simurg SeSi...

Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Hayat akıp gidiyor demişim en son,
acaba akıp gidiyor mu diye düşünüp durdum sonra.
Zaman akıp gitmiyor.
Biz olayları biribiri ardınca, bir sıra halinde olarak algıladığımız için,
biribirini takip eden olaylar var gibi görmekteyiz.
dolayısı ile de,hayatın akıp gitmekte olduğunu, böyle bir hareket içerisinde olduğunu sanmaktayız.
Ancak Akıl ve hafıza ve DUY-uşlar bakımından biraz durup düşündüğümüzde durum daha başka bir hal almakta.
hepimizinde, hiç geçmemiş gibi takılıp kaldığımız, yaşanmış hayat parçalarımız vardır.

Öyle AN'lar var ki, hala ve halen aynı AN'da çivilenip kalmış durumda olduğumuzu fark edebiliyoruz.
Aslında herşeyin Fark edebilmekten ibaret olduğunu anlıyoruz böylece.
Fark edememiş olduğumuz için bizden uzaklaştı ve arkada kaldı dediğimiz her şey ise,
aklımızın yok saydığı, umursamadığı şeyler olmakta.

Bir şeyi DUY-manın kulakla alakası vardır sanmak zor.
Duy-manın göz ile değil de kulak ile alakalı olması da ilginç.
Çünkü en çok gördüğümüzün şahidi OL-maktayız.
Kuran-ı Kerimimizde de, işitmek bir çok yerde en önce söylenmekte ya,
Buradan yola çıkılırsa,
gözün kapağı var, yani perdesi,kapısı yada,
kulağımızın böyle bir kapağı ve kapısı yok.
Demek ki, işitmekte sınırlandırılmamışız.
Ama ayırt etmek için emredilmişiz.
Ve AKIL nimetinin verilmesi bu sebeple.
Her duyduğumuza UY-mak değil emredilen.
Hakk OL-AN'ı ayırt etmesi için de Akılımızın görev sahası burada başlıyor galiba.
Olayların hikmetini bilemeyeceğimiz için,
anlama ve algılama işinden önce yaşadığımız her AN'ı farkında olarak,ayırt ederek yaşamak,
emredilene tabii olmak yolundan gitmek gerekmekte.

"Ses bir şeydir. Şey'den öte olay'dır" demişti bir sohbetinde hocamız.
Hayatın içerisindeki olaylardan birisi yani.
Ve Biz bazen bir sürü sesi hiç duymayabilmekteyiz.
Kulağımıza gelip bir gürültü oluşturmuş olsalar bile,
ayırt edip dikkatlice fark etmeye çalışmadığımız için, kalbimize geçmesine izin vermemiş,
manalandırmaya çalışmamış, yada manasını düşünmeye değer bulmamış olabiliyoruz.
Bu sebeple de, bize uzak kalıp,yok sayılıvermiş olabiliyor bir sürü sesler.

Hayatın kendisi de aynı böyle,
her AN'ı dikkatlice yaşamadığımız zaman,
hayatımızın çok büyük kısmı yok sayılan yaşanmışlık parçaları ile,
hiçbir etki ve tesir bırakmadan silinmiş hikayeler ile dolabilmekte.

Bazen bunun çok iyi bir şey olduğu da muhakkak.
Hiç beğenmediğimiz, yaşadığımızdan mutluluk duymadığımız,
daha kötüsü belki kendimizin gözünde küçülmemize,
kendimizden kaçmak yolları aramamıza sebep olan bir sürü olay ve hikayenin baskı ve sıkıntısından da
böylece uzaklaşmış hatta kurtulmuş olabiliyoruz.
Bu iyi bir şey.
Tevbelerimizin kabul edilmesi de böyle bir şey olsa gerek.
Rabbimiz öylesine silmiş ve affetmiştir ki, üstüne unutturmak nimeti ile Rahmet etmiştir.
Biz'e bile unutturmuş, sadece ibret için yeniden aynı hatalara düşmememiz için,
zaman zaman kulağımıza asılmış küpeler gibi duygusuzca seyrettirmektedir belkide.
Pişmanlıkların en son sınırı, pişman olduğumuz şey ve olayların,
gözümüzde artık hatırlayamayacak kadar değersizleşmesidir belkide.

Aklımızın ikilikleri arasında bocalarken,
olgunlaşmamış halimizin her aşamasında yol alırken, yoğurulurken,
Aklımızın "şey"ler alemindeki "tan" lığı,
Biz'lerin kendi kendimizin cehennemini oluşturmamıza
ve girip içine döne döne acı çekmemize sebep olmakta olması,
Aklın gereği şekilde terbiye olmamış olmasından başka bir şey değil.

Oysa formül ne kadar kolay (söylerken).
Yaşarken de kolay OL-ur inşaallah.
"Sebepsiz-kıyassız-koşulsuz-şartsız-bedelsiz-hesapsız-"
Bizler, nefsin emrinde bu kurallara sonuna kadar uyup,kendi kuyumuzu kazacağımıza,

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin gül kokulu, görünürde mütevazi,
derininde muhteşem ve Es-Selam OL-AN gönül dünyasına,
Havz-ı Kevser'ine, El-Emin OL-AN Muhammedi Muhabbet Bağ'ına
girebilmek için UY-malı değil miyiz?
"Sebepsiz-kıyassız-koşulsuz-şartsız-bedelsiz-hesapsız-"
"Sevdiğimizi böylesine sevdiğimizde dünya cennet olmaz mı?

Kendimizin cellatları olduğumuzu görmemiz için çırpınan,
SÖZ'ünü, SES'ini, NEFES'ini,CAN'ını,HAYAT'ını,İLM'ini,Tüm VAR'ını, GÖNL'ünü, önümüze seren,
Biz'e köprü OL-mak davasında bütün gücü ile didinen,
Cesur, Demirden sağlam-Gül'den daha yumuşak,Muhammedi dilleri, lisanları ile Biz'e merhametle muamele eden Ehlullah'a
"Sebepsiz-kıyassız-koşulsuz-şartsız-bedelsiz-hesapsız-" Muhabbetimizin neticesi
Onlarla BİR ve beraber OL-mak nimetini nasıl da DUYamayıp, GÖRemeyebiliyoruz.

Yoksaymaksa eğer mesele,
dünya hayatının on para etmez yanıltıcı zevklerinin
ve leşine bile talip olanın bulunmayacağı süslerinin, yok sayılması gerekmez mi?
Bütün sözlerim nefsimedir.
kendimden memnuniyetsizliklerimin hepsinin tamir olması mümkün mü bilemiyorum.

Kusursuz olmak derdinde asla değilim.
Bütün noksan sıfat ve her türlü eksiklikten münezzeh OL-AN Rabbülaleminimizdir elbette.
Ama öyle bir pişmanlıklar ve yakıcı kalbi ızdırablar yaşıyor ki bazen insan,
bir şeye geç kalmış OL-mak,
Belki layık değil hissediyor OL-mak,
Cehennem bu galiba dedirtiyor insana.

Şu saatte kendimle konuşup dururken şu geldi şimdide aklıma,
"Ayy benim ham, cahil, yoz, yaban Aklım
şu zavallılığın ile yine de ümit içerisinde çırpınmaktasın ya,
bu kesinlikle Rabbimizin,seni her haline rağmen, Hakk ve Hayr üzere yaşatmayı dilemiş olması nimetinden başka bir şey değildir.
Şükrün hane-i saadetine davet edildin müjdesi ve ikramıdır bu sevin.
Yine de sevin, herşeye rağmen sevin. Ve daimi Şükür içerisinde OL. İnşaallah ve Amin."

Bazen düşünürüm sevginin en tepesi nasıl bir duygudur diye.
Aşk nedir?
Aslı astarı nasıldır?
İnsana nasıl bir kimya ile dokunur?
"yaşanmayan yalan" olduğu için, bu konuda konuşmak çok zor.
(yalancı olmaktan iyice korkar oldum artık).
Nefsi hislerle karıştırmamak gerektiğini bilerek,
Hakiki Aşıkların Aşkından söz ediyorum.
bu yüce duyguyu-hali-gerçeği inşaallah Rabbim cümlemize yaşamayı Nasib ve İkram eder.
Aşkullah ve AşkuResulullah manasında demekteyim.

Hani bir çoban vardı,
Rabbimize OL-AN sevgisini dile getirirken
"Ya Rabbi gelsende dizime koysan başını, ben Sen'in bitlerini ayıklasam, çarıklarını yamasam" dermiş.
Böylesi saf ve safiyane, toz kondurmayacak, gözünden sakınacak bir duygu ile Rabbisine seslenirmiş.

Anlıyorum ki, sevginin en yoğunu bu şekilde yaşanandır.
"Kıyamamaktır" "Pamuklara sarmak istemek duygusudur"
"Yolunda YOL-YOLCU-YOLLUK-YOLDAŞ OL-mak çırpınışıdır"
"İz'inden başka İZ'e ayağını değdirmemek gayretidir".
"Hatta gerekirse kendinden bile sakınmaktır".

Rabbim Hakk ve Hayr ile yaşatsın inşaallah cümlemizi,
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizim Gönlünde ve Rıza Ravzasında BİZ BİR-İZ eylesin inşaallah.
Elhamdülillahirabbülalemin. Amin ve sonsuz Ecmain.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

……
Konuşurken ,söylerken laflar ne kadar kolay çıkar ağzımızdan,
Oysa iki kapak arasında sadece bir tane dilimiz varken.
Tedbir ile kelam etmek zor gelir de insana,
Savurur kelimeleri sağa sola,

Sözün sahibi kim?
Sarfedilen, Söz'e dökülen duygu Kim’den?
Söz, elbette söyleyeni bağlar.
Ancak Sözün de sahibi biz değiliz kesinlikle.

Bazen bir kelime nasılda canını yakar karşımızdakinin düşünmeyiz.
Çoğu zaman hedefi kestirmeden atılmış oklar gibi çıkıverir ağzımızdan sözler.
Yaralamışız, incitmişiz, iyileşmeyecek dertlere müptela etmişiz,
Nasılda umurumuzda bile olmaz.

Karşımızdaki kişinin hiç beklemediği, ummadığı bir AN’da yüzüne bir tokat vurmakla aynıdır tıpkı bu sözler.
Nereden ve neden geldiği bilinmeyince gelen derdin elemi geçmez.
Sebeb bulunmadan sonuç gerçekleşmez.

Kulaklarımızın işitmesi ve gözlerimizin görmesi meselesini düşünürken,
Dönüp dolaşıp bu noktaya geldiğimi fark ettim.

Bizim en önemli duyu organımız Kalb’imizmiş meğer.
Ve bütün duyularımızın çalışması da ancak ve sadece Kalb'imize bağlı imiş.

Beş duyu diyerek öğretilen duyularımız,çok kısıtlı, dar bir alanı anlatmakta,
Zahirden öte bir anlam ifade etmemekte.
Ve insanı tarif te edememekte.

Akıl bir duyu organı değil.
Onun işi malum, seçimlerimizde hipotezler öne sürmek.
Karar bile yine akıl’ımızın işi değil.
O da yine Kalb’in malı (sorumluluğu, görevi,duyusu).

İnsan kendini tanımak istiyorsa, ağzından çıkanları kayda alıp dinlemeli.
Kendisini hep kendi tarafından görmek yetmiyor çünkü.
Karşımızdaki cepheden baktığımızda Biz ne’ye benziyoruz?
Ne? ve Ne kadar? anlam ifade ediyoruz?
Bir kıymete haiz miyiz?

Yoksa “ben”lik kibrinden başka izahı olmayacak
“var”saydığımız üstün özellik ve kabiliyetlerimiz olduğu hayalinin elinde
hurda sayılabilecek kadar kıymetsiz bir oyuncak mıyız?

Söz’ü yaratan Söz’ümüzünde sahibi.
Sözlerimiz, Biz’im derece ve derekelerimizin ürünü, ve mesuliyeti de Biz’e ait.

Ancak, işin bir tarafı var ki, o çok ince ve can yakıcı.
Nasıl ki, Aklı azıcık hizaya girmeye başlamış bir kişi,
Derdini demez, dile düşürmez,

“Derdin’ de bir Hakk’ı var.
Aman onun Hakk’ına riayet edeyim.
Ki; bu beni bulmuş olan Hakiki Dert, Derdi verenin emanetidir, emanete hain olmayayım.
Hem bu derdi şikayetlerim ile heba edersem,
bunu aratacak vasıfsız ve acı verici başka Azab’lara düçar olurum
Rabbim muhafaza etsin inşaallah. Başım gözüm, Can’ım üzere Eyvallah” der.

Zehir içer içebildiğince, demez ki kimseye buda kızılcık şerbetidir.
Kim demişse onu yanlış demiş.
“Zehir içip kızılcık şerbeti içtim” demek düpedüz yalan kelam, yalan ile iştigal.
Rabbim muhafaza buyursun inşaallah.

Sırr, o zaman sırr ancak.
Yandım diyeni kimse söndürmeyeceğine göre,
Hatta var ise hasmı hasedçisi, “al bir kürek ateş daha katayım sana” diyeceğine göre.

(Dert- Dertli-Derdi Veren) Bunları BİRR görebilmek de Tevhid etmek olmayacak mı?
Hani Biz’im derdimiz davamız Ehl-i Tevhid olmak idi.

Ya Rabbena, şüphesiz yine Arz-ı Kalb edip, Kelamın da haddini aştık.
Affet Ya Rabbim. Maksat sadece söylemiş olmak değildi,
Duyulardan bahisle düşünürken düşündürmek Azm’imiz ile yazdık.
Eksik kusur daima Affola.
Estağfirullah dilimize Vird-i Zebanımız Ola.
Hayrlar Fethola, Şerr’ler de Hayr ola inşaallah. Amin Ecmain.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Resim


.
Herşey SU'dan.
SU ney'den?
SU
SU
SU"S"
Bir damla SU.
Neresidir yeri?
Kalbi okyanus mu?
Yoksa okyanus ona pranga mı?
Daralıp bunalıp uçmak isterse önce ismi değişir.
BUHAR kaçar okyanus'tan.
Ama nereye?
Gözünü kapatıp uyursa kendi göğsünde kaskatı,
BUZ ne kadar sarabilir kendisini?

Su'dan herşey.
Su her isminde sadece kendinden,
kendisiyle,
kendisinden başka adresi yok.

Ve damla kaçmak isterse bazen,
isimsiz, şekilsiz,kimliksiz,adressiz
işte imkansızı istemek.

Hiç. Hiç bu kadar Hiç olamaz.
Bu nedenle de HİÇ adından öte birşey değil.
Adı olan kendi olmayansa Hiç.
Ve yokluktan azade ise aslında.
Hiç ne demektir aslında?
Soruyorlar bu sabah.
Nasılsın?
Hiç. Dediğimde herkes memnun.
Demek ki hiç sorun yok.
Eyvallah.
Asl’lında HEP var. Ama Hiç yok.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Kabe-i Muazzama'da iken,
insan kendisinin acizliğini somut bir şekilde gözleriyle temaşa edebilmekte.
Öyle apaşikar bir görüşle görüp, kendisini bütün duyuları ile algılayabilmekte,
ve içinde yalvarmak ve inlemek adına öylesine bambaşka ve evvelce bulunmayan bir kuvve çalışır hale getirilmekte ki,
yaşamasaydım inanamazdım sanırım.

Öyle zamanlarımdan birisinde ettiğim bir duayı yazayım.
Kendime sakladıklarımdan bu.
Herşey söylenilemiyor çünkü,
bazen yol bulamıyor insan,
bazen de hakikaten yolu yok ediliyor.

Ama bunu yazayım diye geldi kalbime.

Birgün bu dünyadan göçtüğümüzde,
sitemiz hala yaşamakta olursa eğer,
ve arkadan gelen, Biz'den önde olan Can'lar seyr-ü sefer edecek olurlarsa bu bahçede.

Buradan sümüklü bir tırtıl da geçmiş, kendi gitmiş, İZ'i kalmış derler de,
bir duaya karışır adımız belki.

.

Resim
.

Adem Baba'mı çamurdan yarattın Rabbim,
Ve yüzüne baktın da, Nur'un ile Can verdin.

Benim bedenim de çamurdan,
Aslı toz toprak, sonu toz toprak olanım,
Aciz mi aciz kuru balçık bir evde hapis,
geçici konaklayanım.

Adem Baba'mı çamurdan yarattın Rabbim,
Ve yüzüne baktın da, Nur'un ile Can verdin.

Bana da öyle yap,
yüzüme bak ne olur.
Çamurlu kirli paslı ellerim,
yüzüm gözüm ,
kimse yüzüne bakmıyor bu dünyada,
herkes öylesine temiz ki, ben gibisine burun kıvırıyorlar.
Baktıkça bana kendilerine imreniyorlar
Bazen göklerde köşkleri var sanıyorum insanların,

kelebek olduktan sonra ipek kanatlarına dokunmak için yarışırlar biliyorum,

tırtılların bile yüzüne bakmayacak kadar sevmediğiyim,
ne öldüm, ne kanatlanabildim.
yapışkan ve sümüklü bir tırtıla ancak Sen dönüp bakarsın Ya ilahi.
Adem babamı çamurdan yarattın.
Çünkü Sen sonsuz merhamet ve Rahmet’sin.
Rahmetinden başka hiç bir ümidi olmayanım,
Ve artık son çırpınışlarım ile kımıldanmaktayım.
Ya yüzüme bak, Ya da işte emanetin. Kanatsızda kalsam Senin’im.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Cenab-ı Pir Hz. Mevlana Celaleddin'i Rumi Efendimizi
Biz'e bağışladığı için Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

Mesnevi-i Manevi'sinden haftada bir cüzü okumaya devam eden insan
seyr-ü sülukunda bir ilerleme kateder,
ve nefsin hallerini bilmede (kendisini tanımada) irfana yol alırmış.

Yahya Kemal'e sormuşlar,
"Bu Osmanlı taa Viyana kapılarına kadar nasıl ulaştı" diye.
o ise şöyle cevap vermiş.

"Pirinç yiyerek ve Mesnevi-i Manevi okuyarak"

Bilindiği gibi, pirinç ve pirinçten yapılan pilav tarzı yiyecekler
insana bedenen yüksek enerji ve kuvvet verirler.
Soğukta ve her türlü şart altında insanın dayanıklılığını artırırlar.

Osmanlı Ordusunun, manevi olarak kuvvetini ise Mesnevi'den almış olduklarını ifade etmekte Yahya Kemal.
Çünkü hakiki inançtan daha yüksek bir sebep ve güç yoktur ki;insanı bir ideal adına harekete geçirsin.

İnsana, her türlü hedefin uzak ve düşük olasılıklı görünmesinin en baş sebebi,
yeterince inanamamış olmasıdır.
Gerçek inanç sihirli bir kimya veya simya gibi,
olmaz denilenleri olduracak
İmkansız sanılanları imkanlı hale çevirebilecek bir güce sahip.

Zaten Kur'an-ı Kerim'imizin Ayetleri ve
Hadis-i Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in buyurdukları da ancak bu "inanma"şartına bağlı olarak
insanın hayat-ı dünyeviyyesinde ve hayat-ı maneviyyesinde çalışır hale gelebilmekte.

Çalışmayan formüllerin varlıklarının bir anlamı olamayacağı gibi.
Görmekte olduğumuz gibi, Ayet-i Kerime'lere şüphesizce inanamayan
Hadis-i Şeirfelerimize şartsız muhabbet ile teslim olamayan insanların Din'leri yaşayamamakta.

Görünürde bir isimden öteye geçememekte.

Ne kadar zor olursa olsun,
Canımız ve nefsimiz tam aksini bile olsa
Öne geçirdiğimizin Rabbimizin emirleri ve Efendimizin Hadisleri olunca,
öne geçirdiğimiz ile Biz Bir olabilmekteyiz.

Ve ancak böylece, keyfimizin değil de, Hakk'kın kulu olabilmekteyiz inşaallah.

Çok uzun yıllardır Mesnev-i Manevi okumaktayım hamdolsun.
Hatta Tahir'ül Mevlevi Şerhinin 18 cildine ulaşabilmek için,
o zamanın şartları öyle idi, epey tasarruf etmem ve
beklemem gerekmişti.
Bu sebeple en önemli, kıymetli,elimden düşürmediğim, gözümden sakındığım arkadaşımdır Mesnev-i Manevi benim.
Canlı yayın programlarda yapılmış olan Mesnev-i Manevi açıklamaları hep hafızamda canlıdır.
Rabbimin hikmeti sonsuz şükürler olsun,
nerede hangi ücra ve bulunamayacak kaynakta bir yeni program başlasa benim muhakkak haberim olur.
Oysa ben kendim arasam belkide bulamayack birisiyimdir bu yayınları.

en son Ahmed Ferudiddin Hazretlerinin
ki;kendisi Hz. Pir'in 40 sene yanında bulunmuş,ordu komutanu olan bir dervişiymiş
"Sipahsalar Risalesi" nin anlatıldığı bir program dinledim.
Okumakta mümkün, internette sebil halinde kaynaklar mevcut.
İnsanların kolay ve öyle rastlantılar ile Allah'ın sevgilisi ve dostu olmadıklarını bir kere daha anladım hamdolsun.
Tavsiye ederim.

Biz'e doğruyu ilham eden ve Hakk üzere yaşatan Rabbimizdir ancak.
Kendimiz gayret içerisinde isek bile, bu Rabbimiz böyle dilediği içindir.
Sonsuz şükürler olsun inşaallah.
Elhamdülillahirabbülalemin. Amin.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »


Ayağını Onun Ayak İzinin Üzerine Koy..

"Hakkı, sadece Nebînin (s.a.v) aynasından müşahede etmeyi talep et.
Onu kendi aynanda müşahede etmekten veya
Nebiyi ve onun aynasına tecelli eden Hakk'ı,
kendi aynanda müşahede etmekten sakın.

Bu, seni en yüksek dereceden aşağıya indirir.
Nebiye (s.a.v) tabi olmaktan ve izini takip etmekten ayrılma.
Nebinin (s.a.v) ayak izini görmediğin hiçbir yere ayak basma.

Eğer yakınlık mekânında yüksek dereceler ve kâmil müşahedeler ehli olmak istiyorsan,
ayağını onun ayak izinin üzerine koy.
Bana emredildiği gibi bir nasihat olarak sana tebliğ ettim…"

Futuhat-ı Mekkiye'den alıntı pasaj
Muhyiddin İbn-i Arabi (k.s.)
/

Buradan düşünmeye ve anlatılanları anlamaya çalışırsak eğer,
karşımıza şöyle birşey çıkabilmekte.

İnsanın muhakkak bir şey veya kimse (varlık) ile aynileşme özelliği var.
Özellikten ötede, bu çok kaçınılmaz ve muhtaç olunan bir ihtiyaç demek belkide.
İnsanın fıtri yaradılış özelliklerinden olabilir bu özellik,
bu şekilde ikaz ve ifade de bulunulmasından bunu çıkarabileceğimizi düşündüm.

Eğer, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in
Tek ve Bir OL-AN, Hakiki Hakk İZ'ine basmazsak,
O Hakk Yol üzerinde bulunmak niyet ve gayretinde olmazsak
Bu Hakk olan İZ üzerinde bulunarak,
İZ'in sahibi ile AYN'ileşme sürecinde ve terbiyesinde bulunmaz isek,

Budanıp, onarılmamış, imara tabii tutulmamış, terbiye edilmemiş,
kendi başına buyruk ve savruk hevesatımız ve nefsimiz
Biz'i illaki batıl tarafta bir yola sevkedip,
o alanda bir nesne,fiiliyat veya kimse (varlık) ile aynileştirecektir.

Çünkü batıl alan her zaman nefsi tarafımıza daha fazla hitab etmekte,
ve bu sebeple de çok kolaylıkla o alana kayılabilmekte.

Kıymeti yüksek olana ulaşmak ve taraf olabilmek elbette ki,
Kıymetsiz alana ulaşmaktan çok daha zor ve engeller ile dolu olmakta.

Ama kolay olana kolayca yönelmek yerine,
zor da olsa ÖZ'e ve Hakk'a itibar ederek Talib olmak Hakiki doğru ve emredildiğimiz seçenek olacaktır inşaallah.

Demek ki, serbest bırakmaksızın, istikametten ayrılmadan,
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize Kayıtsız şartsız teslimiyet ile,
Ancak O'nun İZ'i üzerinde sebat ile bulunmak ile
O'nunla (sav) aynileşme sürecinde yol alabileceğiz inşaallah.

Aynileşme konusu çok önemli.
Düşünmeliyiz.
BİZ KENDİMİZİ KİM VEYA NE İLE ÖZDEŞLEŞTİRİP,AYNİLEŞTİRMEKTEYİZ.?

Bu soruya cevap bulmak çalışmalarımız ile,
kendimizi BİL'mek adına adımlar atmak imkanına kavuşabileceğizdir belkide, diye düşünmekteyim.


Çünkü "NEFSİNİ BİLEN RABBİNİ BİLİR" buyurulmakta.

Yukarıdaki pasajdan yola çıkarak bu sahada bir gelişme umudu bulduğum noktalara dikkat çekmek istemiştim inşaallah.
Rabbim düşündürdüklerini Hakk olarak doğruya vardırıp,
Doğru ve Emin İstikametimiz için Biz'e katıksız saf iman ile
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in İz'inde Hüsn-ü Niyet ve Hüsn-i Amel ve Hüsn-ü İtikad üzere yaşatsın inşaallah. Amin.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »


Resim

Hıra! Hıra!..

İnsan, bâzen bir yere gidiyor,
sonra o yer olmuş kadar orayı içine alıyor, ve ne başka bir yeri düşünebiliyor,
ne de başka bir yerden hatıra devşiresi geliyor.
o yer ile özdeşleşip orada kalıyor.
Aklı, fikri hayali, özlemi, bütün duygularına orası kodlanmış bir şekilde,
Nereye baksa, nereye gitse, ya da yüzünü nereye dönse muhakkak oradan İZ’lerle mânâlandırmaya başlıyor her şeyi.
Hira Dağı benim “o yer” im!..

Ramazan-ı Şerif Teravih Namazını edâ etmiş,
Vitr-i Vâcib’i edâ etmiş, son rekatında ise ayakta
Kabe İmamı’nın Arap dilinde ettiği dualara,
mânâlarını pek anlayamasak bile bütün kalbimizle iştirak etmiş olduğu dualara sayısız “Âmin!” ler eklemiştik.
Bütün dua cümleleri “Allahümme” diye başlamakta idi,
Ve anlamaktaydık ki, ayakta, yukarıya doğru açmış olduğumuz şu ellerimiz Rabbimize uzanmakta idi.
Kayıtsız şartsız tutulacağından emin,
Boş döndürülmeyeceğine kati inanmış halde,
çook uzun ve gözyaşları içerisinde ettiğimiz o dualar sayesinde dua edebilmeyi öğreniyorduk.
Dua olmayı ya da dua’dan maksadın ne olduğunu anlamak zamanındaydık beklide. Kabımız kadar anlamak nasib olmuştur inşaallah. Âmin!.

Bu namaz sonrası kalınan otele döndüğümüzde insanlarda farklı bir telaş sezmiştim.
Küçük bir grup kendi arasında bir plan yapmıştı anlaşılan,
Dâvet edilmeden merak etmek olmazdı, sormamıştım.
Başka bir tarafa çekilmiş olan birkaç kişi vardı, onların yanına gidip selâm verip oturmuştum sohbet ediyorduk.
Sonra yanıma bir arkadaşım geldi, orada tanışmış ve biribirimizi çok sevmiştik.
“Sana önemli bir şey söylemem lâzım, ama başka kimsenin de duymaması lâzım” dedi.
“Peki” dedim.
Bir kenara çekti beni,
“Bak kimsenin haberi yok. Kafile topluca Hira’ya çıkmayacakmış. Hocalardan birisi kendi âilesini çıkarmak için hazırlandı. Beni çağırdılar. Başka kimseye söyleme dediler, ama biliyorum ki gitmeyi çok istiyorsun, sen kendiliğinden öğrenmişsin gibi gel, bizimle gitmek istediğini söyle” dedi.
“Peki “ dedim. Teşekkür ettim.
Hiç durmadan hemen odaya çıkıp çabucak abdest tâzeleyip aşağıda onlara ricâ edecektim.
Asansöre binince o gruptaki insanlardan iki hanım vardı, Hira’da sahur vakti yemek için yanlarına alacakları yiyeceklerden konuşuyorlardı.
Hiç bilmiyorlardı tâbi, bende böylesi bir bahaneyi nasıl gözleyip duruyordum.
Sesimi çıkarmadım, hemen abdest alıp, çantaya da bir şişe su koyup aşağı koştum.
Dedim ki: “Az evvel asansörde işittim, şükür ki işittim. Başka şansım olmadığı için ve Allah rızası için lütfen aranıza katılmama izin verin. Bende gitmeliyim!”
Herkes biribirine baktı: “Senin haberin nereden oldu” dediler.
“Asansörde işittim” dedim.
“Ama bu gece çıkışı tehlikeli, ve sizden sorumlu olan hoca yanınızda yokken sizi nasıl götürelim. Sorumluluğunuz grup hocanıza ait. Biz ailecek gitmeye karar vermiştik”.
“Evet ama lütfen beni de götürün, sorumluluk yüklemem, ve hiç zarar vermem.”
“Peki gel o zaman” dedi Hoca: “Sana duyuran böyle buyurmuş belli ki”.
Yoldan çabucak bir minibüs durduruldu.
Herkes bindi.
Ben de gittiğim için gruptan genç birisi ayakta kaldı.
Kapının yanına çömdü o şekilde yolculuk yapmak zorunda kaldı.
(Her zaman duacısıyım oraya beni de götürdükleri için o kişilerin)
Yolda çok süratli gidiyordu minibüs. Ben ve bana haber veren arkadaşım en arkada sağ tarafta oturmakta idik,
Araba bozuk yollarda havalandıkça epey zahmet yaşamakta idik.
Yine de çok şükür ki gidiyorduk, hiç şikayetçi değildik.
Minibüsteki hanımlardan birisi, daha evvelde Hira Dağına çıkmış olduğunu, Dağın eteğindeki o dik yamacı keşke minibüs çıksa diyerek anlatmakta idi.
Minibüsü kullanan çok genç birisiydi, Türkçeyi de biliyormuş meğer.
Bu söylenileni işitince: “Ben orayı çıkarırım” dedi.
Herkes sevindi, ama işte bir tuhaflık vardı ki,
Yürünmesi bu kadar zahmetli ise araba nasıl çıkacaktı.
Bilmediğimiz için sadece bakıp dinliyorduk.
Sonradan her şeyi bizzat gidip yaşayıp öğrendik ama.

Yol uzundu. Kâbe’ye çok yakın olan (865 adım) otelin önünden bindik ve Hira Dağına 15 dakikadan fazla sürede ulaştık.
Düzlüğün bitmesine az kala minibüs hızını çok arttırmıştı, yokuş çıkacağı anlaşılmakta idi.
Gece olduğu için ve ben de gözlük takmayı akıl etmediğim için her şey önümde bir silüet gibi akıp gidiyordu.
Neredeyse sıfır gördüğümden dolayı da nasıl bir yere geldik bilemedim.
Ama yokuşu birkaç saniye boyunca hızla ve sanki son bir can ile gibi çıkmış olan minibüs,
Aynı süratle geri kaymaya başlamıştı.
Sürücü sağa sola manevra yapmakta idi, ama hiç kaçacak yer yoktu.
Geriye öyle savrularak kayıyordu ki, yokuşta çok dik olduğu için oturduğumuz yerde başımız tam gökyüzüne paralel gibi olmuştu.
Arabanın geriye doğru takla atması an meselesi idi.
Az bir fren yapılsa zaten çoktan takla atmış olabilirdi.
Bu anlatması çok kolay ama yaşaması yıllar kadar uzun sürmüş gibi gelen çok zor bir durumdu.
Herkes “Allahuekber!” diyor, bağırışıyor ve çeşitli nidâlar yükseliyordu içeriden.
Tek ses çıkarmayandım. Çıt bile demedim. Dondum kaldım tamam ama,
O zâten tabiatımda vardır. O an da orada son nefes olma ihtimali ile bir şey söylenirdi. Söyledim aslında.
Kendime fısıldıyordum: “Lâ ilâhe illallah!”
Ama daha ilginci şu idi; içimde çok derin ve çok kuvvetli bir sevinç duygusu bulmuştum.
Sesim çıksa hıçkırıklar ile gülerdim beklide bu sevinç eseriyle.
Kalbimden ne geçmekte diye içime bakmak huyum hiç dur durak dinlemediği için, doğrudan: “Ne var? Oradan ne ses geliyor?” diye odaklandım.
Şöyle demekteydi: “Ölmek için ne muhteşem bir yer. Ölmek için ne eşsiz bir zaman.
Burada ölmek yazılmış olsun kaderime inşaallah!. Diğerleri kurtulmayı diliyor iseler, onlar kurtulsunlar inşaallah Rabbim! Ama ben burada kalayım. Ömrüm burada nihayete ersin!. Lâyık değilimdir bilirim ama dilerim ki burada bitsin bu hikâye!”
Takla atmadık. Aniden sağ tarafta duvar kenarına dikilmiş çok büyük bir demir direk minibüsün içine girdi. Minibüsü tuttu. Arabanın sağ arka köşesi ezilmiş ve kırılmıştı. Ama ezilmese de başka bir yere tutunamayacakmış meğer.
Yokuşun ortasında öyle asılı kalındı. Arabadan zor zahmet çıktık. En son ben çıktım. İnanamadım. Korkmuyor hayal kırıklığı yaşıyordum!.
Herkesin dizleri titriyordu., benimde titriyordu. Yürüyemedik.
Arabadan dışarıya çıkan yere attı kendisini. Ayakta durmak imkansızdı.
Tam o sırada telefonum çaldı. Türkiye’den kızkardeşim: “Ablaaa ne yapıyorsunuz diye aradım, fıstıkötelerimin sesini duyayım istedim, nerdesiniiiz?”
Güldüm, öyle büyük gülmüşüm ki, herkes bana baktı diye utandım sonra.
“İyiyiz merak etme, şu an hayata yeni başlamış birisi olarak konuşuyorum seninle, ama şimdi kapat, birazdan dağa tırmanacağım yorma beni!”

..
O günden sonra çok şeyler değişti ve değişmekte.
AN’dan AN’a neler değişirmiş öğrendik.
Aslında AN’da nasıl değişirmiş her şey, onu öğrendik.
Dağa tırmandım sonra. Kalbimin içerisine tırmanır gibi tırmandım.
Her nefeste, SES işiterek tırmandım.
Boşluk denilen ama asla boş olmayan kalbimin uzayında, sürtünmesizlik ve nefessizlik sebebiyle işitilemeyen, ama HEP orada olan SES ne imiş onu öğrendim.
Sonra bir kez daha bu kulaklarımla işittirdi kendisini bana.
Ama o ilkti, ve elbette ki unutalamayacak kadar sıra dışı idi.
Hira; Ruhumu, ellerimle dokunacak kadar somut,
Heyecanından titreyecek kadar net gördüğüm yer!.

Anlatasım var ama sığdıracak kelime yok.
Orada dünya ile bağım diyebileceğim üç tane şeyim kaldı.
İki tanesini ben ellerimle uçurdum kayalıklardan aşağı, attım!.
Seccadem kendisi kaldı. Orada kalmayı seçmiş olacak ki, kaldı.
Bir seccade bile dilediğini yapabiliyor. Seçip tercih ettiği yere kendisini mıhlayabiliyor.
“Seccade kadar aklım yokmuş!” bile dedirtti bana bu olay.
Daha öyle çok ibretler verdi,
O kadar çok şeyler öğretti ki,
Hayatım boyu aklım kalbim Hira’da yaşayacağım eminim.
Ve ölümden gayri bahânem olmazsa her sene Ramazan-ı Şerif ayında orada olmak en çok istediğim şey inşaallah ve âmin!

Hira’ya bu kez Kâbe’den yürüyerek gitmek niyetindeyim inşaallah.
Zaten insan yürümeyi orada öğreniyormuş meğer.
Hiç yürümemişim bunca ömrümde.
Hiç dağa çıkmamışken bana ne kadar anlatsalar inanmazdım bunlara.
Yavaş yavaş ölmek mi, ölmeden evvel ölmek mi,
Yoksa ölümü de, bir dost gibi taa can evinde gezdirmek mi?
Hepside mümkün!.
Ama en önemlisi ten kafesinde sıkışıp kalmadan, tenin esaretinde tükenmeden,
Teni de can yapabilmek. Can olabilmek.
Hürr olup Hürr kalabilmek!.
Bütün enkaz toprağa giderken bir harf kadar bile tende kalmamak önemli olan sanırım.
Şimdi bu yeni hayatın, sıfırlanmış ve evvelki izleri silinmiş,
Yerine yeni ve en muhteşemlerinin yazılmış olduğu bir kadere inanarak,
Kendimi buna inandırarak yeni öğrendiğim yürümeyle yürüyorum inşaallah.
Bu kodlar hayatımı yeniledi.
İçimi dışımı değiştirdi.
Değişim sürecek, bitmeyecek inşallah!.

Yazdıklarımız içimizdekilerin ancak birazı.
Arada dengeyi kaçırsak da, elbetteki Kadem-i sabite de ulaşır ayaklarımız inşaallah. Âmin!.
Rabbim cümlemizi yeniden ve yenilenen vakitlerde hayr ile yaşatsın inşaallah.
Aşkullah ve Aşk-ı Habibullah ile. Âmin!.

NoT:
Hıra GÂRı (mağarası) gönül GİRişindeki YAZı:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemle İNen İLK vahyuLLAh Kur'ÂN-ı KerîM âyetleri..

İkra’bismi rabbikellezî halak!
Halaka’l- insâne min alak!

GÂR-ı HIRA…

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
“İkra’bismi rabbikellezî halak: Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak 96/1)

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
“Halaka’l- insâne min alak: O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.” (Alak 96/2)
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »



Kurban Bayramının Arefe’sindeyiz bir kez daha.
Bir kez daha demek yerinde olmadı aslında,
Bu bambaşka ve daha evvelkilerin aynısı,kopyası veya tekrarı olmayan
Kendi başına bir Kurba’n Bayramı Zamanı.

O bize gelmedi.
Biz yaşam döngümüz sırasında onun içerisinden geçmek noktasına ulaştık.
Elhamdülillah.
Bu bir Nimet-i İlahi, ve kıymetli bir imkandır her hali ile.
Hayatımızın her AN’ında olduğu gibi bunuda düşünmeden,
hazır fırsat elde iken,manasına bir kez daha sondaj yapmaya çalışmadan geçemezdik.
Geçmemeliydik.
Sahur yemeği yedikten sonra,
Sabah Vaktine kadar bir parça dinlenmek üzere istirahate çekilmiş ve
Haşr meydanımı tam kurmuştum ki, Kalbimin meydanına,
günlerdir sağanak yağan Rahmet’e mi teslim olduk bilinmez,
Bulutlar dökülmeyi sürdürdü içimde de.

Yazalım dedi Kalb’im.
Yazalım ve içimizi dışımıza çevirelim bir kez daha.
Yakup Aleyhisselam’ın zahiri yara berelerinden beter yaraları vardı içimizin çünkü.
Ve Ab-ı Hayat Lutfedilmezse eğer, Batınen ölümcül olan ve ebedi hüsran yaralarıydı üstelik bunlar.

Açalım saçalım ki hafifleyelim istedik. Kalbim ve ben.
Kurba’n Bayramlarında hiç bayram edememiştik biz.
Şimdi düşününce,
aslında Bayramın Hakiki manasının zuhuru da bu muydu acaba? Diye düşünüyorum ama. Bilemiyorum tabii.

Köre renk, sağıra ahenk sorulmaz misali,
Şaşkın ve bir o kadar da kaba saba anlayışsızlığım ile neyin manasının zuhurunu idrak edebilecektim ki.

Hayatım şu ana kadar asla bir plan ve programa tabi olmaksızın akıp gitmişti.
Bu demekti ki, elimden gelen sadece HİÇ’ti.
Ama ne kadar çok varsayımın boyunduruğunda zaman katletmiştim.
Kalbim çok üzgün, ben ise şaşkın ve durağanım.

Önümü göremediğim içindir beklide, devamlı arkama dönüp bakıyorum.
Ama Haşr’de zaten bu demek değil midir diye de zorluyor bir taraftan iç sesim.

Bu tahliller bitmez onun için bir kenarda beklesinler yine.
Bu rafta artık hiç yer kalmadı ama biraz daha safları sıkılaştırıp yerleştirelim inşaallah.

İkibinbir senesinin Kurb’an Bayramı en hasarlı olanıydı hayatımda.
Aynı böyle bir Arefe günü evin penceresinden düşmüştüm. Omurgam kırılmıştı.
Bayramı Hastanede hiç kımıldamadan geçirmiştim,
beş gün boyunca başımı sağa sola bile çevirmeden öylece kalmıştım upuzun.

Kontroller yapmak için cihazlara yatağımla birlikte götürüp getiriyorlar
iç kanama vs var mı diye didik didik takip etmeyi sürdürüyorlardı nöbetçi doktorlar.
ama tecrübeli doktorlar hep tatilde olduğu için bekletmek zorundaydılar
bu arada da acil bir sorun çıkmaması için dikkat etmek durumundaydılar.
hepsinden Allah razı olsun inşaallah,
onların elleri ile Ya Şafii Celle Celaluhu tecelli etti hamdolsun Rabbime.
Ameliyathane kapısına götürüp götürüp geri getirdiler birkaç defa cesaret edemiyorlardı.
Omurlardan birisi “birst” denilen patlama tarzı kırılmış,
Ve herkes artık yürüyemeyecek olan birisi diye bakmaktaydı.
Sinirlerin hasarının ne derece olduğu belli değildi.
Ameliyat, destek çivileri yerleştirme işi için yapılmak istenmekteydi.

Kımıldamadan beş gün yattığım bir hayat dönemi Kurba’n Arefsinde yaşanmıştı.
O zaman şimdiki kadar sabırlı değildim.
Çok zor geçmişti zaman.
Bu kazayı geçirdiğimde sekiz aylık evli idim.
Telefonlar susmuş,fısıldaşmalar başlamıştı.
İnsanların, bir diğer insandan ne kadar hızla ümitlerini kestikleri öğrenmenin dersiydi.
Öğrendik hamdolsun.
Bayram bitti tecrübeli doktorlar döndü,
Bir tanesi, diğerlerinin fikrine inatla ters çıkarak benim tedavimi kendisinin üstleneceğini bildirdi.
hepsi ameliyat etmek düşüncesindeydi.
o ise "çok genç ameliyat hareket kabiliyetini sınırlayacak,
zaman alır ama alçıya alarak eski usül tedavi edelim" diyordu.
Israrı samimi idi. Ancak güvenmekten başka da çare zaten yoktu.

Bir şeyi, başka hiç seçenek olmadığı için seçmek bizim seçimimiz midir gerçekten?
Yoksa İlahi irade’nin takdiri midir bu işleyen?
Boynumdan aşağı tüm vücudumu alçıyla bloke ederek tedaviye başladı.
Üç ay onun içerisinde kaldım.
Sonra o çıkarıldı. Altı ay çelik korseler içine koyuldum.
Ondan sonra fizik tedaviler vs.
İyileşmek hastalanmaktan daha zahmetli bir şeymiş, bunuda öğrendik.
Hamdolsun.
Bu arada gözden çıkarılan birisi için kader yazılmış davalar açılmıştı.
“bu gelin iyileşmeyecek” denilmişti.
öyle ya, neden bir ömür katlanılsın ve bu zahmet çekilsindi değil mi?
her zaman ki gibi yine benden başka herkes haklıydı.
Sonra
Bu gelin iyileşti.
ve eskisine yakın toparlandı omurgam.
Ama Kalbim iyileşmedi yıllar boyu.
Kırılan kol bacak değildi o kadar kolay olmazdı ama birgün iyileşmeside mümkündü.
Ne denilebilecekse denilmedi.
Susmak,net konuşmamakta ayrı yaraların açılması demekti zaten.
İnsanlar içlerindeki koyu lekeleri ve alaca renkleri göstermeyerek asil ve anlayışlı davranıyorlar kendi akıllarına göre.
Her şeyi karşısındakinin anlayışına bırakıp, sorumluluktan kurtulmaya çalışmak çok alışılmış bir yöntemmiş meğer.
Bunuda ders ve talim ettik. Hamdolsun.
İnsan bir şeyi yaşarken aslında neleride beraberinde yaşadığını çook sonra anlayabiliyor.
Bir ayrılış. Hepsi bu. Herkes bu kadar görür.
Arkasında, anne olma ümitlerine veda etme, hayal ve umutlarından ebediyen kopma,
Yeniden yeniden yaşanmasının daha beter zor olacağı hayat planları arasında korkarak titreme,
neresinden bakılırsa cehennem idi kısacası.
Dışarıdan kolay ama.

Bunları yazmaya birde şu sebeple karar verdim bu sabah.
Hayatlarındaki düzeni ufak tefek sebepler ile bozmak,
Daha iyi bir hayatı ve geleceği umut etmek,
Elindekinin kıymetini bilmeden hor görmek ve,
Ayrılmayı seçmek zorunda yada durumunda kalan insanlar için bir ibret olsun istedim.
Bunca yaşanılandan geriye bu kadarcık bir bakiye bari kalsın, istifade edilsin.

Yoksa kendimi anlatmak derdim biteli çok oldu.
Eleştirilmek,yargılanmak,yorumlanmak,teraziden teraziye konularak ölçülüp biçilmek,
Hesaba kitaba vurulmak, bunların hepside vız gelmekte artık.
Kınayan kınasın,
zaten ben gönüllü olarak tüm kabahati kendime alıp herkesi mutlu hayatlarında rahat ve huzur içerisinde olmaları için hür bıraktım.
Kimseden en ufak bir alacağım yok.
Vereceğim de yok.
Öfkem de yok dolayısıyla.
Hayatın şartları içerisinde bir yerlerde yolu kesişen,
Biribirlerine mahrem olan,
Acıya tuzluya kabahat bulmadan el ele yürümeye söz veren insanlar biribirini harcamasın istiyorum.
Ama başta da demiştik ya,
Bunlar Kader-i İlahiyenin sırlarıdır belkide,

O zamanda,
söylediklerimizi de El- Hakk Celle Celaluhu, kader-i ilahiyesini tesis etmek için vesile kılsın diye dua edelim inşaallah.
Boşa söylenmemiş olsunlar.

Zaten boşa değildir. Vardır bir sebebide biz bilemiyoruz.
Kimbilir kimin, neyin hatırına uykular terk ettirildi yine.

Kurba’n Bayramı demiştik.
Üstelik her Bayram için illa bir Arefe gerekliydi ve konulmuştu.
Neden böyle dilemişti Rabbimiz?
Doğrudan şu zaman bayram demek yerine,
Arefesini birinci,ikinci,üçüncü,dördüncü günlerini belirtmişti?

Hepside Kalbimizde karşılığı olan ancak henüz vakıf olamadığımız sayısız manaları barındırmakta içerisinde hiç şüphesiz.
Hayatın dahi böyle aşamaları var çünkü.
Her olayın. Her hareketin. Tüm devr-i daimin aşamaları var bu şekilde.
Kural ve kaideler eksiksiz işlemekte.

Ama Kurba’n bambaşka.
Her sene nelerin hayatımdan Kurb’an olduğuna dikerim, gözlerimin altındaki gözlerimi.
Korkarak, ama heyecanla dikkat kesilirim.

Yıllar içerisinde yine bir Kurba’n Arefesinde yine hastaneye düşmüştüm.
Beş ay içerisinde zafiyet geçirme noktasına ulaşıp,
şuur ve hafıza kaybı ile hastane köşelerinde bilinçsizce günlerce ağlamıştım.
Ağlamak yazılmışsa o vaktin alnına, ondan kaçmak imkansız.
İnsan, kurba’n ola ola, ilerliyor aslında.

Bazısı gül gülistandayım sanıyor,
ancak bilmedikleri nice kurba’nlarını Hakk’a teslim etmekteler haberleri yok.
Bizim bir farkımız, (o ise ayrıcalık hiç değil)
aksine, demek ki anlayışımız ancak buna müsaitmiş ki böyle olmakta,
her şey gözümüze sokula sokula yaşatılmakta.

Taa ki anlayabilelim.
Hamdolsun anlayabildiğimiz için.

İnsan ekmediğini biçemeyeceği için,
Muhakkak yaşadıklarında kendi dahli olmakta.
Hepimiz bir hasat içerisindeyiz. Hem ekmekte, hem evvelki ektiklerimizi hasat etmekteyiz.
Hiç durmaksızın bu sürmekte.
Dolu veya boş başakları devşirmekte,
Elimizde kalanın hesabına razı olarak zamanın içerisinden geçmekteyiz.
Bu geçiş dahi bir AN gelecek Kurba’n edilecek.
Feda edilecek anlamında ama,
bir taraftanda bu feda etme işinin daima "Yakin bir idrak için" olduğu anlamında.

Her şey uzaklıkların giderilmesi için zaten.
En uzaktaki en uzun yolu yürümek ve en çok yorulmak zorunda bu alemde.
Rahmet eseri böylesi tuhaflıklar bize acı gibi gelse de,
Aslında tamamıyla Rabbimizin merhameti vesilesi ile, yollarımızı kısaltmaya yaramakta hepside.

Bana lafla sözle bu konuları yıllarca anlatsalar,
içerimde bir karşılık ve örneğini bulamadığım sürece hikaye gibi dinler,sıkılınca bırakır giderdim.

Ama artık sıkılmak kelimesi bile yabancı oldu bana, çünkü hepsi bende olanı bana anlatmakta
Ve buna ise benim zaten çok ihtiyacım var.
İçim dışıma dökülmezse nasıl Rahmete karışabilirim.
Toza toprağa bulanmak bir nimet,
çünkü sırça saraylarda konaklamak marifet olsaydı,
Efendimiz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem o şartlar içerisinde yaşatılır idi.

O’nun hayatını Siyer-i Nebisini bu göz ve algılama hali ile okumaya çalışmaktayım. Hamdolsun.
Kendime benzeyen olay ve yaşanılanları daha iyi anlamakta,
Onunla özdeş hissedebilmekteyim.
Muhabbet-i Hakiki ancak böyle elde edilebilir diye düşünüp çok sevinmekteyim sonra.

Burada yazmak artık bitmek istiyor.
Arefe orucumuza niyet edelim inşaallah.
Sabah namazından sonra biraz uyuyup, sonra kalkıp tesbihin başına oturup bin İhlas-i şerif çekelim.
Kendimizi Arefe’nin elleri arasında hapsedip kımıldamayalım ki, selametle bayramdan geçelim inşaallah.
Bayramımız bayram olsun.
Kurba’n olanlardan olalım inşaallah. Amin.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen nur-ye »

SEVgili kardeşim Hümeyra;
kimimiz kadın, kimimiz erkek olarak, başka başka şehirlerde değişik değişik kâder teCELLileri yaşıyoruz.

simurg yazdı: Hayatın şartları içerisinde bir yerlerde yolu kesişen,
Biribirlerine mahrem olan,
Acıya tuzluya kabahat bulmadan el ele yürümeye söz veren insanlar biribirini harcamasın istiyorum


seninde ifade ettiğin gibi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin ocağında buluşturulup MuhaMMedi kardeşliğin gereğince, isteklerimiz bir şükürler olsun.

ARİFe seherinde içim hüzünden çoşuyordu. ALLAH ve RESUL’ünün kadir ve kıymetini bilemeyişimden Göz yaşlarım içimden dışıma sağnak sağnak akıyordu ki senin yazını okudum..
simurg yazdı: Bunca yaşanılandan geriye bu kadarcık bir bakiye bari kalsın, istifade edilsin.



Ya güzelim işte ÇİLElerin çiçek açıyor. Açan ÇİLE çiçeklerinin kokusuda bize ulaşıyor. elHaMduliLLÂhiraBBu’l-ÂleMîNN

simurg yazdı: İkibinbir senesinin Kurb’an Bayramı en hasarlı olanıydı hayatımda.

sevgili kardeşim geçmişler olsun. ibretle dolu sahnelerini içim titreyerek okudum..
Yaaaa işte kazananlar ve kaybedenler. Emanete sahip çıkanlar ve yahut çıkmayanlar. SÖZ veripte yarı yolda bırakanlar.


2001 yılı Rahmetli eşimin HAKK’a yürüyüş yılıdır. benimde zorluklara karşı mücadele başlangıcımdır. O yılla başlayan günler… haftalar….aylar…. yıllar…. Çok çetindi. Çok şükür ki geldi-geçti.
O yıllarda YAŞAnılanlar bizim dayanma testlerimizdi. Bu YOLa, ZOR YOL diyor ehl-i Yoksa onlar YAŞAnmamış olsaydı bu kadar dirayetli olamazdık.

Senelerce anamın babamın kolunun altından çıkıp eşimin kolunun altına verilmiştik. Aşımızda vardı yuvamızda sevgimizde.
Dışarıdaki hayatın çetinliğinden haberimiz yoktu.
Kuzu postuna bürünmüş, nice kurtlarla karşılaştık.
Merhametimizi sömürmek istediler.
Sömürdük sandılar kendilerinden sömürdüler.

İçimizin ve dışımızın yangınlarıyla, sende-bende- onda ayrı gibi gözüken çilelerimiz hep aynı!
BİZ BİR-İZ bAHçesinin tohumları!
Her atılan tohum çatladığında, çatlamasıda ÇİLE ile olduğunu İDRAK edince işte böyle bin bir koku SALLıyor şükürler olsun.

SEVgili kardeşim MuhaMMedî yüreğinden Muhabbetle öperim…
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »


Şiir kopup gelirse insanı Kalbinden Fikrine,
yazmamak, söylememek vebal olur hem şiire, hem Kalb'e
yaza boza gidiyoruz bu yolu.
Adımlarımız AN'da,
şimdi ise bir şiirde..


///////////////////////////////////

Babam(sız) Çınar(sız) Gölge(siz)

Bütün ÇINAR Ağaçlarının gövdesine "Baba" yazalım hadi!
Gençler, başlarında kavak yelleriyle,
Kavak Ağaçlarına nasıl kazırlarsa sevdalarını.
Yapraklarını döken hazan,
kalbimize mevsim diye uğramışken hazır
Tüm ÇINAR Ağaçlarının gövdesine "Baba" yazalım şimdi.
Gönüllü savrulduğumuz tüm zamanlarımız
"baba"mızın hasretinden yadigar.
Kalbimiz sarsın, özlemekten kavrulan ellerimizle ANI’larımızı.
Baba gibi yaslanalım bağrına ÇINAR Ağaçlarının.
gövdemiz karbon yıkımı yaşlanmalarda,
Kalbimiz Hasret karası kayıplarına ağlarken,
gel bir ÇINAR Ağacının gölgesine saklanalım,
belki görünmez oluruz da,
unutuluruz zamanın kayıp sayfalarında.
olmaz mı?
o zaman...
o zaman gelinceye kadar
"mış gibi" yapalım.
Avunalım o zaman.
Avunmak bir yudum suya benzer çünkü susuz çöllerde.
İyileştirmese de yaraları, "mış gibi" unutturur belki acıları.

////////////////////////////////////////////////////////
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »







/

Bu sabah tüm kainat bana gülümsedi,
Ben kainatı kucakladım, ona gülümsedim,
ama öyle derinimde sağanak, görünürde iki damlacık ağlayarak.

O ağlamıyordu, gülümsemesi hakiki idi.
Ve saf ve masum ve tertemiz ve adı Feyza Nur.
Nefesim fısıltı halinde üzerine yağdı usulca,
O gülümsedi, kalbini dualarıma açtı bu sabah.
/

Bitişik apartmanın aynı hizamızdaki dairesine kainat doldu yakın zamanda.
Eve yeni bir bebek geldi.
Önce yolcu idi.

Annesi “yolcumuzun gelişi yakınladı” demişti az bir zaman evvel.
Tam zamanı bilemedim, sonra tahmin ile harekete geçtim.
Bu kutlular kutlusu berrak sevinç yumağına

“hoş geldin,Safalar ile geldin, bahtın en güzelinden olsun da hep gülesin inşaallah”
diyebilmek için gecikmek istemedim.

Bu sabah aklıma ilk o düşmüştü gözlerimi aralarken.
Bugün onun için giyindim, hazırlandım.
Bütün gücüm kuvvetim, o aklıma düştü diyeydi vücudumda bugün.
Kollarım omuzlarıma fazla değildi,
Ayaklarım uçarcasına hafifti bedenimde.

Çok özel bir sabahtı benim için,
Dünya alem kızıp küsse, başıma üşüşse, yada arkasını dönüp çekip gitse,
Veya her ne ise artık, dağılsam toparlanamam hissi ile karalar bağlamış bile olsam,
Bu sabah kesinlikle kendiliğinden ve olağandışı güzellikte başladı ve sürdü hamdolsun.

Her ilmeğine Kelime-i Tevhid zikrederek ördüğüm beyaz minik yumuşacık yeleği paketledim, süsledim.
Epeydir hazırlamaya çalışmıştım,
İstiyordum ki çarşı,dükkan malı değil,
el emeği-dua terkibi-gönülbağımın meyvesi bir hediye ile çıkayım huzuruna,
Öylede oldu hamdolsun.

Pastanenin yeni çıkmış en güzel pastasını da aldım.
Evde biraz büyük bir bebek daha var çünkü.
Ahh o da öylesi nar tanesi,nur tanesidir ki,
Bu ev iki kere bahtlı şimdi.

Anne iyileşmiş, ayakta sevinçle karşıladı yuvasının kapısında,
Buyur etti evinin en güzel köşesine.
Allah razı olsun.
Zaten Taife-i Nisa’nın, en sevimlilerinden, en gönlü billurlarından bir tanesidir o.

Kahve ikram etti,
de benim aklım içeriden incecik sesi gelen bebekteydi.
“bana biraz sevdirir misin” diyemiyordum.

Sonra kahve bitince dışarı çıktı,
başka ikramlarla gelecek sandım, öyle durgunlaştım hatta, ama o
hemen geriye döndü kucağında pembe nur yumağı ile.

“al teyzesi, dua et, oku sen ona, sev dilediğince” dedi kucağıma usulca yerleştirdi.
Dünyanın hepside benim olmuştu.

Kucağımdaki güzellik kainata değişilmezdi.
Ve asl'ende "bir insan bir kainat" diyorsak eğer,
O zaten bütün güzelliklerin “en en en” hali olan bir kainat mücevheri idi.

Kucağımda öylece bekledi,
Gözleri kapalı,henüz açamamış,çok yeni ışık ile tanışması çünkü,
Belli ki alışamamış.

Küçücükten de küçücük ağzını nasıl yapıyorsa gülücüklerle dolduruyor.
Ben dualar ediyorum fısıltı ile,
O gözkamaştırıcı gülümsemesi ile dualarıma kalbini katıyor,
Sandım ki “amin” diyor.

Minik kıpırtıları, minikten minik elleri, ama o her şeyi kuşatan gülücükleri,
Doyulmaz bir seyir idi.

Kucağımda kaybolmuş muydu,
O gülücükler arasında yok olan ben miydim ayırt bile edemedim.
Öylesine hakiki bir sevgi idi ki bu,

“Hah” dedim.
İşte ancak böylesi bir halet-i ruhiyeye sevkedip,
Böylesi kendini kayıp hissettiriyorsa bir şey insana,
Ancak odur hakiki olan.

Her ne ise işte, her şey olabilir.
İçinde kendimizi yok ve kayıp hissedemediğimiz hangi mana ile hakikat bağlantısı kurabilirdik ki.

Bu bir ders benim açımdan,
Her şey ders. Talim ve tatbik dersleri.
Canlı ve Hayy olan dersler.

Ne kadarına yetişebiliyorsam o seviyeden “manayı idrak” serüveninine iştirak etme çabamın neticeleri,
Her şeye erişemem çünkü,
Her var olan manayı yaşayıp idrak edeceğim diye bir şart da yok,
Payıma ne düşmüşse, nasib ne ise ve nereye kadar ise,
Eyvallah!

Hamdolsun, razıyım, şartları hududları zorlamak taleb ve niyetinde asla olmayacağım.
Bu dahi, “kesinlikle tercih ettirilmişdir” dediğim bir yer çünkü burası.

Kişi her ne yapmakta ise, sadece kendisinde kendisiyle uyumlu olanı seçip yapabilmekte çünkü.
Kendisini aşan her şey rotasız,haritasız,pusulasız,şaşkın ve harman olması demek çünkü insanın.
Şu ana kadar kalbimde yer etmiş olan,
bildiğim, tanıdığım, inandığım, sahib çıktığım,
dayanağım olduğunu düşündüğüm değerler arasında olmayan hangi durum ve yer bana kendimi kendim hissettirebilir.

nasıl riyasız,maskesiz,olduğum gibi yaşayabilirim başka türlü,

Bir tiyatro oyunu ise bu dünya,

(Hiç baştan provası yapılmamış,
doğrudan tatbik edilmekte olan bir oyun sahnesi denilmekte çünkü dünya hakkında).

hepimiz başrol oynamamaktayız bu oyunda .
hatta birçoğumuz sahnede bile görünememekteyiz.
Bazısının işi kostümlerle meşgul olmaktır,
Bazısının makyaj ve dekor işleri ilgilenmek,
Bazısı sadece sufle verir,
Bazısı belkide sadece perdeyi açıp kapatır,
Kimisi ışıkları düzenlemekle görevlendirilir.

Ses cihazları ve akustik vs. teknik işler apayrı ilgilenilmesi gereken alanlar.

Bazısıda bir görünür, ikinci bir sahnesi daha olmaz,
olup olacağı o bir tek görüntü ve roldür belkide,
saymakla bitmeyecek şekilde bağlantılar üretmek mümkün.
Ben kısa geçeceğim.

Çünkü bu anlık ve tadında bir ders idi,
İçimde kalamayacak kadar büyük bir neticesi de oluşmuştu.
Zahirden nasıl göründüğüne bakalım dedik ve yazdık hamdolsun.
/

Bir bebek doğar,bir eve neşe doğar.
Bir bebek ağlar başında tüm aile can çekişir.

İnsan yaşarken ağlar, dönüp bakanı olmazsa vay haline.
Daima bize bakan ve kalbimize dokunan ise ancak Rabbimiz.
Ne kadar masum isek o kadar güçlüyüz belkide,
Her ne kadar dünyanın toz toprağında yuvarlanmak insanda masumiyet bırakmaz ise de,
Elbet var dokunulmamış alanlarımız.
Bu sahaları saklamaktan başka çaremiz yok.

Hala bebekler doğmakta ise,
bu dünya için de, içindekiler içinde,
hala çook umut var demektir.

gözyaşı gülümsemelere karışabiliyor olsa da,
dualar nefes nefes can verip sarıyorsa kalbimizi,
ve kalbden kalbe yollar ve bağlar oluşturabiliyorsa insan yaşadığı hayatın içerisinde,
umut kesinlikle vardır hamdolsun.

ben birkaç dakikalık böylesi bebek sevme hatıralarımdan hep birşeyler öğrenmişimdir.
elinde bütün gün ve yıllar boyu bu imkan ve fırsattan istifade etme olanağı olanlar
bu zevk ve zenginliktenten,
böylesi bir ikramın bereketinden mahrum kalmasınlar inşaallah.

Güzellikler sayılamaz, o sebeple insana kıymetli görünmesi zordur belkide,
nerede gözümüze bir toz batar kalkar yıllarca onun derdini sayıklarız sonra.

hayat birkaç dakika idi bu gün,
ve bütün bir hayata bedelsi ve değerdi, hamdolsun Rabbime. Amin.


/
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

... re=related





/

Bu sabah tüm kainat bana gülümsedi,
Ben kainatı kucakladım, ona gülümsedim,
ama öyle derinimde sağanak, görünürde iki damlacık ağlayarak.

O ağlamıyordu, gülümsemesi hakiki idi.
Ve saf ve masum ve tertemiz ve adı Feyza Nur.
Nefesim fısıltı halinde üzerine yağdı usulca,
O gülümsedi, kalbini dualarıma açtı bu sabah.
/

Bitişik apartmanın aynı hizamızdaki dairesine kainat doldu yakın zamanda.
Eve yeni bir bebek geldi.
Önce yolcu idi.

Annesi “yolcumuzun gelişi yakınladı” demişti az bir zaman evvel.
Tam zamanı bilemedim, sonra tahmin ile harekete geçtim.
Bu kutlular kutlusu berrak sevinç yumağına

“hoş geldin,Safalar ile geldin, bahtın en güzelinden olsun da hep gülesin inşaallah”
diyebilmek için gecikmek istemedim.

Bu sabah aklıma ilk o düşmüştü gözlerimi aralarken.
Bugün onun için giyindim, hazırlandım.
Bütün gücüm kuvvetim, o aklıma düştü diyeydi vücudumda bugün.
Kollarım omuzlarıma fazla değildi,
Ayaklarım uçarcasına hafifti bedenimde.

Çok özel bir sabahtı benim için,
Dünya alem kızıp küsse, başıma üşüşse, yada arkasını dönüp çekip gitse,
Veya her ne ise artık, dağılsam toparlanamam hissi ile karalar bağlamış bile olsam,
Bu sabah kesinlikle kendiliğinden ve olağandışı güzellikte başladı ve sürdü hamdolsun.

Her ilmeğine Kelime-i Tevhid zikrederek ördüğüm beyaz minik yumuşacık yeleği paketledim, süsledim.
Epeydir hazırlamaya çalışmıştım,
İstiyordum ki çarşı,dükkan malı değil,
el emeği-dua terkibi-gönülbağımın meyvesi bir hediye ile çıkayım huzuruna,
Öylede oldu hamdolsun.

Pastanenin yeni çıkmış en güzel pastasını da aldım.
Evde biraz büyük bir bebek daha var çünkü.
Ahh o da öylesi nar tanesi,nur tanesidir ki,
Bu ev iki kere bahtlı şimdi.

Anne iyileşmiş, ayakta sevinçle karşıladı yuvasının kapısında,
Buyur etti evinin en güzel köşesine.
Allah razı olsun.
Zaten Taife-i Nisa’nın, en sevimlilerinden, en gönlü billurlarından bir tanesidir o.

Kahve ikram etti,
de benim aklım içeriden incecik sesi gelen bebekteydi.
“bana biraz sevdirir misin” diyemiyordum.

Sonra kahve bitince dışarı çıktı,
başka ikramlarla gelecek sandım, öyle durgunlaştım hatta, ama o
hemen geriye döndü kucağında pembe nur yumağı ile.

“al teyzesi, dua et, oku sen ona, sev dilediğince” dedi kucağıma usulca yerleştirdi.
Dünyanın hepside benim olmuştu.

Kucağımdaki güzellik kainata değişilmezdi.
Ve asl'ende "bir insan bir kainat" diyorsak eğer,
O zaten bütün güzelliklerin “en en en” hali olan bir kainat mücevheri idi.

Kucağımda öylece bekledi,
Gözleri kapalı,henüz açamamış,çok yeni ışık ile tanışması çünkü,
Belli ki alışamamış.

Küçücükten de küçücük ağzını nasıl yapıyorsa gülücüklerle dolduruyor.
Ben dualar ediyorum fısıltı ile,
O gözkamaştırıcı gülümsemesi ile dualarıma kalbini katıyor,
Sandım ki “amin” diyor.

Minik kıpırtıları, minikten minik elleri, ama o her şeyi kuşatan gülücükleri,
Doyulmaz bir seyir idi.

Kucağımda kaybolmuş muydu,
O gülücükler arasında yok olan ben miydim ayırt bile edemedim.
Öylesine hakiki bir sevgi idi ki bu,

“Hah” dedim.
İşte ancak böylesi bir halet-i ruhiyeye sevkedip,
Böylesi kendini kayıp hissettiriyorsa bir şey insana,
Ancak odur hakiki olan.

Her ne ise işte, her şey olabilir.
İçinde kendimizi yok ve kayıp hissedemediğimiz hangi mana ile hakikat bağlantısı kurabilirdik ki.

Bu bir ders benim açımdan,
Her şey ders. Talim ve tatbik dersleri.
Canlı ve Hayy olan dersler.

Ne kadarına yetişebiliyorsam o seviyeden “manayı idrak” serüveninine iştirak etme çabamın neticeleri,
Her şeye erişemem çünkü,
Her var olan manayı yaşayıp idrak edeceğim diye bir şart da yok,
Payıma ne düşmüşse, nasib ne ise ve nereye kadar ise,
Eyvallah!

Hamdolsun, razıyım, şartları hududları zorlamak taleb ve niyetinde asla olmayacağım.
Bu dahi, “kesinlikle tercih ettirilmişdir” dediğim bir yer çünkü burası.

Kişi her ne yapmakta ise, sadece kendisinde kendisiyle uyumlu olanı seçip yapabilmekte çünkü.
Kendisini aşan her şey rotasız,haritasız,pusulasız,şaşkın ve harman olması demek çünkü insanın.
Şu ana kadar kalbimde yer etmiş olan,
bildiğim, tanıdığım, inandığım, sahib çıktığım,
dayanağım olduğunu düşündüğüm değerler arasında olmayan hangi durum ve yer bana kendimi kendim hissettirebilir.

nasıl riyasız,maskesiz,olduğum gibi yaşayabilirim başka türlü,

Bir tiyatro oyunu ise bu dünya,

(Hiç baştan provası yapılmamış,
doğrudan tatbik edilmekte olan bir oyun sahnesi denilmekte çünkü dünya hakkında).

hepimiz başrol oynamamaktayız bu oyunda .
hatta birçoğumuz sahnede bile görünememekteyiz.
Bazısının işi kostümlerle meşgul olmaktır,
Bazısının makyaj ve dekor işleri ilgilenmek,
Bazısı sadece sufle verir,
Bazısı belkide sadece perdeyi açıp kapatır,
Kimisi ışıkları düzenlemekle görevlendirilir.

Ses cihazları ve akustik vs. teknik işler apayrı ilgilenilmesi gereken alanlar.

Bazısıda bir görünür, ikinci bir sahnesi daha olmaz,
olup olacağı o bir tek görüntü ve roldür belkide,
saymakla bitmeyecek şekilde bağlantılar üretmek mümkün.
Ben kısa geçeceğim.

Çünkü bu anlık ve tadında bir ders idi,
İçimde kalamayacak kadar büyük bir neticesi de oluşmuştu.
Zahirden nasıl göründüğüne bakalım dedik ve yazdık hamdolsun.
/

Bir bebek doğar,bir eve neşe doğar.
Bir bebek ağlar başında tüm aile can çekişir.

İnsan yaşarken ağlar, dönüp bakanı olmazsa vay haline.
Daima bize bakan ve kalbimize dokunan ise ancak Rabbimiz.
Ne kadar masum isek o kadar güçlüyüz belkide,
Her ne kadar dünyanın toz toprağında yuvarlanmak insanda masumiyet bırakmaz ise de,
Elbet var dokunulmamış alanlarımız.
Bu sahaları saklamaktan başka çaremiz yok.

Hala bebekler doğmakta ise,
bu dünya için de, içindekiler içinde,
hala çook umut var demektir.

gözyaşı gülümsemelere karışabiliyor olsa da,
dualar nefes nefes can verip sarıyorsa kalbimizi,
ve kalbden kalbe yollar ve bağlar oluşturabiliyorsa insan yaşadığı hayatın içerisinde,
umut kesinlikle vardır hamdolsun.

ben birkaç dakikalık böylesi bebek sevme hatıralarımdan hep birşeyler öğrenmişimdir.
elinde bütün gün ve yıllar boyu bu imkan ve fırsattan istifade etme olanağı olanlar
bu zevk ve zenginliktenten,
böylesi bir ikramın bereketinden mahrum kalmasınlar inşaallah.

Güzellikler sayılamaz, o sebeple insana kıymetli görünmesi zordur belkide,
nerede gözümüze bir toz batar kalkar yıllarca onun derdini sayıklarız sonra.

hayat birkaç dakika idi bu gün,
ve bütün bir hayata bedeldi ve değerdi, hamdolsun Rabbime.
Amin.


/
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

[BBvideo 425,350][/BBvideo]




bu linki yukarıdaki yazının baş kısmına kaydettim ama açılmadığını farkettim,
o sebeple tekrar kopyaladım, sanırım şimdi açılacaktır.

Konu Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz için yazılmış bir şiir,
klip de çok güzel ve izlemeye değer.

ifadeler insana ince bir sezgiden süzülüp gelmekte ve kalbi bir esinti ile yakınlaşmakta.
yada ben öyle düşündüm.

Arada kaynayıp gitmesini istemediğim için, yeniden dikkat çektim sadece.

/

İnsanlar olarak tümümüz, içerimizde veya dışarımızda bir mağara ehliyiz illaki!
[şiirdeki bazı ifadeler ve satırlar böyle düşündürdüğü için bunu dedim]
Ve tam da buradan yürüyeceğiz şimdi inşaallah.

hangimiz hürr ve özgürüz diyorsak, bir daha düşünmeliyiz belkide,
insan en hürr halinde bile kendisine tutsak çünkü.

saplanıp kaldığı bir renge, bir isime,
bir yada daha fazla sıfat ve fiillere tutsağız hiç farkında olmasak da.

arınmış,durulmuş taraflarımız nisbetinde hürr olabileceğiz elbette lakin,
o ise o kadar gizli ve saklı ki, açıp çıkarmaya marifet lazım.
farkına varabilmek bile, çok büyük bir süreç ve cesaret meselesi.

Yaşamak işte. Eni sonu hepsi sadece bir yaşamak.
Elimizde olan, yada olması ihtimali hiç olmayacak olan,
herşey o tek yaşamın içinde.

oysa kendimizin örümcek ağlarından,
çukurluklarından,
ve yönsüz-yöntemsizliklerimizden dolayı seyredemiyoruz, göremiyoruz hiçbir şeyi.
endi yaşamımızı bile.

"kun" sadece bir ses miydi?
[bu mana, ehli tarafından idrake verilmiş bir ipucu idi yakın zamanda bana kadar ulaşmıştı hamdolsun]

bir nefesin zuhur etmesi,
bu zuhurun elbisesinin ise sadece ses olması,

tek bir “OL” sesinin,sözünün,işinin/ olmaklığıda kendisiyle beraber bulundurması hali mi?

Cümle Emr-i İlahi, Kuran-ı Kerim, Nur-u Muhammedi,
Kalem,Arş,Kürsi,Semavat,Arz,Cennet-Cehennem,
Haşr-Neşr, Sırat, Necat,Tarik,Ferec,
Fena- Beka, Niyet-Fiil, İblis-Adem-Havva,
onsekizbin Alem, Felekler, ses'ten öte birşey değil belkide.

bütün bunca tonlamalar,alçak yüksek çeşitli ara nağmeler,
inlemeden haykırmaya kadar,
yada için için sızlanmadan kendi içinde kopan çığlara, çığlıklara kadar,
tüm devinimler hep ses ve sadece tek nefes.

biz çokluğun ve kevniyetin içerisindeyiz lakin,
nefeslerimizin de sayısız ve çok olması ile anlayabilmekteyiz belkide bu içindeliğimizi.
nefes'te Tek,
ses'te Tek,
tüm sıfatlar,renkler,oluşlarda Tek.

“Tek Kavramı” algılaması içerisine sızmak çok zor ve
algımızın zayıflığı ölçüsünde çok uzun bir yol gibi idraklerimizde yer bulmakta.

kayıp ve hiç olmamış olan tüm zaman hayalleri,
var olmayan varlık görüntüleri,
bunca laf,söz,his ve duyuş
herşeyi bir Tek nerede toplayabiliriz?
sorusunu sorduğumuzda,

"ses" meselesi biraz daha mı açık hale geliyor acaba?
nerede? neyde? ne' de? toplayabiliriz,
ki bu toplamanın sonucu sadece adı “var” olan olsun.

var olsun,ama varlığı ağırlıksız,hacimsiz,şekilsiz, tadsız,kokusuz,
bütün nitelemelerden münezzeh olsun.
var olsun, var diyeyim ama ona bir biçim ve nitelik de atfedemeyeyim.
Bir yere, mekana,zamana,sınıra, kaba koyamayayaım.

Ona bir elbise de biçemeyeyim.
Zanlarımdan da münezzeh olsun sonra.
diye ham aklımla boğuşup duruyorum epey zamandır.

Rabbim önüme çeşitli ipuçları da çıkarıyor her daim,
kimisini algılamaya yaklaşıyorum,
kimisine yaklaştım zannettikçe uzaklaşıyorum.

bazen iyice yoldan çıkıyor düşüncelerim,
geri dönüp toparlanması için ya bir uykuya,
yada kalabalılklarda dağılmaya ihtiyaç duyuyorum.

sonra yine aklımı en fazla ikna eden seçeneğe doğru ilerlediğimi farkediyorum.

Bu klip de bu sürece hizmet etti işte.

bazen
"mana yerine maddi unsurlara dikkat ve heyecanını odaklayabilen birisi olabilseydim"
demekten kendimi alamıyorum.

Bazen, hiç birşey yapmadan, çok yoruluyorum.
bazen yorulmak istiyorum ama fırsat geçmiyor elime.

İnsan farkında olmadan bazen bir bakıyor biraz renkler girmiş hayatına,
Yanaklarının pembesi gülüşünü yeşertmiş,

Hayallerinin mavisi, umutlarına biraz mor sepelemiş,
Kırmızı bir şafak belirmiş belki ufkun bir noktasında çizgi halinde,
Elinde olmamış gözü kamaşmış bakakalmış da,

İçine saklandığı karalar bağlamış elbisesinin peçesi düşmüş yüzünden,
Göze gelmiş, kalbine batmış bütün rengarenk sevinçleri sonra,

“Senin neyine alını pulunu ortaya sermek” diyor insan,
ah’ları dizip sıralamak yetmeyince kalbine.

“Al! bağla en karasından yemenini başına,
Sen çiçek çiçek baharları, salkım salkım bağları, sakla gönlünde,sızdırma sakın dışarı.

İster zehir, ister değil her ne var ise elinde,
hepside çokluğun bir başka çeşit tınısının varsayılmış görüntüsü değil mi zaten?
kimse de bilmesin görmesin hem kimsenin azını-çoğunu.

Gözlerin çok olduğuna aldanıp da,
görünmekten kaçmak telaşına da esir etmemeli belkide insan kendini.
Ama,
Hem kime ne ki? “Kim” dediğimiz de ne ki? Kim ki?
Herkes kendi gökkuşağını çağırsın kendi semasına da, ona meyledip onunla meşgul olsun.
Mu demeli?
Çokluk alemi burası nasılsa, herkese yetecek kadar çok var.
Diye mi düşünmeli?

Varsın tüm renkler prizmanın bir tarafında tayfsız halde tek renk olsun,
Yada olan külli şey sadece bir Tek ve halen de O Tek “Kun” içinde var olmuş olsun.

Çokluk aleminde, tüm varlıklar ve parçalar tüm’ün sonsuz sayısız görüntüleri şeklindeki zuhuru ise,
Gören bilen, Tek’i Tek görmekte.
Olduğu, bulunduğu yerden bizim hiç göremediğimiz bir görüşle görüp, bilişle biliyorsa da,

“Ben” şu irtifasız ve seviyesiz yerimden, herşeyi çok ve ayrı ayrı gördüğüm için,
bu görüşün değerlendirişine esirim.

Ancak oradan bilebilmekteyim,
bilebilmeye gücümün yettiği kadarıyla bildiklerimi, eksik-fazla, doğru-yanlış her ne ise artık.

Biliyorum ki, benim imtihanımda bu bakıp görebildiğim yerden olacak,
Talim edilmemiş hiçbir yerden soru gelmeyeceğine eminim.
Dolayısıyla sorumlusu olduğum saha, bilgim,idrakim ve inancım olan saha olacaktır.

İnanmadığım, anlayamadığım, kendime uyumlayamadığım hiçbir role talip de olamam,
ki; işte orada artık kim olduğumu bilemeyeceğimden fecaatin en çetrefillisi ile baş başa kalmış olurum.
“Bir ben var, ve birde Benim Rabbim var” durumunda olduğumdan,

Rabbime sığınıp, hıfz-u muhafazasını dua ederim inşaallah.
Ayak uyduramayacağım,
önümü göremeyeceğim,
hayallerimin bile benden gideceği bilmediğim haller ve durumlarla baş başa bırakma Ya Rabbi.
Korkuyorum.
Hem düşündüklerimden,
Hem hissettiklerimden, hemde her şeyden.
Deli gibi korktuğum her şeyden sana sığınıyorum.

Benim bunları böyle pervasızca yazmamın sebebi,
dualarımın, senin sevdiğin ve makbulün olduğuna inandığım kullarının Amin’lerinin vesilesi ile icabet edilmesi dileğimdir.

Yukarıda yine saçmalardan seçtik, beğensekde beğenmesekde sıraladık..
Eksik kusur, hata kabahat, hele ki bile bile işlediğimiz cümle seyyiatımızdan aff ve mağfiret eyle bizleri.

Aklımızı kalbimizi sen selamete ulaştır da,
şu nakıslık ve zalimliğimizden azad olalım inşaallah.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin hürmet ve hatırları vesilesi ile dualarımıza ve dahi düşünce ve duygularımıza istikamet ve selamet ihsan buyur inşaallah.

Amin.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »



/
إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
/
İnnî veccehtu vechiye lillezî fatares semâvâti vel arda hanîfen ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).

/
«Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah'a ortak koşanlardan değilim».
"Ben varlığımı, semavat ve arzı varedene döndürdüm. Ben müşriklerden değilim"
[En'am Suresi-79]
/


Bu Ayet-i Kerimenin içerisinde çok güzel bir yol görünmekte bugün gözüme,
Bütün Ayet-i Kerimelerimiz de böyledir.
Hepsi özel, güzel, yol gösterici ve kendi başına mana içermektedir.
Bunun böyle olduğunu kesinlikle kabul etmekte ve inanmaktayız.
Buna rağmen, bazı zamanlar bir ifadeye muhtaçlık
yada düşünmemize temel oluşturmak,
veya kendiliğinden gözümüze değmesi ile sanki
"aranılan,gözlenen,beklenen mana buymuş ve bulunmuştur" gibi bir durum hasıl olmakta.

daha dün her yöne çok hızlı dağılmalar ile karışan fikrimi bugün bu Ayet-i Kerime'miz hizaya getirdi gibi oldu.
Şükürler olsun Rabbime.

Ayet-i Kerimemizin iki safhası var, ilk bakışta da hemen anlaşılmakta.
1. Ben vechimi, yüzümü, varlığımı, ne dersek diyelim ama anladığım şu ki,
kendimizde varlık adına şahid olabildiğimiz tüm unsurlarımız ile,
eksiksiz ve tam olarak,
ve benliğimizin yaşasın yaşamasın tüm tarafları ile,
neyiz, nasılız, nasıl olmalıyız vs, hiç bir vasıf ve sıfatımızı ayrı tutmaksızın,
iç-dış/ zahir-batın/geçmiş-gelecek/ hiç arkada birtek zerre bırakmadan,
tüm olarak Rabbimize dönmemiz gerektiği.

2. Ancak bu gerçekleşebilir ise, biz o zaman müşrüklerden OL-MA-MAK durumuna ulaşabileceğiz.
Bütün amaç-gaye-hedef-menzil-niyet-gayret-çaba, herşey bu şirk halinden azad olmak içindi ya,
hayatımızın gayesi de asıl itibarı ile bunu göstermek içindi ya,
varlığımızın bir kıymeti, değeri olacak ise,
varedilmiş olmasındaki Murad-ı İlahi'nin tesis olmasıyla ancak mümkün olabilecek o kıymet.

Yoksa kıymet zahir unsurların vasfı olsa idi,
Adem Aleyhisselam'dan beri varedilmiş bütün Sureta insan olan her varlık dahi bu kıymeti bir nişan gibi kendilerinde taşırlar idi.
hiç adı kalmadan geçip giden öyle büyük bir insan topluluğu var ki,
adı ibretlik olaylarda da anılarak bilinenler var elbette.
Anlatmaya gayret ettiğim şey,
İnsan Muhammedi (sallallahu aleyhi ve sellem) bir kıymetle kıymetlenecekse eğer,
şirk ehlinin dışına çıkarak Tevhid'in ehli ve malı olabilecekse,

bu olmak işi, kesinlikle tüm varlığımızı Bir ve Tek olan Rabbimize döndürmenin bütün çarelerine başvurarak olabilecek.
Elbette ki, Rabbimiz'in ikram,ihsan,nasib,kısmet,izin ve inayeti ile.

Fakat, burada asıl anladığım yere şimdi geldim işte.
İnsanında çaba gayret niyet bakımından bu yola sevkedilmiş olması,
Kul'un gayretinin samimiyetinin derecesinden anlaşılabilmekte belkide.

Yani bildiğimiz, veya hiç farkında olmadan edinmiş olduğumuz tüm Rabb'lerden yüzümüzü çevirmemiz,
ve ancak ve sadece O Bir ve Tek olan Rabbülalemin'imize dönmemiz gerektiği manası çıkıyor.

Bu ifadelere yabancı değilim.
öyle çok işittim, öyle çok hafızamda yeri var ki,

Amma gel gelelim, ancak şimdi "aaa" durumundayım .
Neden?
Nedenini bilemiyorum elbette.
Karşıma çıktı, öyle çıktığı ile iyi olduğu bir oldu.

Günün Ayet-i Kerimesini arıyordum galiba.
Her güne bir Ayet-i Kerimeyi izlemek,mühürlemek gibi birşey.

Bir Yıldız'a göz kırpmak, selam vermek, belki karşılık bulmak ümidi gibi birşey.
öylesine gibi sanmıştım önce, ama değil imiş meğer hiç bir şey öyle.

Şimdi bir niyet etsem mesela,
Bu Ayet-i Kerimeyi normalden biraz fazla ve farklı hissetmek imkanını ikram etmiş iken Rabb'im.

Desem Ki;
Ya Rabbim, Sen hiç bir şeyi boşuna yaratmadın.
bu önüme serilen imkan gibi güzel hissedişler de boşuna değil.
Şimdi azıcık da olsa önceye nazaran birazcık daha anladım sanmaktayım bu manayı.
Ne olur, Ayet-i Kerime de dediğin gibi tüm Rabb'edindiklerimi al benden.
hepsini yakıp kül et.
bende, benden, benle, bana olan her ne Rabb var ise senden gayri olan,
hayatımda, aklımda, fikrimde,kalbimde ve her zerremde,
hepsini de al benden.

Bir sana dönük olsun ve öyle kalsın varlığım.
sonra bana "ben müşriklerden değilim" dedirt inşaallah.

Bütün bunlar için yaşat, her niyet ve işimi bu yöne çevir,
beni gayret ettir, söz veriyorum bende tembellik etmeyeceğim,
zorlamam gereken tüm kapasite ve potansiyelimi seferber edeceğim,
ki buna dahi senden izin ve inayet ile vasıl olacağım inşaallah.

tedbir,takdir,uzun zamanlara uzanan düşünceler, ne varsa elimi çekeceğim,
gayret de edeceğim sonuna kadar.

Bir bildiğim doğru olanı yapmak ve yaşamak idi hayatımda,
şimdi onun hakkındaki tedbir ve zannlarımıda çıkarıp atmalıyım,
sen dilersen ve bunu bana kolaylaştırırsan öyle de olur eminim.

Çünkü ben kesinlikle müşriklerden değilim.
öyle olmayı asla kabul edemem.

cahilim, eksiğim çok, aptalım, hemde nankörüm evet ama, birde pişmanım.
en son söylediğimi kabul edip, öncekileri silivermek senin şanındandır diye bilmekteyim üstelik.

Şimdi bu niyetime azm edip, sana yalvarmaktan bir an geri durmamak üzere,
bu Ayet-i Kerimeye, dolayısıyla Sen'in sözüne,müracaat ettim.

Eğer bana imkan vermeyecek olsaydın , o zaman bu manayı gözüme değdirmezdin bile.

Ya Rabbim her tevbe-i istiğfarım bir öncekinden daha büyük pişmanlık içermekte,
ve yakında pişmanlıktan ölebilirim.

Ölmeden evvel, "ben müşriklerden değilim" dedirt bana ne olur.
Lütfen ve Kerem'en Ya Rabbelalemin. Ya mucibe-d sailin, Ya Erhamerrahimin ve Ya Gafuru-r Rahim!
Ya Rabbim
Ya Rabbim
Ya Rabbim.
İnşaallah ve amin ecmain ümmet-i Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem).
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

düşünce hızına yetişmek imkansız,

[ışık hızı, ses hızı, düşünce hızı derken,
yeni bir de "NUR HIZI" öğrendim.
Bunu da yazarız da, yazmadan evvel ektiğimiz yerde sulayıp serpilsin diye beklemeli sanırım.]

başım ağrıyor.
yazalım da uçup gitmesin.

"ve'l- ba'sü bade'l- mevt"
öldükten sonra dirilmek, demek.

Buna iman etmezsek eğer imanımız asla Kâmil iman olamaz bir de.
Hatta Kamil iman olması bir tarafa,
"bir eksikle de olsa olur" diyemeyeceğimiz tek saha İMAN sahası olduğu için,
imanımız olmamış olur.

Buna bağlı olarak düşündüğümüzde,
demek ki, öldükten sonra dirilmek Hakk.
Amennâ ve Saddeknâ.

Ancak her ifadenin muhakkak bir batınî yansıması olduğundan yola çıkarsak eğer,
ve AYN'a ya bakmak âdetimiz üzere Aklımızı devreye sokarsak,

körü körüne, lafzen tabii olmaktan öte,
en azından bir adım dahi olsa mânânın içerisine nüfuz edebilmek olasılığı belirir kalbimizde.

Bu durumda da,
"ve'l- ba'sü bade'l- mevt" öldükten sonra dirilmek
/yansımasında şu var diyebiliriz belkide/
"mute kable en temute" ölmeden evvel ölünüz.

Yani ölüp ölü kalmak istemiyorsak,
ceseden öldükten sonra dahi, kalben baas (diri) olmak istiyorsak.

istemekten de geçelim, bunun tek yolu bu ise eğer;
o hal ve durumda, başka da çâre yok demektir.

Ceseden ölmeden evvel,
nefsen, hevaen, hevesen ölmek gerekmekte,
ve bu katiyen gerekmekte.

Ölmeden evvel ölememiş isek/ Öldükten sonra da dirilemeyeceğiz.
hep ölü kalacağız yani.

Ölümden bunca korkmak ve kaçmak istemenin olduğu bir dünyada,
ne acı bir duygudur bu.

Dünyada olacak o halde ebedî dirilmemiz.
Yani Kalben, Ruhen ,Mânen.

Yoksa zâhiri beden elbiseleri elbetteki miladını dolduracak, onun ölümüne şaşmak hata.
ölmemesine, diri kalmasına uğraşmak şaşkınlık.

/
Birşey yapamayanlar, ancak laf üretir,
bu geldi şimdi fikrime.
Ya Hakk, sen mesuliyetini taşıyamayacağımız lafları telaffuz etmekten,
ve bu mesuliyetin Hakk'ını veremeyerek zâlimen cehula olmaktan hıfz ve muhafaza eyle inşaallah Biz'i.
Âmin!.
/
Resim
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen der-ya »

[BBvideo 425,350][/BBvideo]
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

/
Zamanın dansını pervaneler mi yapar?
Sonra Ateş’te küll olmak ritüeli, AN’ın resmi midir?
Kim kendisini kayıtdışı bir mekansızlığa devşirebilir peki?
Sadece pervâneler mi?
/
Hep aynı şarkıyı dinliyorum sanıyordum.
Bir önceki bile, şimdiki değilmiş?
Ne acı!
Hafıza neye yarayacak şimdi?
Akıl;
sebze meyve ekmek almak,
Üşüyünce giyinmek,
Susayınca su içmek içinmiş sadece.
Kalbim!
Bir seninle yazıp yaşıyoruz sanki.
Gerisi hikaye bile değil.
/
Seçtiklerim seçim değil,
Yürüdüklerim yol değil,
Yaptıklarım iş değil,
Düşündüklerim ise boş’tan ibâret.
/
İşte şimdi geldik içinden çıkılamaz dipsiz kuyuya.
Meğer masal içinde masal bile değilmiş hayat.
Off bu seyir edilenler ne? Seyreden kim?
Göz benim değil, görülen o değil?
/
Otobüsün penceresinden bakıyorum dışarıya.
Hava kararmak üzere,
Ama aydınlıkta hükmünde hâlâ..

Tarlalar, sarı otlar, kahverengi-yeşil dere, yol, hava, bulut,
Bu resim dondu sonra.
“Sabitlenen hareket” dersi miydi bu?
Hareketsizliğin, nasıl kendini seri bir devinimde sakladığının hakikati mi?
/
Aklım erecek olsa, sırrım yok ki ersin..
Kendimdeyim.
İçeriye dönüp bakıyorum her şey eskisinin aynısı,
Dışarıya bakınca şeyler şey değil, görülenler o değil.
/
Kapattık sonra gözkapaklarımızı.
Buna bâri yetişecek miktar güc var idi,
Adına ne deniyorsa bilmek imkânsız.
Onunla koptuk dersten.
/
bu kadarı kâfi.
Daha fazlasını anlamaya çalışacak hâl-dermân yok.
Zaman iplik makarası gibi bir şey sanırdım eskiden,
Şimdi yıldızın prizmatik hâli gibi sanıyorum.
Hâlâ şekiller, zanlarımda baş rolde,
Ben ise, elimden kaçan iplerin uçlarını,
kapalı gözlerimle aramakla meşgulüm.

Bu film ancak böyle seyredilebilecek galiba.
Gözler kapalı,
Akıl ceplerden birisinde, lâzım olunca aranıp bulunacak,
Kalbe ise toz kondurulmayacak!..
/
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »


/
Biraz daha dinle,
Hep dinlediklerini yeniden dinle.
Dinlemek olsun işin gücün, bıkmadan yorulmadan dinle..
Şayet “hiç duymadığım bir şey kalmadı” diyebiliyorsan,
O vakit, dön bir daha dinle,
Evvelce dinlediğin her şeyi.
/
Dinlemek hayatın mayası olduğu için dinle,
Kalbinin islahı ancak bu olduğu için dinle.
Duydukların, yetmeyecek ama sen hep dinle.
Dinlemeyi, her hücrene farz edilmiş emir gibi kabul edip
Öyle dinle.
/
Dinlemesi hiç bitmesin ömrünün,
Sessizlikte daha çok dinle,
Saatler bağırarak yürürken zamanın gözlerinde
Sana akan akmayan her şeyi dinle.
/
Yağmur yağar mesela, kulaklarına ilişmez sesi,
Bulutlar süpürür tüm canlanmamış hayalleri kalbinin semasından,
Ağır çığlıklar ile kopar cansız silüetler sindiği her zerreden.
İçinde, kopmakta olan bir kıyamettir belki her şeyin müsebbibi,
Yada henüz vakti gelmemiş gözden düşüşler uçurumundadır adımların.
Bastırırsa tüm sesleri, nefesleri, eski ve yeni tüm korkuların.
Onları da dinle.
/
“Korkmak çare değil”
diyerek korkuların senden kaçana kadar onları da dinle.
Dinle.
Dinle işte.
Başka bir şey gerekmeyecek çünkü
hiçlik yürüyüşünün azığı bu olsun heybende.
Dinlenilme’ye ihtiyacın kalmasın diye dinle,
Kimse seni işitsin istemeyinceye dek dinlemeye devam et.
/
Kendi sesin sana, yankılanıp geldiğindeyse sakın korkma.
Sen yine dinlemeye devam et.
Bir An gelecek,
hiç ses kalmayacak bu cehennemde nasıl olsa.
/
En güzel besteleri dışarıdaki tüm seslere kulağı sağır olanlar işitebilmiş.
Gözleri zahirde görmeyenler, batındaki sınırsız görüşle bakabilmiş.
/
Yine “mış”
Bu soyut alanda başka zaman kipi yok zaten.
Dinle bak!
vakitsiz ezanlar, vaktin aslını nasıl da ilan ediyor.
Günün her saniyesinde var o ezan.
Bunu işittiysen eğer,
Başladı demektir Akıl’İpinin üzerindeki cambazlığın.
/
Şimdi iki yol var yine.
Ya düşeceksin.
Ya da düş!leyeceksin.
Siyah noktaların arasında “beyaz nokta” yı seyretme hayaline sıkı tutun.
Dinlemeden düş/leyemeyeceksin.
Hayalleri ölenler anlar ancak!
Bütün ağaçların arkasına baktığı halde
bulamadığı şey’in ne olduğunu.
/
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Resim

İnsanın tüm aradıkları içinde.
İnsana “aramak” duygusunun verilmesi,
Onu dışarıya sevketmek için değil.
/
Göz’e kapak konulmasından belli,
içeriye ait seyretmelerin de olduğu.
/
Yoksa, gözkapaksız daimi dış seyirlerde olurdu bütün bakışlarımız.
/
Hedef belli,
Dışarıyada açıksın,
amma hele sen şunun aslına bir vakıf olmaya gayret et.
Sonlu ve sınırlı dış alem/ sonsuz ve sınırsız iç alem.
Seçim senin.
Hangisi daha çok elegeçirecek ruhunu bakalım.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »



/
Gel Gönül Gidelim Aşk Ellerine
Muradın Var İse Bir Tane Yeter
Fikreyle Kıldığın Amellerine
Havayı Cehline Efsane Yeter

Havayı Cehline Efsane Yeter
Efendim Gül Yüzlüm Tabibim

Meyl-İ Dünya Kılıp Olma Bednam
Kim Aldı Felekten Muradına Kam
Ölüm Var Mı Yok Mu Ahiri Encam
Vakit Geçirmeye Virane Yeter

Vakit Geçirmeye Virane Yeter
Efendim Gül Yüzlüm Tabibim

Turabi Özün Payımal Eyle
Erenler Yolunda Kesbi Hal Eyle
Şu Fani Dünyayı Bir Hayal Eyle
Gelip Konan Göçtü Nişane Yeter

Gelip Konan Göçtü Nişane Yeter
Efendim Gül Yüzlüm Tabibim

(Sivas-Kangal Yöresi/ Turabi Baba)
/

Bir şarkı dinledim görünürde,
Ruhumun neler dinlediği, neler gördüğü ise bambaşka bir alem.

Sözler ne kadar arifane ise, o derece fazla içime işlemekte.
Bunu keşfedeli çok oldu aslında,

Kelimelersiz yaşayamam, nefes bile alamam duygusundayım
Tuhaf olan şu ki; bundan artık korkmuyorum,
Tam tersine buna müptelayım.

Bir söz, ruhumu hemen ele geçirebiliyor
kelimelerin sayısız mana görüntüsü tüm benliğimi teslim alabiliyor.

Ruhum görüntülerden besleniyor galiba.
O görüntüler ise, nedense zahiri değiller,
tamamıyla Batıni ve içsel özellikleri ön planda.

Bu didiklemeden sonra,
Sözün, batınında saklı olan manasal uçsuz bucaksızlığına dalalım.
Oradan inciler devşirmek, her kişinin harcı değilse de,
Biz kendimiz kadar oyalanalım, takliden de olsa gezinelim bu alemde.

Sayalım ki tecelli-i zuhurumuz olsun bu.
Bağa girdikte ancak seyreyleyecek gözümüz olmamasına rağmen
Öyle avare bakakaldık diyelim.
/
Bu irfan türküleri, ince eleklerden elenmiş,
Süzülmüşte artık ipek gibi olmuş gönüllerin meyveleri.
Hep dedikleri ise aynı şey.
“Bir”

Bir'den başkaya dönmemişler yüzlerini,
Arifane taşmaların izi buradan anlaşılıyor hep.

Dünya söz konusu olduğunda ise, onun neresinde bulacağız bu“bir”i?
Her şey fani, ama pek çok.
Çokdan da çok, sayısız ama sonlu.

Oysa “bir” sadece bir işte.
Ne var'ı var, ne yok'u yok.
Ne görünür, ne görünmez.
Ne hep, nede hiç.
O sadece “bir”
Yar desek de “bir”
Ah! Desek de “bir”.
Ölsek de bir, kalsak da yine bir.
/
Vakit her ne şekilde olursa olsun geçecek.
İstesek de geçecek,
"yok dursun geçmesin" desek de yine geçecek.

Bu fena’ya mahkum gelip geçiciliğin neresinden tutalım ki biz.
Kendisi zaten durucu değil,
Biz ona bağlansak neye yarayacak.

Ha süslemişiz de içinde köşkler kurmuşuz,
Ha bir dalda tüneyip de sonra kanatlanıp uçmuşuz.

Turabi Baba’nın dediği de bana böyle seslendi işte.
"Vakit geçirmeye virane yeter".

Viranelerin misafiri olmak,
Süslü bağların evsahibi olmaktan yeğ değil midir?

Birisinde, misafiriz olduğumuzu bilip,
gönlümüzü bağlamamamız gerektiğini işaret ediyor,

Diğeri, sahip çıksan bile sahip çıkılamayacaksın,
zaten kendisi daim ve kaim değil durumunda olmanın dile gelişi.

Bazen konmaya merakım var sandığım zamanlar oluyor.
Bir yere, bir fikire, bir menfeze, "ait" ve "dahil" olmak arzusu içindeyim sanıyorum.

Sonra, çok geçmeden bir türkü, söz, kelime, yada bazen sadece bir ses tonlaması,
“ahh! tarzı bir şey silkeleyip ,aklımı başıma getiriyor.

Ya Huu! Neyine meyledeceksin ki şu hayal aleminin,
Kendisi zahirliği içerisinde daimi bir yokolmak istilasında.
Yıkılıp yeniden yapılmaları seyredemeyecek kadar kör gözlerinle aldanıp duruyorsun.
Yok işte hiçbir şey.

Göçünceye dek seyreyle,
senden seyretmek murad edilmiş olan ne ise, işte o cihaz olarak emre uy.
Gerisini ise ne düşün, nede tasalan.

Ne’sin ki?
Ne kadarsın ki?
Diyerek elimi gözümü gönlümü geri çağırıyorum bu yüzden.
Başka imgeler de bu duygumu onaylayıp tasdik ettiğinde ise,
durduğum yerin ne olduğunun bilinmezliğinde öylece kımıltısız sakinleşiyorum.

Tepinsem, coşsam, neye yarayacak,
Ha varmışım, ha yok.
Alemden ben gibi milyarlarca beşer yığını geçmedi mi?
Postun derdinde değilsem,
O zaman geriye bir tek şey kalıyor.

İlla bir dert olacak ya!
Hiç değilse dert bakımından TEK!e inebilmek duası ve muradı ile
O zaman “DOST’un derdi yeter bana” diyorum kendime.
Yeni bir şarkıda, kelimelerin ruhuna iştiyak ile sabitleyip Kalbim'i,
Aynı derdin değişik bir dile gelişine yaslanıyorum tüm güçsüzlüğümle.
/
(kendime)
Sen ki, kaç kayıptan, kaç yıkımdan çıktın şu ahir ömründe,
Varsın artık kaybedecek bir şeyin de olmasın ne önemi var.
Nefes dediğinde misafir, iyi ağırla, eylensin sende bir süre,
Giderken kendini uğurlayacak olan yine kendisi değil mi?
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

İnsan bazen kendisine bile yakışmıyor!
Üzerimde nasıl duruyorum diye baksa aynaya,
Ayna saklanacak yer arıyor bazen!

Suyun üzerinde kalmaya çalışmak,
"ilerlemesem de, bâri batmayayım" diye çabalamak,
insanı kendisine düşman ediyor bir süre sonra.

ve bundan sonra, batmak istiyor insan.
En dibine kadar batmak,
hiç çıkmamacasına derinliklere karışmak!

Varsa eğer dibin bir sonu,
Tamda o noktayı görmek istiyor.
Ki; artık ne batmaktan korkusu kalsın,
ne de kaçacak bir delik bulunsun?

İnsan en çok da kendisi olamadığı için kaçmak istiyor kendisinden,
dönüp dolaşıp hiç karşılaşmayacak gibi sanki.
Adı bilinmedik, keşfedilmedik mağarada kalmamış ki.
Her yerde bir insan izi.

Yıldızlara kadar adresler belli.
Yerindibinde de boşluk yok.
Hiç bir yere sığmayanı bir gönül sığdırabiliyor kendisine de.
İnsan kendi gönlüne kendisi sığmıyor yerine göre.

Ne tuhaf bir çıkmaz bu?
Yollar bir yere varılsın diyeydi oysa.
Yola çıkmak cesaretin mi işi,
yoksa çıkamamak bir deli oyunu mu?

Çelik çomak çevirmenin sonu olsaydı eğer,
çocukların eline vermezlerdi oynasın diye.

Çünkü çocukların oyunları hiç bitmez.
oyunlar kendisini unutturur onlara, büyüdüklerinde.

Büyümek hayatın kâr'ı mıydı? Zararı mı?
Elim sende diyemeden büyüyenlerin suçu ne şimdi?

Bu gece oyunlara oyuncaklara küsmek istedi canım.
Bir saçlı bebek istemiştim annemden,
Nedense istemeden hatırladım şimdi bunu.
Aldı sağolsun.
Hiç sevinmediğimi de hatırlıyorum.
Çünkü babaannem onu dolabın üzerine kaldırmıştı hemen.
Elimi bile sürmeden.

"Büyüyünce kendi çocukları ile oynayacak, bu dursun burada, o derslerine çalışsın"
Ne büyüdüm.
Ne ders çalıştım.
Nede babannemi affettim.

Oyunların hepsi cehennem zâten.
Değil mi ki, hayatın kendisi de oyun.
Ne yaşamak istiyorum
Ne didinmek
Nede uyuduğumda artık uyanmak.

Bâzen dibini merak ediyorum bu dünyanın,
en dibe batasım var.
Hiç çıkasım yok ama.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Halaa dip peşindeyiz,
Sancılarımız büyük,
ölmeye ramak kalmış son nefes terlemelerinde ruhumuz!

Manayı zorlayabiliriz,
Kelimeleri de katledebiliriz.
Biz kendimizi feda etmeye söz vermiş, baş kesmişken
Ve en güzel kelime olduğumuz kesin ve net olduğu halde üstelik,
Cümle kelimelerin bu uğurda feda edilmesi hiç dert değil.

Kalbim kelime pazarında malzeme aramıyor hiç.
Kendi gönüllü geliyor onların hepsi.
Kendisi gelene “neden geldin?” denmez bizde.
Hoş gelen sefa ile gelmiş demektir. Sefa bulur hanemizde.

Kelimeler ve Mana!
Bunların kıymetini bilemeyecek olsaydık, bize yanaşmazlardı eminim.

Kıymetbilenlerden öğrendik kıymet bilmeyi hamdolsun.
Yere düşürmeyiz ne onları. Nede kendimizi.
Hamurumuzu yoğursunlar diye, Kelimelerin ellerine Teslimiz artık.
Artık bundan gayrisi, Mana’nın ve Bizim Sahibimiz’ olanın bileceği bir iştir.
inşaallah, hamdolsun ve Amin.
/

Dilsiziz! Söz’süzüz! Cümle Alem’e.
Kendimize Ayık’ız sadece.
Bu sebeple de; bütün yazdıklarımız kendimize!
Kendimizin peşindeyiz çünkü.

Bütün say-ü gayretimiz ise ancak ve ancak Muhammedi Melamet neşesi’nin
bu muhteşem İZ’ine toz olup karışmak Aşkı’ndandır elhamdülillah.

Her zaman doğruyu diyemeyiz, çünkü henüz emekliyoruz.
Bazı Kalbi ikramları kendimiz dahi anlamaya çalışmaktayız.
Her birinin ne kıvranmalar yaşattığını bilmeyen bilmez.

Ancak zehiri_zemzemi ayırt etmeden
Zevk’ini seviyelemeye gayret etmek çabasıda her türlü zahmete değer doğrusu.

Acımak, hırpalanmak hiç mühim değil.
En önemlisi, ACITMAMAK,İNCİTMEMEK,HOŞ GÖRMEK inşaallah.
“Üzme-Üzülme-Sev-Sevil!”
Kıyısından köşesinden yavaş yavaş alışarak başaracağımızdan emin olduğumuz budur işte.

Bu sebeple; Dilsiziz, SÖZ’süzüz hamdolsun.
Kabuğumuz kalın evet.
Baştan ayağa kabukuz belki henüz.

Soyulmak çağrısı yapmadık ki kimseye, buna ihtiyacımız yok çünkü.
Beğenmeyenin boğazına da zorla tıkılacak değiliz elbette.

Kendi Kendimiz'eyiz,
Kendimiz'den Kendimiz'eyiz.
Ama TEK. Ama BİR. Ama ŞAŞMAZ VE SARSILMAZ.
Bir yoldayız hamdolsun.

Durarak, koşarak, her ne ise artık, imkan ve şartlar aleminde nasibimizce yürüyeceğiz.
Öleceğiz belki, ama dönmeyeceğiz işte.
Burası da böyle. Ve bu kadar.
Kertenkele kadar olamayacak mıyız yani?
“Saf’ımız belli olsun” diyemeyecek miyiz.
Diyeceğiz!

/

Dışarıdan bin bıçak darb etse de gövdemizi,
safımız değişmeyecek inşaallah ve hamdolsun.
Nasıl ki; Kıble'miz değişmez ise,
Bu da, işte böyle bir şey.
/

İnsanların ne düşündüğünü,
Neyi nasıl anladığını merak etmeye hiç vaktim olmadı benim.

Bugün olan bir şey değil bu, ömrümce olmadı ama.
Daha ortaokul yıllarımda başlamıştım postaneden kendime mektuplar göndermeye.
Kendimle konuşmaya çalışıyordum.
Bunu ise biraz daha ritüel bir hale getirip,
Kendime hergün düzenli mektuplar gönderiyordum.

Kendimden başka hiç kimseyle anlaşamadığımı fark etmiştim çünkü.
Öyle uzun yıllar sürdü ki bu,
Babam birgün, zarfın üzerinde yazan o isim kim diye açıp bakmış mektubumu.
(Takma bir kız ismiydi o çünkü.
Kendi adımı görünce postaneci, "yanlış yazmışsın" diyerek
bana gönderenle /alıcının aynı isim olamayacağı dersini vermişti birşey bilmeden)

El yazısının bana ait olduğunu görünce hem şaşırmış, hemde bana karşı susmuştu artık.
Ben çok sonra öğrendim mektuplarımı babamın okuduğunu.
Bana hediyeler almaya başlamıştı çünkü.
Ki; bu onun adeti de değildi.
Ne istenirse alırdı Rahmetlim hep. Hiç hayır dediği olmamıştır.

Ama kendiliğinden bir şey alıp getirmesi çok az kimseye nasib olmuştur.
Vakti yoktu böyle şeylere çünkü.
İşi gereği İstanbul’a sık giderdi.
Yeşil çok güzel bir pijama takımı getirmişti bir seferinde, giymeye kıyamamıştım.
O da üzerimde hiç göremeyince “beğenmedin mi yoksa” demişti.
Sonra hep onları giydim, titizlenerek.
İpek gömlek almış başka bir sefer, en sevdiğim renkler var içinde,
Maviler pembeler çiçek çiçek bahar gibi.
Kıyamadım dokunmaya bile, ama babacığım bana sarılıyor gibi hissettim her giydiğimde.
Sarılmaz, öpmezdi biriciğim.
Uyurken saçımı sevdiğine şahit oldum ama çok kere.
Eflatun renk şeritleri olan beyaz bir spor ayakkabısı getirdi başka bir zamanda.
Onları okulda çaldılar diye çok ağlamıştım.
“üzülme, bir dahaki sefere mavi çizgilisini alırım “ dedi.

Ben bu halimle o zamanlarda onların başına dert mi olmuştum acaba diye sordum hep kendime yıllar boyu.
Aynı frekansta buluşamayan apayrı bir sestim çünkü ortada.
Yanaşılamıyordu.
Bende kimseye uyumlanamıyordum.
Ağrısı acısı hiç dinmedi hayatımın bu yüzden.

Sırf babama dokunabilmek için bahaneler icat etmeye cesaret edebilmeye başladığımda
geriye çok az zamanımız kaldığını hiç bilmiyordum.
Banyoda traş olurken yanına gidip,
“babacığım saçını da yıkayalım mı? Daha temiz olsun, sen çok yakışıklısın” dediğimde.
"Olur yıka bakalım" diyerek başını önüme uzatırdı.
Özenle şefkatle burnum sızlayarak,kalbimden ağlayarak hem sever hem yıkardım saçlarını
Bunları çok özlüyorum ben. Çoook.
Babamı çok özledim.
Ölmeyi sevdim ben onunla.
O öldüyse benimde korkacağım bir şey kalmadı artık dedim.

İnsanların sözlerini önemsemek başedilemeyecek kadar arapsaçı bir şey.
Herkes benden beter yaralıdır da farkında değildir.
kendi kanayan yerlerine bakabilse kimse başkasına vakit bile bulamayacak aslında.

İnsanlara kendimi anlatma derdini dert edinemem.
Çünkü daha kutsal dertlerim var.
Kendimi bu dertlerin içinde bulduğumda yüzleştim kendimle.
İnsanların ne dedikleri o kadar işlemiyor ki kulaklarıma,
Sağırım dense yeridir.
Anlamasın kimse lütfen. Ne yazdıklarımı. Ne kelimelerimi.
Kendimden kendime mektuplarım bunlar.
Bugün hala postaneyi de meşgul ediyorum bazen,
Kendime yazıp gönderip saklıyorum birçok şeyi.

Buraya ait olanlar ise, buraya gelmek istiyor ne yapayım,
O zaman onların önünü açmaktan başka bir şey değil yaptığım.
Buna ise maalesef devam edeceğim.
Kimse üzerine alınmasın lütfen.
Resim
Kullanıcı avatarı
yaazık
Üye
Üye
Mesajlar: 27
Kayıt: 26 Mar 2012, 06:37

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen yaazık »

Yaralı kuş gibi çırpınan yaralarını sarmaya çalışan kardeşim;
Bazı yaralarımızın ne kadar zor iyileşiyor değilmi
Gün yüzüne çıkarmak gerekmekte onları....
Yaralarımızın kabuk tutması lazımki yenilensin ve iyileşsin kabda lazım, kabukta lazım.
Önemli olan tedaviye cevap vermek..

buraya geldiğimden beri sizlerin sayesinde pek çok şeyle yüzleştim..
Aşure tadında geliyorsunuz bana. Aynı yemekten ayrı,ayrı bir tat! ayrı,ayrı bir lezzet

ebedi güneşle ferahlayın inşaallah...
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Bütün düşüncelerim tepetaklak oluyor bazen,
en inanmış halimle peşine düştüğüm şeylerden
aynı inanmışlıkla tam aksi istikamete kaçar buluyorum kendimi.

Nasıl bir elimde gibi görünüp, elimde olmayıştır hala anlayamadım.
Bunca zamandır anlayamadığımı ise,
bundan sonra nasıl olurda anlarım bilmiyorum.

Ayakkabıları yanlış ayağına giyip eziyetten kıvrananda benim.
onların yanlışlığını görüp düz giymeye gücü yetemeyende.

"Saçma sapan bir hayat oldu bu,
hiç beğenilir bir tarafı da yok Rabbim,
Sen bana yenisini ver ne olur?" desem.

Demesen daha iyi de,
İnsanın fikrine düşmeyegörsün bir şey,
o, daha denilmeden denilmiş hükmüne geçiveriyor ne hikmetse.

Nereye gitsem eğretiyim.
hiç bir boşluğa uymayan pazıl parçasıyım.

Bir yere geldim ki, ahhhh!
Burada "kendimi hiç tanıyamamışım" olduğumu gördüm.

Hep aynı aynalardan baka baka,
artık gerçekliğine inandığım görüntüme yabancıyım şimdi.
Çeşit çeşit aynalar var etrafta,
Gözler dolaştıkça üzerimde,
İçim daha derine saklanmak istiyor.
Eriyeceğim derken, beter dondum Ya Rabbi!

Her bakan göz bir görüntümü çalıyor.
Tükenmiyorum ama örselendikçe kendime küsüyorum.
Hiç tanımadıkları,ilk defa gördükleri bir şeye bakar gibi bakıyor gözler,
Üzerimde dolaşmaları, böylesi şaşkınlıkla dikkat kesilmeleri elimi ayağımı dolaştırıyor.
Büyüteç altına konulmuş da, inceleniyor gibi hissediyorum kendimi.
Bu çok ürkütücü.

Başını topraktan dışarıya ilk çıkardığında,
filizler!
Onlarda böyle mi hissederler acaba?

Bu şimdiki denediğim hangi amacın hizmetkarı belli değil.
Tuhaflık üzerine tuhaflık.
Yine yakışmadım durduğum bu yere de.
Ait olamadıkça huysuzlaşıyorum.
Durulmaya çalıştıkça fırtınaya tutuluyorum.
Geçmiş olsun, dense geçer mi bu saçmalıklar bilmiyorum.

Ağır hasta bu halimden yorgun düşmeye başladım artık.
Sorulara verebilecek hiç cevabım kalmamış meğer elimde.
İzaha ne kadar muhtaç ise duruşum,
Bir o kadar da açıklanacak şeylerden yoksunum.

İnsan ne olduğunu ancak bu kadar karıştırabilir,
Ancak bu kadar eğretileşebilir kendi hayatında.
yoksa kendi hayatında olmadığı için mi böyledir?

Bu ne kadar süreceği bilinmeyen bir yola çıkılmışlık şimdi.
Yönüm yörüngem hiç bu kadar şaşmamıştı uzun zamandır.
Alışamamak anlaşılabilir bir şey
Ama alışamayacağının kesin olması alt üst ediyor insanı.

Her karesinde bambaşka bir hamlesini seyretmekteyim bu filmin.
En sevdiğim şey olan kalbimi dinlemek ve onunla didişmek
Şimdilerde imkansızlığa teslim oldu.
Meğer insanın kendisine zaman bulamaması diye bir şey de varmış.
Meğer ben hiç vakitsiz ve kendimsiz kalmamışım evvelce.
Asıl korkunç yalnızlık buymuş meğer,
İnsanın kalbini dinlemeye fırsatının olamamasıymış.

Hayata en baştan başlamış olmayı istedim bugün.
evvelce kayda düşülmüş hiçbirşey olmasaymış hayatımda dedim.

silinmek istedim varlık hanesinden.
etkili-etkisiz hiçbir varlık emarem de kalmasın üstelik.

Zor'dan bıktım, usandım.
Kolay olan şeyler seçsin artık beni Rabbim.
Ne olur! Lütfen! Keremen! İhsanen! ve Meccanen! inşaallah.
Amin.


/ hayatın şimdiki zaman kesiti, kendimden kendime sallanmalarım, dışarı çıkarsa hafifler umudu ile konuşmalarım/
Resim
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen der-ya »

Resim

MÜHRÜ ŞERİF'İN FAZİLETİ

Tirmizi'nin Rivayetine Göre : Herkim bu mührü şerife abdestli olarak sabahleyin baksa akşama kadar , Ayın başında baksa sonuna kadar , yılın başında baksa sonuna kadar , yola çıkarken baksa dönünceye kadar geçen zaman hayırlı ve bereketli olur.

NAL-İ ŞERİF'İN FAZİLETİ

Bu Nal-i şerifi yanında taşıyan kötülüklerden beri olur . Doğum yapacak kadın üzerinde bulundursa doğumu Allah'ın izniyle kolay olur .Evinde ise yanmaktan ve hırsızlıktan korunur. İnsanlar arasında hatrı sayılır . Suda boğulmaktan emin olur . Hasta ise iyileşir . Geçim darlığı çekiyorsa Allah ona rızık kapısı açar.

35 BESMELE'NİN FAZİLETİ

Kim bu besmele-i şerif'i yanınada taşısa hertürlü kötülükten emin olur .

AYET-EL KÜRSİ'NİN FAZİLETİ

Ayet-el kürsi cinlere karşı kendisinden yardım alınacak duaların en büyüğüdür. Ayet-el kürsi'nin insanlardan şeytanları kovmaktan çok tesirli olduğunu söylemişler. Ayrıca saralı kişiye , şeytanın kendisine sahir ( Büyücü ) , Kahin , Falcı , nefis ve şehvet ehli .Zülum ve gazab erbabı üzerine sadakatle okunduğunda onların şeytanlarını etkisiz hale getirmekte e büyük gücü olduğunu denemişlerdir. Ancak sadakatle okunması şart koluşmuştur.

ASHAB-I KEHF'İN İSİMLERİNİN FAZİLETİ

Ashab-ı Kehf 'in isimleri yazılıp üzerinde taşındığında biiznillah baş ağrısı iyileşmesine , çok ağlayan çocuğun ağlamasının kesilmesine , doğum yapacak olan kadının kolay doğum yapmasına , yangın ve hertürlü tehlikeden selamette olunmasına faydası olduğu rivayet edilmiştir.

Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön