SIRR'UL ESRAR - ABDULKADİR GEYLANİ

Abdulkadir Geylani (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: SIRR'UL ESRAR - ABDULKADİR GEYLANİ

Mesaj gönderen Ahmed »

YİRMİ İKİNCİ FASIL
UYKU VE ŞEKERLEME ESNASİNDA GÖRÜLEN RÜYALAR



Uykuda ve şekerleme esnasında görülen rüyalar tâbir edilirler. Nitekim bir âyet-i kerimede

"Allah, Elçisi'nin sâdık rüyasını gerçekleştirmiştir"
(Feth, 48/27) buyrulur.

Peygamber (a.s.m..):

"Nübüvvet bilgisinden, sadece mübeşşirât (müjdeleyiciler) kalmıştır"
buyurunca, oradakiler
"Mübeşşirât nedir?"
diye sormuşlar. Rasûlüllah da:
"Sâlih rüyadır" cevabını vermiştir.

Müminler rüyalarında bu mübeşşirâtı görür veya onlar müminlere görünür. Nitekim bir âyette:

"Onlar için, hem bu dünya hayatında, hem de âhirette müjdeler var" (Yûnus, 10/64)

buyrulmuştur. Buradaki "müjdeler"den kasıt, bazılarına göre, "sâlih rüya"dır. Peygamber (a.s.m..):

"Sâlih rüya, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür"

buyurmuştur. O yine şöyle buyurmuştur:

"Kim, rüyasında beni görmüş ise, o beni uyanıkken görmüş gibidir. Çünkü şeytan, benim ve bana tâbi olanların kılığına giremez."

Yani, "bana; şerîat ameli, tarikat, marifet, hakikât ve basiret nuru ile tâbi olan" demektir. Şu âyet-i kerimede ifade edildiği gibi:

"De ki: İşte benim yolum bu! Basiret üzere (akla uygun, bilinç ve duyarlılıkla donanmış bir kavrayışa dayanarak) Allah'a çağırıyorum.
Ben ve bana uyanlar (aynı çağrıyı yapıyoruz).
" (Yûsuf, 12/108)


Şeytan, bütün bu latîf nurların kılığına giremez. Mazhar adlı kitabın müellifi şöyle der: Bu, sadece Peygamber'e (a.s.m..) has bir durum değildir.
Bilâkis şeytan; rahmet, lütuf ve hidayet mazharı olanların hiçbirinin kılığına giremez.
Bütün peygamberler, veliler, Kâbe, güneş, ay, beyaz bulut, Mushaf vb. böyledir. Zira şeytan, kahr mazharıdır.
Bu yüzden, ancak Mudili ismi suretinde zâhir olabilir. Nasıl olur da, Hâdi isminin mazharı olan birisinin suretinde görünebilir.
Zira zıtlardan biri, aralarındaki iticilik ile uzaklıktan dolayı ve hak ile bâtılın birbirinden ayrılması için, diğer zıddın sûretinde zâhir olamaz.

Nitekim bir âyette: "İşte Allah, hak ile bâtılı, böyle bir benzetmeyle, göz önüne koyuyor..." (Ra'd, 13/17) buyrulur.

Şeytanın, Rab sûretinde görünmesine ve Rablik davasında bulunmasına gelince, bunun sebebi şudur: Allah'ın sıfatı, celâl ve cemâldir.
Şeytan, celâl sıfatına bürünür Zira o, kahr mazharıdır. O halde, Rab sûretinde görünmesi ve bu davada bulunması, açıklandığı gibi, sadece Mudill isminden dolayıdır.
Yoksa Cami' ismi sûretinde görünemez. Çünkü bu isimde, hidâyet anlamından bir kısım vardır. Bu konuda daha başka birçok görüş bulunmaktadır.
Onların şerhi oldukça geniş yer tutacağı için bu kadarla yetiniyoruz.

"Basiret üzere (akla uygun, bilinç ve duyarlılıkla donanmış bir kavrayışa dayanarak) Allah'a çağırıyorum. Ben ve bana uyanlar (aynı çağrıyı yapıyoruz)." (Yûsuf, 12/108)

âyetinde, vâris bir mürşid-i kâmile işaret vardır. Yani: "Benden sonra, irşâd görevine, bir yönden benim basiretim gibi bâtinî bir basirete sahip olan lâyıktır" anlamındadır.

Bununla ;

"Allah kime yol gösterirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de sapıklık içinde bırakırsa, artık onun için doğru yolu gösteren (mürşid) bir dost, bir koruyucu (velî) bulamazsın" (Kehf, 18/17)

âyetinde ifade edildiği gibi "kâmil velâyet" kastedilmektedir.

Bilinmeli ki, rüyalar iki çeşittir; âfâkî ve enfüsî. Bunların her biri de, yine iki çeşittir. Enfüsî rüyalar, ya güzel huylardan veya kötü huylardan olur.
Güzel huylardan olan bazı rüyalar şunlardır: Cennetleri ve nimetlerini; hûrîler, saraylar, gılmân (hizmetçiler), beyaz nûrânî çöl; güneş, ay, yıldızlar vb.
gibi kalbe bağlı şeyleri görmek.

Eti yenen hayvanlar ve kuşlar gibi mutmain nefse bağlı şeyleri görmek, bu nefsin cennetteki gıdasının -kızartılmış koyun ve kuş eti gibi-
bu tür şeylerden olacağından ötürüdür. Sığır, dünyada kendisiyle çiftçilik yapması için, Âdem'e (a.s.m..) cennetten gelmiştir.
Deve de, zâhir ve bâtın kabesine yolculuk için, yine cennetten gelmiştir. At, küçük ve büyük cihadın âleti olarak, cennetten gelmiştir.
Bunların hepsi, âhirete âittir. Bir hadiste:

"Koyun, cennet balından; sığır, cennet safranından; deve, cennet nurundan; at da, cennet kokusundan yaratılmıştır" buyrulur.

Katır, mutmainne nefsin en alt sıfatındandır. Rüyada katır görmenin tâbiri şöyledir: Bu rüyanın sahibi, ibadette tembellik yapmakta,
kıyâm ve kuûdda ağır davranmaktadır. Amelinden hakikatte tövbeden başka bir sonuç hâsıl olmaz. Hâlbuki

"inanıp dürüst ve erdemli davranışlarda bulunan kimseye gelince, böyle biri, (yaptıklarının) karşılığı olarak, (âhiret hayatının) nihâî güzelliğine, iyiliğine ulaşacaktır" (Kehf, 18/88).

Cennetin taşlarından olan eşekler, Hz. Âdem'in ve zürriyetinin âhireti dünyada iken kazanma maslahatı içindir.

Rûha taalluk eden hususlara gelince, (rüyada) yeni yetme genç (görmek) buna örnektir, ilâhî nurlar onda tecelli eder. Zira cennettekilerin hepsi bu görünümde olacaktır.
Şu hadis-i şerifte ifade edildiği gibi:

"Cennet ehli, kılsız, tüysüz, sürmeli gözlüdür. Gençlikleri sona ermez ve elbiseleri eskimez."

Başka bir hadiste:

"Rabbimi, (rüyamda) yeni yetme bir genç sûretinde gördüm" buyrulur.

Bazıları bunu şu şekilde açıklar: "Bu sûretten kasıt, Hak teâlânın rubûbiyyet sıfatı ile tıflü'l-meânî adı verilen rûh aynasında tecellî etmesidir.
Zira o (ruh), cesedin terbiye edicisidir ve onunla Rab arasında vesiledir."


Emîrü'l-müminîn Hz. Ali (r.a.): "O mürebbî olmasaydı, Rabbimi tanıyamazdım" demiştir.
Bu mürebbî, bâtın mürebbîsidir. O, ancak, bir zâhirî mürebbînin telkîn ile terbiyesi sebebiyle hâsıl olur. Buna göre, peygamberler ile veliler,
bedenlerin mürebbileridir. Kalplerin mürebbileri ise, -yukarıda belirtildiği gibi?- bunların terbiyeleri sonucunda, başka bir rûh ile buluşma şeklinde hâsıl olandır.
Şu âyette İfade edildiği gibi:

"O, kullarından dilediğine kendi iradesiyle vahiy (rûh) indirir ki, (bütün İnsanları) O'na kavuşacakları Gün(ün gelip çatacağı) konusunda uyarsın" (Gâfir, 40/15).

İşte, bir mürşit aramak, kalbin kendisiyle hayat bulacağı ve Rabbini tanıyacağı bu ruh içindir. Bu incelik iyi kavransın.

İmam Gazâlî (rh. a.) şöyle der: "Zikredilen bu tevile göre, rüyada, Rabbin, (uhrevî) güzel bir sûrette görünmesi mümkündür.
Zira görünenin temsili, Allah teâlânın görenin istidat ve uygunluğu ölçüsüne göre yarattığı şeyin misalidir, Yoksa görünen, hakîkat-i zâtiyye değildir.
Zira Allah teâlâ, sûretten münezzehtir, Yahut Peygamber'in dünyada zâtı ile görünmesi gibi olur. Bu kıyasa göre, görenin istidat uygunluğu
ölçüsüne binaen, onun farklı bir surette görünmesi mümkündür. Ama Hakikat-i Muhammediyye yi, ancak, zâhirî ve bâtini olarak, amelinde ve ilminde,
hâlinde ve basiretinde kâmil vâris görebilir. Lâ fi hâlihi" (Nevevi nin) Sahîh-i Müslim Şerhinde' de bu şekilde açıklamalar vardır.

Zikredilen tevile göre, Allah teâlânın, nûrâni beşeri bir sûrette görünmesi mümkündür. Kıyâs, her bir sıfatın, bu şekilde tecelli edeceğini gösterir.
Nitekim Mûsâ (â.s.m..) için, hünnap ağacından, ateş sûretinde tecelli etmiştir.


"Hani o (Mûsâ), (uzakta) bir ateş görmüş ve ailesine: 'Siz burada bekleyin. Ben bir ateş gördüm. Belki size ondan bir meşale getiririm yahut ateşin yanında bir yol gösterici bulurum' demişti" (Tâhâ, 20/10).
"O sağ elindeki nedir, ey Mûsâ?" (Tâhâ, 20/17)

âyetinde ifade edildiği gibi, (Mûsâ için) kelâm sıfatından da (tecelli etmiştir)"

Mûsâ'nın gördüğü nâr (ateş), aslında nûr idi. Ama Mûsâ'nın zannından ve talebinden dolayı, ona nâr (ateş) denmiştir.
(Bilindiği gibi) insan, ağaçtan daha alt mertebede (bir varlık) değildir. O halde Allah'ın, sıfatlarından biriyle, hayvanî vasıflardan insâni vasıflara
tasfiye ettikten sonra hakîkat-i insâniyyede tecelli etmesinde garipsenecek bir durum yoktur. Nitekim bazı evliyada tecelli etmiştir.
Ebû Yezîd el-Bistâmî şöyle demiştir: "Kendimi tespih ve tenzih ederim, şanım ne yüce." Cüneyd-i Bağdâdîde: "Cübbemde, Allah'tan başkası yok" demiştir.
Buna benzer daha başka sözler vardır. Bu makamda, tasavvuf ehlinin öyle garip nükteli sözleri vardır ki, onların burada açıklanması çok yer kaplar.

Şu da bilinmeli ki, eğitim ve terbiyede, mutlaka uygunluk/ilişki gereklidir. Bu yüzden, tasavvufa yeni girenin, daha işin başında, kendisi ile
Allah ve Peygamberi arasında bir ilişki kurması düşünülemez. O, şüphesiz, ilk önce bir velinin terbiyesine ihtiyaç duyar.
Zira "veli kişi", beşeri yönden onunla Allah/Peygamber arasında bir ilişki/vasıtadır. Hz. Peygamberin sağlığında olan durum gibi.
Zira Peygamber (a.s.m..) hayatta iken, hiç kimse başkasına ihtiyaç duymazdı. O âhirete intikâl edince, taalluk sıfatı sona erdi ve mahza tecerrüde vâsıl oldu.
Evliyanın durumu da böyledir. Onlar da âhirete intikal edince, hiçbirine maksûda irşâd işi ulaşmaz / onlardan hiç kimseye maksûda irşad işi ulaşmaz.
Anlayış ehlinden bir kişi isen, bu inceliği iyi anla. Onlardan değilsen, nefsânî-zulmânî tarafa galip gelen nûrânî riyazet ile anlayış talep et.
Zira anlayış, zulmânî ile değil, nûrânîile hâsıl olur. Yine, nûr, ulaştığı yere mutlaka ışık saçıcı olur. Demek ki, müptedînin onunla (nur) her hangi bir ilişkisi olamaz.

Hayatta olan velinin ise, bir münasebeti vardır. Zira onun, kâmil vârislik cihetiyle, cismânî-taallukî ve rûhânî-tecerrüdî olmak üzere iki yönü bulunur.
Öyle ki, Peygamber'den (a.s.m.) ona nebevi vilâyet yardımı peşi-peşine gelir. O, insanları bu yardımla tanır / onlara bununla yardımcı olur. Bunu iyi anla.
Zira bunun ötesinde, öyle derin bir sır vardır ki, onu ancak ehli idrak edebilir. Bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:

"Asıl şeref, Allah'a, O'nun Elçisi'ne ve Müminlere âittir. Ama iki yüzlüler (münâfiklar) bunun farkında değiller." (Münâfikûn, 63/8)


Ruhların bâtındaki terbiyesine gelince, önce cismâni ruh cisimde terbiye edicidir. Sonra sırasıyla, ravâni ruh kalpte, sultâni ruh füâdda,
kudsi ruh da sırda terbiye edicidir. Kudsî ruh/(Su), insan ile Hak teâlâ arasındaki vasıta ve Hak'tan halka tercümandır. Zira o, Allah'ın ehli ve O'nun mahremidir.

Emmâre, levvâme ve mülhime (nefsin) sıfatından olan kötü huylardan dolayı görülen rüyalarda; kaplan, aslan, ayı, kurt, köpek, domuz gibi
yırtıcı hayvanlar ile tavşan, tilki, pars, kedi, yılan, akrep, büyük eşek ansı gibi zarar verici mahlûkların görülmesi söz konusudur.
Rüyada bunların görülmesi, kaçınılması ve ruhun yolundan izale edilmesi gerekli olan kötü huyların sıfatından neşet etmektedir.
  • Kaplan: Kendini beğenme -ki Allah'a karşı kibir demektir- sıfatıdandır.
    Aslan: Kibir ve halka üstünlük taslama sıfatındandır.
    Ayı: Gazap (kızma) ve emri altındakilere hükmetme sıfatındandır.
    Kurt: Haram yeme, dünya sevgisi ve dünyalık için baskı yapma ve kızma sıfatındandır.
    Domuz: Kin, haset ve şehevî hususlara hırs gösterme sıfatındandır.
    Tavşan: Alçak dünya işlerinde hıyanet ve hile yapma sıfatındandır. Tilki de böyledir. Ancak tavşanda gaflet yönü ağır basmaktadır.
    Pars: Câhilî şeref duygusu ve yönetme sevgisi sıfatındandır.
    Kedi: Cimrilik ve nifak (iki yüzlülük) sıfatındandır.
    Yılan: Sövme, gıybet ve yalan gibi dil ile zarar verme sıfatındandır. Bu sıfattan dolayı, gerçek manalanyla yırtıcı hayvanlar da görülür.
    Ehli olan o hakiki manalan basiretle idrak edebilir.

    Akrep: Kaş-göz işareti, iğneleyici sözle alay ve laf taşıyıcılık sıfatındandır.
    Büyük eşek arısı: Gizli olarak diliyle insanlan incitme sıfatındandır.


Rüyada yılan görmek, bazen insanlarla düşmanlığa işaret eder.
Sâlik, nefsinde (rüyasında), zarar verici varlıklarla mücadele ettiğini görür de, rüyadan sonra onlara karşı başarılı olamazsa,
onları alt edene ve öldürerek yok edene veya onlan beşerî sûrete dönüştürene kadar, ibadet ve zikri çoğaltmaya çalışmalıdır. Onları alt eder ve tamamen öldürürse,
bu kötülüklerin keffâreti anlamına gelir. Nitekim Allah teâlâ, tövbe eden bazı kişiler hakkında şöyle buyurur :

"... Allah, onların (geçmişte işledikleri) kötü fiillerini silecek ve kalplerini sükûna kavuşturacaktır" (Muhammed, 47/2).

Onların insan sûretine dönüştüğünü görürse, bu durum, kötülüklerin iyiliklere dönüştüğü anlamına gelir. Tövbe edenler hakkında şu âyette buyrulduğu gibi:

"... Ancak, pişman olup doğru yola dönen, iman ederek dürüst ve erdemli davranışlarda bulunanlar, bunun dışındadır.
Zira Allah'ın (önceki) kötü hallerini iyi hallere dönüştürdüğü kimseler, işte böyleleridir."
(Furkân, 25/70).


Onlardan bu defalık kurtulmuş olabilir. Ancak daha sonrası için kendini güvende hissetmemesi gerekir. Zira nefis, isyan ve hata pisliklerinden bir güç elde edince,
kuvvetlenerek mutmainne (nefis) e üstünlük sağlar. İşte bundan dolayı, Allah teâlâ, dünyada hayatta kaldığı süre boyunca kulun her zaman yasaklardan kaçınmasını emretmiştir.

Bazen, rüyada, nefs-i emmâre kâfir, levvâme yahûdî, mûlhime ise hıristiyan sûretinde görünür. Mülhime nefis, bidatçi sûretinde de görünebilir.

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: SIRR'UL ESRAR - ABDULKADİR GEYLANİ

Mesaj gönderen Ahmed »

YİRMİÜÇÜNCÜ FASIL
TASAVVUF EHLİ


Tassavvuf ehli, on iki gruptur. Onlardan sadece birisi sünnîdir. Sünnîler, işleri ve sözleri, şeriat ve tarikata uygun olanlardır. İşte bunlar, ehl-i sünnet ve cemâattir. Bunların bir kısmı hesaba çekilmeden, bir kısmı da azap gördükten sonra cennete girecektir.

Geri kalan gruplar bidatçilerdir. Onların isimleri şu şekilde sıralanabilir: Hulüliyye, Hâliyye, Evliyâiyye, Semerâhıyye, Hubbiyye, Hûriyye, İbâhiyye, Mütekâsile, Haddiyye-Mütecâhile, Vâkıfiyye ve Hâmiyye.

  • 1. Hulûliyyeden olanlar şöyle der: "Kadınların ve oğlanların güzel yüzlerine bakmak helaldir. Zira güzel yüzde, Hakkın sıfatı vardır." Ayrıca onlar, raks ederler ve el öpme ile sarılmanın (gerekliliğini) iddia ederler. Hulûliyyenin görüşleri tam bir küfürdür.

    2. Hâliyyeden olanlar, "raks etme ve el çırpma (alkış) helâldir" derler. Onlar şunu da iddia ederler: "Şeyhin öyle bir hali vardır ki, şeriat onu ifade edemez/açıklayamaz." Bu görüşler bidat olup, Rasûlüllah'ın (a.s.m..) sünnetinde böyle bir şey yoktur.

    3. Evliyâiyyeden olanlar şöyle der: "Kul, evliyanın mertebesine ulaşınca, şeriatin getirdiği yükümlülükler ondan sâkıt olur." Ayrıca şunu iddia ederler: "Veli, peygamberden daha üstündür. Çünkü peygamber, ilmini Cebrâil vâsıtasıyla elde eder; velî ise, ilmine Cebrâil vâsıtası olmaksızın kavuşur." Hâlbuki bu yorum yanlıştır. Onlar bu inanıştan dolayı helâk olurlar. Bu görüşler küfürdür.

    4. Semerâhiyyeye göre, "sohbet kadîmdir, bu sohbet ile (kişiden) emir ve nehiy kalkar." Onlar, def, tanbur vb. gibi şer'an yasak olan şeyleri helâl sayarlar. Kadın olmaları cihetiyle kızlarını (kendilerine) helal görürler. Bunlar kâfir olup, öldürülmeleri mubahtır.

    5. Hubbiyyeden olanlar şöyle der: "Kul, Allah katında muhabbet derecesine ulaşınca, ondan yükümlülükler sakıt olur." Onlar, kendilerinden olan kişilerin yanında avret mahallerini örtmezler.

    6. Hûriyyenin görüşleri, Hâliyyeninki gibidir. Onlar, ayrıca, "(vecd) hallerinde hûriler ile cinsel ilişkide bulunduklarını" iddia ederler. Ayılıp kendilerine gelince, boy abdesti alırlar. Hâlbuki yalan söylemektedirler, bundan dolayı helâk olurlar.

    7. İbâhiyye, emr-i maruf (iyiliği emretme) görevini terk eder, haramları helal sayar ve bütün kadınlarla (evlenmeyi) mubah görürler.

    8. Mütekâsile, çalışıp-kazanmayı bırakarak, kapılarda dilencilik yaparlar. (Böylece) dünyayı terk ettiklerini iddia ederler. Hâlbuki bu yüzden helâk olurlar.

    9. Mütecâhile, üzerlerine fâsıkların elbiselerini giyerler, ama bâtınlarının (temiz olduğunu) iddia ederler. Bundan dolayı helâk olurlar. Şu âyette ifade edildiği gibi: "Asla, zulümde ısrar edenlerden yana eğilim göstermeyin. Yoksa (âhirette) ateş size de dokunur..." (Hûd, 11/113)

    10. Vâkıfiyyeden olanlar, "Allah'ı, asla Allah'tan başkası bilemez" diyerek, marifet (Allah'ı bilme) talebini bırakmışlardır. Bu yüzden helâk olurlar.

    11. Hâmiyyeden olanlar, ilmi bırakır, öğretimi yasaklar ve hakîm kişilere tabi olurlar. Onlar: "Kur'ân, perdedir. Şiirler ise, tarîkatin Kur'ân'ıdır" deyip, buna inanmışlardır. Bu yüzden, Kur'ân'ı bırakırlar, çocuklarına şiirleri öğretirler. Virdi de terk ederler. Bu inanıştan dolayı helâk olurlar.


(Bu gruplar), içlerinde bâtıl (bir inanış) olduğu halde, "biz, ehl-i sünnet ve cemâatiz" derler. Hâlbuki onlar, ehl-i sünnet ve cemâatten değildir. Zira ehl-i sünnet ve cemâat şöyle der: Sahâbe, Peygamberin (a.s.m..) sohbetinin kuvveti sayesinde cezbe ehliydi. O cezbeler, Hz. Ali'den (r.a.) sonra, tarikat şeyhlerine yayılmıştır. Daha sonra, çok sayıda silsileye ayrılmış, nihayet zayıflayarak onların birçoğunda sona ermiştir, öyle ki, bir kısmında, herhangi bir faydası olmaksızın, şeyhlik sûretinde rüsûm (formalite) kalmıştır. Daha sonra, onlardan bidat ehlinin kolları çıkmıştır. Böylece, bir kısmı Kalender'e, bir kısmı Haydar'a, bir kısmı Edhem'e ve diğer kısımlar da daha başkalarına intisap etmiştir. Onların burada anlatılması çok yer kaplar.

Bu zamanda, fakr ve irşad ehli, azın da azıdır. Gerçek Hak ehli, şu iki şahitle bilinir: Zâhir ve bâtın. Zahir, emir ve nehiylere uymak suretiyle şerîate güçlü bir şekilde bağlanmayı ifade eder. Bâtın ise, kişinin sülûkünün basiret müşâhedesi üzerine olmasıdır. Böylece o, kendisine uyulacak zâtı görür -ki o Hz. Peygamber'dir-. (Şeyhi de), kendisi ile Allah arasında ve Peygamber'in (a.s.m..) rûhâniyeti, hattâ yerine göre cismaniyeti arasında bir vasıta olur. Zira şeytan, Hz. Peygamber'in kılığına giremez. Dolayısıyla (bu durum), ondan kendisine ve sâlik müritlerine bir işaret olur. Böylece, onların sülükleri, körü-körüne olmaz. İşte burada, temyiz (ayırma) hususunda, öyle ince alâmetler vardır ki, onları ancak çok az sayıda kişi idrak edebilir.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: SIRR'UL ESRAR - ABDULKADİR GEYLANİ

Mesaj gönderen Ahmed »

YİRMİDÖRDÜNCÜ FASIL
HATÎME : SON NEFES


Sâlikin; zeki, basîretli, işlerin sonlarını görebilen ve onların geri gitmesi hakkında tefekkür edebilen bir kişiliğe sahip olması gerekir.
O, zahirî hallere aldanmamalıdır. Zira tasavvuf ehli, "hallere yönelen sâlikin, kendisine o halleri veren zattan gafil olacağında" ittifak etmiştir.

Nitekim bir âyette şöyle buyrulur:

"... Kendilerine yazık eden kavimlerden başkası, Allah'ın mekrinden emin olmaz" (A'râf, 7/99).

Bir kudsî hadiste de:

"Ey Muhammed, günahkârlara, benim çok bağışlayla olduğumu müjdele. Sâdıkları da, çok kıskanç olduğumu bildirerek, uyar"

buyrulmuştur.

O halde, evliyânın kerametleri ve halleri, mekr ve istidrâctan güvende değildir.
Hâlbuki peygamberlerin mucizelerinde durum bunun tersinedir.
Zira onların mucizeleri, bunlardan ebediyen güvendedir.

Denilir ki: "Kötü sondan korkma, genellikle kötü sondan kurtulma sebebidir." (Korku, ümitten fazla olmalıdır).
Tâ ki, beşerî yön, insanları aldatmasın ve farkına varmadıkları bir yerden onların yolunu kesmesin.

(Alimler) der ki: Sıhhat ve âfiyet içinde iken, havf (korku) ağır basar. Hastalıkta ise, ümit daha fazla olur.

Rasûlüllah (a.s.m..) şöyle buyurmuştur:

"Şayet,mümin kişinin korkusu ve ümidi tartılabilseydi, ikisi de birbirine eşit çıkardı."

Ölüm hastası olan müminin, Allah'ın fazlını ümidi daha çok olmalıdır.

Nitekim Nebi (a.s.m..) şöyle buyurmuştur:

"Sizler, mutlaka, Allah'a hüsn-ü zan besleyerek ölmelisiniz."

Yani, ölümcül hasta; Allah'ın rahmetinin gazabını aştığını,
O'nun rahmetinin ve yardımının genişliğini,
erhamurrâhımîn (merhametlilerin en merhametlisi) olduğunu düşünmelidir.
Böylece, kendini hakîr görerek, yalvararak, özür dileyerek, yaltaklanarak, kapısında günahını itiraf ederek,
O'nun kahrından lütfuna, O'ndan yine O'na sığınır.
O'nun lütuflarının feyzini ve günahlarına karşı rahmetini ümit eder. Hiç şüphe yok ki,

"Allah'tır gerçekten iyilik eden ve gerçek rahmet kaynağı" (Tür, 52/28) ve "son derece eli açık, çok cömert olan"


Ey sapıtanlara (saptıranlara) hidayet bahşeden, ey günahkârlara acıyan Allah'ım! Senin ilmin, söze hâcet bırakmaz. Cömertliğin de, istemeye hacet bırakmaz. Allah'ım, Rasûllerin efendisini, bütün âl ve ashâbını iyiliklerle kuşat! Salât ve selâm onların üzerine olsun! Ey âlemlerin Rabbi!


Allah teâlânın tevfikiyle, risâle (bu küçük kitap) sona erdi.


Resim

ALLAH Celle Celaluhu, Hakkımızda Hayırlar İhsan Etsin, inşaAllah!
Gavs'ül Azam Seyyid Abdülkadir Geylanimizin de(k.s) mertebesini âlâ kılsın, ebeden razı olsun inşaAllah!
Ellerine sarılıp öpmeyi nasip etsin, sohbetlerinden himmetinden BİZleri eksik etmesin , inşaAllah!
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Cevapla

“►Abdulkadir Geylani◄” sayfasına dön