Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed (s.a.v.)
- meryemnur
- Özel Üye
- Mesajlar: 943
- Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00
Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed (s.a.v.)
Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed -sallâllahu aleyhi ve sellem-
Zira Efendimiz (s.a.v.), ilâhî rahmetin müstesnâ bir feyz ve bereket menbaı olarak insanlığa armağan edildi. O, insanlığın kurtuluşu için âdeta çırpınış hâlindeydi. Taşlanmayı göze alarak Tâif’e kadar gitti. Zira bütün insanlığı kendisine zimmetli ve kendisini de bütün insanlıktan mes’ûl gördü. Ümmetinin dertleriyle dertlendi. Mazlumları huzura kavuşturan müşfik bir sığınak ve barınak; muzdarip ve yorgun gönülleri ferahlatan bir rahmet esintisi oldu… Bütün bunlar, Allah Rasûlü (s.a.v.)’in rahmet ufkunu gösteren fazîlet tablolarından sadece birkaçı…
Yine O’nun, ümmetine olan merhametini Rabbimiz şöyle beyân ediyor:
“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı raûf (çok şefkatli), rahîm (çok merhametli)dir.” (et-Tevbe, 128)
Efendimiz (s.a.v.)’in ümmetine duyduğu muhabbet, şefkat ve merhamet, bir annenin evlâdına olan merhametinden çok daha fazla idi. O, dünyayı şereflendirmesinden evvel de rahmetti, hâl-i hayâtında da rahmetti, kabir âleminde de rahmettir, kıyâmet gününde de rahmet olacaktır.
Nitekim O Rahmet Peygamberi (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
“Sağlığım sizin için hayırlıdır: Siz benimle konuşursunuz; ben de sizinle konuşurum! Vefâtım da sizin için hayırlıdır: Amelleriniz bana arz olunur, hayırlı amellerinizi gördüğümde, ondan dolayı Allâh’a hamd ederim; kötü amellerinizi gördüğümde ise sizin için Allah’tan mağfiret dilerim.” (Heysemî, IX, 24)
“Dikkat edin! Ben hayatımda sizin için bir emniyet vesîlesiyim. Vefât ettiğimde ise, kabrimde: «Yâ Rabbi! Ümmetim, ümmetim!..» diye ilk Sûr üfleninceye kadar nidâ edeceğim…” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, c. 14, s. 414)
Yani ümmetini çok seven Efendimiz (s.a.v.), kabir âleminde bile kıyâmete kadar duâ ve niyazlarıyla ümmetine yardım hâlinde olduğunu bildiriyor. Demek ki Efendimiz (s.a.v.), bugün zâhiren ve bedenen olmasa bile, rûhâniyetiyle dâimâ aramızda bulunuyor. Rabbimiz, O’nun hürmetine ümmet-i Muhammed’e nice lûtuflarda bulunuyor.
Yakın zaman önce yaşanmış olan şu hâdise, Efendimiz (s.a.v.)’in “rahmet" vasfının her an cârî olduğuna ve O’na tevessül ile yapılan duânın Hak katındaki makbûliyetine dâir, ne kadar da ibretli bir misaldir:
1988 senesinde, Medîne-i Münevvere’deki Cuma Câmii’nin inşâsı sırasında yaşadığı ibretli bir hâtırayı, Mimar Mahmud Sâmi Kirazoğlu kardeşimiz şöyle naklediyor:
Malzeme deposu sorumlularımızdan Yemenli Ahmed Efendi’nin uzun bir müddettir Perşembe günleri işe gelmediğini tespit ederek, hafta başında kendisini çağırttım. Ona:
“–Burası Cuma Mescidi’nin inşaatıdır. Bizim gâyemiz, rızâ-yı ilâhîye uygun amellerle herkesin helâl kazanmasıdır. Bu hayırlı işi, samimiyet, ciddiyet ve bir ibadet heyecanıyla sürdürmek durumundayız.
Kıymetli Ahmed Efendi, seni üzgün görüyorum. Bir sıkıntın mı var? Senin her problemin için hizmete hazırım, derdin neyse anlat!” dedim.
Yaşlı gözler, boğaza düğümlenen kısık sesli cümleler ve çaresizlikten dertli bir gönülle, yavaş yavaş anlatmaya başladı:
“–Benim 14 yaşında, anadan doğma kötürüm bir kızım var; adı Ümmügülsüm. Çok küçükken hastalığının farkına vardık. Sonra, gitmediğimiz hoca, doktor, çıkıkçı, hastahane, kaplıca, fizik tedavi uzmanı ve kullanmadığımız ilâç, bitki kalmadı. Başka ülkeler de dâhil, pek çok yeri dolaşarak, imkânsızlıklar içinde, her türlü çâreye başvurduk; ancak nâfile. Bir arpa boyu bile yol alamadık. Kızım, yaşı ilerledikçe şekilden şekle giriyordu. Hem kendisi hem de biz, bu hâli kabullenemiyorduk, alışamıyorduk bir türlü.
Riyad’da, yabancıların kurduğu, ancak özel zevâtın girebildiği, tam teşekküllü bir ihtisas hastahanesi var. Allah (c.c.) nasîb etti, bir hayır sahibi vâsıtasıyla girebildik elhamdülillâh. Altı aydır orada her türlü tedavi yapıldı, ancak yine de bir gelişme olmadı. Annesi şu an yanında refâkatçi kalıyor. Ben de her Çarşamba, akşam uçağı ile gidip Cumaları gece vakti dönerek, Cumartesi iş başı yapıyorum. Size gelip durumu bildirerek özür dileyecek, helâllik alıp izin isteyecektim. Lâkin ilk zamanlar çekindim, sonra da gelemedim, affedin.”
Bir an Ahmed Efendi’nin hâlini düşündüm. Üç gidiş-geliş uçak bileti, 2 aylık maaşı kadardı. Daha önce yapmış olduğu masrafları da düşünürsek, epey bir borç altına girdiği belliydi garibin. Seneler önce bir mevlid esnâsında rastlamıştım kendisine. Kasîde okunurken ağlıyordu. “Nerede ağlayacağını bilen, ağlamanın bu denli yakıştığı, ne güzel, gönül ehli bir insan.” diye geçirmiştim içimden. Bunları düşünürken, bir yandan da nasıl yardımcı olabileceğimi sordum, borcunu da Allâh’ın izniyle hâlledebileceğimizi söyledim. Duâ edip sevinirken, yaşlı gözleri uzaklara, sanki Riyad’a bakıyordu.
“–Şimdi farklı bir durum var, onu arz edeyim.” dedi ve şöyle devam etti:
“–Evvelki gün, altı aydır kızımı birçok testlerle, şoklarla, her türlü tedaviye çalışan bölüm başkanı, gayr-i müslim, ecnebî bir profesör, beni odasına götürerek karşısına aldı, üzgün ve mahzun bir ifâdeyle dedi ki:
«–Sizleri aylardır izliyorum. Bir anne-baba olarak, maddî-mânevî yapılabilecek her şeyi yaptınız, gücünüzün üzerinde bir fedâkârlık gösterdiniz. Biz de elimizden gelen, tıbbın ulaşabildiği bütün teknikleri denedik. Sonradan olma bir rahatsızlık olmadığı için, baştan beri imkânsız görünmesine rağmen, sizin gözlerinizdeki ümit ışıltısına, gönlünüzdeki engin şefkate duyarsız kalamayarak samimiyetle çalıştık. Maalesef başaramadık. Tıp şu noktadan sonra artık çaresiz, tıbbın verebileceği bir şey kalmadı. Şifâ bulması için Amerika’da, hattâ Ay’da bile bir ihtimal zerresi olsa, size “alın götürün, onu da deneyin” diyeceğim ama, artık yok. Ancak, bütün bu yoklara rağmen bir şey var! O da şu:
Senin Peygamber’inin Allâh’ın Sevgilisi olduğunu ve O’nun çok merhametli bir Peygamber olduğunu söylüyorlar. O’na gidip niçin bir cân u gönülden yalvarmıyorsun? O isterse, Allah O’nu kırmaz, dileğini kabul eder. Unutma bu, senin son ve tek çâren artık.»
Ecnebî doktor yine devamla:
«–Sizleri kardeşim gibi sevdim, insânî duyguların, mâneviyâtın, inancın, şefkatin, azmin, aşkın ne olduğunu sizde gördüm. Kızınızı, kızım gibi sevdim. Her gün ziyaretimde, bana tam teslim olmuş bir durumda, beni içimden ağlatan, her şeye rağmen ümitle ışıldayan gözlerini, o melek gibi mâsum sîmâsını unutmayacağım. Resmini çektim, iznin olursa cüzdanımda taşıyacağım. Bu vak’a benim meslek hayatımda ve yaşantımda bir dönüm noktasıdır.
Zaman zaman senin elinde gördüğüm ipe dizili boncuk taneleri ile -ki sonra adının “Sübha” yani tesbih olduğunu öğrendim- ne yaptığını sorduğumda:
“–Allâh’ımın ismini binlerce defa tekrar ediyorum. Peygamber’ime selâm ediyorum.” demiştin. İnsan neyi severse onu çok söyler! Bu samimî sevginin boşa çıkmayacağına bütün kalbimle inanıyorum. Bir gün ülkeme dönsem bile arada bir sizi arayacağım, sesinizi bana duyurun. Yolunuz açık olsun, güzel haberlerinizi bekleyeceğim.» diyerek beni uğurladı.
O an, bambaşka bir hâlet-i rûhiye içine girdim. Üzüntülüyüm, mutluyum, şaşkınım, ümitliyim, zıt duyguları aynı anda yaşıyorum.”
Ahmed Efendi sözlerine şöyle devam etti:
“–Mahmud Ağabey, kızımı Pazartesi sabahı taburcu edecekler, müsâade ederseniz, Pazar günü erkenden gidip, muâmeleleri tamamlayıp, evrak, filim, rapor vs. ne varsa toparlayıp Medîne-i Münevvere’ye geleceğiz inşâallah.” dedi. Ben de:
“–O hâlde hemen harekete geçelim; senin gidiş, üçünüzün de dönüş biletlerini ayarlayalım. Seni havaalanına götürecek ve karşılayacak araba da hazır, başka bir ihtiyaç olursa, onu da hâllederiz bi-iznillâh.
Fakat profesörün sözleri çok mânidar. Döner dönmez bu ikâzı en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekir. Kendisiyle tanışmak isterim.” dedim.
Ertesi sabah kendilerini uğurladık. Pazartesi günü, şoför karşılamaya gitti, sonra yanıma tekmil vermeye geldi. Şoföre:
“–Ne yaptın, evlerine teslim ettin mi, öğlene de yemek ayarlayalım.” dedim. Şoför ise:
“–Ahmet Efendi ve âilesi doğrudan Harem-i Şerîf’e gitmek istediler. Kızı tekerlekli sandalyesine bindirdik, üçü de ağlıyordu. Benim de içim parçalandı. Kız, ufacık, sanki on yaşında gibi. Bu zamana kadar belinden aşağısı hiç tutmamış, dayanmadan oturamıyor bile. Ancak yüzüstü, kollarını dikerek sürünebiliyormuş, çok acı!” dedi.
“–Biliyorum, babası bana birçok resmini gösterdi. Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.” dedim.
Aradan takriben yarım saat geçti, bir gürültü patırtı koptu, dışarı çıktım. Ahmed Efendi karşımda, feryâd ü figân ağlayarak koştu, boynuma sımsıkı sarıldı, yapıştı, bırakmıyor. Ne dediğini anlamıyorum.
“–Yâhu ne oldu? Hayırdır inşâallah, gel şuraya otur, bir şeyler iç. Bu ne hâl?” diye sordum. Kendini yere attı; secde ediyor…
Sübhânallah!.. Ortada iyi bir şey olduğunu hissediyordum ama, ne olduğunu anlayamıyordum.
“–Dur bir dakika! Şu işin, arabadan indikten sonraki safhalarını anbean anlat bakalım. Oraya kadarını takriben biliyorum.” dedim.
Yaşlı gözlerle anlatmaya başladı:
“–Kızı tekerlekli sandalyesine bindirip annesiyle beraber Bâb-ı Nisâ’ya (Hanımlar Kapısı’na) bırakıp doğrudan, Bâb-ı Cibrîl’den huzur-i Rasûlullâh’a vardım. Şebeke-i Saâdet’e yapıştım, kimseyi gözüm görmedi. Kimse de beni görmedi. Ben ellerimi kaldırdım; «Yâ Rab! Ben kızımın şifâsı için 13 senedir duâ ettim. Özellikle onun için hac ve umreler yaptım. Gözyaşlarımla şebeke-i Rasûlullâh’a yapışarak yalvarıp yakardım. Gecelerim gündüzlerim duâlarla, ibadetlerle geçti. Gücümün üstünde sadakalar verdim. İyi niyetinden şüphe etmesem de, gayr-i müslim bir kulunun; “Niye Peygamber’ine gidip candan bir duâ etmiyorsun?” îkâzı bana çok ağır geldi.» diyerek Rabbime uzun uzun duâ ettim.
Sonra Efendimiz (s.a.v.)’e yöneldim:
«Yâ Rasûlâllah, Sen Rahmeten li’l-Âlemîn’sin, Sen’in huzuruna geldim, ama maddî-mânevî tükenmiş olarak geldim. Artık mecâlim ve tâkatim kalmadı. Bundan sonra kızımı Sana teslim ediyorum. Ben artık çâresizlikler içerisinde ne yapacağımı bilemiyorum...» diye naz ve niyâz içinde hıçkırarak, yalın ayak dışarı attım kendimi.
Bu mânevî sekir hâlindeyken, yavrum Ümmügülsüm’ün «BABAA, BABAA!» diye haykıran sesi kulağımda çınladı. Bir de arkama baktım ki, doğru dürüst sürünemeyen kızım, hanımlar tarafından koşarak geliyor. Arkasında annesi de ona yetişmeye çalışıyor. Kızımla kucaklaşıp ağlaştık. «Yâ Rabbi, bu ne tecellîdir!?» dedim. Hemen tekrar Harem-i Şerîf’e girip Efendimiz’e şükran duyguları içerisinde salât ü selâmlarda bulundum, Mevlâ’ma şükrettim. Sonra da sana müjde vermeye geldik. Mahmud ağabey, işte arabadalar, gel kendi gözlerinle gör!..”
Efendimiz (s.a.v.)’in rahmet ve şefaatine mazhar olan yeğenimiz, elimi öpmeye gelmişti. Şaşkın ve mutlu bir vaziyette gözyaşlarımızla ağzımızdan; «سُبْحَانَ اللّٰهِ وَ بِحَمْدِهِ سُبْحَانَ اللّٰهِ الْعَظِيمِ» hadîs-i erîfi dِküldü.
“–Bugün bayram oldu!” dedim. “ف paydos! قükür kurbanlar kesip, fakirleri de toplayp akama ziyafet verelim, Hatm-i Kur’ân cemiyeti yapalm. Harem-i قerîf’te yatsy edâ ettikten sonra bulualm.” dedim.
Onlar eve gِnderip arkalarndan da giderek, fakir ama gِnlü zengin bu güzel insanlarn evinde gerekli ihtiyaçlar tespit edip akam için hazrlk yaptk. Akrabalar, e-dost toplanmt. ضnceleri ifâ dilemek için kalkan eller, imdi ükür için kalkyordu. Her taraf huzur kaplamt. خmânn, teslîmiyetin, ümit kesmemenin, saf bir gِnülle ve usûlüne uygun, hattâ naz ile edilen tevessül ve duânn neticesiydi bu. Tbben imkânsz denilen bir vak’ada; kulun, Efendimiz (s.a.v.) vesîlesiyle Allâh’a niyâz neticesinde, ikrâm- ilâhîye mazhar oluunun, çok açk ve net bir tablosuydu bu.
Yemenli Ahmed Efendi ile sabah bulutuًumuzda kendisine:
“–قimdi bizi bekleyen, bir büyük hizmet daha var. Hadi bakalm, bu ie sebep olan doktor beye teekkür borçluyuz. Bu i, telefonla da olmaz. Sizlerde zihnî bir problem olduًunu düünebilir. Birkaç gün istirahat ettikten sonra, ـmmügülsüm’ü de alarak yine üçünüz, doًru Riyad’a gideceksiniz. Bilet ve otel masraflarn biz inâallah ayarlarz. Doktorun, o güzel düüncesinin bu kadar çabuk tahakkuk ettiًini kendi gِzleriyle gِrmesi lâzm. Hattâ srf o deًil, alt aydr kznn hizmetinde bulunan diًer doktorlar, hasta bakclar, hizmetkârlar, idârî personel vs. hepsi gِrmeli. Tp literatürüne geçecek bu hâdise, nice hidâyetlere vesîle olabilir…” dedim.
Bir hafta sonra üçünü uًurladk. Doktor beyin yanndan beni aramalarn ricâ etmitim. Mutluluk gِzyalar içinde doktorla aramzda u telefon konumas geçti.
Doktor dedi ki:
“–Mesleًimizin gâyesi, ite bِyle hizmet olmal.”
Ben de mukâbeleten:
“–Her insann gâyesi, aslnda «Yaratan’dan ِtürü yaratlanlara hizmet» olmal.” dedim. Doktor:
“–Sizinle nasl gِrüebilirim?” diye sorunca:
“–Müsâit zamannzda gelirim.” dedim.
“–ضyleyse hemen bekliyorum.” dedi.
Ben de ertesi gün gittim. Tantk, sarldk. Medîne gülü ve hakknda hadîs-i erîf olan Acve hurmas gِtürdüm. ضzelliklerini anlattm, sevindi. ـmmügülsüm’le de ilgili çok eyler sِyledi:
“–Telefonla müjdeyi aldktan sonra teekkür için gelmelerini bekliyordum, çok duygulandm.” dedi.
“–Takdir etmek, kymet bilmek, kadirinaslktr. Bundan yoksun olan, hamd etmeyi de, ükretmeyi de bilmez.” dedim ve devamla:
“–Buradan hareketle ben de bir ey düünüyorum. Senin, «O, Allâh’n Sevgilisi’dir, Allah O’nun arzusunu krmaz.» dediًin Zât da senin arzunu krmad. Acaba O da senden bir teekkür bekler mi, ne dersin?” dedim.
“–Beni oraya kabul etmeleri için ne yapmam lâzmsa hazrm. Borcumu ِdemeliyim.” dedi. Ben de hemen:
“–Bir tek cümle; «Kelime-i Tevhîd»!” dedim.
“–ضًret!” dedi ve ayaًa kalkt. Kelime-i Tevhîdi tekrarlaynca sevinçle boynuma sarld. Baladk beraberce aًlamaya.
“–Ben bu kelime-i tevhîdi çok sevdim, bir defa ile kalmayp hep sِylemek istiyorum. Ahmed Efendi’nin elindeki tesbihle Allâh’n güzel isimlerini tekrar tekrar zikretmesini imdi daha iyi anlyorum. Ben asl imdi doًdum, ilk nefes ve ilk anne sütü ile yeni bir hayata baladm. اok açm, susuzum, beslemeye devam et beni, ne olur brakma!” dedi.
“–Sen istesen de brakmam. Bu bir lûtf-i ilâhîdir. فçeri ilk girdiًimde yüzündeki îman nûrunu gِrmütüm. Peygamber Efendimiz’in en sevdiًi, Ebû Bekir (r.a.) Efendimiz’dir. Senin ismin de Ebû Bekir olsun mu?” dediًimde, gِzyalar daha da çoًald. Ben devamla:
“–فte imdi «nûrun alâ nûr» oldu.” dedim. Hemen bir câmiye gidip, imam efendiden ii resmîletirip ikâmesine, hüviyetine ve pasaportuna «Dîni: فslâm» olarak iletmek üzere muâmelelere baladk. فler tamamlandktan sonra Medîne-i Münevvere’ye beklediًimi sِyleyerek vedâlatk.
Doktor, birkaç gün sonra Medîne-i Münevvere’ye geldi. Havaalanna karlamaya gittim, yannda iki doktor asistan da vard. Tantrd, kucaklatk. Yeni müslüman olmasna raًmen onlarn da hidâyetlerine vesîle olmutu. Büyük bir sevinç içinde:
“–Allâh’n izniyle bu hidâyet zinciri bِyle devam edip gider inâallah!” dedim.
Otele uًrayp abdest tazeledikten sonra ziyaretlere baladk. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in huzûr-i âlîlerinden ayrlamadlar.
“–Hayatmzda secde kadar zevk aldًmz bir ey yaamadk.” dediler. Kendilerine namazla ilgili ksa bilgiler verdim. Hazret-i Hamza Efendimiz’i, Uhud’u, Kuba, Kbleteyn ve Yedi Mescidleri, Cennetü’l-Bakî’yi ziyaret ettik.
Ahmed Efendi ve kz ile akam yemeًini birlikte yedik. Eski günleri yâd ettik. Cuma namazn Kâbe-i Müerrefe’de klmak üzere umre niyetiyle sabah namazndan sonra hareket ettik. Yolda belli noktalar anlatarak ve sohbet ederek gittik. Kâbe’yi gِrünce ilk duânn makbûliyetini anlattm. Efendimiz (s.a.v.)’in en çok namaz kldklar yeri, kâinâta terif ettikleri evi, Cebel-i Nûr’u, hac güzergâhn vs. ziyaret ettik elhamdülillâh. Gece Medîne-i Münevvere’ye dِndük. Sabah da Riyad’a uًurladk.
“–اok ihtiyacmz var, sk sk bulualm. Biz de geliriz, sen de gel.” dediler. Soru-cevap ve sohbet ihtiyac had safhadayd. فslâmiyetle müerref olduktan sonraki ilk haclarn birlikte yaptk. Kalabalklamlard, saylar giderek artyordu. Hattâ ülkelerinde de yakn çevrelerinde bulunanlarn hidâyetlerine vesîle oluyorlard çok ükür. Bildikleri lisanlarda dînî kitaplar temin ediyorlard. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri’ne yeni ümmetler arz ediyorduk elhamdülillâh. Rabbime sonsuz ükürler olsun.
Bu güzelliklerin müsebbibi olan -Allah (c.c.) ondan râz olsun- ـmmügülsüm kzmzn zamanla boyu ve kilosu normalleti, 1995’te evlendi. Evinin eyalar ve diًer masraflarla ilgili, nasîbi olanlar hizmet etti. قu anda iki oًlu, iki kz var, mutlular.
Yemenli Ahmed Efendi’nin yaadklar, kendi aًzndan üç kii tarafndan dinlenerek tercüme edilip, fakirin âhit olduklaryla birlikte aynen tarafmdan kaleme alnmtr.
Mahmud Sâmi Kirazoًlu
15/1/2011
Şüphesiz ki bu hâdise de, duâlarda Efendimiz (s.a.v.) ile tevessül etmenin, yani O’nun hürmetine Allah’tan yardm talebinde bulunmann kyâmete kadar mümkün olduًuna dâir, inkâr edilemeyecek, yaanm bir misâldir. Allah Rasûlü (s.a.v.), zâhiren vefât etmi olsa da rûhâniyeti devam etmektedir.
Nasl ki Kur’ân- Kerîm târihî bir kitap deًil ve hükmü kyâmete kadar bâkî ise; Allah Rasûlü (s.a.v.) de âhit, müjdeleyici ve irâd ediciliًiyle dipdiri ve aramzdadr. Allah Teâlâ, kendi uًrunda ِldürülen ehîdlere bile “ِlüler” denilmemesini emretmektedir.1 Efendimiz (s.a.v.)’in makâm ise ehîdlerle kyaslanamayacak derecede ulvîdir. Dolaysyla O’nu “ِlü” saymak uygun dümez. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), beer olarak vefât etmitir ama, risâleti ve rehberliًiyle aramzda yaamaktadr. O’nun asl vazîfe, salâhiyet ve tasarrufu da zâten bu yِnüyledir.
Efendimiz (s.a.v.) buyurur:
“Bir kimse bana salât ü selâm getirdiًi zaman, onun selâmna karlk vermem için Allah Teâlâ rûhumu iâde eder.” (Ebû Dâvud, Menâsik, 96)
“Kim kabrimin yannda bana salât ederse ben onu iitirim. Kim de uzaktan salât ederse o bana ulatrlr.” (Beyhakî, قuab, II, 215)
Sahâbeden Ebu’d-Derdâ (r.a.) da ِyle anlatr:
Bir gün Rasûlullah (s.a.v.):
“–Cuma günü bana çok salevât getirin! Zira o gün, meleklerin hazr ve âhid olduًu bir gündür. O gün bir kii bana salât ettiًinde onun salât mutlaka bana arz edilir. Salevât getirmeyi brakncaya kadar bu durum bِyle devam eder.” buyurdular. Ben:
“–Vefâtnzdan sonra da m?” diye sordum. Efendimiz (s.a.v.):
“–Evet, vefâtmdan sonra da! Allah Teâlâ peygamberlerin vücutlarn yemeyi yeryüzüne haram klmtr. Allâh’n Nebîsi hayattadr ve dâimâ rzklandrlr.” buyurdular. (فbn-i Mâce, Cenâiz, 65. Bkz. Ebû Dâvûd, Salât 201/1047, Vitir 26)
Velhâsl, Cenâb- Hakk’n “insan”da tecellî eden bir sanat hârikas olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ilâhî kitâbmz Kur’ân- Kerîm gibi kyâmete kadar devam edecek bir mûcizedir. O, nasipli gِnüllere rûhâniyetini bugün bile hissettirdiًi gibi, kyâmette de yank yürekleri آb- Kevser’iyle serinletecek, o çetin ve dehetli günde Livâu’l-Hamd Sancaً altnda ümmetine huzur tevzî edecek, قefaat-i Uzmâ’syla ümmetinin günahkârlarnn affna vesîle olacaktr.
Cenâb- Hak âyet-i kerîmede Efendimiz (s.a.v.)’in bizler için ne büyük bir rahmet ve nîmet olduًunu ِyle haber vermektedir:
“Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allâh’n âyetlerini okuyan, onlar (kِtülüklerden) temizleyen, onlara Kitap ve hikmeti ًِreten bir Peygamber gِndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lûtufta bulunmutur...” (آl-i فmrân, 164)
Rabbimiz, Sevgili Rasûlü’nü yakndan tanyp O’nun kymetini bilmeyi ve O’na ümmet olma erefinin ükrünü lâykyla îfâ edebilmeyi cümlemize nasîb ve müyesser eylesin.
Bizleri Zât- فlâhîsine sâlih bir kul, Habîb-i Ekrem’ine lâyk bir ümmet klsn!
Efendimiz (s.a.v.) hürmetine bizlere ilâhî rahmet, maًfiret, nusret ve inâyetini lûtfeylesin!
Srât- müstakîme en büyük rehberimiz olan Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in mânâ iklîminden kalplerimize ulvî nasipler, engin rûhâniyetinden ruhlarmza rahmet esintileri ihsan buyursun!
Dünyada Kur’ân ve Sünnet üzere yaayp ukbâda efâat-i Rasûlullâh’a erebilmeyi cümlemize nasîb eylesin!
آmîn…
Osman Nuri TOPBAŞ
-------
Dipnot: 1. Bkz. el-Bakara, 154.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم
O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..
Ahzâb Sûresi, 6
O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..
Ahzâb Sûresi, 6
- meryemnur
- Özel Üye
- Mesajlar: 943
- Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00
Re: Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed (s.a.v.)
Saf odur ki, içini temiz tuta. Dışı da ALLAH'ın Kitabına ve Peygamber'in sünnetine uya. Bu yolda olan kimsenin safiyeti arttıkça, vücut denizinden çıkar. İdaresini O'nun ihtiyarına bırakır. Yersiz dileği ve isteği bırakmak, iç temizliğinden gelir.
Kulun kalbi temiz olursa, Peygamber'i (s.a.v) rüyasında görür; Peygamber ona yasakları söyler ve yapılacak işleri de emreder. O kul öyle bir hâl alır ki, her yanı kalp olur. Bünyesinden tüm olarak ayrılır; kalp âlemine geçer. Dışı bırakır, iç âleminden işlerini yürütür. Saf ve temiz olur, kötülüğü kalmaz. Zahirdeki kabuk ortadan kalkar, iç ve öz olur. Mâna yönünde Peygamber (s.a.v) ile olur. Kalbi onun önünde durur ve ondan terbiye alır. Eli Peygamber'in elinde olur. Peygamber, ondan hitap eder. O kul Peygamber'in önünde durur. Onun nuruna perdedar olur..
Gavsu'l-azâm Abdulkadir Geylâni (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم
O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..
Ahzâb Sûresi, 6
O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..
Ahzâb Sûresi, 6
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Re: Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed (s.a.v.)
“Kef” KeReM’ i “NûN” ASL’ I “KÛN” , اِقْرَاْ (İKRA) ; “OL-AN’ ı BİL" demek,
“OKU”N-aN / OKU-YaN الْقُرْاٰنَ (KuR’aN), OKU; “NUR’ unu BUL" demek,
HALK MaZHaR’ dır, ZaHiR’ i HAKK, ŞeMS, KaMeR’ de AKS eder bak,
ASLI AŞK OL-mak YaŞaMaK, “Yürüyen KuR’ aN KUL” demek.
HÂLimce...
10.06.2011 - 14:45
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ى خَلَقَۚ
İkra' bismi rabbikellezi halak.
Oku ismiyle o rabbının ki yarattı
خَلَقَ اْلاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍۚ
Halekal insane min 'alak.
İnsanı bir alaktan yarattı
اِقْرَاْ وَرَبُّكَ اْلاَكْرَمُۙ
İkra' ve rabbukel'ekram.
Oku, o keremine nihayet olmıyan rabbındır
ALAK Suresi 1-3 Ayetler
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلرَّحْمٰنُۙ
Er rahmân,
Er rahmân
عَلَّمَ الْقُرْاٰنَۜ
Allemel kur'ân,
Öğretti Kur'anı
خَلَقَ اْلاِنْسَانَۙ
Halekal insân
Yarattı insanı
عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
Allemehul beyân.
Belletti ona o güzel beyânı
اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍۖ
Eş şemsu vel kameru bi husbân.
Güneş ve Ay hisablı
RAHMÂN Suresi 1-5. Ayetler
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- meryemnur
- Özel Üye
- Mesajlar: 943
- Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00
Re: Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed (s.a.v.)
Rasûlullah âlemlere rahmettir.
Cesed-i mübârekleri toprağa tevdi edildikten sonra, rûhanî rahmeti aynı dercede dâimî olarak devam eder.
Bu rahmetin tevziinde Verâseti- Rasûlullah olan Evliyâ-ı kiram vazîfelidir.
Bunlar bir nevi transformatörlerdir.
Kalb-i Rasûlun dâimâ memnun ve mesrur olması için; arazî, semâvî, marazî âfetlerin, felâketlerin ve belâların Rasûlu ta’zib etmemesi için Evliyâ-ı kiram gece gündüz dâimi vazîfelidir.
Bundan dolayı yükleri çok ağırdır.
Bunlar içinde ''Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus'ahâ'' âyeti inmiştir (bkr)
Yâni: “Ben kuluma tahammülünün fevkinde yük vermem!” Ne maddî ne mânevî.
Âyetine umum topluluğun yükü de bindiğinden ağırlık târifin çok fevkindedir artık tasavvur edin!
Belâlar dâimâ onların üzerlerine inerler.
Belâlar, beşerin azgınlığının netîcesidir.
Uhud Harbında Rasûlullahın ordusu perîşan, mubârek dişleri kırılmış, amucası hazreti Hamza şehîd olmuş, o anda bile Kalb-i Rasûl şefkate galebe çalıyor: “Yâ RABBî bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar Sen onları affet!” demesi Rahmetin Pınarı kendileri olduğundandır..
Dr. Münir DERMAN (k.s.)
SOHBET MD-79
http://www.muhammedinur.com/forum/viewt ... 3&start=50
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم
O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..
Ahzâb Sûresi, 6
O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..
Ahzâb Sûresi, 6