2009 Mayıs Haber Arşivi

2009 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

2009 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

ÇORAPÇI HASAN BABA
Tarih: 05.05.2009 Saat: 17:27 Gönderen: kulihvani

Resim

ÇORAPÇI HASAN BABA

Kul İhvanî

Uzun yıllar oturduğum deniz kenarındaki lojmandan, varlığını çoğukez unuttuğum kendi evimize taşınınca,
mahallenin köhneleşmiş eski mescidinde tanıdım ONU ilk kez.

Çok renkli ve hızlı geçen iş hayatım, yerini anlamsız gibi bir HİÇliğe bırakmıştı sanki.
Sabahları çok erken ve tedirgin uyanır mescide bir nefes almaya koşar gibiydim.
“Hayatın hakikatı ÖLüm mü sadece?” sorusuna her yüzde cevap arar dururdum
Mescide erken gelenleri gizlice, derinden ve yüz hatlarıyla incelerdim...


***

Kırık bir Afyon şivesiyle, çoğu yanlış telaffuzla ve kendine mahsus bestesiyle YÂ-Sîn okumaya başladığında çok kızmıştım da, ne bu saçmalık demiştim..
Ben zarfa takılmıştım o ise MEKTUBu okumaktaydı içerden ki,
Bir an beni candan çağırıyor sanmıştım sırlı sesiyle..
Dayanamadım ve kalkıp dizinin dibine oturdum.
Sanki başka âlemdeydi.
Belki bir antika gramofon gibiydi!
Tiz ve cırtlak sesiyle ve sık sık tıkanan yaşlı-yorgun soluğuyla-nefesiyle…
İçimi iliğime kadar yakmaktaydı YÂ-Sîn’i..


***

Köy yerinden kalktık Antalya’ya geldik!
Oğlan Lisedeydi kız ortada..
Karı kızdı sıkıldı amma okusunlar istedim ve bir torba dolusu çorap aldım veresiye bir hemşeriden..
Dogu Garajında bir iskemle üstünde bekledim durdum gün boyu yıllarca..
Tek odalı bahçe evinde rahattık, kira cüziydi şükür..
Ekmek parası damlamakta ve çocuklara harçlık çıkmaktaydı daha ne isterdim Efendim!.
Yıllar su gibi aktı geçti üstümüzden..
Oğlan Elektirik Yüksek Mühendisi oldu evlendi 3 torun oldu..
Kız liseden sonra memur oldu evlendi 2 torun var..
Karı kızıyor uşaklara beddua ediyor: “Saçımızı süpürge ettik okuttuk
İki adım yerdeler diyin! Ha bir bakın öldüler mi kaldılar mı Gavurun Enikleri!..” diyor.
“Etme ulaa garı! İşleri güçleri vardır gelirler ne olmuş 2 bayram gelmemişlerse ahaa gurban gelmekte gelirler beee!..” diyom emme dinlemeyo ki!..


***

Köhne mescidi Almancı Bekir Atmaca yıktırdı ve yerine muhteşem bir câmi yaptırdı inanılmaz çabayla..
İki kat Zerdalilik Camisi cıncık-boncuk dış kaplamasıyla gösterişli oldu..
Câmiye konulacak yeni isimde yerli ağalarla kapıştı Bekir Can ve kaybetti de dernekten attılar..
Kahrından kanser oldu Almanya’da öldü!
Cenazesi geldi bir ikindi hemen verildi toprağa..
Ne zaman girsem o câmiye göz yaşım süzülürde bir Fatiha okurum..
“Ahh kardeşim Bekir ahh! Rahmetin hep yağsın dursun inşâallah!” derim..


***

Evlad!
Gönlüm senden bir tanıdık KOKU almakta!
Kalp, kalpte ALLAH Nuru gördü mü Muhammed Aleyhisselam KOKUsu alır!
RUHlar koklaşır da gönüller bahar dolar!.
EREN Eller el ele verince eller ALLAH’a varır!
Birkez “ALLAH!” desek AlLLAH da: “ALLAH!” der.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin Kevserinden içelim mi der de her namaz sonunda kelpeten gibi güçlü elleriyle ellerimi kavrar:
“Allahümme salli alâ MUHAMMED! Yâ Sabır Yâ Selamet!” derdi..
Bu tavrı, tarzı ve söyleyişi meşhurdu…


***

Câmi avlusundaki banka reklam bankına oturtup:
“Mühendisim bi zahmet sana, bu senin yazdığın kitabı bastırınca şu bizim Yakub’a versen o bana salar köye yazın..
Köyde atadan kalma bahçada vişne ağaçları var, kurdunan guşunan yer-içeriz, galanı satarız, dağıtırız, şurup yapar goca garı!..
Her yaz köye gidince dincelir de dönerim şehar yerine yeniden dipdiri..

Dağlara doğru şöyle bir gezelerim de eski günleri hatırlarım ahh ederim!
Mezarlığa uğrarım bazen, her mezar daşını okudukça yeniden geri döner onlarla olanı yaşarım!
Gah güler gah ağlarım Erenler..

Yakub Ağa vefalı komşu güz gelince gelir arabasıyla getirir bizi sanki
ÖZ Oğul gibi…
Bu sene halım hoş değil oğul, makine gacırdıyooo!..

Bu gece Seharda dua ederken aklıma geldiniz!
Bekir Hafız câmide çok çalıştı geldi-geçti gitti!
Sen ise işi gücü kenara atıp İlimle uğraşmaktasın, KOKUmuz bir RUHumuz BİR Rasûlullahda!
Yakıp Oğlan El Oğlu değil de Bel Oğlu sankim bize bakışta!
Üçünüzü BİRledim de DUA ettim can ü gönülden RABBımıza haaa!..


***

Karma karışık kafam, var-yok gibi aklım ve hayattan ve nefes almaktan yılgın BEN,
Açık pencereden içeri kulağıma dolan Yatsı Ezanı sesiyle irkildim..
Kalktım ve abdestliydim..
Geç kalsam da sünnete farza yetişmeliydim!
Hem de Çorapçı Baba dönmüş olmalıydı Afyon’dan..
Güz geleli çok olmuştu bağlara ve dağlara..
Özlemişiz demek ki geçti içimden koşarcasına giderken..

Câminin dik merdivenlerinden hızla yukarı çıktığımda yaşlı birisi,
Sırtı bana dönük ayakkabısını koymaktaydı ayakkabılığa..
Agız ucuyla bir selam verdim ki geç kalmıştım içeri girecektim..
Bir AN da betona düşen baston sesiyle geri döndüğümde havada sallanan yaşlı bedeni atlayarak yakaladım.
Başı kucağımda yere yığıldık.
Önce çabaladı yardım et der gibi,
Sonra yüzüme baktı, gülümsedi ve boğuk bir hırıltıyla:
“Allahümme salli alâ MUHAMMED! Yâ Sabır Yâ Selamet!
Eşhedü enlâ ilaha illallah Muhammederresulullah!”
Söndü gitti son hece gırtlağında..

Geç kalıp da gelen-gören birisi:
“Cankurtaranı aradım gelecek de öldü mü yoksa?
Kalp mi ecep neyi vardı ki? Tanır mısınız kimdir?” dedi..

Ense kökündeki Şah Damarındaki parmağıma ateş çökmüştü önce, ama gittikçe soğudu..
Başını yere koymaya kıyamadım da gözyaşım yüzüne dökülürken mırıldandım cevap bekleyen adama:
“Tanırdım, babamdı, ÇORAPÇI HASAN derlerdi…” demedim de fısıldadım sanırım…

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

POTA-yı MUHAMMEDÎYYE
Tarih: 10.05.2009 Saat: 22:57 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)

MD-20
POTA-yı MUHAMMEDÎYYE

İnsandan zuhur eden şeylere İlahî Kudret diyoruz.
Biliyorsunuz Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimiz mu’cize göstermek için âyet-i kerime var biliyorsunuz:
“İkterabetis saatu venşakkal kamer”
Vaktaki vakit geldi, Kamer iyi bölündü.
Cebrail geldi: “Yâ Rasûlallah parmağınızı kamera doğru uzatın!” dedi.
Rasûlullah iki parmağını uzattı böyle.
Kudret-i İlahîyye Rasûlullah’ın parmağında tecellî etti.
Ve Kamer ikiye ayrıldı.
Ayrıldı, buz gibi ayrıldı.
“Nasıl ayrıldı, böyle mi?”
Yok efendim aha bak böyle ahaaa ayrıldı!
Böyle göründü yok, böyle ayrıldı sonra yine birleşti.
Kudret-i İlahîyye Rasûlullah’ın parmaklarında…

Başka yerlerden gelebilirdi.
Hayır, Rasûlullah’ın parmaklarında.
Bütün kudret, Kudre-ti İlahîye Allah’ın mahluku olan en afdal mahluku olan insan tecellî eder.
Onun için İlahî Kudret insandaki esmâların menevişlerinde görünür.
Sen kendi içini temizler, her işini Allah’ın istediği tarzda, Rasûlün bildirdiği tarzda yaparsan sendeki esmâlar bütün menevişleriyle yüzünde görünmeye başlar.
Er Rahmân esmâsı zuhur eden insan bütün beşeriyetin ızdırabı karşısında acı duyar, göz yaşı dökmeye başlar.
Sallallahu Aleyhi Vessellem Uhud Harbinde mübârek sahabelerinin bir çoğu şehid olmuş.
Sad İbnu Ebu Vakkas arkadan şeyi bırakmış.
Oradan okçulara: “Durun burada!” demiş.
Dinlememişler, birbirine girmiş, mübârek dişleri kırılmış, ağzından kan geliyor.
Hz. Hamza şehid olmuş.
Bir avuç Müslüman, yetmiş kişi.
Ellerini kaldırmış: “Yâ Rabbi sen bunları affet! Bunlar ne yaptığını bilmiyorlar!” diyor.
Er Rahmân Esmâsıyla tecellî ediyor Cenâb-ı Rasûlulah!
Biz olsak: “Allah belâsını versin!”
İslamda lânet, beddua yoktur, beddua yoktur, İslamda beddua yasaktır.
Niçin yasak?
Allah’ın esmâlarını tecellî ettirmeye, onların menevişlerini ortaya çıkmağa me’mursun sen.
Meşhur İtalyan tarihçisi Bellini vardır.
Birde musiki şinas Bellini vardır.
Sonra İngiliz Karrari vardır.Tarihçi, Dinsiz bir herif.
Bu derki: “Ekselans Rasûl!” der.
Peygamber efendimize Ekselans Hazret demek, Fıransızcası ekselans.
“Hazreti Rasülun der. Ne getirdiği Kur’ân-ı Kerim, ne Şakkul mu’cizesi, ne şu, ne bu. Bunlara lüzum yok der. Peygamber olduğunu ispata şu kâfidir der. Bu harb esnasında her şeyi mahvolmuş gidiyor. O ellerini kaldırmış: “Ya Rabbi bunlar ne yaptığını bilmiyorlar. Sen bunları affet” bunu insan söyleyemez diyor. İşte peygamber adam budur!” diyor.

Onun için Er Rahmân Esması zuhur eden insan bütün beşeriyetin ızdırabı karşısında acı duyar, göz yaşı döker.
Onun için bir hadis-i kudsî de diyor ki: “Bir memlekette ne kadar edepsizlik artarsa artsın, orada Allah için bir göz yaşı döken birisi bulunursa Cenâb-ı Allah o yaşın hürmetine bütün memleketi mağfiret, El Hafîz Esmasıyla mağiret eder!” diyor.
Onun için “Guliyet, Gulubet” buyurmuştur.
Hâluk insanlar olmasaydı, gök kubbesi devrilirdi başımıza.
“Evliyayı tahte guari ila la refuk gayrı.”
Allah’ın sevgili kulları olmasaydı, hepimiz perişan olurduk.
Onun için Allah indinde kıymet kazanabilmek, yani sana senden yakîn olan Allah’ın esmalarını, vücudundaki esmalarını ortaya çıkarabilmek için pota-i Muhammedi de sallallahu aleyhi vesellem de erimek lazım.
Bir potadır bu!
Hani kuyumcular içinde altın eritirler pota, bakır eritirler.
Bu da Rasûlullah’ın bir potası vardır.
Bu Pota-i Muhammedide erimek lazımdır.
Pota-i Muhammediyye’de erimek demek, Nur-u Muhammedi’ni bulup, kendi kalbindekini, kalbindeki ampülü yakabilmek demektir.
Hepinizde Nur-u Rasûlullah vardır.
Bu potaya girebilmek için iman ile süslenmek lazımdır.
Nasıl ki bir tuz memlahası tasavvur edin.
Tuz gölü içine bir hayvan düşse her zerresi tuza ınkilab eder.
Koku yapmaz. Tuz hiçbir şeyi kokutmaz ve bozmaz da.
Memlaha-yı Muhammediyye Rasûlullah’ın potasına düşen kimsenin bütün şekaveti, kesafeti derhal letâfete çevrilir.
Hazreti Ömer radyallahu anhu der ki: “ Ben Resûl-i Ekremin nazar-ı akdesi ile” nazar-i akdes demek Rasûlullah’ın mübarek iki âlemi gören gözü ile bir saniye göz göze gelmek demektir.
“Nazar-ı akdesi ile karşı karşıya geldiğim zaman bütün şekavetim letâfete çevrildi!” der.
“Ben ağlarım ara sıra der. Çünkü cahiliyet devrinde bir kızımı, küçük kızımı canlı canlı gömerlerdi. Götürdüm, mezara sokuyorum canlı canlı.
O sakallarımı yakalıyor diyor. Çamurlu elleriynen.
Ben depe depe soktum canlı canlı, kızımı öldürdüm!” diyor şeyde.
“Ben eşkiyâydım diyor. Vaktaki Rasülün mübarek nazar-ı akdesi ile şey ettim Letâfete çevrildim!” diyor.
Hazreti Radiyallahu Teâlâ anhu dur.
Ötekiler Radiallahu anh tır.
Radiyallahu Teâlâ anhu âyet-i kerime ile “Allah ondan çok razıdır” demektir.
Eşkıyâ bir anda şey oluyor. Potada erimek lazım.
Hepimize nasip bu. Hepimiz mümkün. Vâcib.
“Lâ İl3ahe İllallah” diyen herkese vâcib bu.
Herkese mümkün! Kendini bul da ara!
Kendinde bunlar kendinde, başka yerde değil.
“Felan yerde hoca efendi var. Gideyim onun etrafında döneyim.
Bana bir şey verir!”
Yok yok onlar gidersin.
Açar şey kolanyasını, çoban kolanyasını: “Bu bilmem, bilmem nere kokuyor!” diye sana sunarlar.
Böyle yobazlarınan uğraşma oğlum.
İçinde, içinde!
Kur’ân-ı Kerim aha bak buradan Kâbe görünür.
Bu âleme Âlemi İmkan denir.
Hazreti Rasûlün nazar-ı akdesi ile dedim iltifata nail olan mücrim hemen muhterem olur.

Hudeybiye müsalahası yapıldığı zaman:”Sizden bize İslam olur müşrik gelirse biz size göndereceğiz. Sizden bize gelirse biz göndermeyeceğiz!” diye bi şey yaptılar orda.
Bir Ebu Cendel isminde birisi çıktı ortaya, yolu kesmeye başladı. Müşriklerin gelmiyor şiye Şam’a gitsinler.
Ebu Cendel. Nihâyet kırk kişi oluyorlar.
Hüdeybiye müsalahası gereğince İslamlar, müşriklerden İslam olursa kabul ediyorlar.
Rasûlullah kabul ediyor. Yol kesiyorlar.
Bunlar geldiler kendileri bu işi düzelttiler sonra.
Bu arada Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem in mübarek kızlarından birisi Ümmü Gülsüm.
Evli. Torun-u Rasül. Rasûlullah’ın kızının yani karnında gebe çocuğuna. Hicretten üç dört ay evvel.
Hicret başlamadan aşağı yukarı bir buçuk ay evvel.
Rasûlullah Ümmügülsüm’ü evlendirmiştir.
Rasûlullah’ın önüne çıkıyor kocası: “Bu kızı götürmeyeceksin!” diyor.
“Ben bir yere gitmiyorum!” diyor.
Nihâyet Rasûlullah hicretten sonra Ümmü Gülsüm, kaçıyor kızcağız Medine’ye.
Yolda müşrikler yakalıyorlar bunu.
Ümmü Gülsüm’ü katlediyorlar, karnını yarıyorlar.
Torunu Rasûlullah’ı da param parça ediyorlar.
Nakebe isminde bir herif!
Rasûlullah’a gidiyor haber.
Mübarek gözlerinden yaşlar gelmeye başlıyor.
Sahabe-yi Kirama diyor ki: “O Nakebe’yi bulduğunuz yerde katledin!”
Aradan üç dört sene geçiyor, Nakebe dağlarda.
Bir gün Medine’ye geliyor, çarşaf giymiş.
Doğru Hazreti Ebu Bekir’e gidiyor, tanıyorlar.
Ya Eba Bekir! Ben İslam olacağım. Beni Huzur-u Risâlet penahiye götür!” diyor.
Ebu Bekir halim bir zât-ı muhterem. Allah şefaatine nail eylesin.
“Ben yapamam diyor. Git emr-i Rasûl vardır. Şimdi kılıcımı alır kafanı keserim senin!” diyor.
Hazreti Ali efendimize gidiyor.
Hazreti Ali diyor ki: “Buradan kuyruğunu kır, yoksa katlederim seni!” diyor.
Hazreti Osman’a gidiyor, o da: “Aman git!” diyor.
Hazreti Ömer’e zâten gidemez, görür görmez katledecek Ömer çünkü.
Onun şakası makası yok, Allah’ın zaptiye nazırı.
Hiç, derhal kılıç şeyinde “hıpp!” dedimi kafayı vurur, hiç şakası yok.
Bir arasını buluyor, Rasûlullah’ı sahabeler otururken huzura giriveriyor.
Bu Nakâbe hemen yüzünü açıyor.
Herkes Emr-i Rasûl var ya.
Rasûlullah: “Yoooook! diyor.
Bu adamcağız arada: “Eşhedu Enla İlahe İllallah ve Eşhedu enne Muhammeden abduhu Rasûlullahu!” diyor.
“Ya Rasûlullah İslam oldum!” diyor.
“Beni affeyle!” diyor.
Ağlamaya başlıyor.
Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vessellem gözlerinden yaşlar akıyor.
“Ben affettim, Allahım da affetsin!” diyor.
Kızını param parça etmiş adamı!.
Bu Er Rahmân Esması peygamberlik derecesine gelen insanda olur.
Sende Rasülün ümmetisin ,sende bunu böyle yapacaksın.
Bu hale getireceksin. Âlem-i imkan.
O halde bunları elde olabilmek için dine girmek lazım.
Şimdi piyasada bir lakırtı vardır.
“Din ne demektir efendim?”
Bu suale ehemmiyet verin aziz cemaat.!
Birisi sorar: “Din ne demektir?”
Hep cevap şudur. O salat cevabıdır o haaa.
Din efendim namaz kılmak, oruç tutmak diye cevap verirsiniz.
Ulan halbuki namaz kılmak, oruç tutmak dinin umdeleridir, din değildir.
“Ben biliyorum!” diye de bir çok zırıltılar ederler.
Namaz kılmaz, oruç tutmak din değildir, dinin umdeleridir.
Din, bizim bu âleme nereden geldiğimizi, ne gibi vazifelerle mükellef bulunduğumuzu, ve bu âlemden nereye gideceğimizi bildiren bir İlm-i Celildir.
Bunların muallimleri vardır, dinin muallimleri hocaları.
Nasıl efendim coğrafya muallimi vardır. Bilmem efendim.
Tabii ilimler muallimi, matematik muallimi olduğu gibi bu İlm-i Celilin muallimlerine de enbiyâ ismi verilir.
Peygamberler. Peygamberler Allahı ıspata değil, beyana, kelimat-i ilahiyeyi ilana gelmiştir.
Birisi efendim bana Allah’ı ispat et.
Ne münasebet. Allah muhtac-ı ispat değildir.
Sen ne oluyorsun ki: “Aklına sokacağım da Allah’ı ispat edeceğim!”
Kepazeye bakın cemaat.
Allah muhtac-ı ispat değildir.
Peygamberlerde Allahı ispat için gelmemiştirler.
Allahın vahyini bize bildirmek için gelmiştir.
Çünkü biz ona tahammül değiliz.
Vahy-i ilahiyi alabilmek için tamamıyla temizlenmek lazımdır.
Onu da Cenâb-ı Peygamber Efendimizi Allahu Zülcelâl muayyen bir terbiye, muayyen bir vücut, muayyen bir tolerans içinde yaratmıştır.
O kıvama geldikten sonra Cebrail kendisine görünüyor ve vahiy getiriyor.
Niçin Cenâb-ı Allah’tan doğrudan doğruya vahiy gelmiyor.
Çünkü Vücud-u Rasûl da cesettir, insan vücududur, ahammül edemez ona.
Onun için araya melek Cebrail isminde bir tanker koyuyor Cenâb-ı Allah.
O tanker gidiyor, Sıdretü’l- Münteha’ya, hortumuyla içini vahi-yi ilahiyi dolduruyor.
Geliyor görünmeyen hortumunu Rasûlullah’ın mübarek kalbine takıyor.
Ve Rasûlullah’ın tahammül edeceği şekilde vahiy indiriyor.
Rasûlullah’da bizim tahammül edeceğimiz şekle indiriyor onu, bize getiriyor.
Onun için bu gün elimizde olan aziz cemaat Kur’ân-ı Kerim inme tarzında Kur’ân-ı Kerim değildir.
Mesela birinci âyetten başlar: “Bu gün biri indi, yarın o indi!”
Yooooo! Bakarsınız birinci sayfada yirmi sene evvelin, sonra inmiş âyet gelir, bir sene inmiş âyet biraz sonra gelir.
Cenâb-ı Peygyamber şer’i bizim tahammül edeceğimiz hudud dahilinde tensib etmiştir.
Elimizdeki Kur’ân-ı Kerim budur.
Yoksa o âyetleri indiği tarzda şey etse kimse okuyamaz, tahammül edemez, dünya mahvolur.
İşte bu âyet-i kerimelerin nereden nesinin geldiğini bazı insanlar bilirler. Bunlar Sırr-ı Kur’ân derler.
Sırr-ı Kur’ân buradadır.
O işler çok karışık işlerdir.
Biz Elhamı okuyalım kâfiii.
O halde Rasûl-i Ekrem Efendimiz yani Peygamberler, Enbiyâların bilhassa bizim Peygamber efendimizin iki cephesi vardır.
“Nasıl cephe?”
Bi evin bir sağ cephesi bir sol cephesi olduğu gibi Rasûlullah’ın da iki cephesi vardır.
Birisi Cephe-i Vilâyettir.
İkincisi Cephe-i Nübüvvettir.
Cephe-i Vilâyet Hakka nazır olan cephesidir.
Yani Cenâb-ı Allah’a nazır olan cephesidir.
İkinci Cephe-i Nübevvet ise halka, bize kullara nazır olan kısmıdır.
Rasülun Hakk ile olan muamelesi gecedir.
Gece, Rasûlullah halk ile meşgül değildir, Hakk ile meşgüldür.
Onun için Teheccüd namazı Efendimize farz emr olunmuştur.
Nebiye göre gece muamelesi, Hakktır.
Nebiye göre gündüz muamelesi, Halktır.
Yani gündüz Halkla, biznen uğraşır.
Gece Hakk’nan uğraşır.
Gecce Hal-i münacattır.
Münacatın mahalli de, kürsüsü de salattır biliyorsunuz, namazdır, Miracü’l mü’mindir.
Gündüz hali, davet ve tebliğdir.
Tebliğin mahalli de neresi olursa, Allah’ın kullarıdır.
“Sen şunu şöyle yapacaksın, Ben Allah’ın Rasülüyüm, şu emri, şu emri şu emri!” halka getirmiştir.
Hakiki insanda olan bu esmaların menevişleri ortaya çıkarsa melekten büyük olur insan.
Melekler insanlara bile gıpta ederler.
Cebrail bazen Meclis-i Rasûlullah’a geldiği zaman, Cebrail’in de bir güzelliği vardır.
Hiç görmedik bilmiyoruz, Rasûlullah’ın târif ettiği.
Cebrail’inde bir kendine güzelliği vardır.
Cebrail Araplar nezdinde o zamanın en güzel, gâyet yakışıklı ve güzel bir erkeği vardı.
Dihye r.a. Sahabe-i kiramdan gâyet yakışıklıymış.
Cebrail onun suretine girip ekseriya Meclis-i Rasûle öyle gelirmiş.
Sahabe kiram bunu bilirmiş.
Dihye radyallahu anhu kıskanıyor bakınız melek.
İnsandaki melâhata bakınız.
İnsandaki letâfete bakınız!
Melek bile kendi suretiynen o halin, şeyin Dihye radyallahu anhunun şekline giriyor, Rasûlullahın huzuruna öyle geliyor.
Ashab-ı Kiram onu bilirmiş.
Onun için insan insanlığının kıymetini bilin aziz cemaat!
Rasûl-i Ekremi anlamağa çalışın!
Bu güzellik sizde de var.
Peygamber Cephe-i Vilâyet-i ile bütün hakikatları bilir, görürdü. Cephe-i Vilâyet-iyle.
Mesela; Beni otuz sene evvel birisi görse idi beni, siyah saçlı, eee bunun otuz sene sonra saçları beyazlaşacak bilirsin değil mi? Bilirsin.
Şimdi bak yapraklar açıyor.
Bunlar bir gün birisi sorsa: “Bunların sonları ne olur?”
Bunlar sapsarı olur be birader dersin?
Nerden biliyorsun? Haaaa.
Bunun sarı olacağını biliyorsun değil mi? Değil mi?
Siyah saçın beyaz olacağını ama, bak daha bunlar yeşil iken sarı olacağını biliyorsun evvel.
Çok iyi dikkat edin cemaat.
Bu yeşil yaprakların bir gün sararacağını biliyorsun. Daha sararmamıştır.
Siyah bir saçın sonradan beyazlaşacağını, saçın siyah iken bildiğin gibi mi’raçta da da Allahu lem yezel sessiz, sözsüz, sizsiz, bizsiz soksan bin kelimat konuşmuştur Rasûlullahu Sallalahu Aleyhi Vessellemle.
Onun için nasıl bir yaprakların bir gün daha sararmadan bunun sararacağını bildiğin gibi Ebu Cehil avânesinin de iman etmeyeceğini Rasûlullah böyle biliyordu.
Yani bu ağacın yaprakları şimdi yeşil, sararacağını nasıl daha sararmadan bildiğin gibi Rasûlullah da Ebu Cehilin İslah olmayacağını bu yapraklar gibi biliyordu.
Cephe-i Vilâyet-i ile biliyordu.
Nübüvvetin, nübüvvet tarafının da imanı kabul etmeyeceklerini, haaa Cehpe-i Vilâyetde Ebu Cehil’in İslamiyeti kabul etmeyeceğini bildiği halde nübüvvetin de imanı tebliğe memur olduğunu bildiği için burada durakladı: “Eee Yalınız tebliğ edeceğim bunu değil mi?
Ama bu herif kabul etmeyeceğini ben biliyorum bunun!”
Durakladı burda: “Ben niye beyhude buna şey edeyim.!”
O zaman bir âyet-i kerime indi.
“Festekim kema ümirte”
O zaman bir âyet-i kerime indi.
“Habibim sen nübivvet fazifene istikrar et! Onlar kabul etseler de etmeseler de imanı tebliğ ve devam et!” çıkıyor.

Onun için diğer bir âyette de onun altında.
“Yapılacak işlerde eshabınla müşavere et!”
Eshabınlan konuş harba mı gideceksin eshabınla konuş, Şunları mı yap...
Ama bakın Cenâb-ı Peygamber Cephe-i Vileyatte her şeyin aslını biliyor. Biliyor ama bu peygamberin bilmemezliği değildir.
Bir nevi tenezzülüdür.
Sahabede müşavere etmekle tenezzül etmektedir.
Yoksa Peygamberin başkalarının reyine ihtiyacı var demek değildir.
Bu bir nevi ümmete, sahabesine Rasûlullahın iltifatıdır.
Büyüğün küçüğe tenezzül ve merhameti gibi bir şeydir.
Kur’ân-ı Kerim de yok mu?
Cenâb-ı Allah meleklerle müşavere ederek: “Ben insan yaratacağım” demiştir.
Meleklernen konuşmaya ihtiyacı mı var Cenâb-ı Allahın?
Hayır bunlar saltanat-ı ilahiyyedir.
Hâşâ Allah’ın meleklerle müşaveresi bir ihtiyaç değildir.
Onun için İslam Hazreti Rasûle anlamağa savaş.
“Efendim biliyorum Peygamber!”
Eeeee biliyorsun. Niye yaptın, onun hangisine benzettin.
Efendim saç bırakacağım.
Saç bırakacaksan Rasûlullah’ın bu memelerine, bu kulak memelerine kadardı mübarek saçları.
Bırak öyle saçı.
Şimdi bir nevi saç çıktı bitıls saçı. Bitıls. Haydut saçı.
Bitıls hâşâ sümme hâşâ pislik böceği var ya pisliklerde gezer.
Bitıls İngilizce o demektir. Pislik. Affedersiniz pislik böceği demektir.
Çünkü başka kendine lakırtı bulamamış da onu koymuştur.
Bitıls pislik böceği demek İngilizce Türkçe manası.
Ne bu haydut gibisin.
Bırakacaksın güzel saç bırak omuzlarına kadar.
Tara oğlum!
Rasûlullah’ın yaptığını, yalan söyleme her gün yıkan!
“Suyun kasesi bin altın olsa her gün yıkanınız!” diyor Cenâb-ı Peygamber. Bunu çölde söylüyor.
Şurada üç metre kazsan su çıkıyor.
Evinizde her gün hamam günü vardır.
Efendim Salı günleri hamama gideriz.
Perşembe günü de çamaşır yıkarız.
Öteki günler ne oluyor? Dedi kodu oluyor.
Her gün yıkan, her gün yıkan.
Suya yağmur göl gibi akıyor.
Her gün yıkanır tepeden tırnağa tertemiz olursan yarın öldüğün zaman mahallenin hocası yakarken melekler de yıkar seni.
“Efendim ben Salı günü hamama giderim!”
Eeee!..
“Hafta da bir defada üstümü değiştiririm!”
O arada ne oluyor?
Her gün yıkan oğlum, her gün yıkan!
Mümkünse her günde çamaşırını da değiştir.
“Efendim benim çamaşırım!”
Derini değiştir derini, fırçala derini!
“Efendim her gün yıkanmada ne var?”
Her gün abdestli gezme de, ayak basma da ne varsa onda da o vardır.
Bunlarda başka başka zevk vardır.
Yav torununu alırsın öpersin, çocuğunu alır öpersin, başka tad bulursun.
Annenin elini alır öpersin, başka koku alırsın.
Sevdiğin bir büyüğün elini öpersin, başka koku alırsın.
Sevgilini öpersin, bambaşka.
Cihaz aynı, makine aynı, dudak aynı.
Zevkler değişiyor oğlum. Zevkler değişiyor!
Bunlar hepisi sende. Hepisi sende!
Temizlen temizlen!
Yarın ahrete intikal ettiğin zaman demir kaşağı ile bile temizlenemezsin. Burda temizlenmeye bak!
Allah cümlemize sevdiği ve razı olduğu yolları göstersin!
Ama göstermiş Cenâb-ı Peygamber.
Onun için sizde aziz cemaat bir işin bir manevî tarafı vardır.
Bir de zâhirî tarafı vardır. Bir de zâhirî tarafı.
Namaz mesela namaz. Ta’dili ile yat kalk! Bu şeriat namazı.
Birde kalb namazı var. Onlarınan birbirini birleştirdi mi tamaaaaam. Mi’raç başlar o zaman.
Manevî tarafı vardır dedik bir de zâhirî tarafı vardır.
Zâhiri tarafı dar kafalılar için.
Nasihat lakırtı dinlemeyenler için.
Manevî tarafı ise anlayanlar için.
Cenâb-ı Peygamber diyor ki: “Bade suhufun suhufu beyne suhufu suhufun.”
Namazda, namazda saflarınızı,
Burda saf, bildiğimiz dizi.
Burda saf-dizi, rükuya gittin zamanda dizidir oğlum!
Secdeye gittiğin zamanda dizidir oğlum!
Yine aynı dizi, iniyor kalkıyor.
Beyne suhufun: Bu safların arasını bozanlar, açlık duranlar, imamdan evvel gidip kalkanlar, bunlar nasıl safların aralarını bozarsa, Allah’a kasem ederim ki Cenâb-ı Allah da onların kalblerinden kendisinin münasebetini aynı suretle şey eder, kırar atar!” diyor.
Bu namaz olmaz!
Bu gün ama iyi kıldınız namazı haaa.
Ama ben bakmadım.
Caminin içinde insanın yüzüne sürülecek bir rahmet indi de ondan.
Aman cemaat aman cemaat!
Gel sizilen bir mukavele yapalım!..



KELİMELER:

Hazret: (Huzur. dan) Ön. Kurb. Pişgâh. Hürmet maksadı ile büyüklere verilen ünvan; "Hazret-i Kur'an, Hazret-i Peygamber, Hazret-i Üstad, Paşa Hazretleri" gibi.
Mu’cize: İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerametten yüksek, fevkalâde hâdise. Mu'cize, Halik-ı Kâinat tarafından peygamberlerin hakkaniyetine ait bir tasdiktir. Sahih hadislerle mu'cizeler haber verilmiş ve tesbit edilmiştir
Zuhur: Meydana çıkmak. Ansızın meydana gelmek. Baş göstermek. Görünmek. Hulul. Galip olmak. Âlîkadr.
Beşeriyet: İnsanın tab' ve hilkati ve fıtrî halleri. İnsanlık.
Mağiret: (Mağfiret) Cenab-ı Hakk'ın kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfu.
Pota: f. Toprak veya mâdenden yapılmış, kimyacı, eczâcı, mâdenci veya kuyumcu âletlerindendir. Altın, gümüş ve benzeri mâdenlerin eritilimesine mahsustur.
Memlaha: (Milh. den) Tuz çıkarılan yer. Tuzla.
Şekavet: Her çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak. Haydutluk, eşkiyalık.
Kesafet: Bulanıklık. Kir. Açık veya berrak olmamak. Kalınlık, yoğunluk, kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak.
Letâfet: Hoşluk, lâtiflik. Cisimden alâkayı kesip bir nevi nurâniyet kesbetmek. Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik.
Nazar: Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. Gözdeğmesi. İltifat. İtibar.
Akdes: En kudsi. En mübarek.
Vâcib: (Vücub. dan) (C.: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan. Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit olmamakla beraber, her halde pek kuvvetli bir delil ile sâbit bulunan şeydir. (Vitir ve Bayram namazları gibi.) İlm-i Kelâm'da: Varlığı zaruri olup, olmaması imkânsız bulunan.
Yobaz: Dinde bağnazlığı aşırılığa vardıran, başkalarına baskı yapmaya yönelen (kimse) mecaz Bir düşünceye, bir inanca aşırı ölçüde bağlı olan (kimse) halk ağzında Kaba saba, inceliksiz (kimse)
Müsalaha: (Sulh. dan) Barışma. Anlaşma. Güvenlik.
Penahi: f. Sığınma.
Zaptiye: Jandarma veya polis kuvveti. Memleket içi âsâyiş ve intizamı te'min maksadı ile çalışan hükümet kuvveti.
Umde: İnanılacak şey. Prensip, temel fikir. Dostluk. Güvenilecek yer veya kimse. Kavim veya kabilenin muteber ve mu'temedi olan. Reis. Serasker.
Kelimat: (Kelime. C.) Kelimeler, kelâmlar, sözler.
Muhtac-ı ispat: İspat etmeye muhtaç olan.
Muayyen: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Sıdretü’l- Münteha: Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam.
Tensib: Uygun görmek. Münasib kılmak.
Muamele: (C.: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş. Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş.
İslah: İyileştirmek. Düzeltmek. Kusurları gidermek. (Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. S.)
Müşavere: Bir iş hususunda iki veya daha fazla kimseler arasındaki konuşma ve danışma. İstişare etme. (Bir kavim müşaverede bulundu mu rüşd ü salâha nâil olur. Hadis meâli)
Tenezzül: Alçak gönüllülükle, tevâzu ve mahviyet içinde, kibirsizlikle.
Ümmet: Cemaat, kavim, taife. Bir hâkim milletin ashabından olan hey'et-i içtimaiye. Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka davet ettiği cemaat. Bir dille konuşan millet. Arkasına düşülecek bir cemaat veya tarikat.
Ta’dil: Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : "Secdeyi sükunetle yerine getirmek ve iki secde arasında "Sübhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rüku'dan sonraki kıyamda sükunet üzere olmak ve namazın bütün duâlarını dikkatle okumak. Namazın her rüknünü yerine getirmek, acele ile kılmamak" gibi.


ÂYETLER:

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ

Resim---“İkterabetis saatu venşakkal kamer: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.” (Kamer 54/1)

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْا إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

Resim---" Festekim kema ümirte ve men tabe meake ve la tatğav innehu bi ma ta'melune besiyr: O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.” ( Hûd 11/112)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

TEVHİDULLAH
Tarih: 11.05.2009 Saat: 00:49 Gönderen: kulihvani

Resim

TEVHİDULLAH

Latif YILDIZ


ALLAH..: Harf-i Târifsiz Lafzullah kendi Mârif..
LİLLAH : Kullî ŞEY O’nun için..
LEHU….: Kullî ŞEY O’nun..
HUUUU!: Kullî ŞEY O’dan O’na, O…


Lâ İlâhe illâ ALLAH.: Şeriatta her Akıl kendisi İlimle BİLir
Lâ İlâhe illâ Huu….. : Tarikatta her Nefs Pîr Edebiyle BUlur
Lâ İlâhe illâ Ente…..: Mârifete her Kalb Resûlullah sav İrfanıyla OLur
Lâ İlâhe illâ Enâ….. : Hakikatte her Ruh Şah damarından da Yakîn Rabbının Erkanıyla YAŞAr!..


AKIL BUZumuzu NAKİL DENİZine Atalım mı?
Ne dERsiniz cANlar!..
Lâ Hüve illâ Hüve!…

Senin DOĞRUn; izafidir, iğretidir, hayalîdir, sanaldır, geçicidir, DOĞRUn değişir, şimdi Şu AN doğrun yarın Bir AN YANLIŞ olur,
El HAKK celle celâliHU doğrusu; alakasızdır, süreklidir, hakikattır, gerçektir, devamlıdır, şimdi Şe’ANullahta doğrudur Kalb Gözünle görki, her AN tek doğru “BİR” dir. TEKliktir..
MURADULLAHtır: TEVHİD Et!..”

Senin YANLIŞın; izafidir, iğretidir, hayalîdir, sanaldır, geçicidir, YANLIŞın değişir, şimdi Şu AN yanlışın yarın Bir AN DOĞRU olur,
El HAKK celle celâliHU’nun yasakladığı TEK yanlış; şimdi Şe’ANullahta Kafa Gözüyle gördüğün bil ki “İKİ” likdir. İKİ ŞEYliktir. ŞEY-tan lıktır..
EMRULLAHtır: ŞİRK ETME!..

“Ben!” demeyi geç.
“Sen!” demeyi geç,
“Biz!” demeyi de geç..SIRRa ER de yalnızca
“O!..” de..

Kendini Bil!.. bir Kâmil Bul!..
Mevcûdlar DEVR-ANında, Vâcibü’l- Vücûd’u SEYR-AN Eyle TESLİMİYYET Bil - Bul!

Resûlullah sav ile Ol!.. El Hayyı El Hakkla Yaşa!
Cümle cAN CEVL-ANında Cem’ü’l-Cem’i HAYR-AN Eyle İSTİMETte Ol - Yaşa!

İLİM ile Aşk ü Cezbeyi BİL SÖZ Et!
İRADEyle Züd ü Takvâyı BUL SOHBET Et!
İDRAK ile Sıdk u Huşû’da OL ZEVK Et!
İŞTİRAK ta Havf ü Recâ Yaşa HAZZ D-UY! - UY!...

Huzurda Hazır Ol!
HIZIR Hazırdır!..

“Lâ Hüve illâ Hüve!…”
Dinle Bak Sahibin SUBHÂN celle celâlihu SESinden:


اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْض

Resim---" Allahü nurus semavati vel ard…: Allah, göklerin ve yerin nurudur…” (Nûr 24/35)


يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ

Resim---" Yesebbihu lillahi ma fiyssemavati ve ma fiyl'ardil elmelikilkuddusil'aziyzilhakiymi. : Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh, azîz ve hakîm olan Allah'ı tesbih eder.” (Cuma 62/1)

“LÂ Mevcuda illallâh” SIRRına ER de: “O’dan başka bir ŞEY yok!..” de..

Beden Temas ederse HAKKtır ELindeki..
Nefs Görürse ederse HAKKtır GÖRüşündeki
Kalb Duyarsa ederse HAKKtır DUYuşundaki..
RUH Koklarsa Rayihayı HAKKtır Hâlindeki..
Sırr söylerse-dinlerse HAKKtır SÖZ:
dUy ve UY:


يَ<يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي

وَادْخُلِي جَنَّتِي


Resim---“Ya eyyetühennefsülmutmeinnetü. İrci'iy ila rabbiki radiyeten merdiyyeten. Fedhuliy fiy 'ibadiy. Vedhuliy cennetiy. : Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!” " (Fecr 89/27-30)

“LÂ MEVCUDA İLLALLÂH !!!’’

ÇOK ÖNEMLİ BİR DUYuru:

Kendisi RESİM iken Şu RESİMler ÇÖPlüğünde, RESSAM’ın Kendini veya Resmini arayan AHMAKlar!

Kulak vERsin ve mesned nerde DEmesiNler:



UlUHİYYET TEVHİDİ

ALLAH Teâlâ’nın Zâtında, sıfatlarında, güzel isimlerinde ve tüm fiillerinde eşsiz ve ortaksız tek ilâh oluşunun ilânı ve kullarınca kabul edilip dil ile ikrâr kalb ile tasdiktir.
Îmân ise ibâdete ve itâate götürecektir haliyle...

Bir söz konuşuluyor ise, şu durumlardan birisi vardır:
1- Mütekellim: Sözü Söyleyen
2- Muhatab: Sözü Dinleyen
3- Gâib: Hakkında Konuşulan, var olduğu halde orada gözükmeyen.
4- Umumî: Herkesi Bağlayan (konuşan, dinleyen, gaib ve herkes)

ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL,Kur’ân-ı Kerîm’inde Ulûhiyyetini ilân ederken yukardaki 4 durumu da ilân etmektedir.
Aynı şey olmakla beraber dâkaik (incelik) ve hakâik (hakikatler) anlayışı açısından insanlar için farklı gözükmektedir.


a-) Şerîat-ı Muhammedîye’de Ulûhiyyet Tevhidi: (Zâhirî-Eşyaî)
“LÂ İLÂHE İLLÂ ALLAH: ALLAH’tan başka ilâh yoktur.”

Tümünü kapsayan (küllî şeyi, eşyâî) Umumî Tevhid.
Umumî (genel) Tevhidullah olup ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL’in Zât’ında, sıfat, isim ve fiillerinde tek eşsiz, ortaksız ve tek İlâh olduğunu ilân eder.
Bu hükmü tüm mahlûkatı için geçerlidir.

Kur’ân-ı Kerîm’ de:


إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ

Resim---"İnnehüm kanu iza kiyle lehüm la ilahe illellahü yestekbirun: Çünkü onlar, kendilerine, “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” denildiği zaman, inanmayıp büyüklük taslıyorlardı.” (Saffat 37/35)
“Çünkü onlara: “Lâ İlâhe İllallah: ALLAH’dan başka ilâh yoktur.” denildiği zaman kibirle direnirlerdi (kafa tutarlardı).” (Sâffat 37/35)


فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ

Resim---"Fa'lem ennehu la ilahe illellahü vestağfir li zembike ve lil mü'minine vel mü'minat vallahü ya'lemü mütekallebeküm ve mesvaküm: Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.” (Muhammed 47/19)
“Fâ’lem ennehu lâ İlâhe İllallah....: Bil ki ALLAH’tan başka ilâh yoktur...” (Muhammed 47/19)

Lâfzen “Lâ İlâhe İllallah” şeklinde olmayan ancak, içerik olarak Ulûhiyyet Tevhidini destekleyen âyeti celîleler:
Âl-i İmrân 3/62,64; Nisâ 4/171; Mâide 5/73; En’âm 6/19; Kehf 18/16; Tâ Hâ 20/98; Enbiyâ 21/108; Hacc 22/34; Hûd 11/2,26; Sad 38/65; Fussilet 41/14; Zuhruf 43/84; Câsiye 45/21 gibi âyetlerdir...



b-) Tarikat-ı Muhammedîye de Ulûhiyyet Tevhidi: (Gaibî-Esmâî)
“LÂ İLÂHE İLLÂ HÜVE (HU): O’ndan başka ilâh yoktur.”

Her zaman, her yerde ve her halde herkesle ve her şeyle Hâzır-Nâzır ve Murakıb olduğu halde gözükmeyen (gâib) O’ndan başka ilâh yoktur...
Düşünüp zevket ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize böyle tebliğ ediyor...



اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى

Resim---"Allahü la ilahe illa hu lehül esmaül hunsa: Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O'na mahsustur.” (Tâ-Hâ 20/8)

Âcizâne tesbitlerime göre: Bakara 2/163,255; Âl-i İmrân 3/1,6,18; Nisâ 4/87; En’âm 6/102,106; A’râf 7/158; Tevbe 9/31; Hûd 11/14; Ra’d 13/30; Tâ Hâ 20/8,98; Mü’minun 23/116; Neml 27/26; Mü’min 40/62,65; Duhân 44/8, Muhammed 47/19; Haşr 59/22,23; Tegâbûn 64/13; Müzemmil 73/9 âyetlerinde geçmektedir.
Destekleyen âyeti celîleler ise: Lokman 31/30; Yûsuf 12/4; İsrâ 17/23; Mü’minun 23/23,32,91.



c-) Mârifet-i Muhammedîye’de Ulûhiyyet Tevhidi: (Muhattâbî’-Sıfatî)
Yâkînî bir tevhid dir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:
“LÂ İLÂHE İLLÂ ENTE: Senden başka ilâh yoktur.”



وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

Resim---"Ve zen nuni iz zehebe müğadiben fe zanne el len nakdira aleyhi fe nada fiz zulümati el la ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minez zalimin: Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: «Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!» diye niyaz etti.” (Enbiyâ 21/87)
Kur’ân-ı Kerîm’ de Enbiyâ 21/87 âyeti celîlesinde 1 defa geçmektedir.


d-) Hâkikat-ı Muhammedîye’de Ulûhiyyet Tevhidi: (Mütekellimi-Zâtî)
EL AHADÜ’S SAMEDÜ’l-VAHİD olan ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL bizzâtihi Ulûhiyyetini kendisi ilân ediyor:
“LÂ İLÂHE İLLÂ ENÂ!: BEN’den başka ilâh yoktur.” buyuruyor...



يُنَزِّلُ الْمَلآئِكَةَ بِالْرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنذِرُوا أَنَّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ أَنَا فَاتَّقُونِ

Resim---"Yünezzilül melaikete bir ruhi min emrihi ala mey yeşaü min ibadihi en enziru ennehu la ilahe illa ene fettekun: Allah kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahiy ile, «Benden başka tanrı olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve benden korkun» diye gönderir.” (Nahl 16/2)
“ALLAH (cc) kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahy ile, “LÂ İLÂHE İLLÂ ENÂ: Benden başka ilâh olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve Benden korkun.” diye gönderir...” (Nahl 16/2)


إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي

Resim---"İnneni enallahü la ilahe illa ene fa'büdni ve ekimis salate li zikri: Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.” (Tâ Hâ 20/14)
“İnneni enâ’l-lahu lâ ilâhe illâ enâ....: gerçekten Benim, Ben, ALLAH; Benden başka ilâh yoktur; Onun için Bana ibâdet et ve Beni anmak için namaz kıl!” (Tâ Hâ 20/14)


وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ إِلَّا نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ

Resim---"Ve ma erselna min kablike mir rasulin illa nuhiy ileyhi ennehu la ilahe illa ene fa'düdun: Senden önce hiçbir resûl göndermedik ki ona: «Benden başka İlâh yoktur; şu halde bana kulluk edin» diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiyâ 21/25)
“Biz senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki onu şöyle vahy etmiş olmayalım: “Ennehu Lâ İlâhe İllâ enâ....: gerçek şu ki Benden başka ilâh yoktur; Onun için hep Bana ibâdet edin.” (Enbiyâ 21/25)
Destekleyen âyeti celîleler: Lokman 31/30; Neml 27/9; Kasas 28/30 âyeti celîleleridir.

Azîz kardeşim!
Bu böyledir diye hükmetmedim, böyle anladım şeklinde arz ettim.
Yoksa Şerîat-ı Garra elbette Tarikatı, Mârifeti ve Hakikatiyla birlikte bir bütün olup ayrı ayrı şeyler hâşâ değildir.
Tevhidullah tektir ve: “Lâ İlâhe illâ ALLAH”dır.
Rabbü’l-âlemin’in kulları ârif olur, hikmet bulur, diğer söyleyiş şekilleri ile de ifâde edilebilirler.
Netice Ulûhiyyette ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL’i eşsiz ve ortaksız bilip Ferdâniyet, Vahdâniyet ve Ahadiyetine imân ve bu imân üzerine ibâdet ve ameldir...
Zâten hikmet, söz ve amelde hakka isabet kaydedip cehâletten kemâlâta geçiştir insanoğlu için...

Muhammedi Muhabbetle..

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

BEKLEyelim!..
Tarih: 16.05.2009 Saat: 18:39 Gönderen: kulihvani

Resim

BEKLEyelim!..

Ankakuşu

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de BİZ BİRiz Can Dostlarımızın Hasbi Hizmet Aşkına AŞK Olsun!
Gönüllerimiz Nur-u Mim ile dolsun taşsın inşâallah...

Kul İhvanimizin TEVHİDULLAH yazısını okuduktan sonra şu fakir de der ki:

Hasbî HİZMETi BİLir ve
"HİZMET İLE DEST-i KEMÂL" BULursak
Hakk Dosdlarının HİMMETiyle OLup ve
"HİMMET İLE SEYR-i CEMÂL"i YAŞAyamayı...
BEKLEyelim!..

AKLımızla KENDİmizi İLİMle BİLir ve
NEFSimizle PÎR EDEBiyle BULursak
KALBimizle RASÛLULLAH (s.a.v.) İRFANıyla OLup ve
RUHumuzla Şah damarımızdan da Yakîn RABBımızın ERKANıyla YAŞAmayı...
BEKLEyelim!..

HIZIR’ı BİLir SÖZ eder ve
HIZIR’ı Hazır BULur SOHBET edersek
Huzurda OLup ZEVK etmeyi ve
Huzurda Hazır YAŞAyıp HAZZ D-UYmayı...
BEKLEyelim!..

ŞERİATta KENDİmizi BİLir ve
TARİKATta bir KÂMİL BULursak
MÂRİFETte RASÛLULLAH (s.a.v.) ile OLup ve
HAKİKATte El HAYYı El HAKKla YAŞAmayı...
BEKLEyelim!..

İLİM ile AŞK-Ü CEZBEyi BİLir ve
İRADEyle ZÜHD-Ü TAKVÂyı BULursak
İDRAK ile SIDK-U HUŞÛda OLup ve
İŞTİRAK ta HAVF-Ü RECÂyı YAŞAmayı...
BEKLEyelim!..

BEDEN TEMASımızla ELimizdekini HAKK BİLir ve
NEFS GÖRüşümüzle HAKK’ı BULursak
KALB DUYuşumuzla HAKK’ça OLup
RUH KOKLAyışı ile Hâlimizle HAKK’la YAŞAmayı...
BEKLEyelim!..

Ve bunca bekleyişler arasında:
Kendimiz RESİM iken şu RESİMler ÇÖPlüğünde,
RESSAM’ın Kendini veya Resmini arayanlardan olmamak için
AKIL BUZumuzu
NAKİL DENİZİne Atmadan
İSLAHımızı -İFLAHımızı
BİZ-ce hiç mi hiç BEKLEMEyelim!..


Muhammedî Muhabbetle..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

ZİN(N)CİR
Tarih: 20.05.2009 Saat: 12:42 Gönderen: kulihvani

Resim

ZİN(N)CİR

Gariban

Z-İNCİR, İNCİR'e (kesrete) sahip olmaya (Z'den dolayı) çalışanların kendi kendilerine gerdiği aglallerdir.
Her halkasını ilmek ilmek kendi nefsinde kendisi örer insan.
CİR: Cerr kökündeki gibi çekiş yaptıran demektir.
Dozerlerdeki Cer dişlisi gibi.
Cennet-Cehennem, Nur-Nar gibi bakmak lâzım bu Zincir'e.
Eğer İNCİR'e sahip olmaya kalkarsa kendisini İncir’e kaptırır ve o zaman bir çuval inciri mahveder insan.
Çünkü inciri kendi heybesine doldurmaya çalışmıştır.
Halbuki Resûlullah SAV'in Gönül Heybesinden bolbol yeseydi ya!
O zaman Bu Zi-N-Cir deki "N" harfi "Nar" olur, "Cir"'de onu Nar'a çeken olur.
Böyle bakarsak Zi-N-Cir insanı Nar'a çeken sahib çıkışlardır.
Ne kötü 70 yıllık ömür zinciri insanin Sıratu’l- Mustakîm’de ilerleyişine engel bir selâsil (zincir) haline dönüvermiş onu nara-cehenneme bağlamıştır.
Hemde her bir halkası bir aglel olarak!..

Bunun terside vardır.
N'yi Nur diye alırsanız, Zi-N-Cir bu sefer sizi Nur'a çeken sahib çıkışlardır ki bu da sahabenin sahib çıkısı gibi bir sahibliktir.
Özün’deki Muhammedî Hakikate sahib çıkmak onu kâfir gibi örtmeyenlerin kullandığı bir bağdır.
O zaman ALLAH'ın ipi, Resulü olur o Zi-N-Cir!
Öyleyse sen de SALL ederek yapış o ALLAH'ın İPİne...


إِذِ الْأَغْلَالُ فِي أَعْنَاقِهِمْ وَالسَّلَاسِلُ يُسْحَبُونَ

Resim---“İzil ağlalü fi a'nakihim ves selasil yüshabun : O vakıt ki tomruklar boyunlarında ve zincirler sürüklenecekler.” (Mü’min 40/71)


ثُمَّ فِي سِلْسِلَةٍ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعًا فَاسْلُكُوهُ

Resim---“Summe fiy silsi letin zer'uha seb'une zira'an feslukuhu: Sonra bir zincirde, ki boyu yetmiş arşın, yollayın onu.” (Hakka 69/32)


إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَلَاسِلَا وَأَغْلَالًا وَسَعِيرًا

Resim---“İnna a'tedna lilkafiriyne selasile ve ağlalen ve se'iyren: Çünkü biz, kâfirler için, zincirler, tomruklar, bir de Seıyr hazırladık” (İnsan 76/4)


وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Resim---“Va'tesumu bi hablillahi cemiav ve la teferraku, vezküru ni'metellahi aleyküm iz küntüm a'daen fe ellefe beyne kulubiküm fe asbahtüm bi ni'metihi ihvana, ve küntüm ala şefahufratim minen nari fe enkazeküm minha, kezalike yübeyyinüllahü le küm ayatihi lealleküm tehtedun : Topunuz bir Allah ipine sım sıkı tutunun, biribirinizden ayrılmayın ve Allahın üzerinizdeki ni'metini düşünün, sizler birbirinize düşmanlar iken o sizin kalblerinizin arasında ülfet husule getirib yanaştırdı da ni'meti sayesinde uyanıb kardeş oldunuz, hem sizler ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da o tuttu sizi ondan kurtardı, şimdi böyle size âyetlerini beyan ediyor ki Allaha doğru gidebilesiniz.” (Âli-İmrân 3/103)


إِنَّ اللّهَ لاَ يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْئًا وَلَـكِنَّ النَّاسَ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

Resim---“İnnellahe la yazlimün nase şey'ev ve lakinnen nase enfüsehüm yazlimun : Her halde Allah insanlara zerrece zulmetmez ve lâkin insanlar kendilerine zulmediyorlar”(Yunus 10/44)

Aglal: (Gull. C.) Boyna geçirilen zincirler. Kelepçeler pırangalar.Bir yere girişi engelleyen kişinin kendisinin çıkarmadığı kendisinden olan ebgelleyicileri..

ZİBİDİ:

Zi-Bi-Di; El-Dalal esmalarını bileliğinden tecelli ettiren yahut Ed-Darr Esması gibi esmaların bileliğinden tecelli etmesine sahip çıkan kişidir.

İkinci bir yaklaşımla ise bileliğindeki dâimiyeti kendisinden sanır ve ona sahib olmaya çalışırken zillete ve zulmete düşer.
Ömür boyu debelenir durur çöplükte!..


İLAÇ:

İlaç illiyet aç tır.

İlliyet : Sebeb ile alâkalı. Esas sebeble alâkadarlık. Sebeb arayış.

Her hastalık illiyet kanununun içinde sebebe bağlıdır.
İlaç bu sebep düğümüne etki eder onu açar.
Sanırım ingilizcedeki hasta manasına gelen “ill” kelimesi ile hastalık manasına gelen “illness” kelimeside buradan ingilizceye geçmiş olsa gerek.
Burada “ness” eki bizde Türkçe’deki “lik luk” eki gibidir anahta anahtarlık gibi mesela.

Bütün sebepler ilk sebebe bağlıdır ki o ilk sebepte ALLAH’dır.
Bu devrANda kün fe ye kün zincirindeki bütün sebepleri başlatan O’dur, ve O’nun bu zinciri halk edişte başlangıç noktası ise Resulü’dür.
Bu zincirin halkalarında kuluna şifâ verecek’te O’dur.
Biri kalkar bütün bu illetler mekanizmasının sahibi benim derse Z-illete düşer.
Şifâ isteyen O’na döner yüzünü, yüzünü O’na dönmek isteyen SALL eder o kün fe ye kün tecelli noktasına.


وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ

Resim---"Ve iza meridtü fe hüve yeşfin : Hastalandığım vakıt da bana O şifa verir" (Şuara 26/80)

İlâhî Emânet olan AKLının değerini BİLen her insanoğlundan beklenir ki;
Kendini BİLir,
Sıratu’l- Mustakîm Yolunu BULur,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Şeriat-ı Garrasında OLur,
Hududullah içinde Emrullahı DUYar-Uyar da İNSAN gibi YAŞAR!..

Zi-Bi-Dilik etmez de Boynuna geçirdiği BENlik ZİN(N)CİR’ini KIRmak için,
KUR’ÂN ve SÜNNET Eczânesinden parasız İlim-Edeb-İrfan ve ERkAN İlaçlarını vakit geçemden Kabir Kapısı üztüne kapanmadan kullanır..
İnşâllah!..


Selam ve sevgiyle
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

AKIL-NAKİL
Tarih: 21.05.2009 Saat: 15:12 Gönderen: kulihvani

Resim

AKIL-NAKİL

Şeyh Muhyiddin İbn-i Arabî’nin,
Rey hatîbinin oğlu İmam Fahreddin Râzî’ye yazmış olduğu Risâle:


Bismillahirrahmânirrahîm…

Her şeye yeten Allah’a hamd olsun!
Salât ve selâm, onun seçtiği bütün peygamberlerin üzerine olsun!
Benim Allah yolundaki dostum Fahreddin Muhammed Râzî’ye de selâm olsun ve Allah onun himmetini yüceltsin!

Bundan sonra: Senin için biz, kendinden başka tanrı olmayan Allah’a övgüde bulunuruz (seni Allah’a medhederiz).
Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- buyurur: “Biriniz kardeşini severse, bunu ona bildirsin: «Ben seni seviyorum.» desin!”
Zâten yüce Allah da: “Birbirinize hakkı/gerçeği tavsiye ediniz” (el-Asr, 3) buyurmaktadır.
Ben, senin bazı telif eserlerine ve (bu eserlerde) yüce Allah’ın, seni tahayyül kudreti ve mükemmel düşünce bakımından desteklediğine vâkıf oldum.
Nefs, ne zaman sadece bedeninin taleplerinden lezzet ve haz almaya başlarsa ilâhî cömertlik ve mevhibenin (ilâhî bağışların) tadını alamaz.
Böylece yalnız ayakları ALTından beslenen gâfil kimselerden olur.
Fakat esaslı bir adam (İNSAN), ÜSTten beslenendir…



Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:
“Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden kendilerine indirilen Kur’ân’ı lâyıkıyla tatbik etselerdi, her yönden (hem ayakları altındakinden/yeryüzünden hem de yukarıdan/göklerden) nimete ermiş olurlardı…” (el-Mâide, 66)

Allah’ın, onu muvaffak etmesini istediğim benim dostum bilsin ki, (Hazret-i Peygamber -sallâllahu aleyhi ve sellem-’e) kâmil mânâda vârislik, sadece bir vecihle değil, bütün yönleriyle olandır.
Zaten: “Âlimler, peygamberlerin (her yönüyle) vârisleridir.”
Bu itibarla akıllı olana gereken, bütün yönleriyle (Hazret-i Peygamber’e) vâris olmaya çalışmak ve bu hususta gayret noksanlığına düşmemektir.

Allah’tan, onu muvaffak kılmasını temennî ettiğim değerli dostum bilir ki; insan tabiatının güzelliği, ancak ilâhî bilgilerle donatılmasının semeresidir ve çirkinliği de o ilâhî bilgilerden mahrumiyet neticesidir.
Yüksek ve yüce himmetli kimse için gerekli olan, ömrünü, sonradan meydana gelmiş boş şeylerle ve onların boş ayrıntılarıyla geçirmemektir. Eğer buna dikkat etmezse, Allah’tan gelecek olan ilâhî ve ebedî nasip ve hazlardan mahrum kalır.
Yine bu kimse için gerekli olan, kendi fikrinin delîlinden gönlünü iç huzûra erdirmesidir.
Şüphesiz ki (kendine ait) fikrin doğuş sebebi bellidir; istenilen hak ise böyle değildir.
Çünkü Allah’ı tanımak, onu varlığı sebebiyle tanımanın tersidir.
Çünkü akıllar, Allah’ı, delil vesilesiyle değil inkâr açısından var olması (inkâr edilememesi) sebebiyle tanır.
Bu ise akılcı geçinenlerle kelâmcıların hilâfınadır.
Bu meselede onların görüşlerine katılmayan Seyyidimiz İmam Gazâlî de, bizimle aynı görüştedir.
(Demek istiyorum ki) akıl, Subhân olan (her türlü noksan sıfatlardan ve beşerî îzahlardan münezzeh ve her türlü kemâl sıfatlarıyla muttasıf olan) Allah’ı, kendi düşünce ve görüşü kapasitesince bilir.
Öyleyse müşâhede yoluyla Allah’ı tanımak isteyen akıllı kimseye gerekli olan, kalbini (kendisine ait her türlü) fikirden boşaltmasıdır.

Yâni yüksek ve yüce himmetli kimseye gerekli olan, görüntü dünyâsında aklî düşünceye bağlı kalmamasıdır.
Çünkü görüntüler âlemi, arkasındaki mânâya delâlet eden cisme bürünmüş nurlardır.
Çünkü görüntüler âlemi, yâni hayâl, aklî mânâları hissî kalıplara indirir. İlmi süt şeklinde, Kur’ân’ı (ilâhî) ip sûretinde, dînî de kayıt sûretinde sergiler.

Yine yüksek ve yüce himmetli kimseye gerekli olan, öğreticisinin, küllî nefisten almaya bağlanmış bir dişi olmamasıdır.
Tıpkı, kişinin, aslâ bir fakirden almaya muhtaç kalmaması gerektiği gibi… Fakir, başkası olmadan kemâl sahibi olamayandır.

Azîz ve Celîl olan Allah’ın dışındaki her varlığın hâli böyledir, (hepsi fakirdir).
Bu itibarla sen, ilmi, ancak Subhân olan Allah’tan keşif yoluyla almak hususunda gayret ve himmetini artır!
Muhakkıklar (Hakk’a ve hakîkate ulaşmış olanlar) bilirler ki, Allah’tan başka fâil yoktur.
Dolayısıyla onlar, ilmi, Allah’tan başkasından almazlar.
Allah’tan alışları da, akıl yoluyla değil, keşifledir.
Çünkü ehl-i himmet, ancak ilme’l-yakîni aşmak ve ayne’l-yakîne ulaşmak sûretiyle kurtulmuşlardır.

Bil ki, mütefekkirler, herhangi bir konuda fikrî gâyelerine göre en zirveye ulaştıkları zaman, elde ettikleri düşünceler, kendilerini azimli bir taklitçi konumuna getirir.
Mesele ise fikrin o noktada duraklamasından daha büyüktür.
Fikir var olduğu müddetçe, onun bir meselede emîn olması ve orada çakılıp kalması mümkün değildir.
Fikrî sahada akılların güç bakımından durduğu bir sınır vardır.
Bir de akıllar, kabul sıfatına sahiptir ki, bu da, yüce Allah’ın bir hibesidir.
Öyleyse akıllı kişi için gerekli olan husus, kendisini ilâhî esintilere açması, şahsî görüşü ve kendi kazancının dar kalıplı esiri olmamasıdır.
Çünkü kişi, sırf şahsî fikirleriyle vardığı noktada şüpheyle karşı karşıyadır. Bana dostlarından ve senin hakkında güzel ve iyi düşüncesi olan, aynı zamanda benim de güvendiğim bir şahsın anlattığına göre; bir gün sen ağlıyordun.
O şahıs ve senin etrafındakiler ağlama sebebini sordular.
Sen de: “Otuz sene önce düşündüğüm bir mesele sebebiyle ağlıyorum. Çünkü şu an o mesele hakkında yeni bir delile ulaştım ve işin özünün önceki fikrimden tamamen farklı olduğunu anladım ve (yapmış olduğum hatâ dolayısıyla) ağladım.”

(O hâlde değerli dostum!) Bu itibarla diyorum ki, bugün ulaşmış olduğun delil de belki bir müddet sonra ilk meseledeki gibi olacaktır.
Çünkü fikir ve ifade sana aittir.
Akıl ve fikir mertebesinde ârif olan kişiye, fikirde konaklama ve huzur bulma mümkün değildir.
Bu husus, özellikle yüce Allah’ı tanıma ve bilmede daha geçerlidir.
Kulun, yüce Allah’ın mâhiyetini, kendi bakış açısıyla bilmesi mümkün değildir.

Sana ne oluyor? Kardeşim, hâlâ niye bu vartada kalakalıyorsun da Hazret-i Peygamber -sallâllahü aleyhi ve sellem-’in başlattığı nefsî - kalbî eğitim ve Allah ile hâlvet yoluna girmiyorsun.
Fakat o yola girsen, Subhân olan yüce Allah’ın:
“Kullarımızdan bir kul… Ona katımızdan bir rahmet bağışladık. Nezdimizde bulunan özel bir ilimden bilgiler verdik…” (el-Kehf, 65) diye buyurduğu insanların erdiği lutfa mazhar olursun.
Senin gibi bir kimseye yakışan, bu şerefli lutuf dolu yola, yüce ve büyük mertebeye yönelmektir.


Dostum bilsin ki, her mevcud (var edilmiş olan), sebep yanında o sebebin kendisi gibi muhdestir/sonradan yaratılmıştır.
Mevcudun iki yönü vardır.
Biri, kendi sebebine dönüktür.
Diğeri de, mûcidine/kendisini var edene bakar.
Var eden de yüce Allah’tır.
Fakat bütün insanlar, kendi sebeplerinin yönüne bakarlar.
Hikmet Erbâbı olanlar, filozoflar ve onlar gibi akıl meydanında dolaşanların tamamı da böyle yaparlar.
Ancak peygamberler, velîler ve melekler gibi Allah ehli olan muhakkıklar/hakîkate erenler müstesnâdırlar.
Onlar, bir taraftan sebep vâsıtasıyla bilgileriyle beraberken diğer taraftan da mûcidlerine / yaratan Allah’a nazar ederler.
Onlardan bazıları, Rablarına, kendi yönüyle değil, kendi sebebi yönüyle bakmış ve şöyle demiştir: “Kalbim, bana Rabbimi anlattı.”
Kâmil bir kimse de şöyle dedi: “Rabbim bana konuştu.”

Bu görüşe de ârif dostumuz (Bâyezîd-i Bistâmî) şöyle diyerek işâret eder:
“Siz ilminizi resimlerden (harflerden) ve ölülerden ölü olarak aldınız. Bizse, ilmimizi, hayat kaynağı olan ve hiç ölmeyecek olandan, yâni Allah’tan aldık!”
Kendi varlığı, başkasından istifade ile var olanın hükmü, bizce, hiçbir şeydir.
Ârif kişi için Allah’tan başka dayanak kesinlikle yoktur.

Bundan sonra dostum bilsin ki, Hak, her ne kadar bir taneyse de onun, bize yönelen çeşitli ve birçok yönü vardır.
Dolayısıyla ilâhî ilhamlar ve onların tecellîleri, bu yönler kanalıyla olursa onlardan sakın (kesrete aldanma)!
Sana göre, Hakk’ın Rab olması, onun Müheymin (hükümranlığını her tarafa yayıcı) olması hükmü gibi değildir.
Yine onun Rahîm, yâni ebedî rahmet kaynağı olması hükmü de, onun Muntakim (intikam alıcı) hükmü gibi değildir.
Allah’ın diğer isimleri de böyle değerlendirilmelidir.

Bil ki, bütün sıfatları kendisinde toplayan zât olarak;
Rab, Kadîr, Şekûr ve diğerleri gibi bütün isimleri câmî bir isim mâhiyetiyle Allah lafzı, ilâhî vecheyi ifâde eder.
Yâni Allah ismi, bütün isimleri kendisinde toplar.
Onu müşâhede ÂNında sen (Allah ismini) hâfızanda bulursun.
Ancak mutlak sûrette onu aslâ müşâhede edemezsin.
Cenâb-ı Hak, bütün isimleri kendisinde toplayan Allah ismi ile sana bir dâvette bulunursa, seni neye çağırdığına dikkat et!
Bu dâvet ve müşâhedenin yönelttiği makâma iyi bak!
Ve ilâhî isimlerden Allah’ın nazarının tecellî ettiği isme nazar kıl!
Çünkü sana hitap eden ve senin de müşâhede ettiğin isim odur.
O da, ifadede dönüşümlü tecellîlerle tâbir edilir.
Tıpkı suda boğulan kişinin:
«Yâ Gayyâs (Ey kurtarıcı)» yahut:
«Yâ Müncî (Ey ferahlatıcı)» yahut da:
«Yâ Munkız (Ey dardan kurtaran)» mânâsında sadece
«Yâ Allah!» demesi gibi…

Acı çeken bir hasta da:
«Yâ Allah!» dediği zaman, bu:
«Yâ Şâfî (Ey şifa veren)» yahut:
«Yâ Muâfî (Ey âfiyet veren)» mânâsınadır.
Diğer ilâhî isimlerle Allah lafzının münâsebeti de buna benzer.
Sana benim dönüşümlü dediğim ifade, İmâm Müslim’in Sahîh’inde bahsettiği şu hadistir:
“Yaratıcı tecellî eder, fakat inkâr edilir ve ondan kaçınılır. Bunun üzerine tecellîsini, Allah, inkâr eden ve kaçınanlar için kendisini tanıdıkları bir sûrete dönüştürür. Böylece insanlar, önce inkâr ettiklerini sonra ikrâr ederler.”
İşte burada Rabbânî hitaplar, dâvetler ve müşâhedenin mânâsı budur.

Akıllı kişi; ilimlerden, ancak kendisini tamamlayacak ve her hâlükârda kendisiyle (öbür dünyâya da) intikâl edecek ilimleri talep etmelidir.
Bu da ancak yüce Allah’ı, vehb ile, yâni onun insana ihsan ettiği özel lutuflarla ve müşâhede yoluyla bilmek ve tanımakla olur.
Meselâ sendeki tıp ilmine hiç şüphesiz ki ancak çeşitli hastalıklar dünyâsında ihtiyaç duyulur.
Fakat sen hiçbir hastalığın bulunmadığı bir dünyâya intikâl ettiğin vakit orada tıp ilmiyle kimi tedâvî edeceksin?
Onun için akıllı kişi, bu dünyâda kalacak olan bilgileri, peygamberlerin tıp bilgisi
(1) gibi vehbî yolla, yâni Allah vergisi yoluyla olsa bile elde etmek husûsunda özel bir çaba göstermez.
Sen de onlara takılı kalma!
Aklın ve gönlün öncelikle Allah ilmini istesin!

Mühendislik bilgisi de böyledir.
Ona, ancak ölçüm alanında ihtiyaç duyulur.
Sen öbür dünyâya intikâl ettiğinde bu ilmi dünyâda bırakırsın.
Her nefis, basit bir şekilde, yâni yanında bu dünyâya âit hiçbir şey olmaksızın göçüp gider.
O hâlde nefsin, âhiret âlemine göçüş esnasında burada terk ettiği ilimlerle uğraşmayı böyle değerlendir.

Akıllı kişi, ilimden, ancak kendisinin zarûrî olarak ihtiyaç duyduğu bilgileri almalıdır. Bu istikamette o, kendisinin taşınacağı âleme taşınacak olanı tahsîl etmeye özellikle gayret etsin!
Bu da yalnızca iki ilimden ibarettir:
1. Allah ilmi
2. Âhiret yolculuğundaki durakların ilmi.
Ki bu ilmi; âhiret merhaleleri, âdetâ evinde yürür gibi hiçbir şeyi inkâr etmeyecek ve oradaki hiçbir şey kendisine yabancı gelmeyecek şekilde bilmeyi gerektirir.

Şüphesiz bu iki ilmi bilen kişi, inkâr ehlinden değil irfan ehlinden olur.
O yerler (âhiret merhaleleri), imtizac (kötüyle iyinin karıştığı) yerler değil, temyiz (doğru ile yanlışı birbirinden ayırma) yerleridir.
Bu yerler, (insana) galatı da doğruyu da gösterirler.
Bu da, bu makamda bir topluluk hakkında temyiz meselesi ortaya çıktığında netleşir.
O topluluk ki, Rableri kendilerine tecellî ettiğinde: «Senden Allah’a sığınırız. Sen Rabbimiz değilsin. Bizler, Rabbimiz bize gelinceye kadar bekleyeceğiz.» derler.
Rableri onlara, ancak onların bildikleri şekilde tecellî ettiğinde onu ikrar ederler.
Böyle bir durum ne kadar esef vericidir!
Akıllı kimseye, bu iki ilimden (Allah ve âhiret ilminden) tarîkatteki usul üzere riyâzet, mücâhede ve hâlvet yoluyla keşifler gerekir.

Ben sana hâlveti ve onun şartlarını ve hâlvet esnasında tertibine göre adım adım neler tecellî edeceğini anlatırdım.
Ancak içinde bulunduğumuz şu zaman beni bundan menediyor.
Zamanla kastettiğim de, bilmediği ve anlamadığı konularda inkâr yolunu tercih eden kötü âlimlerdir.
Onları, Hakk’ı iz’andan ve ona teslim olmaktan çelmeyen, şâyet ona îmân değil ise; taassup, görüntü sevgisi ve riyâset sevdâsıdır.
Doğruları en iyi bilen Allah’tır. Dönüş de O’nadır!


-----------------

(1) Tıp bilgisi, peygamberlere eğitim yoluyla değil vehbî yolla, yâni Allah vergisi olarak ihsan edilmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

İFLAH OLANLAR!..
Tarih: 24.05.2009 Saat: 14:06 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


İFLAH OLANLAR!..

Caminin içinde insanın yüzüne sürülecek bir rahmet indi de ondan.
Aman cemâat aman cemâat!
Gel sizinen bir mukavele yapalım, noter mukavelesi.
Ne nasıl?
İslamî Noter, var mısınız?
Girebilir misiniz hesaba?
Var mı, kendine güvenen var mı?..
Bundan sonra her gün abdestli gezeceğiz.
İnşallahası yok!
Gece namazı kılacaksınız iki rekat, fazla değil.
Ayda üç gün oruç tutacaksınız.
Girebiliyor musunuz hesaba?..

İnşallahısı yok!
Burada Allah’ın, mescididir burası. Burada tasarruf Allah’ındır.
Var mı? Sıkı mı?..
Gel bi kırk gün benlen böyle bir bir şeye gir ondan sonra bak ben seni nereye götüreceğim!
Bu şaka maka değil, para da alacak değilim.
Ondan sonra kırk günden sonra yarışa gireceğiz, at yarışına!
“Nasıl at yarışı?”
Uyumamak at yarışı!
Ondan sonra bıkana kadar oruç tutacağız, beş ay, altı ay, yedi ay.
Yorulanlar başlayacak kıvrılmaya.
Ondan sonra geride kalanlara gel bak neler yapacağız.
Var mı?
Yooook! Kolay değil bu işler oğlum!
Onun için halka minnet kapını kapayınız, minnet etmeyiniz kimseye!
O zaman Hakk’ın iyilik kapısı açılır, minnet kapını örtersen!

Kader dalgalarına teslim olun aziz cemâat!
İnsanların durumunu ölçecek mânevî âletler vardır.
Nasıl ki woltometreyi ölçüyor.
Bilmem efendim şunun gaz adedini ölçüyor.
Termometre sıcaklığı ölçüyor.
Woltometre cereyanı ölçüyor.
Bilmem efendim manometre gazın kuvvetini ölçtüğü gibi insanlara da mâneviî âletler vardır.
Bu kanunları bulmak lâzım.

“İnküntüm tühübbuna rahmeti ferhamu halkiii!”
Bir hadis-i kudsîde: “Rahmetime mazhar olmak isterseniz yarattıklarıma şefkat ve marifetle muamele ediniz!” diyor.
Efendim faredir, ezme bırak, başkası ezsin!
Sinek öldürme, başkası öldürsün.
Sokma içeri. Sokma içeri!
Bunu böyle yaparsan ulan bu benlen ahbaptır diye senin evine de girmez fare.
Efendim: “Küllüm muzırrın yüktelun!” buyurmuş Cenâb-ı Peygamber.
Haaaaa!
“Bütün mızırları öldürün!”
İçindeki muzırı öldür içindeki muzırı!
Karıncanın sana bir zararı yok.
Dar kafalılar işi biliyorsun.
“Eeeeh! güp güp güp!..”
İçindeki muzırları öldür, içindeki mızırları!
Onun için müşfik olmak lazımdır.

Çok fakir ve topal, yaşlı atmış yedi atmış sekiz yaşında bir çobancağız.
Şehrin koyunlarını. Koyun sahipleri de çok hiddetli herifler.
“Koyunun kaybolur baba, bacağını kırarım!” diyor zâlim herifler.
Götürmüş koyunları.
Belâlı bir herifinde bir koyunu varımış.
Üstüne de böyle bir boya vurmuş ki: “Aman bunu kaybetmeyin!”
Herif: “Keserim adamı!” diyor.
Koyun sürüden kaçmış.
Bizim topal Ahmet de peşine haydi .
Koş babam. Bir saat koşmuş. Koyun koşuyor.
Gelmiş koyunda yorulmuş.
Koyun orda bu Ahmedi bekliyor.
“Haaa Haaa Haaa!..”
Biraz kendine gelmiş, ayağa kalkıyor koyunda kalkıyor.
Üç saat koyunun peşinde!
Artık o Ahmet ağa şeyi unutmuş o derebeyini berebeyini.
“Ne olursa olsun!” demiş. Şimdi bir daha gitmiş.
Artık adım atamıyor Ahmet ağa: “Haaa Haaa Haaa!..”
Biraz sonra yine kalkmış derken bir çukurun içinde yuvarlanır.
Sarmaş dolaş olduğu derken yakalayıvermiş koyunu.
Bak siz bile kızdınız!
Koyuna ne yapmış, siz olsanız keserdiniz.
Yahutta bir iki tane yumruk vururdunuz.
Ahmet ağa öyle yapmamış, bakmış böyle: “Ha mübarek demiş. Hem kendini yordun hem ben yoruldum!” demiş, öpmeğe başlamış.
Gördün mü Allahın Es Sabûr Esmasını.
Aha bu hepimizde var!..

Giderken efendim kızıyor Muttalib, pazara geliyorlar.
Ben Pazar günleri boş bulunursam giderim pazarlarda neler oluyor oğlum.
Ahaaaaaaaa. Bi gidin de!
Siz yalnız gidip tavuk, yumurtaya bakıyorsunuz.
Orda gelen heriflerin tiplerine bakın neler konuşuyorlar.
Allah’ı unutmuşlar, Peygamber’i unutmuşlar.
Dünyada var mıymış yoğumuş!
Ölecek miyiz ölmeyecek mi?
Hiç onları düşünen yok. Al ver. Bir hırstır gidiyor.
Oradan ahiret görünüyor, cehennem görünüyor.
Gidin de seyredin, gidin de seyredin!
Pazar yerlerine ara sıra takılın, gezin, neler vardır.
Eşşeğe kızıyor, eşşek pislemiş orda.
“Allah belânı versin!”
Ulan abdestin yok. Güsulün yok!
Hayvanın yanında o pislik içinde Allahın ismi ağza alınır mı yavvv.

Sonra Hacı efendi!
Biraz sonra nasılsın diyorsun ona cebinden çıkarıyor.
Kutusunu ahh iki parfüm sıkıyor!..
Başkalarının kokularına bakma, kendindeki kokuyu çıkar ortaya!
Cenâb-ı Allah bir hadis-i kudsî de diyor ki:
“Oruçlunun ağzının kokusu reyhandan daha güzel kokar!” diyor.
Ağzını şöyle yap, amaaa iş kokusunda!
O Nasıl ki yüzünü aynada görürsün, aynada.
O kokunu alacak bir ayna bulursan sendeki kokuyu da bulursun.
“Ama efendim bu kokuyu bize öğret!”
Öğretiyim size oğlum, ama tımarhânenin yoluna gitmek ister misin?
Kendinde bu kadar güzel koku olduğunu şey etti mi çıldırırsın oğlum!
Öküzler kendi etinin güzel olduğunu bilseydi, kendi kendini yerlerdi.
Bunlar hep sende var, temizlen temizlen!
Kur’ân-ı Kerimde bir âyet-i kerime vardır.
“Ulaike hümul müflufun” Bu kadar değil mi?
“Ulaike hümul müflufun” bunu hepimiz biliyorsunuz.
Bunun mânâsının içine dalında neler vardır.
“Onlar felah bulacaktırlar!” diyor.
Ne felah bulacaklar taayyün etmiyor diyor Cenâb-ı Allah.
Neden felah bulacaklar?
Neden bulacakları gizlidir bu âyet-i kerimede.
Bu âyet-i kerime çok mühümdür haaa!
“Ulaike hümul müflufun” kelimesini Nafcivanî Nimetullahî Hz. hiçbir tefsilat şey etmeden meâl-i Kur’ân-ı Kerimi yazmıştır.
Buna atmış sayfa ayırmıştır.
İbnü’l- Nakkaş atmış ciltlik Kur’ân tefsiri yapmıştır.
Şu “ulaike hümul müflufun” a üç cilt ayırmıştır. Ulaike!
Meşhur İbnü’l- Nakkaş 701 de yaşamıştır. Hicri 701. İbnü’l- Nakkaş.
Niye “Ulaike hümul müfluhun” da, ne felah bulacaklarını Allah söylemiyor.
Elbette herkesin istediğini bulsun diye, Allah adildir.
“Ulaike hümul müfluhun” neyimiş bu?
Bir kısmı saadet-i ebediyye arzu etti: “Allah benden bir şey sormasın!”
Bir kısmı: “Ateşten beni Allah korusun!”
Bir kısmı Rıza-yi İlahîyyenin peşine koşar.
Bir kısmı “ruyeti il vücuhun yevmeizin naziretin ila rabbiha nazira”
Alnım temizlensin de Cemâl-i İlahîyyeye mazhar olayım göreyim.
El müfluhun. “Ulaike hümul müfluhun.”
Neye felah bulacaklar, neden kurtulacaklar, neden felah bulacaklar?
Bu da taayyün edilmemiş!. Yine cevabı şu;
“Ey menfi ruhlu, muteriz, paraya tapan, her şeyi inkar eden!
Sen cehennemde felah bulacaksın! Müfluhun!
Ey Sâlih Kul, sen de cennette felah bulacaksın!
Ey Âlim Kul, sen de Rıza-i İlahîde felah bulacaksın!
Ey Âşık Kul, sen de Ru’yet-i İlahî de felah bulacaksın!” demektir.
“Ulaike hümul müflufun!”
Hem o tarafa neye felah bulacakları, ney edecekleri meçhul bu âyette. Onun için Allah adil olduğu için sen, sen, sen!
Cehenneme girmekte bi hüner ağam! Cehenneme girmekte bir hüner!
Herkesi de cehenneme sokmazlar, insanı sokarlar, insanı!
Makarr-ı İlahî olan, sana şah damarından daha yakîn olan, bu vücudda iken Cenab-ı Allah’ın makarrını dediği sûrette şey etmedin!
Onun için kıymet veriyor Cenâb-ı Allah.
Onun için kıymet veriyor, cehenneme sokuyor!
Cenâb-ı Allah yine her yerde hazır ve nazır olduğu için O’nun Hayy Esmasının kıymeti ile cehennem ateşine tahammül ediyorsun.
Yana yana temizleniyorsun!
Onun için nasıl ki altının içine bakır karışır.
Bakırı ayırmak için nuhası, yakarsın onu bakır ayrılır.
Bu edepsizlikte ayırmak için senden cehenneme gideceksin.
O halde cehenneme gitmek demek Cenâb-ı Allah senden bir şey bekliyor, sende biraz altın var.
“Şunun nuhasını, bakırını ayırıyım da altın geri kalsın!”
Yoksa saf bakırı kuyumcu sokmaz şeye potaya!
Beyhude ateşini sarf etmez.
Cehenneme girmekte hünerdir ağalar!
Cehenneme girmekte hüner yaa!..

Onun için Allah bir edepsizliğin neticesi seni cehenneme sokarsa, tahammülü de O verecektir.
Demek ki sana kıymet vermiş:
“Bu benim kulumdur ama edepsiz kulum, bi temizlensin hele!”
Kulluktan çıktı mı!”,,
Onlara hayvanlara niye yok, cennet-cehennem.
Sokakta yemediği haltlar yok hayvanların.
Aslan adamı parçalar, o ötekinnen zina eder!
Hiç kimse bakmaz hiç kimse bi şey söylemez.
Sokakta at, bi tekme atar herifi öldürür.
Ata mahkeme? At mahkemesi yoktur!
Hayvanlar birbirlerini ısırırlar, boğarlar, ne polis tutar onları, zabıt tutar.
Ne götürürler mahkemeye, hapishâneleri yoktur.
O halde kıymet vermiyor Allah onlara insana verdiği kadar.
Ama efendim onlarında ince tarafları var oğlum!
Dedim ya size çıldırırız hepimiz.
Salihin buzağısı, Süleyman asleyhisselamın Hüthütü.
Yemliha, mekselina, mislina, mernuş, debernuş, şazenuş, kefeştatayuş ve köpeklerinin ismi kıtmir..
Ashabil Kehf’in kıtmiri, köpeği.
Bunlar cennetliktir!
“Hani dirilme yoktu?”
Onları karıştırma, tımarhanelik olursun! Onlar başka işler, kafalı işi değil o!
Onun için bu hakiki yoldan yürüyenlerde bir âyet-i kerime:
“Bana inananlar için de ye’s yoktur!” diyor Cenâb-ı Allah.
Haramdır yeis onlara.
Hakiki Allaha inananlar içinde ye’s yoktur, keder yoktur.
“Niye yok?”
Allahın rızasında!
“Allahın dediği olur!” diyor herif.
“Efendim felan gün öldüm, kolum koptu!”
Heeet herif! Verdi-aldı!
“Benim nem var. Haramdır!” diyor.

Bir Hıristiyan papazı Afrika çöllerine gidiyor.
Kulağında burnunda halkası olan, insan eti yiyen yamyamları, Mesih’in Hz. İsa’nın muhabbetini aşılamak için bir papaz kafilesi gidiyor. Herifi şiş yapıyorlar yamyamlar.
On sene sonra ikinci kafile gidiyor onu döner yapıyorlar.
En nihâyetinde gidiyor bu yamyamlara, Hıristiyan yapıyor bunları.
Uğraşıyor adam. Mesih’in Dinini aşılamak için.
Bizde ulemâ senelerce enfiye çekmiştir.
Yardakçılık etmiştir, bunlar hakikat maalesef! Ulemâ dediğimiz herifler.
Bir İngiliz büyük ictimaatçısı var, beş altı sene evvel öldü, Bernard Shaw diye bir adam.
Müthiş bir zekâsı var kafasında.
Shaw, şey bu ahlâksızlığa düşman bir adamdır.
Dünyada rezâlete ahlaksızlığı önleyebilmek için yegâne çare kendimizin kitabı bu!
“Hz. Muhammed’in getirdiği dindir!” diye bağırıyor İngiltere’de.
“Dünyayı saran bu rezâleti ancak bununla önlenebilir!” diyor Bernard Shaw!
Asırlardır bizim ulemâmız yardakçılık etmiştir.
Bazıları söylemek istemişler, sözleriyle amelleri olmadığı için bir iş yapamamışlar.
İstisnâlar var efendim, istisnâ kaideye girmez efendim, istisnâ kaideye girmez!
Nâfiz bir nazarla bakacak olursak, kabahat yarım midesine düşkün, para peşinde koşan, hoca kılıklı, ne olduğu meçhul zavallı cerciler yapmıştır bunu.
Bu hakikattir efendiler.
Almış eline koskoca: “Aman amuca şunu yapma cehennemi girdin. Aman şunu yapma cehenneme girdin!”
Ağzını açamaz oldun!
Cennetin anahtarı herifin cebinde, bilet kesiyor!
Ulemâmızdadır kabahat efendim, bu hale bizi sokan bunlardır!
Vel para, al para. Gittin geldin. Gittin geldin!..

Size bir hakiki bir hekaye anlatayım.
Yalınız, benim bir doktor arkadaşım, sınıf arkadaşım Allah rahmet eylesin iki sene evvel vefât etti.
Bunlar aslen Gürcistan’dan gelmedirler, Eskişehir’de otururlar.
Bundan elli sene evvel babası bu da küçük çocuk Eskişehir’e gelmişler.
Eskişehir o zaman küçük on bin nüfuslu bir yer.
Etrafı hep orman, Ramazan ayı gelmiş.
Gelen zât da hoca efendi haaa!
Kısa boylu, fevkelâde zeki bir adam, oranın müftüsüne gitmiş.
Kendi mübarek ağzından dinledim. Allah rahmet eylesin.
Babası da bundan on altı sene evvel vefât etti.
“Gittim müftü efendiye Doktor oğlum!” diyor
“Hocayım, bir cerr yapayım, fakir muhacir geldik!” dedim.
Müftü efendi bana bir kağıt verdi, bir iki da jandarma kattı.
Şu yukarı ki köylerden birine gönderdi, kalktık gittik.
Bana yolda dediler ki: “Bu köyde namaz kılmazlar ağam!” dediler.
“Sen beyhude gidiyorsun, para da vermezler!”
“Eeee gidelim bakalım!” gittik diyor. Akşam üzeri vardık oraya.
Yarında ramazan, bu gece teravih namazı başlıyor.
Jandarmanın tesiriyle abdestli, abdestsiz camiye millet doldu diyor.
Bu olmuş hakikat.
“Giydik sarığı cübbeyi diyor. Geçtik. Yassıyı kıldık!” diyor.
“Ondan sonra teravih namazına, jandarmalarda bekliyor dışarıda” diyor.
O zaman odun var.
“Allahu ekber!” dedik. Kıl babam ulan. Kıl babam. Kıl babam!..
Oldu diyor saat on bir buçuk. Gece, on bir buçuk.
Bende yoruldum diyor. Ondan sonra Esselamün aleyküm! Dua ettik.
Millet dağılacak.
“Aziz cemâat dedim diyor.
Ben bu gün yorgunum dedim diyor.
Atmış rekat namaz kıldık. Atmış rekat”
Yani üç günlük teravih kıldırmış, bu olmuş bir hakikat .
Demiş: “Aziz cemâat ben bu gün yorgunum demiş. Anca atmış rekat kıldırabildim.Yarın inşallah yüz yirmi rekat kıldırmağa başlarım!” demiş Dağılmışlar.Bu olmuş. Bitmiş.
Gittim diyor. Bana bir o da şey ettiler diyor. Oğlum diyor saat üçte diyor.
Daha sahura var diyor.
Tak tak tak fenerinen geldiler. Muhtar heyet ricaya geldiler.
“Hoca efendi demişler. Biz senden memnunuz demişler. Çok teşekkür ederiz ama demişler Müftü efendinin haberi yoktu. Siz gelmeden bir ay evvel biz İzmir’den bir hocayı pehlemiştik demiş.
Şimdi gece yarısı da o geldi ayıp olacak!”
Yoksa hoca moca yok haaa!..
Herifler namaz kılmamak için yapıyorlar bu işi.
“Hoca efendi geldi. Sen yabancı değilsin. Burda kalsan sana iki mecidiye veririz biz!”
Mecidiye o zaman iyi para haaaa! Mecidiye para.
“Biz demiş yirmi altın topladık. Şunu alda sen başka köye git!”
“Aldım cebime koydum yirmi altını!” diyor.
“Ertesi gün geldim aşağıya!” diyor.
Eskiden cer böyle idi, şimdi cerr tuhaf bişey.
Başkasından midene bi şey sokarken islamı, islamı ve ruhun safiyetini zedeler oğlum, safiyetini zedeler!

Cenâb-ı Peygamber buyuruyor bir hadiste ki: “En hayırsızlar namazdan çalanlardır!” diyor. En hayırsız insan namazdan!
Namazdan nasıl çalınır?
Gittin secdeye: “Subhâneee rabbiyel alâaaa, Subhâneee rabbiyel alâaa, Subhâneee rabbiyel alâaa. Allahuekber!”
Çalıyorum şimdi: “Subhâne rabbiyel alâ, Subhâne rabbiyel alâ, Subhâne rabbiyel alâ. Subhâne rabbiyel alâaaaa, Subhâne rabbiyel alâaaaa, Subhâne rabbiyel alâaaaa bitti. Allahuekber!”
Rükuya gittin: “Subhâne rabbiyel aziiiiim, Subhâne rabbiyel aziiiiim, Subhâne rabbiyel aziiiiim!” Bitti.
“Semiallahu limen hamide. Rabbene lekel hamd. Allahuekber!”

Subahallahî rabbiyel azim, subhânallahî rabbi, Subhânallahî. Semiallahulimen. Allahu ekber!”
Bu namazdan çalma değil aşırma derler buna, kangasterlik derler.
Çalmanın da bir usülü var!…

Şimdi çocuk doğar, yürümeğe başlar, işte evde yürüyo, daha mektep çağı.
O kendi kendine: “Ulan büyüsem de adam olsam!”
Daha büyürse: “Hele bir evlensem, yuva kursam!” der.
Yaşta geçilir, bilmem ne olur, me’mur olur felan, subay olur, Emekli olur.
“Acaba ne zaman rahat edeceğim?” der kendi kendine.
Bu zincirleme düşüncelerin, geçmiş günlere dalar bu.
Ben şunu yaptım, şunu yaptım, şunu yaptım.
Üzerinden soğuk bir rüzgar esmeğe başlar.
Her bi şeyin elden nasıl kaçtığını o zaman anlar insan!
İşte en geç insanın anladığı hayat denilen muamma budur oğlum!
Onun için gününüzü geçirmeyin!
“Efendim şunu yapayım da bunun üzerine şunu koyayım da ondan sonra bi!”
Yok yok yok oğlum!
Yarın yaşayacağın nereden mâlum, kim garanti etti seni, kim garanti etti?
Onun için biran evvel aklımızı başımıza.
Şimdiye kadar da zaten aklımızı başımıza almadıysak şimdiden sonra bir şey olmaz!
“Nasıl olmaz?”
Efendim ben şimdiye kadar dalâlette gezdim.
Oğlum dalâlette nerde gezersen gez!
Hz. Ömer nerdeydi ki, kırk küsur yaşındayken eşkiyâydı.
Rasûlullahın nazar-ı akdesi ile karşı karşıya geldi, muhterem oldu.
Her gün bakın haa! Nazar-ı akdesi ilahî Rasûlullah.

“Sakın terki edepten güyu mahbubu hudadır bu,
Nazargâh-ı ilahîdir Makam-ı Mustafadır bu!”

Her gün Rasûlullahu sallallahu aleyhi vessellemin mukaddes ravzasına ilahî nazar ediyor.
Sen salavat-ı şerife getirirsen sana da o nazarı intikal eder.
Ahaa secde!
Ama; namazdan çalma, hırsızlık etme, aşırma, adam akıllı namaz kıl!
Buna devam eder, abdestli gezer, gece namazı kılar, geceler, ayın üç günü oruç tutarsan, Allah bir sıfır kor önüne! Koydu mu otuz günün oruçlu geçer oğlum, otuz günün oruçlu.
Her gece teheccüd namazına kalkarsan kadir gecesini sen bulamazsın o seni bulur!
Kadir gecesini aramışlar bulamamışlar. Kadir gecesi seni bulsun baaari!
Üçyüz atmış beş gün teheccüd namazına kalktı mı kadir gecesi seni bulur.
Artık o hesabına girer senin haberin olmaz.
Sen illâ onu bulacaksın! Gece bulunmaz, gece seni bulur.
İçinizi temizle, yalan söyleme, haram yeme!
Ondan sonra bu kırk güne devam ettikten sonra gel, sana bir şey söyleyeceğim kulağına onu oku sahabe olursun, Sahabe, Sahabe!
“Ulan bu devirde sahabe olur mu?”
Olur yaaa!.. Sahabe de var bu devirde, tabiin de var!
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin rüyana girdin mi sahabe olursun.
Çünkü O rüyaya girdi mi, hakiki Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin’in yüzünü görmüşsündür.
Görmüş birisi mesela kimseye söylemecek!.
Seni de birisi görürse o sahabe.
Sen sahabesin o da habersiz tabiin olur.
Zaten tabiinnen sahabeler dünyada eksik olduğu zaman, kıyamet kopar.
Kadr ü kıymetinizi aziz müslümanlar bilin!
Kadr ü kıymetinizi bilin! Kadr ü kıymetinizi bilin!
İçinizde olan, size şah damarınızdan daha yakin olan Cenâb-ı Allah.
“Velezikrullahu ekber” diyor âyet-i kerimede.
En büyük zikir Allahın zikridir.
Onu bazıları “Velezikrullahu ekber” en büyük zikir, Allahın zikridir.
Gâyet tabi Allahtan başka kimi zikredeceksin.
“Velezikrullahu ekber”
Sana şah damarından daha yakîn olan, seninle gören, seninle işiten, kalbinin çarpması esnasında kendi ismi şey eden Allah’la beraber zikretmeye başlarsın o zaman.
Temizlersen kendini, temizlersen kendini!
Bak şu boş şerit doldurdu içini, şimdi lakırtı ediyor orda.
Sen de içindeki şeriti doldur oğlum, şeriti doldur!..



ÂYETLER:

وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---“…ülaike hümül müflihun: ….Felâh bulanlar da ancak onlardır.” (Bakara 2/5)


وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
Resim---" Vucuhun yevmeizin nadiretun.: Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır.” (Kıyâmet 75/22)


KELİMELER:

Mukavele:
Kavilleşmek. Karşılıklı anlaşmak. Sözleşmek. Anlaşmada imzalanan ve karar altına alınanların yazıldığı kâğıt.
Tasarruf: İdare ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdare etmek. Sâhiblik. Kullanma hakkı. (Para veya mal) artırma. Bir şeye karışıp müdahale etme.
Minnet: İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. Birisine iyilik etmek. Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak.
Muzır: (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
Sabûr: f. Çok sabır gösteren, çok sabreden.
Hırs: Aç gözlülük. Tamahkârlık. Kızgınlık. Şiddetli istek, arzu. Azgınlık.
Makarr: (Karar. dan) Karar yeri. Karargâh. Kararlı yer. Merkez. Pâyitaht.
Nuhas: Bakır. Bakır para. Kızgın mâden. Kıtr. Ateş. Tunç ve demir döğülürken sıçrayan şerâre. Dumansız alev. Bir şeyin aslı. Tütün.
Ye’s: Emelinden kesilmek. Ümidsizlik. Nevmid olmak. Matlubunun hâsıl olmasına ümidini kesmek.
Mesih: Bir şey üzerined eli yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek demektir. İsa Aleyhisselâm'ın bir ismidir. Elini sürdüğü, meshettiği hastaların iyileşmesinden kinâye olarak "İsa Mesih" denmiştir.
Ulemâ: (Âlim. C.) Âlimler. Osmanlı devrinde yüksek ilim ve fıkıh âlimleri. İlmiye mensubları.
Cerr: Dilenmek. Kendine doğru çekmek. Çekmek. Cezb. Para almak. Uçurum. Kale hendeği.
Mecidiye: Sultan Abdülmecid zamanında 1840'da basılmış 20 kuruş değerinde gümüş para.
Safiyet: Saflık, hâlislik, temizlik.
Dalâlet: İman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak. Allah'a isyankâr olmak. Şaşkınlık
Akdes: En kudsi. En mübarek.
Nazar: Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. Gözdeğmesi. İltifat. İtibar.
Teheccüd: Gece uyanıp namaz kılmak. Gece namazı. (Bu namaz, nâfile namazların en çok sevablısıdır.)

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Hiiiiçççç! Dedi…
Tarih: 26.05.2009 Saat: 15:26 Gönderen: kulihvani

Resim

Hiiiiçççç! Dedi…
Halim KÖK

- Hııı? Dedim
- Hiiiiçççç! Dedi…

İçimin daraldığı anlarda gayri ihtiyari gözüm gökyüzüne döner…
Sonra… dağlara denizlere… ağaçlara kuşlara…
Ne kadar da farklıdır onların hali benim halimden…
Onlar her daim; “Teslimiyet ve huzur” içindeler…

İmreniriz de doğanın bu haline… onun gibi olmak isteriz ve
bu yüzden bir zorunluluk halini alır doğaya çıkmak…
Her zaman olamasa da arada bir…

Parka gitmiştik, eşim ve çocuklarımla…


Ben kendimi bir ağacın altında çimenlere attım…
Eşim de çocuklarla top oynamaya başladı


Gövdesine yaslandığım ağacın, üzerine oturduğum çimenlerin…
Altında bulunduğum sınırsız gökyüzünün güzelliği ile derin derin düşünürken…

Farkettim ki derinleşen sadece düşüncelerim değildi…
Bir anda… ağaçların dallarının hışırtısı…
Ve ince bir rüzgar sesinden başka bir şey duymaz olmuştum…
Koşuşturan oynayan çocukların ve kalabalığın sesi yoktu ve sanki hiç
olmamışlardı… Sanki hep şu an vardı…

Gözlerim… gözlerini bana dikmiş olan çimendeydi…
Çimen’ in gözleri göz değildi… Adeta derin bir NUR Kuyusu idi…
Işıklar içinde… anlatılmaz güzellikler içinde…

Baktıkça daha da büyüyen… büyüdükçe herşeyi içine doğru çeken…
Çekildikçe çekilen… ben…
Ben diyorum ama ben ben oluşumun farkında bile değilim ki o an…

O an…
Çimen’ in yazdığını okurken…“ALLAH”…
Kendimden geçmişim de…
- Hııı? Demişim…
- Hiiiççç… dedi çimen… Hiiiççççç


* * * *

"Sana bir şey anlatsam ne dersin... ne düşünürsün bilmiyorum Halim"

dedi... BİR DOSTum... ve işte bunları anlattı...
Ben de İÇimde Çİmlenenleri anlattım...

M.Arabî der ki; İnsan için gözbebeği ne ise…
Allah CC. için de İNSAN odur…
Allah CC. varlığına insanın gözünden bakar…

Çimene bakan O ise… Çimen’ den bakan da sensin…
Hakk kendini görebilmen için sana aynadır…

Çİ-men’ in Çİ… si… AYNA’ daki İÇ’ indir…
O yüzden Allah CC. nazarında her varlık kendi hakikatini anlar ve;

- Hiiççç… Allahım hep OL-AN sensin der….

Biz “YÜZMEK” kelimesi yerine ÇİMMEK kelimesini kullanırız...
Ve SU’ da yüzene SU’ da ÇİMEN deriz…


Enbiya Suresi 21/30: Ya o küfredenler görmedilerde mi ki
Semavât-ü Arz bitişik idiler de biz onları ayırdık, hayatı olan her şey'i
sudan yaptık, hâlâ inanmıyorlar mı?


Enbiya Suresi 21/33: Her biri bir yörüngede yüzmektedirler.

Çimenin Çİ’ si İÇ’ indir…
Çiğ olan ve pişmeyi bekleyen için…
Çimen SU ile BİR’ leşince HAYY-at bulur… Yeşerir…
Cemre düşmüştür artık… bahar gelmiştir…
Cömert OL-AN saçmıştır cömertliğini âleme…

Çimen’ in MEN’ i ise…

Men arefe Rabbehu… Fekad arefe Rabbehu…

Kim ki nefsini bildi…
Kim ki Hiç olduğunu bildi…
Kim ki Hep OL-AN’ ı bildi…
“ Sizi sınayacağız… Ta ki bilelim….”

Bilelim ki Rabbimizi…o zaman işte... ne düşündüğümüz değil...
Ne yaşadığımız önemlidir...

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Mayıs Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

BİR GARİB DÜNYA GURBETİNDE
Tarih: 27.05.2009 Saat: 20:10 Gönderen: kulihvani

Resim

BİR GARİB DÜNYA GURBETİNDE

gülizar ana

Selâm olsun tüm Allah’ı ve Resul'ünü (sav) sevenlere
Allah için birbirini övenlere
Övgü karşısında mahcup olup nefsini yerenlere
Hacı Bayram Veli hazretlerinin türbe ziyaretinden dönerken, yanımdaki arkadaşım alış veriş için bir dükkana götürdü beni.
Hediyelik alış verişten sonra bir değerli büyüğümüzün eserlerini sordum.
Eli karda gönlü yârda bir genç kardeşimiz o eserlerden kalmadığını söyledi.
Buna karşılık (muhammedinur) sitesinin adresini verdi.
Allah razı olsun çok da iyilik yaptı...

Sitenizle ve oradaki ganî gönüllü bazı insanlarla bir mânâda tanışmış oldum.
Bilgisayar tekniklerini geniş olarak bilmediğimden bazı zorluklar çekmeme rağmen sizlerle yazışmak beni çok mutlu etti.
Gösterdiğiniz misafirperverliğe, ilgi alâkaya çok çokteşekkür ederim! Oradaki dost gönüllü güzel insanlarla her biriyle ayrı ayrı tanışmayı isterdim.
Ancak yeteneğim bukadar olduğu için birkaç satır karalayıp birkaç mısra ile siz Allah dostlarına yakın olmak istedim.
Sitelerine beceripde mesaj gönderemediğim tüm gönül dostlarına bu yazımı bir tanışma vesilesi kabul etmelerini rica eder hepinize Muhammedi (sav) sevgilerimi sunarım!

Arada bir aranızda olmama izin verdiğiniz için yalnızlığımı ötresiz şeddesiz bir elif kadar ve çok garib bir nokta kadar olmayan yalnızlığıma yâr ve yâren olduğunuz için can dan ve en içten insanî duygularımla tekrar tekrar teşekkürler efendim!

Çok kısa kendimi dünya halimle de tanıtayım.
Samsun luyum şifâcıyım.
Belkide bir çoğunuzun annesi yaşındayım.
Şükür ki kul ihvani pirimiz gibi bir zât-muhteremde bu sitede muhammedin (sav) ordusun da ön saflarda hizmet etmekde.
Çoğunuzun mübarek gençler olduğunuzu tahmin ettiğim Hak ordusu neferleri
Gönlü âşık ve yaralı bu gülizar annenize bu şahane toplulukta küçük bir yer ve küçük bir an verirseniz bendenizi mutlu ve bahtiyâr edersiniz

Esselamüaleyküm veberakatü ve rahmetillah

gülizar ana

Resim
Cevapla

“2009” sayfasına dön