiğiniz rehberiniz yapın, muhtevâsıyla amel edin. Kendi iç dünyanızda ALLAH’tan korkun da onun içindekileri arka plana itmekten, sınırlarını çiğnemekten, yasaklarını mubah görmekten kaçının. Böylelikle herhalde ALLAH’ın Rahmetine nâil olabilirsiniz.” (Taberî, Câmiu’l-beyân, VII, 413.)

Netice olarak bu âyet, Kur’ÂN’ın evrenselliğini vurgularken, tüm insanları Kur’ÂN’a uymaya dâvet etmekte, kıyamet günü insanların herhangi bir mazeretlerinin olamayacağını bildirmekte; öbür taraftan da mü’minlerin Kur’ÂN’ı insanlara ulaştırmak, duyurmak gibi bir vazifelerinin olduğunu imâ etmektedir. Gerek inananların gerekse tüm insanların ancak bu sayede dünyada berekete, ahrette rahmete nâil olacağı dile getirmektedir..

اتَّبِعُواْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ وَلاَ تَتَّبِعُواْ مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ
“Ittebiû mâ unzile ileykum min rabbikum ve lâ tettebiû min dûnihî evliyâ (evliyâe), kalîlen mâ tezekkerûn (tezekkerûne).: Rabbinizden size indirilene uyunuz, O’ndan (ALLAH’tan) başka “veli”lere (himaye edicilere ve bâtıl hüküm vericilere) tâbi olmayınız. (Kur’ÂN’a ve Resulüllah’a bağlı olmayan rehberlerin peşine takılmayınız...) Ne de az tezekkür ediyor (çok az öğüt alıyor, ve pek az okuyup düşünüyor)sunuz!” (A’râf 7/3)

Bu âyette açıkça =>“Peygamber vasıtasıyla insanlara indirilen vahye ittiba’etmek” Emri vardır. Âyetin genel ifâdesinden söz konusu dâvetin tüm insanlığa olduğu anlaşılmaktadır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in muhatab alınarak verilen ittiba’ emrinin ÜMMeti de kapsadığını ifâde etmiştik. Bu âyetle bu özel dâvetin ötesinde tüm insanların dâvete muhatap olduğunu görüyoruz.. (Tafasilat için bkz: Elmalılı, Hak Dini, III, 551. 132)

4-) Kur’ÂN’a Uymak Emri Karşısında İnkarcı Tutumu Anlatan Âyetler.:

وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللّهُ قَالُواْ بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً وَلاَ يَهْتَدُونَ
“Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû be’l- nettebiu mâ elfeynâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’kılûne şey’en ve lâ yehtedûn (yehtedûne).: Ne zaman o kimselere (gerici, gelenekçi ve taklitçi cahillere: “Gelin) ALLAH’ın indirdiğine (akli ve nakli delillere, insani ve İslami değerlere) uyun” denilse, onlar.: “Hayır, biz atalarımızı izinde ve üzerinde bulduğumuz şeye (yerleşik geleneklere ve geçmişten kalan göreneklere) uyarız” derler. (Peki) Ya ataları (ve örnek aldıkları eski toplulukları ve tarihi tabuları); akılları gerçeğe ermeyen ve doğru istikameti de bulup bilemeyen kimseler idiyse? (Hâlâ mı körü körüne onların peşinden gidecek ve köhnemiş bir geçmiş hevesiyle, gerçeklere direnecekler?)” (Bakara 2/170)

وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ إِلَى عَذَابِ السَّعِيرِ
“Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ vecednâ aleyhi âbâenâ, e ve lev kâneş şeytânu yed’ûhum ilâ azâbis saîr (saîri).: Onlara: “(Bu yanlış düşünce ve davranışları bırakıp) Allah’ın indirdiğine uyuverin (Kur’ÂN’ın hükmüne ve Hz. Resul’ün sünnetine ve sisteminegelin)” dendiği zaman (onlar:) “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz (ve atalarımızdan duyduğumuz) yola tâbi olup gideriz” derler. (Ya babaları bir şey bilmeyen ve Hakk yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?) Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmış olsa da mı (hâlâ babalarının ve atalarının izine ve düzenine uyup duracaklardır?)” (Lokman 31/21)

Onların bu inkarcı tavrına karşılık mü’minlerin tavrı daha açık ve net olmuştur.:

إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“İnnemâ kâne kavle’l- mu’minîne izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum en yekûlû semi’nâ ve ata’nâ ve ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: Aralarında hükmedip (karar vermesi) için ALLAH’a ve Elçisine (Kur’ÂN ve Sünnet kaynaklı hükümlere ve düzene) çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü: “(Hay hay, başımız üstüne!) İşittik (kabul ve) itaat ettik” demeleridir. İşte ancak bunlar (ve böyle davrananlar) kurtuluşa ereceklerdir.” (Nûr 24/51)

KUR’ÂN’a İ’TİSÂM/TUTUNMAK İLE İLGİLİ ÂYETLER.:

“el-İ’tisâm” Kelimesi, “a-sa-me” Fiilinden gelmektedir. “Onu alıkoydu ve korudu” anlamındadır. “el-‘Isme”, Arapça’da “el-men”, engellemek, alıkoymak anlamına gelir.

İ’TİSÂM KELİMESİNİN KUR’ÂN’DAKİ KULLANIMLARI.:

İ’tisâm kelimesi Kur’ÂN’da beş âyette geçmektedir. Bunlardan ikisi haber cümlesi olup Kur’ÂN’a tutunmaya işâret ettiklerine dair görüşler vardır. Diğer üçü de emir (inşâ) cümlesidir. Bu âyetlerde hem mü’minlere hem de tüm insanlığa yönelik bir dâvet vardır.

1-) Dolaylı Olarak Kur’ÂN’a Sarılmayı Anlatan Âyetler.:

وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَأَنتُمْ تُتْلَى عَلَيْكُمْ آيَاتُ اللّهِ وَفِيكُمْ رَسُولُهُ وَمَن يَعْتَصِم بِاللّهِ فَقَدْ هُدِيَ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
“Ve keyfe tekfurûne ve entum tutlâ aleykum âyâtullâhi ve fîkum resûluh(resûluhu), ve men ya’tesim billâhi fe kad hudiye ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin).: ALLAH’ın ayetleri size okunup dururken, üstelik (sünneti ve sistemiyle) O’nun Peygamberi de aranızda bulunurken, siz (hâlâ) nasıl inkâr edersiniz? Artık her kim ALLAH(ın dinine) sımsıkı tutunursa, kesinlikle o, dosdoğru yola iletilmiş olacaktır.” (Âl-i İmrân 3/101)

إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَن تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا
إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ وَأَصْلَحُواْ وَاعْتَصَمُواْ بِاللّهِ وَأَخْلَصُواْ دِينَهُمْ لِلّهِ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ أَجْرًا عَظِيمًا
“İnne’l- munâfikîne fîd derki’l- esfeli mine’n- nâr (nâri), ve len tecide lehum nasîrâ (nasîran).
İllâllezîne tâbû ve aslehû va’tesamû billâhi ve ahlesû dînehum lillâhi fe ulâike mea’l- mu’minîn (mu’minîne). Ve sevfe yu’tillâhu’l- mu’minîne ecran azîmâ (azîmen).:
Şüphesiz (kâfirleri veli edinen) münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardım edici de bulamazsın. Ancak (samimiyetle) tevbe edenler, (kötü hallerini) ıslah edip düzeltenler, ALLAH’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak ALLAH için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü’minlerle beraberdirler. ALLAH yakında mü’minlere büyük ecir(ler) verip (felaha kavuşturacaktır).” (Nisâ 4/145-146)

2-) Mü’minlerin Muhatab Alındığı Dâvet.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn (muslimûne). Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ (ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn (tehtedûne).: Ey iman edenler! ALLAH’tan (lafla ve işinize geldiği kadarıyla değil) hakkıyla korkup (Kur’ÂN’ın hükümlerine, Resulüllah’ın sünnetine ve hayat sistemine, kısmen veya tamamen karşı gelmekten ve aykırı hareket etmekten sakının) ve siz (böylece İslamca düşünüp, yaşamak suretiyle) ancak Müslüman olarak ölmeye (bakın). (Eğer gerçekten iman ediyorsanız) ALLAH’ın İPİne (Kur’ÂN hükümlerine) hepiniz birden (el birliği içinde) sımsıkı sarılın. (Sakın) Dağılıp ayrılmayın. Ve ALLAH’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın. Hani bir vakit sizler birbirinize düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun ni’metiyle kardeşler olarak sabahladınız. (Ümmet ve uhuvvet şuuruyla güç kazandınız.) Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, (Kur’ÂN ve Resulüllah sayesinde) oradan sizi kurtarmıştı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, ALLAH size ayetlerini böyle açıklamaktadır.” (Âl-i İmrân 3/102-103)

Bu âyette daha pek çok âyette olduğu gibi, mü’minlere hitâb edilmiş, onlara bir takım emirler yöneltilmiştir. Bunlar.:
* ALLAH’a karşı takvâ sahibi olmak,
* ALLAH’a tam bir teslimiyetle can vermek,
* Hep beraber ALLAH’ın İPİne sarılmak, ayrılığa düşmemektir.

Nitekim Ebû Saîd el-Hudrî’den gelen bir rivâyette;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’ın KİTABI semâdan yeryüzüne uzatılmış bir İPtir” buyurmuştur.
(Tirmizî, Menâkıb, 31; Müslim, Fedâil, 37.)

3-) Tüm İnsanların Muhatab Alındığı Dâvet.:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُم بُرْهَانٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ نُورًا مُّبِينًا
فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ بِاللّهِ وَاعْتَصَمُواْ بِهِ فَسَيُدْخِلُهُمْ فِي رَحْمَةٍ مِّنْهُ وَفَضْلٍ وَيَهْدِيهِمْ إِلَيْهِ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا
“Yâ eyyuhân nâsû kad câekum burhânun min rabbikum ve enzelnâ ileykum nûran mubîn (mubînen). Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).: Ey insanlar! Rabbinizden size (Kur’ÂN gibi) “kesin bir kanıt (bürhan)” gelmiş ve size apaçık bir NÛR (hikmet ve hidayet kaynağı) indirmiş (bulunmaktayız). İşte ALLAH’a (hakkıyla) inanıp (bağlananlar) ve Ona (Kur’ÂN’a ve Resulüllah’a) sımsıkı sarılanlara gelince, ALLAH onları Kendinden bir rahmet ve lütuf (deryası) içine daldıracak ve onları Kendine doğru (giden) bir yola ulaştıracaktır.” (Nisâ 4/174-175)

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّي اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا كِتَابَ اللَّهِ وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Terektü fîküm emreyni len tadallu mâ temessektüm bihimâ KİTÂBALLAHi ve SÜNNEte NEBÎYyihi.: Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız: Bunlar, ALLAH’ın KİTABI ve PEYGAMBERİnin SÜNNEtidir.” buyurmuştur.
(Muvatta’ , Kader, 3.)

لَقَدْ أَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
“Lekad enzelnâ ileykum kitâben fîhi zikrukum, e fe lâ ta’kılûn (ta’kılûne).: Andolsun, size (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin (ihtiyaç duyduğunuz temel bilgilerin) içinde bulunduğu bir Kitap (Kur’ÂN) indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız? (Bu ne gaflettir!)” (Enbiyâ 21/10)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kur’ÂN bir zenginliktir ki ondan sonra fakirlik olmaz ve ondan başka zenginlik de yoktur.” buyurmuştur.
(Heysemî, Mecmau’z-zevâid, VII, 158)

Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman radıyallâhu anhumâ, her sabah kalktıklarında Mushaf-ı Şerîf’i öpmeyi âdet hâline getirmişlerdi.
Abdullâh bin Ömer radıyallâhu anh da her sabah Mushaf’ı eline alır, öper ve duygulu bir şekilde.: “RABBİMin AHDi, RABBİMin açık FERMÂNı!” diyerek muhabbetini ızhâr ederdi.. (Kettânî, Terâtib, II, 196-197)

İkrime radıyallâhu anh Mushaf-ı Şerîf’i alır, yüzüne gözüne sürerek ağlar ve.: “RABBİMin KELÂMı! RABBİMin KİTÂBı!” diyerek Cenâb-ı HAKk’a olan tâzîm ve muhabbetini ifâde ederdi..
(Hâkim, el-Müstedrek, III, 272)

Kur’ÂN-ı Kerîm, en mühim “Şeâir-i İslâm”, yani “İslâm’ın Nişâneleri”nin başında gelir.
Âyet-i kerîmede ise.:

ذَلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ شَعَائِرَ اللَّهِ فَإِنَّهَا مِن تَقْوَى الْقُلُوبِ
“Zâlike ve men yuazzım şeâirallâhi fe innehâ min takvâ’l- kulûb (kulûbi).: İşte böyle; kim ALLAH’ın şiârlarını (İslam’ın alâmet-i fârikalarını) ta’zim eder (büyük tanıyıp saygı gösterirse), şüphesiz bu, kalblerin takvasındandır.” (Hac 22/32)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH, geceleyin iki rekat namaz kılan (ve Kur’ÂN okuyan) bir kulu dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemez. ALLAH’ın Rahmeti, namazda olduğu müddetçe kulun başı üstüne saçılır. Kullar, Kur’ÂN’la hemhâl oldukları andaki kadar hiçbir zaman ALLAH’a YAKLAŞmış olamazlar.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ÂN, 17)

Ebû Zerr radıyallâhu anhu.: “Yâ Rasûlallâh!. Bana nasihatte bulun!” dediğinde,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Kur’ÂN OKUmaya ve ALLAH’ı zikretmeye bak, çünkü Kur’ÂN =>yeryüzünde senin için bir NÛR, gökyüzünde de bir AZIKtır.” buyurmuştur.
(İbn-i Hibbân, Sahîh, II, 78)

Birgün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şüphesiz insanlardan ALLAH’a yakın olanlar vardır!” buyurmuştu.
Ashâb-ı Kirâm.: “Yâ Resûlullah!. Onlar kimlerdir?” diye sordular.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Onlar Kur’ÂN EhLi, ALLAH EhLi ve ALLAH’ın Has KULLarıdır!” buyurdu.
(İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)

Her mü’minin Kur’ÂN Ehli olarak onu anlayıp hayatına tatbik etmesi, îmânının muktezâsı ve takvâsının bir ölçüsüdür. Nitekim Ashâb-ı Kirâm, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den on âyet öğrendiklerinde, bunlardaki emir ve hikmetleri iyice anlayıp tatbîk etmeden diğer on âyete geçmemişlerdir. (İbn-i Hanbel, V, 410)

Meselâ Abdullâh bin Ömer radıyallâhu anh, Bakara Sûresi’ni sekiz senede bitirebilmiştir.. (Muvatta, Kur’ÂN, 11)

Abdullâh bin Mes’ûd radıyallâhu anh, Kur’ÂN-ı Kerîm Hâfızlarının bu İlâhî Kelâmdan nasıl müteessir olmaları lâzım geldiğini şöyle ifâde eder.:
Kur’ÂN’ı ezberlemiş olan kimse, insanlar uykuda iken gece kalkıp ibâdet etmesiyle, halk yemek yerken oruç tutmasıyla, başkaları sevinip eğlenirken âkıbeti için kederlenmesiyle, insanlar gülerken kulluktaki acziyetinden dolayı ağlamasıyla, halk birbiriyle konuşurken sükûtuyla, insanlar kibirlenirken tevâzu’uyla tanınmalıdır. Kur’ÂN’ı ezberlemiş birisinin ağlaması, üzgün durması, vakarlı ve bilgili olması, tefekkür ve sükût hâlinde bulunması îcâb eder. Kur’ÂN Ehli; katı yürekli, gâfil, çığırtkan ve hemen öfkelenen biri olmaktan da sakınmalıdır.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 130)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ÜMMetimin en şereflileri, Kur’ÂN-ı Kerîm’i ezberleyen Hâfızlar ve gecelerini ihyâ edenlerdir.” buyurmuştur.
(Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, I, 36/1063)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Resim 6.1.11. KUR’ÂN’ı KERÎM =>Mü’minlerin İMÂNını/İnancını Artırır..:

İMÂN/İnanç Duygusu =>İnsan davranışlarını etkileyen en önemli faktörlerden birisidir. İnanan kimse kendisini komplike bir inanışa kendisini teslim etmiş kimsedir. Fıtrî/Doğuştan içinde taşıdığı inanma duygusu insanın kendisini tanımasına ve tamamlamasına sebep olmaktadır. İnanç, insanı her zaman zinde tutan ve hayata katan itici duygudur. İnanç, İnsanın hayata bakış açısını tanımlayan bir sistemdir. İnanç, yapılmasını istediği ibâdet ve ahlâkî davranışlarla kişinin hayatına müdahale eder ve onun güzelleşmesine katkıda bulunur. Bu sebeple inanan kimse hayatını inandığı değerler etrafında inşa etmeye ve kurgulamaya çalışır. İnanan kimse ALLAH’ı razı etmeye ve onun sevgisini kazanmaya çalışır ve onun istediği doğrultuda davranışlar geliştirir. O'nun gazâbından ve cezâlandırmasından korkarak hayatını kötülüklerden uzak tutar. Ortaya koyduğu davranışlarını büyük bir dikkatle seçer ve onları yaparken İlahî Gözetim altında tutulduğunun farkındalığıyla davranır. Kur’ÂN-ı Kerim hiçbir şeyin ALLAH’tan gizli kalmayacağını buyururur.:

إِنَّ اللّهَ لاَ يَخْفَىَ عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء
“İnnallâhe lâ yahfâ aleyhi şey’un fî’l- ardı ve lâ fîs semâ’ (semâi).: Şüphesiz, yerde ve gökte hiçbir şey ALLAH’a gizli kalmaz (kalacak değildir).” (Âl-i İmrân 3/5)

Açığa çıksa da çıkmasa da ALLAH’ın kalblerde olanı bildiğini bundan dolayı hesaba çekeceğini beyân eder.:

لِّلَّهِ ما فِي السَّمَاواتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَإِن تُبْدُواْ مَا فِي أَنفُسِكُمْ أَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُم بِهِ اللّهُ فَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı), ve in tubdû mâ fî enfusikum ev tuhfûhu yuhâsibkum bihillâh (bihillâhu), fe yagfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâu, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Göklerde ve yerde ne varsa ALLAH’ındır. İçinizdekini (kurgulayıp nefislerinizde beslediklerinizi) açığa vursanız da, gizli tutsanız da, ALLAH sizi (niyet ve hedefleriniz doğrultusunda) onunla sorguya (hesaba) çekecektir. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azâblandırır. ALLAH, her şeye (güç yetiren) KADÎR’dir.” (Bakara 2/284)

İnançsız kimseler ise kendilerinin gözetim altında olduğuna inanmadıkları ve yaptıklarının hesabını vermeyeceklerini zannettikleri için topluma ümitsizlik ve kötü davranış yayarlar.

İMÂN, AKIL ve KALBİN bir arada hakkı kabulde tatmin olmasına dayanmakta ve sâlih amel işlemeyi gerektirmektedir. Dinin insanların Dünya ve Âhiret Saadetini sağlayan kurallar manzumesi olduğunu kabul eden kimse, inandığı gibi yaşamak için dinin emrettiği doğru iş ve davranışları yapmayı da kabul etmektedir. ALLAH’a inanan kimse;
Her Yerde Her ÂN Her HâL ve Her NEFEste =>Gözetim altında olduğunu bilmekte ve bu farkındalıkla davranışlarına yön vermektedir. Kur’ÂN-ı Kerim kalbden inanan ve kendisini ALLAH’a teslim ederek bunu davranışlarına yansıtan insanlar için mükâfatlar olduğunu belirterek bu kimseler için korku ve üzüntünün olmayacağını belirtir.:

بَلَى مَنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُ أَجْرُهُ عِندَ رَبِّهِ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
“Belâ men esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun fe lehû ecruhu inde RABBihî, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini ALLAH’a teslim ederse, artık onun RABBi katında ecri (verilecektir). Onlar asla korku duyacak ve mahzun olacak da değillerdir.” (Bakara 2/ 112)

Kur’ÂN-ı Kerim Tahkik İMÂNın mukaddes ANA Kaynagıdır.:

“Mü’minler ancak, ALLAH anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine ALLAH’ın âyetleri okunduğu zaman İMÂNlarını artıran ve yalnız RABB’lerine dayanıp güvenen kimselerdir.”

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
“İnnemâ’l- mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum İMÂNen ve alâ RABBihim yetevekkelûn (yetevekkelûne).: (Gerçek) Mü’minler ancak o kimselerdir ki, ALLAH anıldığı zaman kalbleri ürpererek (Kur’ÂN’ın hükmüne yönelir, hesabı ve azabı düşünüp kendilerine çekidüzen verirler). O’nun âyetleri kendilerine okunduğunda (bu) onların İMÂNlarını arttırıverir ve yalnızca RABBlerine tevekkül (ve teslimiyet) gösterip (her işlerinde ALLAH’a güvenirler).” (Enfâl 8/2)

“Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: “Bu sizin hanginizin İMÂNını artırdı?” İMÂN edenlere gelince onların İMÂNını artırır ve sevinirler. Kalblerinde hastalık (kâfirlir ve münâfıklık) olanlara gelince onlarında inkârlarını büsbütün artırır ve onlar artık kâfir olarak ölürler.”

وَإِذَا مَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُم مَّن يَقُولُ أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَذِهِ إِيمَانًا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَزَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
وَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا إِلَى رِجْسِهِمْ وَمَاتُواْ وَهُمْ كَافِرُونَ
“Ve îzâ mâ unzilet sûretun fe minhum men yekûlu eyyukum zâdethu hâzihî İMÂNâ (îmânen), fe emmâllezîne âmenû fe zâdethum İMÂNen ve hum yestebşirûn (yestebşirûne).
Ve emmâllezîne fî kulûbihim maradun fe zâdethum ricsen ilâ ricsihim ve mâtû ve hum kâfirûn (kâfirûne).:
(Herhangi) Bir sure indirildiği (çeşitli konularla ilgili, ALLAH’ın âyetleri hatırlatılıp delil gösterildiği) zaman, (muhterem ve müttaki geçinen fâsık ve münâfıkların) bir kısmı (mü’minlerle ve sadık dava ehliyle alay ederek): “Bu (sûre ve âyetler) sizlerin hanginizin İMÂNını artırdı? (Siz dünyanın realitelerini bırakıp bu âyetlerle mi kendinizi avutuyorsunuz!?)” derler. (Oysa) İMÂN edenlere gelince; (evet Kur’ÂNî Sûreler ve âyetler) onların İMÂNını (iz’ân ve irfânlarını) ziyâdeleştirir. Ve onlar (bu İlahî Gerçeklerle) müjdelenip sevinirler (umutlanarak ferahlık hissetmektedirler).
(Ama) Kalblerinde hastalık (inkârcılık, münafıklık, yalancılık ve haksız çıkarcılık marazı) olanlara gelince: (Bu sûre ve âyetler, tüm Kur’ÂNî mesaj ve müjdeler) Onların murdarlığına murdarlık katıp (adileştirir.Döneklikleri, ödleklikleri ve çeşitli kötülükleri sebebiyle manevi pislik yuvasına dönmüş ruhlarının hastalık ve husumetleri ziyâdeleşir.) Ve artık bunlar (iflah olmayıp) kâfir olarak öleceklerdir.”
(Tevbe 9/124-125)

“Biz Kur’ÂN’ı müminlere şifa ve rahmet olarak indiririz. Ama o, zalimlerin ise sadece ziyanını artırır.”

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاء وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ وَلاَ يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إَلاَّ خَسَارًا
“Ve nunezzilu mine’l- kur’ÂNi mâ huve şifâun ve rahmetun li’l- mu’minîne ve lâ yezîdu’z- zâlimîne illâ hasârâ (hasâran).: Biz Kur’ÂN’dan mü'minler için şifâ ve RAHMet (vesilesi) olan şeyleri (gerekli hüküm ve haberleri) indiriyoruz. Oysa O (Kur’ÂN; sadece istismar için okuyan ama hükmünü uygulamayan) zâlimlerin ise ancak zararını (hüsran ve hırçınlığını) artırır.” (İsrâ 17/82)

Mü’minlerin bu hallerine işaret eder.
Muaz b. Cebel radiyallahu anhu’in Esved b. Hilal radiyallahu anhu’e.: “Gel biraz oturup da (Kur’ÂN’ı ve dinî meseleleri müzakere ederek) İMÂNımızı arttıralım.” (Buharî, İman, 1)
Demesi de Kur’ÂN’la İMÂNlarını arttıran” mü’minlerin bu gerçeği bazen açıkça seslendirdiklerini gösterir..

“Kendilerine RABB’lerinin âyetleri hatırlatıldığındı ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.”

وَالَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَيْهَا صُمًّا وَعُمْيَانًا
“Vellezîne izâ zukkirû bi âyâti RABBihim lem yahırrû aleyhâ summen ve umyânen (umyânen).: Ve onlar, kendilerine RABBlerinin âyetleri hatırlatılıp anlatıldığında, onlara karşı sağır ve kör (gibi ilgisiz ve isteksiz) davranmayan (hemen kendilerini toparlayıp Kur’ÂN’ı anlamaya ve uygulamaya çalışan mü’min) kimselerdir.” (Furkân 25/73)

“Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslâmadan secdeye kapanırlar ve RABB’lerini hamd ile tesbih ederler.”

إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ*
“İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve sebbehû bi hamdi RABBihim ve hum lâ yestekbirûn (yestekbirûne).: Bizim âyetlerimize ancak; kendilerine (Hakk) hatırlatıldığı zaman hemen secdeye kapananlar, RABBlerini hamd ile tesbih edip duranlar ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar İMÂN edip (felaha ve mutluluğa ulaşacaklar.)” (Zuhrûf 43/43-44) (Secde 32/15)

“ALLAH sözün en güzelini birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan (müteşâbih mesâni) bir kitâb olarak indirdi. Ondan RABB’lerine saygısı olanların derileri (tüyleri) ürperir. Sonra derileri de kalbleri de ALLAH’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu ALLAH’ın rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola çıkarar. Her kimi de ALLAH şaşırtırsa, artık ona hidâyet edecek yoktur.”

اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُّتَشَابِهًا مَّثَانِيَ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَنْ يَشَاء وَمَن يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
“Allâhu nezzele ahsene’l- hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne RABBehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh (zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd (hâdin).: ALLAH müteşabih (benzeşmeli ve birbirini izah edici), ikişerli (zıt kutupları ve kavramları belirtip öğretici) bir Kitap olarak sözün en güzelini (Kur’ÂN-ı Kerim’i) indirdi. RABBlerine karşı içleri titreyerek-korkanların Ondan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalbleri ALLAH’ın zikrine (ve Kur’ÂN’ı ANLAma gayretine karşı) yumuşar-yatışır (içlerine teslimiyet ve samîmiyet yerleşir). İşte bu ALLAH’ın yol göstermesidir ki, Onunla dilediğini hidâyete erdirir. ALLAH, (Kur’ÂN’dan yüz çevirdiğinden) kimi de saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici bulmak mümkün değildir.” (Zümer 39/23)

Mesâni: ikizli, tekrarlanan, çiftlenen. HAKk celle celâluhu hariç herşey çifttir. Nehy-emir, inkâr-ikrâr, ŞeytÂN-melek, korku-ümit, nar-nur, kötü-iyi v.s.

وَمَا جَعَلْنَا أَصْحَابَ النَّارِ إِلَّا مَلَائِكَةً وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا لِيَسْتَيْقِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذِينَ آمَنُوا إِيمَانًا وَلَا يَرْتَابَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ وَلِيَقُولَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلًا كَذَلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ وَمَا هِيَ إِلَّا ذِكْرَى لِلْبَشَرِ
“Ve mâ cealnâ ashâben nâri illâ melâiketen ve mâ cealnâ ıddetehum illâ fitneten lillezîne keferû li yesteykınellezîne ûtû’l- kitâbe ve yezdâdellezîne âmenû îmânen ve lâ yertâbellezîne ûtû’l- kitâbe ve’l- mu’minûne, ve li yekûlellezîne fî kulûbihim maradun ve’l- kâfirûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ (meselen), kezâlike yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ (yeşâu), ve mâ ya’lemu cunûde RABBike illâ hû(huve), ve mâ hiye illâ zikrâ li’l- beşer (beşeri).: Biz o ateşin görevli me’murlarını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkâr edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki; kendilerine kitab verilenler, şüpheden kurtulup kesin ve Yakîn Bilgiye varsın, İMÂN edenlerin de İMÂNLARI ARTsın; kendilerine kitap verilenler ve İMÂN edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalblerinde bir hastalık olanlar ile kâfirler de şöyle desin.: "ALLAH, bu (gereksiz) örnekle neyi anlatmak istiyor ki?” İşte ALLAH, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidâyete erdirir. RABBinin (çok farklı hizmetlerle görevli milyarlarca manevi-melek-enerji) ordularını Kendisinden başka (hiç kimsenin) bilip (kavraması mümkün olmayacaktır). Bu (anlattıklarımız) ise, beşer (insan) için sadece bir zikir (öğüt ve hatırlatmadır).” (Müddessir 74/31)

Kur'ÂN-ı Kerîm;
ALLAHu zü’L- CeLÂL’in=>Zât=>Sıfat=>Esmâ=>Eşyâsını BiLmeyi BuLmayı, OLmayı TÂLim ettirerek=>YAŞAmak TERBİYEsini öğretir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Size amellerin en hayırlısını, ALLAH Katında en değerlisini, derecenizi yükseltecek olanın en önemlisini, altın ve gümüş sadaka vermekten daha kıymetlisini, ALLAH için savaşmaktan daha sevaplısını haber vereyim mi? ALLAH’ı İsim ve Sıfatları ile BİLmek ve ZİKRetmektir” buyurmuştur.
(Tirmizî, 5:459)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Resim 6.1.12. KUR’ÂN’ı KERÎM KâfirLerin Küfrünü Artırır.:

Kâfirlerin Küfürlerinin Artması.:

“Kalblerinde bir hastalık vardır. ALLAH da onların hastalıklarını daha da ilerletti. Bu yalancılık (ve samimîyetsizlikleri) sebebiyle bunlara gâyet acı bir cezâ vardır.”

فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاً وَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
“Fî kulûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ (maradan) ve lehum azâbun elîmun bi mâ kânû yekzibûn (yekzibûne).: Onların kalblerinde (nifak) hastalığı (yerleşmiştir). ALLAH da hastalıklarını ziyadeleştirmiştir. (Sürekli) Yalan söylemekte (hile ve hıyanet düşünmekte) olduklarından dolayı, onlar için acı bir azâb (gelecektir).” (Bakara 2/10)

Hulasa; Müminler -hem söz hem de fiilleriyle- aşağıdaki âyetin ilk cümlesini okurken, kâfirler de -hem söz hem de fiilleriyle- âyetin ikinci cümlesinin hakikatini ilan ediyorlar.:

“ALLAH imân edenlerin yardımcısıdır, onları karanlıklardan nura/aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin dostları ise tağutlar olup onları aydınlıktan karanlıklara götürürler. İşte onlar cehennemlik kimselerdir ki orada ebedî kalacaklardır.”

اللّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُواْ يُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّوُرِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ أَوْلِيَآؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُم مِّنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
“Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum mine’z- zulumâti ile’n- nûr (nûri), vellezîne keferû evliyâuhumu’t- tâgûtu yuhricûnehum mine’n- nûri ilâ’z- zulumât (zulumâti), ulâike ashâbu’n- nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: ALLAH, iman edenlerin velisi (sahibi, hamisi ve hayra yönlendiricisi)dir ki; onları karanlıklardan nura çıkarır. Kâfir takımının (ve münafıkların) velîsi (akıl vericileri) ise tağut (zâlim ve şeytanî güç odaklarıdır) ki, onları (İslam ve iman) nurundan (ayırıp küfür ve zulüm) karanlıklarına götürüp bırakır. İşte bunlar cehennem ateşinin ehlidir ve orada süresiz kalacak kimselerdir.” (Bakara 2/257)

“Biz bu ikazı bu Kur’ÂN’da türlü şekillerde açıkladık ki düşünüp akıllarını başlarına alsınlar oysa bu onlara, daha da kaçıp uzaklaşmaktan başka bir şey sağlamıyor.”

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِيَذَّكَّرُواْ وَمَا يَزِيدُهُمْ إِلاَّ نُفُورًا
“Ve lekad sarrafnâ fî hâze’l- Kur’ÂNi li yezzekkerû, ve mâ yezîduhum illâ nufûrâ (nufûren).: Hakikaten (insanlar) öğüt alıp-düşünsünler diye Biz bu Kur’ÂN’da çeşitli açıklamalar yaptık; oysa bu bile, onların (HAKk’tan ve hayırdan) nefret edip uzaklaşmalarını arttırmıştır.” (İsrâ 17/41)

“Ayrıca, onu (Kur’ÂN’ı) anlamamaları için kalblerine bir kapalılık (engelleyici kabukla) ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Sen Kur’ÂN’da RABB’inin birliğini yâd ettiğinde onlar, canları sıkılmış vâziyette, gerisin geri dönüp giderler.”

وَجَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْآنِ وَحْدَهُ وَلَّوْاْ عَلَى أَدْبَارِهِمْ نُفُورًا
“Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ (vakran), ve izâ zekerte rabbeke fî’l- Kur’ÂNi vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ (nufûren).: Ve onların kalpleri üzerine, Onu (Kur’ÂN’ı) kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık bırakmışızdır. Sen Kur’ÂN’da RABBini "bir ve tek" (İlah olarak) andığın (tapınılacak, sığınılacak ve sadece O’nun hükümleri esas alınacak yegâne ZÂT şeklinde inanıp açıkladığın) zaman, (münafıklar ve kalbi marazlılar) ’nefretle uzaklaşır vaziyette’ arkalarını dönüp gerisin geriye kaçıp kaytarmaktadırlar.” (İsrâ 17/46)

“.....Biz onları korkuturuz da, bu onlara büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamaz.”

وَإِذْ قُلْنَا لَكَ إِنَّ رَبَّكَ أَحَاطَ بِالنَّاسِ وَمَا جَعَلْنَا الرُّؤيَا الَّتِي أَرَيْنَاكَ إِلاَّ فِتْنَةً لِّلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي القُرْآنِ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزِيدُهُمْ إِلاَّ طُغْيَانًا كَبِيرًا
“Ve iz kulnâ leke inne rabbeke ehâta bi’n- nâs (nâsi), ve mâ cealner ru’yâlletî ereynâke illâ fitneten li’n- nâsi veş şecerete’l- mel’ûnete fî’l- Kur’ÂN (Kur’ÂN), ve nuhavvifuhum fe mâ yezîduhum illâ tugyânen kebîrâ (kebîren).: Hani o vakit BİZ Sana.: "Muhakkak RABBin insanları çepeçevre kuşatmıştır" demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyâyı (Mi’raç’taki muhteşem temaşaları) da, Kur’ÂN’da (bildirilen ve ALLAH’ın Kudretiyle cehennem alevleri içinde yetişen) lanetlenmiş ağacı (zakkum cezâsını) da insanları (eğitmek ve) denemek için yaptık. Biz onları (böylece) korkutup (uyarıyoruz). Fakat (bu) onlarda sadece büyük bir azgınlığı ziyâdeleştirmektedir.” (İsrâ 17/60)

“Biz, Kur’ÂN’dan öyle bir şey (âyetler) indiriyoruz ki o, mü’minler için ŞİFÂ ve rahmettir; zâlimlerin ise ancak zararını artırır.”

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاء وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ وَلاَ يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إَلاَّ خَسَارًا
“Ve nunezzilu mine’l- Kur’ÂNi mâ huve şifâun ve rahmetun li’l- mu’minîne ve lâ yezîdu’z- zâlimîne illâ hasârâ (hasâran).: Biz Kur’ÂN’dan mü’minler için şifâ ve rahmet (vesilesi) olan şeyleri (gerekli hüküm ve haberleri) indiriyoruz. Oysa O (Kur’ÂN; sadece istismar için okuyan ama hükmünü uygulamayan) zalimlerin ise ancak zararını (hüsran ve hırçınlığını) artırır.” (İsrâ 17/82)

“Âyetlerimiz açık açık kendilerine okunduğunda, kâfirlerin suratlarında hoşnudsuzluk sezersin. Onlar, kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar. De ki: Size bundan daha kötüsünü bildireyim mi? Cehennem! ALLAH onu kâfirlere (cezâ olarak) bildirdi. O, ne kötü sondur!”

وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِفُ فِي وُجُوهِ الَّذِينَ كَفَرُوا الْمُنكَرَ يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذِينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ آيَاتِنَا قُلْ أَفَأُنَبِّئُكُم بِشَرٍّ مِّن ذَلِكُمُ النَّارُ وَعَدَهَا اللَّهُ الَّذِينَ كَفَرُوا وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
“Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin ta’rifu fî vucûhillezîne keferû’l- munker (munkere), yekâdûne yestûne billezîne yetlûne aleyhim âyâtinâ, kul e fe unebbiukum bi şerrin min zâlikum, en nâr (nâru), vaadehallâhullezîne keferû, ve bi’se’l- masî r(masîru).: Onlara karşı apaçık âyetlerimiz (mânâsı ve maksadı net ve kesin olarak) okunduğu zaman; Sen o (gizli) kâfirlerin (ve Müslüman görünen münafık kimselerin) yüzlerindeki "münker"i (itiraz, isyân ve inkârı ferasetle sezip) tanıyabilirsin. Öyle ki, neredeyse (kirli mahiyetlerini ve sinsi niyetlerini deşifre eden) âyetlerimizi kendilerine okuyanların üzerine saldırıp çullanacak (hale gelip hırçınlaşırlar. Onlara) De ki.: "Size, bundan daha kötü olanını (ve sizi kuşatacak azabı) haber vereyim mi? Ateş! ALLAH, onu (cehennemdeki çetin eziyet ve zilleti) inkâr edenlere (ve münâfık nankörlere) va’ad etmiş bulunmaktadır; (o cehennem) ne kötü bir (dönülüp varılacak son mekân ve) duraktır.” (Hac 22/72)

“Kendilerine RAHMÂN’dan hiçbir yeni öğüt gelmez ki ondan yüz çevirmesinler. Üstelik (ona) “yalandır” derler. Fakat alay edip durdukları şeylerin haberleri yakında onlara gelecektir.”

وَمَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مِّنَ الرَّحْمَنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنبَاء مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُون
“Ve mâ ye’tîhim min zikrin miner rahmâni muhdesin illâ kânû anhu mu’ridîn (mu’ridîne).
Fe kad kezzebû fe seye’tîhim enbâu mâ kânû bihî yestehziûn (yestehziûne).:
(O inkârcılara ve Şeytanlaşmış insanlara) Onlara RAHMÂN (olan ALLAH)dan yeni bir uyarı gelmeyiversin, hiç tartışmasız (hemen) ondan yüz çevirirler (böylece inkâra ve isyana yönelirler ve yönelecekler)di. Gerçekten (onlar elçilerini ve getirdiklerini) yalanladılar; fakat, alay konusu yaptıkları şeylerin haberleri (inkârın felâketi, İslam’ın zaferi ve Müslümanların galibiyeti) kendilerine pek yakında gelecektir.” (Şuarâ 26/5-6)

“Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu onlara o okusaydı yine ona imân etmezlerdi. Onu günâhkarların kalblerine böyle soktuk. Onun için acıklı azâbı görünceye kadar ona imân etmezler.”

وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلَى بَعْضِ الْأَعْجَمِينَ
فَقَرَأَهُ عَلَيْهِم مَّا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ
كَذَلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ حَتَّى يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ
“Ve lev nezzelnâhu alâ ba’dıl a’cemîn (a’cemîne).
Fe karaehu aleyhim mâ kânû bihî mu’minîn (mu’minîne).
Kezâlike seleknâhu fî kulûbi’l- mucrimîn (mucrimîne).
Lâ yu’minûne bihî hattâ yeravu’l- azâbe’l- elîm (elîme).:
BİZ bu (Kur’ÂN’ı Arapçadan başka dil konuşan) yabancı birine indirseydik; Ve de o bunu kendilerine okusaydı, yine Ona iman etmeyeceklerdi. BİZ onu (itiraz ve inkârı), mücrimlerin (utanmadan ve uslanıp usanmadan günahlara dalanların) kalbine işte böyle (sokup) işlettik (bu yüzden hidayetleri kararmıştır). Onlar, o pek acı azabı görünceye kadar Ona (Kur’ÂN Ahkâmına) inanmayacaklardır.” (Şuarâ 26/198-201)

“Onlara RABB’lerinin âyetlerinden bir âyet gelmeye dursun, illâ de ondan yüz çevirmişlerdir.”

وَمَا تَأْتِيهِم مِّنْ آيَةٍ مِّنْ آيَاتِ رَبِّهِمْ إِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ
“Ve mâ te’tîhim min âyetin min âyâti rabbihim illâ kânû anhâ mu’ridîn (mu’ridîne).: Onlara, RABBlerinin âyetlerinden (herhangi) bir âyet (hüküm ve emir) gelmeyegörsün, mutlaka ondan yüz çevirirlerdi.” (Yâsîn 36/46)

“(O), Âyetlerimizden bir şey öğrendiği zaman onlarla alay eder. Onlar için alçaltıcı azâb vardır.”

وَإِذَا عَلِمَ مِنْ آيَاتِنَا شَيْئًا اتَّخَذَهَا هُزُوًا أُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُّهِينٌ
“Ve izâ alime min âyâtinâ şey’enittehazehâ huzuvâ (huzuven), ulâike lehum azâbun muhîn (muhînun).: Ki, âyetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, (vicdanen doğru ve uygun bulduğu halde, nefsi kabardığından) alay konusu edinip (Kur’ÂN’ın Emirlerini gereksiz ve geçersiz göstermeye çalışır). İşte onlar için aşağılatıcı bir azâb vardır.” (Câsiye 45/9)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Resim 6.1.12. KUR’ÂN’ı KERÎM’in Mâhiyeti İ’tibâriyLe ÖzeLLikLeri.:


1-) Kur’ÂN-ı Kerîm =>ALLAH Katındandır.:
24 sûrenin 36 Âyet-i Celîlesinde tesbit edebildik.:

Kur'ÂN'ın târifi şöyledir.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e vahyedilen, mushaflarda yazılan, tevâtürle nakledilen ve tilâvetiyle taabbüd olunan mu'ciz, ALLAH'ın KELÂMIdır." (krş. ez-Zerkânî, I/22; Muhammed Dıraz, 5; Cerrahoğlu, Tefsir usulü, 34)

Kur’ÂN-ı Kerîm’de;
Âli İmrân 3/7; Nisâ 4/82,166; Yûnus 10/37; Hûd 11/1,35; Ra'd 13/1; Kehf 18/2,29; Furkân 25/6; Şuarâ 26/192,210,211; Neml 27/6; Kasas 28/45,46; Secde 32/2; Yâsîn 36/5; Zumer 39/1; Mü’min 40/2,3; Fussilet 41/2,42; Şûrâ 42/3,24; Câsiye 45/2; Ahkâf 46/2,10; Rahmân 55/1,2; Vâkıa 56/80; Hâkka 69/41,42,43..

لَّكِنِ اللّهُ يَشْهَدُ بِمَا أَنزَلَ إِلَيْكَ أَنزَلَهُ بِعِلْمِهِ وَالْمَلآئِكَةُ يَشْهَدُونَ وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا
“Lâkinillâhu yeşhedu bi mâ enzele ileyke enzelehu bi ılmihî, ve’l- melâiketu yeşhedûn (yeşhedûne). Ve kefâ billâhi şehîdâ (şehîden).: Fakat (özellikle) ALLAH, (ey Nebim) Sana İNDİRdiğiyle (Kur’ÂN-ı Kerim’le) şâhidlik eder ki; O, bunu (bizzat) Kendi ilmiyle İNDİRmiştir. Melekler de buna şâhiddirler. (Ve zaten) Şâhid olarak ALLAH yeterlidir.” (Nisâ 4/166)

وَمَا كَانَ هَذَا الْقُرْآنُ أَن يُفْتَرَى مِن دُونِ اللّهِ وَلَكِن تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ الْكِتَابِ لاَ رَيْبَ فِيهِ مِن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
“Ve mâ kâne hâze’l- kur'ânu en yufterâ min dûnillâhi ve lâkin tasdîkallezî beyne yedeyhi ve tafsîle’l- kitâbi lâ reybe fîhi min rabbi’l- âlemin (âlemîne).: Bu Kur’ÂN, ALLAH’tan (Hakk olarak gelen hüküm ve hikmetlerdir; hâşâ O’ndan) başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu (Kur’ÂN), önündekileri (önceden İNDİRilen İlahî kaynakları) doğrulayan ve (bundan sonraki sorunlarla ilgili soruları da yanıtlayan ve insanlara her konuda çözüm yollarına ulaştıracak temel kurallar koyan) kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur (ki Kur’ÂN), âlemlerin RABBindendir. (O’nun kelâmıdır.)” (Yûnus 10/37)

الَر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ
“Elif lâm râ kitâbun uhkimet âyâtuhu summe fussılet min ledun hakîmin habîr (habîrin).: Elif-Lam-Ra. (Bu Kur’ÂN ki) Âyetleri muhkem kılınmış, (bozulmaya karşı garantiye alınmış ve hükmedilmek üzere yollanmış,) sonra da Hüküm ve Hikmet Sâhibi olan ve her şeyden haberdâr bulunan (ALLAH) tarafından birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış bir Kitab-ı Kerim’dir. (Müttakiler için hidâyet ve hikmet rehberidir.)” (Hûd 11/1)

المر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَالَّذِيَ أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ الْحَقُّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يُؤْمِنُونَ
“Elif lâm mim râ tilke âyâtu’l- kitâb (kitâbi), vellezî unzile ileyke min rabbike’l- hakku ve lâkinne ekseren nâsi lâ yu’minûn (yu’minûne).: Elif, Lam, Mim, Ra. İşte bunlar (kutlu) Kitab’ın âyetleridir. Ve Sana RABBinden İNDİRilen Hakk ve Hakikatlerdir. Ne var ki insanların çoğu imân etmezler (etmeyeceklerdir).” (Ra'd 13/1)

قُلْ أَنزَلَهُ الَّذِي يَعْلَمُ السِّرَّ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِنَّهُ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Kul enzelehullezî ya’lemus sırre fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), innehu kâne gafûran rahîmâ (rahîmen).: De ki: "Onu (Kur’ÂN’ı), göklerde ve yerde gizli olanı (bütün sırları) bilen (ALLAH) İNDİRmiştir. (Tüm bilimlerin şifresi ve yararlı bilgilerin özeti Kur’ÂN-ı Kerim’dedir.) Doğrusu O, (tevbekâr mü’minleri) çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir.” (Furkân 25/6)

Sır.: Bilinmesi istenmeyen, gizli tutulan şey; anlamak için aklın âciz kaldığı şey..

تَنزِيلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ فِيهِ مِن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
“Tenzîlu’l- kitâbi lâ reybe fîhi min rabbi’l- âlemin (âlemîne).: İçerisinde(ki âyet ve haberlerde) asla şüphe ve çelişki olmayan bu Kitab’ın İNDİRilişi, âlemlerin RABBi (katın)dandır.” (Secde 32/2)

تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
“Tenzîlu’l- kitâbi minallâhi’l- azîzi’l- hakîm (hakîmi).: (Bu) Kitabın İNDİRilmesi, Üstün ve Güçlü olan, Hüküm ve Hikmet sahibi ALLAH (katın)dandır.” (Zümer 39/1)

تَنزِيلٌ مِّنَ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
“Tenzîlun miner rahmânir rahîm (rahîmi).: (Bu Kur’ÂN) Rahmân ve Rahîm (olan RABBiniz)’den (Hz. Peygamber aleyhisselâm üzerinden bütün kullarına hidâyet ve saadet rehberi olarak) İNDİRilmiştir.” (Fussilet 41/2)

تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
“Tenzîlu’l- kitâbi minallâhi’l- azîzi’l- hakîm (hakîmi).: (Bu kutlu) Kitab’ın (Kur’ÂN’ın) İNDİRilmesi, Çok Üstün ve Güçlü, Gerçek Hüküm ve Hikmet sahibi ALLAH’tandır.” (Ahkâf 46/2)

تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
“Tenzîlun min rabbi’l- âlemin (âlemîne).: (Kur’ÂN) Âlemlerin RABBinden İNDİRilmedir. (ALLAH’ın hikmetli öğütleri ve hükümleridir.)” (Hâkka 69/43)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

2-) Kur’ÂN-ı Kerîm =>Lâfz ve mânâ itibâriyle i’câzdır, âciz bırakır.:

İ’câz-ı Kur’ÂN..
İ’câz.: Bir konuda başkalarının acziyetini isbat etmektir. Sonra, bu kavram lâzımı olan “bir işte başkalarının acziyetini izhar etmek/ortaya çıkarmaktır’ mânâsıyla kullanılmıştır.
İ’câzü’l-Kur’ÂN ise; Mahlukatı onun gibi bir eser vücuda getirmekte âciz bırakan yönlerin is¬batıdır. Burada faile izâfeten masdar kullanılmış, mef’ulü ve diğerleri hazfedilmiştir..
Kur'ÂN-ı Kerîm’in, ALLAH’ın İndinden geldiğini, ALLAHu TEALÂ’nın Resûlü-ü S’adık’ına gönderdiğini izhar etmektir..

İbn Hacer el-Heytemî’nin bu konuda bazı tesbitleri vardır. Şöyle demektedir;
“Bazı kolay ifâde edilebilen âyetlerde dahi, insanların benzerini getirmekten âciz olması meselesinin müşâhedesidir.” (Şerhu Hemziyyeti’l-Bûsirî libni Hacer el-Heytemî, sh.134, 1326 h.)
Sonra;
“(Bazısının) kendinden öncekilerle ve sonrakilerle çeşitli türden irtibatları ondaki hükmün harikalığındandır.” (Şerhu Hemziyyeti’l-Bûsirî libni Hacer el-Heytemî, sh.134, 1326 h.)

“Hakikaten, insanlar, mâkabli ve mâba’diyle münâsebetleri nazara alınarak, âyetlerinden bir âyette;

ثُمَّ نَظَرَ
“Summe nazar (nazare).: Sonra baktı.” (Müddessir 74/21)

Anlatılan, bazı âyetlerde ifâde edilen mevzu’ları dile getirmekten âcizdir¬ler.”
(Şerhu Hemziyyeti’l-Bûsirî libni Hacer el-Heytemî, sh.134, 1326 h.)

“Açıkça söylemek gerekirse, hariçten müşâhede eden birisi üç âyetin ben¬zerini peş peşe sıralamaktan âciz kalır. Çünkü anlattığı şeyle ilgili hiç kimseden benzer bir şey işitmemiştir.” (Şerhu Hemziyyeti’l-Bûsirî libni Hacer el-Heytemî, sh.134, 1326 h.)

Suyûtî, “Mu’terekü’l-Akrân fi İ’câzü’l-Kur’ÂN” isimli eserinde i’câza dâir 35 vechin bulunduğunu zikretmiştir.
Hurûf-u mukattaa, bazı sûrelerin başında gelen "Elif Lâm Mim" , "Ha Mim" , "Sad" gibi harflerdir ve bunlar hecâ harflerinin yarısını teşkil eder. Bunlar kullanılış bakımından en çoğu ve en kolayıdırlar..

"Bunun gibi daha nice binekleri olanlar için yaratmış olmamızdır."

وَخَلَقْنَا لَهُم مِّن مِّثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ
“Ve halaknâ lehum min mislihî mâ yerkebûn (yerkebûne).: Ve onlar için, onun gibi (gemiler gibi) binecekleri şeyler yarattık.” (YâSîn 36/42)

"uhdûd Ashâbına lânet olundu. Tutuşturdukları ateşin karşısına oturur, mü'minlere yaptıkları işkenceyi seyrederlerdi."

قُتِلَ أَصْحَابُ الْأُخْدُودِ
النَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِ
إِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ
وَهُمْ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ
“Kutile ashâbul uhdûd(uhdûdi). Ennâri zâtil vekûd(vekûdi). İzhum aleyhâ kuûd(kuûdun). Ve hum alâ mâ yef’alûne bil mu’minîne şuhûd(şuhûdun).: Hendeklerin sahipleri helâk edildi. (İçi) yakıt dolu ateşin (sahipleri). Ki onlar, onun (ateşin) etrafında oturmuşlardı. Ve onlar, mü'minlere yaptıkları şeyleri seyrediyorlardı.” (Bürûc 85/4-7)

Âyetleri trene işâret etmektedir. "el-uhdûd. Ennâri zati'l-veküdi." ifâdeleri âdeta tünelden başında ateş saçan dumanlarıyla çıkan bir TREN anlatılır gibidir. Bence bu çok şaşırtıcı bir benzerliktir. Aynı şekilde, "meseli nûrihi kemişkâtin fîha müsbâhun"

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
“Allâhu nûru’s- semâvâti ve’l- ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), nûrun alâ nûr (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhu’l- emsâle li’n- nâs (nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).: ALLAH, göklerin ve yerin nuru'dur. O'nun nuru, içinde misbah (lâmba) bulunan kandil (ışık saçan bir kaynak) gibidir. Misbah, sırça (cam) içindedir. Sırça (cam), inci gibi (parlayan) yıldız gibidir. Doğuda ve batıda bulunmayan mübârek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı, ona ateş değmese de kendi kendine ışık verir. Nur üzerine nurdur. ALLAH dilediğini nuruna hidâyet eder (ulaştırır). Ve ALLAH, insanlara örnekler verir. Ve ALLAH, herşeyi en iyi bilendir.” (Nûr 24/35)

Âyeti elektriğe işaret etmektedir. Bu konuda yaptığımız gezinti yeterlidir kanaatindeyiz. Zira, Kur’ÂN’ın kıymeti ve i’câzı konusunda en ufak tereddüdümüz yoktur..
"And olsun ki düşünülmesi, anlaşılması ve ezberlenmesi için Biz Kur'ân'ı kolaylaştırdık."

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
“Ve lekad yesserne’l- kur’ÂNe lîz zikri fe hel min muddekir (muddekirin).: Ve andolsun ki BİZ, Kur'ÂN'ı, zikir için kolaylaştırdık. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var mı?” (Kamer 54/17,22,32,40)

KUR'ÂN-ı KERÎMde =>ACİZLİK-ACİZ BIRAKMAK İLe İLgiLi ÂyetLeR.:

فَبَعَثَ اللّهُ غُرَابًا يَبْحَثُ فِي الأَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارِي سَوْءةَ أَخِيهِ قَالَ يَا وَيْلَتَا أَعَجَزْتُ أَنْ أَكُونَ مِثْلَ هَذَا الْغُرَابِ فَأُوَارِيَ سَوْءةَ أَخِي فَأَصْبَحَ مِنَ النَّادِمِينَ
“Fe beasallâhu gurâben yebhasu fî’l- ardı li yuriyehu keyfe yuvârî sev’ete ahîh (ahîhi) kâle yâ veyletâ e ACEZtu en ekûne misle hâze’l- gurâbi fe uvâriye sev’ete ahî, fe asbaha minen nâdimîn (nâdimîne).: Derken, (ne yapacağını şaşırmış vaziyette bocalarken) ALLAH ona, yeri eşeleyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir karga gönderdi. (Bu âyetle insanların nebatat ve hayvanların hareket tarzından teknik ve pratik örnekler çıkarabilmesi öğütlenmektedir. Kardeş katili Kâbil;) "Bana yazıklar olsun" dedi. "Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten ACİZ miyim?" Artık (o), pişmanlık duyanlardan olmuştu (ama iş işten geçmişti).” (Mâide 5/31)

إِنَّ مَا تُوعَدُونَ لآتٍ وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ
“İnne mâ tûadûne le âtin ve mâ entum bi MU’CİZÎN (mu’cizîne).: Hiç şüphesiz, size va’ad edilen (her şey) mutlaka gelecek (ve gerçekleşecek)tir. Ve (ey kâfirler ve zâlimler) siz (BİZİ asla) ACİZ bırakacak değilsiniz. (ALLAH’ın va’adini ve takdirini asla engelleyemezsiniz!)” (En'âm 6/134)

وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَبَقُواْ إِنَّهُمْ لاَ يُعْجِزُونَ
“Ve lâ yahsebennellezîne keferû sebekû, innehum lâ yu'cizûn (yu'cizûne).: İnkâr (ve nankörlük) edenler, (öyle) yakayı kurtarıp gideceklerini sanmasınlar; gerçek şu ki, onlar (BİZİ) ACİZ bırakamazlar. (Kötülüklerinin unutulacağını ve Allah’ı atlatacağını zannedenler gafillerdir.)" (Enfâl 8/59)

فَسِيحُواْ فِي الأَرْضِ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَاعْلَمُواْ أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّهِ وَأَنَّ اللّهَ مُخْزِي الْكَافِرِينَ
“Fesîhû fi’l- ardı erbeate eşhurin va'lemû ennekum gayru MU'CİZÎLLÂHİ ve ennallâhe muhzî’l- kâfirîn (kâfirîne).: Bundan böyle yeryüzünde (size tanınmış bir süre olarak) dört ay (daha) dolaşın. Ve bilin ki ALLAH’ı ACİZ bırakacak değilsiniz. Gerçekten ALLAH, inkâr edenleri hor ve aşağılık hale getirecektir.” (Tevbe 9/2)

وَأَذَانٌ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الأَكْبَرِ أَنَّ اللّهَ بَرِيءٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ فَإِن تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّهِ وَبَشِّرِ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
“Ve ezanun minallâhi ve resûlihî ilâ’n- nâsi yevme’l- haccı’l- ekberi ennallâhe berîun mine’l- muşrikîne ve resûluhu, fe in tubtum fe huve hayrun lekum, ve in tevelleytum fa'lemû ennekum gayru MU'CİZÎLLÂH (mu'cizîllâhi), ve beşşirillezîne keferû bi azâbin elîm (elîmin).: (Hacc-ı Ekber) En büyük Hacc gününde (ve Kurban Bayramı sürecinde bu gerçek) ALLAH ve Resûlü’nden (bütün) insanlara ilan edilip duyurulacaktır ki: ALLAH ve Resûlü kesinlikle müşriklerden ve (bâtıl sistemlerinden) uzaktır ve (zulüm düzenleri yıkılacaktır). Eğer tevbe ederseniz (ve İslam’a dönerseniz) bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki ALLAH’ı elbette aciz bırakacak değilsiniz. İnkâr edenleri acı bir azapla müjdele.” (Tevbe 9/3)

وَيَسْتَنبِئُونَكَ أَحَقٌّ هُوَ قُلْ إِي وَرَبِّي إِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَا أَنتُمْ بِمُعْجِزِينَ
“Ve yestenbiûneke ehakkun hû(hûve), kul î ve rabbî innehu le hakkun ve mâ entum bi mu’cizîn(mu’cizîne).: (Ey Resûlüm!) "Bu (söylediklerin) bir gerçek mi (hakikaten meydana gelecek mi)?" diye Senden haber soracaklar. De ki: "Evet, Rabbime andolsun ki, şüphesiz o (ahiret hesabı ve cezası) kesin bir gerçektir ve sizler (Rabbimi) ACİZ bırakacak değilsiniz." (Yûnus 10/53)

أُولَئِكَ لَمْ يَكُونُواْ مُعْجِزِينَ فِي الأَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ مَا كَانُواْ يَسْتَطِيعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُواْ يُبْصِرُونَ
“Ulâike lem yekûnû MU'CİZÎNE fî’l- ardı ve mâ kâne lehum min dûnillâhi min evliyâ (evliyâe), yudâafu lehumu’l- azâb (azâbu), mâ kânû yestetîûnes sem’a ve mâ kânû yubsirûn (yubsirûne).: (Katı İslam, ılımlı İslam gibi asılsız kavramlar uyduranlar var ya) Bunlar, yeryüzünde (ALLAH’ı) asla ACİZ bırakamayacak (ve zulüm saltanatlarını sürekli ayakta tutamayacaklardır) ve bunların ALLAH’tan başka velileri de bulunmayacaktır. Azap onlar için kat kat arttırılacaktır. (Çünkü) Bunlar (Hakkı) işitmeye tahammül edemiyorlardı ve gerçekleri de görmek istemiyorlardı (küfür ve kötülükte inatçı insanlardı).” (Hûd 11/20)

قَالَ إِنَّمَا يَأْتِيكُم بِهِ اللّهُ إِن شَاء وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ
“Kâle innemâ ye’tîkum bihillâhu in şâe ve mâ entum bi MU’CİZÎN (mu’cizîne).: (Nuh) Dedi ki: "(O benim elimde değil.) Eğer dilerse, onu size ALLAH getirecektir ve siz O’nu ACİZ bırakacak (bu azaba mâni olacak) da değilsiniz.” (Hûd 11/33)

أَوْ يَأْخُذَهُمْ فِي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُم بِمُعْجِزِينَ
“Ev ye’huzehum fî tekallubihim fe mâ hum bi MU’CİZÎN (mu’cizîne).: Ya da onlar, (gafletle) dönüp dolaşmaktalarken, (İlahi azabın) onları yakalayıvermesinden (nasıl emindirler ve neye güvenmektedirler?) Ki onlar (bu konuda ALLAH’ı) ACİZ bırakacak değildirler.” (Nahl 16/46)

وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
“Vellezîne seav fî âyâtinâ MUÂCİZÎNE ulâike ashâbu’l- cehîm (cehîmi).: Âyetlerimizin (inkârı ve hükümlerimizin yürürlükten kaldırılması) konusunda (BİZİ ve mü’minleri) ACZE düşürecekleri(ni sanarak) yoğun çabalar harcayanlar ise, (cehennemdeki) alevli ateşin halkıdırlar.” (Hac 22/51)

لَا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ وَلَبِئْسَ الْمَصِيرُ
“Lâ tahsebennellezîne keferû MU’CİZÎNE fî’l- ard (ardı), ve me’vâhumu’n- nâr (nâru), ve le bi’se’l- masîr (masîru).: (Ey Resûlüm!) İnkâra sapanların, yeryüzünde (ALLAH’ı) ACİZ bırakacaklarını sanma (ki bu açıkça gaflet ve cehalet alâmetidir). Onların son barınma yerleri ateştir. O ne kötü bir dönüş ve gidiş yeridir.” (Nûr 24/57)

وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاء وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ
“Ve mâ entum bi MU’CİZÎNE fî’l- ardı ve lâ fî’s- semâi ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr (nasîrin).: Siz ne yerde ve ne de gökte (ALLAH’ı asla) aciz bırakamazsınız. (Füzelerinize ve uzay gemilerinize güvenmeniz boşunadır.) Sizin ALLAH’ın dışında velîniz yoktur, yardım edeniniz de olmayacaktır.” (Ankebût 29/22)

وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِّن رِّجْزٍ أَلِيمٌ
“Vellezîne seav fî âyâtinâ MUÂCİZÎNE ulâike lehum azâbun min riczin elîm (elîmun).: (Hâşâ, ALLAH’ı) ACİZ bırakmak için ayetlerimiz hakkında (hükümlerimizi geçersiz kılmak hususunda, şeytanca) çaba harcayanlar var ya; işte onlar için ise (en) iğrenç olanından acı (ve devamlı) bir azap vardır.” (Sebe’ 34/5)

وَالَّذِينَ يَسْعَوْنَ فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُوْلَئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ
“Vellezîne yes’avne fî âyâtinâ MUÂCİZÎNE ulâike fî’l- azâbi muhdarûn (muhdarûne).: Âyetlerimizi (ve bazı hükümlerimizi) ACİZ/etkisiz bırakmak (artık bunlar gereksiz deyip geçersiz kılmak) için çaba harcayanlar var ya; işte onlar da azabın içine (atılmaya) hazır hale getirilmişlerdir.” (Sebe’ 34/38)

أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَكَانُوا أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعْجِزَهُ مِن شَيْءٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ إِنَّهُ كَانَ عَلِيمًا قَدِيرًا
“E ve lem yesîrû fî’l- ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim ve kânû eşedde minhum kuvveh (kuvveten), ve mâ kânallâhu lî YU’CİZEHU min şey’in fîs semâvâti ve lâ fî’l- ard (ardı), innehu kâne alîmen kadîrâ (kadîren).: (Bunlar) Yeryüzünde hiç gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden önceki kavimlerin sonlarının nasıl olduğunu görsünler! Ki onlar (bunlardan her bakımdan) daha güçlü idiler. (İşte o geçmiş medeniyetlerin ve milletlerin şu harabelerine baksınlar da) Ne göklerde, ne de yerde ALLAH’ı ACİZ bırakacak hiçbir şey olmadığını (anlasınlar). O (her şeyi hakkı ile) Bilen ve (istediğini yapmaya) gücü yetendir (her şeye Kâdir olandır).” (Fâtır 35/44)

فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا وَالَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْ هَؤُلَاء سَيُصِيبُهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا وَمَا هُم بِمُعْجِزِينَ
“Fe esâbehum seyyiâtu mâ kesebû, vellezîne zalemû min hâulâi se yusîbuhum seyyiâtu mâ kesebû ve mâ hum bi MU’CİZÎN (bimu’cizîne).: Böylece, (sonunda) kazandıkları kötülükler(in acı akıbetleri) onlara isabet etmişti. (Şimdi) Bunlardan (bu asrın insanlarından) zulmetmiş olanlara da kazandıkları kötülükler (mutlaka) isabet edecektir (ve zulüm düzenleri başlarına çökecektir). Ve onlar (bu takdiri kendilerine uygulayacak ALLAH’ı) ACİZ bırakamayacaklardır.” (Zümer 39/51)

وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ
“Ve mâ entum bi MU’CİZÎNE fî’l- ard(ardı), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr (nasîrin).: Siz yeryüzünde (BİZİ-RABBinizi) ACİZ bırakacak (deprem, sel, kuraklık gibi felaketlerimizi savuşturacak) değilsiniz. Ve sizin ALLAH’ın dışında bir velînizin ve yardım edicinizin olması da mümkün değildir.” (Şûrâ 42/31)

وَمَن لَّا يُجِبْ دَاعِيَ اللَّهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْأَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِن دُونِهِ أَولِيَاء أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
“Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi MU’CİZİN fî’l- ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn (mubînin).: "(Şunu bilin ki) Kim ALLAH’a (ve İslami kurallara) dâvet edene icâbet etmezse, artık o yeryüzünde (ALLAH’ı) ACİZ bırakacak değildir ve onun O’ndan (elçilerin ALLAH’tan) başka velîleri yoktur. İşte onlar, (ALLAH’ın çağrısına ve uyarılarına aldırmayanlar) apaçık bir sapkınlık içindedirler" (diye uyarmışlardı).” (Ahkâf 46/32)
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön