AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Muhammed Sıddık Hekim (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hz. Mûsâ aleyhi's-selâm devresinde Firavun’un en çok böbürlendiği sihirbazları sihir işlerinde çok ileri durumda idiler.
Firavun onlara o kadar güveniyor ve onlarla o kadar böbürleniyordu ki Hz. Mûsâ’yı aleyhi's-selâm zor duruma düşürmek için onlarla karşı karşıya getirmiştir.
Sihirbazların kendilerine mahsus fenleri vardır.
Birşeyler öğrenmişler, sanatlarını göstermişler ve başaracaklarına kesinlikle inanıyorlar.
Fakat
ALLAHu zu'l-Celâl yardım edince, Mûsâ aleyhi's-selâm âsâsını ortaya atınca neleri varsa yutup yok ediyor.
Basit bir âsâ görünümünde ama tüm sihirleri tamâmen silip süpürüyor.
Bakınız senelerce bu işe devam eden sihirbazların beşerî fenlerini Hz. Mûsânın aleyhi's-selâm âsâsı mu’cizevî bir halle yok edince sihirbazlar oturup bir iyice düşündüler.
Öylesine düşündüler ki; bir saat tefekkür ettiler mu’cize karşısında âciz kalıp öyle bir îman sâhibi oldular ki Hz. Mûsâ'nın aleyhi's-selâm en kıdemli kimseleri arasında yer aldılar.
Îman yönünden en güçlü kişileri oldular.
Firavun ne isterse onu söylesin:
Öldüreceğim, asacağım!desin... hiçte dinlemediler.
İşte mu’cize karşısındakileri bu şekilde aciz hale getirir.
Mu’cize budur. Kerâmet gibi değildir.
Çünkü bir evliyâyı beğenmedinse başka birine gidebilirsin ve ona bağlanma mecbûriyetin yoktur.
İllâ o evliyâya bağlanmadın diye kâfir olmazsın. Evliyâ ve kerâmet işi ayrı bir mesele.
Fakat rasûller ve nebîler halkı dâvet ederken halkın kendilerine bağlanmaları ve inanmaları mecbûrîdir.
Onun içinde onların gösterecekleri mu’cizeler karşısında söylenecek söz kalmaz ve âciz bırakır kişiyi...

Hz. Îsâ aleyhi's-selâm devresi biliyorsunuz tebâbet (tıb) yönünden çok ileri idi.
Eflâtun, Sokrat vs. devresi idi.
Hz. Îsâ'nın aleyhi's-selâm getirdiği hârika mu’cizeler karşısında diyecek birşeyleri kalmamıştır.
Âmâların gözleri açılıyor, kötürüm olanlar yürüyor vs...
Gösterdikleri, karşısındakilere i’tiraz edecek bir şey bırakmıyor ve âciz bırakıyor.
Ancak; Hidâyet
ALLAHu zu'l-Celâle âittir kimin îman nasîbi varsa îman eder sihirbazlar gibi...
Kiminde îman nasîbi yoksa inad eder kâfir olur Firavun gibi...
Hülâsa mu’cize bu minvâl üzeredir.

Bir fırka Cennet'te bir fırkada Cehennem'dedir.


وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ

Ve kezâlike evhaynâ ileyke kur’ânen arabiyyen li tunzire umme'l-kurâ ve men havlehâ ve tunzire yevme'l-cem’i lâ reybe fîh(fîhi), ferîkun fî'l-cenneti ve ferîkun fî's-saîr(saîri): İşte biz sana, böyle Arapça bir Kur'an vahyettik; şehirlerin anası (olan Mekke halkı)nı ve çevresinde olanları uyarman için ve kendisinde şüphe olmayan toplanma gününü (haber verip onları) uyarman için de. (O gün onların) Bir bölümü cennette, bir bölümü çılgınca yanan ateşin içerisindedirler.
(şûrâ 42/7)

Kerâmet husûsuna gelince; her evliyâ hangi nebînin tezine tâbi’ ise onu uygular. Mâdem ki:


العلماء ورثة الانبياء


El-ulemâu veresetu’l- enbiyâ:Ulema enbiyâ mirasçılarıdır.
Veresetu’l- enbiyâdeniyor daVeresetu’r-rasûldenmez.
Sebebi, her peygamber mutlaka nebîdir ama her nebî rasûl değildir.
Her rasûl aynı zamanda nebîdir de...
Her rasûlun bir yasası yâni şeriâtı vardır.
Nebîlerin ise kendilerine mahsus yasaları şeriâtları yoktur.
Onlar
ALLAHu zu'l-Celâlin rasûl olarak gönderdiği elçilerinin niyâbetinde (nâiblik, vekâlet) irşad edicilerdir.
Nebîler mürşidlerdir. Rasûllerinden aldıkları yasayı uygularlar.
313 rasûl gelmişken onların nâibi olarak 124.000 nebî gelmiştir.
Nebîler halkı hakka da'vet etmek için halk içine dağılırlar ve daha yaygındırlar.

İşte, Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem ümmetini irşad eden mürşidler, evliyâlar da böyledir.
Bunların çeşitli tabakaları vardır. Gavsiyyet, kutbiyyet, Evtad, Nucebâ, Nukebâ vs...
Bu hususta Fırka-i Nâciye kitabımızda malumât verilmiştir.

Tabi ki
“العلماء ورثة الانبياء : El ulema veresetu’l- enbiyâdenilince bunu her önüne gelen kendi hesâbına gâyet güzel kullanıyor.
Bu iddiada bulunanların tezlerinin, ahlâklarının terbiyelerinin ve
ALLAHu zu'l-Celâle karşı olan saygı ve bağlılıklarının hiç olmazsa bir nebzecik nebîlerinkine benzemeleri gerekmez mi? Onun içindir ki, Muhiddîn-i Arabî ve benzeri zâtlar124.000 nebî adedince evliyâ her zaman bulunur ve her evliyâda benzeri olan nebînin tezini kullanırdiyorlar.
Bunlar normal olarak halkı irşad eden evliyâlardır.
Bir de kemâliyeti tam ve
ALLAHu zu'l-Celâlin ahdu mîsâkı olan kâmil zâtlar vardır ki onlar cebrî olarak bir görevle gönderilirler.
İşte bunlar nebîleri değilde rasûlleri taklid ederler ve onlardan alışverişleri olur.
Eğer bâzı evliyâları ateş yakmıyorsa onlar Halîlî meşreblidirler.
Ölüleri diriltiyorsa onlar İsevî meşreblidirler.
Âdetâ onların mu’cizelerini kerâmet olarak gösterirler.
Ahlâkları, huyları, edebiyatları hattâ merhâmetleri bile aynıdır.
Hz. Ebû Bekiri Sıddık radiyallâhu anhu için Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem İbrahimî diye buyuruyor.


Hadis-i Şerif:


لوكنت متخذا خليلا غيرالله لاتخذت ابابكر خليلا ولكن صاحبكم خليلا الرحمن


Hadis meâli:
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:Ben bir Halil (dosd) edinmiş olsaydım Ebû Bekiri ittihaz ederdim. Fakat kardeşiniz Ebû Bekir Halîlu’r-rahman’ın tezinden gidiyor. Çünkü, istişârelerinde onun tezi gibi yumuşak bir tez uyguluyor.

Âyet-i celilede ise;


رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ فَمَن تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

Rabbi innehunne adlelne kesîren mine'n-nâs(nâsi), fe men tebianî fe innehu minnî, ve men asânî fe inneke gafûrun rahîm(rahîmun): "RABBim, gerçekten onlar insanlardan birçoğunu şaşırtıp saptırdı. Bundan böyle kim bana uyarsa, artık o bendendir, kim bana isyan ederse elbette Sen, bağışlayansın, esirgeyensin." (İbrahim 14/36)

Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kimde bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin.
Çünkü İbrahim Halilu’r-rahman aleyhi's-selâm: “Bana tabi’ olanlar tabi’ olmuşlardır.
Fakat bana isyan edenlere karşı sen Gafuru’r Rahimsin” diyor Allahü Zülcelâle...
İbrahim aleyhisselâm ın kararı bu şekilde olup, kendine isyan edenler için “Şedüdü’l- ikâb et” demiyor...
Merhamet gösteriyor, şiddet dilemiyor.
Hz. Nuhda aleyhisselâm ise böyle değildir.
Onun için İbrahim Halilullahın aleyhisselâm bu kelimesini çok severdi Aleyhisselâtü ve’s selâm...
İşte onun için
Halîlu’r-rahmân'ın merhâmetli huy sâhibi oluşundan dolayı eğer bir Halil (dosd) ittihaz etseydim Ebû Bekir'i seçerdim fakat Ebû Bekir sâhibiniz esâsen Halilu’r-rahmân'ın dosdudurbuyuruyor.

Hz. Ömer radiyallâhu anhu Mûsevî'dir ve biraz celâllidir.
Hz. Osman radiyallâhu anhu Hârûnî'dir.
Hz. İmâm-ı Ali kerremullâhi vecheye gelince: Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kendisine
Senin İsâ’ya benzer bir hâlin vardırbuyurunca:Neden yâ Rasûlullah?diyor Rasûlullahda sallallâhu aleyhi ve sellem:Îsâ karşısında, kendi devresi insanları iki fırka oldular. Bir fırka İsâ’yı çok sevdiklerinden dolayıİsâ ALLAH'ın oğludurdediler. Diğer fırka iseÎsâ babasızdiyerek Meryem’e zîna isnad edip iftira ettiler. Ve her ikisi de felâkete girmişlerdir. Ya Ali senin için de iki fırka bu hâle düşecekler. Seni çok sevdiğini söyleyen kimseler senin içinyer tanrısıdiyecekler. Diğer fırka ise küfrüne hükmedipkâfirdiyecekler!buyuruyor.
Onun için İmâm-ı Ali radiyallâhu anhu Îsevî'dir.
Nitekim öyle de olmuştur. Sebeiyye fırkası Hz. Ali’yi radiyallâhu anhu çok sevdiklerini söyleyerek
Ali yer tanrısıdırdiyorlar.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Yine Caferîlerinde İmâmı Ali radiyallâhu anhu için çok aşırı sevgileri vardır.
Nitekim namaz kılarken dahi tahiyyatın sonunda iki tarafa selâm vermeyip ellerini iki kerre kaldırıp tekrar dizlerine koyuyorlar.
Zira bu i’tikadlarının işâreti olup:
Nübüvvet, nebîlik Muhammedin değildirdiye ellerini kaldırarak reddediyorlar veAli’nindirdiyerekten tasdîken indiriyorlar.
İkinci tekrarda ise;
Cebrâ'îl emin değildir.diye reddediphâindirdiye tasdîken indiriyorlar.
Çünkü
Nübüvveti Ali'ye getireceği yerde Muhammed'e getirdi, emin değil, hâindirdiye işâret ediyorlar. Sistemleri budur.
Onun için İmâmı Ali'yi radiyallâhu anhu çok aşırı seven fırkalar böyledir.
Hiç sevmeyen diğer fırka ise Haricîyyelerdir ki; tamâmen tersine
kâfirdirdiyorlar.
Bizzât Hz. Ali radiyallâhu anhu ile çok harbler ettiler.
Buna sebeb Hakemeyn (iki hakem) hâdisesidir.
Muâviye ile olan meselenin çözümü için iki taraftan hakem tâyin edilmesi ve onların vereceği hükme uyulacağının bildirilmesi üzerine bir zümre ortaya çıkıp:


إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُواْ لِلَّذِينَ هَادُواْ وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُواْ مِن كِتَابِ اللّهِ وَكَانُواْ عَلَيْهِ شُهَدَاء فَلاَ تَخْشَوُاْ النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلاً
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ

İnnâ enzelne't-tevrâte fîhâ huden ve nûr(nûrun), yahkumu bihe'n-nebiyyûnellezîne eslemû lillezîne hâdû ve'r-rabbâniyyûne ve'l-ahbâru bimestuhfizû min kitâbillâhi ve kânû aleyhi şuhedâe, fe lâ tahşevû'n-nâse vahşevni ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ(kalîlen) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humu'l-kâfirûn(kâfirûne): Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (ALLAH'a) vermiş peygamberler onunla Yahudilere hükmederlerdi. ALLAH'ın Kitab'ını korumaları kendilerinden istendiği için RABBlerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şâhitlerdi. Şu halde (Ey yahudiler ve hakimler!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim ALLAH'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
(Mâide 5 / 44)

Kim ki ALLAH'ın inzal ettiği ile (Kur’ân'la) hükmetmezse onlar kâfirlerdirâyetini esas alıportada Kur’ân var iken başka hüküm çıkardı diyerekten Hz. Ali radiyallâhu anhu için küfretti ve kâfirdirdediler.
Hattâ bâzı câmilerin kapılarında bu âyeti yazarlar ki bunlar esâsen Hâricîyye Fırkası mensublarıdırlar.
Hâricîler aynı zamanda büyük günah işleyen kimseleri İslâm'dan saf dışı ederler. Îmandan çıkarırlar ve îmansızdır derler.
Günahı kebâir (büyük hatâ) işleyenlerin tamâmen küfrüne hükmederler.
Nitekim Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm da İmam-ı Ali'ye radiyallâhu anhu:
Basit bir hükümden dolayı senin tekfirine karar vereceklerbuyuruyor.
İşte bu Hâriciyye mezhebi için:


الخارجية كلاب النار

Haricîler cehennemin kelbleridirbuyuruyor.
Hâriciyye Fırkası hakkında apaçık hadisler mevcuddur.

Hâl-i hazırda Vehhâbî Fırkası da günah-ı kebâiri olanın derhal küfrüne karar vermektedir.
Esâsen bunların aslı ise Zâhiriyye Fırkasıdır.
Hadislerin zâhirine bakıp hemen karar verirler. Zâhiriyye; Dâvud-i Zâhirî’nin mezhebidir.
Ondan Muhammed İbn-i Hazb’e ondan Ahmed Ziyâuddîn İbn-i Teymiyye’ye ondan da Abdu'l-Vehhab’a intikal eder.
Şu andaki Suudîlerin Vehhabîliğide budur.
Vehhabîlerde bir hadisin zâhirine bakıp hemen hüküm verirler.
Meselâ:
Müşrikle Müslümanın arasını ayıran namazdırbuyurulan hadisin zâhirine bakarak namaz kılmayanın aleyhine derhal hükmederler.
Suudilerin Şeyhu’l- İslâm'ı durumunda olan kimse ki vefât etmiştir.
Kendisine iki genç derdlerini ve hallerini anlatmak için gelmişler bende radyodan dinledim.

Biz evleneli şu kadar yıl oldu o günden bu güne namaz kılmıyoruz. Ancak şu anda tevbe edip namaza başladık fakat geçen vakitteki namazlarımızı nasıl ödeyeceğiz?diye soruyorlar.
Cevâben bizzâtihi kendi dinlediğim ki, o zamanlarda 10 dakikalık müşkilat meseleler ve çözümleri diye Ali Tantavî’nin bir programı vardı ve dinlerdik.
Bu kişi de
Reisu’l- ulemâolduğu için kendisine bu suali sormuşlar.
Cevâbı;
Eğer namaz kılmadığınız devrede ölseydiniz küfür üzere kâfir olarak ölürdünüzdedi. Bu şekilde söyledi.
Bu kişiler, namazı inkâr etmiyorlar ama kılmıyorlar. Kılamamışlar ihmal etmişler.
Farz olduğuna inanmış, kılmıyorsa kâfir değilde fasık olur.

ALLAHu zu'l-Celâl'in herhangi bir emrini veyâ yasağını bilerek inkâr ederse cürümdür ve küfürdür.
Ama inandığı halde yapmıyorsa cürüm değil fısk işlemiş ve fasık olmuştur.
Benim dinlediğim hâdisede ise namazı kazâ ile ödemeye hiç gerek dahi duymadan doğrudan doğruya küfrüne hükmetti. İşte bunlarda Hâriciyye mezhebine gâyet yakındırlar.
Zira; Hâricîler de günah-ı kebâirden dolayı küfrüne hemen hüküm veriyorlar.
İmam-ı Ali radiyallâhu anhu içinde:


ومن لم يحكم بما أنزل الله فأولئك هم الكافرون...........

(Maide 5 / 44)
"Hükmü ortada iken sen kendine bir hakemeyn hükmü çıkardın!" diyerekten küfrüne hükmettiler. Çokça da telefiyat olmuştur.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »


ZEVK 1752

Muhabbete Merhamete Hem Me’muruz Hem Mecburuz
Muhammedîyiz Hamd Olsun!
Resim Nurun Alâ Nuruz
Muhammed Sıddık Hekim’in Sırr-ı Sıfır Sahrasında
Rahmânu’r- Rahîm Nefesi, Halka “Nufiha Fî’s-Sur” Uz!


21.04.2001 17:40
antalya-ev..


اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
“ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌ
“Fe izâ nufiha fîs sûri nefhatun vâhıdeh(vâhıdetun) : Artık sur'a tek bir üfürülüşle üfürüleceği.” (Hâkka 69/13)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »


Kardeşlerim;
Ehl-i Sünnet ve’l cemaat olan Fırka-i Nâciye’ye çok ihtiyacımız vardır.
ALLAHu zu'l-Celâl'e şükürler olsun ki
Fırka-i Nâciyekitabımız imkânlarımız nisbetinde Cenâb-ı Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem Fırka-i Nâciye esaslarına göre hazırlanmıştır. Gayretkeşliğimizin gâye ve sebebi ümmet-i Muhammed mensubu kardeşlerimizin Fırka-i Nâciyenin muhalifi olan fırkaların tongasına düşmemeleridir.
Dikkat ediniz ve inanınız ki; şeytanlar halk arasında ilimden bahsedip cirit atacaklar.
Kur’ân ve hadisde okuyarak bu yönle halkı kandırıp iknâya çalışacaklar.
Bir meseleyi ortaya çıkarıp onunla i’tikadları bozup değiştirecekler ve âdeta küfre eletecekler.
Onun için günümüzde çok tehlikeli bir durum içindeyiz. ALLAHu zu'l-Celâlbizleri korusun bunların şerrinden. Âmin!...
Tekrar konumuza dönersek;
Evliyâlar nebîlerin mirasçılarıdırbuyurulması evliyâların o nebîlere benzer halleri vardır demektir.
Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem ümmeti de geçmiş ümmetlere benzemez, ümmeti içinde çok dirâyetli kimseler vardır.
Bir veli bir nebîyi temsil ve taklid ediyorsa 124.000 nebîye karşılık şu anda 124.000 veli vardır. Fazlası da olabilir. Noksanlık olmaz.
Her zaman her nebînin bir timsali vardır.
Diyeceksiniz ki:
âhir zamanda velilerde azalma-çoğalma olmaz mı?
Elbette olacak ve âhir zamanda veli adedi gittikçe azalacaktır.
Ancak, mevcûd veliler geçmiş devrelerdekilerden çok daha güçlü olmaları mümkündür. Neden?
Bakınız, bu meseleyi nasıl anlayabileceksiniz: Mutlaka nebîlerin mirasçıları olarak 124.000 veli olması lâzımdır.
Rasûllerin taklidçileri ise müstesnâ şahsiyetlerdir.
Her nebînin bir velisi olmayıp da 124.000 nebîye milyonlarca veli olursa mirasın aktarılmasında her veli payına az bir şey düşer. O zamanda güçlü olamaz.
Ama her nebîye bir veli olunca çok güçlüdür. Çünkü tek vârisdir.
Miras taksimatı arttıkça güçleri azalır. Miras taksimatı hiç olmazda bir kişiye kalırsa en güçlü halde olur o veli...
Onun için âhir zaman velilerinin kerâmeti ve güçleri azdır sanmayın. Sayıları azaldıkça güçleri artmaktadır.
Evliyâ sayısı azaldıkça o nisbette miras artmaktadır.
Miras dediğimiz şey, varıpta o nebînin malına mirasçı olmak değilde; ahlâkı, mertebeleri, mu’cize kısmından kendilerine kerâmet olarak aktarım, huy, terbiye, edeb, kâbiliyet, istidad ve benzeri yönlerinden miras alır.
Kendi devresinde o velî o nebîyi temsil eder.
Hele bilhassa istisnâ olarak Ğavsiyyet makâmına kadar gelen bâzı veliler bâzı zâtlar vardır ki onlar; Muhammedu’l- Velâye, Hatemu’l- Evliyâdırlar.
Nevadiru’l- usûl sâhibi, meşhur ve mübârek Muhammed Ali Hâkimu’t Tirmizî kendisinin
Hatemu’l- Evliyâolduğunu buyurmuştur.
Kendisi 400 sual (soru) açmış ve bunların cevâbını verenler Hatemu’l- Evliyâ'dırlar demiştir.
Nitekim Şeyh Muhiddin Arabî de Futuhat-ı Mekkiye’sinde bu sûallerin bir kısmına cevab vermiştir.
Ben bizzâtihi okudum. Gerçekten verdiği cevapların doğruluğunu anlamak için ise, Hâkimu’t Tirmizî olmak gerek...
Şeyh Muhiddin’inde ismi Muhammed Ali'dir ve O dahi
bende Hatemu’l- Evliyâyımbuyuruyor, umarız. Ama biz bilemiyoruz.

Fakat şeyhimiz Mevlânâ Alaaddin’in kaddesallâhu sırrahu Şeyhi olan Pîrimiz Muhammed Ali Hüsâmeddin kaddesallâhu sırrahu Hazretlerinin Hatemu’l- Evliyâ olduğu gösterdiği kerâmet ve hârikalıklarla açık ve kesindir.
Kendisi:
Hatemu’l- Evliyâ olanların en bariz özelliklerinin Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem kâdemî üzerine ve onun tezini kullanmalarıdırdiye tâbir eder.Muhammedu’l- Meşrebdirlerdiye buyurur.
Cenâb-ı Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem risâleti, Rasûlu’s-sakeleyn olup insanlara ve cinlere de şâmil olmasına karşılık olarak Ali Hüsâmeddin kaddesallâhu sırrahu hazretlerinin de cinlere karşı olan hâkimiyeti bir acayibdir.


هوالذى سخر الجن علنا
ثم الامثل فالامثل
لوخليت بليت


Yâni, kendisine Musâhhar kılınmıştır.
Gösterdiği hârikalıklar ve hastalara bu yönden faydalar sağlaması hiçbir kimsede bu şekilde cereyan etmemiştir.
Hatemu’l- Enbiyâ olan Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem kademi üzere olunca tabi ki bir çok özel teknik ve fenleri mevcuddur.
Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem mu’cizelerinin çokluğu gibi bu zâtlarda da kerâmetler çok olur.
Diğer Rasûller ki 313 adet olup her birisinin bir çeşit tâkibçisi ve taklidçisi velîler vardır.
Şimdiki profesörler gibi, kimi tıb, kimi mühendislik vs. her veli taklidçisi olduğu rasûl veyâ nebînin tezini uyguluyor.
Ve kerâmetleri de onların mu’cizelerinden bir eserdir.
Ama bir rasûlun değil de bir nebînin mirasçısı ve velîsi ise o zaman müstakil değilde bir Rasûl velîsinin hükmü altındadır.
Tıpkı nebîlerin rasûllerin yasalarına tabi’ oldukları gibi...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Kardeşlerim;
Onun içindir ki evliyâyı inkâr ederlerse enbiyâyı da inkar etmiş olurlar.
Çünkü evliyâ enbiyânın mirasçısı ve gölgesidir.
Aynı tezi kullanırlar. Farkları, onlar nebî bunlar ise velidirler.
Resûllerin mirasçısı olan veliler baş tutar mahiyette olan şahsiyetler olup gavsiyyet kutbiyyet vs. gibi makam sahibidirler. Bu zâtlar istiklâl sahibleridirler.
Bunların inkârlarıyla mânevî nizam bozulur. Mânevi devlet ricâli daima mevcûddur.
Öyle hımbıl hımbıl oturup da sanmasınlar ki kâinatı bu devletler idâre ediyor.
Aslında mânevi devlet ricâli olmasa inanın ki alt üst olur kâinat...
Bunların yüzü suyu hürmeti, hayrat ve berekâtlarıyladır bi nizamın! yürümesi...
Çünkü çok merhametli olup hayr duaları ile gelecek olan afat ve beliyyeleri önlüyor ya da paylaşıyorlar...
Herkes kendi rütbesi nisbetince ağırlık alıyor üzerine... Öyle buyuruyor...

Beliyyelerin en şiddetlisi nebîler üzerinedir.
Sonra kâdeme kâdeme beliyyeye dûçar olurlar. Paylaşma vardır.
Zira, bunlar olmasa nizâm çöker.

Âyet-i celîlede:


ولولا دفع الله الناس بعضهم ببعض لفسدت الأرض ولكن الله ذو فضل على العالمين
(Bakara / 251)
Eğer ALLAH’ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü alt-üst olurdu. Lâkin ALLAH bütün insanlığa karşı lütûf ve kerem sâhibidir.


فَهَزَمُوهُم بِإِذْنِ اللّهِ وَقَتَلَ دَاوُودُ جَالُوتَ وَآتَاهُ اللّهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَاء وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَّفَسَدَتِ الأَرْضُ وَلَكِنَّ اللّهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمِينَ
Fe hezemûhum bi iznillâhi, ve katele dâvudu câlûte ve âtâhullâhul mulke vel hikmete ve allemehu mimmâ yeşâu, ve lev lâ def’ullâhin nâse, bâ’dahum bi ba’din le fesedetil ardu ve lâkinnallâhe zû fadlin alel âlemîn(âlemîne): Sonunda ALLAH'ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût'u öldürdü. ALLAH ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer ALLAH'ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin ALLAH bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sâhibidir.
(Bakara 2/251)

Eğer bu zâtların yüzü suyu hürmeti olmasa yeryüzü altüst olur ve fesada uğrar.
Başka bir âyet-i celilede:

ولولا دفع الله الناس بعضهم ببعض لهدمت صوامع وبيع وصلوات ومساجد يذكر فيها اسم الله كثيرا ولينصرن الله من ينصره إن الله لقوي عزيز
(Hac / 40)
Eğer ALLAH, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer kısmı ile def’ edip önlemeseydi, mutlak sûrette, içlerinde ALLAH’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. ALLAH kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak sûrette yardım eder. Hiç şüphesiz ALLAH, güçlüdür, galibtir.

الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِن دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَن يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُم بِبَعْضٍ لَّهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
Ellezîne uhricû min diyârihim bi gayri hakkın illâ en yekûlû rabbunallâh(rabbunallâhu), ve lev lâ def’ullâhin nâse ba’dahum bi ba’dın lehuddimet savâmıu ve biyaun ve salavâtun ve mesâcidu yuzkeru fîhesmullâhi kesîrâ(kesîran), ve le yansurennallâhu men yansuruh(yansuruhu), innallâhe le kaviyyun azîz(azîzun): Onlar, yalnızca; "RABBimiz ALLAH'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer ALLAH'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde ALLAH'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. ALLAH kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz ALLAH, güçlü olandır, aziz olandır.
(Hacc 22/40)

وهو يتولى الصالحين

(A’raf / 196)
Ve o bütün sâlih kullarını görüp gözetir.


إِنَّ وَلِيِّيَ اللّهُ الَّذِي نَزَّلَ الْكِتَابَ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ
İnne veliyyiyallâhullezî nezzelel kitâbe ve huve yetevelles sâlihîn(sâlihîne): Şüphesiz ki, benim koruyanım Kitab'ı indiren Allah'tır. Ve O bütün salih kullarını görüp gözetir.
(A’raf 7/196)

Açıp baksınlar. Bir sâlih kişinin 30-40 hatta 100 komşusuna gelecek olan beliyyenin def’ine ve ref’ine sebeb olacağı hadisi şerifle sâbittir.
Onun için evliyâyı inkâr enbiyâyı inkârdır. Dini yozlaştırmak içindir.
Mirasçı taklitçi ve gölgelerini inkâr asıllarını inkârdır.
Çünkü Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem dan sonra enbiyâ gelmeyince onların görevlerini evliyâlar takliden mirasçı olarak görmektedirler.
Bunu nasıl inkâr ederler acaba?
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

العلماء ورثة الانبياء : Ülemâ enbiyânı‎n vârisidirbuyurmuştur.
Peki de nasıl bir mirasçılık bu her önüne gelen mirasçı mıdır?
Elbette birileri; kürsüye de çıkmışken kendisinin de enbiyâ mirasçısı bir âlim olduğunu söyleyecek ve kendine bir pay ayıracak
Âlimler nebîlerin mirasçılarıdırhadisinden...
Fakat şunu bilmek lâzımdır ki; bir kişi mirasçı oldu mu miras bırakanın mirasının tamâmından hakkı vardır.
Sâdece bir bölümünden ve dilenci gibi değil...
Yâni, enbiyâ mirasçısı olan bir âlim sâdece zâhiri ilmiyle yeterli değil ayni zamanda bâtınî ilminden de haberi olması lâzımdır.
Çünkü enbiyâ öyledir. İlmu’z- zâhir, şeriatı ve ilmu’l- bâtın, hakati olup her ikisine de sâhib olması şarttır.
Yoksa Mübârek Seyyidi Şerif Abdülaziz Debbağ Hazretlerinin buyurduğu gibi:
Eğer mirasçı değilse o zaman dilenci durumundadır.
Bir kimse vefât etmişte malı mirasçılarına dağıtacaksa mirasçı olanın tüm maldan payı vardır.
Ama, doğrudan doğruya mirasçı değilde birşeyler dilenen birisi ise o dilencinin de eline miras malın bir ucundan bir şeyler tutuştururlar.
Tıpkı bunun gibi gerçek mirasçısı olan velî o nebînin; mâneviyatından da, edebiyatından da (edeblerinden), mu’cizelerinden de bir payı ve hakkı vardır.
Öyle ya mirasçı böyle olur. Yoksa kaptı kaçtı gibi değildir.
Bunu çok iyi anlamak lâzımdır.
ALLAH şuûr versin, şuûrsuzluk hiç ama hiç iyi olmuyor hele bir de ahmaklığa büründüyse...

Her derdin devası vardır ille’l- ahmak...Her derdin bir ilacı var ancak ahmaklığın ilacı yoktur.
ALLAHu zu'l-Celâl bizlere muîn olsun ale’l hak ne ise müyesser eylesin. Âmin!.

İşte kerâmeti ve evliyâyı inkâr edenler dolayısıyla mu’cizeyi ve enbiyâyı inkâr etmiş olurlar.
Bu ise günümüzde çok yaygındır. Gittikçe yozlaşıyoruz.
Ve bu gibi esas konulardan uzak bırakılıyoruz.
Evet, bâzı dalavereciler tarikat adı altında çıkıp târikat tezlerini kullanarak bazı çirkinlikler yapıyorlar diye halkta bir tiksinme vardır.
Ama, bu beyinsizler böyle yapıyor diye evliyânın kerâmetleri ve enbiyânın mu’cizeleri inkâr edilemez.
Bu kimselerin yaptıklarının velilikle hiçbir alâkası olmayıp saçmalıklardan ibârettir.
Çıkardıkları bu arbedeler, bu fitnecilikler ve benzerleri hâşâ ne bir veliye ne de bir gerçek nebî mirasçısına yakışır.
Gerçek târikatta ve velâyette asla mümkün değildir.
Veli denilen zâtta; bir kerre mükemmel bir ahlâk ve edeb olması şarttır.
Kimselere yük ve külfet olmaması ve halkı sömürmemesi gerektiği gibi tersine kendisi alıcı değil de verici ve cömert olması lâzımdır.
Bu yolda kandırmaca ve münafıklık yoktur hâşâ. Ne demek veli?
Veli, ALLAHın dostudur ve yakınıdır.
ALLAH celle celâluhu ve Rasûlune sallallâhu aleyhi ve sellem yakın olan bir kimse bu gibi arbede, kandırmaca, halkı soyma, fitne çıkarma ve dinini dünya için kullanma işlerine girişir mi?
Asla... asla... ALLAHu zu'l-Celâl in emir ve nehiylerine sımsıkı sarılmayı halka öğretip uygulayacak olan kimsenin fâizcilik, fuhuşat, hak hukuk tanımamazlık, cimrilik, yalancılık, halkı dolandırıcılık, emânete hıyânet vs. gibi âfatların en büyükleri ile ne alâkası olabilir.
Bu gibi kimseler evliyâlıktan çok uzak olan eşkiyalardır.
Velilik o kimsenin bir liyâkat kesbetmesi ile ALLAHu zu'l-Celâl tarafından kendisine verilen değerli ve kutsal bir rütbedir.
Veliyullah olan bu adı kendisine yakıştırmakla değilde ALLAHu zu'l-Celâl in münasib görmesiyle olur.
Kur’ân-ı Kerimde:

الاان اولياء الله لاخوف عليهم ولاهم يحزنون
Dikkat ediniz ki; şüphesiz ALLAH’ın velilerine korku ve hüzün yoktur
(Yunus / 22)


هُوَ الَّذِي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ حَتَّى إِذَا كُنتُمْ فِي الْفُلْكِ وَجَرَيْنَ بِهِم بِرِيحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُواْ بِهَا جَاءتْهَا رِيحٌ عَاصِفٌ وَجَاءهُمُ الْمَوْجُ مِن كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّواْ أَنَّهُمْ أُحِيطَ بِهِمْ دَعَوُاْ اللّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ لَئِنْ أَنجَيْتَنَا مِنْ هَذِهِ لَنَكُونَنِّ مِنَ الشَّاكِرِينَ
Huvellezî yuseyyirukum fî'l-berri ve'l-bahr(bahri), hattâ izâ kuntum fî'l-fulk(fulki), ve cereyne bihim bi rîhin tayyibetin ve ferihû bihâ câethâ rîhun âsifun ve câehumul mevcu min kulli mekânin ve zannû ennehum uhîta bihim deavûllâhe muhlisîne lehu'd-dîn(dîne), le in enceytenâ min hâzihî le nekûnenne mine'ş-şâkirîn(şâkirîne): Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak ALLAH'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız."
(Yunus 10/22)

Öyle kimseler ALLAHın velisidir demek istiyoruz.
Öyle uydurmaca ve rast geleye veli olunmaz ve bu bir iftiradır.
ALLAHu zu'l-Celâl bizlere ale’l hak ne ise nâsib ve müyesser eylesin. Âmin!.

İşte Mu’tezile Fırkası da mu’cize ve kerâmetleri inkâr edenlerdir.
Onların inanç ve akideleri böyledir.
Allahü Zülcelâl gözlerimizin nuru olan Fırka-i Nâciyeden bizleri ayırmasın.
Başka fırkaların ellerine düşürmesin.
Kendi enaniyyetlerimize değil de ALLAHu zu'l-Celâlin inâyetine sığınıyoruz. Zirâ:

لاحول عن المعصية الابعصمة الله
ولاقوة على الطاعة الابعنايةالله


Biz na-hoş hallere düşmemek için ALLAHu zu'l-Celâlin ismetine (korumasına) sığınıp bağlanıyoruz.
İbâdetlerimizi ve iyilikleri ise Onun inâyetiyle yapabileceğimize inanıyoruz.
Çünkü Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem tefsirini yaparken;
bir kimsenin masiyetlere düşmemesi mutlaka ALLAHu zu'l-Celâlin ismeti ve korumasına, itaatları işlemeye güç yetirebilmesi ise Onun inâyet ve yardımına bağlıdır mutlaka.” buyurmuştur.

الحمدلله رب العالمين وبه نستعين والصلاة والسلام على خير خلقه محمد وعلى آله وصحبه اجمعين

Resim

Ricâl: (Recül. C.) Erkekler, er kişiler. * Mevki sâhibi kimseler, devlet adamları. * Yaya olanlar.
Kâdeme: Derece, sıra. * Merdiven basamağı.
Beliye: (C.: Beliyyât) Belâ. Müşkilât. Musibet. Âfet. Tasa. Keder.
Def’: Ortadan kaldırmak, Öteye itmek. * Mâni' olmak. Savmak. Savunmak. * Himaye etmek. * Fık: Bir dâvayı müdafaa için başka bir dâva açmak.
Muîn: Yardımcı. Muâvin. İâne eden.
Fırka-i Nâciye: Kur'an-ı Kerim'e ve Sünnet-i Seniyeye sıkı sıkıya bağlı olup Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan ayrılmayan müslümanlar. Bunlar kıyâmete kadar lütf-u İlahî ile devam eder.
İsmet: Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk. * Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (A.S.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Aziz kardeşlerim;
İlimle ilgili bir bahis açacağız İnşaallahu Teâlâ.
Çünkü cehalet bir yarar değil zarar getirir olsa olsa...
İlim ise dünyevî uhrevî ve dinî hususlarda mutlaka fayda ve yararın anahtarıdır.
ALLAHu zu'l-Celâl ve Aleyhiselâtü ve’s selâm ilmi medh-ü-senâ etmişlerdir.
Cehâletten daha beter bir kötülük kaynağıda yoktur.
Pek çok zarar ve na-hoşluklara sebeb olur.
Oysa ilim, ALLAHu zu'l-Celâlin sıfatı olduğundan dolayı kudsaldır.
Nasıl ki, Kur’ân-ı azimü’ş şanda sıfatı olduğu gibi ilimde sıfatıdır. Ve sıfat-ı zâtiyyesidir.
Mütekellimun, Âlimun, Basirun vb. İlim dediğimiz zaman ilmin, mahmud olanı
(övüleni) ve mezmum olanı (yerileni) vardır. Faydalısı ve zararlısı vardır.
Dinden çıkaran ilim olduğu gibi dine eleten ilimde vardır.
Envâ-i çeşit ilimler vardır. İlim sonsuzdur.
İlim bilerek tatbik edilmez ise zarar getirir. İster dinî ister teknik olsun bu böyledir.
İlim çok kudsal ve değerlidir de, akıl değil midir diye din adamları arasında münâzaralar yapılmıştır.
ALLAHu zu'l-Celâl aklı en kıymetli ve değerli nesne olarak yaratmıştır.
Aklın cevheri çok fevkâlâdedir.
ALLAHu zu'l-Celâl akla hitaben:
Senin var olduğun kimseyi bulunuş nisbetine göre aklı kadar muhakeme ederimbuyuruyor.
Aklı olmayan imtihandan saf dışı sayılıyor ve onların muhakemesine gerek kalmıyor.
Akıl insan için o kadar kıymet ve değere hâizdir ki, ancak onunla anlar, muamele yapar ve seçebilir.
Güzel bir cevherdir ki kıymet ve değerine baha biçilmez. Akıl herkesde eşit değildir.
İmam-ı Gazalinin buyurduğu gibi kimilerine kile ile kimilerine üç, beş her ne ise verilmiştir.
Fırka-i Nâciyede anlatmıştık. ALLAHu zu'l-Celâl aklı yarattığında yüzde doksan dokuzunu
(% 99) Cenâb-ı Rasûlullaha sallallâhu aleyhi ve sellem vermiştir.
Şahabeddin i Suhreverdî
Kitâbu’l- Avârif ve’l Maârifadlı eserinde anlatılmıştır.
Kalan yüzde biri de yirmibire bölüp yirmisini nebîlere birini de halka dağıtmıştır.

Hülasa, akıl eşit değildir. Standard da değildir. Herkeste değişiktir.
Onun içindir ki ilim mi faziletli akıl mı faziletli diye münazara etmişlerdir.
Galib olan taraf ilim efdal diyenler olmuştur.
Gerçi akılı savunanlar akıl olmazsa ilim nasıl öğrenilecek demişlerse de aklı varda ilimi yoksa o akılda beyhude denilmiştir.

Neticesi, ilim sahibleri soruyorlar ki;
Siz hiç duydunuz mu ALLAH akıllıdır diye bir şeyi?
Oysa ALLAH Âlimdir diyorsunuz.
Şu halde akıl insanlara verilen bir nesnedir. Beşerî bir sıfattır.
İlim ise ALLAHu zu'l-Celâlin sıfatlarından bir sıfattır.
Evet akıl, ALLAHu zu'l-Celâlin insanlara verdiği çok kıymetli bir cevher olup onunla dünyevî ve uhrevî işlerini görebiliyorlar.
Fakat ALLAHu zu'l-Celâle ise akıllıdır değilde Âlimdir diyebiliyoruz.


إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَأَنزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى وَكَانُوا أَحَقَّ بِهَا وَأَهْلَهَا وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا

İz cealellezîne keferû fî kulûbihimu'l-hamiyyete hamiyyetel câhiliyyeti fe enzelallâhu sekînetehu alâ resûlihî ve alel mû’minîne ve elzemehum kelimete't-takvâ ve kânû e hakka bihâ ve ehlehâ ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen): O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, câhiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. ALLAH da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi, onların takvâ sözünü tutmalarını sağladı. Zâten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. ALLAH her şeyi bilendir.
(Feth 48/26)


والله بكل شيئ عليم


Andolsun ki ALLAH her bir şeyi bilir.

İlim ALLAHu zu'l-Celâlin zâti sıfatı olunca onunla hiçbir şey mukâyese edilip tartışılamaz.
Cenâb-ı Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem buyurduğuna göre yarın mahşerde şefaat yönünden nebîlerden sonra âlimler geliyor.


العلماء ورثة الانبياء

Ulemâ enbiyânın vârisidirbuyuruyor daakıllılar enbiyânın vârisidirbuyurmuyor.
Tabi ki sahib olduğu ilmi yerinde ve yolunda kullanırsa ne mutlu o kimseye.
Fakat ilim cevherinin kıymetini bilmezde mülevvesata
(pisliklere) karıştırırsa vay haline...
ALLAHu zu'l-Celâl bundan bizleri muhafaza etsin. Âmin!...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hadis-i Şerif:
طلب العلم فريضة على كل مسلم

Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: İlmi taleb etmek her müslümanın üzerine farzdır.
Böyle buyurmakta çok haklıdır Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem öyle ya i’tikad var, ibâdet var ve muamelât var.
Onun için her müslümanın ihtiyacını görecek kadar ilim öğrenmesi kesin farzdır.
Onun içinde bir beldede en az bir tâne âlimin (fâkihin) bulunması o beldede yaşayanların üzerlerine farz-ı kifâyedir.


Hadisler pek çoktur. Şöyle buyuruyor:

وواضع العلم عند غير اهله كمقلد الخنازير الجواهر واللؤلؤ والذهب

Buradaki hükme dikkat edin ki çok ağırdır.
İlmi ehli olmayanın eline verdiğiniz takdirde âdeta cevâhir ve altını bir hınzırın boynuna takmış gibi olursunuz. ALLAH muhafaza etsin.
Evet, ilmin öğrenilmesi farzdır ve güzeldir fakat, ehli olmayanın eline verildiğinde ise bu misâli vermiştir Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm.

Gayri ehli elinde olan ilim, hınzır boynunda cevâhir gibidir.
İlim, bir silâh gibidir ki; savaşa gidecek olan kimseye silâh verilmesi de ve silâh edinmesi ne kadar önemli, kıymetli ve faydalı ise soygunculuk yapan eşkiyaya silâh verilmesi o kadar kötü ve zararlıdır.
Eşkiyaya silâh temin edince sende onun anarşi, arbede ve fitnelerine destekçi oluyorsun demektir.
Onun için Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bu misâli vermiştir.
Bu husûsu İmam-ı Rabbanî Hazretleri mektûbâtında anlatır.


Hadis-i Şerif:

طلب العلم فريضة على كل مسلم وان طالب العلم يستغفرله كل شيئ حتى الحطان فى البحر

Hadis meâli:
İlim, her müslüman üzerine farzdır. Öğrenilmesi ve harfiyyen uygulanması çok çok önemlidir.
İlme çalışıp kendine mal ederken bil ki, tüm nesneler senin için mağfiret dilerler.
Yani istiğfar edip bağışlanmalarını dilerler.
Âlim olan kimseye ve ilim öğrenene herşey hatta denizlerdeki mahluklar bile mağfiret dilerler.


Hadis-i Şerif:

طلب العلم فريضة على كل مسلم والله يحب اغاثة اللهفان

Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: ALLAHu zu'l-Celâl ilmi farz kılmakla berâber âlimlerin kullarına yardımcı olunmasını da çok sever.
Dara düşen kimselere fetvâ yönünden ya da başka yönlerden olsun doğru olanı öğretmeyi emreder ve de çok sever.

Hadis-i Şerif:

طلب العلم افضل عندالله من الصلاة والصيام والحج والجهاد فى سبيل الله تعالى

Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: ALLAHu zu'l-Celâl indinde öğrendiğin ilmin o kadar kıymet ve değeri vardır ki; namazdan, oruçtan, hacdan ve cihaddan daha faziletli ve efdaldir.

Hadis-i Şerif:

طلب العلم ساعة خير من قيام ليلة

Hadis meâli:
İlim öğrenmeye çalışanların bir saatleri, bir saat ilimle meşgul olmaları bütün geceyi baştan başa ihyâ etmelerinden daha hayırlıdır.

Hadis-i Şerif:

طلب العلم يوما خير من صيام ثلثة اشهر

Hadis meâli:
Bir gün ilimle meşgul olan ilim talibleri 3 ay oruç tutmuş gibidirler.

Hadis-i Şerif:

العلم افضل من العبادة وملك الدين الورع

Hadis meâli:
İlim esâsen ibâdetten efdaldir. Dinin meliki ise Verâ’dır. Verâ’ demek, harama düşmek şöyle dursun şüphelilerden bile imtinâdır.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: العلم حياة الاسلام وعماد الدين ومن علم علما اتم الله له اجره

Hadis meâli:
İlmi öğrenen kimseye ecrini ALLAHu zu'l-Celâl kemâliyetle verir. Yâni, ilimsiz ibâdet zâten bir şeye yaramaz. İlimden ise hem kendisi hem de birçok kimseler faydalanacaktır.

Hadis-i Şerif:

ومن تعلم فعمل علمه علمه الله مالم يعلم

Hadis meâli:
Bir kimse ilmi öğrenir ve ilmiyle de âmil olduğu takdirde ALLAHu zu'l-Celâl bilmediği ilimleri kalbine ilkâ eder.
Yâni, ilim sâhibi kılar. Bilemediği ilim husûsunda ise kalbinde hârikalıklar doğdurur.

Nasıl ki âyet-i celilede:

فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا
Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ(ilmen): Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
(Kehf 18/65)


وعلمناه من لدنا علما

Hızır aleyhisselâm için: Ona tarafımızdan ilim öğrettikbuyurduğu gibidir bu...

Hadis-i Şerif:


العلم خزائن ومفتاحها السؤال فاسئلوا يرحمكم الله فانا يؤجرفيه اربعة السائل باالعلم والمستمع والسامع والمـحب

(رواه امام على ر.ع)


Hadis meâli:
Bu hadisi ben şahsen her zaman için sistem esası seçmişimdir.
Şöyle buyuruyor Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: İlim aslında bir cevher olup ALLAHın hazinelerindendir. Hazineye ise bir anahtar ister. İlim hazinesinin anahtarı ise sualdir.
Sorduğunuz takdirde bundan dört kişi faydalanırlar ki; soran, cevab veren, dinleyen ve muhabbeti olup bu konuyu araştıracak olanlar.
Bundan dolayı ALLAHu zu'l-Celâl dördüne de mükafat verir.


Hadis-i Şerif:

العلم علمان فعلم فى القلب وذالك علم النافع وعلم على اللسان فذالك حجةالله على ابن آدم [/color]

Hadis meâli:
İlim iki çeşittir. Birisi kalb ile âlâkalı olan bir ilim ki bu ALLAHu zu'l-Celâlin bir lütfûdur. Menfaat veren en güzel ilim de budur.
Diğeri ise dil ile alâkalı sadece dilde olan ilimdir ki, bu ALLAHu zu'l-Celâlin bir hüccetidir.

Gereğini yerine getirir, ilmiyle âmil olur, halkı faydalandırır ve onların faydasına işletirse o zaman dil ilmi kendi lehine çalışır ve ilimden yararlanmış olur.
Yok eğer ilmi öğrenmesine rağmen ilmini
"gayr-ı meşru’’ yakışmayan hallerde kullanırsa aleyhine bir hüccet olur ki elinden asla kurtulamaz.

Hadis-i Şerif:

العلم ميراثى وميراث الانبياء قبلى

Hadis meâli:
İlim benim mirasımdır. Ve benden önceki nebîlerden kalma bir mirastır esâsen...

Hadis-i Şerif:

العالم سلطان الله فى الارض فمن وقع فيه فقدهلك

Hadis meâli:
Âlim âdeta ALLAHu zu'l-Celâlin sultanıdır. Pâdişahı gibi bir kıymet ve değeri vardır. ALLAH onları sultan tâyin etmiştir. İlmiyle âmil ve her hususta düzgün olan bir âlimin aleyhine nâ-hoş kelimeler kullandığınız takdirde helâkınıza sebeb olur.

Hadis-i Şerif:

العلماء مصابيح الارض وخلفاء الانبياء وورثتى وورثة الانبياء

Hadis meâli:
Âlimler yeryüzünde yıldızlar gibidir. Nebîlerin halifeleridirler. Ve aynı zamanda da hem benim, hem de nebîlerin varisleridirler.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

Hülâsa, âlimler hakkında ne kadar söylesek azdır.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem çok değer vermiştir. Bu hususta hadisleri de çoktur.
Hattâ âbidlere sırattan geçtikten sonra
Siz cennete girin denirde âlimlere siz bekleyin çünkü sizin şefaat etme yetkiniz vardır dilediğiniz ve sevdiğiniz kimselere şefaat edip yardımcı olup onları da alabilirsinizbuyurulur.
Dürüst âlimlerin böyle bir ayrıcalığı da vardır.

ALLAHu Zu'l-Celâlbizlere böyle âlimler nasib eylesin. Âmin!..

Hadis-i Şerif:

اذاارادالله بعبد خيرا فقهه فى الدين وزهده فى الدنيا وبصره عيوبه

Hadis meâli:
ALLAHu Zu'l-Celâlbir kimseyi sevdiği takdirde onu dinde fâkih kılar. Dinde zahid kılar.
Ayni zamanda o kimse hiç kimsenin ayıbını görmez ve kendi ayıbıyla meşgul olur. Bu ise en güzel tarafıdır.
Hadisi Enes İbn-i Malik radiyallâhu anhu ve Muhammed İbn-i Ka’b el Kureyzî rivâyet etmişlerdir


Hadis-i Şerif:


من طلب العلم تكفل الله له برزقه

Hadis meâli:
Kimki ilme talib olursa ALLAHu Zu'l-Celâlonun rızkına kefildir.
Yeter ki ALLAHu Zu'l-Celâlrızâsına uygun olarak ilim arkasında koşsun. O kimsenin rızkına ALLAH kefildir buyuruyor.
Hadisi Tabaranî Ziyadate İbn-i Haris es Sadaî den rivâyet etmiştir.

Hadis-i Şerif:

ان الله تعالى لا يزع العلم منكم بعدما اعطاكموه انتزع ولكن يقبظ العلماء ويبقى الجهال فيسئلون فيفتون فيضلون ويضلون

Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
ALLAHu Zu'l-Celâlsizlere vermiş olduğu ilmi geriye almaz ancak, âlimleri azalttıkça ve hakîkaten ilim erbâbı olmayınca, hakkınca ulemâ bulunmayınca iş câhillere kalır.
Cehâletleri çoktur fakat hakikat ilimlerinden habersiz ve hiç bilgileri olmaz.
يتعلمون صرف الكلام
İlim yerine kelime tasrifi öğrenirlerki; nasıl daha etkili konuşupta halkı te’sir altına alacaklarını düşünür dururlar.
İşte gerçek âlimler olmayınca aslında câhil olan bu kelâm tasrifçilerinin sorulan herhangi bir meseleye karşılık verecekleri fetvâlarda yanlış ve sapıkça oluyor.
Böylece hem fetvâ veren hem de fetvâ verilen dalâlette oluyor. Hepsinin yolları sapmış durumdadır.
Halbuki ulemâ hususunda Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: Melekler dahi gidiş geliş yollarına kanatlarını sererler. Denizdeki balıklar dahi kendilerine mağfiret dilerler. Âlimler aslında çok kıymetlidirler. İlim sıfatı o kadar yücedir. Yeter ki âlim bozguncu olmasın. Millete hak olanı ve doğru olanı ALLAH rızâsı için öğretip dinini dünyasınıa âlet etmesin. ALLAHu Zu'l-Celâlin ve Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem emir, hakkâniyet ve hukuklarına gâyet riâyet etmeleri şarttır.

Hadis-i Şerif:

ماعبدالله تعالى بشيئ افضل من فقه فى الدين ونصيحة المسلمين

Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: ALLAHu Zu'l-Celâle kulluk yapacak olanlar için en muazzam ve ALLAHın rızâsını celbedecek olan şey, o kimselerin fâkih olması ve dini yönden de nasihat vermesidir. Müslümanlara dinle alâkalı fıkhı hususları öğretmesidir. ALLAH nezdinde en muteber olanı budur. Esâsen ALLAH nezdinde en kıymetli kişi; kullarına hizmet eden hak yolda onları eviren-çeviren kişilerdir. Ve bu kimseler gerçekten çok kıymetli ve değerlidirler. Teşbih olmasın ama, bir ana ki, evlâdına iyi bir terbiye verip onun yararına hizmet eden kimseden memnun olmaz mı? Elbette kölesi olur. ALLAHu Zu'l-Celâlin tüm kullarına olan şefkat ve merhâmeti ise en şefûk anadan 70 kat daha fazladır. Ancak, âlim böyle değil de bozguncu ve vurguncu ise tam tersine döner söylenenler. Cennet var iken halkı cehenneme sürüklemeye ve eletmeye sebeb nedir acaba? İşte böylesi âlim olup halkı helâka sürükleyen kimse ise iblisin bir eşidir.
ALLAH muhafaza etsin. Âmin!.


Hadis-i Şerif:

ان الفتنة تجيئ فتنسف العبادة نسفا وينجو العالم منها بعلمه

Hadis meâli: Fitneler öylesine çoğalır ve hücum eder ki bu devrede ilmi olmayan kimseler ibâdetlerini tamamen hebâ eder durumdadırlar. Çünkü, yaptıkları uygun olmadığından dolayı emekleri boşa gider. Fitne devresidir ve anormallik vardır. Ancak âlim olanlar ALLAHın izniyle ilimleri sâyesinde kendilerini ve dinlerini koruyabiliyorlar.
Hadis-i Şerif:

خيار امتى من دعى الىالله تعالى وحبب عباده اليه

Hadis meâli:
Ümmetimin en hayırlısı onlardır ki; ALLAHın kullarını dâima O’nun rızâsına davet eder ve aynı zamanda O’nu kullarına sevdirmeye de çalışırlar.ALLAHu Zu'l-Celâlin azablarını değilde öncelikle merhâmetini ve muhabbetini celbedecek meseleleri ortaya koyup, O’nu kullarının sevmesine sebebler ararlar. ALLAHı kullarına sevdirmeleri en hayırlı işlerindendir.
Hadis-i Şerif:

حببواربكم الى عباده يحبكم الله

Hadis meâli: RABBınızı kullarına sevdirin ki ALLAHda sizi sevmiş olsun. İnsan, ALLAHu Zu'l-Celâlin daima çok sert oluşunu değilde çok merhametli ve şefûk oluşu yönünü anlatmalıdırlar ki; ALLAHu Zu'l-Celâle karşı kulları saygı duyup sevsinler. ALLAHu Zu'l-Celâlişte bunu istiyor.
Hadis-i Şerif:

العلم الباطن سرمن اسرارالله عزوجل وحكم من حكم الله يقذفه فى قلوب من يشاء من عباده

Hadis meâli: ilmu’l- bâtın ALLAHın sırlarından bir sırdır. Dilediğinin kalbine verir ve hikmeti de öğretir. Yâni, kalblerine ilkâ’ eder ve bu ALLAHu Zu'l-Celâlin bir lütfûdur.

Hülasa; işte böylece ilimde ALLAHu Zu'l-Celâlin sırlarından bir sır olup kullarının kalblerine ilka’ ettiğinden kalb bâsiretleri açılıyor. Göz basarı kalb basîreti gibi değildir.
Şahâbeddini Suhreverdî’nin
El avârifi ve’l Maârif’indeki hadiste:

Hadis-i Şerif:


لولاان الشياطين يحيمون على قلب ابن آدم لنظروا الى ملكوت السموات

Hadis meâli:
Eğer şeytanların kalbleri üzerine getirdikleri perdeler olmasaydı âdemoğlu kalb basîreti ile semaları ve melekut âlemini seyredebilirlerdi. Kalb basîreti böyledir. Baştaki göz basarında ise hepimiz ayni seviyede ve eşitiz. Kâfirde mü’minde aynidir. Göz basarı dünya mâişetini temin içindir. Kalb basîreti açık ve keşif erbâbı olanlar evliyâlardır. Kalb basîreti açılınca; sema’ları gök âlemini, Beytu’l- ma’muru, Beytu’l- izze’yi, Beytu’l- Darah’ı dahi görmüş olacaklardır. Hatta Levhu’l- Mahfuz’u dahi göklerde seyredip pek çok hususları Onda görmüş ve öğrenmiş olurlar. Öteden beri evliyâ denilen zâtlar gerçekten evliyâ ise görmüş oldukları hakikâtleri söylüyorlar. Biz nasıl telsizle telefonla duyabiliyor, televizyonla seyredebiliyor isek onlarda bâtın ilmi tekniği ile daha net ve daha hassas olarak duyup görebiliyorlar ve bilebiliyorlar.
Bu hususta âyet-i celilede:

أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
E fe lem yesîrû fî'l-ardı fe tekûne lehum kulûbun ya’kılûne bihâ ev âzânunyesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’mal ebsâru ve lâkin ta’mal kulûbulletî fî's-sudûr(sudûri): Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir.(Hac 22/46)
Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; Lâkin göğüsler içindeki kalbler kör olur.
Baş basarın körlüğüne körlük denilemez, esas körlük, esâsen kalb basîreti körlüğüdür.
Kalb basîreti kör olan akl-ı mâaddan habersiz olur ve kapalıdır.
Sadece akl-ı mâaş ile meşgul olur. İstikbâlini o yönden sağlar ve o yönde sanır.

Hadis-i Şerif:


من تفقه فى دين الله كفاه الله همه ورزقه من حيث لا يحتسب

Hadis meâli: Kim ki, dinde tefekkuh ederse fâkih olursa ve dininin sağlıklı sıhhatli olması için fıkıh öğrenirse ALLAHu Zu'l-Celâlonun dünyâ mâişetini ve ihtiyaçlarını fazlaca yormadan bilinmedik yerlerden ve yönlerden temin eder.

İlmin afatları husûsunda ise:

Hadis-i Şerif:

العلماء امناؤالرسل مالم يخالط السلطان ويدخلون الدنيا فاذاخالطواالسلطان ودخلوا الدنيا فقد خانوا الرسل فاحذروهم
Hadis meâli:
Âlimler çok kıymetli ve nebîlerin mirasçılarıdır. Ve aynı zamanda onların emniyetçileridir.
Mâdemki mîrasçılarıdır o zaman nebîlerin getirdikleri yasaları korumaya çalışırlar.
Onlar güvenilir itimad edilir emniyetçileridirler. Ne zamana kadar emniyet edilirler?
Ne zaman ki âlim olmasına rağmen sultan kapısına yâni devlet kademesine girerler ve dünyâya fazlaca tamah ve hırsları olursa işte o zaman tamamen nebîlere ve rasûllere hiyânet etmiş olurlar.
Rasûllerin ve nebîlerin mirasçıları ve emniyetçileri iken onların tezlerini terkederlerse onlardan hazer ediniz kaçınınız ve uzak durunuz.
Zirâ, biliyorsunuz ki dünyâya fazla meyletmek iyi değildir.
Hele hele tüm kalbiyle dünyâya tamahkâr olursa bir kalbde iki sevgi olamaz.
Hem ALLAH sevgisi hem de dünyâ sevgisi aynı kalbde olabilir mi?
Dünya muhabbeti olan kalbde Muhabbetullah asla olamaz. İstedikleri kadar boşuna
vardırdiye iddia etsinler bu imkânsızdır.
Çünkü iki zıt bir arada cem olunamaz. Ya ışık ya karanlık.
İkisinden biri olabilir. İki zıt bir arada cem olunamaz.
İmam-ı Rabbânî’ninde belirttiği gibi kalbde dünyâ muhabbeti varsa ALLAHın muhabbeti yoktur.

Hülasa âlim olanın dünyâya tamahı varsa ve devlet kısmından da görev alırsa o kimseden hazer ediniz. O kimseden bir hayırda gelmez.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hadis-i Şerif:
اخاف على امتى من بعدى ثلثة ذلة العالم وجدال منافق باالقرأن والتكذيب باالقدر

Hadis meâli:
Benden sonra ümmetim içinde en çok korktuğum şu üç kimsedir ki; birisi âlim olmasına rağmen Hak yolda zelleye düşer. Hak yoldan sapar, kayıp çıkar. İkincisi ise; münâfık olmalarına rağmen Kur’ân'la cedel ve münâzara yaparlar. Üçüncüsü ise kaderi tekzib edip yalanlayıp inkar edenlerdir. İşte bu üç kimse haklarında en çok korktuğum kimselerdir.

Hadis-i Şerif:

اخوف مااخاف على امتى كل منافق عليم اللسان

Hadis meâli:
Ümmetimden en çok korktuğum ve halkı dalâlete sevkedecek olan kişi şu kimsedir ki; dili çok kandırıcı ve inandırıcıdır. Halk onu güyâ ilim sâhibi sanır fakat ilmi sâdece dilindedir. Kendisi de, ilmiyle asla âmil değildir. İlmini içten ve işleyerek değilde sâdece diliyle halkı yoldan çıkarma ve saptırma yönünde kullanır. Bu bir beliyyedir ki en fazla korktuğum budur.

Ardı ardına gelen 3-4 hadisteen fazla korktuğumbuyurduğu kimse; bilici olan münâfık kimsedir.
Halk onun konuşmasına bakıp âlim sanır da yanılırlar. Aslında onlar münafıklardır.
Ümmeti Muhammede en çok zarar verecek olanlarda bu misillü kimselerdir.


Hadis-i Şerif:

قال عليه الصلاة والسلام: اكثر منافق امتى قرائها

Hadis meâli:
Ümmetimin münâfıklarının çoğu kurralardandır. Kur’ân okuyucularındandır.
Hadis üç yoldan gelmekte ve çok sıhhatlidir. ALLAH bizleri muhafaza etsin. Âmin!...

Hadis-i Şerif:

غير الدجال اخوف على امتى من الدجال الأئمة

Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: En korktuğum fitne-yi âzime Deccâldir. Fakat Deccalden de fazla korktuğum o kimselerdir ki; ulemâ olarak gelecekler ve halkı dalâlete sevkedeceklerdir. Bunlar Deccâlden beter olan kimselerdir. Çünkü herkes Deccâl ile karşı karşıya gelmez fakat bunlar âlimdir diye insanlar onları arar bulur, dinler ve onlara inanırlar. En fazla şerli olan bu kimselerdir ki ümmetimi dalâlete sevkederler.

Hadis-i Şerif:

من تعلم علما فما يبتغى به وجه الله لايتعلمه الاليصيب به عرضا من الدنيا لم يجد عرف الجنة يوم القيامه

Hadis meâli:
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: İlim esâsen ALLAH ve lillâh için olması gerekirken, okuyucu olanlar ALLAH için değilde dünyâ işlerini kendine mal etmek gayesiyle öğrenirler ki bunlar cennetin kokusunu dahi duyamazlar. Cennete girmek şöyle dursun kokusunu bile duyamazlar.
Bu hadisi Ebu Dâvud da ihrac etmiştir.

Hadis-i Şerif:

يكون فى آخرالزمان دجالون كذابون يأتونكم من الاحاديث بمالم تسمعوا انتم ولاابائكم واياكم واياهم لايضلونكم ولايفتنونكم

Hadis meâli:
Dikkat ve hazer ediniz ki âhir zamanda öyle âlimler gelecek ve öyle hadisler ortaya çıkaracaklar ki değil sizler ecdadlarınız dahi duymuş olmayacaklar. Öylesine uydurma hadisler. Böylesi kimselerle karşılaşırsanız ne onların söyleyişlerini hoş görünüz nede sözlerine kulak veriniz. Aslâ fitnelerine girmeyiniz. Baktınız ki duyulmadık acâib vâkıa’lar bildiriyorlar onları dinlemeyiniz ve sizi din adına çağırdıkları fitnelerede katılıp girmeyiniz. Sizi fitnelere sokmasınlar.

Kardeşlerimiz;
Hepimizde şöyle bir düşünsek, anlatılanlar hali hazır günümüzün içinde olduğu haldir.
Yâni, antikalık şeyleri, duyulmadık hatta hatırımızdan bile geçmeyecek şeyleri ortaya getiriyorlar.
Artık ibâdetlerimiz oyuncak hâline getirilmiştir.
Nice nice fırıldak çeviriyorlar ki, biz değil ecdadlarımız dahi böyle şeyleri duymamışlar.
ALLAH korusun. Âmin!...

Biliyoruz ki kıyâmet âlâmetleri çıkıp da kıyâmet yaklaştığı zaman 30 – 40 kadar Decâcile – Daccalun ortaya çıkacaktır.
Deccal ise halkı küfre dâvet eden birisidir. Bunlar ise öncüleridirler.


Hadis-i Şerif:

ان اهون الخلق علىالله تعالى العالم يزير الامراء

Hadis meâli:
Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm buyuruyor ki: ALLAHu zu'l-Celâlin mahlûkâtı içinde en âdisi, en kıymetsizi ve en değer verilmeyeni kimlerdir bilir misiniz? Onlar o kimselerdir ki; ulemâ oldukları halde umerâyı (âmirleri, emirleri) ziyârete gidenlerdir. Böylece âdetâ dalâlete girmiş olurlar. Zîra âlimler şereflidirler. Âlim dediğimiz, ALLAHu zu'l-Celâlin sıfatını taşıyan bir kimsedir. İmam-ı Gazalî Fâtihu’l- Ulûm adlı kitabında:

خير الامراء من زار العلماء وشر العلماء من زارالامراء
umerânın en hayırlısı ulemâyı ziyâret edendir. Âlimlerin en şerlisi ise âmirlerine ziyârete gidenlerdir.Tıpkı bizim devremiz gibi. İşte bu gün tam bu haldeyiz...

Hadis-i Şerif:

يأتى على الناس زمان يتحلقون فى المساجد وليس همتهم الاالدنيا ليس لله فيهم حاجة فلاتجالسوهم

Hadis meâli:
Bir zaman gelir ki insanlar mescidlerde halka halka ve çokluk olurlar. Esâsen bunların gâyeleri himmetleri ve önem verdikleri husus sâdece dünyâdır. ALLAHu zu'l-Celâlin bu misilli kimselere hiç ihtiyacı yoktur. Bu kimselerle beraber cülûs etmeyin ve meclislerinde de oturmayınız.

Hadis-i Şerif:

كسيكون فى آخرالزمان قوم يجلسون فى المساجد (خلقه حلقة) امامهم الدنيا فلا تجالسوهم فانه ليس الله فيهم حاجة

Hadis meâli:
Âhir zamanda mescidlerde cülûs ederler, ama nasıl? Halka halka olurlar çokça. Ön planda olan ve herşeyin üstünde ihtimam ettikleri dünyadır. Bunlarla asla cülûs etmeyin. Meclis kurup oturmayın. Zira ALLAHu zu'l-Celâlin bu gibi kimselere hiç ihtiyacı yoktur.

Hadis-i Şerif:

سيكون فى آخر امتى اقوام يزورون يزخرفون مساجدهم ويخربون قلوبهم يتقى احدهم على ثوبه مالايتقى على دينه

Hadis meâli:
Âhir zamanda ümmetim içinden bir kavim ortaya çıkar ki, değişik değişik halleri olur. Esâsen mescidleri gâyet süslü ve ma’murdur. Fakat, kalbleri virânedir, harâbedir ve ölüdür.
Bunlar öyle kişilerdirler ki;giydikleri elbiselerine öylesine i’tibar ve ihtimâm ederler ki, hiç bir leke ve toz kondurmazlar ve korurlarken dinlerine hiç ihtimam etmezler. Dinleri istenildiği kadar kirlensin hiçde umursamazlar. Dinlerine zarar nereden gelirse gelsin önem verib sâhip çıkmazlar.

Bunlardan haberi var ki bakınız Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Elbiselerine verdikleri önemi dinlerine vermezlerbuyuruyor. Yeter ki dünyâları ma’mur ve dış görünüşleri güzel olsun. Âhiretlerinin viranlığını ve içlerinin çirkinliğini asla umursamazlar.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resimgeçmiş zamAN olur ki, GEÇMEz.. RuHun ŞâD olsun Hocam!..

Kardeşlerimiz;
İlim bahsi çok geniştir. Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem bu hususta pek çok hadisleri vardır yararlı ve zararlı olan ilimler ve âlimler hakkında...


Hadis-i Şerif:


علماء هذه الامة رجلان رجل اتاه الله علما فبزله لم يأخذ عليه طمعا ولايشترى به ثمنا يستغفرله حيطان البحر ودواب البر فى جوالسماء يقدم علىالله تعالى سيدا شريفا حتى يوافق المرسلين
ورجلا اتاه الله علما بخل به عبادالله وآخذ عليه طمعا ثمنا ذالك يلجم بلجام من النار يوم القيامة منادى هذاالذى علما وبخل به طمعا واشترى به ثمنا حتى يفرغ من الحساب


Hadis meâli:
Ümmetimin ulemâları iki kısımdır.
Birisi, ALLAHu zu'l-Celâl o kimseye ilim vermiştir.
O kimsede bezletmiş yâni, esirgememiş ve yaymıştır.
İhtiyaç duyup soranlara cevab verirler. Halkta bunlardan faydalanırlar.
Esâsen böylesi kimseler dünyâya tamah etmeyip verdikleri ilimlerine karşılık aslâ birşey de istemezler ve kabul de etmezler. Sâdece ALLAH rızâsı için ilim verirler.
İşte karşılıksız olarak sâdece ALLAH için halka ilmini bezleden
(saçan) bu kişilere denizdeki balıklar, karadaki tüm dâbbeler (canlılar) yerde ve gökte uçanlar ve çeşit çeşit hayvanlar dahi mağfiret dilerler.

Mahşer günü geldiğinde ise ALLAHın huzûruna efendi, seyyid olarak yaklaşırlar.
Bu şekilde seyyiden, şerifen hattâki, rusullerin refâkatlerine dahi eklenirler.
İlmini esirgemeyip de halka bezleden bu misilli kimseleri ALLAHu zu'l-Celâl nebîler zümresine alır.

Bir başka kısım kimselerde vardırlar ki; ALLAHu zu'l-Celâl onlara da ilim vermiştir.
Fakat onlar bu ilmi karşılığını almadan asla vermezler.
ALLAHu zu'l-Celâlin kullarına aslâ bezl etmezler.
Dünyâ karşılığı olmadan ilimlerini boşa harcamaz ve öğretmezler.
Tamahkâr olup ilimlerini dünyâ metâ’ı ile değişir bir hâle getirmişlerdir.
Bunların âhiretteki âkibetleri mahşer günü ağızlarına ateşten bir gem vurulur.
Ve bir melek nidâ ederki:
Bu kimseyi biliyor musunuz ki; ALLAH kendisine bir ilim verdi idi de bu kımsırlık (cimrilik) yaptı ancak dünya meta’ı karşılığında verdi. Cömerdlik yapmadı.
Halka hizmet etmedi. Hep para pul ve karşılık aradı dünyâsını dünyâ etti ve âhiretini hep unuttu.

Bu kimse hesab bitinceye kadar ağzında ateşten bir gem ile kalırlar ve melekde durmadan öylece nidâ eder durur.
Netîcede ALLAHın verdiği ilmi O'nun yolunda harcamaması ona hiçbir yarar da getirmez.
Gel geç dünyâsında yer içer ve tepinir bir müdded.
ALLAH bizleri korusun. Âmin!.


Hadis-i Şerif:


علم الله تعالى آدم الف حزبة من الصناعة وقال له كل ولدك وذريتك ان لم تصبروا فاطلبوا الدنيا لهذه ولاتطلبوها باالدين فان الدين لى وحدى خالصا ويل لمن طلب الدنيا باالدين ويل له


Hadis meâli:
ALLAHu zu'l-Celâl Âdemi aleyhi's-selâm dünyâya getirdiğinde kendisine 1000 sanat öğretmiştir. Gelen zürriyeti tevekkül ehli olmazda sabırsızlık gösterirlerse bu sanatlardan birisine başvursunlar, bu sanatlar yoluyla ihtiyaçlarını te’min etsinler diye.
Sizler ise sakının, sakının ki dünyâ ihtiyacınızı din yoluyla asla temin etmeyiniz.
Çünkü
ALLAHu zu'l-Celâl, “Din, hâss benim içindir.buyuruyor.
Bana âittir ve başka şeylere asla karıştırmayınız.
Onun için Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de:Dünyâsını dini yoluyla taleb edenlere veyl olsun, yazıklar olsunbuyuruyor.

Aziz kardeşlerimiz;

Biliyorsunuz ki ben bir araştırmacı değilim.
Televizyonlarda kimler neler konuşuyor neler ediyorlar bir ilgim de yoktur.
Yâni, vaktimi bu gibi şeylerle heder etmiyorum.
Çünkü, televizyonların durumlarını biliyorsunuz.
Herkesler her konuda biliciler olarak konuşuyorlar.
Dini konularda da herkesce ma’lûm kişiler çıkıp ahkâm kesiyorlar.
Bir tânesi çıkıyor Âdemin aleyhi's-selâm halîfe oluşunu inkâr ediyor.
Halbuki Kur’ân-ı Kerîm'de ALLAHu zu'l-Celâl Âdemi aleyhi's-selâm meydana getireceğini meleklere ilân etmiştir ki;


وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ

Ve iz kâle rabbuke li'l-melâiketi innî câilun fî'l-ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfiku'd-dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne): Hatırla ki RABBin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. ALLAH da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.
(Bakara 2/30)


إني جاعل في الأرض خليفة

“Hatırla ki RABBın meleklere: Ben yer yüzünde bir halîfe yaratacağım, dedi”
Ben yeryüzünde halîfe kılacağım buyuruyor. Halife demek ne demek?
Temsilcisi ve elçisi ama Ona halifem buyuruyor. Bu husus Kur’ânda apaçık ve sarihtir.
ALLAHu zu'l-Celâl böyle buyurup dururken günlerce duyuldu ki televizyonlardan ve kürsülerden
ALLAH ile kulu arasında kimse yoktur. ALLAH ile kulu arasında hiçbir aracı yoktur...deyip durdular.
Bunu söylerken hiçte düşünmüyorlarmı ki; ALLAHu zu'l-Celâl kitabı Azimu’ş Şân'ında açıkça
halîfe kılacağımbuyuruyor, görmüyorlar mı? Halîfe ne demek?
Halîfe kişinin kendisi tarafından tâyin edilen kimse değil midir?
Aynı zamanda da
dînimiz, akıl ve mantık dînidirdeyip durdular. Senelerce sürdü bu!.
Dinimiz esâsen akıl ve mantık dîni değil de
NAKİL ve MESNED dînidir. Bir mesnede dayalıdır.
Dikkat ederseniz, ALLAHu zu'l-Celâl kendi İrâdesi, Takdiri ve Hükmüyle
bir Halife kılacağım yeryüzündebuyuruyor.
Rasûlleri ise ALLAH ile kulları arasındaki elçileridirler.

ALLAH ile kulları arasında kimse yokturdedikleri anda resûlleri de inkar etmiş oluyorlar.
Risâlet bir elçiliktir. ALLAHu zu'l-Celâl ile direkt olarak konuşacak bir şahsiyet yoktur ki rastgeleye... Hâşâ...
Onun için mutlaka ve mutlaka bizi tâ’lim edecek, tâyin edecek, ALLAHı bilib müslüman olmamızı ve teminin mecbur olduğumuz îmânımızı sağlayacak bunları bize öğretecek yetkili olan bir şahsiyet lâzımdır. İşte bunlar ise resûllerdir.
Yoksa herkes kendi başına ALLAHu zu'l-Celâlle mi görüşecek?
Bu ise asla mümkün değildir. ALLAHu zu'l-Celâl rasûllerini gönderecek bizde onlardan ihtiyaçlarımızı soracağız ve alacağız.
Bilemiyorum nasıl iştir bu. İnsan düşünüyorda bu sözleri sâbi bir çocuk bile din adına söylemez.
Akıl ve mantıkları nasıl şeydir bilemiyorum.
Akıl ve mantık herkeste değişik değişik olan bir şeydir.
Ne kadar insan varsa o kadar akıl ve mantık çıkar ortaya. Onlara göre ise o kadarda din olmalı.
ALLAHu zu'l-Celâl ile kulları arasında aracı olan rasulleri olmazsa bu dünya nizamı nasıl devreder. Bu halkın bileni bilmeyeni mü’mini, kâfiri ne olur? Nasıl halledilir meseleler?.
ALLAHu zu'l-Celâl hepimizle mi muhatab olacak yâni. Böyle bir şey olur mu? Bu mümkün mü?
ALLAHu zu'l-Celâl vahdaniyetini ilan edip tasdik etmeye ve Âdemden aleyhisselâm beri söylemeye davet ettiği kelime ki:
Eşhedu en lâ ilâhe İllâllahkelimesini getiren elçilerini de tanımak ve kabullenmek mecburiyeti vardır. Onlara da îman etmek şarttır.
Çünkü ALLAHın elçisi olarak gönderilmişse Âdem safiyyullah, Nuh Neciyyullah, İbrâhîm Halîlullah, Mûsâ Kelîmullah, 'Îsâ Rûhullah vb. hangisi olursa olsun kendi devrelerinde tanınmaları şarttır.
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem teşrif edince Hatemu’n Nebî olarak ona da iman etmek her insana şart olmuştur.

ALLAHu zu'l-Celâlin Kelâmullahında âyet-i celilesinde Âdemi aleyhi's-selâm ilk başta elçi ve halîfe olarak gönderiyorum buyurmasına karşılık bu bedbaht adam kalkıp
yanlış tefsirdiyormuş. Halbuki halîfe kelimesi tefsir değil ki kendi anlamı üzerinde olan açık seçik ve doğrudan âyetin bir kelimesidir.
Halîfe kelimesi açıklamaya tefsire hacet bırakmıyor ki. Mânâsı açık açık ortada.
Peki herhangi bir kimse Kur’ân'dan bir âyeti dahi inkâr ederse küfrüne hüküm veriliyor.
Hattâ mürted
(dinden çıkan) durumundadır.
Çünkü müslüman iken küfre girerse mürted olur ve dînimizin emri gereği olarak da şartları dâhilinde ve tevbe etmez ise öldürülür.
Âdetâ bir köpek leşi gibi de gömülür, cenâzesi falanda kılınmaz.
Halbuki Yahudi veyâ Nasrânî gibi din sâhibleri gelip buralarda ölse hiç olmazsa kendi dîni üzerine işlemler yapılıp bir kabre defnederler.
Müslüman kabrinde olmasa da bir kabre konurlar.
Ancak başka dinden olup müslümanla evli ve hâmile olan bir kadın ölürse müslüman mezarlığına gömülür.
Ancak, kadının yüzü kıbleye değilde arkası kıbleye döndürülür.
Çünkü, taşıdığı çocuğun yönü annesinin arkasına doğrudur.
Hiç olmaz ise müslümandan gelen çocuk Kıble'ye döndürülür.
Fıkıhlarımızda bunlar vardır.


Resim

Bahs: Birşey hakkında etrâfiyle söz söyleyip hakîkatı araştırma. Konuşulan şey.
Ülemâ: (Âlim. C.) Âlimler. Osmanlı devrinde yüksek ilim ve fıkıh âlimleri. İlmiye mensubları.
Bezl: Bol. Bol bol verme. Esirgemeden vermek.
Dâbbe: Yürüyen mahluk. Debelenen.
Refakat: Arkadaşlık, berâberlik.
Zümre: Bölük, cemaat, grup, takım, sınıf. Cins.
Âkibet: Bir şeyin sonu. Nihâyet. Netîce, sonuç.
Meta’: Fayda. Menfaat. * Kıymetli eşya. Tüccar malı.
Te’min: Güvenlik, emniyet hissi vermek. * Sağlamlaştırma, şüphe bırakmama. * Sağlamak. Kat'i vaadde bulunmak. Emn ve emân vermek. * Elde etme.
Hâss: Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan. Umûmi olmayıp mahsus olan.
Ma’lûm: Bilinen, belli olan.
Halife: Öncekinin yerine geçen.
Mesned: Dayanacak yer, nokta. * Mertebe. Makam. * Destek.
Bedbaht: f. Bahtsız, tâlihsiz, bahtı kara.
Fıkıh: (Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları itibariyle ALLAH'ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda ALLAH'ın hangi emrinin nasıl uygulanacağını inceler. * Bilmek, anlamak. * Kapalı bir şeyin hakikatına nazarı infaz edebilmek. * Kendisine hüküm taalluk eden hafi bir mânaya muttali' olmak. * Ist: İslâm Hukûku. * İnsanın amel ciheti ile lehine ve aleyhine olan şer'i hükümleri bir meleke halinde bilmesi. Diğer bir ta'rif ile: Ameliyata; yâni, ibâdet, ukubat ve muamelâta âit şer'î hükümleri mufassal delilleri ile bilmek. Bu ahkâmı bilmeğe "Fakahet" ve bu ahkâmı böylece bilen zata da "Fakih" denir. Cem'i "fukahâ"dır. Fıkıh ilmini tahsil etmeğe de "tefekkuh" denir... (Ist. Fık. K. Cilt:1, sh: 20)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »


Onun için müslüman kimse mürtedlik yaparsa tevbe etmezse öldürülür.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in şahsiyetine inandım dediği takdirde getirdiklerine de inanması mecbûriyeti vardır.
Eğer Onun ALLAH tarafından gönderilen bir elçi olduğuna inanıyorsa o zaman Onun getirdiği dînin şeriatına da hem Kur’ân-ı Kerîm hem de sünneti seniyye olarak inanması şarttır. Şeriat, Kur’ân-ı Kerîm ve sünneti seniyye ile tekmildir.
Kur’ân-ı Kerîm, mücmel
(kısa, az sözle anlatılmış) dir. Hadis-i Şerîfler ise mufassalat (tafsilatlı, uzun uzadıya anlatılan) dır.

Hülâsa
yanlış tefsirdiye geçip gidemez.
Bu âyeti bilerek cühûden inkâr ederse o zaman küfür üzere gider. Zîra bir âyeti cehd eden ale’l küfürdür.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bunu böylece îlân etmiştir. Tamâmen küfrüne hükmedilir.

Aynı adam bir başka sûreye dil uzâtıp
تبت يداابى لهب Tebbet Sûresindeki Ebi Leheb’in yerine başka bir dua koysanız olurdiyor.
Ebi Leheb kelimesi yerine daha güzel bir dua koysanız olabilir diyor.
Bakınız; ben kendim dinlemedim ama emin kişiler dinlemişler.
Kur’ân-ı Kerîm ALLAH kelâmıdır, canının istediğini değiştiremez.
Tabi ki Kur’ân-ı Kerîm, Âdem aleyhi's-selâm dan beri olanları anlatır gelir.
Musâ aleyhi's-selâm dediği zaman karşısında olan Firavunu da anlatır.
İbrâhim aleyhi's-selâm derse Nemrudu, Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem karşısında Ebi Lehebi anlatmıştır.
Ebi Leheb diye buyuran kim? ALLAHu zu'l-Celâl değil mi?
Elbette bu Kur’ân-ı Azîmu’ş-Şân'dır içerisinde melek geçer, şeytan geçer, cennet geçer, cehennem geçer, Mûsâ aleyhi's-selâm geçer, Firavun da geçer.
Ama her kelimesi ALLAH kelâmıdır.
Değilmi ki kelâm ALLAH'ındır ne geçerse geçsin her kelimeye ALLAH'ın kelâmı olarak değer verilir.
İçeriği ne olursa olsun bakılmaz zirâ buyuran ALLAHu zu'l-Celâldir.
Ancak, Kur’ân daki kelimelerin kıymet ve değeri çifttir.
Bakınız
الله احد ALLAHu ahadâyetine bakarsak hem ALLAH kelâmıdır hem de içeriğiEbi Lehebiçeriği hükmünde değildir ve elbette bir kerre daha fazîletlidir.
Ancak Firavun kelimesi gibi tek taraflı tek vücûh olan kelimelerin tek vechesi vardır ki ALLAH kelâmı oluşlarıdır.
İçerikleri çok değişik olan Kur’ân kelimeleri ALLAH kelâmı oluşları yönüyle aynı fazilettedirler. ALLAH kelâmı ise sıfat-ı zâtiyedir.
متكلم عليم ALLAHu mütekellemun, Alimûn sıfatlarındandır. Fakat Zâkirun ve mezkurun kelimeleri vardır.
Zikredilenlerin hepsi ALLAH kelâmıdır ve sıfat-ı zâtiyyedir.
Fakat bâzı zikredilenler ise hem sıfatı hem de zâtıdır.
ذاكر مذكور ALLAHu AhadALLAHu zu'l-Celâl zâtını böyle ilan ediyor. Böyle biliniyor.
İhlas sûresi gibi
قل هوالله احد الله الصمد İşte böyle olanların iki yönden çifte saygıları vardır.
Bir ALLAH kelâmı oluşu Bir de içeriği yönünden faziletlidirler.
Ama, Firavun tek yönlü sâdece ALLAH kelâmı olduğu için faziletlidir ve içeriği için bir fazilet ve saygı yoktur.
Onun için Firavunda gelecek, Mûsâ Aleyhi's-selâm'da gelecektir.
Hiçbir âyet kelimesi dışarıya çıkarılamaz ve Kur’ân-ı Kerîm'e yeni bir kelime de sokulamaz.
Kur’ân dışından bir kelimeyi Kur’ân-ı Kerîm'e sokmaya cehd ettimi küfr-ü cühüdiye girer.
Kâfir olmuş olur.
ALLAH bizleri muhafaza etsin. Âmin!...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Yine i’timad edilir bir kimse dinlemiştir ki; bu adama; namaz kılmak isteyen birisi soruyor:Kur’ân bilmiyorum ben meâl okusam olur mu?diyor.
Cevabı ise:
Fâtihayı bilmiyorsan Türkçe meal oku, onu da bilemiyorsan hazır olda beklersin!diyor.
Gelecek, tekbir alıp biraz hazırolda esas duruşta bekleyecek
yeterlidir!diyormuş...

Halbu ise Hadisi Kudside:


قسمت الصلاة بينى وبين عبدى نصفين فنصفهالى ونصفها لعبدى ولعبدى ماسئل فاذاقال الحمدلله رب العالمين قال الله حمدنى عبدى واذاقال الرحمن الرحيم قال الله ثنى على عبدى واذاقال مالك يوم الدين قال الله عز وجل مجدنى عبدى واذاقال عبدى اياك نعبد واياك نستعين . قال هذا بينى وبين عبدى


Hadisi Kudsi meâli:
Fâtiha'yı kulumla kendi aramda ikiye böldüm; yarısı benim, yarısı kulumundur.
el-hamdu lillâhi rabbi'l-âlemînhamdediyoruzer-rahmâni'r-rahîmsenâ ediyoruzmâliki yevmi'd-dîntemcid ediyoruz iyyâke na’budu ve iyyâke nestaînsana has ibâdet yaparız ve senden inâyet dileriz.
ALLÂHu zu'l-Celâlin inâyetine dayanarak ondan bir yardım diliyoruz.
Buraya kadar namazı kılan kişi kalıbıyla (bedeniyle) ve kalbiye sağlıklı bir şekilde huzur içindeyse söylediklerinin hepisi de geçerlidir.
Yok eğer kalıbı namazda görünüyor ama kalbi başka yerlerde geziyorsa, hele bilhassa namaza yakışmayan bir hâle düşmüşse ve başka şeyler fikrediyorsa o zaman tabi ki ALLÂHu zu'l-Celâl kişinin kalbine bakıyor bedenine değil.
Bedene beşer olanlar bakar ve namaz kılıyor derler.
Ancak, ALLÂHu zu'l-Celâl kulun kalbine bakıyor. Çünkü kul kalbine bağlıdır.


Hadis-i Şerif:


الاوان فى الجسد مضغة اذاصلحت صلح لجسدكله واذافسدت فسد الجسدكله الاوهى القلب


Hadis meâli:
Kalb bir mudğadır.
Kalb salaha dönüşürse vücûd tamâmen salaha dönüşür.
Fesada dönüşürse vücûd fesada uğrar.
Esâsen beden kalbe bağlıdır. ALLÂHu zu'l-Celâlin muamelâtı kalbe yöneliktir.
Kalbsiz bir amel geçersizdir.


Onun için kul:Yalnız sana ibâdet ederiz ve yalnız senden yardım dilerizdediğinde ALLÂHu zu'l-Celâl yasadakte = doğru söyledinya dakezebte = yalan söyledinbuyurur.
Kezebtebuyurduğunda kul kendi başına kalmış olur.
Sadaktedediğinde ise ona hak ve yetki veriyor.
Ne diyecek kul:


اهدنا الصراط المستقيم صراطالذين انعمت عليهم غير المغضوب عليهم ولاالضالين


Bizi doğru yola hidâyet eyle, öyle bir yol ki nimetlerinle bezediğin lütûfta bulunduklarıyın yolunu temenni ve taleb ederiz.
ALLÂHu zu'l-Celâl: “sadaktebuyurduğunda melekler desadaktederler.
ALLÂHu zu'l-Celâl va’dedilenleri esirgemez verir.
Yahudi ve Nasaranın yolunu değil de tevhid ehlinin yolundan.
ALLÂHu zu'l-Celâlin lütfûna ve inâyetine yetişmiş olanların yolundan der.
İşte Fâtiha'nın yarısı benim yarısı da kulumun buyurması budur.

Bakınız bu adama ki namazı nelerden mahrum etmeye kalkışıyor?
Meâl okuyacakmış. Meâl kimin kelâmıdır?
Halabanın kelâmıdır. Şunun bunun kelâmıdır.
Fâtiha ise ALLAH kelâmıdır. Fâtiha ümmü’l- Kitab'dır.

Kenzu’l- Ummal'daki hadislerde; Fâtiha'yı terâzinin bir kefesine, diğer kefeyede Fâtiha'sız Kur’ân'ı koy ve bunu 7 kerre tekrar koy yine de Fâtiha'nın ayarına gelemez ve dengi olamaz.
Fâtiha böyle bir sûredir. Ümmü’l- kitab olub ne varsa anadandır. Ondan ümmü’l- kitab olmuştur.
Ve bundan dolayı da namaz aslâ Kur’ân'sız olamaz.
Kur’ân'sız olarak halabanın kelâmı meâl okuyarak namaz olur mu?
Aslâ olmaz. Velev ki Buharî okusa yine de olmaz.
Yâni Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem hadisini okusa dahi yine de olmaz.
Kur’ân okuması şarttır ve bâhusus Fâtiha'yı okuması.
Kur’ân'ın mutlaka okunması 4 mezhebin ittifakıyla farzdır.
İmamı Şâfii ve İmamı Mâliki'ye göre Fâtiha'sız namaz olamaz ve Fâtiha'nın okunması Farzdır.
İmamı Azam ve İmamı Ahmed'e göre ise Fâtiha'nın okunması vâcib hükmündedir.
“ALLAHu ekber!” deyip namaza girdin, Fâtiha'yı unutarak zammı sûreye geçtin ise sonunda sehv-i secde yapar.
Ama vâcibi bilerek terkettiği zamanda ise vaktini geçirmeden kıldığı namazı tekrar iâde eder.


Resim

İ’timad: (İtimad) Güvenerek bağlanmak. Emniyet etmek. Bir şeye kalben güvenip dayanmak.
Meâl: Kur'ân-ı Kerîm'in Türkçe anlamı.
Temcid: Cenab-ı HAKK'ın büyüklüğünü bildirmek. Ta'zim ve senâ etmek. * Ağırlamak. * Sabah namazı vaktinden evvel minârelerde belli makamlarda söylenen ilâhi, niyaz.
Halaba: Ne dediğin bilmeyen ahmak adam.


Resim

حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ حَدَّثَنَا زَكَرِيَّاءُ عَنْ عَامِرٍ قَالَ سَمِعْتُ النُّعْمَانَ بْنَ بَشِيرٍ يَقُولُ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ. أَلاَ وَإِنَّ فِى الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ ، وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ أَلاَ وَهِىَ الْقَلْبُ

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir!buyurmuştur.
(Nu’man b. Beşir radiyallâhu anhu’dan; Buharî, İman, 39.)

Ebu Said el-Mualla Radıyallâhu Anh: Mescid-i Nebevî'de namaz kılıyordum. Resulullah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) beni çağırdı. (Namazda olduğum için) icabet edemedim. Sonra yanına varıp: -Ya Resulallah! Namaz kılıyordum, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: -ALLAHu zu'l-Celâl:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

Yâ eyyuhâllezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne): Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, ALLAH ve Rasûlüne uyun. Ve bilin ki, ALLAH kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzûrunda toplanacaksınız.” (Enfal 8/24) buyurmadı mı?dedi.
Sonra:
Mescidden çıkmadan önce sana bir sûre öğreteceğim ki o Kur'an'daki sûrelerin (fazilet yönünden) en büyüğüdürbuyurdu. Sonra elimi tuttu. Mescidden çıkmak istediğimiz zaman ben:Ya Rasûlallah! Sana Kur'an'daki sûrenin (sevap itibariyle) en büyüğünü öğreteceğim, buyurmadın mı?dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:O, Elhamdu lillâhi RABBi'l-Âlemîn yâni “Fâtiha” sûresidir (namazlarda okunan) yedi âyet ve bana verilen Kur'ân-ı Azîm'dir.buyurdu.
(Buhari, Ebu Davud, Nesai, İbn Mace)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:ALLAHu zu'l-Celâl buyurdu ki:Namazı (kıraatı) kulumla kendi aramda ikiye böldüm. Kuluma istediği verilecektir.Bir rivâyette;Onun yarısı benim, yarısı da kulumundur.
Kul:Elhamdu lillâhi RABBi'l-Âlemîn” (Her türlü övgü ALLAH'a mahsustur) deyince ALLAHu Teâlâ:Kulum beni övdü.buyurur.
Kul:
Er-rahmâni'r-rahîm.” (Esirgeyen ve bağışlayan) deyince ALLAHu Teâlâ:Kulum beni övdü.buyurur.
Kul:
Mâliki yevmi'd-dîn.” (Din gününün sâhibi) deyince ALLAHu Teâlâ:Kulum beni yüceltti.” buyurur.
Kul:
İyyâke na'budu ve iyyâke nestaîn.” (Ancak sana ibâdet eder ve ancak senden yardım dileriz) deyince, ALLAHu Teâlâ:Bu benimle kulum arasındadır. Kuluma istediği verilecektir.buyurur.
Kul:
İhdine's-sırata'l-mustakîm. Sırâtallezine en amte aleyhim ğayri'l-mağdubi aleyhim vele'd-dâllin.” (Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazâbına uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil) deyince, ALLAHu Teâlâ şöyle buyurur:Bu kulum içindir. Kuluma istediği verilecektir.
(Ebu Hureyre radıyallâhu anh'dan; Müslim)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘‘Fâtihatu’l-Kitâb’ı Okumayanın Namazı yoktur."
(Ali b. Abdullah Süfyânez-ZührîMahmûd b. er-Rabi’ Ubâde b. Sâmit radıyallahu anh'dan; Buhârî, Ebvâbu’s-Salât, 14 ; Müslim, Salât, 34 ; İbn Mâce, İkâmetu’s-Salât, 11 ; Tirmizî, Salât, 183)

El-Hasen b. Ali el-HulvânîYa’kûb b. İbrahim b. Sa’dBabas Sâlih İbn Sihâb-Mahmûd b. er-Rabi’ ki Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kendi kuyularından aldıgı suyu onun yüzüne püskürtmüştür, rivâyet ettiğine göre Ubâde b. es-Sâmit, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:‘‘Ümmü’l-Kur’ân’ı Okumayanın Namazı yoktur."
(Müslim, Salât, 36)

Süfyan b. Uyeyne-ez-Zührî-Mahmûd b. er-Rabi’- Ubâde b. es-Sâmit’in rivayet ettigine göre, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem söyle buyurmuştur: ‘‘Fatihatu’l-Kitab’ı Okumayanın Namazı yoktur.’’
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 314)


Resim

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm: Rahman ve Rahîm olan ALLAH'ın adıyla
(Fâtiha 1/1)


الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

El-hamdu lillâhi rabbi'l-âlemîn (âlemîne): Hamd Âlemlerin RABBi'nedir.
(Fâtiha 1/2)


الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

“Er-rahmâni'r-rahîm(rahîmi): Rahman ve Rahimdir.
(Fâtiha 1/3)


مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ

Mâliki yevmi'd-dîn(dîne): Cezâ gününün mâlikidir.
(Fâtiha 1/4)


إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu): Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen'den yardım dileriz.
(Fâtiha 1/5)


اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ

İhdina's-sırâte'l-mustakîm(mustakîme): Bize doğru yolu göster.
(Fâtiha 1/6)


صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ

Sırâta'llezîne en’amte aleyhim gayri'l-mağdûbi aleyhim ve lâ'd-dâllîn(dâllîne): Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazâba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!
(Fâtiha 1/7)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

Onun için kardeşlerim; söylenenlere ben de şaşıyorum ve bir acayibliktir.
İnanın ki şeytanlar bile buna cür’et edemezler.
Çünkü şeytan, Bedir Harbinde melekleri görünce:


كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ

Ke meseliş şeytâni iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel âlemîn: Şeytanın durumu gibi; çünkü insana "İnkâr et" dedi, inkâr edince de: "Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin RABBi olan ALLAH'tan korkarım" dedi.
(Haşr 59/16)


إني أخاف الله رب العالمين

Ben RABBi’l- âlemîn'den korkarım.diyor.

Bugün ise bu söylenenlere emin olun ki şeytanlar dahi cür’et edemezler.
Ama nefis cür’et edebiliyor. Çünkü nefis:


فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى

Fe kâle ene rabbukumul a’lâ: dedi ki: "Sizin en yüce RABBiniz benim."
(Nâzi’ât 79/24)


أنا ربكم الأعلى

Firavun’un nefsi bunu diyebilmiştir.Ben sizin âlâ olan Rabbınızımdeyip Rubûbiyyet da'vâsında bulunmuştur.

Ne diyelim ki bir garib ve acayib haller dönüyor.
Kur’ânı da ellerine alıp hâşâ bir oyuncak âlet gibi etmişler:
Yok efendim şu âyetler şöyleymiş böyle olmalıymışgibi şaşkınca değişik değişik şeyler söylüyorlar.
Artık bu kadar feci’ haller ortadayken başörtüsü şöyle böyle demek Kur’ân'a yapılanlar karşısında zerre bile olmaz.
Fakat, yazıklar olsun ki, önümüzde duran hal-u-durum budur. Ele alınacak bir yönü de yoktur.
Namazımızı perişan edib Kur’ânı azîmu’ş-şân'ı da inkâra kalkışıyorlar.
ALLAHu zu'l-Celâlin kelâmı olan kitabımıza çeşitli yollarla bir şeyler katmaya eklemeye veya çıkarmaya çalışıyorlar.
En azından buna girişiyorlar. İşte bundan korkulur esâsen.
Zâten vakti geldiğinde günün birisinde Kur’ânı azimü’ş şan ref’olunacaktır
(kaldırılacaktır).
Bir gün arşın altında ALLAHın kelâmı şöyle söyleyecek:Bana hiç ihtimam etmiyorlar, kıymet ve değer verip okumuyorlar ve hükümlerimi tanımıyorlar, ben artık gariban hallere düştümder.
ALLAHu zu'l-Celâl de Onu ref’ eder.
Kur’ân ref’ olunur ne mushaflarda ne de kişilerin hâfızalarında kalmaz.
Ama bu kıyâmetin âlâmetlerinden olan Dâbbetu’l- Arz’dan sonra olacaktır.
Mü’min ile kâfir ayrıldıktan sonradır.

Hülâsa kardeşlerimiz,
Ne diyelim ki öyle bir devreye gelmişiz ki; görüyorsunuz sanki bâzıları Şeytan'ın müridleri gibi olmuşlar.
Şeytan'ın dediklerini aynen yapıyorlar. Kimisini kesiyorlar, biçiyorlar ve öldürüyorlar.
Bilmem ki Âdem'den aleyhi's-selâm beri böylesi bir devre hiç geçmiş midir?
Târihleri, tefsirleri hep okuyoruz da bulamıyoruz.
ALLAHu zu'l-Celâl bizleri saptırıp şaşırtmalarından ve şerlerinden korusun.
Bizlere muîn olsun başka diyeceğimiz yok!.

Bursa’da bâzı kimseler bize de sordular ki:
"Bâzı adamlar Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem şefaatına ihtiyaç yoktur, Şefaata gerek yoktur, Şefaat yoktur. Herkes kendi hesâbıyla gidecek vs." “diyorlar. Buna ne dersiniz?dediler.
Halbu ise, Vallâhi kainât Âdem aleyhi's-selâm dan sonuna kadar Rasûlullah'a sallallâhu aleyhi ve sellem muhtaç olacaktır.
Onun şefaat ve aracılığıyladır. Yoksa hiç bir varlığın direkt olarak ALLAHu zu'l-Celâle bir talep gücü yoktur.

İsrâ Sûresi 79 âyetinde:


وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا

Ve mine'l-leyli fe tehecced bihî nâfileten lek(leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ: Gecenin bir bölümünde uykudan kalk da sana has, fazladan bir namazı, onunla (Kur'ân ile) kıl. Umulur ki Rabbin seni MAKAM-I MAH-MÛD'a eriştirir.
(İsrâ 17/79)

Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nâfile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makâma (Makâm-ı Mahmûd'a) göndereceğini umabilirsin
Makâmı Mahmûd ki; her ferdin teşekkür edeceği bir makamda ve durumdadır.
Öyle bir makam ki kâinat tamâmen kendisine teşekkür edecektir.
Çünkü kıyâmet kopmuş mahşer olmuş ama hesab bir türlü görülmüyor ve herkes ızdırap içinde bekleşiyorlar:
Bu fasıl başlasında herkes nereye gidecekse gitsindiyorlar.
Sıkıntılı bir izdiham içindedirler.
RABBımız bizleri o gün için teshilatlı kılsın ve Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem hoşnutluğuna sâhib olanlardan eylesin. Âmin!...

Esâsen Rasûlullaha sallallâhu aleyhi ve sellem karşı böyle düşünenler, ya kıyâmete inanmayıp mahşerin olmadığına inanıyorlar ve:
bu dünyâda ne yaparsak o yanımıza kâr kalırdiyorlar veyâ mahşeri hatırlarına hiç getirmeyen ahmaklardır.
Bâzıları ise geçmişteki çeşitli sapık fırkaların tezlerini çeşitli maksatlarla canlandırmaya çalışıyorlar.
Meselâ Mu’tezile Fırkası kabir azâbını tanımaz.
Cennete dahi vücûden değil de rûhen girilecek derler.
Yine, tenâsüh ehli olanlar var ki:
Ruh bir cesedden çıkar başka bir cesede girerderler.
Ruh çıktımı iyi ruh ise meleklere, kötü ve şerli ruh ise şeytanlara giderdiye söylerler.
İşte bu gibi değişik değişik olan inançların ortak adı
Fırka-ı Dalaldir.
Karşılarında ise tek olarak
Fırka-ı Nâciyevardır ki; ehl-i sünnet ve’l cemaat yoludur.
Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem, sahâbelerin ve seleflerin yoludur.


Resim

acayib: (Acib. C.) Şaşırtacak ve hayret verici şeyler.
Cür’et: Yiğitlik, cesâret. Korkmayarak ileri atılmak.
Ref’: Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. * Lağvetme, hükümsüz bırakma.
Mushaf: Sahife. Sahife hâlinde yazılı kitap. * Kur'ân-ı Kerîm'in bir ismi.
Makâm-ı Mahmûd: Övülmeğe lâyık makam, Şefaat makâmı
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Kardeşlerimiz;
Hâli hazır piyasada olan duyduğunuz, duymadığınız veyâ duyacağınız daha pek çok nâ-hoş haller vardır.
Âhir zamanda ulemâyım diyenlerin ne hallere düşeceklerini hep anlatmışımdır.
Fecî halleri vardır. Esâsen bunlar,
Muhammedu’l- Mehdi aleyhi's-selâm'ın gelmesinin yaklaştığı devrelerde ortaya çıkacak olan ve Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem'in
Deccalûnbuyurduğu kimselerdir. 30-40 kişi kadardırlar.
Bize insanlar geliyorlar duyup ve gördüklerini soruyorlar ki, o konuda tasdik veyâ red cevâbını arıyorlar.
Bizim dînimiz, Kitâbullah ve Sünnetullah olan hadislerin tekmilidir.
Kur’ânı Kerîm ve hadisler birbirini tamamlarlar. Tek taraflı mümkün değildir.
Onun için kelâmullah ve sünnet esastır.
Kur’ân-ı Azîmu’ş-şan ve sünnetimbuyurmuştur. Kur’ân-ı Kerîm'de okuyorsunuz:


اطيعوالله واطيعواالرسول

ALLAH’a ve Rasûl’e itaat ediniz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً

Yâ eyyuhâllezîne âmenû atîûllâhe ve atîû'r-resûle ve uli'l-emri minkum, fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilâllâhi ve'r-resûli in kuntum tu’minûne billâhi ve'l-yevmi'l-âhir(âhiri). Zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ(te’vîlen): Ey îman edenler! ALLAH’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idârecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Rasûlune arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.
(Nisâ 4/59)


ياايهاالذين آمنوا اطيعواالله والرسول

Ey inananlar ALLAH’a ve Resûl’e itaat ediniz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنتُمْ تَسْمَعُونَ

Yâ eyyuhâllezîne âmenû etîullâhe ve resûlehu ve lâ tevellev anhu ve entum tesmeûn(tesmeûne): Ey îman edenler! ALLAH'a ve Rasûlune itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüz çevirmeyin.
(Enfâl 8/20)

Mutlaka ve mutlaka ALLAH ve rasûlune itaat ediniz vardır.
Yine şehâdet kelimesi:


اشهد ان لااله الاالله واشهد ان محمداً رسول الله

ALLAH’dan başka ilâh olmadığına Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem in ALLAH’ın Rasûlu olduğuna şehâdet ederim.

Bu kelimeyi getirmeyen müslüman mıdır?
Asla. Asla... Tek olarak
ilâhe İllâ ALLAHkelimesi yetersizdir.
Mutlaka
Muhammeden Rasûlullahdiyerek Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem risâletini de eklemiştir ALLAHu zu'l-Celâl.


ومن يشاقق الرسول من بعد ما تبين له الهدى ويتبع غير سبيل المؤمنين نوله ما تولى ونصله جهنم وساءت مصيرا


Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim peygambere karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, Onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; O ne kötü bir yerdir.

وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءتْ مَصِيرًا

Ve men yuşâkkıkı'r-rasûle min ba’di mâ tebeyyene lehu'l-hudâ ve yettebi’ ğayra sebîli'l-mu’minîne nuvellıhî mâ tevellâ ve nuslihî cehennem(cehenneme). Ve sâet masîrâ(masîran): Kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.
(Nİsâ 4/115)

Rasûlullah’a sallallâhu aleyhi ve sellem karşı asla terslik yapılamaz; Yine:


قل إن كنتم تحبون الله فاتبعوني يحببكم الله

“((Rasûlum!) de ki: Eğer ALLAH’ı seviyorsanız bana uyunuz ki ALLAH da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. ALLAH son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir)“ ”Onlara söyle: ALLAH’ı seviyorum dedikleri takdirde bana tabi’ olun ki ALLAH da sizi sevsin...

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yağfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun): (Rasûlum! ) De ki: Eğer ALLAH'ı seviyorsanız bana uyunuz ki ALLAH da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. ALLAH son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
(Âl-i İmrân 3/31)

Kur’ân’da da mutlaka çift olarak gelir.
ALLAHu zu'l-Celâl’i tanıyorsa o zaman onun gönderdiği Rasûlunu da tanıması gerekir.
Öyle ya devlet birisini bir yere elçi olarak göndermiş, gerekli bilgi ve belgeleri de yazıp çizip eline vermişse ona sâhib çıkmasalar ve ona itimad etmeseler olur mu böyle iş?
O zaman, o devleti tanımamış olmazlar mı?
İşte günümüzde de böyle, ALLAHu zu'l-Celâl’i tanıdıklarını söyleyip O’nun elçisi olan Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem hadislerini bertaraf ve safdışı etmeye çalışıyorlar.
Sanki hiç hadis yokmuş, bu iş bitmiş gibi konuşuyorlar.
Televizyonlarda bunları sizlerde seyredip duyuyorsunuzdur.

Kardeşlerimiz; bizim gayretkeşliğimiz, bu sapuk-supuk kişilerin müslüman kardeşlerimize zarar vermelerini engellemek için çaba sarfetmeye itti.
Elbette değer verip inanılacak şeyler değiller ancak bâzıları hiç umulmayacak derecede ifrat edebiliyor.
Adam, çıkıp da Kur’ân’dan gayrı Tevrat’ı İncil’i de tavsiye edebiliyor ve mütalaa edin diyor müslümanlara.
Bu zâtı yakinen tanır idim. Edebli birisi idi. Ancak, nasıl etmişlerde bu hale düşürmüşler bilemiyorum.
ALLAHu zu'l-Celâl şerlerinden korusun. Âmin!.

Bu kişiler hadislere dahi değer vermiyorlar.
Kur’ândan da sadece bir meâl meselesini kullanıyorlar.
Bunu duyunca bu hususu anlatmak ihtiyacını duydum.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ALLAHu zu'l-Celâlin rasûlu elçisi ve aracısıdır. Kendiliğinden bir şey getirmiyor.
ALLAH tarafından getirdiğine inanmak ve kabullenmek mecbûriyetindeyiz.
Yok efendim hadisler 200 sene sonra başlamış da çeşit çeşit şeyler. Hâşâ...
Hadisi şerifler Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem fem-i şerîfinden
(şerefli ağzından) çıkar da hadis olurlar.
Yoksa rastgele şurdan burdan hadis olmaz.
Bâzı hadisler kudsî hadislerdir. ALLAH celle celâluhu tarafından Habîbine sallallâhu aleyhi ve sellem hüküm ve vâkıa’ bildiriliyor.
O da bize aracı olarak bildiriyor. Böyle olursa Hadis-i Kudsî'dir.
Hüküm ALLAHu zu'l-Celâlindir, O'na âittir ve Rasûlullah da sallallâhu aleyhi ve sellem bize aktarma ediyor.
Hadis nasıl bir mânâya bağlı olursa olsun, emir ya da nehiy, lafız ALLAHu zu'l-Celâle, aktarma Rasûlullaha sallallâhu aleyhi ve sellem âittir.
Diğer Hadis-i Nebevî'lerde ise; Rasûlullah’a sallallâhu aleyhi ve sellem Cebrâîl aleyhi's-selâm'ın getirdikleriyle birlikte ilham, Kur’ân'da gördüğü hârika mânâ ve hükümlerle oluşmuştur.
Yoksa hâşâ Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kendisinden uyduramaz.
Kur’ân'da olan hükümlere mutlaka tafsîlat vermesi ve tatbîkatını göstermesi lâzımdır.
Bir kimse hükmü okudu diye, o hükmün tatbîkatını kendiliğinden bilemez, işlemin şeklini ve tafsîlatını birilerinin öğretip göstermesi gerekir.
ALLAHu zu'l-Celâlih hükümlerinin tafsîlatı Cebrâîl aleyhi's-selâm vâsıtasıyla Rasûlullah'a sallallâhu aleyhi ve sellem mutlaka anlatılıp gösterilmiştir.

Bu anlatış vahiy veyâ ilham yoluyla olmuştur.
Kur’ân mûcmeldir. Kısa ve nettir.
Kur’ân'ın teferruat ve tafsîlatını Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hadislerle anlatıyor genişletiyor ve tatbîkatını da bizzât yaparak öğretiyor.
Kur’ân-ı Kerîm baştan Ve’l Fecr’e kadar 6000 âyettir. Bundan sonrası fazlalığıdır.
Fakat hadisler yüzbinlerce belki milyona varır.
Elimizdeki sâdece Kenzu’l- Ummal 46.000 küsür hadistir.
Diğerleri Sünenler, Muhkemler, Müsnedler vs...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hülâsa yüzbinlerce hadislerin hepisi de Cenâb-ı Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem hükümlerini, tergib, terhib, nehiy, emir vs. hususları tafsilâtlı bir şekilde kapsamaktadır.
Ama diyeceksiniz ki bu bedbaht olan adamlar:
hadis beşer işidirdiyerek kısıntılı geçiştiripönemli değildirhavası vermek istiyorlar.
Bakınız Kur’ân-ı Kerîm’de ne buyuruyor ALLAHu zu'l-Celâl:


مَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاء مِنكُمْ وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

Mâ efâ allâhu alâ rasûlihî min ehli'l-kurâ fe lillâhi ve li'r-rasûli ve li zî'l-kurbâ ve'l-yetâmâ ve'l-mesâkîni vebni's-sebîli key lâ yekûne dûleten beyne'l-ağniyâi minkum, ve mâ âtâkumu'r-rasûlu fe huzûhu ve mâ nehâkum anhu fentehû, vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe şedîdu'l-ikâb(ikâbi): ALLAH'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, ALLAH, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. ALLAH'tan korkun. Çünkü ALLAH'ın azâbı çetindir.
(Haşr 59/7)


وما آتاكم الرسول فخذوه

Peygamber size ne verdiyse onu alın” “Rasûl sizlere ne getirdiyse onu alınız.
Kur’ân inananlara böyle buyuruyor. Haa, demek ki aslında Kur’âna da inanmıyor.
Zirâ, Kur’âna inancı ve saygısı olsa idi bu hakîkatleri böylesine rahatlıkla reddedemez inkarcı olamazdılar.
Esâsen Kur’ân-ı Kerîm Rasûlullaha sallallâhu aleyhi ve sellem tâbi’ olmayı ve getirdiğini almayı emrediyor.
Eğer ALLAH kelâmı olarak bilip inanıyorsa bu böyledir. Rasûlun getirdiğini alıp kabullenmek temel inançtır.


وما نهاكم عنه فانتهوا

Size ne yasaklandıysa ondan sakının” “Herhangi bir hükmü nehyederse bundan da ictinab ediniz, çekinip geri durunuz ve sakınınız.
Bu kelâm, ALLAH kelâmıdır. Kur’ân dır bu...
Rasûlullahda sallallâhu aleyhi ve sellem beşerdir diye dil uzâtıyorlar.
Evet beşerdir ancak, ALLAHu zu'l-Celâl Habibini tasdik edip buyuruyor ki:


وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى

Ve mâ yentıku ani'l-hevâ: O, arzusuna göre de konuşmaz.(Necm 53/3)

إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى

İn huve illâ vahyun yûhâ: O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.
(Necm 53/4)


وما ينطق عن الهوى{ إن هو إلا وحي يوحى

O arzusuna göre de konuşmaz o (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.
O hevâ-u-nefsinden konuşmuyor. Söylediği vahiydir, buyuruyor.
Kur’âna azıcıkta inancı var ise inkâr edip saf dışına çıkamaz.
ALLAHu zu'l-Celâl ferman edip Rasûlunun sallallâhu aleyhi ve sellem sözü için
vahiydirbuyururken ehl-i dalal ise hâlâ beşer sözüdür diyebiliyorlar hâşâ.
Hadisler Kur’ân-ı Kerîm'in dışına çıkamaz.
Çünkü, hadisler mücmel olan Kur’ân'ın tafsilâtlısıdır. Hadisler mufassalattır.
Bunların yaptıkları ise kaçamak ve düzmece akıl ve mantık oyunları ve saçma sapan iddiaları ile sâdece ve sâdece halkı dalâlete, sapıklığa veyâ küfre dâvetten başka bir şey değildir.
Böyle adamların küfürden başka yönleri de yoktur. ALLAH muhafaza etsin. Âmin!.

Diğer taraftan bir kısım kişilerde ortaya çıkıp Mehdîlik dâvâsı ediyor.
Yok efendim Hazrete çıkmışmış, takdis etmişmiş vs.
Esâsen günümüzde çok büyük bir acâiblikler var.
Görüyorsunuz şeytanın arkasına düşmüşler ve onun söylediklerini harfiyyen yapıyorlar.
İnsanları kesip biçip öldürüyorlar. Hizbu’ş-şeytan kâtilleri... İşte böylesi günlere gelmişiz.


Hadisi Kudsî:


لاتسبوا الدهر وانا الدهر


Hadisi Kudsî meâli:
ALLAHu zu'l-Celâlzamâna sebbetmeyiniz (sövmeyiniz) Zirâ, zamanı deveran eden benimbuyuruyor.
Biz zamana ne diyelim bu olanlar zamanın hatası değil de insanların halleridir.
ALLAHu zu'l-Celâl bizlere muîn olsun ele alınacak bir hâlimiz yoktur bu günümüzde.
Ondan dolayı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
Beni görüpde îmân edene tûba (ne mutlu)" buyuruyor.
Bu sözlerini bir kerre söyledikten sonra üç kere:
Ancak, beni görmeden iman edip de tâbi’ olanlara tûba, tûba, tûba!..buyurmuştur.
Bir başka devrede ise 7 kerre tekrarlıyor. Âhir zaman gerçekten çok tehlikelidir.
Hakikaten öyle bir devredeyiz ki Fırka-ı Dalle çok yaygın bir haldedir. Bunların toplamı 72 fırkadır.
Gerekse idi hepsini sıralardım ancak en beterleri olan Kaderiyye ve Merciyyeyi anlattık.

Bir gün Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm yere düz bir çizgi çiziyor sonra sağına ve soluna çizgiler çiziyor.
Ortadaki çizgi için:


وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ


Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiû's-subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne): Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zîra o yollar sizi ALLAH'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için ALLAH size bunları emretti.
(En’âm 6/153)

Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zîra o yollar sizi ALLAH’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için ALLAH size bunları emretti.

Bu benim hak yolumdur, dosdoğrudurbuyuruyor.
Fırka-i Nâciye olan bu yolumdan sapmayınız ve ona tâbi olunuz, bunun sağ ve solundaki yollara sapacak olursanız o yolların herbirinin başında şeytanları vardır.buyuruyor Mübârek.
Yolundan çıkanın kurtuluşu aslâ olamaz artık.
Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem hadisini kabullendikten sonra
beşer işidir vs.diyenlerin inancının bir değeri ve kıymeti var mıdır?
Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem getirdiği söylediğine ve yaptıklarına i’tibar etmiyorlarsa demek ki asıl gâyeleri Rasûlullah'ı sallallâhu aleyhi ve sellem saf dışı etmektir.
Başka bir yolu gözükmüyor söylediklerine bakılınca.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
Ben risâletle geldim bana ve getirdiğime sâhib olunbuyuruyor ve bu ise Kur’ân'la sâbit ve Kur’ân emridir.


وما آتاكم الرسول فخذوه وما نهاكم عنه فانتهوا

(Haşr 59/7)

Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.

Nehyettiklerinden de ictinab ediniz. Başka te’villere kalkışmak yok, beşer sözüymüş yok, şu devreymiş bu devreymiş yok. Bunlar yanlış ve sapık yollardır.

Kardeşlerimiz;
Biliyorsunuz ki
Fırka-i Nâciyeadlı eserimizde bunları epeyce anlatmışız.
Fakat, en tehlikeli olanları Kaderiyye ve Merciyye fırkalarıdır.
Şunu da söyleyeyim ki nasıl Haricîyye günah-ı Kebâiri işleyenin hüküm veriyorlarsa bu günümüzde de bazı soytarı ve softalarda Türkiyemize karşı sanki
imansızmışgibi söylemektedirler.
Bazıları softalık yapmakta ama kendilerine faizi helâl etmek için şu yolu kullanıyorlar:

Güya Türkiye devleti mürted (dinden çıkmış) durumda sanki dâru’l- harb ülkesiymiş Türkiye.
Dâru’l- Harb’i anlamak için; vaktiyle olanlardan misâl vermez isek anlaşılmaz.
Biliyorsunuz Bulgaristan'da yaşayan Türklere neler yaptılar ve dinleri ile alâkalı hiçbir hükmü uygulatmadılar.
Ordan oraya sürüp mallarına el koydular. Minâreye çıkıp ezân okuyanı öldürdüler.
Câmilerde cemaatı kurşuna dizdiler. Canları malları ve ırzları ve dinleri taarruza uğradı.
İşte Dâru’l- harb olan ülke böylesidir.

Nasıl ki Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem devresinde olan Müseylemetu’l- Kezzab çıktı da
ilâhe İllâ ALLAHdan sonra Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem ismi yerineMüseyleme Rasûlullahdeyip irtidad etti. Dâru’l- harb oldu.
Esvedu’l- anzil gibi kimselerde itidad edip mürted oldular.
Dinden çıktılar ve İslâm'la mücâdeleye girdiler.
Hepisi de
ilâhe İllâ ALLAHdiyorlardı da rasûlu değiştiriyorlardı.
Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem ismi yerine kendi isimlerini koyuyorlardı.
İrtidad ehli olmalarına rağmen
ilâhe İllâ ALLAHdemeye devam ediyorlar.
Ama rasûl olarak kendilerini ilân edip Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem risâletini kabullenmediklerinden dolayı kâfirden de beter olan mürted durumuna düşüp dinden çıkıyorlar.
Tevhidi de terketseler başka bir ilâh bulmuş olacaklar ki o zaman müşrik olurlar.


Resim

Tergib: Şevklendirme, ümidlendirme. Rağbet verdirme. İsteklendirme.
Terhib: Korkutmak. Fazla korkutmak.
Nehiy: Yasak etmek. Menetmek. * Gr: Emrin menfi şekli.
Tafsilat: (Tafsil. C.) Açıklamalar, izahlar.
Mücmel: Kısa. Öz. Muhtasar. Sözü az, mânası çok olan. Hülâsa edilmiş. Müfesser olmayan söz.
Mufassalat: Tafsilli, tafsilâtlı, izahlı. Geniş mâlumatlı, kısımlara ayrılıp anlatılmış.
Muîn: Yardımcı. Muâvin. İâne eden.
İ’tibar: (İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veyâ sözünü makbul farzetmek. * Taaccüb etmek. * Şeref, haysiyet. * Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri. * Ticârette söz veya imzaya olan itimad.
Te’vil: (Tef'il veznindendir) Bir nesneye redd ve irca' etmek. Döndürmek.
İctinab: Çekinmek. Sakınmak. Uzak olmak.
Kaderiyye: "Kul, kendi yaptıklarının halıkıdır" deyip ifrat ederek Hak mezhebinden ayrılan bir dalâlet fırkası. (Bak: mu'tezile)
Dâru’l- Harb’i: (Dâru'l-harb) Harp yeri. Müslümanlarla gayr-i müslimler arasında sulh akdedilmemiş memleket. Kâfirlerin ve onların gayr-i islâmi hükümlerinin hâkim olduğu yer. (Bak: Şeair.)
İrtidad: Din değiştirmekle mürted olmak. İslâmiyetten çıkarak dinsiz olmak. * Geri dönmek. (Bak: Mürted)
Mürted: İrtidad eden. İslâm dininden dönen.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »


Onun için böyle düşünüpte Türkiye bir dâru’l- harb ülkesidir dedikleri takdirde ne yaparlarsa kendilerince câiz oluyor.
Hattâ
Bankalara fazlasıyla para yatırıp da fazlasıyla fâiz alalım, alalım da iflas etsinler ki bizde bu baş belâsı devletten kurtulalım.diyebiliyorlar.
Bazıları da Türkiye devletini Müseylemetu’l- Kezzab yerine koyup ona karşı harb ilan etmek istiyorlar.
Evet o zaman o mürtedlere karşı harb ilân edildi.
Hatta, Esvedu’l- Anzil öldürüldüğünde Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hastalık devresinde idi.
Onu öldürüp te dönenler Rasûlullaha sallallâhu aleyhi ve sellem yetişemediler.
Arkasından da Hz. Sıddık radiyallâhu anhu Müseylemetu’l- Kezzab’a dâru’l- harb ilân etti ve onu halletti.
İşte dâru’l- harb bu misilli hallerde olur. Dinden döndürme olursa dâru’l- harb olur.

Esâsen Rasûlullahı sallallâhu aleyhi ve sellem tanımadıklarından dolayı bunları bu şekilde söyleyebiliyorlar.
Peki, Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ve Hz. Sıddık radiyallâhu anhu dâru’l- harb îlan ettikten sonra savaşa gidenlere ne tavsiye ve emir veriyorlar.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurup emrediyor ki:
İrtidad eden, dinden çıkan bir beldeye ya sabah namazı ya da yatsı namazı devresinde gizlice görünmeden girin ve dinleyin ezan doğruca okunuyor mu? Eğer ezân okunuyor ise demek ki o beldede İslâm namazı kılınıyor ve:


اشهد ان لااله الاالله واشهد ان محمداً رسول الله

Eşhedû enlâ ilâhe İllâllah ve eşhedû enne Muhammeder- Resûlullahdiyorlarsa oradan savaş yapmadan ayrılın ve orası dâru’l- harb değildirbuyuruyor.
Ama Bulgaristan’da bir kimseyi minârede vurdular.
Ezânı okutmuyor, namazı kıldırmıyorlarsa kesinlikle dâru’l- harb ülkesidir.
Şu anda Türkiye’ye nasıl
dâru’l- harb ülkesiderler hayret ediyorum.
Be insafsız vicdansız adamlar müslüman olan kendi kardeşlerinize bu denli buğz edip bu hallere düşürmeye ne hakkınız var?
Demek ki imkân bulsalar neler yapacaklar bu millete.
Hâni bir zamanlar İslâm olmayan bir beldeye sığınıp Alman'ların hükmü altında şeytanın halîfesi olan bir adam hilâfet ilân etti ve Türkiye’yi tarûmâr edeceğini iddia etti ya.
Türkiye'de mevcûd olan hiçbir şeye değer ve kıymet vermiyordu.
Böylesine şaşkın ve ahmak olanların teşvikiyle arbedeye kalkışmayıp mantıklı olmak her müslüman için gerekmektedir.
Zâten böyle adamlar oldukça azgın olup söze başladılar mı, Tekfir ve tel’in gırla gidiyor, sayıp döküyorlar.
Ne âyet ne hadis ne akıl mantık ve ne de vicdan tanıyorlar.
Halbu ise; söyleyip anlatmışım duymuşsunuzdur, bir kimse müslüman olan bir kardeşine karşı küfür ve lânet kelimelerini kullandı mı ağzından çıkar çıkmaz söylediği kimseye gider.
Türkiye'de falan kimseye mi lânet etti ve kâfirdir dedi hemen o kimseye bu kelimeler gider eğer o kimse bu sözlere lâyık ise yapışır o kimsede kalır.
O kimse gerçekten kâfir ise onda kalır ve
mel’undursözü hakîkaten o kişiye uygun ise onda kalır.
Ancak söylenen kimse o kelimelere lâyık değil şehâdet ehli bir müslüman ise o kelimeler geri dönerler ve söyleyene yapışır kalırlar ve söylenen kişi kendi kendine lâ’net etmiş ve küfrüne karar vermiş olur.
İslam kuralları olan ilâhî bir nizamdır.
Böylesine ulu orta kelimeler kullanmak çok ama çok tehlikelidir.
Ne çâreki dinden haberleri yok!.


Eşhedû enlâ ilâhe İllâllah ve eşhedû enne Muhammeder- Resûlullahdiyen kimsenin küfrüne tekfirine asla kalkışıp o kimseye kâfirdir diye iftira etmeyiniz.
ALLAHu zu'l-Celâle şükürler olsun ülkemiz o duruma düşmemiştir.
Bu tâhrik ve tâhrişler ise fayda değil aksine zarar getiriyor.
Karşısında olanda müslüman kardeşidir.

Bakınız etrafınıza nasıl yaşarsa yaşasınlar ancak:
Eşhedû enlâ ilâhe İllâllah ve eşhedû enne Muhammeder- Resûlullahdemeyecek şahsiyet hemen hemen yok gibidir.
Fâsıktır, facirdir ama müslümandır.
Eğer şehâdet getirmiyorsa zâten ale’l- küfre olup kâfirdir.
Belâsını ALLAH verir ve oda ona yeter. ALLAH'la başbaşadır.
Her kâfir olanda hemen öldürülecek diye bir şeyde yoktur.


Cihad, cihad!..deyip durdukları ise; Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ilk başta dini meydana getirirken hâliyle halk bu yeni dîni hemen fehmedip anlayıp dakoşup girelim!de demiyorlardı.
Tabi ki eski inançlar var direniyorlardı. Bu nasıl şeydir diye düşünüyorlar ve bir türlü hafsalalarına sığdıramıyorlardı.
İsâ aleyhi's-selâm ile Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem arasında bir nebî gelmemiştir. İslâm dîninin tahakkuk ve temerküz
(merkezleşme) etmesi bir temele oturması elbette şart idi.
Elbette Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem görevi gereği dinini oturtması ve yayması mecburi ve ALLAHu zu'l-Celâlin emri di. Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem 23 senelik risâlet devresi kendi keyfine göre gevşeklik içinde de olamazdı. Hâliyle dâvetini yapacaktı. Dâveti kabul eden edecek ve etmeyene emir gereği cebir kullanıp zorlanacaktı.
Çünkü halk doğruyu bilemiyor ve cehâlet içinde yaşıyordu.
Ne var ki:


الدين بدى غريبا وسيعودكمابدأ


İslâm dîni garib gelmiştir ve sonunda da garib hâline düşecektir.
Elbette o zamanki insanların bilmedikleri duymadıkları şeyler söyleniyordu.
Yarar mıdır, zarar mıdır anlayamıyorlar ve bu yüzden İslam dinini garib görüyorlardı.
Halbuki Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem vaktide uzunca değildi.
Onun için kendisine cihad emri verilmiştir.
Çünkü İslâm dîni'nin temelini atacak ve üzerine İslâm dînini inşa edecektir. İşte cihad budur.

Onun için; küfür diyarına sığınıp kendi devletini ve milletini karşısına alıp uydurma fetvâlar verip hükümler çıkarıp halkı tahrik ve tahrişleri gereksiz ve dînen de mesnedsizdir.
Zâten onların gâye ve emelleri, ellerine geçirseler de keşke bir güzelce yiyip içseler...
Aşırı dünya hırsları bunu emrediyor!.

Resim

Dâru’l- harb: (Dâru'l-harb) Harp yeri. Müslümanlarla gayr-i müslimler arasında sulh akdedilmemiş memleket. Kâfirlerin ve onların gayr-i islâmi hükümlerinin hâkim olduğu yer.
Müseylemetu’l- Kezzab: (Adı: Müseylemet-ül-kezzâb olan) Yalancı Müseyleme, Arabistan'da Asr-ı Saadette Yemame'li bir yalancı, peygamberlik iddia ederek maskara olmuş, Hicri onbirinci yılda öldürülmüştür.
Mürted: İrtidad eden. İslâm dininden dönen
İrtidad: Din değiştirmekle mürted olmak. İslâmiyetten çıkarak dinsiz olmak. * Geri dönmek.
Tekfir: Birisine "kâfir" deme, kâfirliğine hükmetme. * Ortadan kaldırma, yok etme.
Tel’in: Lânetlemek. Lânet etmek.
Lânet: Nefret. Tiksinti. ALLAH'ın rahmetinden mahrumiyet
Tahrik: Kımıldatma. Kımıldatılma. Yerinden oynatma. Hareket ettirme. * Gr: Cezimli bir harfi harekeli okuma. * Yola çıkarma. * Azdırma, kışkırtma. * Uyandırma.
Fâsık: (Fısk. dan) Günahkâr. Hak yolundan hâriç olan. ALLAH'ın emirlerine karşı zıt hareket eden. Büyük günahı işleyen veya küçük günahta ısrar eden kimse.
Fâcir: Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen
Ale’l- küfr: Küfr üzere olan.

Fehm: (Fehim - Fehm) Anlayış. Zihnen kavrayış.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »


Aziz Kardeşlerimiz:
Günümüz inanın ki çok kritik ve hiç istikrar yoktur.
Bir gün birşeyler duyup buna karşı ne demeli diye düşünürken ertesi gün daha beter birşeyler ortaya çıkıyor.
İnsan bu günde neden bahsedip ne söyleyeceğini bilemiyor ve şaşırıyor. Böyle bir devredeyiz.
İnkîlâb devresi ve durmadan, yevmiye değişik değişik şeyler oluyor.
Hiç duyulmadık hayalden bile geçmeyen şeylerle karşı karşıya kalıyoruz.
Nitekim Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm'da bu günümüz hakkında âhir zamanda
sâdece şerrin çoğalacağını hayrın ise mütemâdiyen azalmakta olacağınıhaber verip buyurmuştur.
İşte böylesi bir devrede yaşıyoruz.
Artık hangisinden bahsedip, hangisinden mevzu’ açacağız bilemiyorum. İnan ki öylesine her taraf çökmüş durumda ki...
Târikat husûsundan mı bahsedelim? Yok efendim falanın sarığına, cübbesine, şununa bununa mest-u-hayran oluşlarından mı bahsedelim?
İlim kisvesine bürünüp halkı sapıklığa çağıranlarımı anlatalım?
Kur’ân okuyucularının hallerinden mi söz edelim?
Zengin bir halde, fakir olan bir halde, bilmem ki ne diyelim...
ALLAHu zu'l-Celâl dileriz ki, bizleri salah etsin, muîn olsun, tevfikiyle refik etsin ve hüsnü hatimine nasib ve müyesser etsin. Âmin!...


اللهم اصلح امة سيدنا محمد اللهم فرج عن امة سيدنا محمد اللهم ارحم امة سيدنا محمد رحمة عامة


ALLAH’ım ümmet-i Muhammedi ıslah et, kurtuluş ve zafer ver, umûmuna rahmet eyle.Âmin!...

Burada ALLAHu zu'l-Celâlin en sevdiği şey:


اللهم ارحم امة محمد رحمة عامة


ALLAH’ım ümmet-i Muhammed’in hepisine rahmet etÂmin!...

Kardeşlerimiz;
Ben 1923 yılından beri yaşamaktayım.
Buna benzer fitneler memleketim Siirt ve civârında da yaşandı.
Esâsen Şeyh Said hâdisesini ortaya çıkaranlarda halkı tamâmen tiksindirdiler.
O kadar büyük bir felâkete sebeb oldular ki, o kadar olsun. Bu kimselerin fitnesi karşısında da sertlik başladı.
Tabiki mutlaka olacak, çünkü fitne çıktı mı böyle olur.
Neticesi öyle oldu ki, Kur’ân'ın bile okutulması yasaklandı. Tedrisât vs. durduruldu.
Buna sebeb olan aslında devletten önce fitneyi çıkaranlar oldu. Onların zararlarını millet çekti.
Çünkü devlet böyle yapmasa bu fitne zâten önlenemeyecekti.
Ben o devrede gece gündüz demeden çok değerli ve âmâ olan hafız bir zâttan 1929 yılında hâfızlığı tamamladım.
Ve elime asla bir cüz ya da Kur’ân-ı Kerîm almadım. Hâfıza olarak hıfzettim.
O zaman Kur’ân okunup hâfız olunması husûsunda halk arasında birbirine destekçi olmak vardı.
Devlet tarafından bir baskın olursa Kur’ân okutulan evin komşu eve açılan bir sır kapısı olurdu ve talebeler oradan derhal kaçırılırlardı.
Herkesin gelip gidenden malûmatları olurdu. Herkes gözcü gibi idi hâfızlar için.
Bütün bu zorluk ve zorlamalara rağmen pek çok hâfız yetişmiştir o devrede.
Pek çok hâfız yetişti amma hiçbir ferdimiz Kur’ân-ı Kerîm'i bugünkü gibi asla dilenci âleti yapmadık.
Nasıl ki birisi oğlunu lisede vs. okutup külfetini bizzât kendisi çekiyor ve kimseden birşey dilenmiyorsa o zaman bizleride sâdece âilemiz Kur’ân okutur ve yükümüzü çekerlerdi.
Biliyoruz ki bugün okulların külfeti çoktur. Geçmiş devrelerde bir çocuk ilk okula girdimi bir masraf yapılır o kimsenin kaç çocuğu varsa birbirlerine kitaptır, elbisedir ne varsa aktarma yaparlardı.
Ama şimdi ise gerçekten çocuk okutmak zora vardı ve büyük külfettir.
Buna rağmen siz hiç duydunuz mu ki;
Benim oğlum falan okulda okuyor buna yardımcı olundiyen birini.
Böyle biri var mı? Bu mümkünde değildir.
Peki, neden Kur’ân dilenci âleti yapılıp da köşe bucak Kur’ân talabeleri bahâne edilip dilencilik yapıyorlar.
Bu çocukların babaları âileleri birer elifbâ alamıyor mu?
Bizler müslüman olarak buna nasıl katlanıp ALLAHu zu'l-Celâlin kelâmına karşı böyle davrananları tasvib edebiliyoruz? İyice bir düşünün.
ALLAHu zu'l-Celâlin kelâmı dilenci âleti midir? Öylemi yakışıyor?.
Halbu ise Kur’ân okumanın ve okutmanın fazla bir masrafı da yoktur.
Sâdece bir elifbâ ve bir de mushaf başka bir şeyde yok.
Biz memleketimizde 400 hâfız vardık ve hiç bir zaman bir Kur’ân öğretenin halka çıkıpta
bir şeyler verindiye bir sözleri asla duyulmamıştır.
Kur’ân kursuna para verecekse, çocukların babası ve âilesi verir. Kim ki okuyorsa onun külfeti babasına âittir.
Evet cüz başına bir şeyler ALLAH liLLAH için verilirdi.
Bu ise;
hoca efendi kendisini bu işe bağlamış devamlı çocuklara Kur’ân okutuyor, işine gücüne gidemiyordiye verilirdi.
Tabi ki benim çocuğum Kur’ân okuyor ve bir cüz bitirmişse hiç olmazsa elimden gelen kadar hocasına ikram etmez miyim? Ederim elbette. Esâsen gönül rızâsı ile verilir.
Hoca devamlı çocuklarla meşgul diye veriliyor.
Yoksa şundan bundan isteme dilenme ve toplama şeklinde Kur’ân dilenci âleti edilmemiştir asla...

Başımıza gelenlerin sebeplerinden biriside Kur’ânı dilenci âleti hâline getirmemizdir.
Târikat olsun, Kur’ân kursları olsun, ilim öğretmeler olsun dünyâya âlet edildiler.
ALLAHu zu'l-Celâl hiç bir zaman böylesine râzı olmaz.
Rasûlullah'da sallallâhu aleyhi ve sellem asla hoşnud kalmaz ve râzı olmaz bu hallerden.
ALLAHu zu'l-Celâl kendi kelâmının dilenci âleti edilmesine râzı olmaz.
Târikat dediğinizde de böyle hallere düşürdüler ki milleti tiksinme durumuna getirdiler. Hâşâ oyuncak hâline getirdiler.
Hal bu ise, târikat ALLAHu zu'l-Celâlden Rasûlullah'a sallallâhu aleyhi ve sellem Ondan Hz. Ebû Bekiri Sıddık radiyallâhu anhu yoluyla veyâ İmam-ı Ali kerremullâhi veche yoluyla gelen târikat-ı âliyyelerdir.
Siz hiç duydunuzmu ki
Hz. Sıddık radiyallâhu anhu veyâ İmam-ı Ali kerremullâhi veche bir kimseye en ufak bile olsa bir külfet verip kendi çıkarlarına koşturmuşlardiye.
Her zaman verici olmuşlarda asla alıcı olmamışlardır.
Gerçekten târikat hevesleri var ise târikatın hakîkatini bilmeleri ve fiilen işletmeleri şarttır.
Böyle târikatı da dilenci âleti yapıp da milleti soymalarına; ALLAHu zu'l-Celâlde, Rasûlullah'da sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz. Ebû Bekir’i Sıddık'ta radiyallâhu anhu İmam-ı Ali’de kerremullâhi veche aslâ râzı olmazlar ve bağışlamazlar esâsen.
Kesinlikle bunların soytarılıklarını hoş görmezler.
Öteden beri nerdeyse 1400 küsur senedir maalesef bu hal cereyan etmekte ve gittikçe de dilenci âleti olarak görüp; şirketler, arbedeler, debdebeler ve çeşit çeşit yarışma içindedirler.
ALLAH muhafaza etsin ki dîni dünyâ için nasıl kullanabiliyorlar?
ALLAH'dan korkmadan halkı din adına soyuyorlar ve sömürüyorlar.
Halbu ise ALLAHu zu'l-Celâlin hiç sevmediği şey dünyâdır.
Dünyâ denaetten
(alçaklık) gelen bir şeydir.
Gerçekten târikat ehli iseler İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin Mektûbâtında sık sık ortaya koyduğu hadisde Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm:


حب الدنيا رأس كل خطيئة


Hatâların başı dünyâyı sevmektir.
Peki bu nasıl târikatçılıktır ki dünyâyı çok çok seveceksin ve dünyâyı sevmekte hatâların başı olacak!..
ALLAH yolunda yürüyen bir kimseye yakışır mı bu?
Veyâ Kur’ân okuyucularının ALLAH kelâmını dilenci âleti yapmaları yakışır mı?
Bunu düşünün bir kerre. İşte acayibimize giden hallerden bâzıları.
Artık herşey yerinden çıkarılmış ve yönünden saptırılmıştır.
Herkes kendi menfaat ve çıkarı yönünün arkasında koşmaktadır.
Bakınız bir Kur’ân kursu ve târikat meselesi piyasada hâli hazır ne hallere düşürülmüş, vallâhi insan üzülüyor.
Kur’ân okutmak güzeldir, Târikatta güzeldir. Takdir ve takdis edilecek meselelerdir.
Fakat öyle hâle getirdiler ki âdetâ, resmen dilencilik ve başka bir şey yok.
Derdleri davâları; halkı nasıl soyacaklar kendi fikirlerini nasıl kabullendirip de teşvik edecekler şeklinde.
Artık karşı karşıya yarışma durumundalar ki, hangisi daha fazla arbedeci diye. Köşkler, saraylar, şirketler yarışmasındalar.
Güyâ hepsine de sorsan sâdece kendileri hayır yolunda olan kişiler olup hayrınızı onlara vermenizi mutlaka isterler. Hayr ve hayratın fazîletini anlatır dururlar.
Halbuki hayrat ALLAHu zu'l-Celâlin rızâsını ve Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem takdirini celbedecek meseleler iken dünyâlarını âhiretlerine tercih ettiklerinden dolayı bu hallere düştüler.
Dünyâyı tercih edenlerin akîbetleri er veya geç mutlaka ve mutlaka budur.
Artık ALLAHu zu'l-Celâl Gayyurdur
(gayretli, peşini bırakmayan) kelâmının bu hâle getirilmesine aslâ râzı olmaz.
Esâsen Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem dahi sünneti seniyyesine, ilmine, hadislerine, mu’tad edindiği tasavvuf yoluna yapılan bu yolsuzluklara aslâ râzı gelmez ve hoşnûd olmaz. ALLAH korusun.
Hz. Sıddık radiyallâhu anhu nasıl râzı gelsin bu yapılanlara ki, bu yolda kaç defâ tüm malını fedâ etmiş ve hepsini vermiştir, İslâm uğruna. Hangisini anlatalım bilemiyorum doğrusu.
Bunlar nasıl müslümanlar ki, kendilerine veren kimseleri peşin peşin cennetlere eletirken vermeyenleri de hemence cehenneme sokuyorlar.
İnsanların başlarına bir musîbet gelse deprem vs. gibi hemen
bizim yolumuzda olmadığınızdan geldi başınıza bunlardiyorlar.
Biliyorsunuz piyasada şu anda bunlar dönüp durmaktadır. Bu şekillerde söylenmektedir.
Unuttukları bir şey var ki; ALLAHu zu'l-Celâl bu dünyâda azab etmekte aceleci değildir. Bu dünyâ ise azab yeri değildir.
Halbuki; RABBu’l- İzze Celle Celâluhu ve Teâlâ, kazâ ve kaderi daha hiçbir nesne yok iken var etmiştir. İlâhî kazâ ve kader plân proje ve bütçesini ezelde halletmiştir.
ALLAHu zu'l-Celâl, kazâ, kader, irâde ve meişetini ilk olarak yazmıştır bir kerre.
Bunun hiçbir zerresi ne değişir ne de bir şey olur. Meğere, RABBımız dilerse o bilir.
Kazâ ve kader dediğimiz Levh-i Ezelîde mevcûddur.
Levh-i Ezelîden Levh-i Mahfuza intikâl eden bir meseledir.
Fırka-ı Nâciye isimli eserimizde anlatmışızdır.
Bundan dolayı oraya mürâcaat ediniz ve fazlaca mâlûmât alınız.
Elbette ALLAHu zu'l-Celâl hâşâ beşer gibi günlük günlük düşünecekte plân proje ve bütçe yapacak değildir.
ALLAHu zu'l-Celâl vaktiyle ezel devresinde neler yazıldı ise ne ileri ne geri bu tamâmen ALLAHu zu'l-Celâlin takdirâtıdır.
Kendisinin bizzâtihi bilgisi dâhilindedir. İlmi ve mâlûmâtı içindedir.
Hiçbir zerre onun irâdesi dışında hareket edemez, durdurdu ise de kimse hareket ettiremez, hareket ettirdi ise kimse durduramaz, bu böyle bilinsin bir kerre.
RABBu’l- Erbab olan RABBu’l- Âlemîn Celle Celâluhu Subhânehu Teâlâ dilediğini yürütür.
Esâsen herhangi bir nesne kendisini engelleyebiliyorsa durdurabiliyorsa o zaman rubûbiyyetinde noksanlık olur hâşâ. Bunu böyle düşünmek lâzımdır.
Bu olanların hepiside ALLAHu zu'l-Celâlin kader ve mukadderatıdır ve bunun dışında da hiç bir şey yaşanamaz ve yapılamaz.


Resim

istikrar: Karar ve sebat üzere olmak. Karar kılma. Sâkin olmak. Yerleşmek.
Yevmiye: Gündelik. Bir günlük çalışmanın neticesi alınan ücret.
Mütemâdiyen: Devamlı sûrette.
Fitne: İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakîkatten saptıracak şey. * Muhârebe. * Azdırma. * Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu. * Küfr. Fikir ihtilâfı. * Şikak. Kavga. * Delilik. * Mihnet ve beliye. * Mal ve evlâd. * Potada altın ve gümüşü eritmek. * İmtihan ve tecrübe etmek.
Külfet: Zahmet. Sıkıntı. Yorgunluk. Zahmetli iş. Adetten ve lüzumundan çok yorularak çalışmakla iş yapmak
Mushaf: Sâhife. Sâhife hâlinde yazılı kitap. * Kur'ân-ı Kerîm'in bir ismi.
Hayrat: (Hayr. C.) Sevap için ALLAH rızâsı yolunda yapılan iyilikler. Haseneler.Hayır iki çeşittir. Birincisi: Mutlak hayırdır; her halde, herkes için rağbet edilir ve sevilir, herkes için iyidir. İkincisi: Mukayyed olan hayırdır; birisinin yanında hayır olan, başkası için şer olabilir. İsraf ve sefâhette kullanılan çok mal gibi.İlmî, imanî, dinî, manevî ve maddî çok hayır ve menfaat verenlere de ehl-i hayır denir.
Musibet: Âfet. Belâ. Felâket. Hastalık. Dert.
Levh-i Ezelî: Bilinemez ezel yazgısı.
Levh-i Mahfuz: Her şeyin hayâtının ind-i İlâhîde yazılması. İlm-i İlâhînin bir ünvanı.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »


Nitekim duyuyorsunuz bazı kimseler, kaderin şer kısmını şeytana bağlarlar ki i’tikadda en tehlikelisi de budur.
Şeytan'ın bu gibi vâkıa’ları işletecek veya durduracak bir gücü ve hâli aslâ yoktur.
Şer olsa dahi işletemez ve durduramaz.
Kazâ ve kader mutlak mânâda ALLÂHu zu'l-Celâlin taht-ı tasarrufundadır.
Tabi ki yaratmış olduğu mahlûkatları mutlaka iki bölümdür:


فريق فى الجنة وفريق فى السعير


Bir fırka cennette bir fırka ise cehennemdedir (sâirdedir).
Bunda ise değişecek bir şeyde yoktur.
Onun için hocayım diye ortaya çıkan birisi nasıl oluyorda insanlara:
Şöyle yaptınız, böyle oldunuz da şunlara uğradınızdeyip arbede yapabiliyor!
Hâşâ. İlmi kısır insanlar bilmiyor ki müslümanlar için burası azab değilde imtihan yeridir. Mühlet yeridir.
Bu kimseler gerçekten ilim sâhibi olsalar idi bir âyet ve hadise dayanarak konuşurlardı da kendi akıl, mantık ve tasavvurlarından uydurmazlardı.
Bakınız zelzele için Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ne buyuruyor:

Hadis-i Şerif:


قال رسول الله صلى الله تعالىعليه وسلم : ان الله تعالى يقول انا ارجف الارض بعبادى فى خير فيوافى فمن قبضته فيها من المؤمنين كانت له رحمة وكانت أجالهم التى كتبت عليهم ومن قبضته من الكفار كانت عذابالهم وكانت أجالهم التى كتبت عليهم


Hadis meâli:
ALLÂHu zu'l-Celâl zelzele husûsunda malûmat vermiş ki zelzele kendi tasarrufundadır ve kendisinin bilgisi tahtında olduğunu ilan etmiştir.
Peki, zelzele anında oradaki insanların durumları nedir?
Yukarıdaki hadisi şerife göre zelzeleye ma’ruz kalan kimselerin mü’min olanları bu zelzeleden bir takım zararlara uğrayacak veyâ ölmüş olacaklarsa olanlar kendileri için tamâmen bir rahmettir.
Zira ALLÂHu zu'l-Celâl buyuruyor ki:
O mü’min kimselerin hayrı var ki hayrını ifâ etmiş oluyorumNe demek bu?
O kimsenin giderilecek hataları, pürüzleri vardır veya varacağı yüksek dereceler vardır.
Olanlar mü’min için azab değilde temizleme veya yüceltme yönündendir.
Bir mü’minin başına gelenler;
İlletin ve zilletinhastalıktır, zillettir, sıkıntıdır vs. olsun hepsi de bir temizleme ve yücelmeye karşılıktır.
ALLÂHu zu'l-Celâl başlarına gelenlerle mü’minleri temizlemiş oluyor.
Onlar için hem rahmettir hem de hayrları ifâ edilmiş olmaktadır. Hayrları nedir?
ALLÂHu zu'l-Celâl kendilerine bir ikrâm edecekse bu yolla ifâ edilmiş olmaktadır.
Ama hatâları giderilip temizlenecek, ama mânevî dereceleri yükselecektir.
Zelzelede mü’minin hâli budur.

Kâfir kısmına gelince; zelzele kâfir üzerine hem azabdır hem de ecelleridir.
Esâsen ezel âleminde belirlenmiş olan ecellerinde de bir kısıntılık yapılmışta değildir.
Hiç kimse mahrum olmuş da değildir. ALLÂHu zu'l-Celâlin işlemiş olduğu haktır. Hâşâ zülûmde değildir.
Çünkü Hadisi Kudsîde öyle buyuruyor:


انى حرمت الظلم على نفسى وجعلت بينكم حراما فلا تظالمون


Zülmü kendime kendi nefsime haram kıldım. Kendi aranızda da asla zülûm yapmayınız.
Sanıyorlar ki öyle afatlar geldiğinde ALLÂHu zu'l-Celâl azab ediyor hâşâ.
Sanki elinden kaçacaklarda ele geçirmişken bir güzel azab edip yapacağını yapıyormuş gibi sanmaları ancak câhilliklerindendir.
Mü’minlere bu dünyâda azab yoktur mühlet vardır ve azab öbür âlemdedir.
Burası imtihan diyârıdır.
Bu dünyâda bu gibi âfâtlar mü’minleri öbür âleme geçmeden burada temizlemek içindir.
Hatâları yok ise daha yüce mevki ve mertebelere yükselmesi içindir.
Hatâları var ise onlara keffâre olup hayrını ifâdır.
Kazâ ve kader dâhilinde mü’minin başına gelenler; ecellerinin takdiri, hayrlarının ifâsı, hatâlarını temizlenmesi ve derecelerini yücelmesi için olanlardandır.

Bir âfât geldi ise orada mü’minde kâfirde olabilir.
Kâfirlere bir azabdır. Kâfirler için mükafaat bu dünyâdadır.
Âhiretleri için ise küfürden ötesi yok ki. Onun için buradaki gördükleri görecekleridir.
Kâfir için âhirette hasene olamaz.
Zelzelede azab görür âhirettede azâba giderler ve cehennemi boylarlar.
Onlar için rahmet değilde azabdır. Ama ecelleriyledir. Ecellerinde bir değişiklik olmamıştır. Ecelleriyle ölmüşlerdir.

Hülâsa kardeşlerimiz; bu zelzele meselesi fi’l hakîka şudur; ALLÂHu zu'l-Celâl zelzele vs. gibi bir şeyi murad ederse Rûhu’l Akdes’e emreder aracı olarak Oda İsrâfil’e aleyhi's-selâm başvurup vâkıa’nın yapılmasını ALLÂHu zu'l-Celâlin kararını bildirir.
İsrâfil'de aleyhi's-selâm Levh-i Mahfuz’a bakar ve orada yazılmış olduğunu görür.
İsrâfil aleyhi's-selâm ise; zelzele vs. helâk ve âfâtlar emr ve vâsıtasıyla gerçekleşen Cebrâil’e aleyhi's-selâm emreder.
Antakya'da falan olanlar hep Cebrâil’in aleyhi's-selâm sayhasıdır.


إن كانت إلا صيحة واحدة فإذا هم خامدون يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ مَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلاَّ كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون...

(Yasin / 29 – 30)
Onları helâk eden korkunç sesten başka bir şey değildi. Bir den bire sönüverdiler. Ne yazık şu kullara! Onlara bir peygamber gelmeye görsün, ille de onunla alay etmeye kalkışırlar.

Lût aleyhi's-selâm devresinde Lût kavmi yerle berâber kaldırılıp alt-üst edilmiştir. Yâni bir kabı ters kapatır gibi.
Bu işlemler Cebrâil aleyhi's-selâm ile alâkalıdır. Mikâil aleyhi's-selâm; hayrat, berekât yağmur vb. şeylerle âlâkalıdır.
Çünkü kendisi sâhidir (cömert, eli açık). Çok ağlar ve çok lâtif bir kimsedir.

Şidded kısmı ise Cebrail aleyhi's-selâm ile âlâkalıdır.
Ezrâil aleyhi's-selâm ruhların kabzı ile âlâkalıdır. İsrâfil aleyhi's-selâm sûr’un me’murudur onun hâkimiyeti üzerindedir.
Kendi aralarındaki mertebelerden dolayı ALLÂHu zu'l-Celâlden Rûh’ul Akdes aleyhi's-selâm aracılığıyla emir İsrâfil’e aleyhi's-selâm gelir, O ise Levhu’l- Mahfuz'a nazar eder ve işlenmesi gerekenlerin meydana geldiğini görür ve işin sâhibi kimse ona emreder.
Cebrâil aleyhi's-selâm'dır, Mikâil aleyhi's-selâm'dır veyâ Ezrâil aleyhi's-selâm'dır. Hangisi ile ilgili ise ona emri bildirir.

Bu işler başı boş rastgeleye değildir esâsen nizâmlıdır, intizamlıdır.
Hiçbir zerre ALLÂHu zu'l-Celâlin ilmi dışında değildir. Hiçbir işte hâşâ habersiz yapılamaz...
Onun için zelzele meselesinde mü’minlerin hayr ve faydası vardır.
ALLÂHu zu'l-Celâl onların hayrat ve berekâtlarını artırsın.
Böyle hallerde mü’minlere hayr-ü-bereket ve rahmet vardır. Mü’minde eceliyle ölür, kâfirde eceliyle ölür, ancak onlar için azabdır.

Bu incelikleri bilip düşündüğümüz zaman şu gılzet sâhibi câhil kişilerin hoca adı altında, müslümanların çocukları zelzelede kaderleri gereği ölünce çıkıpta “İyi ki öldüler, eğer büyüseler idi ale’l küfre gidip kâfir olurlardı” diyebiliyor.
Ve lâ havle ve lâ kuvvete İllâ bİllâhi’l aliyyu'l-azim!...
Be adam sen kim oluyorsun bu müslüman çocuklarına peşinen peşinen “ale’l küfre” giderlerdi diyebiliyorsun. Küfre götürüyorsun.
Be insafsız adam, burası bir İslâm diyârı ve bunlarda müslüman kardeşlerimiz ve çocukları.
Hemen alıpda kâfirliğe nasıl eletebiliyorsun. Bu kadarda gılzât olmaz ki.
Esâsen
Siz merhâmetli olun ki ALLAH da size merhâmet etsin.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Hadisi Şerifinde;

من لم يرحم لم يرحم : Kim ki merhâmeti kullanmıyorsa ALLAH tarafından kendisine merhâmet edilmez.
Bu böyledir ve asla gılzâtlı, sertlik ve kabalığı sevmez ALLÂHu zu'l-Celâl. Kullarına karşı yumuşak, şefkâtli ve merhâmetli bir şekilde idâre edenlere karşı, kendiside onlara bundan daha fevkâledesi ile karşılık verir...
Rahmet deryası olan Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm böyle gılzât kullandı mı?
Dâimâ
Ümmetim, Ümmetimderdi ve böylece gitti.

Bu gılzât ehli olanların bir görüntüsü daha var ve kendileri de açıkça söylüyorlar câmileri ve cemaatları çok olsunda daha çok kaset vs. satsınlar para toplayıp halkı soysunlar.
Halbuysa Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm:

من لم يرحم لم يرحم : Bir kimse merhametli değilse ALLAH'dan da kendisi için merhamet beklemesinbuyuruyor.

Başka bir hadisin de ise;

ارحموا من فى الارض يرحمكم من فى السماء :Yeryüzündeki ALLAHın mahlûkâtına merhâmetli olun ki gökteki olan meleklerde size karşı merhâmetli olsunlarbuyuruyor.
Onun için Ebu Hasane’l Şâzeli buyuruyor ki:
ALLÂHu zu'l-Celâl nebîlerini kullarının üzerine çoban olarak göndereceği zaman göndermeden önce yeryüzünde mutlaka çobanlık yaptırır.
Tüm rasûllerinin bu şiârları vardır. Çobanlık imtihan ve sansüründen geçmişlerdir.
Hattâ Hz. Mûsâ aleyhi's-selâm davar güderdi de bir gün, bir keçi sürüden ayrılıp kaçmaya başlamış.
Mûsâ aleyhi's-selâm ardına düşmüş koşmuş yorulmuş da;
Seni bir tutarsam şöyle yapacağım, böyle edeceğimdiye söylerken ne zaman ki keçi kabzasına düştü ise bu sefer onaMübârek, kendini de bu hâle getirdin, beni de bu hâle getirdindiyerek keçinin terlerini silip hoş davranır.
Gerçektende öyle söylediği gibi davara nâ-hoş bir şeyler yapsa idi demek ki
nebîliğe elverişli değildemek olurdu.
ALLÂHu zu'l-Celâl kullarına merhâmetsiz olan kişiyi gönderir mi?
Onun için Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e dahi sordular ki:
Ya Rasûlullah çobanlığı bütün nebîler yaptığına göre sende yaptın mı?
Evet, bende yaptım, Develere çobanlık yaptım da az bir şeyler vermekle yetinirlerdibuyuruyor.
Hatta Ebu Hasani’l Şâzeli buyuruyor ki:
Resûller ve Nebîler tamamen rahmetten var olmuşlardır. Rahmetin kendisi ise Cenâb-ı Rasûlullahdan sallallâhu aleyhi ve sellem var olmuştur.
Çünkü:


وما أرسلناك إلا رحمة للعالمين

(Enbiyâ / 107)
Seni sâdece âleme rahmet olarak gönderdikOnun içinde bir makamda, olanların; devlet başkanı, reis, hoca, Şeyh vs. mutlaka merhametli olması tercihlidir.

Hadis-i Şerif:


والذى نفسى بيده لتدخلن الجنة كلكم الامن أبى قيل يارسول الله ومن يأبى ان يدخل الجنة قال من اطاعنى دخل الجنة ومن عصانى فقد أبى


Hadis meâli:
Cenâbı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem yeminle buyuruyor ki, nefsim yed’i kudretinde (kudret elinde) olan ALLAH hakkı için hepiniz cennete gireceksinizİllâ EbâAncak direnenler hâriç. Yâni reddedenler müstesnâdırlar.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem soruyorlar:
Nedir bu ebâ ya Rasûlullah?” “Kimler ki cennete girmeyecek olanlar, reddedecek olanlar?
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemBana itaat ederse cennete girecek, fakat itaat etmezde isyan ederse, reddedip direnirse cennete giremez, cennetin dışındadır.
Tabaranî’nin rivâyetindeateşe girerbuyuruyor. İbn-i Hibban ise ebâ da kalıyor.

Seyyid-i Şerif diyor ki;
Bir çok kimselerin hatâları vardır fakat affı mümkündür. İblise ALLÂHu zu'l-Celâlin secde emri olunca doğrudan doğruya tutmamak değilde redd=ebâ kelimesi olunca o zaman hiç bir hayır görememiş ve azâba müstehak olmuştur.İblis hâriç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.(Bakara / 34)


Resim

İ’tikad: İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dînin temelini meydana getiren şeylere inanmak.
Tasarruf: İdâre ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdâre etmek. Sâhiblik. Kullanma hakkı. * (Para veya mal) artırma. * Bir şeye karışıp müdâhale etme.
Taht-ı tasarruf: Tasarrufu altında.
Arbede: Cidal, kavga, patırtı.
Mühlet: Vakit. Bir işi bir zaman için geri bırakmak. * Rıfk ve teenni ile meydan vererek tutmak.
Ma’ruz: Bir şeyin etkisine uğramak veya uğratmak. * Arzolunmuş, arzolunan. * Serilmiş, yayılmış. * Verilmiş, sunulmuş. * Anlatılmış. * Bir şeye karşı siper alan.
İfâ: Ödemek. Yerine getirmek. Söz verdiğini veya vazife bildiğini yerine getirmek. Kılmak. Yapmak.
Zillet: Aşağılık, horluk, hakirlik, alçaklık.
Keffâre: (Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecbûriyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç. * Günahtan arınma.
Levhu’l- Mahfuz: Her şeyin hayâtının ind-i İlâhîde yazılması. İlm-i İlâhînin bir ünvânı.
İntizam: Tertib, düzen, düzgünlak ve nizam üzere olmak.
Gılzet: Kabalık, sertlik. * Kalınlık, galizlik.


Resim

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ

Ve kezâlike evhaynâ ileyke kur’ânen arabiyyen li tunzire umme'l-kurâ ve men havlehâ ve tunzire yevme'l-cem’i lâ reybe fîh(fîhi), ferîkun fî'l-cenneti ve ferîkun fî's-saîr(saîri): Şehirlerin anası (olan Mekke'de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. (İnsanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir.
(Şûrâ 42/7)


إِن كَانَتْ إِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ خَامِدُونَ

İn kânet illâ sayhaten vâhıdeten fe izâ hum hâmidûn(hâmidûne): (Ancak onlara) Yalnızca bir tek çığlık (yetti); anında sönüverdiler.
(YâSîn 36/29)


يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ مَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلاَّ كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون

Yâ hasreten ale'l-ıbâd(ıbâdi), mâ ye’tîhim min resûlin illâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne): Yazıklar olsun kullara; ki onlara bir elçi gelmeyegörsün, mutlaka onunla alay ederlerdi.
(YâSîn 36/30)


وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ

Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li'l-âlemîn(âlemîne): (Rasûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.
(Enbiyâ 21/107)


وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ

Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne mine'l-kâfirîn(kâfirîne): Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hâriç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.
(Bakara 2/34)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hadis-i Şerif:
قال صلى الله تعالى عليه وسلم: لاتكفروا اهل ملتكم وان عملوا الكبائر . وصلوا خلف كل امام وصلوا على كل ميت وجاهدوا مع كل امير

Hadis meâli:
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; Milletinizden yâni aynı kıbleye sâhib olduklarınızdan müslüman kimselerin aslâ tekfirine kalkışmayınız.
Velev ki günah-ı kebâir işlemiş olsa dahi.

Fısk-u-fücûrundan dolayı herhangi bir imamın arkasında da namaz kılmamazlık yapmayınız.
Herhangi bir cenâze ile karşılaşırsanız cenâze namazını da kılacaksınız.
Efendim, ben bu kimseyi hiç görmedim, tanımam, şöyle olmadı, böyle olmadı demeyiniz, cenâzesini kılınız.
Değilmi ki İslâm diyârındadır ve kendisindende bilinen bir küfrü sadır olmamıştır.
Onun için ayni dinden olan kimseyi tekfir çok tehlikelidir.
Şimdi piyasadaki şu dangalak olan kişilere bakınız ki, hemen konuştukları ya kefere, ya lâ’net veya mel’un demektir.
Başka da bir şey bilmiyorlar işleri güçleri bu. Halbuysa bu şeytan işidir.
Yâni; bir mü’min, millete böyle tekfir kelimesini asla kullanmaz.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

المؤمن ليس بااللعان ولابا لتعان
Mü’min kimseye lanet ve ta’n etmezbuyuruyor.
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem
Eğer mü’min sıfatı kendi üzerinde mevcûd ise kimseye asla lâ’net etmez. Böylesi küfür kelimeleriyle töhmet ve iftiraya girişmez esâsenbuyuruyor.
Onun için Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem tenbih ediyor ki:
sakın kendi milletinizden birisini tekfire kalkışmayınız.
Bir imam önünüze geçince de
ben bunun arkasında namaz kılmam bu kişinin fıskı fücûru vardırdemeyiniz.
Herhangi bir cenâze ile karşı karşıya gelince de cenâze namazını kılınız. Ehl-i sünnet ve’l cemaatın hükmü ve kararı budur. Çünkü rastgeleye kimsenin küfrüne karar verilemez esâsen.
Suudîlerin yaptığı gibi namaz kılmayanın doğrudan doğruya küfrüne, mürtedliğine karar vermek diye bir şey de yoktur.
Türkiye ehl-i sünnet ve’l cemaatın akîdesine tamâmen uygundur.
Onun için Türkiye'de namaz kılmayanın küfrüne ve katline cevaz da yoktur.
Namaz kılmıyorsa fâsık olur o kadar.
Namazı reddedip inkâr etmediği müddetçe kılmadığı zamanALLAHu zu'l-Celâl ALLAHu zu'l-Celâlin emrine uymadığından dolayı fâsık olur ama kâfir olmaz.
Yâni
ebâkısmından olmadıkça, iblisinebâdediği gibinamaz yokturdeyip asla hükmünü tanımazsa ve farziyettini kabul etmezse o zaman küfrüne karar verilir.
Yoksa işlemediğinden dolayı küfrüne karar verilmez.
Ve ölmüş olsa üzerine mutlaka cenâze namazı kılınır.
İmam olanlar da; hâliyle tabi ki beşerdirler ve bâzı fısk-u-fücûr halleri var ise
bunun arkasında namaz kılmayızdiyemezsiniz.
Çünkü, ehl-i sünnet ve’l cemaatın karârı böyledir.
Burada iş, zâhiriye mezhebi gibi her görülen hadisin zâhirine bakıpta karar vermek de değildir.
Zâhiriyye, Teymiyeciler ve benzerleri böyledir.


Hadis-i Şerif:

لاتكفروا احداً من اهل القبلة بذنب وان عمل الكبائر وصلومع كل امام وجاهدوا مع كل امير

Hadis meâli:
Asla kıble ehli olan herhangi bir kimsenin küfrüne, tekfirine kalkışmayınız. Kıble ehline asla. Kıbleyi tanımayan Yahudi Nasrani vs. başka. Ehli Kıble olupta:

لااله الاالله محمد رسول الله
ilâhe illâ ALLAH MuhaMMeder Rasûlullahdiyen bir kimse velev ki en büyük hatâları işlemiş dahi olsalar herhangi bir imamınız, emiriniz reis-i cumhurunuz cihada kalkacak olursa:Ben bununla cihada girmem, bunun fısk-ü-fücûru var, şöyledir, böyledirdemeyiniz ve cihada giriniz.

Ben şahsen vaktiyle bazı kimselerden bizzâtihi:bu devlete askerlik yapılmaz veya bu devletin arkasında cihada çıkılmazdiye çok çok dinledim.
1970 lerden beri bu haller mevcuddur esâsen.
Herhangi bir emirin beraberinde cihada gideceksiniz ve gitmem diye de şer’an bir şey yoktur.
Sadece kıble ehli olması yeterli şarttır.
Kıble ehli imama uyulur, kıble ehlinin cenâzesi kılınır ve kıble ehli emirin arkasında cihada katılınır.
Bu devlete, bu millete ve bu memlekete askerlik de yapılır.
Hiçbir muhalefette yapılamaz esâsen.
Ancak ve ancak irtidad eder, İslam dinini reddeder ve mürted olursa bunlar asla yapılmaz.
Museylemetü’l- Kezzabın yaptığı gibi
ilâhe İllâ ALLAH Muhammede’r- RasûlullahyerineMuhammede’r-Rasûlullahdemiyor daMuseylemetu’l- Rasûlullahdiyor ve mürted oluyor.
İşte böyle birşeyler söylediklerini görürseniz o zaman küfrüne kararınız doğru olur ve söylediklerinizi yapabilirsiniz.

Aziz kardeşlerimiz;
Çok nâdirattan olan Ebû Bekir'i Tartuşî’nin Meşâyihi’l Mülûk adlı eseri antika bir kitabdır.
Melikler, devletin başları, baş tutarları ve maiyetlerine nasihatlarla doludur ve çok kıymetlidir.
Fars, Rum ve İslâm devletlerinden ibret verici hâdiseler anlatılır.
Tabi ki hiçbir şey tek taraflı olmaz.
Devletin başındakilerden şikâyet etmek yeterli değil ki.
Bir devlet kendiliğinden durup dururken zâlim olmaz ki maiyetinde olanların amelleri ef’al durumları da buna sebeb olur.

كما تكون يولى عليكم

Nasılsanız idârecilerinizde öyle olur.Birbirine irtibatlıdır.
Mübârek öyle buyuruyor. Bu hadisi halk arasında duyardım da bulamamıştım ve sonunda elde ettim ki; siz nasıl iseniz başınızdakiler de aynı sizin ahlâkınızda olan emirlerinizdir. Yâni muâdilinizdirler.
Halkın durumu ne ise başlarına da benzerleri gelir.

ALLAHu zu'l-Celâl kimseye zulmetmez. Hata her ikisinde de vardır.
Hiç bahane aramayınız. Siz nasılsanız idarecileriniz de öyledir.
İkinci bir hadisinde arkasına çok düştüm ve buldum.
Diyor ki:
اعمالكم عماركم
Amelleriniz âmirlerinizdir.
Amelleriniz başınızdaki kişileri getirir. Amellerinizin durumu ne ise aynı tezi ve hükmü uygulayan âmirleriniz olur.
Evet herkes kendisini hatâsız görüyor.
Ne var ki
ALLAHu zu'l-Celâl, zülûm değilde adaleti tecellî ettiriyor. Zulmü kendi arasında hoş gören bir toplumun idârecileri âdil olur mu?
Olsa olsa onlar gibi zâlim olur.
Ebû Bekiri Tartuşî Hazretleri diyor ki:
Bu hadisleri araştırırken acaba Kur’ânda benzeri âyetler var mıdır diye şu âyet-i celileyi buluncaya kadar aradım:

وكذلك نولي بعض الظالمين بعضا بما كانوا يكسبون
(En’âm / 129)

İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine takarız.
Zâlim kimselerin başlarına ALLAH zâlim kimseleri getirir ki kendi kisblerindendir.
Kendileri zülum yapıyorlarsa başlarına da bir zâlim gelir.
Kendileri âdil kimselerse başlarına da âdil kimseler gelir.

Şimdi hâli hazır kendi durumumuzu halk olarak bir düşünelim bakalım. Bakınız devletin maiyetindeki kişiler kendi devletinin dâimâ aleyhinde bulunuyor.
Dâimâ devletin eksiklerini görüp kendi hallerine bakmıyorlar.

Devleti eksik ve lâyık olmayanlar yönetiyordeyip kendi devletini yıkmaya çalışıyorlar.
Arbedeci ve fitnecilerin tezlerini kullanıyorlar.
Ve kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi sanıyorlar.

Daha mühim olanı şöyle buyuruyor Ebu Bekiri Tartuşî:

وكان يقال ما انكرت من زمانك فانما افسده عليك عملك

Sizin yaşadığınız devrenizde nâ-hoşluklar görürseniz hiçte bu böyle mi olur şu şöyle mi olmalı demeyiniz kimseye bahâne bulmayınız ki; sizi ifsada eleten amellerinizdir.
Bahâne aramaya sebeb yoktur ve sebeb sizin amellerinizdir.
Abdu’l Melik İbn-i Mervan etrafındakilere nasihat ediyor halkı uyarıp:
şöyle olun böyle olundiyor.
Onlar da karşılık olarak diyorlar ki:
Hz. Ebû Bekiri ve Hz. Ömer’i unuttun mu? Onların durumlarını şöyle bir hatırla da hiç olmazsa muamelâtın bu yönden olsun. Onların şefûk, atûf ve âdil olan işlemlerini sende de görmek istiyoruzdediler.
O zaman onlara:
Çok güzel konuşuyorsunuz fakat Ebu Bekir’in Ömer’in devrelerindeki cemaatın durumu ile sizin durumunuz nasıl, onların devresindeki halkın hallerine uymaya hiç hevesiniz var mı ve onların ahlâkını maletmeye niyetiniz var mı acaba?
Esâsen size bu şekilde muâmele eden aslında kendi ef’âl, âmel ve hallerinizdir
diyor.
Gerçekten halk âdil de başlarındaki zâlim veya halk zâlimde başlarındaki âdil olması diye birşey yoktur.

Çünkü âyet-i Celile açıkça:

وكذالك نولى بعض الظالمين بعضا بما كانوا يكسبون
(En’âm / 129)
Amelleri nisbetine göre başlarına birisi gelir.
Halkta zulüm varsa başlarına da bir zâlim gelir mutlaka...


Resim

Günah-ı kebâir: Büyük günahlar.
Fısk: Haddini tecâvüz. Günah. Haktan ayrılmak. * Fık: ALLAH'ın emirlerini terk ve O'na isyan etmek ve doğru yoldan sapıp çıkmak. Böyle olanlara şeriat dilinde "fâsık" denir.
Fücur: Günah. Zina. Nâmusları pây-mâl etmek gibi şeytânî iştiha. Dinsiz ve ahlâksızların durumu.
Sâdır: Sudur eden, çıkan, meydana gelen.
Tekfir: Birisine "kâfir" deme, kâfirliğine hükmetme. * Ortadan kaldırma, yok etme.
Kefere: (Kâfir. C.) Kâfirler.
Lâ’net: Nefret. Tiksinti. ALLAH'ın rahmetinden mahrumiyyet.
Mel’un: Lânetlenmiş. Lânete lâyık. * Kovulmuş, tard olunmuş.
Ta’n: Hoş görmemek. Kötülemek. Birisinin ayıp ve kusurlarını beyan etmek. * Küfretmek.
Ehl-i sünnet ve’l cemaat: Sünnet ve cemaat ehli. f. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in sallallâhu aleyhi ve sellem söz ve hareketlerine şüphesiz, kat'i ve sağlam delillerle uyan. Sahabe ve onlara tâbi' olanların mezhebi ve o mezhepte olan. Bunların muhaliflerine "ehl-i bid'a" veya "fırak-ı dâlle" denir.

Âkide: İnanılan ve itikad edilen esas. İmân. * Bir nevi şeker adı.
Cevaz: Müsaadeli. Ruhsat, izin. Câiz olma. * Yol, tarik ve meslek.
Zâhiriyye: Görünüşe göre hükmedenler. İç yüzünü, hakikatını iyi bilmeyenler.
İrtidad: Din değiştirmekle mürted olmak. İslâmiyetten çıkarak dinsiz olmak. * Geri dönmek.
Mürted: İrtidad eden. İslâm dîninden dönen.
Mâiyet: Berâberlik. Arkadaşlık. * Yüksek rütbeli bir kimsenin emri altında bulunan hey'et.
İrtibat: Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık. * Düşmana karşı cenk için hudutta at sâhibi olmak.
Muâdil: Müsâvi, eşit, denk. * Fiz: Eş değer.


Resim

وَكَذَلِكَ نُوَلِّي بَعْضَ الظَّالِمِينَ بَعْضًا بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ

Ve kezâlike nuvellî ba’daz zâlimîne ba’dan bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne): İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine takarız.(Mâide 6/129)

iblisinebâdediği:


وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ

Ve iz kulnâ li'l-melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne mine'l-kâfirîn(kâfirîne): Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.
(Bakara 2/34)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Ben-i İsrail kavmi nebîlerinden şöyle istediler ki: “Rabbımız Allah göktedir, biz kulları ise burada yerdeyiz.
Biz kendi hâlimizin ne olduğunu, yararda mı, zararda mı olduğumuzu nasıl öğrenebîleceğiz bir emmâresi ve bir işâreti var mıdır bizim anlayacağımız şekilde acaba?” diye sordular.
Onlar Allah’ı gökte ve uzakta sanıyorlar.
O zaman ki nebîsine Allahü Zülcelâl bir mâlumât veriyor:

واوحىالله تعالى الى بعض انبيائهم اذااستعملت عليكم خياركم فقد رضيت عنكم واذااستعملت عليكم شراركم فقد سخطت عليكم
Nebîsine buyuruyorki;
Onlara söyle ki; başlarına en hayırlı olanları geldi ise bilsinler ki ben onlardan razıyım.
Yok eğer en şerlileri başlarına gelmiş ise o zaman müstehak oldukları hak ettikleri gazabımın eseridir.

Onun için hepimiz bilelim ki hiçte şunda bunda ve birbirimizde hata aramaya bâhane ve sebeb yoktur.
Toplumun çoğunluğunun âmelleri sonucudur. Allahü Zülcelâlin kaza ve mukadderatıdır.
Başlarına gelen ve gidenleri kendileri gelip gidiyorlar mı sanıyorlar?
Bunların hepside Allahü Zülcelâlin tasarrufu altındadır.
İyi kimseler iseler başlarına da iyi kimseler gelir.
İyi kimseler değiller ise zülûmleri nisbetinde göre zâlimler gelir ve hak ettiklerine uğramış olurlar. Bunlar ise adaletin esasıdır.
Başkasına bahane bulmadan oturup da bir düşünelim hepimiz: İ’tikadlarımızın ve fiiliyatlarımızın durumu nedir? Ekseriyeti teşkil eden hal nasıldır?
Esâsen Allahü Zülcelâlin bu hususdaki muamelâtı mutlaka adaletin tahakkuk etmesidir.

Hz. İmam-ı Aliye kerremullahiveche kendi devresinde ukalâ bir kimse diyor ki: “Ya imam, ya Ali, neden Ebu Bekir ve Ömer devreleri o kadar güzel ve adaletli idi?
Halbuysa o zaman mal melâl daha az durumda idi ve yokluk vardı.
Şimdi ise Osman ve senin devrende daha genişlik ve bolluk olmasına rağmen neden o şekilde itaatlık yoktur, na-hoşluk çoktur.
Neden bu hallere getirildi ki her taraf fitneye başladılar? Neden acaba?
Sebebi nedir?” deyince Mübârek İmam-ı Ali kerremullahiveche; “esâsen senin anlattığın Ebu Bekir ve Ömer devrelerinde onların mâiyetide (beraberinde) olan kişiler ben ve Osman gibi şahsiyetlerdik. Fakat, şimdi ise mâiyetimizde senin gibi şahsiyetler olunca hal böyle dönüştü” buyuruyor.
Öyle ya kendisi gibi Hz. Osman radiyallahuanhu gibi şahsiyetler mâiyette olması lâzım, ama yok ki.
Onun için, fesad ve acâiblikler toplumun ekseriyetinin amelleri sebebiyledir.

Malik İbn-i Dinar şöyle buyuruyor:

يقول الله تعالى انى اناالله ملك الملوك قلوب الملوك بيدى فمن اطاعنى جعلتهم عليه رحمة ومن عصانى جعلتهم عليه نقمة فلاتشغلوا انفسكم بسب الملوك ولكن توبواالىالله تعالى اعطفهم عليكم

Allahü Zülcelâl uluhiyyetini ve tüm mülüklerini kendisinin tasarrufu altında olduğunu ilân eder.
Demekki meliklerin ellerinde bir şey yoktur.
Eğer siz Allahü Zülcelâle itaatkâr olur yolunda ve dininde olursanız meliklerin kalbleri de mâiyetine şefkat ve merhamete meyleder ve adalet üzerine yürürler.
Yok eğer doğrudan doğruya Allahü Zülcelâle isyankâr olursanız meliklerinizin kalbleri de size karşı şiddetli, zülûmlü sert ve sizi üzen halde olur.
Allahü Zülcelâl: “Sakının ki, nefsinize uyup onlar için beddua etmeyiniz. Esâsen tasarruf benimdir. Siz doğrudan doğruya bana karşı tevbe ve istiğfar edin ki kalblerini size karşı atûf ve şefûk ve merhametli hâle getireyim.”
Allahü Zülcelâl güzelce ta’lim edip öğretiyor. Bu gibi halleri sadece beşerîyet işi sanmayın.
Biliniz ki Allahü Zülcelâl Melikü’l- Mülktür dilediğini yapar.
Beşer meliklerin elinde aslında birşey yoktur. Neticede bir beşerdir.

Başka bir haberde şöyle buyuruyor:

لاتشغلوا قلوبكم بسب الملوك واشغلوا قلوبكم بذكرى فانى اعطيكم اياكم

“Mülüklere sebbedip sövmenin, küfretmenin na-hoş kelimeler kullanmanın hiçbir gerekçesi yoktur. Eğer zâlimlikleri ve na-hoş halleri varsa kalblerinizi bununla meşgul etmeyiniz. Kalblerinizi benim zikrimle meşgul edip onları bana havale edin ki ben onları haklarım. Ama salahları ama ne gerekiyorsa o yolla.”
Unutmayınız ki melikte olsalar Allahü Zülcelâlin tasarrufu altındadırlar.
Ona havale edin o ne yapacağını bilir. Hâşâ zülümde etmez olsa olsa adaleti tecellî ettirir.

Hatta bazen şöyle buyuruyor: Mazlumlar zâlimlere beddua eder.
Allahü Zülcelâlde şöyle buyurur: “Sen mazlumum diyerekten zâlime beddua ediyorsun ama seninde zülmûn hiç yok mudur? Senin bedduanı kabul edersem seninde zülmettiğin mazlumların beddualarını da kabul ederim.”
Onun için beddua yerine afüvkâr olun daha iyidir. Çünkü sende temiz değilsin.
Zülûm yapmayan kimse yok ki; insana olsun, hayvana olsun, çok meseleler var.

İnanınız ki Allahü Zülcelâl şeytana sebbetmeyi (sövmeyi) dahi hoş görmüyor ve şeytana sebbetmeyip ona muhalefet yapınız ki onu o zaman kahredersiniz.
Şeytana sebbeder veya lânet ederseniz, lanetlenmiş birisine yapmış olursunuz ki, o buna zâten alışıktır esâsen.
“Ona lânet, lânet...” bir yarar getirmez ama ona muhalefet onu kahreder sizi ise onun şerrinden kurtarır.
Onun için kalbi Allahü Zülcelâl zikriyle meşgul edip böylelerini ona havale etmek en iyisidir. Her zerre onun takdirine bağlıdır.
Durursa da hareket ettirirsede onun takdiridir. Rabbımızı iyice tanımak lâzım.
İnsanların kendi başlarına bir tasarrufları yoktur.
Kendilerinde tasarruf imkanı vardır sanmak yanlışlıktır ve şaşkınlıktır.

Fudayl İbn-i Iyaz şöyle buyuruyor: “Vallahi elime büyükçe bir beytü’l- mal verseler bunun hepsini fakir fukaraya bahusus evliyâ ve sülehayı toplarda hepsinin gönüllerini eder yedirir içirir ihtiyaçlarını görürdüm de kendilerinden; Meliklerin kalblerinin salaha ve adalete dönüşmesini, dünya ve âhiretlerinin ma’mur olmaları için dua etmelerini isterdim.
Çünkü melikler iyi oldukları takdirde mâiyetleride düzgün olurlar.
Zira birbirine bağlıdır; melikler ve idare ettikleri...
Melikler; adaletli, âtuf, şefuk ve merhametli olurlarsa, mâiyeti de böyledir muhakkak.”
İşte bu: اركماعمالكم عم “ Âmirlerinizin hal ve durumları âmellerinizin neticesidir.”
Âmelimiz ne ise idâre edenlerimizde buna karşılık olarak ayni haldedir.
Yoksa zülûm olur ki bunu Allahü Zülcelâle atfetmek veya uygun görmek sakattır.
Allahü Zülcelâl buyuruyor ki:

انى حرمت الظلم على نفسى وجعلت بينكم حراما فلا تظالمون
Ben nefsime zülmû haram kıldım aranızda da asla zülûm yapmayınız.
Çünkü zülûm zülûmattır hiçbir hayır getirmez.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: من عان ظالما على ظلمه صلت الله عليه
Hadis meâli: Kim ki bir zâlime yardımcı olursa, Allah o zâlimi o kimsenin üzerine Musâllat kılar.
Allahü Zülcelâl cümlemizi zâlimlerden ve zülûmlerinden korusun. Âmin!...

Bakınız şu piyasada olan zülûmlere hayatımız boyunca görmedik.
Hani müşrikler kendi devrelerinde kabirler açarlarda kendi çocuklarını diri diri gömerlerdi ya...
Bu devremizde de bunları görüp izliyoruz.
Allahü Zülcelâl bizleri bunların şerlerinden korusun ve;
لاحول ولاقوة الاباالله العلى العظيم sırrıyla muhafaza etsin!.

Zirâ; لا حول عن المعصية الابعصمة الله “bir masiyete düşmemek için Allahü Zülcelâlin koruması ve ismeti şarttır.”
Bu taat işlemek içinde Onun inâyet ve yardımı şarttır.
Cümlemizi ale’l hakka müyesser ve muvaffak eylesin. Âmin!.

Resim

Müstehak: Hak eden, hak etmiş. * Kendisi kazanmış.
Mukadderat: (Mukadder. C.) Kader. Ölçü ve miktarı tâyin olunan şeyler. Alın yazısı.
İ’tikad: İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak.
Ukalâ: (Âkıl. C.) Akıllılar. * Halk dilinde: Akıllılık iddia edenler.
Fesad: Bozuk ve fenalık. Karışıklık. Haddi tecavüz edip zulmetmek.
Sebb: Küfür, küfran. Sövüp saymak.
Beytü’l- mal: (Beyt-ül mâl) İlk defa Hz. Muhammed (A.S.M.) tarafından kurulan ve gelir kaynaklarıyla sarfiyat yerleri şer'î olarak tayin edilmiş İslâm devletinin mâliye hazinesi.Gelir kaynakları: 1- Zekât ve sadakalar. 2- Ganimetler. 3- Fey=Zekât ve ganimet dışında kalan ve beyt-ül male ait olan mallar.Beyt-ül malden yapılan harcamalar şu kimseleri ihtiva eder:1- Fakirler ve miskinler. 2- Zekât memurları. 3- Borçlular. 4- Yolda kalmış olanlar ve garipler. 5- Azat etmek üzere köle satın alanlar. 6- Allah yolunda cihad edenler. 7- İslâma ısındırmak ve yakınlaştırmak için gönlü hoş tutulması gerekenler.
Ma’mur: İ'mar edilen, tamir edilmiş.
Âtuf: (Atf. dan) Yüzünü çeviren, bakan. Meyleden, yönelen. * Bağlaç. * Şefkat edici kimse. Merhametli, müşfik.

Resim

يَا عِبَادِي إنِّي حَرَّمْتُ الظُّلْمَ عَلى نَفْسِي، وَجَعلْتُهُ بَيْنَكُمْ مُحَرَّماً، فََ تَظَالَمُوا.
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH celle celâluhu: "Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da haram kıldım. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin!.” buyurdu.
(Müslim, Birr 55, (2577); Tirmizî, Kıyamet 49, (2497)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Gul yazdı:Resim

ZEVK 1531

İflasta kemter KULunum, Küllî Şeyin Kadîr RABBim!
Lütfundan ümit kesilmez! Mekrinden emin olunmaz!
El GAFFÂRdırEl KAHHÂRdırEl LATÎFül- HABÎR RABBim!
Muhabbetinde SÂDIK OL! Her zaman SIDDIK BULunmaz!..

Kul İhvÂNi

02.08.1999 15:43
Lârâ shllri..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »


اللهم وفقنا لمافيه الخير والرضاء امين يا معين
سبحانك اللهم وبحمدك اشهد ان لا اله الاانت وحدك لاشريك لك استغفرك واتوب اليك


Aziz Kardeşlerimiz: Allahü Zülcelâle şükürler olsun ki; bizleri Ümmet-i Muhammed olarak geçen 70 ümmetin sonucusu kılmıştır.
Bizden önce 69 ümmet geçmiş biz ise 70 inci ve son ümmetiz.
Allaha şükürler olsun ki yarın cennete girecek olan 120 saflık ümmetlerin 80 safı sadece Ümmet-i Muhammed olacaktır.
70 ümmetten cennete girebilecek olanların tümü 120 saflıktır. 69 ümmet 40 saflık iken biz 1 ümmet iken 80 saf bize aittir.
Âdem aleyhisselâm’den bu yana 69 ümmet ancak 40 saf iken sadece biz 80 saf oluruz.

Bu meyânda da Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Sizden evvel Yahudiler 71 fırkaya ayrılmışlar 1 fırkası cennetlik 70 fırkası cehennemliktir. İsevî olan Nasara kısmı ise 72 fırkaya ayrılmışlar 1 fırkası cennetlik 71 fırkası cehennimliktir. Benim ümmetime gelince 73 fırkaya ayrılacaktır. 1 fırkası cennetlik olup o fırka “Fırka-i Nâciye”dir. Diğer 72 fırkası dalalde olup cehennemliktir.”
Şunu belirtelim ki, Yahudi ve Hristiyanların cehenneme girecek olanları bir daha çıkamazlar ve ebedî orada kalırlar.
Onların devresinde gelen nebîlere bağlanıp peygamberlerine inanıp kitablarının (bozulmamış) hükümlerini yerine getiren 1 fırkalarınında cennet hakları vardır. Çünkü o zaman, o nebîlere ve resûllere aittir.
Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ümmetinden ise 80 saflık cennet ehli vardır.
Bunlar ise Fırka-i Nâciye olup cennete girecek olanlardır. 72 fırkası ise ehl-i cehennemdir.
Cehenneme girerler ancak temelli cehennemde kalacak olanlardan değillerdir.
Çünkü, Fırka-i Nâciye dışında kalan 72 fırka mensubları i’tikad bozuklukları nisbetine göre dalalete düşüp yoldan sapabildikleri gibi temelli küfrede girebilirler.
İ’tikadî küfür sebebiyle mutlaka cehenneme girerler.
Sadece hataları sebebiyle cehenneme girmezler. Ne kadar hata ve günah işlerse işlesin küfrün dışında Allahü Zülcelâl afüvkârdır ve Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem şefaatı ile kurtarır.
Ancak küfür pürüzü olanlar cennete asla re’sen (direkt – doğrudan) giremezler.
Bir kerre cehennem bu küfür pürüzlerini yakar ve temizlerde ondan sonra cennete girebilirler.
Bundan dolayı milletin dilinde durmadan dolaşıp duran tekfir ve tel’in kelimeleri çok; ama çok yanlıştır.
Allahü Zülcelâl cümlemize şuûr versin ve islah etsin. Âmin!.
Birbirimize karşı tekfir ve tel’in kelimeleri kullanıp sadece kendimizi ale’l hak sanması cidden gaflettir.
Halbu ise hakikat olan Allahü Zülcelâl ve Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem buyurduklarıdır.

Âyet-i Celilesinde:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Resim---İnnemel mû’minûne ihvetun fe aslihû beyne ehaveykum vettekûllâhe leallekum turhamûn: Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz.” (Hucurât 49/10)

Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşleriniz arasını düzeltin ve Allahdan korkun ki esirgenesiniz.”
Allahü Zülcelâl mü’minlerin kardeş olduklarını aralarında fesad değilde islahı emredip ilân ediyor. Enfal Sûresinde de vardır. Allahdan korkun ki Allahın rahmetine nail olasınız.
Bir kerre hased, fesad vs. kesinlikle çok tehlikelidir.
Rabbımıza şükürler olsun ki bizden önceki 69 ümmetin cennete girecek olanlarının iki katı cennete girecek bir ümmetiz.
Bu nimet-i azimeyi iyi bilmek, anlamak ve ona göre yaşamak lâzımdır.
Ne var ki, önümüzdeki sadece bir kitabda fitne ile alâkalı 1000 den fazla hadis mevcuddur.
Bende sizlere Allahü Zülcelâlin izni ve inâyetiyle sizin anlayacağınız şekilde bu nefis hadislerden bazılarını serdedmeye çalışacağım inşaallahü Teâlâ...

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: ان بين يدى الساعة الهرج قالوا يارسول الله وماالهرج قال القتل

Hadis meâli:
Aleyhisselâtü ve’s selâm “âhir zamanda ümmetim o hale gelirler ki herc-ü-merc olur. Soruyorlar: Ya Rasûlullah herc nedir? Katl-ü-kıtaldir.
ماهوقتل الكفار ولكن قتل الامة بعضها بعضا
fakat, sanmayın ki katl-ü-kıtal küffarla olur.
Ümmetim kendi kendilerine birbirlerine Musâllat olurlar. Birbirlerini öldürürler.
Maalesef katl-ü-kıtal ve herc-ü-merc ümmetimin arasında tamamen yaygınlaşır.
Hatta ki, حتى ان الرجل يلقاه اخاه فيقتله
özkardeşler iken karşı karşıya geldiklerinde birisi diğer kendi kardeşini öldürebilir.
Neden acaba? Esâsen o gün için milletin aklı tamamen başlarından hemen hemen alınmış gibidir.
Yani fitne peşine düştükleri ve fitnenin ise her tarafa hatta damarlarındaki kana dahi işlemiş olduğu için akılları fazlaca bir yarar getirmiyor. Ondan dolayı kardeşi bile karşısına gelse derhal öldürüyor.
وليسوعلى شيئ
Esâsen bunlar kendi kendilerini birşeyler sanıyorlar.
Oysa asla yarar ve hayrları yoktur ve zarardan başka ellerine de hiçbirşey geçmez.
Ne Allaha celle celâluhu ne Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem nede ümmetine hiçbir yarar getiren halleri de yoktur. Boş konuşup fitne peşinde koşarlar. Ama kendilerine sorarsanız çok zarûri ve lâzımdırlar.
Cihad diye birşeyler tutturup mesnedsiz ve vicdansızca fitne çıkarır ve fitne ile yaşar giderler.
Şu günümüzde hepimiz görüyoruz duyuyoruz ve izliyoruz ki Almanyadaki karases ve benzerlerinin hal ve durumları ortadadır.
Hepiside İslam dışı davaların sahibleri olmalarına rağmen sadece kendilerini ale’l hak tanıyıp kendi milletine, dinine, devletine ve öz vatanına karşı, kâfir diyarına sığınıp güyâ cihad ilan ediyorlar.
Onun içinde Aleyhisselâtü ve’s selâm hadisinin sonunda وليسوعلى شيئ esâsen hiçbir yarar yönleri yoktur buyuruyor. Aslında bunlar hebâistirler.
Hadisi İmam-ı Ahmed ve Müslim, Eba Musâ el Eşâriden radiyallahuanhu rivâyet etmişlerdir.

Resim

Fırka: Parti. İnsan grubu. Kısım olmak ve ayrılmak. Bölük. * Tümen.
Ehl-i cehennem: Cehennem ehli, cehennemde olanlar.
Ale’l- hak: Hakk, doğru üzere olan..
Karases: Bir zamanlar Almanyada yerleşip Türkiyeyi küfür ülkesi diye nitelendirip saçmalayan bir din adamı görünütülü birisi, ismi lazımdeğil..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: يتقارب الزمان ويقبض العلم ويلقى الشح ويظهر الجهل وتظهر الفتن ويكثر الهرج قيل وماالهرج يارسول الله قال القتل كان يتكلم مع الله كفافا
Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: Zaman birbirine iyice yaklaşmış gibi çabuk çabuk geçer, cömerdlik değilde cimrilik yaygınlaşır. İlim kısırlaşıp kaybolurken cehâlet alır başını gider. Tabi ki ilmin yokluğunda onun yerini cehâlet doldurur da insanlar ne yapıp ne ettiklerini, hangi mesnede dayanıpda bu işleri ettiklerini anlamayacak şuûrsuz bir hale gelirler. Bundan dolayı da fitneler zâhir olup ortaya ardı ardına çıkar ve yayıldıkça yayılır yangın gibi.
Soruyorlar ki “Herc nedir Ya Rasûlullah?” “Kıtaldır! Birbirlerini elef telef ederler. ” buyuruyor.
Hadisi; Buharî, Muslim, İmam-ı Ahmed ve Ebu Davud Ebu Hüreyre radiyallahuanhu’dan rivâyet etmişlerdir.

Kardeşlerim;
Başlangıçta söylemiş olduğumuz “1 ümmet 80 saf, 69 ümmet ise 40 saftır”ı biraz açıklayalım. Bakınız, Âdem aleyhisselâm başlangıçtır. Ne zamanki iki evlâd arasında ayrıcalık başladı.
Âdem aleyhisselâm devresi 1000 sene, ondan Nuh’a aleyhisselâm kadar 1000 sene geçmiştir.
Bu arada Âdem aleyhisselâm ve İdris aleyhisselâm e gelen suhufla (sahifeler) ve benzerleriyle yetindiler.
Bazı kimseler hatta Suudîler bile fetvâlarında ilk Resûl Nuh aleyhisselâm dir diye söyleyip Âdemi aleyhisselâm Resûl saymazlar.
İbn-i Kesir’inde belirttiği gibi Âdem aleyhisselâm hem Nebî hem de Resûldur.
Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âdem hem Nebî hem Resûldu ve Allahdan vahiyler alıyordu” buyuruyor.
Dünyanın başlangıcından Nuh’a aleyhisselâm kadar 2000 sene geçmiştir.
Nuh aleyhisselâm ise bir kavme mahsusen ilk olarak Resûl ve elçi olarak gönderilmiştir.
Hazreti Nuh aleyhisselâm 2000 sene halkı irşad etti.
Çektiği çilelerin haddi hududu yoktur. Hergün ve mütemadiyyen döverlerdi.
O ise bıkmadan Allahü Zülcelâlin emrini yerine getirmeye çalışıyordu.
Bizden evvelki ümmetleri nebîleri irşad eder ikaz edip uyarır duyarlarsa ve uyarlarsa ne âlâ yoksa sonları helâk olmak idi.
Önceki Resûl ve nebîler için çıkıp da cihad etmek yoktu.
Uyarırlardı halk uydularsa uydular, uymadılarsa sonları helâk olmaktı.
Nuh kavmi de uymadılar sonları tufan olup gitti.
Aleyhisselâtü ve’s selâm öyle buyuruyor: “Nuh ailesi esâsen bir baba, bir ana, 3 evlâd, 3 gelinden ibaret 8 kişi idiler. Kendi âile efradı dışından 72 kişi daha olup gemide 80 kişilerdi.”
1000 sene çalıştı da sadece 72 kişiyi kendisine mal edebildi mübârek.
Onun için 69 ümmete 40 safı az görüpte acayibinize gitmesin.
Zâten Nuh aleyhisselâm’dan sonra halk tufanla helâk olup gitmiştir.
Sonra tekrar devrÂN edip İbrahim aleyhisselâm gelince Kâbeyi yeni baştan inşa’ etmiştir. Çünkü tufan her tarafı yıkmıştı.
İbrahimden aleyhisselâm sonra Semûd kavmi olsun, Âd kavmi olsun hepsinin sistemi aynı idi. Bizimki gibi değildi.
Musâ aleyhisselâm İsâ aleyhisselâm’da dahi böyledir. Uydularsa uydular yoksa helâk oldular.
Fakat diyeceksiniz ki Yahudi ve Hristiyanlar öteden beri gelişmekteler ve el’an şu kadar da fazlalıkları vardır?
Evet, Hazreti Musâ aleyhisselâm hakikaten Allahın kelimidir.
Ancak Yahudilik Allahü Zülcelâlin vahdaniyyetini inkâr edib ona evlâd ittihaz ettiler ve ne zaman ki “Üzeyir ibnu’llah” dedikleri andan itibâren hiçte cennet yüzü görmezler.
Şu anda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem devresinde yaşadıkları içinde eskisi gibi helâkda olmazlar.

وقالت اليهود عزير ابن الله وقالت النصارى المسيح ابن الله
(Tevbe 9/ 30)
Resim---Yahudiler, Uzeyr Allahın oğludur dediler. Hristiyanlarda, Mesih (İsâ) Allahın oğludur” dediler.
Yahudilerin Allahü Zülcelâle çocuk isnadında bulunuşları; Kur’ân-ı Kerimde Bakara /116, Nİsâ /50, Maide /18, Tevbe /30, Meryem /88-92 âyetlerinde de bildirilmiştir.

Hristiyanlarında dünyada şu anda yaygın bir durumları vardır.
Onlarda yukarıdaki bazı âyetlerde bildirildiği gibi ne zaman ki “İsâ Allahın oğludur” dediler.
O andan itibaren cennet yüzü görmezler. Yaygın oluşları fayda vermez.
Hâşâ ve kellâ böylesi bir Allah tanıdıktan sonra, karısı varmış oğlu varmış diye inandıktan sonra cennet yüzü göremezler.

Şu zamanımızda da bazı şaşkınlar vardır ki hala “Lâ ilâhe İllâllah” diyenler cennetliktir, diye israr ediyorlar.
Resûl olarak ister Musâ aleyhisselâm ister İsâ aleyhisselâm isterse Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem desin onlara göre farketmiyormuş. Çok yanlıştır ve küfrede girerler.
Musâ aleyhisselâm devresinde yaşayanlar “Uzeyr Allahın oğludur” demeden “Lâ ilâhe İllâllah Musâ kelimullah” deyip Musâ aleyhisselâm ya gelen hükümlere uysalardı cennetlik olurlardı.
İsâ aleyhisselâm gelince ise tüm insanlık ona uyup “İsâ Allahın oğludur” demeden “Lâ ilâhe İllâllah İsâ ruhullah” deyip onun getirdiği hükümlere tâbi olsalardı elbette cennetliktiler.
Bu şartlarda ” لااله الاالله عيسى روح الله لااله الاالله موسى كليم الله” demeleri hak olurdu.
Fakat Cenâb-ı Rasûlullah gelince teşrif edince onlar ve hükümleri nesh olunmuş ortadan kaldırılmış Rasûlullahın devresi ve getirdiği dinin hükümleri geçerli olmuştur.
Rasûlullah devresinde yaşayan tüm insanların;
"لااله الاالله محمد رسول الل "
demeleri ve ona tabi olmaları şarttır.
Onun devresinde yaşarken Musâ Kelimullah veya İsâ Ruhullah demelerinin Allah katında bir geçerliliği yoktur.
Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem teşrifiyle nesh olonmuş ve geçersizdirler.
Biliyorsunuz Tevrat ve İncil çok önceden tâhirf edilmiş, bozulmuş, aslından eser kalmamış, katkılar yapılmış, çıkarmalar olmuştur.
Halden hale sokmuşlar; hele bilhassa İncili...
Allahü Zülcelâle şükürler olsun ki Ümmet-i Muhammed bindörtyüz küsur senedir yürümektedir.
Milyarlarca kimse de;"لااله الاالله محمد رسول الل " demektedirler.
Onun için 80 saflık olmaya hakkımız vardır esâsen.
Zirâ, Cenâb-ı Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem risâleti umumîdir. Yani Rasûllerin Rasûlüdür.
Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem devresinde diğer nebîler gelmiş olsalardı dahi ona tabi’ olurlardı. Nebâiyyet makamında olurlardı.
Ama kendi devrelerinde ise onların kendi istiklâlleri olmuştur.

Resim

Herc: f. Karışıklık. İnsanların arasında meydana gelen fitne, fesad. * Söze dalıp çoğaltmak. Haltetmek. Sözü karıştırmak. * Kapıyı açık bırakmak. * İnsanların işlerinin karışması. * Seğirtmek. * Katletmek.
Herc u Merc: f. Darmadağınık. Karmakarışık. Allak bullak.
İkaz: Uyandırmak. Gafletten kurtarmak. Tenbih
Acayib: Acaib. (Acib. C.) Şaşırtacak ve hayret verici şeyler.
Nesh: Ist: Şer'i bir hükmü yine şer'i bir emirle kaldırmaktır. (İtikada ait olan ve zamanla değişmeyen hükümlerde nesih olmaz, bunlar sabit birer hakikattırlar.) * Bir şeyin aynını kopya etmek, aynını çoğaltmak. * İbtal etmek, hükümsüz bırakmak, değiştirmek. * Nakletmek, kaldırmak, bir şeyi zâil kılmak. (Güneşin, gölgeyi giderdiği gibi.)

İbn-i Kesir: Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer (İbn Kesir), değerli bir tarihçi, bir muhaddis ve müfessirdir. Şafii Mezhebine bağlıdır. Hicrî 700 yılı civarında Şam’da doğmuş, 750’de vefat etmiştir. Hocaları arasında İbn Teymiye de vardır. Bazı konularda onun etkisinde kalmıştır. Tefsiri, rivayet ve dirayet metodunu ihtiva eden muteber bir kaynaktır.

إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşı, yugşîl leylen nehâre yatlubuhu hasîsen veş şemse vel kamere ven nucûme musahharâtin bi emrih(emrihi), e lâ lehul halku vel emr(emru), tebârekallâhu rabbulâlemîn: Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!(A’râf 7/54)

mealindeki ayetin tefsirinde şunları söylemiştir:
Bu konuda farklı açıklamalar vardır. Fakat takip edilmesi gereken görüş, Malik, Evzaî, Servî, Leys b. Sad, Şafii, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahuye ve benzeri Selef-i Salih alimlerinin görüşleridir. Bu da “Allah’ın bu istivasını hiçbir keyfiyete sokmadan, hiçbir şeye benzetmeden ve inkâr da etmeden kabul etmekten ibarettir."

Resim

وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللّهِ وَقَالَتْ النَّصَارَى الْمَسِيحُ ابْنُ اللّهِ ذَلِكَ قَوْلُهُم بِأَفْوَاهِهِمْ يُضَاهِؤُونَ قَوْلَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قَبْلُ قَاتَلَهُمُ اللّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ
Resim---Ve kâletil yahûdu uzeyrunibnullâhi ve kâletin nasârâl mesîhubnullâh(mesîhubnullâhi) zâlike kavluhum bi efvâhihim yudâhiûne kavlellezîne keferû min kablu kâtelehumullâh(kâtelehumullâhu) ennâ yu'fekûn: Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler; hristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?(Tevbe 9/30)

وَقَالُواْ اتَّخَذَ اللّهُ وَلَدًا سُبْحَانَهُ بَل لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ كُلٌّ لَّهُ قَانِتُونَ
Resim---Ve kâlûttehazellâhu veleden, subhâneh(subhânehu), bel lehu mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), kullun lehu kânitûn: Allah çocuk edindi dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur, hepsi O'na boyun eğmiştir.” (Bakara 2/116)

انظُرْ كَيفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الكَذِبَ وَكَفَى بِهِ إِثْمًا مُّبِينًا
Resim---Unzur keyfe yefterûne alâllâhil kezib(kezibe). Ve kefâ bihî ismen mubînâ: Bak, nasıl da Allah üzerine yalan uyduruyorlar; apaçık bir günah olarak bu (onlara) yeter!(Nisâ 4/50)

وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمَنُ وَلَدًا
Resim---Ve kâluttehazer rahmânu veledâ: Rahmân çocuk edindi dediler.” (Meryem 19/88)

لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْئًا إِدًّا
Resim---Lekad ci’tum şey’en iddâ: Hakikaten siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız.(Meryem 19/89)

تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ وَتَنشَقُّ الْأَرْضُ وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَدًّا
Resim---Tekâdus semâvâtu yetefattarne minhu ve tenşakkul ardu ve tehırrul cibâlu heddâ: Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir!” (Meryem 19/90)

أَندَعَوْا لِلرَّحْمَنِ وَلَدًا
Resim---En deav lir rahmâni veledâ: Rahmân'a çocuk isnadında bulunmaları yüzünden.” (Meryem 19/91)

وَمَا يَنبَغِي لِلرَّحْمَنِ أَن يَتَّخِذَ وَلَدًا
Resim---Ve mâ yenbagî lir rahmâni en yettehıze veledâ: Halbuki çocuk edinmek Rahmân'ın şanına yakışmaz.” (Meryem 19/92)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Allahü Zülcelâl Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem için:
وما أرسلناك إلا كافة للناس بشيرا ونذيرا ...
(Sebe’ / 28)Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler
إنا أرسلناك بالحق بشيرا ونذيرا
(Fatır / 24)
Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her millet için mutlaka bir uyarıcı (peygamber) bulunmuştur
Biz seni insanların tümüne mücdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Yani risâleti umumidir ve insanların kâffesidir. Bir kavme ve bir beldeye değil de kâinatadır.
Onun için İsâ aleyhisselâm teşrif edeceğinde
لااله الاالله محمد رسول الله diyecektir. “İsâ Ruhullah” demez de, diyemezde.
Rasûllerin rasülü olan Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti geniştir.
Yeter ki bu Ni’met-i Azimenin kıymetini bilelim de böyle şaşkın şaşkın birbirimizi elef telef eder hallere düşmeyelim.
Allahü Zülcelâl bizlere şuûr versin. İslah etsin Âmin!...

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: ستكون بعدى اثرة وامور تنكرونها قالو يارسول الله فماتأمرنا قال تؤدون الحق الذى عليكم وتسألون الله الذى لكم
Hadis meâli:
Buharî, Müslim ve İmam-ı Ahmedin Abdullah İbn-i Mes’uddan radiyallahuanhu rivâyet ettikleri hadisde Aleyhisselâtü ve’s selâm: “Benden sonra başlarınıza öyle kimseler gelirler ki; alışılmamış emirler ve hükümler ortaya korlar.
“Ya Rasûlullah bu gibi durumla karşı karşıya kalırsak ne yapmamızı emredersiniz?” diye sorduklarında,
Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Onların sizin üzerinizde olan hukuklarını ödemeye çalışınız. Sizin onlardan bir alacağınız hukukunuz varsa Allaha havale ediniz. Karşılarına geçip dikilmeyiniz. Karşılarına çıkmayınız. Çünkü Rasûlullah fitneden hiç hoşlanmamıştır. Onun içinde âmir ümeranın hukukunu veriniz kendi alacaklarınızı Allaha havâle ediniz” buyuruyor.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: انه سيصيب امتى فى اخرالزمان بلاء شديد لاينجومنه الارجل عرف دين الله فجاهد عليه بلسانه وبقلبه فذالك الذى سبقت له الحسنى السوابق رجل عرف دين الله فصدق به
(رواه ابو نعيم عن عمر ابن الخطاب)

Hadis meâli:
Ebu Na’im’in Ömer İbn-i’l Hattab radiyallahuanhu dan rivâyet ettiği hadisde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Ümmetim âhir zamanda büyük bir şiddet ve beliyyeye düçar olurlar. Dinle alâkalı büyük bir tehlike vardır. Bunun dışında kalabilecek iki kişi vardır. Birisi bir âlim ki, ilmi sâyesinde meselenin hakikatini anlar ve kapılmaz. Mücahedesini diliyle ve kalbiyle yapar ve asla fitneye katılmaz. İkinci kimseler ise böylesi âlimleri dinleyip onların hak olan tezlerini anlayıp kabullenip de bu fitnenin dışında kalabilenlerdir. Hak âlim ve onu dinleyip söylediğini yapanlar aslında i’tikad bozukluğu olan bu fitnelerin dışında ilim sâyesinde kalabilirler.”

Aziz kardeşlerim;
Bu hadisin bildirdiği âlim ve onu dinleyip tabi’ olanlar bu fitneden kurtulabiliyorlar.
Ama âliminde gerçek âlim olması lâzımdır. Zirâ, Aleyhisselâtü ve’s selâmın buyurduğu şudur ki: İlim Allahın sıfatıdır ve ilmin üstünde daha değerli bir şey yoktur.
Hatta ki, bazı kimseler akıl ilimden üstün, bazıları da ilim akıldan üstün demişlerdir.
Evet ama, Allahü Zülcelâle “akıllıdır” diyebiliyor musunuz?
Hayır, çünkü akıl beşer içindir. Ama ilim Allahü Zülcelâlin sıfatıdır. Akıl ise beşerîyetin sıfatıdır.
Aslında benim felsefe gibi şeylerden mâlümâtım yoktur. Gerek de yoktur.
Bizim hâli hazır ilim dediğimiz İmam-ı Şâfi Hazretlerinin buyurduğu gibi:
العلم ما قال الله وقال رسول الله وماعداه قول الرجال
“İlim Allahü Zülcelâlin ve Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem sözleridir, mâdası, bunun dışındaki sözler kavlü’r ricâldir. İnsanların şu, bu isimli kişilerin sözlerinden ibarettir”.
Zira kurtuluş Kelâmullah ve Sünneti Rasûlullaha dayanarak, isnad ederek gerekenleri hakkıyla yerine getirmekle mümkün olur.
Bunlara muhalefet edenler ise çok geçmeden mâliyetin ortaya çıktığını görürler ve herc-ü-merc olur.
Herc-ü-merc dediğimiz ise katl-ü-kıtal alır başını gider.
Onun için günümüzde herkes kendi akıl, mantık ve kendi çıkarlarına göre ortaya çıkıp uydurma birşeyleri ilim diye yutturarak halkı kandırmaya çalışıyorlar.
Halbuysa bunlar düpedüz şeytan işleridir.
İlim, Allahın sıfatıdır. İlmiyle âmil, ilminin gereğini harfiyyen yaşayıp tatbik eden, istikameti her yerde her zaman ve her halde düzgün ve haktan ayrılmayan kimse gerçek âlimdir.
Böyle ilmi olan ve böylesine yaşayan bir şahsiyet hiç bir zaman fitneyi seçer mi, tasvib eder mi, tâhrik eder mi, tâhriş edib fitneci olur mu Allahaşkına?
Çünkü Allahü Zülcelâlin fitne için buyurduğu:
الفتنة اكبر من القتل الفتنة اشد من القتل
“Fitne katlden daha büyük ve daha eşeddir, şiddetlidir” diye ilân eder. Katl dediğimiz; çıkarına uymadı mı, arzuladığını vermedi mi hemence tekfirine hüküm uydurur ölümü haketti der ve öldürür.

Basitçe ve câhilce hüküm uydurur ve onu uygular veya uygulatır.
Gerçekten ilmi olsaydı bu gibi şeylere asla cür’et edemezdi.

Zira kardeşlerimiz;
Bir mü’mini amden suçsuz ve haksız yere katletmek ne demektir düşünün bir kerre.
Bakınız Allahü Zülcelâl ne buyuruyor:
ومن يقتل مؤمنا متعمدا فجزاؤه جهنم خالدا فيها وغضب الله عليه ولعنه وأعد له عذابا عظيما (Nİsâ / 93)Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır.”
Bir mü’minin haksız olarak öldürülmesi amden olarak, esâsen müstehakda olmuş değil, hak etmediği halde çıkarlarına ters düştü diye bir mü’mini öldürenlerin cezası haliden olarak cehennemdir.
Eğer ebeden buyurulsa idi asla cehennemden çıkamazlardı, aslında kendileri de müslüman olmalarına rağmen...

Ayni zamanda Allahü Zülcelâlin gazabını da celbedip lâ’netine de müstehak olmuşlardır.
Cehennem azablarını da şiddetli diye tâbir eder.
Peki gerçek ilim sahibi olan kimse böylesi fitnelerle karşı karşıya kaldığında bu gibi işler yapabilir mi, yaptırabilir mi acaba?
Âyet-i kerimeye inanıyorsa ne yapabilir ne de yaptırabilir.
Âyet-i inkâr ediyor ise zâten küfre gitmiştir ve canı cehenneme...

Resim

Kâffe: Hep. Bütün. Cümle.
İ’tikad: İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak.
İsnad: Bir söz veya haberi birisine nisbet etmek. * Peygamberimiz'in (A.S.M.) sözlerini sırası ile kimlerden nakledildiğini bildirmek. * Bir nesneye, bir şeye dayanmak. * Birisi için, bir şeyi yaptı demek. İftira etmek.
Herc-ü-merc: f. Darmadağınık. Karmakarışık. Allak bullak.
Amden: Kasten, bile bile. İsteyerek.

Resim

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---''Ve mâ erselnâke illâ kâffeten lin nâsi beşîren ve nezîren ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn: Biz seni ancak bütün insanlara bir müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar.” (Sebe 34/28)

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَإِن مِّنْ أُمَّةٍ إِلَّا خلَا فِيهَا نَذِيرٌ
Resim---İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîrâ(nezîren), ve in min ummetin illâ halâ fîhâ nezîr: Şüphesiz biz seni, hak ile bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiç bir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.” (Fâtır 35/24)

وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُّتَعَمِّدًا فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا
Resim---Ve men yaktul mu’minen muteammiden fe cezâuhu cehennemu hâliden fîhâ ve gadıballâhu aleyhi ve leanehu ve eadde lehu azâben azîmâ: Kim bir mü'mini kasıtlı olarak (taammüden) öldürürse cezası, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazaplanmış, onu lanetlemiş ve ona büyük bir azab hazırlamıştır.” (Nisâ 4/93)

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ فِيهِ قُلْ قِتَالٌ فِيهِ كَبِيرٌ وَصَدٌّ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَكُفْرٌ بِهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِخْرَاجُ أَهْلِهِ مِنْهُ أَكْبَرُ عِندَ اللّهِ وَالْفِتْنَةُ أَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىَ يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُواْ وَمَن يَرْتَدِدْ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَأُوْلَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---Yes’elûneke aniş şehril harâmi kıtâlin fîh(fîhi), kul kıtâlun fîhi kebîr(kebîrun), ve saddun an sebîlillâhi ve kufrun bihî vel mescidil harâmi ve ihrâcu ehlihî minhu ekberu indallâh(indallâhi), vel fitnetu ekberu minel katl(katli), ve lâ yezâlûne yukâtilûnekum hattâ yeruddûkum an dînikum inistetâû ve men yertedid minkum an dînihî fe yemut ve huve kâfirun fe ulâike habitat a’mâluhum fîd dunyâ vel âhireh(âhireti), ve ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn: Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: "Onda savaşmak büyük (bir günahtır). Ancak Allah katında, Allah'ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram'a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (bir günahtır). Fitne, katilden beterdir. Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler; sizden kim dininden geri döner ve kafir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateşin halkıdır, onda süresiz kalacaklardır.(Bakara 2/217)

Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Söylediğimiz gibi ilim, Kur’ân ve hadistir. Onun için hadislere devam edelim:

Hadis-i Şerif:
لزوال الدنيا علىالله اهون من قتل مؤمن بغير حق
Hadis meâli:
Dünya zâil olsa yani alt-üst olsa ve tamamen yok olsa dahi Allah katındaki değeri bir mü’minin amden, (isteyerek, bilerek, kasden) öldürülmesinden daha ehvendir.
Bir mü’minin amden öldürülmesi bir yana dünyanın yok olması bir yana ki, mü’minin öldürülmesi çok daha mühim ve önemli bir meseledir Allah katında.

Cenâb-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kâbede tavaf ederken Kâbeye buyurur ki: “Allahü Zülcelâl sana bir haram vermiştir. Sana saygısızlık yapmaya, yıkmaya ve na-hoş hallerde bulunmaya asla yol yoktur. Allahü Zülcelâlin gazabını celbeder. Allahın evisin, hürmetin vardır. Beytullah diye tâbir etmiştir. Allahü Zülcelâl Beytullahına kıymet ve değer vermiştir ve hürmeti vardır. Senin bir hürmetin vardır. Fakat bir mü’minin ise hürmeti, haramlığı 3 tür. Seninki 1, mü’minin ise 3 tür. Nedir bu 3 olan hürmet? Allahü Zülcelâl mü’minin canını, malını ve ırzını namusunu haram kılmıştır. Bunlara tecavüz Kâbeyi yıkmaktan çok daha beterdir. Bir mü’mini öldürmek dünyanın bedelinden de büyüktür”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kâbenin karşısında böyle buyurmuştur.
Onun içinde mü’minin malı, canı ve namusu mukaddestir ve Kâbeyi yıkmaktan çok daha beter bir cürümdür ve suçtur.

Kardeşlerimiz,
Belki herkes kendini âlim sanabilir fakat ilim böyle rastgeleye değildir.
Böylesine yanlış yollarda ve yönlerde kullanılan ilim, asla Allahın sıfatı olamaz.
Zirâ, biliyorsunuz ki şeytanın da ilmi vardır. Ancak tersine kullanmıştır. Şeytan hiçte câhil falan değildir esasen.
Bedir Gazvesinde birşeyler görünce:
إني أخاف الله رب العالمين “Ben Rabbu’l âlemin olan Allahdan korkarım” diyor.
Şeytan bunu söylerken Firavun ise:
فقال أنا ربكم الأعلى “Ben âlâ olan Rabbınızım” dedi. Firavunun nefsi bunu söyleyebiliyor.
Onun için bir çok meseleler vardır ki bunları yapmaya şeytan bile cür’et edemezken insan nefsi çekinmeden işliyor.

Hülâsa, hepimizde çok iyi biliyoruz ki vatanımız çok kritik bir devreden geçmektedir.
Çeşit çeşit dava sahibleri ortada cirit atıyorlar. Hepsinin de fitne hevesleri vardır.
Çıkarları için bu vatan alt üst olsa bile olanlar hoşlarına gider. Basit bir şeyden fitne ve arbede çıkarırlar.
Kendi vatanında erkekçe söyleyemediği şeyleri başka küfür beldelerine gider de ağzına geleni söyler kendi vatanını tevbih eder (tekdir, azarlama).
Eğer azıcık gayret sahibi olsalar idi kendi öz vatanlarını başka ülkelerde hor ve hakir görmezler ve göstermezlerdi.
Kendi vatanı ve milleti aleyhinde olmayı hiç bir mü’minin gayretkeşliği kabul eder mi?

Zirâ Hikemmü’l- Atâ öyle buyuruyor:
اذاكرمت الاصيل ملكته واذا كرمت النامرد تنمرد
Asil olan bir kimseye ikram edersen sana kul köle olur. Çünkü ikramın hakkını hududunu ve değerini bilir.
Amma, namerd olan bir kimseye iyilik yaparsan daha da nemrudlaşır. Neden?
Çünkü, “Korkusundan bana iyilik yaptı” der.
Onun için asalet sahibine ikrâm etki sana köle olsun çünkü o iyiliği ve saygıyı bilen bir şahsiyettir.
Ama asılsız olan namerde iyilik edersen benden korktu der de başına Nemrud kesilir.

Hatta İmam-i Ali kerremullahiveche: “Gayr-i Müslim keferelere asla yumuşak davranmayın. Zira onlar namerd kısmındandırlar ve korkusundan böyle davrandı derler. Onlarda asalet yok ki iyiliği takdir etsinler!” buyurur.
Onun için bu kendini bilmezler bilad-ı küfre geçip yurdumuz aleyhine verip veriştiriyorlar.
Oysa Cenâb-ı Rasûlullah bilad-ı kufre (küfür beldelerine) Kur’ân-ı Kerimin götürülmesine dahi cevâz (izin) vermemiştir.
Bu hadisle sabittir ancak hadisdende bihaberler.
“Korkarım ki Kur’ân-ı Kerim bir kefere eline düşer” buyuruyor Aleyhisselâtü ve’s selâm.

İçinde bulunup da kendi vatanlarına küfrettikleri o devletler bu ülkeye de bu küfredenlere de her zaman düşmandırlar.
Küfür ile iman asla barışıp da bir arada olamazlar. İki zıt cem’ olunmaz.
Bir kimsede iman varsa küfür yoktur, küfür varsa iman yoktur.
Galibiyet hangisinde olursa öbürünü yok eder esâsen.
Onun için bu vatanda doğmuş büyümüş, yemiş içmiş ve cibilliyeti bu topraklarda durup dururken ezan sesi yerine çan sesleri duyduğu, aslında düşmanımız olan ülkelere sığınıp binlerce “Allahü Ekber” denilen öz vatanımıza, İslam diyarı yurdumuza ağzına gelen tevbihleri edip hor görüp hor göstermeye çalışmalar gaflet ve cehaletten başka ne olabilir?..

Bir yaz devresi idi. Gününü tayin edemiyorum Mısırlıların yayınlarında El Ezher’in Rektörünün konuşmasını dinledim.
Meğer Ezher Üniversitesine Türkiyeden yüzlerce talebe gönderilmiş.
Bunlar teknik, tıb vs. değilde ilim diye vâizci vs. olacaklarmış.
Bazıları askerlik yapmamışlar ama yapılmış gibi göstermişler.
Rektör konuştu, konuştu da son devresinde Türkiyenin lideri olan kimse için söylemedik bırakmadı.
O kadar da töhmet ettiki ne kefereliği kaldı, ne deccalliği ne de Yahudilerin başı olduğu kaldı.
Peki, ne hakları var bunların? Mısır kendiliğinden bunları söyler mi, söyletir mi?
İşi kaydı Türkiyeyi kötülemek hor görüp tevbih etmek mi “Velâ sebeb ve gayri hakk” sebebsiz ve haksız olarak...
Mısırla aldığımız yok, verdiğimiz yok. Kaldı ki onlara her zaman yararımız ve yardımımız olmuştur.
Daha biz onlardan bir yararda görmedik.
İngilizlerin ve Fransızların çillelerinden çok kerreler de kurtarmışız nice kanlarımız akmıştır oralarda.
İşte böylesine haksız ve insafsız olarak öylesine tevbih ediyor ki; onların yetiştiripde başımıza derd olarak salacakları Türk çocuklarını varın siz düşünün.
Onun için vatanını insan başka diyarlara çıkıpta böylesine ayak altına alır, ya da aldırır mı?
Bu insanlığa sığar mı?..

Resim

Amden: Kasten, bile bile. İsteyerek.
Ehven: Daha aşağı. Daha ucuz. Bayağı. Adi. * Zararı az olan. En zararsız.
Cürüm: (Cürm) Kabahat, kusur. Hatâ. İsyan. Günah. Kanun hilâfına hareket.
Gazve: Din düşmanı olan cephenin üzerine taarruz. Muharebe. Cenk. Sefer. Din muharebesi. Gazve, gazivden alınmış olup cenk ve kıtal manasınadır. Düşmanla vuruşmak demektir. Siyer ıstılahında Gaza ve gazve tâbirleri Peygamber Efendimizin bizzat hazır bulunduğu muharebeye denir. Peygamber Efendimizin bizzat bulunmadığı müfrezelere Seriye denilir.
Cür’et: Yiğitlik, cesaret. Korkmayarak ileri atılmak.
Tevbih: Azarlama. Levm etme.
Cevâz: Müsaadeli. Ruhsat, izin. Câiz olma. * Yol, tarik ve meslek.

Resim

كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
Resim---Ke meseliş şeytâni iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel âlemîn: Şeytanın durumu gibi; çünkü insana "İnkâr et" dedi, inkâr edince de: "Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" dedi.” (Haşr 59/16)

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Resim---Fe kâle ene rabbukumul a’lâ: Dedi ki: "Sizin en yüce Rabbiniz benim." (Nazilat 79/24)
Resim
Cevapla

“►Muhammed Sıddık◄” sayfasına dön