27 Hz İsa عِيسَى aleyhis-selam

Kur'ân-ı Kerim'de ismi geçen 28 peygamberimizin hayatı, risaletleri, mukaddes kitapları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

27 Hz İsa عِيسَى aleyhis-selam

Mesaj gönderen nur-ye »

----KURÂN-ı KERÎM'in RESMÎ sıralamasına göre---

27. Hz. İsa: عِيسَى aleyhi's-selâm....
.

Resim

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم
Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike (Muhammedîyyeti) ve nebîyyike (Mahmudîyyeti) ve Resûlike (Ahmedîyyeti) ve Nebîyyûl-ümmîyyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi ves-sahbihi ve Ehl-i Beytihi...


Resim

ALLAHu Zü'l-Celâl'imizin İZni ve İNAYETi ile RABB'ül Âleminimiz SÖZünü, RESÛLALLAH SALLallahu aleyhi ve sellem Efendimizin SESinden buyuruyor:

Resim


وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِهٖ بِالرُّسُلِ وَاٰتَيْنَا عٖيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ اَفَكُلَّمَا جَاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰى اَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَرٖيقًا كَذَّبْتُمْ وَفَرٖيقًا تَقْتُلُونَ
Resim---'' Ve le kad ateyna musel kitabe ve kaffeyna mim ba'dihi bir rusuli ve ateyna isebne meryemel beyyinati ve eyyednahu bi ruhil kudus, e fe kullema caekum rasulum bima la tehva enfusukumustekbartum, fe ferikan kezzebtum ve ferikan taktülûn.: Andolsun, Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. Ondan sonra ard arda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya mucizeler verdik. Onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Size herhangi bir peygamber, hoşunuza gitmeyen bir şey getirdikçe, kibirlenip (onların) bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürmediniz mi?’’
(BAKARA suresi 87. ayet) (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)


قُولُواْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَآ أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَمَا أُوتِيَ النَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Resim---'' Kûlû âmennâ billâhi ve mâ unzile ileynâ ve mâ unzile ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ve mâ ûtiyen nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).: Deyiniz ki, «Biz, Allah'a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa'ya ve İsa'ya ne indirildiyse ve bütün peygamberlere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız.»
BAKARA:136 (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)


تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَاٰتَيْنَا عٖيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ وَلَوْ شَاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذٖينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلٰـكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَ وَلَوْ شَاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلٰـكِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُرٖيدُ Resim---'' Tilker rusulu faddalna ba'dahum ala ba'd, minhum men kellemellahu ve rafea ba'dahum deracat, ve ateyna isebne meryemel beyyinati ve eyyednahu bi ruhil kudus, ve lev şaellahu maktetelellezine mim ba'dihim mim ba'di ma caethumul beyyinatu ve lakiniltelefu fe minhum men amene ve minhum men kefar, ve lev şaellahu maktetelu ve lakinnellahe yef'alu ma yurîd.: İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa’ya ise açık deliller verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Eğer Allah dileseydi, bunların arkasından gelen (millet)ler, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler. Onlardan inananlar da vardı, inkâr edenler de. Yine Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin Allah dilediğini yapar.’’
(BAKARA suresi 253. ayet) (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)


فَلَمَّا اَحَسَّ عٖيسٰى مِنْهُمُ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ اَنْصَارٖى اِلَى اللّٰهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَاشْهَدْ بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
Resim---''Fe lemma ehasse isa minhumul kufra kale men ensari ilellah, kalel havariyyune nahnu ensarullah, amenna billah, veşhed bi enna muslimûn.: İsa onların inkar ettiklerini sezince: «Kimdir benim Allah yolunda arkadaşlarım?» dedi. Havariler: «Biziz Allah dininin yardımcıları, biz Allah'a iman ettik. Sen bizim lekesiz bir iman ile teslim olduğumuza şahit ol!» dediler.''
(ÂLİ IMRÂN suresi 52. ayet) (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)



اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا عٖيسٰى اِنّٖى مُتَوَفّٖيكَ وَرَافِعُكَ اِلَیَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذٖينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذٖينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذٖينَ كَفَرُوا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ ثُمَّ اِلَیَّ مَرْجِعُكُمْ فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ فٖيمَا كُنْتُمْ فٖيهِ تَخْتَلِفُونَ
Resim---''İz kalellahu ya isa inni muteveffike ve rafiuke ileyye ve mutahhiruke minellezine keferu ve cailullezinettebeuke fevkallezine keferu ila yevmil kiyameh, summe ileyye merciukum fe ahkumu beynekum fima kuntum fihi tahtelifûn.: O vakit ki, Allah şöyle buyurdu: «Ey İsa, gerçekten seni öldüreceğim, seni kendime kaldıracağım, seni o inkar edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar, o inkarcılardan üstün kılacağım. Sonra da hep dönüşünüz Bana olacak ve o zaman anlaşmazlığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda hükmü Ben vereceğim.»''
(ÂLİ IMRÂN suresi 55. ayet) (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)



اِنَّ مَثَلَ عٖيسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---''İnne mesele isa indellahi ke meseli adem, halekahu min turabin sümme kale lehu kun fe yekûn.:Doğrusu Allah katında İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı sonra da ona: «Ol!» dedi. O da hemen oluverdi. ‘’
(ÂLİ IMRÂN suresi 59. ayet) (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)



قُلْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَا اُنْزِلَ عَلٰى اِبْرٰهٖيمَ وَاِسْمٰعٖيلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَا اُوتِىَ مُوسٰى وَعٖيسٰى وَالنَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Resim---''Kul amenna billahi ve ma unzile aleyna ve ma unzile ala ibrahime ve ismaile ve ishaka ve ya'kube vel esbati ve ma utiye musa ve isa ven nebiyyune mir rabbihim, la nuferriku beyne ehadim minhum ve nahnu lehu muslimûn.:De ki: «Biz, Allah'a, bize indirilene; İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene; Musa'ya İsa'ya peygamberlere Rablerinden verilene inandık iman getirdik. Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve biz, ancak O'na boyun eğen müslümanlarız!»
(ÂLİ IMRÂN suresi 84. ayet) (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 27 Hz İsa عِيسَى aleyhis-selam

Mesaj gönderen nur-ye »


وَقَوْلِهِمْ اِنَّا قَتَلْنَا الْمَسٖيحَ عٖيسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّٰهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلٰـكِنْ شُبِّهَ لَهُمْ وَاِنَّ الَّذٖينَ اخْتَلَفُوا فٖيهِ لَفٖى شَكٍّ مِنْهُ مَا لَهُمْ بِهٖ مِنْ عِلْمٍ اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّ وَمَا قَتَلُوهُ يَقٖينًا
Resim---''Ve kavlihim inna katelnel mesiha isebne meryeme rasulellah, ve ma kateluhu ve ma salebuhu ve lakin şubbihe lehum, ve innellezinahtelefu fihi le fi şekkim minh, ma lehum bihi min ilmin illettiba az zann, ve ma kateluhu yekîna.:ve: «Biz Allah'ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük.» demeleri yüzünden. Oysa onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı. Onda anlaşmazlığa düşenler bundan dolayı şüphe içindedirler, o hususta tahmin peşinde gitmekten başka hiç bir bilgileri yoktur. Kesin olarak O'nu öldürmediler.’’
(NİSA suresi 157. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)


إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ وَالنَّبِيِّينَ مِن بَعْدِهِ وَأَوْحَيْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإْسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَعِيسَى وَأَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهَارُونَ وَسُلَيْمَانَ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُورًا
Resim---''İnnâ evhaynâ ileyke kemâ evhaynâ ilâ nûhin ven nebiyyîne min ba’dih(ba’dihî), ve evhaynâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâti ve îsâ ve eyyûbe ve yûnuse ve hârûne ve suleymân(suleymâne), ve âteynâ dâvûde zebûrâ(zebûran).: Muhakkak biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.’’
NİSA:163 (Resmi:4/İniş:98/Alfabetik:82)



يَا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا فٖى دٖينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ اِنَّمَا الْمَسٖيحُ عٖيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُ اَلْقٰيهَا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِهٖ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌ اِنْتَهُوا خَيْرًا لَكُمْ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰـهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَهُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَكٖيلًا
Resim---'' Ya ehlel kitabi la tağlu fi dinikum ve la tekulu alellahi illel hakk, innemel mesihu isebnu meryeme rasulullahi ve kelimetuh, elkaha ila meryeme ve ruhum minh, fe aminu billahi ve rusulih, ve la tekulu selaseh, intehu hayral lekum, innemellahu ilahuv vahid, subhanehu ey yekune lehu veled, lehu ma fis semavati ve ma fil ard, ve kefa billahi vekila.: Ey kitap verilenler, dininizde aşırılığa gitmeyin ve Allah hakkında yalnızca gerçeği söyleyin! Meryem oğlu Mesih İsa, yalnızca Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı kelime'si ve ondan bir ruhtur; başka birşey değil. Gelin Allah'a ve O'nun peygamberlerine iman getirin ve «üçtür» demeyin. Bundan vazgeçin; hakkınızda hayırlı olur! Allah, ancak bir tek İlah'tır, haşa O'nun bir oğlu olması asla düşünülemez. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak da Allah yeter.’’
(NİSA suresi 171. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)

وَقَفَّيْنَا عَلٰى اٰثَارِهِمْ بِعٖيسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَاٰتَيْنَاهُ الْاِنْجٖيلَ فٖيهِ هُدًى وَنُورٌ وَمُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّقٖينَ
Resim---''Ve kaffeyna ala asarihim bi isebni meryeme musaddikal lima beyne yedeyhi minet tevrati ve ateynahul incile fihi hudev ve nuruv ve musaddikal lima beyne yedeyhi minet tevrati ve hudev ve mev'izatel lil muttekîn.:Arkadan da o peygamberlerin izleri üzerinde Meryem'in oğlu İsa'yı, önündeki Tevrat'ı bir doğrulayıcı olarak gönderdik. Ona içinde bir hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayıcı ve takva sahipleri için bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik.''
(MÂİDE suresi 46. ayet) (Resmi: 5/İniş:110/Alfabetik:60)


لُعِنَ الَّذٖينَ كَفَرُوا مِنْ بَنٖى اِسْرَایٖٔلَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُدَ وَعٖيسَى ابْنِ مَرْيَمَ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ
Resim---''Luinellezine keferu mim beni israile ala lisani davude ve isebni meryem, zalike bima asav ve kanu ya'tedûn.:İsrailoğullarından o küfredenler, hem Davud'un hem de Meryem'in oğlu İsa'nın dili ile lanetlendiler. Bu, onların isyan etmeleri ve hakkın sınırlarını aşmakta olmaları yüzündendi.’’
(MÂİDE suresi 78. ayet) (Resmi: 5/İniş:110/Alfabetik:60)


اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا عٖيسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَتٖى عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَ اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِى الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰیةَ وَالْاِنْجٖيلَ وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّٖينِ كَهَيْپَةِ الطَّيْرِ بِاِذْنٖى فَتَنْفُخُ فٖيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِاِذْنٖى وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْنٖى وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْنٖى وَاِذْ كَفَفْتُ بَنٖى اِسْرَایٖٔلَ عَنْكَ اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰـذَا اِلَّا سِحْرٌ مُبٖينٌ
Resim---''İz kalellahu ya isebne meryemezkur ni'meti aleyke ve ala validetik, iz eyyedtuke bi ruhil kudusi tukellimun nase fil mehdi ve kehla, ve iz alemtukel kitabe vel hikmete vet tevrate vel incil, ve iz tahluku minet tîni ke hey'etit tayri bi izni fe tenfuhu fiha fe tekunu tayram bi izni ve tubriul ekmehe vel ebrasa bi izni, ve iz tuhricul mevta bi izni, ve iz kefeftu beni israile anke iz ci'tehum bil beyyinati fe kalellezine keferu minhum in haza illa sihrum mubîn.:Allah o günde şöyle buyuracak: «Ey Meryem oğlu İsa, sana ve anana olan nimetimi düşün; hani seni Cebrail ile destekledim, insanlarla hem beşikte hem de yetişkin iken konuşuyordun; sana yazı yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. Hani Benim iznimle çamurdan kuş biçiminde birşey yapıyordun, içine üflüyordun da Benim iznim ile bir kuş oluveriyordu; anadan doğma körü ve abraşlıyı Benim iznimle iyi ediyordun; hani ölüleri Benim iznimle diriltiyordun ve hani İsrailoğullarına açık delillerle geldiğinde, onlardan inkar edenler: «Bu apaçık bir büyüden başka birşey değildir.» demişlerdi de, seni onlardan kurtarmıştım.''
(MÂİDE suresi 110. ayet) (Resmi: 5/İniş:110/Alfabetik:60)


اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا عٖيسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَطٖيعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَائِدَةً مِنَ السَّمَاءِ قَالَ اتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ
Resim---''İz kalel havariyyune ya isebne meryeme hel yesteti'u rabbuke ey yunezzile aleyna maidetem mines sema', kalettekullahe in kuntum mu'minîn.:Bir vakit Havariler: «Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?» demişlerdi de İsa da: «İnanıyorsanız Allah'tan korkun!» demişti.’’
(MÂİDE suresi 112. ayet) (Resmi: 5/İniş:110/Alfabetik:60)


قَالَ عٖيسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللّٰهُمَّ رَبَّنَا اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَائِدَةً مِنَ السَّمَاءِ تَكُونُ لَنَا عٖيدًا لِاَوَّلِنَا وَاٰخِرِنَا وَاٰيَةً مِنْكَ وَارْزُقْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّازِقٖينَ
Resim---''Kale isebnu meryemellahumme rabbena enzil aleyna maidetem mines semai tekunu lena idel li evvelina ve ahirina ve ayetem mink, verzukna ve ente hayrur razikîn. :Meryem oğlu İsa şöyle yalvardı: «Allah, ey bizim yegane Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir ki, bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için bir bayram ve kudretinden bir nişane olsun! Bizleri rızıklandır. Sen rızık verenlerin en hayırlısısın!»
(MÂİDE suresi 114. ayet) (Resmi: 5/İniş:110/Alfabetik:60)


وَاِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا عٖيسَى ابْنَ مَرْيَمَ ءَاَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونٖى وَاُمِّىَ اِلٰـهَيْنِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لٖى اَنْ اَقُولَ مَا لَيْسَ لٖى بِحَقٍّ اِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ تَعْلَمُ مَا فٖى نَفْسٖى وَلَا اَعْلَمُ مَا فٖى نَفْسِكَ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
Resim---''Ve iz kalellahu ya isebne meryeme e ente kulte lin nasittehizuni ve ummiye ilaheyni min dunillah, kale subhaneke ma yekunu li en ekule ma leyse li bi hakk, in kuntu kultuhu fe kad alimteh, ta'lemu ma fi nefsi ve la a'lemu ma fi nefsik, inneke ente allamul ğuyûb.:Ve Allah şöyle buyurduğu zaman: «Ey Meryem oğlu İsa, sen misin o insanlara «Beni ve o anamı Allah yanında iki tanrı edinin.» diyen?» «Haşa, dedi, sen her türlü eksikliklerden münezzehsin ya Rab! Benim için gerçek olmayan bir sözü söylemem bana yakışmaz. Eğer söylemiş olsaydım elbette Sen bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ben ise Senin zatında olanı bilmem! Şüphesiz Sen, gizlilikleri çok iyi bilensin.»
(MÂİDE suresi 116. ayet) (Resmi: 5/İniş:110/Alfabetik:60)

وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَعٖيسٰى وَاِلْيَاسَ كُلٌّ مِنَ الصَّالِحٖينَ
Resim---''Ve zekeriyya ve yahya ve isa ve ilyas, kullum mines salihîn.:, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da... Hepsi iyilerdendir.’’
(EN'ÂM suresi 85. ayet) (Resmi: 6/İniş:55/Alfabetik:20)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 27 Hz İsa عِيسَى aleyhis-selam

Mesaj gönderen nur-ye »


ذٰلِكَ عٖيسَى ابْنُ مَرْيَمَ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذٖى فٖيهِ يَمْتَرُونَ
Resim---''Zalike isebnu meryem, kavlel hakkillezi fihi yemterûn.:İşte hakkında (yahudilerle hıristiyanların) ihtilaf edip durdukları Meryemoğlu İsa'ya dair Allah'ın sözü budur.''
(MERYEM suresi 34. ayet) (Resmi: 19/İniş:44/Alfabetik:63)


وَإِذْ أَخَذْنَا مِنَ النَّبِيِّينَ مِيثَاقَهُمْ وَمِنكَ وَمِن نُّوحٍ وَإِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَأَخَذْنَا مِنْهُم مِّيثَاقًا غَلِيظًا
Resim---''Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan)..:Unutma o peygamberlerden mîsaklarını (kesin sözlerini) aldığımız vakti! Hele senden, Nuh, İbrahim, Musa ve Meryemoğlu İsa'dan ki onlardan ağır bir mîsak (sağlam bir söz) aldık.’’
(AHZÂB suresi 7. ayet) (Resmi: 33/İniş:97/Alfabetik:4)



شَرَعَ لَكُم مِّنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَن يَشَاء وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَن يُنِيبُ
Resim---''Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).: Allah dinden Nuh'a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir kanun yaptı ve (Ey Muhammed!) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye buyurduğumuzu da şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.
Fakat senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.’’

(ŞÛRÂ suresi 13. ayet) (Resmi: 42/İniş:62/Alfabetik:95)


وَلَمَّا ضُرِبَ ابْنُ مَرْيَمَ مَثَلًا إِذَا قَوْمُكَ مِنْهُ يَصِدُّونَ
Resim---''Ve lemmâ duribebnu meryeme meselen izâ kavmuke minhu yasıddûn(yasıddûne).: Meryem oğlu İsâ bir misal olarak anlatılınca, senin kavmin hemen ondan bir delil bulduklarını sanarak bağrışmaya başladılar.’’
(ZUHRUF suresi 57. ayet) (Resmi: 43/İniş:63/Alfabetik:113)

ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَآتَيْنَاهُ الْإِنجِيلَ وَجَعَلْنَا فِي قُلُوبِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاء رِضْوَانِ اللَّهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ أَجْرَهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
Resim---''Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi’îsebni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînet tebeûhu re’feten ve rahmeh(rahmeten), ve rahbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvânillâhi fe mâ reavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).: Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.’’
(HADÎD suresi 27. ayet) (Resmi: 57/İniş:112/Alfabetik:33)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 27 Hz İsa عِيسَى aleyhis-selam

Mesaj gönderen nur-ye »

وَلَمَّا ضُرِبَ ابْنُ مَرْيَمَ مَثَلًا إِذَا قَوْمُكَ مِنْهُ يَصِدُّونَ
Resim---''Ve lemmâ duribebnu meryeme meselen izâ kavmuke minhu yasıddûn(yasıddûne).: Meryem oğlu İsâ bir misal olarak anlatılınca, senin kavmin hemen ondan bir delil bulduklarını sanarak bağrışmaya başladılar.’’
(ZUHRUF suresi 57. ayet) (Resmi: 43/İniş:63/Alfabetik:113)

ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَآتَيْنَاهُ الْإِنجِيلَ وَجَعَلْنَا فِي قُلُوبِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاء رِضْوَانِ اللَّهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ أَجْرَهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
Resim---''Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi’îsebni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînet tebeûhu re’feten ve rahmeh(rahmeten), ve rahbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvânillâhi fe mâ reavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).: Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.’’
(HADÎD suresi 27. ayet) (Resmi: 57/İniş:112/Alfabetik:33)


وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُم مُّصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِن بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءهُم بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ
Resim---''Ve iz kâle îsebnu meryeme yâ benî isrâîle innî resûlullâhi ileykum musaddikan li mâ beyne yedeyye minet tevrâti ve mubeşşiren bi resûlin ye’tî min bagdîsmuhû ahmed(ahmedu), fe lemmâ câehum bil beyyinâti kâlû hâzâ sihrun mubîn(mubînun).: Meryem oğlu İsa da: «Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici olarak (geldim).» demişti. Fakat onlara apaçık delillerle gelince «Bu, apaçık bir büyüdür.» dediler.’’
(SAFF suresi 6. ayet) (Resmi: 61/İniş:108/Alfabetik:89)



يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا كُونوا أَنصَارَ اللَّهِ كَمَا قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيِّينَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللَّهِ فَآَمَنَت طَّائِفَةٌ مِّن بَنِي إِسْرَائِيلَ وَكَفَرَت طَّائِفَةٌ فَأَيَّدْنَا الَّذِينَ آَمَنُوا عَلَى عَدُوِّهِمْ فَأَصْبَحُوا ظَاهِرِينَ
Resim---''Yâ eyyuhellezîne âmenû kûnû ensârallâhi kemâ kâle îsebnu meryeme lil havâriyyîne men ensârî ilâllâh(ilâllâhi), kâlel havâriyûne nahnu ensârullâh(ensârullâhi), fe âmenet tâifetun min benî isrâîle ve keferet tâifeh(tâifetun), fe eyyednellezîne âmenû alâ aduvvihim fe asbehû zâhirîn(zâhirîne). Ey inananlar, Allah'ın yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu İsa da havarilere: «Allah'a (giden yolda) benim yardımcılarım kimdir?» demişti. Havariler: «Allah (yolun)un yardımcıları biziz.» dediler. İsrail oğullarından bir zümre inandı, bir zümre inkar etti. Biz de inananları, düşmanlarına karşı destekledik, onlar üstün geldiler.’’
(SAFF suresi 14. ayet) (Resmi: 61/İniş:108/Alfabetik:89)
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: 27 Hz İsa عِيسَى aleyhis-selam

Mesaj gönderen sev-guzel »

Resim

Fasil : FEZAİL BÖLÜMÜ
Konu : Fazileti Belirtilen Amel Ve Sözler
Ravi : El-Haris el-Eş`ari
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri, Yahya İbnu Zekeriyya aleyhimasselam`a, beş kelime söyleyip bunlarla amel etmesini ve onlarla amel etmelerini Beni İsrail`e de söylemesini emir buyurdu. Ancak O, bu hususta ağır aldı. İsa aleyhisselam kendisine: "Allah sana beş kelime öğretip onlarla amel etmeni ve Beni İsrail`e de onlarla amel etmelerini emretmeni söyledi. Ya sen bunları onlara emredersin veya bunları onlara ben emredeceğim" dedi. Yahya aleyhisselam: "Onları emretmede benden önce davranacak olursan yere batırılmam veya azab görmemden korkarım!" dedi ve halkı Beytu`l Makdis`te topladı. Mescid ağzına kadar doldu. Mahfillere de oturdular. (Söz alıp): "Allah bana beş kelime gönderdi ve onlarla amel etmemi ve size de amel etmenizi emretmemi bana emretti: Bunlardan birincisi Allah`a ibadet etmeniz, ona hiçbir ortak koşmamanızdır. Allah`a ortak koşanın misali şudur: Bir adam, kendi öz malından altın veya gümüş mukabilinde bir köle satın alır ve: "Bu benim evim, bu da işim (çalış kazandığını) bana öde!" der. Köle çalışır, fakat kazancını efendisinden başkasına öder. Kölenin böyle yapmasına hanginiz razı olur? Aynen bunun gibi, Allah da size namazı emretti. Namaz kılarken (sağa-sola) bakınmayın. Zira Allah yüzünü, namazda bulunan kulunun yüzüne karşı diker, o sağa sola bakmadığı müddetçe. Allah size orucu emretti. Bunun misali şu insanın misaline benzer: O bir grup içerisindedir. Beraberinde bir çıkın içinde misk var. Herkes onun kokusundan hoşlanmaktadır. Oruçlunun (ağzında hasıl olan) koku, Allah indinde miskin kokusundan daha hoştur. Allah size sadakayı emretti. Bunun misali de şu adamın misaline benzer: Düşmanlar onu esir edip ellerini boynuna bağlamışlar ve boynunu vurmaları için cellatlara teslim etmişlerdir. Adam: "Ben az veya çok (bütün malımı) vererek kendimi fidye mukabilinde kurtarmak istiyorum" der ve nefsini fidye ödeyerek kurtarır. Allah size, Allah`ı zikretmenizi de emretti. Bunun da misali, peşinden hızla düşmanın geldiği bir adamdır. Bu adam muhkem bir kaleye gelip, düşmandan kendini korur. Kul da böyledir. Şeytana karşı kendisini sadece zikrullahla koruyabilir." Resulullah (sav) (buraya hikayeyi tamamlayarak) dedi ki: "Ben de size beş şeyi emrediyorum: Allah onları bana emretti. Dinlemek, itaat etmek, cihad, hicret ve cemaat. Zira, kim cemaatten bir karışcık ayrılırsa boynundaki İslam bağını çıkarıp atmıştır, geri dönen hariç. Kim de cahiliye davası güderse o cehennem molozlarından biridir!" Bir adam: "Ey Allah`ın Resulü! O kimse namazını kılar, orucunu tutar idiyse (yine mi cehennemlik)?" diye sordu. Aleyhisselatu vesselam: "Evet, namaz kılsa, oruç tutsa da! Ey Allah`ın kulları! Sizi Müslümanlar, mü`minler diye tesmiye eden Allah`ın çağrısı ile çağırın!" buyurdular.
HadisNo : 4667

Resim

Fasil : FEZAİL BÖLÜMÜ
Konu : Mekkenin Fazileti
Ravi : Ebu Hüreyre
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Vallahi Meryem oğlu (Hz. İsa aleyhisselam), Feccu`r-Ravha nam mevkide, hacc yapmak veya umre yapmak yahut da her ikisini de yapmak için telbiye getirecektir."
HadisNo : 4580

Resim



Fasil : KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ
Konu : Kıyamet Alametleri
Ravi : Cabir
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer şekilde mücadeleye kıyamet gününe kadar devam edecektir. O zaman İsa İbnu Meryem de iner. Bu Müslümanların reisi: "Gel bize namaz kıldır!" der. Fakat Hz. İsa aleyhisselam: "Hayır!" der, "Allah`ın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize emirsiniz!"
Hadis No : 5005


Resim


Fasil : İlaveler Bölümü
Konu : Nefisle İlgili Eedebe Giren Hadisler
Ravi : Ebu Hureyre
Hadis : Resulullah (sa) buyurdular ki: "İsa aleyhisselam hırsızlık yapan bir adam görmüştü: "Hırsızlık mı yaptın?" dedi. Adam: "Asla! Kendisinden başka ilah olmayan Zat`a yemin olsun" diye cevap verince Hz. İsa: "Allah`a inandım, gözlerimi tekzib ettim!" dedi."
Hadis No : 5870


Resim

Fasil : KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ Konu : Şefaat Hakkında
Ravi : Ebu Hureyre
Hadis : Biz bir davette Resulullah ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budu(ndan bir parça) ikram edildi. Bud hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve: "Ben kıyamet günü ademoğlunun efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? (Açıklayayım): "Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükle toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar: "içinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?" demeye başlarlar. Birbirlerine: "Babanız Adem var!" derler ve ona gelerek: "Ey Adem! Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. [Bütün isimleri sana öğretti]. Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. [Allah katında itibarın, makamın var.] Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?" derler. Adem aleyhisselam da: "Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü, cennette iken, Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa asi oldum. [Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter]. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. Nuh aleyhisselam`a gidin!" diyecek. İnsanlar Nuh aleyhisselam`a gelecekler: "Ey Nuh! sen yeryüzü ahalisine gönderilen resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (abden şeküra) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?" diyecekler. Nuh aleyhisselam da şöyle diyecek: "Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim aleyhisselam`a gidin!" diyecek. İnsanlar İbrahim aleyhisselam`a gelecekler: "Ey İbrahim! Sen Allah`ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegane Halilisin. Bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler. İbrahim aleyhisselam onlara: "Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!" deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek: "Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa aleyhisselam`a gidin!" İnsanlar, Hz. Musa aleyhisselam`a gelecekler ve: "Ey Musa! Sen Allah`ın peygamberisin. Allah seni, risaletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Hz. Musa da: "Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen Rabbim nezdinde şefaate yüzüm de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım. [...Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir.] Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselam`a gidin!" diyecek. İnsanlar Hz. İsa`ya gelecekler ve: "Ey İsa, sen Allah`ın peygamberisin ve Meryem`e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler! Hz. İsa aleyhisselam da: "Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!" diyecek. -Hz. İsa şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin- ( Bir başka rivayette): ["Beni, Allah`tan ayrı bir ilah edindiler. Bugün bana mağfiret edilirse bu bana yeter."] Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed aleyhissalatı vesselam`a gidin!" diyecek. İnsanlar Muhammed (sav)`e gelecekler, bir diğer rivayette: "Bana gelirler!" denmiştir- ve: "Ey Muhammed! Sen Allah`ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş, gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Bunun üzerine ben Arş`ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medh u senaları benim için açacak [Ben onlarla Rabbime medh u senalarda bulunacağım]. Sonra: "Ey Muhammed başını kaldır ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!" denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: "Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!" diyeceğim. Bunun üzerine: "Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!" denilecek." Resulullah sonra şöyle buyurdular: "Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal`e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki mesafe Mekke ile Hacer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır." Hz. İbrahim aleyhisselam`ın kıssasıyla ilgili bir rivayette şu ziyade var: [Hz. İbrahim, (insanlar, şefaat etmesi için kendine geldikleri zaman, Allah`a şefaat talebinde bulunmasına mani olan üç günahı olarak yıldızlar hakkında sarfettiği "İşte bu Rabbim" (En`am 76) sözünü, atalarının putları hakkında sarfettiği "Belki de bu (putları kırma) işini onların en büyüğü yapmıştır" (Enbiya 63) sözünü ve bir de: "Ben gerçekten hastayım" (Saffat 89) sözünü zikretti."]
Hadis No : 5092

Resim


Fasil : FEZAİL BÖLÜMÜ
Konu : Ashabın Fazilet Ve Menkıbelerinin Yüceliği
Ravi : Enes
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ümmetimde ümmetime karşı en çok merhametli olan kimse Ebu Bekr`dir. Onlar içinde Allah`ın emri hususunda en çok titiz olanı Ömer`dir. Haya cihetiyle en şiddetli olanı Osman`dır. (Davalarda) en isabetli hüküm vereni Ali`dir. Helal ve haramı en iyi bileni Muaz İbnu Cebel`dir, Feraizi en iyi bilen Zeyd İbnu Sabit`tir. Kur`an okumasını en iyi bileni Ubey İbnu Ka`b`dır. Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini Ebu Ubeyde İbnu`l-Cerrah`dır. Ebu Zerr`den daha doğru sözlü olan birini ne gök gölgeledi, ne de yer taşıdı. O, verada Hz. İsa aleyhisselam gibiydi. Hz. Ömer (ra) (hased etmişçesine): "Yani biz bu hasletin onda olduğunu kabul edecek miyiz?" dedi. Resulullah (sav): "Evet Bu hasletleri onda var bilin!" buyurdular.
Hadis No : 4370



Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 27 Hz İsa عِيسَى aleyhis-selam

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim''Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike (Muhammedîyyeti) ve nebîyyike (Mahmudîyyeti) ve Resûlike (Ahmedîyyeti) ve Nebîyyûl-ümmîyyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi ves-sahbihi ve Ehl-i Beytihi...''Resim


Resim--- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim! Meryem oğlu İsa'nın, aranıza (bu şeriatle hükmedecek) adaletli bir hakim olarak ineceği, istavrozları kırıp, hınzırları öldüreceği, cizyeyi (Ehl-i Kitap'tan) kaldıracağı vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur."

Sonra Ebu Hureyre der ki: "Dilerseniz şu ayeti okuyun. (Mealen): "Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölümünden önce O'nun (İsa'nın) hak peygamber olduğuna iman etmesin. Kıyamet gününde ise İsa onlar aleyhine şahitlik edecektir" (Nisa 159).


(Buhârî, Büyû 102, Mezalim 31, Enbiya 49; Müslim, İman 242, (155); Ebu Davud, Melahim 14, (4324); Tirmizî, Fiten 54, (2234).)




شَهِدَ أنْ َ إِلَهَ إّ اللّهُ وَحْدَهُ َ شَرِيكَ لَهُ، وَأنّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ، وَأنّ عِيسى عَبْدُ اللّهِ وَرَسُولُهُ وَكَلمتُهُ ألْقَاهَا إلى مَرْيمَ وَروحٌ منهُ، وَالْجَنَّةَ حَقٌ، وَالنَّارَ حقٌ: أدْخَلَهُ اللّهُ الْجَنَّةَ عَلَى مَا كَان عَلَيْهِ مِنَ الْعَملِ[ أخرجهُ الشيخانِ والترمذى.وَفِى أخرى لمسلم ]مَنْ شَهِدَ أن َ إلَهَ إّ اللّهُ وَأنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللّهِ حرَّمَ اللّهُ تَعَالى عَلَيْهِ النَّارَ.


Ubade İbnu's-Sâmit el-Ensarî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
"Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına Allah'ın bir ve şeriksiz olduğuna ve Muhammed'in onun kulu ve Resûlu (elçisi) olduğuna, keza Hz. İsâ'nın da Allah'ın kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem'e attığı bir kelimesi ve kendinden bir ruh olduğuna, keza cennet ve cehennemin hak olduğuna şehâdet ederse, her ne amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktır."

Müslim'in bir başka rivayetinde şöyle buyrulmuştur:

"Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet ederse Allah ona ateşi haram kılacaktır."
Buhârî, Enbiya: 47; Müslim, İmân: 46, (28); Tirmizî, İmân: 17, (2640).




Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) : "Ben, babam İbrâhim (aleyhi's-selâm)'ın duası, kardeşim İsa (aleyhi's-selâm)'ın müjdesi ve anamın rüyâsıyım!" buyurduğu bu duadır.
(İ.Ahmed,Müsned IV-127,128,V-262)





Hz. Enes (radiyallahu anhu)'den rivâyetle
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) : "kıyâmet gününde insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Âdem (aleyhi's-selâm)'a gelip "Evlâdlarına şefâat et!"diye talebde bulunacaklar. O ise : "Benim şefâat yetkim yok. Siz İbrâhim (aleyhi's-selâm)'a gidin! Çünkü o Halilullahtır." diyecek. İnsanlar Hz. İbrâhim (aleyhi's-selâm)'a gidecekler. Ancak o da : "Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa (aleyhi's-selâm)'a gidin. Çünkü o Ruhullahtır ve O'nun kelimesidir. (Kelimullah)" diyecek. Bunun üzerine ona gidecekler. O da : "Ben buna yetkili değilim. Lâkin Muhammed (aleyhisselâtû ve's selâm)'a gidin!." diyecek. Böylece Bana gelecekler. Ben onlara : "Ben şefâate yetkiliyim!" diyeceğim. RABB'imin huzuruna çıkmak için izin tâleb edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde (huzurunda) durup, ALLAH (celle celâluhu)'nun ilhâm edeceği ve şu anda müktedir olamayacağım hamdlerle ALLAH (celle celâluhu)'ya medh-û-senâda bulunacak, sonra da RABB'ime secdeye kapanacağım. RABB Tealâ : "Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek, ne arzu ediyorsan iste, tâlebin yerine getirilecektir! Şefâatte bulun, şefâatin kabul edilecektir!" buyurulacak. Ben de : "Ey RABB'im! Ümmetimi, ümmetimi, ümmetimi istiyorum!"diyeceğim. RABB Tealâ "(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa danesi kadar imân varsa onları ateşten çıkar!" buyuracak. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra RABB'ime dönüp, önceki hamd-û-senâlarla hamd ve senâlarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana öncekinin aynısı buyurulacak. Ben de : "Ey RABB'im! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine : "Var, kimlerin kalbinde hardal danesi kadar imân varsa onları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben derhâl gidip bunu da yapacak ve RABB'imin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi : "Başını kaldır!"denilecek. Bende kaldırıp : "Ey RABB'im! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine : "Var, kalbinde hardal danesinden daha az miktar da imân olanları da ateşten çıkar!" buyurulacak. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer RABB'ime dönecek, o hamdlerle hamd-û-senâ da bulunacağım. Sonra secdeye kapacağım. Bana "Ey Muhammed! Başını kaldır ve (dileğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, tâlebin verilecektir! Şefâat et, şefâatın kabul eldilecektir!." buyurulacak. Ben de "Yâ RABB'im! Bana "Lâ ilâhe illallah" diyenlere şefâat etmem için izin ver!" diyeceğim. RABB Tealâ : "Bu hususda yetkin yok! Lâkin izzetim, celâlîm, kibriyâm ve âzametim hakkı için "Lâ ilâhe illallah" diyenleri de ateşten çıkaracağım!" buyuracak." buyurmuştur.
(Enes (ra) dan; Buhârî, Tevhid 19,36,37; Müslim, İmân 322, 193)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 27 Hz İsa عِيسَى aleyhis-selam

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

Fasil : KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ
Konu : Şefaat Hakkında
Ravi : Enes
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Adem aleyhisselam`a gelip: "Evlatlarına şefaat et!" diye talepte bulunacaklar. O ise: "Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselam`a gidin! Çünkü o Halilullah`tır" diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim`e gidecekler. Ancak o da: "Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa`ya gidin. Çünkü o Ruhullah`tır ve O`nun kelamıdır!" diyecek. Bunun üzerine O`na gidecekler. O da: "Ben buna yetkili değilim. Lakin Muhammed (sav)`e gidin!" diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara: "Ben şefaate yetkiliyim!" diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah`ın ilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah`a medh u senada bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rabb Teala: "Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine gelecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!" buyuracak. Ben de: "Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!" diyeceğim. Rab Teala: "(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa denesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar!" diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd u senalarla hamd ve senalarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: "Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine: "Var, kimlerin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi: "Başını kaldır!" denilecek. Ben de kaldırıp: "Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine: "Var, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imanı olanları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd u senada bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: "Ey Muhammedi Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir!" denilecek. Ben de: "Ey Rabbim! Bana Lailahe illallah diyenlere şefaat etmem için izin ver!" diyeceğim. Rabb Teala: "Bu hususta yetkin yok! -veya: Bu hususta sana izin yok!- Lakin izzetim, celalim, kibriyam ve azametim hakkı için lailahe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım!" buyuracak."
Hadis No : 5091


Fasil : AHÂDÎS-İ ENBİYÂ ALEYHİMÜ`S-SALÂTÜ VE`S-SELÂM BAHSİ
Konu : Hz. Îsâ;Îsâ (A.S)`ın nüzûlü
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : ÖNCE ÎSÂ ALEYHİ`S-SELÂM`A, SONRA DA HÂTEMÜ`L-ENBİYÂ EFENDİMİZ`E ÎMÂN EDEN KİŞİYE İKİ ECİR VARDIR
Hadis : Rivâyete göre, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem: "İbn-i Meryem gökten sizin yanınıza indiği zaman devlet reîsiniz kendinizden, namazda imâmınız olduğu (Îsâ da imâmınıza iktidâ ettiği) halde bakalım nasıl olursunuz?" buyurmuştur.
Hadis No : 1406



Fasil : PEYGAMBERLİK BÖLÜMÜ
Konu : İsra Hakkında
Ravi : Enes
Hadis : Enes (ra) Malik İbnu Sa`saa (ra)`dan naklen anlatıyor: "Resulullah (sav) onlara, Mirac`a götürüldüğü geceden anlatarak demiştir ki, "Ben Ka`be`nin avlusundan Hatim kısınında -belki de Hıcr`da demişti- yatıyordum, -bir rivayette şu ziyade var: Uyku ile uyanıklık arasında idim- Derken bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. -Bu sözüyle boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı kasdetti.- Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi imanla [ve hikmetle] dolu, altından bir kap getirildi. Kalbim [çıkarılıp su ve zemzem ile] yıkandı. Sonra içerisi (imanla) doldurulup tekrar yerine kondu. Sonra merkepten büyük katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak`tı. Ön ayağını gözünün gittiği en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibril aleyhisselam beni götürdü. Dünya semasına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi. "Gelen kim?" denildi. "Cibril!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed (sav)!" dedi. "O`na Miraç daveti gönderildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!" denildi. Derken kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz. Adem aleyhiselam`ı gördüm. "Bu babanız Adem`dir! Selam ver O`na!" dendi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra bana: "Salih evlad hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti ve ikinci semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim?" denildi. "Ben Cibril`im!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "O`na Miraç daveti gönderildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Derken bize kapı açıldı. İçeri girince, Hz. Yahya ve Hz. İsa aleyhimasselam ile karşılaştım. Onlar teyze oğullarıydı. Hz.Cebrail: "Bunlar Hz. Yahya ve Hz. İsa`dırlar, onlara selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Onlar da selamıma mukabelede bulundular. Sonra: "Hoş geldin salih kardeş, hoş geldin salih peygamber" dediler. Sonra Cebrail beni üçüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim ?" denildi. "Cibril`im!" dedi. "Yanındaki kim?" denildi. "Muhammed`dir!" dedi. "O`na Miraç daveti gitti mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. Kapı bize açıldı. İçeri girince Hz. Yusuf aleyhiselam`la karşılaştık. Cebrail: "Bu Yusuf tur! O`na selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra: "Salih kardeş hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi. Sonra Cebrail beni dördüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim ?" denildi. "Cibril`im!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "Ona Miraç davetiyesi indi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Kapı açıldı, içeri girdiğimizde, Hz. İdris aleyhisselam ile karşılaştık. Hz. Cebrail: "Bu İdris`tir, O`na selam ver!" dedi. Ben selam verdim. O da selamma mukabele etti. Sonra bana: "Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti. Beşinci semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Kim bu gelen ?" denildi. "Ben Cibril`im!" dedi. "Beraberindeki kim ?" denildi. "Muhammed!" dedi. "O`na Miraç daveti indirildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. Kapı açıldı, içeri girince, Harun aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail aleyhisselam: "Bu Harun aleyhisselam`dır. O`na selam veri" dedi. Ben selam verdim, o da selamıma mukabelede bulundu ve: "Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Cebrail beni yükseltti ve altıncı semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim?" denildi. "Ben Cibril!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "O`na Miraç daveti indirildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi, içeri girince, Hz. İbrahim aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail: "Bu baban İbrahim`dir, O`na selam ver!" dedi. Ben selam verdim. O da selamıma mukabele etti. Sonra: "Salih oğlum hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Sidretü`l-Münteha`ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen`in) hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrail aleyhisselam bana: "İşte bu Sidretü`l-Münteha`dır!" dedi. Burada dört nehir vardır: İkisi batıni nehir, ikisi zahiri nehir. "Bunlar nedir, ey Cibril?" diye sordum. Hz. Cebrail: "Şu iki batıni nehir cennetin iki nehridir. Zahiri olanların biri Nil, diğeri Fırat`tır!" dedi. Sonra bana el-Beytü`l-Ma`mur yükseltildi. Sonra bana bir kapta şarap, bir kapta süt, bir kapta da bal getirildi. Ben süt aldım. Cebrail aleyhisselam: "Bu (aldığın), fıtrat(a uygun olan)dır, sen ve ümmetin bu fıtrat (yaratılış) üzeresiniz!" dedi. Resulullah devamla dedi ki: "Sonra bana, her günde elli vakit olmak üzere namaz farz kılındı. Oradan geri döndüm. Hz. Musa aleyhisselam`a uğradım. Bana: "Ne ile emrolundun?" dedi. "Gece ve gündüzde elli vakit namazla!" dedim. "Ümmetin, her gün elli vakit namaza muktedir olamaz. Vallahi ben, senden önce insanları tecrübe ettim. Beni İsrail`e muamelelerin en şiddetlisini uyguladım (muvaffak olamadım). Sen çabuk Rabbine dön, bunda ümmetine hafifletme talep et!" dedi. Ben de hemen döndüm (hafifletme istedim, Rabbim) benden on vakit namaz indirdi. Musa aleyhisselam`a tekrar uğradım. Yine: "Ne ile emrolundum ?" dedi. "Benden on vakit namazı kaldırdı!" dedim. "Rabbine dön! Ümmetin için daha da azaltmasını iste!" dedi. Ben döndüm. Rabbim benden on vakit daha kaldırdı. Dönüşte yine Musa aleyhisselam`a uğradım. Aynı şeyi söyledi. Ben, beş vakitle emrolunmama kadar bu şekilde Hz. Musa ile Rabbim arasında gidip gelmeye devam ettim. Bu sonuncu defa da Hz. Musa`ya uğradım. Yine: "Ne ile emredildin ?" dedi. "Her gün beş vakit namazla!" dedim. "Senin ümmetin her gün beş vakit namaza da takat getiremez. Rabbine dön, hafifletme talep et!" dedi. "Rabbimden çok istedim. Artık utanıyorum, daha da hafifletmesini isteyemem! Ben beş vakte razıyım. Allah`ın emrine teslim oluyorum!" dedim. Musa aleyhisselam`ı geçer geçmez bir münadi (Allah adına) nida etti: "Farzını kesinleştirdim, kullarımdan hafiflettim de!" [Bir rivayette şu ziyade geldi: "Namazlar (günde) beştir. Ve onlar ellidir de. İndimde hüküm değişmez artık!"]
Hadis No : 5568


Fasil : AHÂDÎS-İ ENBİYÂ ALEYHİMÜ`S-SALÂTÜ VE`S-SELÂM BAHSİ
Konu : Deccâl;Hz. Îsâ;Îsâ (A.S)
Ravi : Abdullâh b. Ömer
Baslik : ÎSÂ MESÎH ALEYHİ`S-SELÂM İLE DECCAL MESÎH HAKKINDAKİ RİVÂYETLER
Hadis : Rivâyet olunduğuna göre, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem demiştir ki: Ben bu gece kendimi rü`yamda Kâ`be`de buldum. Ansızın esmer bir kişi gördüm. Sanki o, esmer insanlardan görülenlerin en güzeli, başının saçı iki omuzu arasında sarkıyordu. (Yeni) taranmış ve arınmıştı da baş (ının saç)ı su damlatıyordu. İki elini iki kişinin iki omuzuna koyarak Beyt`i tavâf ediyordu. (Orada bulunanlara:) bu kimdir? diye sordum. Onlar: bu Meryem`in oğlu Mesîh (Îsâ) dır, dediler. Sonra onun arkasında gayetle kıvırcık saçlı, sağ gözü sakat ve börtlek, gördüğüm insanlar arasında İbn-i Katan`a en çok benzeyen birisini gördüm. Bu da iki elini bir kişinin iki omuzuna koyarak Beyt`i tavâf ediyordu. (Oradakilere) bu kimdir? diye sordum. Onlar: Mesîh Deccal`dır.'' diye cevap verdiler.
Hadis No : 1400



Fasil : AHÂDÎS-İ ENBİYÂ ALEYHİMÜ`S-SALÂTÜ VE`S-SELÂM BAHSİ
Konu : Hz. Îsâ;Îsâ (A.S);Peygamberler kardeş gibidir
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : HAZRET-İ ÎSÂ`NIN ÂLÎ BİR MENKABESİ HAKKINDA EBÛ HÜREYRE`NİN BİR RİVÂYETİ
Hadis : Rivâyete göre Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Ben, Meryem-oğlu Îsâ`ya dünyâ ve âhirette nâsın en yakınıyım. Esâsen Peygamberler baba bir kardeştirler, anaları ayrıdır, dinleri birdir.'' (Tevhîd dînidir).
Hadis No : 1403


Fasil : AHÂDÎS-İ ENBİYÂ ALEYHİMÜ`S-SALÂTÜ VE`S-SELÂM BAHSİ
Konu : Hz. Îsâ;Îsâ (A.S);Yemini kabûl etmek
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : HAZRET-İ ÎSÂ`NIN ÂLÎ BİR MENKABESİ HAKKINDA EBÛ HÜREYRE`NİN BİR RİVÂYETİ
Hadis : Rivâyete göre, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem buyurmuş ki: Bir kere Îsâ İbn-i Meryem bir kişinin hırsızlık ettiğini görmüş de ona: sen çaldın mı? diye sormuş. O da: -ibâdete lâyık Tanrı olmayıp yalnız kendisi lâyık olan- Allah`a yemîn ederim ki, asla ben çalmadım! diye cevab vermiş. Bunun üzerine Îsâ: Allah`a îmân (ve O`nun adına yemîn edeni tasdîk) ettim; kendi gözümü de tekzîb eylerim, demiştir..''
Hadis No : 1404



Fasil : İHTİKÂRIN ZEMMİ
Konu : Îsâ (A.S)`ın nüzûlü
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : EBÛ HÜREYRE RADİYA`LLÂHU ANH`İN ÎSÂ ALEYHİ`S-SELÂMIN NÜZÛLÜNE DÂİR RİVÂYETİ
Hadis : Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir: Hayâtım yed(-i kudret) inde olan Allah`a yemîn ederim ki, muhakkak yanında (Îsâ) İbn-i Meryem, Muhammed ümmeti arasında (Muhammedî) bir hâkim-i âdil olarak (gökten yere) inecektir. (O) salîb-i (Nasârâyı) kıracak, hınzîr katl (ini emr) edecek, (Zimmîlerden cizyeyi kaldıracak, mal çoğalacak hattâ kimse mal kabûl etmez olacak.
Hadis No : 1018
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: 27 Hz İsa عِيسَى aleyhis-selam

Mesaj gönderen tamersah tarik »

İsâ Aleyhisselâmın Annesi Hz. Meryem´in Soyu, Doğuşu, Beytülmakdis Mescidine Adanıp Bırakılışı Ve Bazı Faziletleri:
Hz. Meryem´in babası İmran b.Mâsân olup Hub´um b.Süleyman Aleyhisselâmın soyundandı.[1]
Mâsân Hanedanı da, İsrail oğullarının Başkanlarından, Din Bilginleri ve Danış­manlarından idiler.[2]
Zekeriyyâ Aleyhisselâmla İmran b.Mâsân, iki kız kardeşle evli olup Zekeriyyâ Aleyhisselâmın zevcesinin adı Eşya´ (İşa´) bint-i Fâkud, İmran b. Mâsân´ın zev­cesinin adı da, Hanne bint-i Fakud idi.[3]
Hanne; İsâ Aleyhisselâmın annesi Hz. Meryem´in annesi idi.[4]
Hanne; yaşlanıp çocuk doğurmaktan âciz bulunduğu ve bir ağacın gölgesinde oturduğu sırada [5], bir kuşun, yavrusunun ağzına yiyecek verdiğini görünce, ken­disinde, bir oğlan çocuğu olması arzusu uyandı.[6]
Bir oğlan çocuğu ihsan etmesi için Allâh'a yalvardı.[7]:
"Ey Allâh'ım! Eğer, bana, bir erkek çocuğu ihsan edersen, onu, Beytülmakdis´e vakfetmek, adak ve şükrâne olarak onun hizmetinde bulundurmak, üzeri­me, borç olsun!" dedi.[8]
Hanne´nin bu adağı, Kur´ân-ı Kerimde şöyle açıklanır:
"Hani, (İmran´in) karısı:
Rabb´im! Karnımdakini, âzâdlı bir kul olarak Sana adadım.
Benden olan bu (adağı) kabul et!
Şüphesiz, (niyazımı) hakkıyle işiten, (niyetimi) kemaliyle bilen Sensin Sen!" demişti. [9]
Adanılan çocuk; Mescid´in hizmetlerini görür, erginlik çağına basıncaya kadar, hizmetten ayrılmazdı.
Erginlik çağına girdikten sonra, orada kalmak veya ayrılıp gitmek hususunda serbest bırakılır [10], gitmek isterse, arkadaşlarından izin alırdı. Oradan çıkıp git­mesi, onların bilgisi dahilinde olurdu.[11]
Mescid hizmetine, erkek çocuklardan başkası, adanmazdı.
Kızlar, bununla mükellef tutulmazlar; Hayz görmeleri ve rahatsızlığa uğrama­ları sebebiyle, bu hizmete elverişli görülmezlerdi.[12] Hanne; Hz.Meryem´e gebe olup ta, karnındakini, adayınca, kocası İmran "Yazıklar olsun sana! Sen, bunu, ne diye yaptın?!
Eğer, karnındaki, kız olursa, kız da, bu hizmete elverişli bulunmadığına göre, şu yaptığın şeyi gördün mü?!" dedi.
İkisi de, üzüntüye düştüler.[13]
Hanne, Hz.Meryem´e gebe iken, İmran vefat etti.[14]
(Hanne) Kız çocuğunu doğurunca, Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi bilici iken,
"Rabb´im! Hakîkat, ben, onu, kız olarak doğurdum.
Erkek, kız gibi değildir.
Gerçek, ben, (onun) adını, Meryem koydum.
Onu da, zürriyetini de, o taşlanmış (koğulmuş) şeytandan, Sana sığınır ısmar­larım!" dedi.[15]
Hanne; erkek, kız gibi değildir demekle, kızın, Mescid hizmetine ve orada iba­dete -Mahrem olması, za´fı, Hayzdan, nifasdan, rahatsızlanmaktan berî bulun­maması sebebiyle- erkek gibi, elverişli olmadığını söylemek istemişti.
Sonra, onu alıp bir beze sararak Mescid´e götürdü.
Hârûn Aleyhisselâm oğullarından olan [16] ve o zaman, Beytülmakdis Mescidin­de sayıları otuzu bulan[17] din bilginlerinin yanına koydu. [18]
Şeybe oğulları [19] Kabe işlerine baktıkları gibi, bu Bilginler de, Beytülmakdis Mescidinin işlerine bakarlardı.
Hanne, onlara;
"Şu önünüzdeki çocuk, bir adaktır!" deyince, namaz İmamları ve kurbanları­nın Vazifelisi İmran´ın kızı olduğu için, hepsi de, onu alıp bakma arzusuyla çe­kiştiler.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm, onlara:
"Ben, buna bakmağa, sizden daha lâyık ve müstehak bulunuyorum: Çünkü, bunun Teyzesi, benim yanımda(zevcem)dır." dedi.[20] Öteki Bilginler; Zekeriyyâ Aleyhisselâma:
"Böyle yapma! Eğer, o, kendisine, halkın en yakın ve en lâyık olanına bırakıla­cak olursa, onun, doğuran annesine bırakılması gerekir.[21]
Fakat, biz, onun hakkında kur´a çekelim.[22]
Kimin okuna çıkarsa, o, onun yanında kalsın!" dediler ve bunun üzerinde söz birliği ettikten sonra, on dokuz kişi [23], Car (Ürdün) ırmağına kadar gittiler.
Tevrat yazarken, kullandıkları kalemlerini, suyun içine attılar. Zekeriyyâ Aleyhisselâmın kalemi, suyun üzerine çıktı. Öbürlerininki suyun di­bine çöktü.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm da, Hz.Meryem´in bakımını, üzerine aldı ve onu, Yah­ya Aleyhisselâmın annesi olan Teyzesine teslim etti.[24]
Büyüyünceye kadar [25], ona, bir süt annesi tuttu.[26]
Hz.Meryem, erginlik çağına basınca [27], Zekeriyyâ Aleyhisselâm, Mescid´de, onun için, bir oda yaptırdı.
Oraya, ortasından bir kapı da, koydurdu.[28]
Kabe´nin içine, merdivensiz çıkılamadığı gibi [29], bunun içine de, merdivensiz çıkılamazdı.[30]
Kendisinin yanına, Zekeriyyâ Aleyhisselâmdan başkası, çıkmazdı.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm, her gün, ona, yiyeceğini, içeceğini, yağını, kokusu­nu... götürüp bırakır, ayrılırken, kapısını, kilitlerdi.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm, ne zaman, onun odasına girse, yanında, kış içinde yaz meyvası, yaz içinde de, kış meyvası bulur[31], ona:
"Ey Meryem![32] Bu, sana, nereden geliyor?!" diye sorar, o da:
"Bu, Allah tarafından!" diye cevap verirdi.[33]
Bu hususta Kur´ân-ı Kerimde şöyle buyrulur:
"Bunun üzerine, Rabb´i, onu, iyi bir rızâ ile kabul etti.
Onu, güzel bir nebat gibi, büyüttü.
(Zekeriyyâ´yı da), ona (bakmağa) memur etti.
Zekeriyyâ, ne zaman (onun bulunduğu yere) Mihrab´a, girdiyse, onun yanında, bir yiyecek buldu:
"Meryem! Bu, sana, nereden geliyor?!" dedi.
Oda:
"Bu, Allah tarafından!
Şüphe yok ki, Allah, kimi, dilerse, ona, sayısız rızık verir!" dedi. [34]
(Ey Resulüm!) Bunlar, sana, Vahy etmekte olduğumuz Gayb haberlerindendir.
Meryem´i, onlardan, hangisi himayesine alacak diye kalemlerini, atarlarken, sen, yanlarında değildin.
(Bu hususta) çekişirlerken de, yine, sen, yanlarında yoktun.[35]
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm da, Hz.Meryem´le ilgili Hadîs-i şe­riflerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Kendi zamanındaki kadınların hayırlısı: îmran´ın kızı Meryem idi.
Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da, Hatice´dir."[36]
"Cennet [37] kadınlarının üstünü:
Hatice bint-i Huveylid,
Fâtıma bint-i Muhammed,
Meryem bint-i İmran,
Firavunun Zevcesi Âsiye bint-i Müzâhım´dır." [38]

Hz. Meryem´in Hâmile Oluşu Ve İsâ Aleyhisselâmı Doğuruşu:
Hz.Meryem; Mesciddeki odasında, kendisini, öyle ibâdetlere vermişti ki, bu hu­susta, o zamanda, kendisinin bir benzeri daha yoktu.
Hattâ kendisinde, Zekeriyyâ Aleyhisselâmı bile imrendirecek bir takım fevkalâde haller zuhur etmekte ve melekler, kendisine, hitab etmeye, müjdeler vermeye başlamıştı.[39]
Bu husus, Kur´ân-ı Kerimde şöyle açıklanır:
"Hani, Melekler:
Ey Meryem! demişti, şüphesiz ki, Allah, sana, seçkin bir hususiyet verdi.
Seni, tertemiz (büyüttü).
Seni, âlemlerin kadınları üzerine, mümtaz kıldı.
Ey Meryem! Huşu ile Rabb´ın Dîvanına dur, secdeye kapan [40]
(Allah´a) Rükû edenlerle birlikte Rükû et, eğil (cemaatla namaz kıl) [41]
Melekler:
"Ey Meryem! Allah, Kendinden bir Kelime´yi, sana, müjdeliyor:
Onun adı: İsâ, (lakabı) Mesîh. (Sıfatı): Meryem oğludur.
Dünyada da, Âhirette de, sânı, yücedir.
(Kendisi, Allah´a) çok yakınlardandır da.
Beşiğinde de, yetişkinlik halinde de, insanlara söz söyleyecektir.
(O) Sâlihlerdendir!" dediği zaman da, Ey Resulüm! Sen, onların yanında değildin.[42]
Hz.Meryem; yirmi [43] veya on beş, ya da, on üç yaşında bulunduğu sırada idi ki, Cebrail Aleyhisselâmla karşılaşmıştı. [44]
Gerek bu karşılaşma ve gerek İsâ Aleyhisselâma hâmile kalış hâdisesi, Kur´ân-ı Kerimde şöyle açıklanır:
"Kitabda, Meryem (kıssasını)da, an!
Hani, o ailesinden ayrılıp şark tarafında bir yere çekilmişti.
Sonra, onların önünde bir perde edinmiş (çekmiş)ti.
Derken, biz, ona, Rûh´umuzu (Cebrail´i) göndermiştik te, o, kendisine, hilkati tam (genç) bir beşer şeklinde görünmüştü.
(Meryem, ona):
Doğrusu, ben, senden, Esirgeyici´ye (Allah´a) sığınırım!
Eğer, sen, fenalıktan hakkıyle sakınan (bir insan) isen, (çekil yanımdan) dedi.
(Ruh da):
Ben, ancak, sana (günahlardan) pâk bir oğul vermeye vesile olmak için, (o sı­ğındığın) Rabb´ının (gönderdiği) Elçisiyim! dedi.
O (Meryem):
"Benim, nasıl bir oğlum olacakmış?!
Bana, bir beşer dokunmamıştır!
Ben, bir iffetsiz de, değilim!? dedi.
(Ruh: Evet!) öyledir!
(Fakat) Rabb´in:
Bu, bana göre, pek kolaydır!
Çünki, biz, onu, insanlara bir âyet (bir Burhan) ve tarafımızdan bir rahmet kı­lacağız.
Zâten, bu iş, olup bitmiştir! buyurdu dedi. [45] Meryem:
Ey Rabb´im Bana, bir beşer, dokunmamışken, benim nasıl çocuğum olabilir?!" dedi.
(Allah):
Öyledir!
(Fakat), Allah, ne dilerse, yaratır.
(O) bir işe, hükmedince, ona, ancak: ol! der, o da, oluverir.
(Allah) Ona, yazmayı, Hikmeti, Tevratı, İncil´i öğretecek.
Onu, İsrail oğullarına Peygamber gönderecek.
(O da, onlara diyecek ki):
Hakikat, ben, size, Rabbinizden bir âyet (Mucize) getirdim.
Hakikat, ben, size, çamurdan kuş biçimi gibi bir şey yapar, ona, üfürürüm de, Allah´ın izniyle, (o) derhal (canlı) bir kuş olur. (Yine) Ben, Allah´ın izniyle, ana­dan doğma körü ve abraşı iyi eder ve ölüleri diriltirim!
Evlerinizde, ne yiyor, ne biriktiriyorsanız, size haber veririm.
Elbette, bunlarda sizin için -eğer iman edicilerseniz- kat´î bir ibret vardır.
Önümdeki Tevratı tasdik edici olarak size ve size haram edilen bazı şeyleri -yararınıza- helâl kılmak için, (geldim)
Size, Rabb´inizden, (Peygamberliğimi isbatlar) âyet (Mucize) getirdim. Artık, Allâh´dan korkunuz! Bana da, itaat ediniz! Şüphe yok ki, Allah, benim de Rabbim, sizin de, Rabbinizdir. Öyle ise, Ona, ibadet ediniz!
İşte, doğru yol (budur)![46]
"Irzını (muhkem bir kale gibi) koruyan o kızı (Meryem´i) de (yâd et) ki, biz, ona, Ruhumuzdan, üflemiş, kendisini de, oğlunu da, âlemlere bir ibret kılmıştık. " [47]
"Namusunu (muhkem bir kale gibi) koruyan İmran kızı Meryem´i de, (Allah bir misal olarak îrad buyurdu)
Biz, bundan dolayı ona, Ruhumuzdan, üfürdük. O, Rabbının Kelimelerini ve Kitablarını tasdik etti. (Rabbına) itâatde sebat edenlerdendi, o! [48]
Rivayete göre: Cebrail Aleyhisselâm, Hz.Meryem´in yanma vanp gömleğinin ya­kasından üfürmüş ve üfürüğü, onun döl yatağına erişmiştir. [49]
"Nihayet, (Meryem), ona (İsa´ya) hâmile kaldı. [50]

Hz. Meryem´in Amcasının Oğlu Yûsuf´la Münâkaşası:
Hz.Meryem´in hamileliğini görünce; kendisinin, son derecede dindarlığını, if­fet ve nezâhetini ve ibâdetini yakından bildiği için, hayretten hayrete düşen [51] ve bu hususta ilk tepkiyi gösteren, Amcasının oğlu Marangoz Yûsuf b.Yâkub oldu.[52]
O zaman, Mescid´e; Hz.Meryem'le Yûsuf´den daha ziyâde hizmet eden ve Allâh'a, bunlardan, daha çok ibâdet yapan bir kimse bulunduğu bilinmiyordu. [53]
Yûsuf; Hz.Meryem´in hamileliğini, çok ağır ve aşırı derecede işlenmiş bir kötü­lük sayarak, ne yapacağını, bilemiyor; onu, suçlamak istediği zaman, kendisinin, iyi halliliğini ve bu kötülüğü işlemekten çok uzak bulunduğunu ve yanından, hiç bir zaman uzaklaşmamış olduğunu, düşünerek kendisini, temize çıkarmak is­tiyordu.
Bu düşünce ve kuruntular, kendisine ağır gelmeye başlayınca, onunla konuş­tu ve ona, ilk söz olarak:
"Ben, senin işin hakkında kalbime düşen şüpheyi, ölünceye kadar kalbimde gizlemeyi, çok arzu etmiştim.
Fakat, bu iş, beni, yendi de, kalbimi, ferahlatmak için, bu hususta seninle ko­nuşmayı uygun gördüm!" dedi.
Hz. Meryem:
"Öyle ise, güzel bir söz söyle!" dedi. Yûsuf:
"Ben de, ancak, böyle söyleyeceğim! Haydi, söyle, bana: Tohumsuz, ekin, biter mi?" dedi. Hz.Meryem: "Evet! Biter!" dedi. Yûsuf:
"Bir ağaç, ona, yağmur düşmeksizin, yetişir mi?" diye sordu. Hz.Meryem: "Evet! Yetişir!" dedi. Yûsuf:
"Hiç erkek olmadan, çocuk olur mu?" diye sordu. Hz.Meryem: "Evet! Olur!
Sen, Allah´ın, ekini, ilk yarattığı gün, tohumsuz olarak, yarattığını bilmiyor musun?
Allah´ın, ilk defa, ağacı, yağmursuz olarak yarattığını, Onun, ağacı da, yağmu­ru da, her birini, ayrı ayrı yarattıktan sonra, yağmuru, ağacın hayatına vesîle kıl­dığını bilmiyor musun?
Yâhud, suyun yardımını istemedikçe, Allah´ın, bitirmeye güc yetiremediğini, söyleyebilir misin?
Eğer, öyle olaydı, Allah, ilk ağacı bitirmeğe güç yetiremezdi!" dedi.
Yûsuf:
"Ben, öyle demiyorum.
Ben, çok iyi biliyorum ki: Allah´ın, dilediğini, yapmağa gücü yeterdir.
Bunun için de, Ol! demesi, yeter ve o şey, oluverirdir!" dedi.
Hz.Meryem:
"Sen, Yüce Allah´ın, Âdem´i ve zevcesini de, erkeksiz ve kadınsız yarattığını, bilmiyor musun?" diye sordu.
Yûsuf:
"Evet! Biliyorum." dedi.
Hz. Meryem, bunu, söyleyince, Yûsuf'un kalbinde, Meryem´deki şeyin, Yüce Allah tarafından gelen bir şey olabileceği ve her halde, onu, bunun için, kendi­sinden gizlediği, bu hususta kendisi, bir şey söylemedikçe, kendisine bir şey sor­mamak gerekeceği hissi uyandı.[54]
Bunun üzerine, Yûsuf, Mescid´in bütün hizmetlerini, üzerine aldı, Hz. Meryem´in yapacağı işleri de, kendisi yapmağa başladı.
Çünki, Hz.Meryem´in, vücudca zayiflediğini, benzinin sarardığını, yüzünün çillendiğini, karnının büyüdüğünü, güçten düştüğünü, bakışlarının değiştiğini görüyordu. [55]
Halbuki, kendisi, bundan önce, hiç te böyle değildi. [56]
Hz. Meryem, ağırlaşıp doğum yapma zamanı yaklaşınca, Yüce Allah, ona:
Beytülmakdis Mescidinin, içinde, Yüce Allah´ın ismi yükseltilerek anılacak, te­miz tutulacak Mâbedlerinden bir Mâbed olduğunu hatırlatmıştı.
Bunun üzerine, Hz.Meryem, oradan ayrılıp Teyzesinin, yâni, Yahya Aleyhisselâmın annesinin evine taşındı.
Oraya varınca, Yahya Aleyhisselâmın annesi, ayağa kalkarak Hz. Meryem´i karşıladı. [57] Evine kabul etti ve:
"Ey Meryem! Benim karnımdakinin, senin karnındakine eğildiğini hisettim!" dedi. [58]

Gebelik Ve Doğum Hadisesiyle Bu Hâdise Üzerine Olan Bitenlerin Kur´ân-ı Kerimde Açıklanışı:
Yüce Allah; Gebelik ve Doğum hâdisesini ve bu hâdise üzerine, olan, bitenleri de, Kur´ân-ı Kerim´inde şöyle açıklar:
"Nihayet, ona (İsa´ya) gebe kalıp uzak bir yere çekildi.
Derken, doğum sancısı, onu, bir hurma ağacına (dayanmağa) şevketti.
"Keşke, bundan önce, öteydim de, unutulup gideydim!" dedi.
Ona, aşağısından, şu nida geldi:
Tasalanma! Rabb´in, senin alt yanında bir su arkı vücûde getirmiştir.
Hurma ağacını da, kendine doğru silk! Üstüne, derilmiş taze hurma dökülecektir!
Artık, ye, iç! Gözün aydın olsun!
Eğer, beşerden her hangi birini, görürsen:
Ben, O çok Esirgeyici (Allâh)a oruç adadım.
Onun için, ben, bu gün, hiç bir kimseye katiyen söz söylemeyeceğim! de!
Derken, Onu (İsa´yı), yüklenerek kavmine getirdi.
"Ey Meryem! And olsun ki: sen, acâip bir şey yapmışsın!?
Ey Harun´un kız kardeşi! Senin baban, kötü bir adam değildi.
Anan da, iffetsiz bir kadın değildi!?" dediler.
Bunun üzerine, (Meryem), ona (İsâ'ya) işaret etti.
"Biz, henüz beşikte bulunan bir sabi ile nasıl konuşuruz?!" dediler. [59]
(İsâ dile gelip):
"Ben, hakikat, Allah´ın kuluyum!
O, bana, Kitab verdi.
Beni, Peygamber yaptı.
Beni, her nerede bulunursam, mübarek kıldı.
Bana, ben, hayatta oldukça, namazı, zekâtı emretti.
Beni, anneme hürmetkar kıldı.
Beni, bir Zorba, bir bedbaht yapmadı.
Dünyaya getirildiğim gün de, öleceğim gün de, diri olarak kaldırılacağım gün de, Selâm (ve selâmet) benim üzerimdedir." dedi.[60] Bundan sonra, İsâ Aleyhisselâm, yaşıtları gibi, konuşma zamanı gelinceye ka­dar, bir daha konuşmamıştır.[61]
Fakat, Hz.Meryem:
"Ben, tenhâda bulunduğum zaman, o bana karnımdan söyler ve benimle ko­nuşurdu.
İnsanlar içinde bulunduğum zamanda ise, karnımda Teşbih ederdi." demiştir.[62]
İsrail oğulları, Hz.Meryem´in, zina ettiğini sanarak [63] kendisini, taşlayıp öldür­mek için, ellerine taş almışlardı!
İsâ Aleyhisselâm, konuşunca, Hz.Meryem´i serbest bıraktılar.[64]
İsrail oğullarının küfre düşmelerinin sebeplerinden birisi de [65], namusunu, bir kale gibi koruyan [66] Hz.Meryem´e, zina isnad ve iftira etmeleri idi. [67]
İsâ Aleyhisselâmın doğum yeri Beytüllahm´di. [68] Beytüllahm, Beytülmakdis´in yakınında, bir yerdir. [69]

Hz. Meryem´le İsâ Aleyhisselâmın Mısır´a Gidişi:
Yüce Allah; Hz.Meryem´e, kavmi olan İsrail oğullarının [70], kendisini de, oğlunu da [71], öldürmeğe kalkacaklarını [72], kavminin yurdundan [73], hemen çıkıp git­mesini vahy ve ilham etmişti.
Bunun üzerine, Hz.Meryem'le İsâ Aleyhisselâmı, amcasının oğlu Yûsuf Neccar, merkebe bindirip acele Mısır´a kadar götürüp bıraktı.[74]
Anne oğul, Mısırda bir tepeye yerleştiler.[75]
Bu hususta Kur´ân-ı Kerimde şöyle buyrulur:
"Meryem´in oğlunu ve Onun anasını (kudretimize) bir âyet kıldık.
Onları, düz ve akar suya mâlik bir tepede barındırdık. [76]

Mısır Hayatı Ve Halkın İsâ Aleyhisselâm´dan Gördükleri Şaşılacak Haller:
Hz.Meryem, Mısır´da, on iki yıl kaldı. İsâ Aleyhisselâmı, halktan, gizledi. [77] Hiç kimse, İsâ Aleyhisselâmın, onun oğlu olduğunun farkına varmadı.
Hz.Meryem´in, ne oğlunun hayatı hakkında, ne de, geçimi hakkında, hiç kim­seye güvenci yoktu.
Bir tarladan ekin biçildiğini işitti mi? [78] hemen, oğlunun beşiğini, bir omuzuna alır, toplayacağı başakları koyacağı kabı da, o bir omuzuna yüklenerek tarla­ya gidip başak toplardı.
Hz.Meryem; İsâ Aleyhisselâm, on iki yaşını tamamlayıncaya kadar, böyle yap­mağa devam etti. [79]
Hz.Meryem; Mısır halkından, bir çiftlik ağasının evine konuk olmuştu. Çiftlik ağasının evinde yalnız fakirler ve yoksullar, otururdu. O sırada, Çiftlik ağasına âid bir mal, saklandığı yerden, çalınmıştı. Fakat, Ağa, evinde barınan fakir ve yoksulları, suçlamıyordu. Hz.Meryem ise, ağanın uğradığı bu musîbetten dolayı, üzgündü.
İsâ Aleyhisselâm; annesinin, Ev sahibinin musibetine, üzüldüğünü görünce, ona:
"Ey anneciğim! Çalınan malını, ona, göstermemi istermisin? diye sordu.
Hz. Meryem:
"Evet! İsterim ey oğulcuğum!" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Öyle ise, ona, söyle: benim için, yoksulları, evine toplasın!" dedi.
Hz. Meryem, Ev sahibine, yoksulları, evinde toplamasını, söyledi.
Yoksullar, toplanınca, İsâ Aleyhisselâm, iki kişiyi suçlu buldu.
Onlardan, birisi: âmâ, diğeri: kötürümdü!
İsâ Aleyhisselâm, kötürümü, kör´ün omuzuna bindirdikten sonra,:
"Onunla birlikte ayağa kalk!" dedi.
Âmâ:
"Ben, bunu, yapmaktan âcizim!" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Peki! Dün gece, buna, ayağa kalkmağa, nasıl güc yetirdin?!" diye sordu.
İsâ Aleyhisselâmın, bu sözünü, işittikleri zaman, âmâyı, ayağa kaldırdılar.
Körün, ensesine binen kötürüm, oradan, deponun penceresine kadar uzandı.
İsâ Aleyhisselâm:
"İşte, dün gece, senin malını, âmâ olan, gücü ile, kötürüm olan da, gözü ile birbirine yardım ederek böyle, çalmışlardır!" dedi.
Kötürüm ve âmâ, İsâ Aleyhisselâmın sözünü, doğruladılar, Çiftlik Ağasına, ma­lını, geri verdiler.
O da, onu, mal deposuna koydu ve:
"Ey Meryem! Bu malın, yarısını, sen al!" dedi.
Hz.Meryem:
"Ben, bunun için, yaratılmadım!" dedi.
Çiftlik ağası:
"Öyle ise, onu, alıp oğluna, ver!" dedi.
Hz. Meryem:
"O, hal ve şan yönünden, benden daha büyüktür!" dedi.
O zaman, İsâ Aleyhisselâm, on iki yaşındaydı.[80]

Hz. Meryem´le İsâ Aleyhisselâmın Mısır´dan Şam´a Gidişleri:
Mısır halkı, İsâ Aleyhisselâmın yaptığı ve Allah´ın, ona verdiği şeylerden kork­mağa başlayınca, Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâmın annesi Hz. Meryem´e oğlunu, Şam´a götürmesini, Vahy ve ilham etti.
O da, emrolunan şeyi, yerine getirdi. [81]
Sâm´ın Nasıra kariyesinde [82], Cebel-i´Halîl´de [83] yerleştiler.
Nasârâ adı da, bu kariyeden dolayı, verilmişti. [84]
İsâ Aleyhisselâm, otuz yaşına kadar, oradan ayrılmadı.[85]

İsâ Aleyhisselâma Vahy Gelişi Ve İncil´in Nazil Oluşu:
Otuz yaşında iken, İsâ Aleyhisselâma Vahy geldi [86], İncil, nazil oldu.[87]
Yüce Allah, ona:
Halkı, Allah´a iman ve ibâdete davet etmeğe başlamasını,
Hastaları,
Kötürümleri [88],
Anadan doğma [89] körleri [90],
Delileri [91],
Alacalıları ve diğer her türlü hastalığa tutulmuş olanları, iyileştirmesini, emretti.
İsâ Aleyhisselâm da, kendisine emrolunanı, yaptı.[92]
Halk, onu, sevdi.[93]
Ona, meyl etti ve alıştı.[94]
Kendisine, uyanlar, çoğaldı.
Anısı, yükseldi, ünlendi.[95]
Bâzan, hastalardan [96], kötürümlerden [97]... binlercesi gelip, İsâ Aleyhisselâmın kapısında toplanırdı.
Hastalardan, İsâ Aleyhisselâmın yanına, yürüyerek gelmeğe gücü, yetenler, yürüyerek gelir, onlardan, gelecek güçte olmayanların yanında ise, kendisi, yü­rüyerek gider, onları [98], ancak, Allâh'a imân şartiyle [99], dua edip iyileştirirdi.[100]
İsâ Aleyhisselâm:
"Siz; Allah´ın Kelimesi ve Rûhu(ndan) olan; kötürümü, Alaca hastalıklısını... iyileştiren ve ölüleri dirilten, benden başka bir kimse bulunduğunu, biliyor musu­nuz?" diye sorar, onlar da:
"Hayır!" derlerdi.[101]

İsâ Aleyhisselâmın Hastaları İyileştirme Ve Ölüleri Diriltme Duası:
"Ey Allah´ım! Semâ´da İlâh, Sen´sin! Yer´de İlâh, Sen´sin!
İkisinde de, Sen´den gayrı İlâh, yoktur!
Göklerde Cebbar olan, Sen´sin! Yer´de Cebbar olan Sen´sin!
İkisinde de, Sen´den gayrı Cebbar olan, yoktur!
Göklerde Hükümdar olan, Sensin! Yer´de Hükümdar olan, Sen´sin!
İkisinde de, Sen´den gayrı Hükümdar yoktur!
Göklerde hüküm, Senindir! Yerde hüküm, Senindir!
İkisinde de, Senin hükmünden gayrı hüküm yoktur!
Senin, yer yüzündeki Kudretin, semâdaki Kudretin gibidir!
Senin, yer yüzündeki Saltanatın, semâdaki Saltanatın gibidir!
Ben, Senin Şerefli İsimlerinle, Sen´den dilekte bulunuyorum!
Hiç şüphe yok ki, Sen, her şeye Kadirsin, Senin, her şeye gücün yeter!"[102]
İsâ Aleyhisselâm; ölüleri, Esmây-ı Hüsnâ´dan Yâ Hayy´u Yâ Kayyûm! Esmâsı ile, diriltirdi. [103]
İsâ Aleyhisselâmın zamanında tıp (Doktorluk) üstündü. [104]
Fakat, doktorlar; anadan doğma kör´ün gözünü açmaktan, baras hastalığını, iyileştirmekten âcizlerdi. [105]
İsâ Aleyhisselâm ise, doktorların, gördürmekten âciz kaldıkları anadan doğma körleri, gördürüyor, onların iyileştiremedikleri alaca hastalıklarını, iyileştiriyor, hattâ, ölüleri bile diriltiyordu. [106]

Şeytanın İsâ Aleyhisselâm Hakkında Halkı Dalâlete Düşüren Telkini:
Büyük şeytan; çok yaşlı, güzel yüzlü ve gösterişli bir adam şekline girip kendi­si gibi iki şeytanla birlikte gelince, halk, onların şekil ve şemaillerine bakarak, İsâ Aleyhisselâmdan, döndüler, onlara, yöneldiler.
Yaşlı şeytan, onlara, şaşılacak şeyler haber vermeğe başladı ve İsâ Aleyhis­selâm hakkında:
"Bu adamın, şaşılacak hali var: Beşikte, konuştu!
Ölüleri, diriltti!
Gayb´dan, gelecekten haber verdi!
Hastayı, iyileştirdi!
Bu, Allâh´dır!" dedi.
Yaşlı şeytanın yanındaki adamlarından birisi:
"Ey Şeyh! Sen, ne kötü bir söz söyledin!
Allah´ın, ne kullarına tecellî etmesi, ne rahimlerde yerleşmesi, ne de, kadınla­rın karınlarına sığması, mümkin ve lâyık değildir!
Fakat, o, Allah´ın oğludur!" dedi. Üçüncü şeytan:
"İkiniz de, ne kötü sözler söylediniz! Söylediğiniz şeyler, hatâ ve cehaletten ibarettir. Allah´ın, bir oğul edinmesi lâyık değildir. Fakat, bu adam, Allah ile birlikte bulunan bir İlâh´dır!" dedi. Bu sözleri, söyleyip bitirdikleri zaman, kayboldular. [107]

İsâ Aleyhisselâmın Havarileri:
Rivayete göre: krallardan bir kral, yemek yaptırıp halkı, yemeğe davet etmiş, İsâ Aleyhisselâm da, yemek çanağının çevresinde oturmuştu. [108]
İsâ Aleyhisselâm, yemek çanağının, kendisinin önüne gelen tarafından yiyor [109], çanaktaki yemek, hiç eksilmiyordu.
Kral, İsâ Aleyhisselâma:
"Sen, kimsin?" diye sordu.
İsâ Aleyhisselâm:
"Ben, İsâ b.Meryem´im!" dedi.[110]
Kral:
"Ben, krallığı, bıraktım, sana, tâbi´ oldum!" dedi, [111] krallıktan ayrılıp bazı ar­kadaşlarıyla birlikte İsâ Aleyhisselâma tâbi oldu [112] ki, işte, İsâ Aleyhisselâmın Havarileri, bunlardı.
Havarilerin, Boyacılar [113] veya Avcılar, ya da, daha başka meslekten oldukla­rı da, söylenmiştir.[114]
İsâ Aleyhisselâmın Havarileri hakkında Kur´ân-ı Kerim´de şöyle buyrulur:
"Vaktâ ki, İsâ, onlardan (İsrail oğullarından, ısrarla taşan) küfrü, hissetti de:
"Allah´a (doğru giden yolda) bana, yardım edecekler kim?" dedi.
Havariler:
"Biziz, Allah´ın Yardımcıları!
Biz, Allah´a, inandık.
Sen de (Ey İsâ!) Şâhid ol ki: biz, muhakkak, Müslümanlarız!" dediler."[115]
İsâ Aleyhisselâmın yanındaki Havariler, on iki kişi idiler.[116]
Onların isimleri şöyledir:
1 ) Butrus,
2 ) Enderais (Enderavüs),
3 ) Tumas,
4 ) Filibüs,
5 ) Yuhannes (b. Zebdî),
6 ) Yâkubüs (Yâkub b.Zebdî),
7 ) İbn.Selma (Telma),
8 ) Simun (Şem´un),
9 ) Matta,
10) Yâkub b.Halkya,
11) Tüddavüs,
12) Yudüs Zekeriyya Yuta.[117]
Havarîler, acıktıkları zaman, İsâ Aleyhisselâma:
"Ey Allah´ın Ruhu! Biz, acıktık!" derlerdi.
İsâ Aleyhisselâm da [118], ovada veya dağda [119], elini, yere vururdu.
Oradan, her bir insan için, iki ekmek çıkar [120], onları, yerlerdi.[121]
Susadıkları zaman da:
"Ey Ruhullâh! Biz, susadık!" derlerdi.
İsâ Aleyhisselâm da, ovada veya dağda, elini, yere vurur, yerden, su çıkar, içerlerdi.
Havariler:
"Ey Ruhullâh![122] Bizden daha faziletli kim var?:
İstediğimiz zaman, bize ekmek yediriyorsun.[123]
İstediğimiz zaman [124], bize, su içiriyorsun![125]
Hem de, Sana iman ettik ve sana, tâbi olduk!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm:
"Eli ile çalışan [126]
Elinin kazancından yiyen kimse, sizden daha faziletlidir." dedi.
Bunun üzerine, Havariler, ücretle elbise yıkayarak geçinir oldular.[127]

Sâm b. Nûh Aleyhisselâm´dan Gemi Hakkında Bilgi Alınışı :
İsâ Aleyhisselâm; bir gün, Havarilerle birlikte iken [128], İsâ Aleyhisselâm, Nûh Aleyhisselâmın gemisini tavsif [129], Nûh Aleynisselâmdan, Tûfan´dan ve Gemiden bahsedince [130], Havariler:
"Keski, gemiyi gören bir kimseyi, bize [131], diriltmiş [132], göndermiş [133] olsay­dın da [134], o, bize, onu, anlatsa [135], tarif etseydi!" dediler.[136]
İsâ Aleyhisselâm, kalkıp küçük, düz bir tepeye [137], oradaki kabre kadar gitti.[138]
Elini, yere uzatıp oradan bir avuç toprak aldı [139]: "Bu, nedir biliyor musunuz?" diye sordu. Havariler:
"Allah ve Resulü, daha iyi bilir!" dediler.[140]
İsâ Aleyhisselâm:
"Bu, Sâm b.Nûh´un [141] kabridir!
İstiyorsanız, onu, sizin için, dirilteyim!" dedi.
Havariler:
"Olur! Dirilt!" dediler.[142]
İsâ Aleyhisselâm, Allâh´a [143], İsm-i Âzam´ıyla [144] dua etti.[145]
Toprak yığınına, asasıyla vurup:
"Allah´ın izniyle [146] diril! [147] kalk!" deyince, başının saçı [148], saçının yarısı [149] ağarmış olduğu halde [150], Sâm b.Nûh [151] veya Hâm b.Nûh [152], başından, top­rağı silkerek ayağa kalktı [153], kabrinden çıktı.[154]
"Yoksa, Kıyamet mi koptu?" dedi. İsâ Aleyhisselâm: "Hayır! Kıyamet, kopmadı.
Fakat, ben, Allâh´a [155], İsm-i Âzam´ıyla [156] dua ettim. [157] Allah da, seni, dirilt­ti." dedi.[158]
İsâ Aleyhisselâm, ona:
"Sen, böyle, saçı, ağarmış olarak mı ölmüştün?" diye sordu.
O:
"Hayır! Ben, genç iken ölmüştüm.
Fakat, şimdi, kıyamet koptu sandım da, saçım ağardı!" dedi.[159]
Sâm b.Nûh Aleyhisselâm, beş yüz yıl yaşamıştı.
O zaman, saç hiç ağarmazdı.
Halbuki, onun saçının yarısı ağarmıştı.[160]
Havârîler, ona, gemi hakkında, bir takım sorular sordular.[161]
O da, onlara, geminin haberini, haber verdi.[162]
Nûh Aleyhisselâmın gemisini, anlattı.[163] Sonra da:
"Bu, İsâ b.Meryem´dir. Ona, tâbi olunuz!" dedi.[164]
İsâ Aleyhisselâm, ona:
"Öl artık!" dedi.
Sâm b. Nuh Aleyhisselâm:
"Bana, Allah, ölüm sarhoşluğunu tekrarlamamak şartıyla!" dedi.
İsâ Aleyhisselâm, Yüce Allah´a dua etti.
Allah da, onun ölümünü, öyle yaptı.[165]

İsrail Oğullarının İstekleri Yapılmazsa, İsâ Aleyhisselâmı Yakmağa Kalkışmaları:
İsrailoğulları [166], İsâ Aleyhisselâma: "Bize, Uzeyr´i, dirilt!
Yoksa, seni, ateşte yakarız!" demişler [167] ve İsâ Aleyhisselâm için, üzüm odunlarından pek çok odun toplamışlardı.
O zaman, İsrail oğulları, ölülerini, taş sandıklar içine koyarlar, sandıkların üzer­lerine de, taştan, iyice kapanan kapaklar, geçirirlerdi.
Uzeyr Aleyhisselâmın kabrini de, arkasında ismi yazılı olduğu halde buldular. Bütün uğraşmalarına rağmen onu, kabrinden çıkarmağa güc yetiremediler.
Dönüp İsâ Aleyhisselâma haber verdiler.
İsâ Aleyhisselâm, içinde su bulunan bir kabı, onlara, uzattı ve:
"Bu suyu, onun kabrinin üzerine saçınız!" dedi.
Saçtılar.
Kapak, açıldı.
İsâ Aleyhisselâmı, götürdüler.
Uzeyr Aleyhisselâm, kefeninin içinde, öylece duruyordu.
Sonra, elbisesini, üzerinden soydular.[168]
İsâ Aleyhisselâm, Yüce Allah´a düa etti.[169]
Uzeyr Aleyhisselâma da:
"Ey Uzeyr! Yüce Allah´ın izniyle, diril!" dedi.
Uzeyr Aleyhisselâm, dirilip oturduğu zaman, İsrail oğulları, bütün bunları, göz­leriyle, gördüler.[170]
Kendileri de; İsâ Aleyhisselâm hakkında [171]:
"Ey Uzeyr! [172] Şu Adam için, şehâdette bulunur musun?" diye sordular,
Uzeyr Aleyhisselâm:
"Ben, onun, Allah´ın kulu ve Resulü olduğuna, şehâdet ederim!" dedi.[173]
Bunun üzerine, İsrail oğulları:
"Ey İsâ! Bizim için, Rabbine dua et de, onu, bizim aramızda, sağ olarak bulun­dursun!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm:
"Onu, kabrine iade ediniz!" dedi.
Uzeyr Aleyhisselâm, kabrine iade edildi ve öldü.
İsâ Aleyhisselâma, iman eden, iman etti; küfründe, direnen de, küfründe direndi.[174]
İsâ Aleyhisselâm; İsrail oğullarına, böyle, Mucizelerle gönderildiği zaman, onların münafık ve kâfir olanları, şaşırıyorlar, alay ediyorlar:
"Filanın, dün gece yediği ve evinde biriktirdiği şeyleri, onlara, haber veriyor­muş!?" diyorlar;
Bu; Mü´minlerin imanlarını, kâfir ve münafık olanların da, küfürlerini ve şüphe­lerini artırıyordu.
Ölüleri, diriltme mucizeleri ise, kâfir ve münafık yahûdileri, büsbütün kızdı­rıyordu.[175]
Matta İncil´inde bildirildiğine göre: İsâ Aleyhisselâmın, Havra da hikmetli, ib­retli temsillerle yaptığı konuşmadan da, şaşkına dönen Yahûdîler:
"Bu Adam´ın, bu hikmeti ve bu kudret işleri, bu şeyieri, nereden geliyor?!" de­diler, Ona, Peygamberliği yakıştıramadılar ve Peygamberliğine inanmadılar.
Bunun üzerine, İsâ Aleyhisselâm, onlara:
"Bir Peygamber, kendi memleketinden ve evinden başka yerde itibarsız de­ğildir." dedi.
Onların imansızlıklarından dolayı, orada çok kudret işleri yapmadı.[176]

İsrail Oğulları İle Havarilerin Kendileri İçin Gökten Sofra İndirilmesini İstemeleri:
İsâ Aleyhisselâm, İsrail oğullarına:
"Sizler, Allah için, otuz gün oruç tuttuktan sonra, ondan, isteyeceğinizi, iste­seniz de, size, istediğiniz şey verilse, olmaz mı?
Çünkü, işçinin ücreti, kendisinin işi üzerine, verilir" dedi.
İsrail oğulları, İsâ Aleyhisselâmın, dediğini yaptıktan, otuz gün oruç tuttuktan sonra:
"Ey iyilik öğreticisi! Sen, bize:
"İşçinin ücreti, kendisinin işi üzerine, verilir!" dedin ve otuz gün oruç tutmamı­zı, bize emrettin.
Biz de, otuz gün oruç tutup emrini, yerine getirdik.
Bizim, hiç bir kimseye otuz gün çalışıp ta, işimizi, bitirince, yemek yedirilmediğimiz gün, olmamıştır.[177]
Ey İsâ! Biz, bir kimsenin işini, yapınca, yemek yediriliriz.
Biz, oruç tuttuk, acıktık.
Üzerimize, gökten bir sofra indirilmesi için, Allah´a dua et!" dediler.[178]
O zaman, İsâ Aleyhisselâm, otuz gün oruç tutmalarını, Havarilere de, em­retmişti.
Onlar da, otuz gün oruç tutmuş bulunuyorlardı.[179]
İnen yemek sofrasının sıfatı ve mâhiyeti hakkında bilginlerin rivayetleri çok de­ğişiktir.[180]
Bazılarına göre: Meleklerin, semâdan [181] getirip İsrail oğulları ile Havârîlerin önlerine koydukları sofranın üzerinde[182], arpa unundan yapılmış [183] yedi ekmek­le, yedi balık vardı.[184]
İsâ Aleyhisselâm, ağladı ve:
"Allah´ım! Beni, şükredenlerden eyle!
Allah´ım! Bu sofrayı, bir rahmet kıl! Onu, bir ceza ve azab kılma!" diyerek dua etti.[185]
Sofra, inince; zenginler, fakirler, büyükler, küçükler, erkekler, kadınlar, Sofra­nın başına yığıldılar.[186]
İsâ Aleyhisselâm´a:
"Ey Rûhullâh! [187] Bundan, ilk önce yiyen, Sen ol! Sonra da, biz, yiyelim!" dediler. [188]
İsâ Aleyhisselâm:
"Allah, onu, yemekten, beni korusun! [189]
Fakat, ondan, isteyen yiyebilir!" dedi. [190]
Kendisi, ondan, hiç yemedi. [191]
Havariler de [192], ondan, yemekten, korktular. [193] Yemediler. [194]
Bunun üzerine, İsâ Aleyhisselâm; o yemeğe;
Fakirleri,
Hastaları, [195]
Kötürümleri,[196]
Cüzzam hastalığına tutulmuş olanları, çağırıp onlara:
"Allah´ın rızkından yiyiniz!
Bu, sizin için, ihsan, sizden başkaları için, belâdır!" dedi.[197]
Kadın, erkek [198] fakirlerinden, kötürümlerinden, hastalarından, mübtelâlarından bin üç yüz kişi, ondan yediler, hepsi de, doydular [199], genirdiler.[200]
Onların, en sonuncusu, ondan, en başındakinin yediği gibi, yemişti [201] Bir cemâat gelip ondan, yiyor, sonra, çıkıyor, başkaları, geliyordu.
Onlar da, yedikten sonra çıkıyordu.
Böylece, onların hepsi, yemişler, daha da, artmış kalmıştı.[202]
İsâ Aleyhisselâm, balığa baktı, gökten indiği sıradaki gibi duruyordu.[203]
Rivayete göre, Sofradan yiyenlerin sayısı: Beş bindi.[204] Biraz daha fazla idi.[205]
Hattâ, yedi bine yakındı.[206]
O gün; hasta olup ta, ondan, yiyince, iyileşmeyen,
Kötürüm olup ta, yürüyemeyen,
Mübtelâ olup ta, ihtilasından kurtulmayan,
Fakir olup ta, zenginliğe kavuşmayan ve ölünceye kadar da, zenginlik hali de­vam etmeyen, yoktu. [207]
Onlar, Sofraya bakarlarken, Sofra, semâya yükselip gözden kayboldu. Havariler, sofradan yemediklerine pişman oldular. [208] Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâma:
"Soframı ve rızkımı, zenginler dışında, fakirlere tahsis et!" diye vahyetmişti.[209]
İsâ Aleyhisselâm da, öyle, yapınca [210], bu zenginlerin, çok ağırına gitti. [211]
Onun, gökten inişini, inkâr ettiler.[212]
Sofra hakkında şüpheye düştüler ve halkı da, şüpheye düşürdüler. [213]
"Siz, sofranın, gerçekten, semâdan indiğini mi sanıyorsunuz?" dediler. [214]
Sofrayı, görmeyenler de,[215], onu, inkâr ettiler.[216]:
"Yazıklar olsun size! [217] O, sizin gözlerinizi, büyülemiştir!" dediler.[218]
Yüce Allah, kimin hayrını murad ettiyse, o, basîret üzere, imanda sebat etti.
Kimin de, fitneye tutulmasını, murad ettiyse, onlar da, küfürlerine, döndüler.
İsâ Aleyhisselâm, onlara:
"Siz, helak oldunuz: Allah´ın azabına, hazırlandınız!" dedi.[219]

Sofranın Gökten İndiğini İnkâr Edenlerin Akıbeti:
Sofranın, gökten indiğini inkâr eden İsrail oğullarından üç yüz otuz [220], üçyüz otuz üç [221] kişi, yurdlarında geceleyin, döşekleri üzerinde aileleriyle birlikte ya­tarlarken, domuzlara çevrilmiş olarak sabahladılar.[222]
Domuzlara çevrilmiş olanlar içinde ne bir kadın, ne de, bir çocuk vardı.[223]
Domuza çevirilen Yahûdîler, yolları ve meydanları, dolduruyor, helâlardaki pis­likleri, yiyorlardı.[224]
Halk, onların bu hallerini, görünce, korktular.
İsâ Aleyhisselâmın yanına vardılar. Ona, ağladılar.
İsâ Aleyhisselâm da, onların Ev halklarının bu hâle düşmelerine ağladı.
Domuzlar; İsâ Aleyhisselâmı, gördükleri zaman, ağladılar ve çevresinde dö­nüp dolaşmağa başladılar.
İsâ Aleyhisselâm, onları, isimleriyle birer birer çağırıyor.[225] Onlara: "Sen, filan, sen filan, sen filan değil misin" diye soruyor [226] Onlar; ağlıyor.[227]
"Evet! demek istiyor [228], başlarını sallayarak işaret ediyorlar [229], konuşamı­yorlardı.
Öylece, üç gün yaşadıktan sonra, ölüp gittiler.[230]

Kur´ân-I Kerimin Sofra Hakkındaki Açıklaması:
"O vakit, Havariler:
Ey Meryem oğlu İsâ! Rabb´in, bizim üstümüze gökten bir Sofra indirebilir mi?" demiş,
O (da):
"Eğer, inanmış (adam)larsanız, Allâh'ın kudretinden ve benim Peygamberliğim­den kuşkuya sapmaktan korkunuz! demişti.
(Havârîler):
İstiyoruz ki: biz de, ondan, yiyelim, kalblerimiz, yatışsın.
Senin, bize hakîkaten doğru söylediğini, bilelim ve biz de, bunun üzerine şahidlik edenlerden olalım!" dediler.
Meryem oğlu İsâ (dua ederek):
"Ey Allah! Ey Bizim Rabbimiz! Üstümüze, gökten bir sofra indir ki, bizim hem evvelimiz, hem âhirimiz için, bir bayram ve Sen´den bir âyet (Mucize) olsun! Bizi, rızıklandırsın!
Sen, rızık verenlerin, en hayırlısısın!" dedi.
Allah:
"Ben, onu, sizin üzerinize, şüphesiz indiriciyim.
Artık (ondan) sonra, içinizden, kim, nankörlük eder (küfre döner)se, işte, ben, onu muhakkak ki, âlemlerden, hiç birini azablandırmayacağım bir azabla azablandırırım!" buyurdu. [231]

İsâ Aleyhisselâmın Hacca Gidişi Ve Hac Telbiyesi:
Revhâ vadisindeki Hacc yolundan, üzerlerine, yün Aba giyinmiş, develerinin Lif´den yularlarını tutmuş oldukları halde, yetmiş Peygamberin Hacc için, Telbiye ederek Mekke´ye gelip Hayf Mescidinde namaz kıldıkları rivayet edilir.
İsâ Aleyhisselamın Hacc Telbiyesi: "Lebbeyk.... = Buyur Allâhım, buyur! Emrine, amadeyim! Ben, Senin kulun´um.
Senin, iki kulunun Kızı olan Câriye kulunun oğluyum!" tarzında idi. [232]

İsâ Aleyhisselâmın Havarilerden Ve Etba´dan Her Tarafa Dâvetciler Gönderişi:
İsâ Aleyhisselâm; uzak veya yakın ülkelere, Havarilerden, Dâvetciler gönder­mek istediği zaman, yakın yere gönderdiği, seve seve gitti ve selâmete erdi.
Uzak yere göndermek istediği kimseler ise, güçsündüler, yüksündüler ve ka­çındılar.
Bunun üzerine, İsâ Aleyhisselâm, onların bu hallerinden, Yüce Allah´a şikâ­yetlerdi.
Güçsünen ve yüksünenlerden her biri, gönderilecekleri kavmin dilini konuşur olduğu halde, sabaha çıktı. [233]
İsâ Aleyhisselâm:
1) Havarilerden Butrus´u, Havârî olmayan Etba´dan, Buluş ile birlikte Rümiye´ye;
2) Havarilerden Enderais´i, ve Matta´yı, insan yeyen Zencilerin yurduna;
3) Tumas´ı, Doğu ülkesindeki Babil´e;
4) Filibüs´ü, Kayravan ve Kartacanna´ya (Afrikaya);
5) Yuhannes´i, Eshab-ı Kehf kariyesi Efsus (Defsus)a;
6) Yâkubüs´ü, Orışalım´a (İlya´ya, Beytülmakdis´e):
7) İbn.Selma´yı, Hicaz ülkesine Araplara;
8) Simun´u, Afrika yanında Berberlerin yurduna;
9) Havarilerden olmayan Yahuda´yı, -Yuzez (Yudis) Zekeriya Yuta´nın yerine-Eryübüs´e gönderdi.[234]

Antakya Halkının Elçileri Öldürmeğe Kalkışmaları Ve Helak Olmaları :
İsâ Aleyhisselâm; putperest Antakya halkına da, Havarilerinden, içlerinde Şem´un´un da, bulunduğu, üç Elçi göndermişti.
Elçiler; ilk önce, Antakya halkından Habib b.Mürrey´e rastladılar.
Habib b.Mürreyyin evi, şehir kapılarının yanında, şehirden uzakça bir yerde bulunuyordu.
İşi, urgancılıktı.
Kendisi, hastalıklı bir zat idi. Cüzzam miskin hastalığına tutulmuştu.
Hayra, eli açık mümin bir zat idi. Kazancını, akşamlayın bir araya toplar, ikiye böler, yarısı ile çoluk çocuğunu geçindirir, yarısını da, yoksullara dağıtırdı.
Hastalığı, zayıflığı ve işi, kendisini, ibadetten alıkoymazdı.
Habib b.Müreyy; Antakya halkının, gönderilen Elçileri öldürmek üzere söz birliği ettiklerini haber aldığı zaman, koşup yanlarına vardı. Onlara, Allah´ı, hatırlattı, ken­dilerini öğütledi, Elçilere uymağa davet etti.
Antakya halkı ise, onu, taşa tuttular, ayaklarının altına alıp çiğnediler.
Habib b.Müreyy ise: "Ey Allah´ım! Kavmime doğru yolu göster!
Ey Allâh'ım! Kavmime doğru yolu göster!
Ey Allâh'ım! Kavmime doğru yolu göster!" diye dua ede ede can verdi. [235]
Antakya halkını da, Cebrail Aleyhisselâmın bir Sayhası, haykırışı, helak etme­ğe yetti.
Habib b.Müreyy´in kabri, Antakya çarşısındadır.[236]
Hâdise, Kur´an-ı Kerimde şöyle açıklanır:
"Onlara, o şehir (Antakya) Eshabını misal getir:
Hani, oraya (gönderilen) Elçiler, gelmişti.
Biz, o zaman, kendilerine iki (Elçi) göndermiştik te, onlar, onları yalanlamışlardı.
Biz de, bir üçüncü ile (bunları) takviye etmiştik.
(Bunlar, onlara): biz, size gönderilmiş hak Elçileriz! demişlerdi.
Onlar: siz, bizim gibi insandan başka (kimseler) değilsiniz!
Hem, Rahman (olan Allah, Vahy´den, Risaletten) hiç bir şey indirmemiştir.
Siz, ancak, yalan söyler kimselersiniz! dediler.
(Elçiler): Rabbimiz biliyor ki, biz, gerçekten, size gönderilmiş Elçileriz!
Bizim üzerimize (düşen vazife) apaçık tebliğden başka (bir şey) değildir! dediler.
(Şehir halkı): doğrusu, biz, sizin yüzünüzden uğursuzlandık.
Eğer, (bizimle uğraşmaktan) vaz geçmezseniz, and olsun ki, sizi, mutlaka taş­larız! Size, bizden, muhakkak acıklı bir işkence de, dokunur! dediler.
(Elçiler): sizin uğursuzluğunuz, kendi yanınızdadır (kendinizdendir)
Size öğüt verilirse mi (uğursuzluk sayacak ve küfrünüzde devam edeceksiniz)?!
Hayır! Siz, haddi aşan, taşanlar güruhusunuz! dediler.
O şehrin en ucundan koşarak bir adam geldi ve: Ey kavmim! Uyunuz o gönde­rilmiş olan (Elçiler)e!
Uyunuz, sizden hiç bir ücret istemeyen o kişilere! Onlar, hidayete ermiş (kişi)lerdir. Ben, beni, yaratan´a, ne diye kulluk etmeyecekmişim?! Siz, (hepiniz) ancak, O´na döndürüflüp götürüleceksiniz. Ben, O´ndan başka, tanrılar edinir miyim hiç?
Eğer, O çok Esirgeyici (Allah), bana, bir zarar (yapmak) isterse, onların (o putla­rın iddia ettiğiniz) şefaati, bana hiç bir yarar vermez. Onlar, beni, asla kurtaramazlar.
Şüphesiz ki, ben, o takdirde, muhakkak, bir sapıklık içindeyim (demek)tir.
Gerçekten, ben, (sizin de) Rabbınız (olan Allâh'a) iman ettim.
İşte, bunu, benden duyunuz!" dedi.
(Şehid ettikleri zaman, ona): Cennet´e gir!" denildi.
(O da): ne olurdu, Rabbimin, beni, yarlıgadığını, beni, (Cennetle) ikram edilen­lerden kıldığını kavmim bilselerdi!" dedi.
Ondan sonra, onun kavminin üzerine, gökten hiç bir ordu indirmedik, indiriciler de, değildik.
(Onları helak eden) bir tek Sayha´dan (Cebrail´in haykırışından) başka (bir şey) değildi ki, hemen, sönüverdiler!" (Yâsîn: 13-29)[237]

İsâ Aleyhisselâmın Ölen Bir Dostunu Diriltişi:
Beytülmakdis´in bir kariyesinde [238] İsâ Aleyhisselâmın, Âzer adında bir dostu vardı.[239]
Âzer, hastalanınca Âzer´in kız kardeşi, İsâ Aleyhisselâma: "Kardeşin, ölüyor! Hemen, onun yanına gel!" diye haber salmıştı. Âzer´in arası ile İsâ Aleyhisselâmın arası üç günlük yoldu.[240]
İsâ Aleyhisselâmla Eshabı [241], Âzer´in kariyesine [242] vardıkları zaman, onu, üç gün önce, ölmüş [243], oradaki mağaranın içine gömülmüş [244] buldular.[245]
İsâ Aleyhisselâm, o kariyeye gelince, Âzer´in iki kız kardeşi, onun yanına varıp:
"Ey Efendimiz! Dostun Âzer, ölmüş bulunuyor!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm, üzüldü ve kızlara:
"Onun kabri, nerededir?" diye sordu.[246]:
"Bizi, onun kabrine götürünüz!" dedi.´[247]
Götürdüler.[248]
Âzer´in, mağarada, üzerine, taş [249] kapak kapatılmış [250] kabrine vardılar.[251]
İsâ Aleyhisselâm:
"Taş kapağı, açınız!" dedi.
"Dört gündenberi, kokmuş bulunuyor!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm, mağaraya yaklaşarak:
"Rabbim! Hamd, sana mahsustur.[252]
Ey yedi kat göklerin ve yedi kat yerlerin Rabbi olan Allah´ım!
Beni, İsrail oğullarına, Sen, gönderdin.
Onları, senin dinine davet ettim.
Kendilerine -Senin izninle- ölüleri, dirilteceğimi, haber verdim.[253]
Ben, iyice biliyorum ki: her şeyi, veren, Sensin!
Fakat, ben, şu ayakta dikilen cemâat ta, Senin, beni peygamber olarak gön­derdiğine iman etsinler ve beni, doğrulasınlar, diyorum. [254]
Âzer´i, dirilt!´ [255] dedikten sonra, Âzer´e: "Kalk!" dedi.
Âzer, iki eli, iki ayağı, sımsıkı bağlanmış, üzerindeki kefenini, sürür bir halde [256], kabrinden çıkıp[257] ayağa kalktı.[258]
Yahûdî kavminden, orada bulunanlar, İsâ Aleyhisselâma, hemen iman ettiler; Âzer´e, bakıyorlar, onun dirilişine şaşıp duruyorlardı.[259]

Yahûdî İleri Gelenleri Ve Din Bilginlerinin İsâ Aleyhisselâmı Öldürmeyi Kararlaştırmaları:
Bunun üzerine, Yahûdîlerin ulu kişileri ve Din Bilginleri, toplandılar ve:
"Biz; bunun (İsâ Aleyhisselâmın), bize karşı, dinimizi, bozmasından ve halkın, ona, uymasından, korkuyoruz!" dediler.
Şekillerden, izlerden, neseblerden, çok iyi anlayan Kâhinler Başkanı, onlara:
"Bir tek adamı, vadide giderken tutup öldürmek, hayırdır!" dedi ve İsâ Aleyhisselâmı, öldürmek üzere, söz birliği ettiler. [260]
Kendisini, öldürmeye yöneldiler. [261]
Yahûdîler, zamanın krallarından bazısına da, İsâ Aleyhisselâm aleyhinde ih­barda bulundular ve onu, öldürmeye ve asmağa azmettiler. [262]
Kendisini, öldürmek için, aramağa başladılar. [263]

İsâ Aleyhisselâmla Annesine Dil Uzatan Yahudilerin Domuzlara Çevrilişi:
İsâ Aleyhisselâm; merkep üzerinde Oraşalim (Beytülmakdis)e, girmiş [264] Ya­hudilerden, bazı kimselerle karşılaşmıştı.
Onlar, İsâ Aleyhisselâmı, görünce:
"Sihirbaz kadının oğlu Sihirbaz, kötü işler yapıcısı kadının, kötü işler yapıcı oğlu geldi!" dediler ve bu sözleriyle, ona ve annesine isnad ve iftirada bulundular.[265]
İsâ Aleyhisselâm, bunları, işitince [266], onların, aleyhlerinde [267]:
"Ey Allah´ım! Sen, benim Rabb´imsin!
Ben, Senin eserin olan Rûh´undan çıkarıldım ve Senin Ol! Kelimenle yaratıldım.
Ben, onlara, kendiliğimden, Peygamber gelmedim.
Ey Allah´ım! Bana ve anama söven kimselere lanet et, onları rahmetinden uzak­laştır!" diyerek [268] dua etti.
Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâmın duasını kabul buyurup [269], ona ve onun anne­sine sövüp saymış olanları [270], domuzlara çeviriverdi!
İsrail oğullarının başkanı, bunu görünce büyük bir korkuya düştü. Yahudiler, İsâ Aleyhisselâmı, öldürmek hususunda söz birliği yaptılar.[271]

İsâ Aleyhisselâma Dünyadan Ayrılacağının Bildirilişi:
Rivayete göre:
Dünyadan ayrılacağı, Yüce Allah tarafından bildirildiği zaman, İsâ Aleyhisse­lâm, Havarilerini, yanına çağırmış, yemekten sonra, onlara:
"Çoban, gidince, davar, dağılır!" demiş ve bununla, kendisinin öleceğini, an­latmak istemiş.
İçlerinden, birisinin; horoz, üç kerre ötmeden önce kendisini, inkâr edeceğini,
Birisinin de, kendisini, az bir karşılığa (otuz dirheme) satıp bedelini yiyeceğini, haber vermişti.
Gerçekten de, Yahûdîler; İsâ Aleyhisselâmı, öldürmek için, ararlarken, Hava­rilerden Şem´un´u, yakalayıp:
"İşte, bu, onun arkadaşlarındandır!" dedikleri zaman, Şem´un:
"Ben, onun arkadaşı, değilim!" diyerek inkârda bulunmuş ve bırakılmış, horo­zun öttüğünü, işitince de, üzülmüş ve ağlamağa başlamıştı.
Havarilerden birisi de, Yahûdîlerin yanına varıp:
"Mesîh´in yerini, size gösterirsem, bana, ne verirsiniz?" demiş, onların verdi­ği otuz dirhemi alıp İsâ Aleyhisselâmın bulunduğu yeri, onlara göstermiştir.[272]

İsâ Aleyhisselâmın, Yahudiler Tarafından Öldürülmek İstenilince Semâya Kaldırılışı:
Rivayete göre:
Yahudiler, bir gün [273] toplanıp İsâ Aleyhisselâmı, sorguya çektiler.
İsâ Aleyhisselâm, onlara:
"Ey Yahûdî cemaatları! Hiç şüphesiz, Allah, size, buğz ediyor, sizden nefret ediyordur!" deyince, İsâ Aleyhisselâmın sözlerine, son derecede kızdılar ve öl­dürmek için, üzerine, yürüdüler.
O sırada, Yüce Allah, Cebrail Aleyhisselâmı, gönderdi. O da, İsâ Aleyhisselâ­mı, bir evin cümle kapısının içindeki küçük kapısından içeri soktu.
Yüce Allah; evin tavanındaki pencereden İsâ Aleyhisselâmı, semâya kaldırdı. Yahûdîlerin Başkanı, adamlarından birisine:
İsâ Aleyhisselâmın yanına girmesini ve onu, orada öldürmesini, emretti.[274] Adam, içeri girdiği zaman, orada, İsâ Aleyhisselâmı, göremedi.
Dışarıdakilerin yanına çıkmayı geciktirince, onun, İsâ Aleyhisselâmı, öldürme­ğe uğraştığını, sandılar.[275]
Yüce Allah; adamı, İsâ Aleyhisselâma benzetti.
Adam, dışarıdakilerin yanına çıkınca, kendisini, İsâ Aleyhisselâm, sandılar, he­men, onu, öldürdüler ve astılar.[276]
Diğer rivayetlerde ise:
Yahûdîlerin; İsâ Aleyhisselâmı, yakalayıp bağladıkları ve hakaret ederek gö­türdükleri ve asacakları sırada, İsâ Aleyhisselâmın semâya kaldırıldığı bildirildiği gibi;[277]
Yakalayıp hakaret ederek götürdükleri, İsâ Aleyhisselâm olmayıp Yahûdîlere, İsâ Aleyhisselâmın yerini gösteren Havârî olduğu[278];
İsâ Aleyhisselâmı, asmak istedikleri sırada, yer yüzüne karanlık çöktüğü ve Me­leklerin, Yahudilerle İsâ Aleyhisselâm arasına gerildikleri ve İsâ Aleyhisselâmın yerini, Yahûdîlere gösteren ve İsâ Aleyhisselâma benzetilen Havârî´yi, yakalayıp [279], kendisinin:
"Ben, size, onun yerini, gösterenim!" demesine bakmayarak´[280] İsâ Aleyhisselâmın, yerine, onu[281] öldürüp [282] ağaca astıkları [283];
Yahûdîler tarafından kuşatıldıkları evde bütün Havârîlerin, İsâ Aleyhisselâma benzetildikleri ve onlardan birisinin, İsâ Aleyhisselâm için, kendisini, feda ettiği de, bildirilmekte ve bu hususta daha başka bilgiler de verilmektedir.[284]
İsâ Aleyhisselâm, semâya kaldırıldığı zaman, otuz üç yaşında idi.[285]

Kur´ân-ı Kerimin Bu Husustaki Açıklaması:
"Bir de, onların (İsa´yı) inkâr ile kâfir olmaları, Meryem´in aleyhinde büyük iftira atıp söylemeleri,
Biz, Allah´ın Peygamberi Meryem oğlu Mesih İsa´yı, öldürdük! demeleri sebe­biyledir ki, kendilerini, rahmetimizden kovduk
Halbuki onlar, onu öldürmediler, onu asmadılar da.
Fakat, (öldürülen ve asılan adam), kendilerine (İsâ) gibi gösterildi.
(Zâten ve) hakîkatan (İsâ ve onun katli) hakkında, kendileri de, ihtilâfa düşüp kat´î bir şek ve şüphe içindedirler.
Onların, buna (Onun katline) âid hiç bir bilgileri yoktur.
Ancak (kupkuru) zanna uymaktadırlar.
Onu, yakînen öldürmemişlerdir.
Bilakis, Allah, onu, yükseltip kendisine kaldırmıştır.
Allah, mutlak Galib´dir, yegâne hüküm ve Hikmet sahibidir. [286]

İsâ Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili Ve Zâhidâne Yaşantısı:
İsâ Aleyhisselâm:
Orta boylu,
Hamamdan çıkmış gibi, kırmızıya çalar beyaz benizli [287],
Dağınık [288], düz saçlı idi.[289]
Saçını, uzatır, omuzları arasına salardı.[290]
Saçına, hiç yağ sürmezdi.[291]
Geniş göğüslü[292],
Küçük yüzlü [293],
Çok ben´li idi. [294]
Sırtına, kıl [295], yün elbise [296],
Ayağına, ağaç kabuğundan yapılmış, tasması hurma lifinden sandal giyerdi. [297]
Çoğu zaman, yalın ayak yürürdü. [298]
Kendisinin, ne geceleri varıp içinde barınacağı [299] bir evi [300],
Ne bir ev eşyası,
Ne zevcesi,
Ne de, ölmeyecek kadar bir günlük yiyecekten başka bir şeyi vardı. [301]
Hiç bir şeyi, yarın için, biriktirmez, saklamazdı. [302]
İsâ Aleyhisselâm, göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bir çift çoban mesti, bir de, deri dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı. [303]
Ona ve gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun!
İsâ Aleyhisselâm; dünyadan yüz çevirip Âhireti, özler, Allâh'a, ibâdete koyulurdu.
Yer yüzünde dolaşır, nerede, güneş batarsa, orada, iki ayağının üzerinde na­maza durur, sabahlardı. [304]
Bütün geceleri namazla, gündüzleri de, oruçla geçirirdi. [305]
Arpa ekmeği, yerdi. [306]
Havârîlerine:
"Ey Havârîler topluluğu! Mescidleri, meskenler edininiz!
Evlerinizi de, yolcu menzilleri gibi edininiz [307] ki, dünyadan, selâmetle kurtulasınız!" derdi. [308]
İsâ Aleyhisselâma:
"Sen, su üzerinde nasıl yürüyebiliyorsun?" diye sorulmuştu.
İsâ Aleynisselâm:
´Yakîn ile!" dedi. [309]
"Biz de, yakîn sahibiyiz!?" denilince:
"Sizin yanınızda, taş, çamur ve altun, eşid ve bir midir?" diye sordu.
"Hayır!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm:
"Bunlar, benim yanımda, eşid ve birdirler!" dedi.
Havariler, bir gün; İsâ Aleyhisselâmı, aramağa gittiler, Kendisini, su üzerinde yürür bir halde, buldular.
Onlardan birisi:
"Ey Allah'ın Peygamberi! Biz de, senin yanına yürüyüp varalım mı?" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Olur!" dedi.
Havari, ayağını, basınca suyun içine, batıverdi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Getir ver elini ey güdük imanlı!
Eğer, Âdem oğlunun, zerre kadar yakîni olsaydı, suyun üzerinde yürürdü!" dedi.[310]
İsâ Aleyhisselâm, bir adamın hırsızlık ettiğini görmüş, ona:
"Sen, çaldın ha!?" demişti.
Adam:
"Kendisinden başka İlâh bulunmayan Allah´a and olsun ki; hayır!" deyince, İsâ Aleyhisselâm:
"Allâh'a iman ettim, kendi gözümü ise yalanladım!" demiştir.[311]
İsâ Aleyhisselâma bir adam gelip:
"Ey iyilik öğreticisi! Sen, bana bir şey öğret ki, o, beni, yararlandırsın, seni, zararlandırmasın!" demişti.
İsâ Aleyhisselâm:
"Nedir o?" diye sordu.
Adam:
"Kul, Yüce Allah´a karşı, hakkıyle takvâlı nasıl olur?" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Bu, kolay bir iştir:
Allah´ı, kalbinden, hakkıyle seversin,
Onun için, gücün yettiği kadar amelde bulunursun,
Benî nev´ine de, kendine acır gibi, acırsın!" dedi.
Adam:
"Ey iyilik öğreticisi! Benim, Benî nev´im, kimlerdir?" diye sordu.
İsâ Aleyhisselâm:
"Bütün Âdem oğullarıdır.
Sana gelmesini, istemediğin şeyi, sen, senden başkasına da, getirme!
O zaman, sen, Allah´a karşı, hakkıyle ittikalı olursun!" dedi. [312]
İsâ Aleyhisselâmın bildirdiğine göre:
"Zamanın sonunda;
Dünyadan, el çekmeğe özenen ve fakat, dünyadan, el çekmeyen,
Âhireti, özler görünen ve fakat, âhireti, özlemeyen,
Başkalarını, Valilere, gitmekten, men eden ve fakat, kendileri giden,
Zenginlere, yaklaşan ve fakat, fakirlerden, uzaklaşan,
Ellerini, ileri gelenlere, açan ve fakat, ellerini, fakirlere yuman bilginler gele­cektir ki, işte, bunlar, şeytanların kardeşleri, Rahman´ın ise düşmanlarıdır!"[313]

İsâ Aleyhisselâmın Vazifesinin Mahiyetinin Açıklanışı Ve Muhammed Aleyhisselâmın Geleceğini Müjdeleyişi:
"Meryem oğlu İsâ da, bir zaman:
Ey İsrail oğulları! Ben, size, Allah´ın gönderdiği Peygamberiyim.
Benden önceki Tevrat´ı, tasdik edici,
Benden sonra gelecek Peygamberi de ki, ismi: Ahmed´dir- müjdeleyici olarak geldim..." demişti." [314]
İbn.İshak´ın (85-151 Hicrî) bildirdiğine göre: İsâ Aleyhisselâma Allah tarafından indirilen İncil´de, Muhammed Aleyhisselâmın sıfatı ve ismi hakkında verilmiş olan bilgiyi, İsâ Aleyhisselâmın devrinde Havârî Yuhanna da yazdığı İncilde [315] tesbit etmiş bulunuyordu.
Nitekim, İsâ Aleyhisselâm, kendisini, inkâr eden kavmine karşı:
"Rab tarafından çıkıp gelecek olan o Münhamennâ, Rab tarafından çıkıp ge­lecek O Rûhulkuds gelmiş olsaydı, O, bana, şehâdet ederdi.
Siz, de şehâdet edersiniz.
Çünkü, ötedenberi, benimle birlikte bulunuyorsunuz.
Ben, bunları, size söyledim ki, şüpheye düşmeyesiniz!" demiştir.
Münhamennâ, Süryanca, Muhammed demektir.
Bunun, Rumcası: Baraklitüs´dür. [316]
Ebülferec İbn.Cevzî´nin (540-597 Hicrî), İbn.Kuteybe´den (213-276 Hicrî) nakline göre:
İsâ Aleyhisselâm, Havârîlerine:
"Ben, gidersem, size Faraklit, Rûhulhak, gelecektir.
O, kendiliğinden, söz söylemeyecek, ancak, kendisine, ne söylenirse, onu, söy­leyecektir.
O, bana, şehâdet edecektir.
Siz de, şehâdet edersiniz.
Çünkü, siz, halktan daha önce, benimle birlikte bulunuyorsunuz.
Ben, gitmezsem, Feraklit, size gelmez." demiştir. [317]
Gerek Baraklitüs, gerek Faraklit sözü, Periclotas şekline sokulup Yuhanna İn­cilinde Tesellî Edici diye terceme edilmiştir.
Şüphesiz ki: İsâ Aleyhisselâmın ana dili, Yunanca değil, İbranice idi.
Kendisine, Allah tarafından indirilmiş olan İncil´in dilinin de, İbranca olacağı, tabiîdir.
İsimleri terceme etmek, Ehl-i Kitap Bilginlerince, âdet olduğundan, İsâ Aley­hisselâmın, kendisinden sonra, geleceğini, müjdelediği Âhir zaman Peygambe­rinin ismini de, Yunancaya terceme etmişler ve Arapça Mütercimler de, onu, Fa­raklit olarak Arapçalaştırmalardır.
Bir Papaz tarafından yazılıp Hicrî 1268 yılında Kalküta´da bastırılan bir broşürde:
Faraklit olarak Arapçalaştırılan ismin, İncil´in Yunanca nüshasında Paraklitüs şeklinde mi? Yoksa, Piraklütüs şeklinde mi? geçtiği incelenerek, birinci şekle göre: ismin, Tesellî ve Yardım Edici, Vekil mânâlarına geldiği, ifâde ve ikinci şekle gö­re ise, Muhammed ve Ahmed mânâlarına gelebileceği itiraf edilmiş ve Müslüman­ların, bu şekli iltizam ettikleri ileri sürülmüştür.
Halbuki, iki kelime arasında şekil ve telaffuz bakımından, pek az bir fark vardır. Yunan harfleri, birbirlerine benzerdir.
Bazı İncil nüshalarındaki Piraklütüs, belki de, yazıcıların hatası yüzünden, Pa­raklitüs olmuştur.[318]

İsâ Aleyhisselâmın Annesinin Vefatı:
İsâ Aleyhisselâmın Annesi Hz.Meryem, İsâ Aleyhisselâm´dan sonra altı yıl da­ha yaşayıp vefat etmiştir. [319]

Yüce Allah´ın Kendi İlminden İlim Ve Kendi Hilm´inden Hilim Vererek Getireceği Ümmet:
Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâma; Peygamberimizin Ümmeti hakkında da:
"Ey İsâ! Ben, senden sonra, bir ümmet getireceğim ki: onlar, sevdikleri bir şeyle karşılaşırlarsa, Allah´a hamd ve şükrederler,
Hoşlanmadıkları bir şeye uğrarlarsa, sabredip katlanırlmar ve Allâh´dan, ecir beklerler.
Onların ne ilimleri, ne de, hilimleri vardır." buyurmuştu.
İsâ Aleyhisselâm:
"Yâ Rab! İlimleri, hilimleri olmadığı halde, onların, böyle davranmaları, nasıl mümkün oluyor?" diye sordu.
Yüce Allah:
"Onlara, kendi ilmimden ve hilmimden ihsan ederim!" buyurdu. [320]
İncillere göre: İsâ Aleyhisselâm da, İsrail oğullarına, Muhammed Aleyhisselâmın Eshab ve Ümmeti hakkında şöyle demiştir:
"Allah´ın Melekûtu, böyledir; Yere, tohum saçan bir adam gibidir.
Gece, gündüz uyuyup kalkar; tohum, biter ve büyür; nasıl o bilmez.
Toprak, kendiliğinden, önce onu, sonra başağı, sonra, başakta dolu taneyi verir.
Mahsul erdiği zaman, hemen orağı salar;
Çünkü, hasad zamanı gelmiştir. [321]
Yine, onlara dedi ki:
"Siz, kitapta:
Yapıcıların red ettikleri taş, köşenin başı oldu;
Bu, Rab tarafından oldu ve (o gözlerimizde şaşılacak iştir.) sözünü hiç okuma­dınız mı?
Bundan dolayı, size derim:
Allah´ın Melekûtu, sizden alınacak ve onun meyvalarını yetiştirecek bir Millet´e verilecektir. Ve bu Taş´ın üzerine düşen, parçalanacak, o da, kimin üzerine dü­şerse, onu, toz gibi dağıtacaktır![322]

Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâmın Mîrac Gecesinde Yahya Ve İsâ Aleyhisselâmlarla Karşılaşıp Selamlaşması:
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm; Mîrac gecesinde Cebrail Aleyhisselâmla birlikte ikinci kat göğe yükseldiler.
Cebrail Aleyhisselâm, o göğün kapısını çaldı.[323] Bekçisine:
"Aç!" dedi.
"Kimdir o?,[324] sen, kimsin?" denildi.[325]
Cebrail Aleyhisselâm:
"Cebrail´im!" dedi.
"Yanında kimse var mı?" diye soruldu.
Cebrail Aleyhisselâm:
"Muhammed (Aleyhisselâm) var!" dedi.
"O (Mîrac için) gönderildi mi?" diye soruldu.
Cebrail Aleyhisselâm:
"Evet!" deyince, göğün kapısı açıldı. [326]
İkinci kat gökte, Teyze Oğulları olan İsâ b.Meryem ve Yahya b.Zekeriyyâ Aleyhis-selâmlarla karşılaştılar. [327]
Cebrail Aleyhisselâm, Peygamberimize:
"Bunlar, Yahya ve İsâ (Aleyhisselâmlar)dır. Selâm ver onlara!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselâm, onlara selâm verdi.
Onlar da, Peygamberimiz Aleyhisselâmın selâmına mukabele ettiler ve:
"Hoş geldin! Safa geldin! Salih kardeş! Salih Peygamber!" dediler [328] ve hayır dua ettiler. [329]

Kur´ân-ı Kerim?in Muhammed Aleyhisselâmın Eshab Ve Ümmetinin Bazı Vasıfları Hakkındaki Açıklaması:
Yüce Allah; Muhammed Aleyhisselâmın Eshabıın vasıflarını şöyle açıklar: "Muhammed, Allah´ın resulüdür.
Onunla birlikte olanlar, kâfirlere karşı çok çetin, kendi aralarında ise, çok mer­hametlidirler.
Onların, rükû ve secde ederek Allâh´dan lütuf ve rızâsını istediklerini görürsün. Yüzlerinde, secdelerin eserinden dolayı nûrânîlik vardır. Bu, onların, Tevrattaki vasıflarıdır. İncil´deki vasıfları da:
Bir ekin gibidir ki, filizini çıkarmış, derken, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, sapları üzerine bir düzeye dizilmiştir.
Öyle ki, ekincilerin hoşuna gider.
Bu, işte, onlarla, kâfirleri öfkelendirmek içindir.
Allah, onlardan, iman edip iyi amel işleyenlere bir mağfiret ve büyük bir ecir va ´d buyurmuştur." (Fetih: 29)
"(İslâmda) birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile iyi amellerle olanla­rın ardınca gidenler ki, Allah, onlardan razı olmuştur.
Onlar da, Allah´dan razı olmuşlardır.
(Allah), Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları, Cennet­ler hazırladı.
İşte bu en büyük kurtuluş ve mutluluktur." (Tevbe: 100)
"Şüphesiz ki, Allah; hak yolunda (savaşarak düşmanları) öldürmekte, (onlar ta­rafından) öldürülmekte olan Mü´minlerin canlarını ve mallarını -kendilerine Cennet vermek karşılığında- satın almıştır.
(Allah´ın), Tevrat´ta, İncil´de ve Kur´an´da (zikr olunan bu va´di) Kendi üzerinde hak(kat´î) bir va´d´dir.
Allah´dan ziyâde ahdine vefa eden kim var?
O halde (ey Mü´minler!) yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevininiz!
Bu, en büyük kurtuluş ve mutluluktur!" (Tevbe: 72 )
"Onlardan (Muhacirlerden) evvel (Medine´yi) yurd ve imân (evi) edinmiş olan kimseler (Ensar), kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler.
Onlara (Muhacirlere) verilen şeylerden dolayı, göğüslerinde bir ihtiyaç (meyli) bulmazlar.
Kendilerinde fakr-u ihtiyaç olsa bile, onları Muhacirleri), öz canlarından daha üs­tün tutarlar.
Kim, nefsinin (mala olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte, umdukları­na erenler, onların ta kendileridir." (Haşr: 9)
"İman edip te, Allah yolunda Hicret ve Cihad edenler, barındıranlar, yardım eden­lerdir ki, işte, gerçek Mü´min olanlar, bunlardır.
Mağfiret ve bitmez tükenmez rızık onlarındır." (Enfal: 74)
"Bunların (Muhacir ve Ensar´in) arkasından gelenler:
Ey Rabbımız! İman ile daha önden bizi geçmiş olan (din) kardeşlerimizi yarlığa!
İman etmiş olanlar için, kalblerimizde bir kin bırakma!
Ey Rabbımız! Şüphesiz ki, Sen, çok Esirgeyicisin, çok Merhametlisin! derler." (Haşr: 10)
"Onlar ki (sırf) Rab´larının rızâsını isteyerek (her zorluğa) katlanırlar, namazı, dos­doğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan, gizli ve aşikâr harcarlar, kötülüğü, iyilikle savarlar.
İşte, onlardır ki, onlar için, bu, bu dâr(-ı dünyanın) (iyi) bir sonucu vardır.
(ki, o sonuç) Adn Cennetleridir.
Onlar, -Atalarından, zevcelerinden, zürriyetlerinden salah erbabı olanlar da, bir­likte olmak üzere- oralara girecekler, Melekler de, her bir kapıdan onların yanları­na varacaklar (ve şöyle diyecekler):
Sabrettiğinize karşılık sizlere Selâm (ve selâmet) olsun!
Dâr(ı dünyanın) ne güzel akıbetidir bu!" (Ra´d: 22-24)
"O, Rahman´in (hâs) kulları ki, onlar, yer yüzünde vakar ve tevazu ile yürürler.
Kendilerine, beyinsizler (hoşa gitmeyecek) laflar attığı zaman:
Selâmfetle!) defyip geçe)rler.
Onlar ki, gecelerini, secde ve kıyamla geçirirler.
Onlar ki;
Ey Rabbimiz! derler. Bizden, Cehennem azabını uzaklaştır.
Çünkü, onun azabı, bir helaktir!
Hakîkat, o, ne kötü bir Karargâh ve ikametgâh´dır!
Onlar ki, harcadıkları vakit, ne israf, ne de, cimrilik yapmazlar; (Harcamaları) iki­si arası, ortalama olur.
Onlar ki, Allah´ın yanına başka bir Tanrı daha (katıp) tapmazlar.
Allanın haram kıldığı cana, haksız yere, kıymazlar.
Zina, etmezler.
Kim, (bunlardan birini) yaparsa, cezaya çarpılır.
Kıyamet günü de, azabı katmerleşir ve kendisi (azabın) içinde hor ve hakir te­melli bırakılır.
Meğer ki, (şirkten) tevbe ve iman edip iyi amel (ve hareket) de bulunan kimseler ola.
İşte, Allah, bunların kötülüklerini, iyiliklere çevirir.
Allah, çok Yarlıgayıcı ve çok Esirgeyicidir.
Kim, (günahlardan) tevbe (ve rücu) eder, güzel güzel amel hareket)de de, bulu­nursa, muhakkak o, Allâha -tevbesi makbul ve Allâh'ın rızasına erişmiş olarak- döner.
Onlar ki, yalan şâhidlik etmezler, boş ve kötü lakırdıya rastladıkları vakit, şerefli (insanlar) olarak (ondan yüz çevirip) geçerler.
Onlar ki, kendilerine Rab´larının âyetleri okunduğu (yahud onlarla va´z ve nasi­hat edildiği) zaman, bunlara karşı, (Münafıklar gibi), kör ve sağır (yıkılıp) düşmezler.
Onlar ki;
Ey Rabbimiz! derler, bize, zevcelerimizden ve nesillerimizden gözlerimizin) be­beği olacak (salih insanlar) ihsan et.
Bizi, takva sahiplerine önder kıl!"
İşte, bütün onlardır ki, zorluklara katlanıp dayanmaları sebebile Gurfe(ler)le (Cen­netin en yüce dereceleriyle) mükâfatlandırılacaklar, orada, sağlık ve selâm ile kar­şılanacaklardır.
Onlar, orada temelli kalıcıdırlar.
O, ne güzel bir karargâhdır, (ne güzel) bir ikametgâhdır!" (Furkan: 63-76)
"Öyle adamlar ki, onları, ne bir ticaret, ne bir alış veriş, Allâhı zikretmekten, dos­doğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz.
Onlar, kalblerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar.
Çünkü, Allah,, kendilerini, işledikleri amellerin en güzeli ile mükâfatlandıracak, onlara, fazlından da, daha ziyâdesini verecektir. Allah, kimi dilerse, onu, sayısız rızıklandırır (sevaba kavuşturur). (Nûr 37-38)"
"Rabbimiz, Allâh´dır! deyip te, sonra (bütün hareketlerinde) doğruluğu iltizam edenlere, (evet) onlara, hiç bir korku yoktur.
Onlar, mahzun da, olmayacaklardır. Onlar, Cennet ehlidirler.
İşlemekte devam ettikleri (iyi amel ve hareketlerine mükâfat olarak orada te­melli kalıcıdırlar." (Ahkaf: 13-14)
"Yarattıklarımızdan öyle bir ümmet de, vardır ki, onlar, hakka rehberlik ederler, adaleti de, onunla uygularlar." (Ârâf. 181)
"Siz, insanlar için (seçilip ortaya) çıkarılmış en hayırlı bir Ümmetsiniz.
İyiliği, emr eder, kötülükten vaz geçirmeye çalışırsınız.
(Çünki) Allâha, inanırsınız.
Kitaplılar da, hep inansaydı, kendileri için, elbet daha hayırlı olurdu.
(Gerçi) İçlerinden, iman edenler varsa da, onların pek çoğu (hak dinden çıkmış) fâsıklardır." (Al-i imran. 110)[330]

Kur´ân-ı Kerimin Yahudiler Ve Hristiyanlar Hakkındaki Açıklaması:
"Yahûdîler: Uzeyr, Allah´ın oğludur! dedi(ler).
Hristıyanlar da: Mesîh (İsâ) Allah´ın oğludur! dedi(ler).
Bu, onların, ağızlarile (geveledikleri câhilce) sözleridir ki, (bununla) daha önce, küfr edenlerin sözlerini taklid ediyorlardır.
Hay Allah kahredesi adamlar! (Hakdan, bâtıla) nasıl da, döndürülüyorlar?
Onlar; Allah´ı, bırakıp Bilginlerini, Rahiblerini, Meryemin oğlu Mesih´i tanrılar edindiler.
Halbuki, bunlar da, ancak, Bir olan Allah´a ibâdet etmelerinden başkasıyla em-rolunmamışlardır.
O´ndan başka hiç bir İlâh yoktur.
O, bunların eş tutageldikleri her şeyden münezzehdir."[331]
"Allah:
Ey Meryem oğlu İsâ! İnsanlara (Allah´ı, bırakıp da, beni ve anamı, iki İlâh edini­niz!) diyen sen misin?! dediği zaman, o (şöyle) dedi:
Seni, tenzih ederim (yâ Rabb!) Hakkım olmadık bir sözü söylemekliğim, bana, yakışmaz!
Eğer, onu, söyledimse, elbette, bunu, bilmişsindir.
Benim içimde olan her şeyi, Sen bilirsin.
Ben ise, Senin zatında olanı, bilmem.
Şüphesiz ki: gaybları, hakkıyle bilen Sensin Sen!
Sen, ne emrettinse, ben, onlara, bundan başkasını, söylemedim.
(Dediğim hep şu idi):
Benim de, Rabbim, sizin de, Rabbiniz olan Allah´a ibâdet ediniz. Ben, içlerinde bulunduğum müddetçe, üzerlerinde bir kontrolcu idim. Fakat, vaktâ ki, Sen, beni (içlerinden) aldın, üstlerinde nigâhban yalnız Sen kaldın. (Zâten) Sen, (her zaman) her şeye hakkıyle şâhidsin!" [332]
"Muhakkak ki, İsa´nın hali de, (Babasız dünyaya gelişi de) Allah katında, Âde­min hali gibidir.
(Allah) Onu (Âdemi) topraktan yarattı. Sonra, ona: Ol! dedi. O da, oluverdi."[333] Allah, gerçekten, üçün (üç tanrının) biridir! diyenler, and olsun ki, kâfir olmuştur. Halbuki, bir tek İlâhdan başka hiç bir ilâh yoktur.
Eğer, söyleyegeldikleri (bu sözden) vaz geçmezlerse, içlerinden o kâfir kalanla­rına, her halde, acıklı bir azab dokunacaktır.[334] "Meryem oğlu Mesîh (İsâ), bir Peygamberden başka (bir şey) değildir.
Ondan önce de, Peygamberler gelip geçmiştir.
(Onun) Anası, çok sâdık bir kadındı.
İkisi de, (birer kul ve beşer olarak) yemek yerlerdi.
Bak, biz, âyetleri, onlara, nasıl apaçık anlatıyoruz.
Sonra da, bak, onlar, nasıl (hakîkattan) çevriliyorlar?
De ki: Allâhı bırakıp ta, size ne bir zarar, ne de, bir yarar yapmaya gücü yetme­yen şeylere mi tapıyorsunuz?!
Halbuki (her şeyi) işiten, (her şeyi) bilen, Allanın kendisidir.
De ki
Ey Ehl-i Kitap! Dininizde, haksız yere haddi aşmayınız!
Bundan önce, hem kendileri sapmış, hem bir çoğunu saptırmış ve dümdüz yol­dan ayrılıp sapa gelmiş bir kavmin hevâ (ve heve)sine uymayınız!
İsrail oğullarından olup ta, küfredenlere Davud´un da, Meryem oğlu İsânın da, dili ile lanet olunmuştur.
Bunun sebebi: isyan etmeleri ve ifrata sapmaları idi.
Onlar, işledikleri her hangi fenalıktan, birbirini vaz geçirmeye çalışmazlardı.
Gerçekten, yapmakta devam ettikleri (o hal) ne kötü idi!
İçlerinden bir çoğunu görürsün ki, kâfirlere dostluk ederler.
Nefislerinin, kendileri için, öne sürdüğü, and olsun ki, ne çirkin şeylerdir!
Çünkü, onların kazancı, Allah´ın, kendilerine gazab etmesi ve onların o azab için­de temelli kalıcı olmalarıdır.
Eğer, Allah´a, Peygambere ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları, dost­lar edinmezlerdi. Fakat, onların bir çoğu fâsık kimselerdir.
İnsanların, iman edenlere, düşmanlık bakımından, en katısı, and olsun ki, Yahu­dilerle Allah´a eş koşanları bulacaksın.
Onların, iman edenlere sevgisi bakımından, daha yakınını da, and olsun
"Biz Nasrânîleriz!" diyenleri, bulacaksın.
Bunun sebebi, şudur:
Çünkü, onların içinde keşişler, rahipler vardır.
Şüphe yok ki, onlar, büyüklenmek istemezler.
Peygambere indirileni dinledikleri vakit te, hakkı, tanıdıklarından dolayı, gözleri­nin yaşla dolup taştığını görürsün.
Ey Rabbimiz! derler, iman ettik. Artık, bizi, (hakka) şâhid olanlarla beraber yaz!
Zâten, biz, Rabbimizin bizi de, sâlihler katarına katmasını, koymasını umup du­rurken ne diye Allah´a ve bize gelen hakîkata iman etmeyelim?"[335]
"Yahudiler:
Hristıyanlar, bir şeye sâhib değil! dedi(ler).
Hristıyanlar da
Yahudiler, bir şeye sahib değil! dedi(ler). Halbuki, hepsi de, Kitabı okuyorlar. Bilmeyenler de, tıpkı onların dediklerini söyledi.
Artık, Allah, ihtilafa düşmekte oldukları bu (dâvada) Kıyamet günü, aralarında hükmünü verecektir. "[336]

İsrail Oğullarının İki Defa Anlaşmazlığa Düşmeleri:
İsrail oğulları; Mûsâ Aleyhisselâmdan beşyüz yıl sonra, içlerinde, muhtelif mil­letlere mensup esirlerin oğulları çoğaldığı zaman, ihtilafa düştükleri gibi, İsâ Aley­hisselâmdan iki yüz yıl sonra da, ihtilafa düşmüşlerdir.[337]

İsrail Oğullarının Atlattıkları İkinci Katliâm:
İsrail oğulları, kendilerine gönderilen üç Peygamberden Zekeriyyâ ve Yahya Aleyhisselâmları öldürdükten [338] ve İsâ Aleyhisselâmı da, öldürmeye kalktıkları zaman, kendisi, Allah tarafından göğe kaldırıldıktan sonra [339] Yüce Allah, Bâbil krallarından Haridus adındaki kralı, onların üzerine, saldı.
Haridus, Bâbil halkını, yanına alarak İsrail oğullarının üzerine yürüdü. Onları, yenip Şam´a, girdi.
Ordu kumandanlarının kumandanı, Fil sahibi Nebuzerazan diye anılan Bas ku­mandana:
"Ben, eğer, Beytülmakdis halkına galebe çalarsam, öldüreceğim bir kiimse bu­lamayıncaya ve ordugâhımın ortasından, kanlarını sel gibi akıtıncaya kadar, on­ları, öldüreceğim!" diye tanrım üzerine yemin etmiştim!" dedi ve bu dereceye erişinceye kadar, onları öldürmeye devam etmesini, baş kumandana emretti.
Nebuzerazan, Beytülmakdis´e girdi.
İsrail oğullarının, kurbanlarını takdim ettikleri yerde durunca, orada, bir kanın, kaynamakta olduğunu gördü ve:
"Ey İsrail oğulları! Şu kaynayan kanın hali nedir? [340] Onun haberini, bana ha­ber veriniz!
Onun işinden, hiç bir şeyi, benden gizlemeyiniz!" dedi. [341] İsrail oğulları:
"Bu, bizim takdim ettiğimiz halde, kabul olunmayan bir kurban kanıdır. O, bunun için [342], gördüğün gibi [343] kaynıyor.[344]
Biz, sekiz yüz yıldan beri, kurban takdim ederiz. Bu kurbandan başka, hepsi kabul olunmuştur." dediler.[345]
Baş kumandan:
"Siz, bana, doğru haber vermediniz!" dedi.[346]
İsrail oğulları:
"Eğer, halimiz, önceki zamanımızdaki gibi olsaydı, kurbanımız, kabul olunurdu.[347]
Fakat, bizden krallık, Peygamberlik ve Vahy kesildi. Bunun için, kurbanlarımız kabul edilmez oldu!" dediler.
Baş kumandan Nebuzerazan, bu kanın üzerinde İsrail oğullarının Başkanla­rından yedi yüz yetmiş kişi boğazladı.
Fakat, kan, sâkinleşmedi.[348]
Bunun üzerine, Baş kumandan, İsrail oğullarının gençlerinden ve kadınların­dan yedi bin kişinin, kan üzerinde boğazlanmasını, emretti.[349]
Baş kumandan, İsrail oğullarının Bilginlerinden yedi yüz kişinin daha, kanın üzerinde boğazlanmasını emretti.
Boğazlandı.
Fakat, kan, yine de, sâkinleşmedi, [350] soğumadı.[351]
Nebuzerazan, kanın, sâkinleşmediğini, görünce:
"Ey İsrail oğulları! Yazıklar olsun size![352] Bana, doğrusunu söyleyiniz!
Rabbınızın emri üzerinde sebat ediniz.
Sizin saltanatınız, yer yüzünde, istediğinizi yapıncaya kadar uzamış durmuştu.
Ben, sizleri, erkek kadın ateş üfleyebilecek hiç bir kimse bırakmaksızın öldür­meye girişmeden önce, bana, doğrusunu, söyleyiniz!" dedi.
İsrail oğulları, Baş kumandanın işi sıkı tuttuğunu ve öldürmekteki katılığını ve acımasızlığını görünce, ona, işin doğrusunu, haber verdiler:
"Bu kan, bizden, bir Peygamberin kanıdır ki, o, bizi, Allah´ın, gazab edeceği bir çok kötü işlerden nehy eder dururdu.[353]
Keşke, biz, ona, bu hususta itaat etmiş olsaydık, muhakkak ki, o, bize, doğru yolu göstermişti.[354]
Sizin, şu işinizi de, bize haber vermişti.
Fakat, biz, onu, doğrulamadık. Kendisini, öldürdük![355]
İşte, bu kaynayan kan [356], onun kanıdır!" dediler.
Nebuzerazan:
"Onun ismi, ne idi?" diye sordu.
İsrail oğulları:
"Yahya b.Zekeriyyâ´dır!" dediler.
Nebuzerazan:
"İşte, şimdi, bana, doğrusunu söylediniz!..
Onun için, Rabbiniz, sizden intikam alıyor!" dedi.[357]
Onların, kendisine, doğru söylediklerini görünce [358], secdeye kapandı.
Çevresindeki kimselere:
"Şehrin kapılarını, kapatınız ve şehirde Haridus´un askerlerinden olan herke­si, dışarı, çıkarınız!" dedi.[359]
Baş kumandanın istediğini yaptılar.[360] İçeride, yalnız İsrail oğulları kaldı. Nebuzerazan [361], kaynayan kana [362];
"Ey Yahya b.Zekeriyyâ! Benim Rabbim da, Senin Rabbin de, Senin için, kav­minin musîbete uğramış olduğunu, senin için, onlardan ne kadar kişilerin öldü­rüldüğünü biliyor.[363]
Ben, senin kavminden öldürmedik bir kimse bırakmadan [364], kavminden, öl­dürülmedik bir kimse bırakılmadan [365]´ önce, Allah´ın izniyle sâkinleş!" dedi. [366]
Yahya Aleyhisselâmın kanı, Allah´ın izniyle [367] hemen sakinleşip kaynaması, duruverdi.
Bunun üzerine, Nebuzerazan, onları, öldürmekten el çekti,[368] ve: "İsrail oğullarının inandıklarına, ben de, inandım ve onları, tasdik ettim. On­dan başka Rab bulunmadığına kanâat getirdim!" dedi.[369]
İsrail oğullarına da:
"Allah düşmanı [370] Haridus, bana, kanlarınız, ordugâhının tam ortasından sel gibi akıncaya kadar sizlerden adam öldürmemi, bana emretti.[371]
Ben bunu, yapacağım.[372] Ona, isyan etmeğe Kadir değilim." dedi.
İsrail oğulları;
"Emrolunduğun şeyi [373] yap!" dediler.
Nebuzerazan, onlara [374], hendek kazmalarını [375] emretti.
Bir hendek kazdılar.
Sonra, onlara, emretti: At, katır, eşek, sığır, davar ve deve gibi hayvanlardan getirip orada boğazladılar.[376]
Akan kanlar, çoğaldı ve üzerine de, su, akıtıldı.[377] Kanlar, ordugâhın içine kadar akıp gitti.
İsrail oğullarından öldürülmüş olanların cesedlerinin getirilip boğazlanan hay­van cesedlerinin üzerine atılmasını emretti.
Atıldı.[378]
Kıral Haridus, gerek hendekte bulunan cesedlerin, gerek ordugâha kadar akıp gelen kanın İsrail oğullarına âid olduğunu sandı.[379]
Nebuzerazan´a:
"Artık, onları, öldürmekten el çek! [380] Akan kanları, bana kadar gelip ulaş­mıştır.[381]
Yaptıkları şeyin öcünü, onlardan almış bulunuyorum!" [382] diye haber gönderdi.
Sonra da, Bâbil arzına dönmek üzere, onlardan ayrıldı ki, az kalsın, İsrail oğul­larını yok edip gidecekti.[383]

Yahudilerin Azgınlıkları Yüzünden Uğrayacakları Son Musibet:
Hadîs-i şeriflerde haber verildiğine göre: Zamanın sonuna doğru çıkacak Deccal´ın Tabii ve askeri, Yahûdîler, olacak [384]; Müslümanlar, onlarla çarpışarak kendi­lerini bozguna uğratacak ve öldürecekler, hattâ taşın veya ağacın arkasına saklanacak Yahudî´yi, taş veya ağaç, dile gelip:
"Ey Müslüman! Ey Allah´ın kulu! Şu arkamdaki Yahudî´yi, gel de, öldür!" diyecektir.[385]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Taberî-Tarih .2,s 13
[2] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.298.
[3] Taberî-Tarih c.2,s.113, Sâlebî-Arais s.371, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.298.
[4] Sâlebî-Arais s.371.
[5] Sâlebî-Arais s.371, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.298.
[6] Sâlebî-Arais s.371, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.298, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.56.
[7] Sâlebî-Arais s.371, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.298.
[8] Sâlebî-Arais s.371.
[9] Âl-i İmran: 35
[10] Sâlebî-Arais s.371, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.298.
[11] Sâlebî-Arais s.371.
[12] Sâlebî-Arais s.371, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.298.
[13] Sâlebî-Arais s.371.
[14] Sâlebî-Arais s.371, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.298.
[15] Âl-i İmran: 36.
[16] Sâlebî-Arais s.372, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[17] Sâlebî-Arais s.372.
[18] Sâlebî-Arais s.372, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[19] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[20] Sâlebî-Arais s.372, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.29.
[21] Sâlebî-Arais s.372.
[22] Sâlebî-Arais s.372, İbn.Esîr-Kâmil c.1.8.299.
[23] Sâlebî-Arais s.372.
[24] Sâlebî-Arais s.372, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[25] İbn.Esîr-Kâmil c.l.s.299.
[26] Sâlebî-Arais s.372, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[27] Sâlebî-Arais s.372.
[28] Sâlebî-Arais s.372-373, İbn.Esîr-Kâmil c.1,8.299.
[29] Sâlebî-Arais s.373.
[30] Sâlebî-Arais s.372-373, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[31] Sâlebî-Arais s.373, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[32] Sâlebî-Arais s.373.
[33] Sâlebî-Arais s.373, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.299.
[34] Âl-i imran: 37.
[35] Âl-i İmran: 44.
[36] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,.s.84, Buhârî-Sahih c.4,s.23O, Müslim-Sahih c.4,s.1886, Tirmizî-Sünen c.5,s.702-703, İbn.Abdulberr-lstiab c.4,s,1824, ibn.Esîr-Usüdülgabe c.7,s.84.
[37] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.316, ibn.Abdulberr-İstiab c.1895.
[38] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.316, Hâkim-Müstedrek c.2,s.594, İbn.Abdulber İstiab c.4,s.1895.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/303-306.
[39] Ebülfida-Elbıdaye vennihaye c.2,s.64.
[40] Secde âyeti değildir.
[41] Âl-i İmran: 42-43.
[42] Âl-i İmran: 45-46.
[43] Salebi Arais s.383, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O7
[44] Sâlebî-Arais s.381, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O7
[45] Meryem: 16-21.
[46] Âl-i İmran: 47-51.
[47] Enbiyâ: 91.
[48] Tahrim: 12.
[49] Taberî-Taihc.2,s.1B.
[50] Meryem: 22.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/306-309.
[51] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.65.
[52] Taberi-Tarih c.2,s.18, Sâlebî-Arais s.382, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O8.
[53] Taberi-Tarih c.2,s.18, İbn.Esîr-Kâmil c 1.S.208.
[54] Taberî-Tarih c.2,s.18-19, Sâlebî-Arais s.382, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.308-309.
[55] Taberî-Tarih c.2,s.19, Sâlebî s.382, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O9.
[56] Taberî-Tarih c.2,s.19.
[57] Sâlebî-Arais s.383.
[58] Taberî-Tarih c.2,s.22, Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O9, Ebülfida C.2.S.65.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/309-311.
[59] İsrail oğulları, çok kızdılar: Onun, bizimle bu şekilde alay etmesi, kendisinin, zina etmesinden, bize daha ağır geliyor!" dediler. (Taberi-Tarih c.2,s.22, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.311)
[60] Meryem: 22-33.
[61] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.l3,s.196, Sâlebî-Arais s.386, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.311.
[62] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.196, C.11.S.544, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.31O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.65.
[63] Taberi-Tarih c.2,s.22, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.311.
[64] Sâlebî-Arais s.386, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.311.
[65] Nisa: 156.
[66] Enbiyâ: 91, Tahrîm: 12.
[67] Meryem: 27-28, Nisa: 156.
[68] İbn.Kuteybe-Maarif s.24, Mes´ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.63, Sâlebî-Arais s.402, Yâkut-Mucemülbüldan c 1.S.521 671.
[69] Yâkut-Mucemülbüldan d.s.521.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/311-312.
[70] Taberî-Tarih c.2,s.19, Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
[71] Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3l2.
[72] Taberî-Tarih c.2,s.19, Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
[73] Taberî-Tarih c.2,s.19, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
[74] Taberî-Tarih c.2,s.20, Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
[75] Taberî-Tarih c.2,s.19, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
[76] Mü´minûn: 50.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/312-313.
[77] Taberî-Tarih c.2,s.20, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
[78] Taberî-Tarih c.2,s.20.
[79] Taberi-Tarih C.2.S.20. Sâlebî-Arais s.386.
[80] Taberî-Tarih c.2,s.20-21, Sâlebî-Arais s.387-388.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/313-314.
[81] Taberî-Tarih c.2,s.21.
[82] İbn.Kuteybe-Maarif s.25, Yâkubî-Tarih c.1,s.69, Sâlebî-Arais s.390. İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[83] İbn.Kuteybe-Maarif s.25, Sâlebî-Arais s.390.
[84] İbn.Kuteybe-Maarif s.25, Mes´ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.63, Sâlebî-Arais s.390, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[85] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/314-315.
[86] Taberî-Tarih c.2,s.21, Sâlebî-Arais s.390, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[87] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355.
[88] Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[89] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[90] Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[91] Sâlebî-Arais s.390.
[92] Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[93] Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[94] Sâlebî-Arais s.390.
[95] Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[96] Taberî-Tarih c.2,s.21, Sâlebî-Arais s.390.
[97] Sâlebî-Arais s.390.
[98] Taberî-Tarih c.2,s.21, Sâlebî-Arais s.390.
[99] Sâlebî-Arais s.390.
[100] Taberî-Tarih c.2,s.21, Sâlebî-Arais s.390.
[101] Hâkim-Müstedrek c.2,s.549.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/315.
[102] Sâlebî-Arais s.390.
[103] Sâlebî-Arais s.394.
[104] Sâlebî-Arais s.392, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[105] Sâlebî-Arais s.392.
[106] Sâlebî-Arais s.392, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/316.
[107] Taberi-Tarih c.2,s.21.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/316-317.
[108] Sâlebî-Arais s.391, ibn.Esir-Kâmil c.1,s.314.
[109] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.314.
[110] Sâlebî-Arais s.391, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[111] Sâlebî-Arais s.391.
[112] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.314.
[113] Sâlebî-Arais s.391, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[114] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[115] Âl-i İmran: 52.
[116] Yâkubî-Tarih c.1,s.68, Sâlebî-Arais s.390, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.315, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.92.
[117] İbn.ishak, ibn.Hişam-Sîre c.4,s.255, Yâkubî-Tarih c.1,s.79, Taberî-Tarih c.2,s.24, Tefsir c.6,s.14-15, Sâlebî-Arais s.390, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.92-93.
[118] Sâlebî-Arais s.391, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[119] Sâlebî-Arais s.391.
[120] Sâlebî-Arais s.391, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[121] Sâlebî-Arais s.391.
[122] Sâlebî-Arais s.391.
[123] Sâlebî-Arais s.391, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.315.
[124] Sâlebî-Arais s.391.
[125] Sâlebî-Arais s.391, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.315.
[126] Sâlebî-Arais s.391.
[127] Sâlebî-Arais s.391, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/317-319.
[128] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.315.
[129] Sâlebî-Arais s.394.
[130] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[131] Taberî-Tarih c.1,s.91, Sâlebî-Arais s.394.
[132] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[133] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[134] Taberî-Tarih c.1,s.91, Sâlebî-Arais s.394, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[135] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[136] Sâlebî-Arais S.394.
[137] Sâlebî-Arais s.394, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[138] Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355.
[139] Taberî-Tarih c.1,s.91, Sâlebî-Arais s.394.
[140] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[141] Veya Hâm b.Nuh (Taberî-Tarih c.1,s.91)
[142]. Sâlebî-Arais s.394.
[143] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315
[144] Sâlebî-Arais s.394.
[145] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[146] Tâberi-Tarih c.1,s.91, Sâlebî-Arais s.394.
[147] Sâlebî-Arais s.394.
[148] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[149] Sâlebî-Arais s.394.
[150] Taberî-Tarih c.1,s.91, Sâlebî-Arais s.394.
[151] Sâlebî-Arais s.394.
[152] Taberî-Tarih c.1,s,91.
[153] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[154] Sâlebî-Arais s.394.
[155] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[156] Sâlebî-Arais s.394.
[157] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[158] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[159] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[160] Sâlebî-Arais s.394
[161] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[162] Sâlebî-Arais s.394, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[163] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[164] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355.
[165] Sâlebî-Arais s.394.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/319-321.
[166] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[167] Sâlebî-Arais s.394, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[168] Sâlebî-Arais s.394.
[169] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.315.
[170] Sâlebî-Arais s.394.
[171] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[172] Sâlebî-Arais s.394.
[173] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[174] Sâlebî-Arais s.394.
[175] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.82.
[176] Matta Bab: 13, Fıkra: 54, 57, 58.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/321-323.
[177] Taberî-Tarih C.3.S.130.
[178] Sâlebî-Arais s.397.
[179] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.86.
[180] Sâlebî-Arais s.397.
[181] Taberî-Tefsir c.7,s.131.
[182] Taberî-Tefsir c.7,s.131, Sâlebî-Arais s.397, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.316.
[183] Taberî-Tefsir c.7,s.133, Sâlebî-Arais s.397.
[184] Taberî-Tefsir c.7,s.133, Sâlebî-Arais s.397, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.316, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.86.
[185] Sâlebî-Arais s.398, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.316.
[186] Sâlebî-Arais s.399.
[187] Sâlebî-Arais s.398, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[188] Sâlebî-Arais s.398.
[189] Sâlebî-Arais s.398, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[190] Sâlebî-Arais s.398.
[191] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[192] Sâlebî-Arais s.398, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[193] Sâlebî-Arais s.398.
[194] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[195] Sâlebî-Arais s.398, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[196] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[197] Sâlebî-Arais s.398.
[198] Sâlebî-Arais s.399.
[199] Sâlebî-Arais s.399, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[200] Sâlebî-Arais s.399.
[201] Taberî-Tefsir c.7,s.131,132, Sâlebî-Arais s.397, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.316, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.86.
[202] Taberî-Tefsir c.7,s.133, Sâlebî-Arais s.397
[203] Sâlebî-Arais s.399
[204] Sâlebî-Arais s.398, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.316
[205] Sâlebî-Arais s.398.
[206] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.86.
[207] Sâlebî-Arais s.399.
[208] Sâlebî-Arais s.399, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[209] Sâlebî-Arais s.399.
[210] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.317.
[211] Sâlebî-Arais s.399 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[212] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[213] Sâlebî-Arais s.399, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[214] Sâlebî-Arais s.399.
[215] Sâlebi-Arais s.398.
[216] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.316.
[217] Sâlebî-Arais s.398.
[218] Sâlebî-Arais s.398, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.316.
[219] Sâlebî-Arais s.398, 399.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/323-326.
[220] Sâlebî-Arais s.399, İbn.Esir-Kâmil c.1,s.317.
[221] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[222] Sâlebî-Arais s.399.
[223] Sâlebî-Arais s.398, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.316, 317.
[224] Sâlebî-Arais s.399.
[225] Sâlebî-Arais s.399, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[226] İbn.lyas-Bedâyiuzzühur s 199.
[227] Sâlebî-Arais s.399.
[228] İbn.lyas-Bedâyiuzzühur s. 199.
[229] Sâlebî-Arais s.399, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317, İbn.lyas-Bedâyiuzzühur s. 199.
[230] Sâlebî-Arais s.399, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/326.
[231] Mâide: 112-115.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/326-327.
[232] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.75, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.73.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/327.
[233] İbn.İshak, ibn.Hişam-Sîre c.4,s.255.
[234] İbn.ishak, İbn.Hişam-Sîre c.4,s.255, Taberî-Tarih c.2,s.24.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/327-328.
[235] Taberî-Tefsir c.22,s.155,158-161.
[236] Sâlebî-Arais s.406, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.319.
[237] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/328-330.
[238] Yâkubî-Tarih C.1.S.75-76.
[239] Yâkubî-Tarih c.1,s.75, Sâlebî-Arais s.392, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[240] Sâlebî-Arais s.392, İbn.Esîr-Kâmil, c. 1,8.315.
[241] Sâlebî-Arais s.392.
[242] Yâkubî-Tarih c. 1,8.76.
[243] Sâlebî-Arais s.392, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[244] Yâkubî-Tarih c.1,s.76.
[245] Sâlebî-Arais s.392.
[246] Yakubi-Tarih c. 1,8.76.
[247] Sâlebî-Arais s.393.
[248] Yâkubî-Tarih c.1,s.176, Sâlebî-Arais s.303, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[249] Yâkubî-Tarih c.1,s,76.
[250] Sâlebî-Arais s.393.
[251] Yâkubî-Tarih c.1,s.76, Sâlebî-Arais s.393, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[252] Yâkubî-Tarih c.1,s 76.
[253] Sâlebî-Arais s.393
[254] Yâkubî-Tarih c.1,s.76.
[255] Sâlebî-Arais s.393.
[256] Yâkubî-Tarih c.1,s.76.
[257] Sâlebî-Arais s.393.
[258] Yâkubî-Tarih c.1,s.76, Sâlebî-Arais s.393.
[259] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/330-331.
[260] Yâkubî-Tarih c.1,s.76.
[261] Dineverî-El´ahbar s.41.
[262] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.84.
[263] Sâlebî-Arais s 387.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/331.
[264] Yâkubî-Tarih C.1.S.76.
[265] Sâlebî-Arais s.400, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[266] Sâlebî-Arais s.400.
[267] Sâlebî-Arais s.400, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[268] Sâlebî-Arais s.400.
[269] Sâlebî-Arais s.400, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.318.
[270] Sâlebî-Arais s.400.
[271] Sâlebî-Arais s.400, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.318.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/332.
[272] Taberî-Tarih c.2,s.22-23, Sâlebî-Arais s.400-401, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.318-319, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.93-94.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/332-333.
[273] Sâlebî-Arais s.400.
[274] Sâlebî-Arais s.400, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s,318.
[275] Sâlebî-Arais s.400.
[276] Sâlebî-Arais s.400, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.318.
[277] Taberî-Tarih c.2,s.23, Sâlebî-Arais s.401.
[278] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.319.
[279] Sâlebî-Arais s.401, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.319.
[280] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.319-320.
[281] Sâlebî-Arais s.401.
[282] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.320.
[283] Sâlebî-Arais s.401, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.320.
[284] Taberî-Tefsir C.6.S.12-17.
[285] Yâkubî-Tarih c.1,s.79, Sâlebî-Arais s.403, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.356, Ebülfida-Elbidaye venniha-ye c.2,s.95.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/333-334.
[286] Nisa: 156-158.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/334.
[287] ibn.İshak, İbn.Hişam-Sîre c.2,s.41, Abdurrezzak-Musannef c.5,s.329, Buharî-Sahih c.4,s.14O, Müslim-Sahih C.1.S.152.
[288] Sâlebî-Arais s.387.
[289] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sîre c.2,s.41, Buharî-Sahih c.4,s.14O, Müslim-Sahih c.1,s.152.
[290] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.97
[291] Sâlebî-Arais s.387.
[292] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.97.
[293] Sâlebî-Arais s.387.
[294] İbn.ishak, ibn.Hişam-Sîre c.2,s.41.
[295] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.192.
[296] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.193, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355.
[297] Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355.
[298] Sâlebî-Arais s.387.
[299] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.82.
[300] Sâlebî-Arais s.387, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.82.
[301] Sâlebî-Arais s.387.
[302] Hâkim-Müstedrek c.2,s.596.
[303] Abdurrezzak-Musannef c.11 ,s.3O9.
[304] Sâlebî-Arais s.387.
[305] Hâkim-Müstedrek c.2,s.596
[306] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.193.
[307] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.197.
[308] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13.s.193.
[309] Yakîn : Lügatta: bir şeyi, seksiz, şüphesiz olarak, gerçekten bilmek demektir. (Fîrûzâbâdî-Kamûsulmuhît c.3,s.28O, Seyyid-Tarifat s. 175)
Yâkîn : İlm´in, Marifet, Dirayet ve benzerlerine üstün sıfatlarından olup İlmülyakîn, Aynülyakin, Hakkulyakîn diye üç derecesi ve bunların da aralarında bir takım farkları vardır. (Râkıb-Müfredâtülkur´an s.552) Din Teriminde Yakın : Bir şeye, bu, böyledir! diye itikad etmekle birlikte, bunun, vakıa uygun ve zevali im­kânsız olarak ancak böyle olabileceğine itikad etmek, kanâat getirmek demektir. (Seyyid-Târifât s.175).
[310] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.77, 74.
[311] Buharî-Sahih c.4,s.142, Müslim-Sahih c.4.s.1838, İbn.Mâce-Sünen c.1,s.679, Nesaî-Sünen c.8,s.249.
[312] Ahmed b.Hanbel-Ezziihd s.77
[313] ibn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd c.2,s.227.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/334-337.
[314] Saf: 6
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm da, bir Hadîs-i şeriflerinde: "Ben, Atam ibrahim´in duası, İsâ b.Mer­yem´in müjdesi ve Annemin rü´yâsıyım ki, Annem, bana hâmile iken, rü´yâsında, Şam köşklerini, kendine ay­dınlatan bir Nûr´un, kendisinden çıktığını görmüştü.
Zâten, Peygamberlerin Anneleri, böyle rü´yâ görürlerdir!" buyurarak bunu açıklamışlardır. (ibn.Sa´d-Tabakat c.1,s.149, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.128, Taberî-Tefsir c.1,s,556, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.68, 71, Ebülferec İbn.Cevzî-Elvefa c.1,s.36, Zehebî-Tarihulislam c.2,s.16, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O7, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.223)
[315] Bab: 16, Fıkra: 7-14, Bab: 15, Fıkr. 26-27
[316] İbn.ishak, ibn.Hişam-Sîre c.1,s.248
[317] Ebülferec İbn.Cevzî-Elvefa c.1,s.67.
[318] Rahmetullah. Hindî-lzhârulhakk Terceme c.2,s.262-263.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/338-339.
[319] Taberî-Tarih c.2,s.13, Hâkim-Müstedrek c.2,s.596, Sâlebî-Arais s.403, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.2,s.356, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O7, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.138.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/339.
[320] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.6,s.45O, Heysemî-Mecmauzzevaid c.10,s.67
[321] Yuhanna: Bab: 14, Fıkra: 16, Bab: 15, Fkr.26,Bab: 16, Fkr.7.
[322] Matta: Bab: 21, Fkr. 42-44.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/339-340.
[323] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.14,s.302-303, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.3,s.148, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.2,s.130, Begavî-Mesâbihussünne c.2,s.179, Kadı lyaz-Şifâ c.1,s.137, İbn.Esîr-Câmiul´usûl c.12,s.53, ibn.Seyyid-Uyûnüleser c.1,s.144.
[324] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.143 Buharî-Sahih c.1,s.92, Müslim-Sahih d.s.148.
[325] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.143, Buharî-Sahih c.1,s.92, Müslim-Sahih c.1,s.145, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.2,s.13O, Begavî-Mesâbihussünne c.2,s.179, Kadı lyaz-Şifa c.1,s.137, İbn.Esîr-Câmiul´usûl c.12,s.53, İbn.Seyyid-Uyûnüleser c.1,s.144.
[326] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.143, Buharî-Sahih c.1,s.92, Müslim-Sahih c.1,s.145, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.2,s.13O, Begavî-Mesâbihussünne c.2,s.179, Kadı lyaz-Şifa c.1,s.137, İbn.Esîr-Câmiul´usûl c.12,s.53, İbn.Seyyid-Uyûnüleser c.1,s.144.
[327] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, A.b.Hanbel-Müsned c.3,s.148, Müslim-Sahih c.1,s.145, Beyhakî-
Delâilünnübüvve c.2,s.13O, Beygavî-Mesabih c.2,s.179, Kadı lyaz-Şifâ c.1,s.137, İbn.Esîr-Câmiul´usûl c.12,s.53, İbn.Seyyid-Uyûnüleser c.1,s.144
[328] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.2O8, Buharî-Sahih c.4,s.248.
[329] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.3,s.148,, Buharî-Sahih c.4,s.248, Müslim-Sahih c.1,s.145, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.2,s.13O, Begavî-mesâbihussünne c.2,s.179, İbn.Esîr-Câmiul´usûl c.12,s.53, İbn.Seyyid Uyûnüleser c.1,s.144.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/340-341.
[330] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/341-344.
[331] Tevbe: 9/30-31.
[332] Mâide: 5/116-117.
[333] Âl-i İmran: 3/59.
[334] Mâide: 73.
[335] Mâide: 75-84.
[336] Bakare: 113.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/344-347.
[337] Deyiemî-Eifirdevsc.1, s.406.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/347.
[338] Taberî-Tarih c.2,s.16, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.303-304.
[339] Taberî-Tarih c.2,s.16, Sâlebî-Arais s.342.
[340] Taberî-Tarih c.2,s.16, Sâlebî-Arais s.342, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[341] Taberî-Tarih C.2.S.16, Sâlebî-Arais s.342.
[342] Taberî-Tarih c.2,s.16-17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[343] Taberî-Tarih C.2.S.17, Sâlebî-Arais s.342.
[344] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[345] Taberî-Tarih c.2,s,17, Sâlebî-Arais s.342.
[346] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[347] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[348] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[349] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[350] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[351] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[352] Taberî-Tarih C.2.S.17, Sâlebî-Arais s.342.
[353] Taberi-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[354] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[355] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O4.
[356] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[357] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.l.s.304.
[358] Taberî-Tarih C.2.S.17, Sâlebî-Arais s.342.
[359] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O4.
[360] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O4.
[361] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O4.
[362] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.305.
[363] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[364] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[365] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[366] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[367] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[368] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[369] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[370] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[371] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[372] Taberî-Tarih c.2,s.17.
[373] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[374] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.343, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[375] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[376] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.343, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[377] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[378] Taberî-Tarih C.2.S.17, Sâlebî-Arais s.043, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[379] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.343.
[380] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.343, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[381] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.343.
[382] Taberî-Tarih c.2,s.17, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[383] Taberi-Tarih c.2,s .17, Sâlebî-Arais s.343.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/347-351.
[384] ibn.Mâce-Sünen c.2,s.1361, Heysemî- Mecmauzzevâid c.7,s.338-342.
[385] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.417, Buharî-Sahih c.3,s.232, Müslim-Sahih c.4,s.2238-2239, Begavî-Mesâbihussünne c.2,s.137, ibn.Esîr-Câmiul´usûl c.11,s.76, Hatîbüttebrîzî-Mişkâtülmesabih c.3,s.14
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/351.
Resim
Cevapla

“►Kuranda Geçen 28 Peygamber◄” sayfasına dön