RUHLARA AB-I HAYAT... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)

Alt Forumda kotegarize edilmeyen diğer Hakk Dostları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

RUHLARA AB-I HAYAT... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)

Mesaj gönderen meryemnur »


Eşrefoğlu Rumi'nin (k.s.) değerli eseri Müzekki'n- Nüfus'tan (Ruhlara Ab-ı Hayat) alıntılar:



Resim


Ey aziz kardeşim, madem ki bu dünyaya geldin. O halde şu temiz ve pak ruhlara bir göz at. Bak gör ki, dünya ile ne yaparlar. Asil, temiz ve pak ruhlar, bu fani ve aldatıcı dünyaya gönül vermezler, aldanmazlar, bu fani hayatla avunmazlar. Onlar da bu dünya hayatında çalışırlar, kazanırlar, yerler, içerler. Fakat kendilerini ALLAH'ın huzuruna layık birer kul olarak yetiştirmekten de geri kalmazlar. ALLAH'a yönelen temiz, asil ve pak ruhlu insanların bu hayattaki belli- başlı hareket ve davranışları şunlardır:

1) ALLAH'ın kendilerine vermiş olduğu rızıklardan başkalarına da yedirirler, içirirler.

2) Muhtaç ve yoksulların ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarına tercih ederler. Mesela :

a) Kendilerinden önce fakirleri yedirirler, içirirler,

b) Kendilerinden önce yoksul ve çıplakları giydirirler.

3) Düşmanların bile yardımına koşarlar.

4) Kapılarına gelen yoksulları geriye boş çevirmezler.

5) Dara düşmüşlerin imdadına koşarak, gönüllerine ferahlık verirler.

6) İhtiyaç içinde olanların ihtiyaçlarını giderirler.

ALLAH'a yönelen temiz ve pak ruhlar, bir ömür boyu hep şu hadisle amel ederler:

-"Birisi sizden bir hacet dilerse bunu hemen verin, yerine getirin. Ertesi günü kendiniz muhtaç duruma düşseniz dahi verin, kardeşinizin hacetini görün."

Bu hadisle öyle amel ederler ki kendileri için son derece lüzumlu olan bir şeyi dahi istek anında verirler. Kendileri kanaat ederler, şahsi ihtiyaçlarına sabrederler. Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH'ta bu hususiyetlerinden ötürü onlara yüce mertebeler ihsan buyurur...

En son meryemnur tarafından 08 Eyl 2010, 21:23 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan alıntılar... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen meryemnur »



~ BİR HİKAYE ~



Resim



ALLAH'ın rahmeti üzerine olsun, Hasan Basri anlatır:

- Ashabdan birisi oruç tutardı. Akşamleyin evinde de çok kere yiyecek bir şey bulunmazdı. Orucunu sadece su ile bozduğu zamanlar olurdu. Ensardan biri o sahabenin bu haline vakıf oldu ve kendisini yemeğe davet etti. Akşama yakın evine gelen Ensar, evde ne gibi yiyeceklerin bulunduğunu sordu ve akşamleyin eve misafir geleceğini söyledi. Hatunu, evde çok az bir yiyeceğin bulunduğunu, onun da ancak küçük çocuklarına yetecek kadar birşey olduğunu ifade etti. Bunun üzerine şöyle birşey kararlaştırdılar:

Küçük çocuklarını erkenden uyutacaklardı. Misafir gelince de bir bahane ile kandili yakmayıp karanlıkta oturacaklardı. Böylece, karı-koca onlar, kaşığı boş götürüp, boş getirecekler, bu arada misafir de o bir kişilik yemeği yemiş olacaktı...

Ve öyle yaptılar. Misafir de o bir kişilik yemeği afiyetle yedi.

Sabah olunca ensardan olan bu kişi namaza gitmişti. Orada Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem ile karşılaştılar.

ALLAH 'ın Resulü kendisine hitaben şöyle dedi:

- "ALLAH sizin yaptığınzdan razı oldu."

Daha sonra şu ayeti okudu:

-"Kendileri ihtiyaç içinde olsalar dahi, başkalarının ihtiyacını kendi ihtiyaçlarına tercih ederler" ( Haşr suresi, ayet:9)


İşte ilk müslümanların hali ve hayatı buydu. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, çok kerre kendileri aç kalır, elindekini avucundakini fakir ve muhtaçlara dağıtırlardı. Şunu da ifade edelim ki, bu noktada mühim olan, bu ruhu taşımaktır. Yani olmayıp da vermemekle, olup ta vermemek arasındaki farkı ayırt etmeliyiz. Cemiyette hayatın ahengi, fertler arasındaki sevgi, saygı, birlik, beraberlik, yardımlaşma tesanüt duygularının varlığına ve bu duyguların fiiliyata dökülmüş olmasına bağlıdır. Eğer fertlerde bu duygular varsa ve gerektiğinde fiiliyata dökülebiliyorsa o cemiyette hayat, huzurlu ve ahenkli olur. Aksi halde ise orada ne huzur olur, ne de ahenk. Şu hususu da belirtelim ki, ebedi saadete ancak ruhlarını temiz ve güzel duyguları fiiliyat halinde gösterebilenler, mazhar olabilirler. Nitekim şu ayet bu hususlara açıkça işaret etmektir.

ALLAH (c.c.) buyurur:

O günde ki, ne mal fayda verir, ne de oğullar. Meğer ki kötü duygulardan arınmış bir kalb ile ALLAH'a gelenler ola.

(Şuara suresi, ayet: 88-89)



(Sayfa:121-122)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan alıntılar... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


MUKARREBLERİN İÇECEKLERİ


ALLAH kendisinden razı olsun, Ebu Derda der ki:

- Dünya hayatını ALLAH yolunda geçirenler cennette öyle meşrubat içeceklerdir ki eğer bir kimse onlardan birine parmağını batırsa da dünyaya getirp şöyle uzaktanbir koklatsa, oradaki canlılar hemen koşarak ondan mutlaka koklamak isterler, öyle ki, onu koklayabilmek için adeta çılgına dönerler..

Aziz müslüman kardeşim bu dünyada ALLAH'ın öyle aşık kulları vardır ki, onlar sahip oldukları aşk-ı ilahi ile bu cennet meşrubatının kokusunu duydukları gibi kendisinden de içmişlerdir. Bu, ancak ALLAH dostlarına, ALLAH yolunun gerçek yolcularına nasip olur. O zevki, ancak aşk-ı ilahi ile esrik olanlar tadabilirler. Hemen niyaz edelim ki, şanı mübarek ve yüce olan ALLAH, herbirimize böylesi bir aşk-ı ilahi nasip eylesin..

Mevlana Celaleddin şöyle der:

-Ey mümin kulağını biraz bana ver, ta ki cennete varınca tadacağın zevklerden biraz bahsedeyim de seni o baki mekana özendireyim..

Müminler cennette içecekleri suyun adı Tesnimdir'dir. Tesnim, cennette akan bir pınardır. Bu suya Tesnim denilmesinin sebebi şudur ki, ondan bardaklara konur ve yalnız mukarrebler yani ALLAH'a yakın olanlar içer. Vakıa diğer cennet ehilleri de içer. Fakat onlarınkinin tadı değişik olur. Mukarrebler, bu dünyada yalnız ALLAH'a gönül veren O'ndan başkasına asla meyletmeyen kişilerdir. Mukarreblerin içecekleri bu meşrubatın lezzeti dillerle vasfedilemez. Ancak şukadarını söyleyebilir ki, eğer ona bir iğnenin ucu batırılıp çıkarılsa da sonra o iğne bu dünya denizlerine daldırılsa istisnasız hepsini de tatlı hale getirir. Öyle ki, bunu, o denizdeki canlılar bile hisseder..


Ey müslüman kardeşim, eğer ALLAH'ın halis kullarına mahsus bu meşrubattan içmek istersen bu dünyada nefsani arzulardan, nefsani arzulara uymaktan vazgeç. ALLAH'ın yoluna gir. Onun bu dünyada içilmesini haram kıldığı içkileri içme. Eğer içtiysen veya içmekte isen tevbe et. Bir daha içmemeğe azmeyle ve içme. İşte Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu dünyada ALLAH'ın haram etmiş olduğu içkileri içenler hakkında şöyle buyurur:

- "Dünyada haram içkiler içerek tevbe etmeden ölenlere ALLAH ahirette kevser şarabını haram eder."


Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)

Müzekki'n Nüfus
(S. 191-192)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan alıntılar... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



BİR HİKAYE


Bir defasında, İbrahim aleyhisselamın kapısına bir fakir geldi ve ALLAH rızası için sadaka istedi. İbrahim aleyhisselam ona bir şeyler verdi. Fakir oradan ayrıldıktan sonra İbrahim aleyhisselamın bir komşusunun kapısına gitti. Onun oraya gittiğini gören İbrahim aleyhisselam kendi kendine düşündü:

-Eğer evimin o tarafında bir kapı olsaydı bu fakir oraya da gelirdi..

Böyle düşündükten sonra, evinin o tarafına da bir kapı açtı. Ta ki, birisi gelir de ALLAH adıyla birşey isterse oradan da birşeyler verebilsin...

Ey aziz kardeşim, ALLAH'ın sana vermiş olduğu nimetlerden seninde başkalarına yani muhtaçlara vermen senin için vazifedir, bir mükellefiyettir.


Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)

Müzekki'n Nüfus
(S.98)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan alıntılar... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


İNFAK ADABI

Ey aziz kardeşim, eğer bu dünya malını sevmem dersen gönlünde ona yer vermemeli, ondan kaçmalısın. Zira malumdur ki, kişi sevmediğinden kaçar. Dünya sevgisinden yalnız kendi gönlünü korumuş olmakla kalmamalı, aynı zamanda aile efradının gönüllerini de korumalısın. Gönlünde dünya malı sevgisi olmayan insan, sahibi olduğu mal, mülk ve serveti ile çok hayırlar yapar. Fakir ve muhtaçlara yardımlar eder. Gönlü dünya malı sevgisi ile dolu olanlar ise mal ve mülklerini sıkı sıkya tutarlar. Fakir ve muhtaçlara yardımda bulunmazlar. Hep kendi nefsleri için harcarlar. Yahut varislere bırakırlar. Böyle mal, mülk ve servetlerde hayır yoktur. ALLAH yolunda harcanamayan mal, mülk ve servetler şerli varlıklardır. Hayırlı mal odur ki, helalinden ve meşru yoldan kazanılmış ola ve ALLAH yolunda sarfedile. Hatta İbrahim aleyhisselam sahip olduğu elbiselerin iyisini fakirlere verir, kendisi en adi elbiseleri giyerdi. Aynı şekilde, kendisi çok kere para ekmeği ile iktifa ederdi, fakat fakirlerle misafirlerine en iyi yiyecekleri ikram ederdi. Halbuki zamanımızın varlıklı insanları öyle uzun boylu fakiri fukarayı, aç ve çıplakları gözetmedikleri gibi üstelik verdiklerini de en düşüğünden yani artık kendilerinin hoşuna gitmeyen şeylerden veriyorlar. Bunlar esasında cimrinin tekidirler. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vessellem, fakirlere vereceği parayı bile önce yıkar, sonra miskler ve öyle verir ve şöyle derdi:

- "Fakirlerin eli, ALLAH'ın elidir.."



Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)

Müzekki'n Nüfus
(S.106)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan alıntılar... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


~ SABR-I CEMîL ~



ALLAH’ın rahmeti onun üzerine olsun, İbni Mübarek der ki:

-“ Musibet birdir. Fakat sabretmeyince iki olur. Bunlardan biri büyük musibettir. Diğeri de küçük musibettir. Büyük musibet, musibete sabretmeyenlerin elinden alınan “Musibete sabır” sevabıdır. Kendisine sabredilmeyen bu musibet ise küçük musibettir…”

Demek ki, musibete sabretmeyip ah-vah etmek de bir musibettir. Hem de büyük musibettir. Zira bu musibet, musibete sabır sevabının elden gitmesine sebep olmaktadır. ALLAH’ın rızasını isteyen müminler, ister rahat olsun, isterse mihnet olsun, cana zarar gelen ve hevay-i nefsin hoşuna gitmeyen bütün hususlarda sabır ve tahammül gösterirler, darlanmazlar, sızlanmazlar. Halis müminler, mihnet ve musibetlere sabrettikleri gibi, nimetlere de şükrederler. Zira nimetlere şükretmek de bir nevi bir musibete sabretmek demektir. Nitekim Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellemin bu hususları dile getiren hadisleri pek çoktur. Mesela şu hadis, bu cümledendir. ALLAH’ın Resulü buyururlar:

-“ Hem darlık hem de genişlik zamanlarında ALLAH’a hamdedenler, kıyamet günü cennete çağırlırlar.”

Musibetlere sabredip tahammül göstermek, muhabbetullah alametidir. Zira kişi ancak sevdiğinin zahmetlerine sabreder. Bu dünya bir imtihan alemidir. Binaenaleyh orada herkes musibetlere, meşakkatlere, belalara maruz kalabilir. İşte ALLAH’ın halis kulları bu musibetleri sabır, sükunet ve tahammül ile karşılarlar. Asla sızlanmazlar, darlanmazlar, ah-vah etmezler. ALLAH’ın sevdiği kulları da bu dünyada musibetlere ve meşakketlere maruz kalabilirler. Nitekim Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellemin, bu hususları tesbit eden hadisleri pek çoktur. Ayrıca biraz önceleri vermiş olduğumuz ayet de bu hususu belirtmektedir. Mesela şu hadis, bu hususu belirten hadisler cümlesindendir. ALLAH’ı Resulü buyurur:

-“ Şanı mübarek ve yücelan ALLAH bir kulunu sevdi mi, onu imtihan etmek için kendisini musibetlere müptela kılar. Yine ALLAH böyle kulunu bir musibete maruz bıraktığı zaman ise ona sabretme gücü verir.”

ALLAH’ın öyle kulları vardır ki, onların nazarında nimetle mihnetin, rahatla zahmetin hiçbir farkı yoktur. Yani onlar için nimet de birdir, mihnet de. Rahat da birdir, zahmet de. Mihnet ve meşakkatlere sabır ve tahammül gösterirler. Böylece sıkıntılara katlanırlar. Yine bir nimete mazhar oldukları zaman da bunun şükrünü eda edebilmek için zahmet ve meşakkatlere katlanırlar. Hasılı, ALLAH’ın halis kulları için nimetlerle mihnetler adeta birbirlerinden farksız şeylerdir. O halde sen de ey müslüman kardeşim, musibetlere, mihnetlere, belalara sabırlı ve tahammüllü ol. Musibetler karşısında metanet göster. ALLAH’a tevekkül et. Nimetlere de şükret. Nail olduğun nimetlerin şükrünü edaya çalış!...


Cana cefa kıl ya vefa,
Senden hem o hoş, hem bu hoş.
Ya dert gönder, ya deva,
Senden hem o hoş, hem bu hoş.

Hoştur bana senden gelen,
Ya hıl’at, yahut kefet,
Ger taze gül yahut diken,
Senden hem o hoş, hem bu hoş.

Ger bağ-ü ger bostan ola,
Ger bend-ü ger zindan ola,
Ger vasl-ü ger hicran ola,
Senden hem o hoş, hem bu hoş.

Halimi bir dem sora gel,
Diler isen bağrımı del,
Ey kahrı ve lutfu güzel,
Senden hem o hoş, hem bu hoş.

Gelse Celalinden cefa,
Yahut Cemailinden vefa,
İkisi de cana safa,
Senden hem o hoş, hem bu hoş.


Evet, gerçekten aşıklar rahat ile mihneti ayırt etmezler. ALLAH’dan her ne gelirse onu sineye çekerler. Bu rahattır, bu mihnettir demezler. Ahalinin zahmetine de töhmetine de..katlanırlar. Fakat buna karşılık ALLAH indinde kendilerine misilsiz ecirler vardır. Bunun böyle olduğu bir çok hadislerle sabittir. Mesela aşağıdaki hadis bu cümledendir. ALLAH’ın Resulü Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyururlar:

-“ Belalar önce Peygamberlere sonra evliyaya daha sonra da sırasıyla benzerlerine ve benzerlerine havale olunur.”

Bu hadis de gösteriyor ki, şanı mübarek ve yüce olan ALLAH’ın en sevdikleri de en çok bela ve musibetlere maruz kalabiliyorlar. Yani ALLAH sırf kullarının sabır edip edemeyeceklerini bizzat kendilerine göstermek için onlara bela ve musibetler verebiliyor. Şu halde bela ve musibetlere sabredip tahammül göstermek gerekir. Ta ki şanı mübarek ve yüce olan ALLAH’ın Levh-i Mahfuzda yazmış olduğu dostluk sabit kalabilsin…

Bahtiyar kullar, ALLAH dostluğunu kazanan ve aynı zamanda bunu koruyabilen insanlardır. Belalara ve musibetlere sabredip tahmmül göstermek de ALLAH dostluğunu koruyabilmenin baş sebeplerinden biridir. ALLAH’ın takdiri dahilinde olan bela ve musibetlere sabredemiyenler O’nun dostluğunu muhafaza etmemiş olurlar.

-“ Ben ALLAH’ım. Benden başka ibadete layık hiçbir zat yoktur. Ancak ben varım. Muhammed de benim habibim ve Resulümdür. Kim ki, benim hükmüme teslim olur, belalara sabreder, nimetlerime de şükreylerse işte ben onu sıddıklsr zümresinden yazar ve kendisini sıddıklarla beraber haşrederim. Kim de benim hükmüme teslim olmaz, belalara sabretmez, nimetlerime de şükreylemezse o da kendisine benden başka ilah bulsun.”

Ey aziz kardeşim, bu sözlerde, musibetlere sabretmeyenler için büyük ihtarlar vardır. Zira görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen alemlerin Rabbı şöyle buyurur:

-“Kim ki benim hükmüme razı olmaz, belalara sabretmez, nimetlerime de şükreylemezse o da kendisine benden başka bir ilah bulsun..”

ALLAH korusun, Alemlerin Rabbını ilah edinmeyen birisini ise imandan çıkar, putperest veya kafir olur. Bütün bunlar, musibetlere sabretmenin ne derece ehemmiyetli bir husus olduğunu gösterir.

Keşşaf sahibi der ki :
-“Sıddıkdan murat, Peygamberlerin ashabının büyükleri ve ileri gelenleridir.”

ALLAH yolunda sabreylemek, nefsle bir nevi mücadele etmek demektir. Zira bela ve musibetler nefse zor gelir. Onlara sabır ve tahammül göstermek için ise nefsle mücadele etmek, riyazatta bulunmak gerekir. Vakıa ALLAH aşıları daima bir nefs mücadelesi içindedirler. Bunula beraber, bela ve musibet anlarında buna ayrı bir itina göstermek gerekir. Zenginlerin fakirlerle hemhal olmaları ve onların ihtiyaç ve sıkıntılarını gidermeleri bir vazife ve mükellefiyettir. Öfke halinde sabretmek ve öfkeye hakim olmaksa büyük bir sabırdır. ALLAH yolunda bela ve musibetlere sabredip tahammül gösteren büyük müslüman erkek ve kadınları pek çoktur. Şimdi onların bazılarının hayatından birkaç sahne veril ki, müslüman kerdeşlerimiz görsünler.

Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)

Müzekki'n Nüfus
(S.240-245)

Resim
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan alıntılar... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen nur-ye »

SEVgili meryemnurcuğum ellerin dert görmesin CEZÂkALLAHu HAYR-AN(Allah sana hayırlı mükâfaat versin!)

2009'da KulihvanimİZle Hazreti ziyaret etmiştik sizlerle tekrar paylaşıyoruz İNŞAALLAH!


Resim

Kitabesi
Resim

Resim

Câmisi


Resim

Resim

Câmi Avlusunda Açıkta Kabr-i Şerifi
Resim
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan alıntılar... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen meryemnur »

nur-ye yazdı:Resim---- Üsâme İbnu Zeyd (radıyalahu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kim, kendisine yapılan bir iyliğe karşı, bunu yapana: "Cezâkellâhu hayran (Allah sana hayırlı mükâfaat versin!)" derse teşekkürü en mükemmel şekilde yapmış olur"


Tirmizî, Birr 86, (2036)
nur-ye yazdı:SEVgili meryemnurcuğum ellerin dert görmesin CEZÂkALLAHu HAYR-AN(Allah sana hayırlı mükâfaat versin!)

2009'da KulihvanimİZle Hazreti ziyaret etmiştik sizlerle tekrar paylaşıyoruz İNŞAALLAH!

SEVgili nur-ye ablam, ne mutlu öğrendiğiyle amel edenlere, Rasulallah Efendimizin (s.a.v.) nurlu yolunda iz sürenlere..
Bu güzell hadis-i şerifi öğrenmemize vesile olduğun için CEZÂkALLAHu HAYR-AN ~ALLAH sana da hayırlı mükâfaat versin ve ziyaretinizi kabul buyursun inşALLAH..

sevgilerimle..


Resim
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan alıntılar... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


~ EYYÜB (A.S.) SABRI ~



Belâ ve musibetlere sabredenlerden biri de ALLAH’ın elçisi Eyyüb aleyhisselamdır. Onun sabrı tarihinde ve bütün cihanda meşhurdur. Eyyüb aleyhisselam ne zaman namaza dursa, hiçbir şey onun gönlünü ALLAH’tan ayırmazdı. Yani onun gönlüne Haktan gayrı bir şey asla girmez ve orada yer etmezdi. İbadet ve taat hususunda o derece sabırlı ve tahammüllü idi ki, şanı mübarek ve yüce olan ALLAH onu meleklerine methederdi. Onun sabır ve tahammülü yerde-gökte yayıldı. ALLAH'ın bütün ruhani varlıkları yani melekler, manen onu ziyarete geldiler. Bu arada şeytan da onun bu izzet ve ikbalini görünce kendisini kıskandı, hased etti. Bir ara ALLAH’a niyazda bulunarak dedi ki:

-“Ey alemlerin Rabbi, bu kuluna ne kadar izzet, ikbal ve azamet vermişsin ki, bütün melekler onu ziyarete gelirler..”

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH buyurdu:

-“Eyyüp benim sabırlı kulumdur. Sabırlı kullarıma bu izzet ve ikballer bile azdır.”

Şeytan tekrar niyazda bulunarak dedi:

-“Ey alemlerin Rabbi, benim de senden bir dileğim var. Eğer izin verirsen ben de gideyim ve o kulunu deneyeyim. Eğer benim denemem de doğru çıkarsa senin o kulunun hakikaten sabırlı olup-olmadığı belli olur…”

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH buyurdu:

-“Ey rahmetten kovulmuş, sana izin, bir de sen dene!..”

Şeytan vardı, Eyyüb aleyhisselama binbir vesvese verdi. İlk defa malının- mülkünün telef olacağını vesveselemekle işe başladı. Daha sonra da evlad-ü iyal vesaire hususunda vesveseler verdi. Fakat her hususda Rabbına son derece mütevekkil olan Eyyüb aleyhisselam onun vesveselerine hiç aldırış bile etmedi. Her zamanki gibi işi gücü ve ALLAH’a ibadet ve taati ile meşgul oldu. Nihayet şeytan Eyyüb aleyhisselama şöyle bir vesvese verdi. Dedi ki:

-“Ya Eyyüb, burada hiç umursamaz bir vaziyette duruyorsun. Fakat kendisine güvenip mütevekkil olduğun Rabbin şu anda senden tamamen yüz çevirmiştir. Nitekim şu anda, dağdaki davarlarının hepsi de telef oldu. Onlara bir salgın geldi. Canlı bir tek koyunun bile kalmadı..”

Eyyüb aleyhisselam, şeytanın bu vesvesesine de hiç aldırış etmedi. Önce ALLAH’a hamd ve senada bulundu. Sonra da şeytana hitaben dedi ki:

-“ Sen, ey ALLAH’ın rahmetinden uzak olmuş şeytan! Koyunlarımın hepsinin mahvolduğunu söylüyorsun. Varsın mahvolsun. Onlarla benim alakam ne ki? Ben, ALLAH’ın aciz ve zayıf bir kuluyum. Kulun da nesi varsa efendisindendir. Efendi, kendi koyunlarını kırmış bana ne? Ben sadece bir kulum ve kulluğumu bilirim..”

Şeytanın ilk defa mal-mülk ve dünyalıktan vesvese vermesinden de anlaşılıyor ki, insanoğlunun en zayıf noktalarından biri mal hususudur. Şeytan müminleri yoldan çıkarmak istediği zaman önce malına el atar, malı canibinden vesvese verir. Gerçekten öyledir. Şeytan insanoğlunun en çok malı ile oynar. Eğer malı ile onu yoldan çıkaramazsa evlad-ü iyaline geçer, onlarla vesvese verir. Bu da tutmazsa kişinin kendi bedenine el atar, o hususda vesvese verir.

Mallarının telef olduğu şeklinde Eyyüb aleyhisselama vesveseler veren şeytan, ondan yukarıdaki cevabı alınca perişan oldu. Bu yoldan onu aldatamayacağını anladı. Bu sefer de, bermütad, evlad-ü iyal hususuna geçti. Eyyüb aleyhisselamın bir çok evladı vardı. Şeytan, onların başına bir şey gelebileceğini, binaenaleyh hepsinin birden ölebileceğini vesveseledi. Ancak Eyyüb aleyhisselam buna da hiç aldırış etmedi. Şeytana şu cevabı verdi:

-“Bugün mülk kimin? Hiç şüphesiz ki bir ve Kahhar olan ALLAH’ım.”

Hem dedi ki:

-“Benim evladlarıma can veren ALLAH’dır. Elbette alacak olan da odur. Madem ki canı veren odur. O halde istediği zaman bu canı almak da O’nun hakkıdır. Bundan bana ne ki? Veren O, alan O..”

Eyyüb aleyhisselamdan bu sözleri dinleyen şeytan, onu ALLAH yolundan çıkaramayacağını anlamıştı. Çok hayıflandı, canı sıkıldı. Sonra yine ALLAH’a niyazda bulunarak dedi ki:

-“Ey alemlerin Rabbi, Eyyüb kuluna ne büyük sabır ve tahammül gücü vermişsin ki, insanların en büyük iki zaaf noktası olan mal-mülk-dünyalık ve evlad-ü iyal hususunda kendisine nekadar vesvese verdimse senin yolundan saptıramadım. Eğer iznin olursa şimdi onu bir de kendi bedeni yönünden deneyeceğim..”

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH buyurdu:

-“Ey benim rahmetimden kovulmuş! Bana güvenen, bana tevekkül eden ve benim yolumda olan kullarımı sen asla saptıramazsın. Sen benim kudretimin kabzasında olan gönüllere nasıl nüfuz edebilirsin ki? Sana izin. Git istediğin denemeyi yap.”

Gerçekten ALLAH’a güvenip ona mütevekkil olanlara şeytanın vesvesesi asla tesir etmez. Nitekim ALLAH’ın Resulü peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir hadislerinde şöyle buyururlar:

-“Her kim ki ALLAH’la olursa ALLAH da onunla olur.”

Şeytan şanı mübarek ve yüce olan ALLAH’tan izin alınca hemen gitti. Eyyüb aleyhisselama kendi bedeninin sıhhati bozulup hastalanacağına ve dehşetli sıkıntılar çekeceğine dair çok vesveseler verdi. Ancak Eyyüb aleyhisselam bütün bu vesveselere de hiç aldırış etmedi. Bir müddet sonra Eyyüb aleyhisselam bir çok rahatsızlıklardan muzdarip duruma düştü. Çok acılar çekti, sıkıntılara maruz kaldı. Ancak hiçbir suretle şikayetçi olmadı. Hep ALLAH’a şükretti. Halbuki o sıralarda onun maruz kaldığı bedeni mihnet ve meşakkatler adeta bir insanın tahammül gücünün haricindeydi. Buna rağmen Eyyüb aleyhisselam sabretti tahammül gösterdi ve asla şikayetçi olmadı. Bütün bu ızdırap ve meşakkatleri çektiği esnada söyledikleri de sadece şuydu:

-“Ey Rabbım, bana hastalık ve mihnet isabet etti. Sen merhametlilerin en merhametlisin, sen bilirsin.” (Enbiya suresi, ayet: 83)

İşte bu ayet, Eyyüb aleyhisselamın gerçekten büyük bela ve musibetlere maruz kaldığını ve bütün bunlara sabır- tahammül gösterdiğini açıkça ifade etmektedir.

ALLAH’ın rahmeti onun üzerine olsun, büyüklerimizden Bayezid Bestami, bu kıssası mevzuunda der ki:

Eyyüb aleyhisselamın:

-Ey Rabbim, bana hastalık, mihnet ve sıkıntı isabet etti. (Enbiya suresi, ayet:83)

Demesi benim taaccübüme gitti. Kendi kendime dedim ki:

-“Ya Eyyüb, sen ki; ALLAH’ın medhine mazhar olmuş bir peygambersin. ALLAH’ın takdir ve iradesi dahilinde vuku bulmuş bir mihnetten dolayı niçin inlersin?”

Bunu söyledikten bir müddet sonra ruhlar aleminde Hz. Eyyüb aleyhisselamın ruhu ile karşılaştım. Yukarıdaki sözlerime cevaben bana aynen şunları söyledi:

-“Ey Bayezid, ALLAH O’dur ki, kişi O’nu bırakır da neye güvenir ve tevekkül ederse hemen ona hicab olur. Ben kişinin kendisine değil, daima ALLAH’a ve onun inayetine güvenmesi gerektiğini anladım. Oğullardan, kızlardan, hısım ve akrabadan, dost ve ahbabdan, maldan-mülkden.. kişiye hiçbir fayda olmadığını da anladım. Sabır ve tahammülden başka hiçbir dayanağımın olmadığını anladım. Nihayet bu sabır ve tahammülün de Rabbım ile benim aramda bir perde olduğunu ve yüce bir dağ gibi ALLAH ile benim aramı ayırdığını farkedince sabır dağını da yıktım, kül gibi savurdum, bir hiç haline getirdim. Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH’a işte böyle bir hiçlikle vardım. Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH bana:

-“Sen kimsin?”

diye sordu. Ben de dedim ki:

-“Ya Rabbi, ben bir hiçim. Bende kimlik kalmadı ki haber vereyim!..

Böylece, ben, kulluk makamında bir hiç olduğum için, benim iflasımı ve yokluğumu kabul ederek, nezd-i alilerine aldılar. Artık şimdi ben Rabbimin sevgili kulları arasındayım!..”


Eyyüb aleyhisselamdan bunları dinleyen Bayezid Bestami daha sonra şöyle dedi:

-“Bundan böyle, peygamberim Hz. Muhammed olduğu gibi, şeyhim de sabır aleyhisselamdır..”

İşte bu anlattıklarımız ALLAH’ın elçisi Eyyüb aleyhisselamın musibetler ve mihnetler karşısındaki sabrı, sükuneti ve tahammülüdür. Birer müslüman olarak bizlerin de dûçar olabileceğimiz mihnet ve musibetleri sabır ve tahammülle karşılamamız, ah-vah etmememiz gerekir. Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH musibetler karşısında herbirimize sabır ve tahammül ihsan buyursun..

Bilhassa hastalık hallerinde çok sabırlı olamak, hastalığın tedavisi ile uğraşmakla beraber ALLAH’a hamd ve şükürden de geri durmamak gerekir. Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH, herbir derdin mutlaka davasını ararken, diğer taraftan da ALLAH’a hamd ve şükür etmektir. Hastaların hastalık esnasındaki bir çok hareketleri ibadet olarak kabul edilir. Mesela Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir hadislerinde şöyle buyururlar:

-“Hastanın inleyişi tesbihtir. Bağırışı tehlildir. Nefes alışı sadakadır. Uykusu ibadettir. Bir yerden bir yere götürülüşü ALLAH yolunda cihaddır. Sıhhatli iken işlemekte olduğu ibadetlerin en iyisi gibi ibadetler hasta iken de yazılır..”

Bir mümin hastalanınca, sıhhatli iken onun işlediği kötü amelleri yazmakta olan meleğe ALLAH buyurur ki:

-“Onun defterinden kalemi çek. Yazma. Doğrusu, o, benim bağımdır."

Yine şanı mübarek ve yüce olan ALLAH, o kişinin iyi amelerini yazmakta olan meleğe de der ki:

-“Sıhhatli iken işlediği güzel amellerini yaz.”

Şu halde herhangi bir suretle hastalanan bir mümin, ah-vah etmemeli, inleyip şikayetlerde bulunmamalı, bilakis bir taraftan hastalığının tedavisi ile meşgul olurken, diğer taraftan da ALLAH’a çok çok hamd-ü senalarda bulunmalıdır. Esasen hastalanınca ah-vah etmenin, hastalıktan sağa-sola şikayetlerde bulunmanın hiçbir faydası yoktur. Bu şekilde hareket eden birisi, bu hareketiyle derdine deva bulamayacağı gibi, ALLAH’ın indindeki manevi ecirden de mahrum kalmış olur…

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH, hastalık halinde herbirimize sabır ve tahamüller versin, kendisine hamd ve senalarda bulunmak nasib eylesin.

Şu hususa da işaret edelim ki, hastayı ziyarete gitmenin veya ölünce cenazesine katılmanın büyük sevab oluşu da, hastalık halindeki ibadetlerin, hamd ve senaların derece bakımından yüksek olduğunu gösterir. Mesela peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin hastaları ziyaret hakkında söylenmiş bir hadisleri şöyledir:

-“Her kim ki bir hastayı ziyaret ederse ALLAH için yediyüz gün oruç tutmuşçasına sevaba girer.”

Bütün bunlar bize:

1) Hastalık halinde ALLAH’a hamd ve şükürler ederek sabırlı ve tahammüllü olmanın,
2) Hastaları ziyaret etmenin,
3) Ölürse cenazelerine katılmanın ne derece sevab olduğunu ifade etmektedir.

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH herbirimize hastalıklara sabır ve tahammül kolaylığı versin. Musibet ve hastalık hallerinde bir mümin gibi hareket etmek nasib eylesin…

ALLAH kendisinden razı olsun, sahabeden Ebu Hureyre anlatır:

Bir defasında Peygambermiz sallallahu aleyhi ve selleme sordular:

-“ Ey ALLAH’ın Resulü, dünyada bela ve musibetlerin büyüğü en çok kimlere gelir?”

ALLAH’ın Resulü buyurdular:

- “Peygamberlere ve onlara benzeyenlere..”

Demek ki dünyada meşakkat ve sıkıntılar her kula gelebilmektedir.
ALLAH kendisinden razı olsun, Hz. Aişe’nin Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem rivayet ettikleri bir hadis şöyledir. ALLAH’ın Resulü buyururlar:

-“Şanı yüce ve mübarek olan ALLAH, bir diken batmasıyla bile, o müminin bir günahını yargılar.”

Bir kulun ayağına bir diken batmasıyla onun bir günahını gideren ALLAH,elbette daha büyük mihnet ve meşakkatler için, onlara maruz kalan kullarının daha büyük günahlarını giderecektir. Şu halde, mihnet ve meşakkat karşısında feryad-ü figan etmemeli, bilakis mihnet ve meşakkatlere sabır ve tahammülle karşı koymaıdır. Esasen mihnet, meşakkat, musibet ve belalar karşısında feryad-ü figan etmenin hiçbir faydasıda yoktur..


Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)

Müzekki'n Nüfus
(245-251)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim

Ey evlat! Hâlen içinde bulunduğun hevesi bırak. Sözde ve işte büyük yolculara uy. Yalancı dava ile onların ermiş olduğu makama varacağını sanma. Onlar belaya sabrettikleri gibi sen de sabret; on­ların hâline böylece erebilirsin.

Tecrübe kabilinden gelen bela olmasaydı insanların çoğu âbid ve zâhid olurdu. Lâkin onlara bela gelir, sabredemezler. Bu hâl on­lara Yaratıcı'dan perde getirir. Bazı acı hâllere sabırla karşı dura­mayana bir şey verilmez. Sabrı ve razı olmayı bırakırsan Hakk'a kul olmaktan çıkarsın. Sebebi ise sabırsızlığın ve razı olmayışın. Hak Teâlâ bazı kitaplarında şöyle buyurdu: “O kimse ki, hükmüme razı değildir, tecrübe yollu gönderdi­ğim belaya sabretmiyor, kendisine benden başka ilâh arasın.”

Onunla kanaat sahibi olun ve başkasını bırakın. Mukadder olan ister lehimizde olsun, ister aleyhimizde, gelir. Ne ise olur. İmana er­mek için teslim olmanın hakikatine varın. İkan -tam iman- yolu­nu bulmak için imanın hakikatine ermeye çalışınız. Bu hâllere erin­ce daha önce görmediğiniz şeyleri görürsünüz. Hak Teâlâ, her şeyi size olduğu gibi gösterir. Haber olarak duyduğunuzu açıktan seyre dalarsınız. İkan, sizi Hakk'a götürür ve cümle eşyayı O'ndan göste­rir. Kalp, Hak kapısına varınca keramet elleri uzanır, başına iyilik­ler yağdırılır. O iyiliği bulan kerim ve her şeyden üstün olur. Halk arasında iyilik bakımından üstün tanınır. Hiç bir manevî hâl ondan esirgenmez. Kalp, Hak ıslâh etmiş ise kerimdir. İnsanın iç âlemi kir­lerden uzak olursa, hoş olur. İnsan bu hâllere erebilir. Çünkü insa­na iyiliği, iyilik yapanların en iyisi yapmaktadır.


Gavsulazam Abdulkadir Geylani (k.s.)


Resim
En son meryemnur tarafından 03 Eyl 2010, 14:36 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan alıntılar... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen meryemnur »


ALLAH'ın rahmeti onun üzerine olsun, İbni Mübarek der ki:

- Musibet birdir. Fakat sabretmeyince iki olur. Bunlardan biri büyük musibettir. Diğeri de küçük musibettir. Büyük musibet, musibete sabretmeyenlerin elinden alınan "Musibete sabır" sevabıdır. Kendisine sabredilmeyen bu musibet ise küçük musibettir..


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan alıntılar... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim


Sabr-ı Cemil, musibete maruz kaldığı halde bunu kimseye duyurmayan ve kendisinin bir musibete dûçâr olduğunu ancak başkalarına sorularak öğrenilebilen kişilerin sabrıdır.

Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan alıntılar... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen MINA »

CANda CAN mı...
CANım mı...: )

Muhammedi SEVGİYLE...
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan alıntılar... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Sevgili CANımızın, Efendimizin (s.a.v.) ahlakıyla ahlaklanabilmek, mümin ahlaklı olabilmek duası ve sevgilerimle.. : )
En son meryemnur tarafından 12 Eyl 2010, 19:31 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT'tan alıntılar... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



ÖFKEYİ YENMENİN FAYDALARI


Ey müslüman kardeşim, şanı mübarek ve yüce olan ALLAH sana da bana da muvaffakiyetler versin. Şunu iyi bil ki, öfke bir ateşten ibarettir. Düştüğü yeri mutlaka yakar. Bir yere düşen ateş etrafını yaktığı gibi, öfle de düştüğü yerin etrafını yakar. Mesela:

1) Kişiyi imandan çıkarabilir,
2) Adam öldürtebilir,
3) Kan döktürebilir,
4) Gönül kırdırabilir,
5) Mala-mülke zarar verdirebilir..

Hasılı öfkenin sebep olabileceği kötülükler pek çoktur. Şu halde öfke gelince sabr-ı cemil ile bu ateşi savurmak ve korku suyu ile söndürmek gerekir.Öfkelendikleri zaman ona hakim olabilenler, bunun faydasını hem bu dünyada görürler, hem de ahirette. Zira öfkelenen insan, eğer öfkesine hakim olmazsa mutlaka bir zararla oturur. Ani bir öfkenin sonu mutlaka bir zarardır. Eğer yaptığı bu zarar, bir gönül yıkma, birine zarar verme, yahut birinin canına kıyma şeklinde ise bunun cezasını da ayrıca ahirette görür. Bütün bunlardan başka, öfkesine hakim olduğu taktirde ALLAH katında nail olacağı hesapsız ecir ve sevaptan mahrum kalır. Zira öfkelendiği zaman öfkesine hakim olanlara ALLAH katında hesapsız ecir ve sevaplar vardır. Nitekim şanı mübarek ve yüce olan ALLAH buyurur:

- Şurası muhakkak ki, sabredenlerin ecri hesapsız olarak ödenecektir. (Zümer suresi, ayet:10)

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH, öfkesini yenenleri bir ayetinde şöyle över:

- Öfkelendikleri zaman öfkelerini yenenler, kendilerine karşı işlenen kusur ve hataları affedenler.. (Âl-i İmrân suresi, ayet:134)

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin öfke ve öfkeye hakim olma hususunda söylenmiş hadisleri pek çoktur. Mesela şu hadis bu cümledendir:

-“Bir kimse öfkesinin gereğini yapmağa ve karşısındakine her türlü kötülüğü etmeğe muktedir olduğu halde sırf ALLAH rızası için öfkesine hakim olur da o kimseye bir şey yapmazsa ALLAH da kendisinin kalbini emniyet ve imanla doldurur."

Yine ALLAH’ın Resulü Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin diğer bir hadisleri de şu mealdedir.

- Cehennemde büyük bir kapı vardır ki, oradan kendi nefsi için başkalarına öfkelenenleri cehenneme atarlar. Öfkelendikleri zaman öfkelerini yutarak başkalarına hakaret etmiyenleri, azarlamayanları, şeref ve haysiyetlerine tecavüz etmiyenleri gönül yıkmayanları ve af ile muamele edenleri ise ALLAH kıyamette mahcup etmez.

ALLAH ondan razı olsun, ashabın büyüklerinden ve Resulullah’ın halifelerinden Hz. Ömer anlatır:

Bir defasında Resulullah’a vardım ve dedim ki:

-Ey ALLAH’ın Resulü, bana öyle bir amel söyle ki, hem az olsun, hem de benim gönlümü illetten kurtarsın..

ALLAH’ın Resulü buyurdular:

Ey Ömer

1) Suçlunun suçunu bağışla,
2) Kimsenin şeref ve haysiyetini yıkma,

Suçlunun suçunu afveden ve onun şeref ve haysiyetini koruyan kişileri de kıyamet günü ALLAH afveder ve şeref ve haysiyetlerini korur, kusur ve günahlarını yüzüne vurmaz. En büyük günahlarını dahi affeder.

Resulullah bunları söyledikten sonra ben aynı soruyu yine sordum. ALLAH’ın Resulü de:

-Kim olursa olsun, öfkene hakim ol, karşşındakine hakaret etme!.. buyurdular. Ben bir daha sordum. ALLAH’ın Resulü de:

-Öfkeni yen.

Buyurdular. Nihayet bu sefer de dedim ki:

- Ey ALLAH’ın Resulü, beni ALLAH’ın hışmından hangi şey uzak tutabilir?

Resulullah buyurdular ki:

- Ya Ömer, öfkelendikleri zaman öfkelerini yenemiyerek karşısındakine vurmağa veya hakaret etmeğe kasteden, kendisini cehenneme atmış gibidir. Onun öfkelendiği, ister insan olsun, isterse hayvan olsun, bu böyledir. Hele öfkelendiği ve dövmeğe veya hakaret etmeğe kalkıştığı kişi ALLAH’ın salih kullarından biri ise durum daha da değişir. Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH, salih kuluna öfkelenen bu kimseyi kendisine düşman sayar ve rahmetinden mahrum eder.

Kırılan bir kalbi sonradan yapmak pek de kolay değildir. Onun için mümkün mertebe gönül yıkmamağa çalışmalıdır. Müminin gönlü ALLAH’ın nazargahıdır. Orayı yıkmamak, kırmamak gerekir. İşte müminlerin gönlü ALLAH’ın nazargahı olduğu içindir ki, hakiki müslümanlar orayı yıkmazlar, kırmazlar. Kazara öfkelenen halis müslümanlar, öfkelerine haim olurlar, karşılarındakine asla hakaret etmezler.

Öfkelenip de öfkelerine hakim olamıyanlar ve ötekine-berikine saldıranlar şeytanın maskarası olurlar. Öfkeye hakim olmak için, sabırlı ve tahammüllü olmalı, yumuşaklığa alışmağa gayret etmelidir. ALLAH’ın Resulü Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyururlar:

-İlim, öğrenmekle; yumuşak huyluluk da öfkeye hakim olmağa çalışmakla olur.

Öfkelendikleri zaman öfkelerine hakim olamak için gayret sarfetmeyenler, karşılarındakilerin gönüllerini kırarlar, zararla otururlar.

Kıyamet günü olunca, mahşerde münadiler bağırırlar:

- Fazilet ehli olanlar gelsin!..


Bu arada bir bölük insanın cennete doğru gitmekte olduğu görülür. Melkler kendilerine sorar:

- Sizler kimlersiniz?

Onlar derler:

-Biz fazilet ehliyiz!

Melekler sorarlar:

-dünyada iken sizin faziletleriniz neydi ki?

Onlar der:

- Biz dünyada iken öfkelendiğimiz zamanlarda öfkemize hakim olurduk. Karşımızdaki insanlara her şeyi yapabilecek bir güçte olduğumuz halde, bunu yapmaz, sırf ALLAH rızası için öfkemizi yenerdik..

Onların bu sözleri üzerine melekler de derler ki:

-Haydi öylesyse gidin. Cennet sizlerindir. Zira şanı mübarek ve yüce olan ALLAH zaten sizlere cennetini va’detmişti…

Onlarda hemen yollarına devam ederler. Doruca cennete giderler.

Emevi hükümdarlarından Ömer İbni Abdülaziz zamanında birisi ağır bir suç işlemiş ve idama mahkum edilmişti. Adamın tam idam edileceği sıralarda, hükümdarın hatırına şu ayet geldi:

- Öfkelendikleri zaman öfkelerine hakim olurlar, kendilerine karşı işlenen suçları bağışlarlar. (Âl-i İmran suresi, ayet; 134)

Hikümdar bu ayeti okudu. Kendi kendine biraz düşündü. Sonra cellada şöyle dedi:

-Bu adamı salıverin. Hakkındaki idam hükmünü infaz etmeyin. Ümit ederim ki, o bundan böyle birdaha suç işlemez. ALLAH da bize manevi ecirler verir.
Ve, idam mahkumu adam salıverildi.

Öfkelerine hakim olamayan kişiler, adeta küçük çocukların elinde oyuncak topa benzerler. Küçük çocukların o topla oynaması gibi, şeytan da öfkesine hakim olmayan kişilerle oynar.

Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH herbirimize öfkelendiği zaman öfkesine hakim olmayı nasip eylesin.

Âmin!..



Eşrefoğlu Rumi (k.s.)

Müzekki'n Nüfus
(S.259-264)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


İyilerin sîneleri, sırların mezarıdır.

Eşrefoğlu Rumi (k.s.)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



SABR-I CEMİL’E ÖRNEK BİR HİKAYE



ALLAH kendisinden razı olsun, ashabdan Cabir Ensari’nin bir devesi vardı. Bir defasında, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selleme bir ziyafet vermek istedi. Bu maksatla o bir devesini keserek ALLAH’ın Resulünü davet etti. Kendisinin iki de küçük oğlu vardı. Bunlardan biri mektebe giderdi. Diğeri de evde otururdu. Evde kalan bu küçük oğlu, o gün babasının deveyi kesişini seyretmişti. Cabir, deveyi kesip etlerini parçaladıktan sonra, karısına onları pişime hazırlamasını söyleyerek kendisi bir balta aldı. Dağa odun kesmeğe gitti. Derken, mektepte olan diğer oğlu geldi. Orada kan izlerini görünce, küçük kardeşine sordu:

- Bu kan izleri de ne?

Küçük kardeşi dedi:

- Babam devemizi kesti.

Büyük çocuk devenin nasıl kesildiğini hiç görmemişti. Merak etti. Kardeşine tekrar sordu:

-Babam deveyi nasıl kesti, anlatır mısın?


Küçük çocuk hemen içeri gitti. Babasının deveyi kestiği bıçağı aldı, getirdi ve:

-İşte bununla kesti.

dedi. Fakat büyük kardeş bu kadarla tatmin olmamıştı. Kesme işini babasının nasıl yaptığını iyice anlatmasını istedi. Bunun üzerine küçük çocuk da:

-Yat öyleyse. Babamın deveyi bağladığı gibi ben de seni bağlayayım ve iyice tarif edeyim.

dedi . Derken, büyük çocuk yattı. Küçüğü de onun ellerini ve ayaklarını bağladı. Bıçağı da eline aldı ve büyüğünün boğazına dayayarak:

-İşte böyle kesti derken, heyecanla, gerçekten onun boğazını kesiverdi. Biraz sonra da büyüğünün ölmüş olduğunu gördü. Bu arada anaları dışarı çıkmıştı. Büyük oğlunun bağazı kesilmiş olarak yatmakta olduğunu hayret ve dehşetle müşaahede etti. Küçük oğlu da oradaydı. Ona sordu:

-Kardeşini kim kesti?..

Küçük dedi:

-Ben kestim. Mektepten gelince devenin kesilmiş olduğunu gördü. Bana, babamın deveyi nasıl kestiğini tarif etmemi istedi. Ben de bunu kendisine anlatmağa çalışırken heyecanla bıçağı boğazına çalıvermişim. Böylece onu kesmiş oldum..

Bu manzara karşısında dehşete kapılan kadın, o halet-i ruhiye içinde oğlunu kovalamaya başladı. Çocuk da oradan oraya kaçarken damdan düştü ve oracıkta o da öldü. Büsbütün şaşıran kadın, sadce şu sözü söyledi:


-Elhükmü lillah- Hüküm ALLAH’ın!..

Sonra, birazdan evlerine ALLAH’ın Resulünün geleceğini düşünerek bu meseleyi öteye- beriye duyurup onu taciz etmek istemedi. Hemen her iki çocuğun da cesedlerini aldı. Bir odaya kayarak ağzını kilitledi.

Biraz sonra kocası geldi. Odunları getirmişti. Yaktılar. Eti pişirdiler ve yiyime hazır ettiler. Kadın sırf ALLAH Resulunün üzülmemesi için hadiseyi kocasına da anlatmamıştı. Nihayet ALLAH’ın Resulü teşrif buyurdular. Bundan başk, ashabın ileri gelenleri de gelmişlerdi. Hemen sofraya oturuldu. Daha yemeğe başlamadan, ALLAH’ın Resulü Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ev sahibine sordu:

-Senin iki oğlun vardı. Hani onlar nerede?

Cabir Ensari, çocuklarının ölmüş olduğundan habersizdi. Peygamberimiz aleyhisselamın bu sorusuna şu cevabı verdi:

-Ya Resulullah, onlar çocuktur. Kim bilir nerede oyuna dalmışlardır..

Ancak ALLAH’ın Resulü ısrar etti:

-Onları da çağırın yiyelim. Birlikte yiyelim.

Cabir Ensari, hemen gitti. Resulullahın bu arzularını hanımına bildirdi. Çocukları bulup gelmesini söyledi. Fakat hanımı dedi ki:

-Ben onların payını ayırdım. ALLAH’ın Resulü yemeklerini afiyetle yesinler.

Cabir Ensari geri döndü. Onların paylarının ayrılmış olduğunu, sonra gelince yiyeceklerini söyledi. Ancak Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem ısrar etti:

-Hayır, bu iki yavru gelip bizimle beraber yemedikçe ben bu yemekten yemem!..

Resulullahın bu ısrarı üzerine Cabir Ensari tekrar karısına gitti ve:

-ALLAH’ın Rasulü, çocuklar gelmedikçe yemek yemiyor. Neredeyse şunları bulup getirelim.

Dedi. Bu durumda kadın daha fazla dayanamadı. Kocasını doğruca çocukların cesedlerinin bulunduğu odaya götürdü ve hadiseyi olduğu gibi anlatarak şöyle dedi:

-Ben bütün bu acılara tahammül ederek meseleyi söylemedim. ALLAH’ın Resulü evimize geldi. Eğer bu durumu kendisine söylersek üzülür. Bizim ziyafetimiz de kendisine zehir olur.

Cabir Ensari, çaresiz kalmıştı. Gitti meseleyi olduğu gibi Resulullaha anlattı. ALLAH’ın Resulü de, çocukların cesedlerinin getirilmesini emretti. Gittiler , çocukların cesetlerini getirdiler. ALLAH’ın Resulü ile ashab, bu manzara karşısında çok züldüler. Resulullah kederinden donup kaldı. Fakat tam bu sırada vahiy meleği Cebrail aleyhisselam geldi. Resulullah’a selam verdi ve dedi ki:

Ya Resulullah, şanı mübarek ve yüce olan ALLAH sana selam ediyor ve diyor ki:

-Resulüm ve Habibim dua etsin. O iki yavrunun tekrar hayata döndürülmesini benden istesin, Ashabı da amin desin. Ben de onlara tekrar can vereyim. Zira o iki yavrunun anası, sırf benim rızam için ve benim Resulümü üzmemek için bunca büyük acılara sabretti, tahammül gösterdi. Onun bu halis niyeti Hakk için ve Ben de yavrularına tekrar can vermeyi murat ettim..

Vahiy meleğinin getirdiği bu haber üzerine ALLAH’ın Resulü hemen ellerini kaldırdı. ALLAH’a hamd-ü senalarda bulundu. Sonra da o iki yavruya tekrar can verilmesi niyazında bulundu. Derken, o iki yavru adetauykudan uyanır gibi yavaş yavaş doğruldular. Tekrar hayata kavuştular. ALLAH’ın Resulü onlara sofraya oturmalarını söyledi. Onlar da hemen oturdular. Hep birden yediler, içtiler. Hem ALLAH’ın Resulü hem ashab, hem de çocukların anası ile babası şadman oldular..

Bu hem ALLAH’ın Resulünün bir mucizesiydi, hem de o anneye ALLAH’ın bir lütfuydu. Şanı mübarek ve yüce olan ALLAH, musibetler ve belalar karşısında sabreden ve kendi yolunda ayrılmayan mümin kullarına çok ikram ve ihsanlarda bulunur. Onun lütuf ve inayeti gayet boldur. Yeter ki kullar O’nun yolunda olabilsin. Yeter ki, ALLAH’ın ve Resulünün ahlakı ile ahlaklanmış ve insanlık derecesini muhafaza edebilmiş olsunlar. Şunu da ifade edelim ki, ALLAH yolunda olan insanlar, bu dünyada birtakım sıkıntı ve meşakkatler çekmiş de olsalar ruhen yine bahtiyardırlar. Çünkü bilirler ki, her şey fani ve geçicidir. Bu dünyanın zevkleri, neşeleri geçici olduğu gibi, elemleri, kederi, sıkıntıları, mihnet ve meşakkatleri de geçicidir. İşte ALLAH’ın halis mümin kulları, bu dünyanın geçici elem ve kederleri ile asla meyusiyet duymazlar, elemlere kederlere duçar olmakla ALLAH yolundan asla ayrılmazlar.


Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)

Müzekki'n Nüfus


Resim
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: RUHLARA AB-I HAYAT... Eşrefoğlu RUMİ (k.s.)

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim

Aziz müslüman kardeşim, şunu iyi bil ki; eğer bir insan, herhangi bir musibete maruz kaldığında bundan üzüntü duyarsa o kimse bir nevi sabırsızlık etmiş demektir. Böyle bir durumda sabr-ı cemil olmaz. Yani bu şekilde hareket edenlere güzel sabırlı denmez. İşte bunun içindir ki, şanı mübarek ve yüce olan ALLAH öyle buyurur:

- Güzel bir sabır ile sabret. (Meariç suresi ayet:5)

Sabırlı bir insan, hem mihnet- meşakkat halinde, hem de rahat-huzur halinde aynı halet içinde bulunmalıdır. İşte bundan dolayı demişlerdir ki :

- Sabır atına binen, kıyamete kadar sürçmez. Kıyamet günü ise kendisine hesapsız derecede ecir ve mükafat verilir.

Sabır bahsinde öyle bir esas vardır ki, sabrın her çeşidi onda bulunur. Daha önceleri de ifade etmiş olduğumuz gibi, nefse zor geleni ve hoşuna gitmeyeni işlemek ve onun zahmetine katlanmak, büyük bir sabırdır. Nitekim ALLAHın Resulü Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyururlar:

- Nefsin hoşuna gitmeyen şeylere sabretmekte çok büyük hayırlar vardır.

ALLAH ondan razı olsun, İbni Abbas şöyle der:

- Sabr-ı Cemil, musibete maruz kaldığı halde bunu kimseye duyurmayan ve kendisinin bir musibete dûçâr olduğu ancak başkalarına sorularak öğrenilebilen kişilerin sabrıdır. Bu musibet, ister, küçük musibet olsun isterse büyük musibet. İşte musibetler karşısında bu şekilde davrananlar ancak hesapsız ecirlere nail olurlar..

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Cevapla

“►Diğerleri k.s.◄” sayfasına dön