KIZIMLA SOHBETLER
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
KIZIMLA SOHBETLER
KIZIMLA SOHBETLER
Bazen çocuklar bize ve bazende biz onlara öğretiyoruz. RABBİMİZ ve ALLAH RESULÜ ise hepimize öğretmekte. Bazı anlar oluyor ki onları hem sizlerle paylaşmak hem de büyüyen miniklerimizin gelecekte okuyup faydalanacakları bir hatıra ve hediye bırakmak maksadıyla kaleme alayım istiyorum. İşte buda böyle anlardan birisinden çıkı verdi. Sohbetlerde bazen konuşuyorum bunları ama yazıyada dökeyim istedim.
ZULMETTEKİ ÇİÇEKLER
Bedelya henüz 4 yaşına gireli bir kaç ay olmuştu. Birlikte arka bahçede oynuyoruz.
Gariban: Bedelya kızım gel buraya canım.
Bedelya: Efendim dada geliyorum. (Da Da: İngilizcede Babanın çocuk dilinde söylenişi, ilginç olan Özbekçede Baba demekmiş)
Gariban: Bak kızım şu pembe çiçekleri görüyormusun?
Bedelya: Evet dada.
Gariban: Kızım bu çiçekler iki gurup , bak bir gurup bahçenin bir köşesinde, bir gurupta diğer köşesinde gördünmü?
Bedelya: Evet gördüm dada.
Gariban: Peki bak bakalım aralarındaki fark nedir?
Bir müddet şaşırıyor çiçek gibi gülen gözleri iki çiçek gurubunu analiz edercesine birine sonra diğerine bakarak onları iyice bir süzüyor. Cevabini bulamamış ve kafası karışmış bir şekilde sükunete gömülüyor.
Gariban: Bak kızım, bu soldaki çiçeklerin ağzı kapalı ve sağdaki çiçeklerin ise ağzı açık neden acaba?
Tekrar kafası karışıyor acaba niye diye geçiriyor içinden. Minik zekası daha 4 yasinin verdiği bir sebepleme zinciri ile, annesini çiçekleri sularken gördüğü ve ALLAHin suyu hayat vermek için kullandığına bu yolla şahit olmuş bir şekilde hemen atılıyor:
Bedelya: Da da bunları sulamamışlar, toprağında suyu az bu yüzden ağızları kapanık.
Şaşırıyorum, onun yaşındayken bana sorsalar bu cevabi verebilirliydim ki diye düşünüyorum simdi. Herhalde veremezdim diyorum kendi kendime.
Gariban: Kızım bak bu soldaki gurup gölgede kalmış o yüzden ağızları kapalı, bu sağdaki gurup ise güneş üzerine vurduğu için ağızları açıklar.
Yeni bir şey öğrendi şimdi fakat bilgiyi nerede ve nasıl kullanacağını bilmemekte. Bir yandan içinde çiçeklere olan rahmet duygusu , bir yandanda aklında bu bilginin onun algılarına yansıyan gölgede ise eziyettedir hissiyatı hakim içinde.
Sanki gönül kulağı [Rad 13/16] De ki:"Hiç kör ile gören bir olur mu, yahut karanlıklarla nur bir olur mu? ayetini işitmiş. Çiçek çiçeğin halini anlar ama akil daha yükselmemiş ki ne çare bulur çiçek çiçeğin haline. Bakıyor ki güneşi elle tutup çeviremeyecek üstüne , bir anda [Nisa 4/97] .Melekler dediler ki: "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi? Orada bir yerden bir yere göçseydiniz ya! ." ayetini gönül Kuran-ından okumuşçasına, o halde diyor çiçekleri güneşin altına koyayımda zulmette kalmasınlar.
Bir hamle ile gölgedeki çiçek gurubundan bir avuç koparıp getiriyor. Gönül gözü HAKK güneşine çevrilen aşığın, toprak , hava, su ve ateşten karılmış bedeni hiçe sayıp unuttuğu gibi, onun da minik akıl gözü bir çırpıda toprak ve suyunda yaşam için gerekli olduğunu unutu veriyor ve nura odaklanmış bir şekilde bir anda çiçekleri koparıp gün ışığındaki çiçeklerin arasına serpi veriyor onları.
Gariban: Yaa kızım güzel ettin. Ama çiçekleri kökünden kopardın öldürdün şimdi. Çiçeklerin gülmeleri için güneşe ihtiyacı olduğu gibi, köklerinin toprakta olmasına ve suyada ihtiyaçları vardır. Yoksa yasayamazlar. Onlar böyle buyur filizlenirler. Toprakta bir tohumdurlar, bin bir meşakkatle tohumlarını yarıp buyur filizlenirler ve bazılarında koku hasıl olur. Mesela güllerde. Derman Deden diyor ki ALLAH tarafından güllere bu çilelere katlanmalarından ötürü bir koku verilir. Geçenlerde birlikte kokladığımız o gülü hatirliyormusun hani doktorun evinin önündekini.
Bedelya: Evet dada mis gibi kokuyordu.
Gariban: Peygamberimizin kokusudur o kızım. İste böyle bir çiçek bizdede mevcuttur, ona kalp çiçeği derler gözle görünmez o. Zamanı gelince o çiçek açılır ve ALLAH böyle bir koku verir ona ve kokusunu hissedersin bir gün bir yerde. Onun üzerine başka bir nur vurur kızım, güneşin nuru yakıcıdır ama bu mesafeden şu çiçeği besler, kalp çiçeğinin nuru ise yakmaz can bağışlar. O kalp çiçeğinin tohumunu bu beden toprağına ekmiş ALLAH.
Güneşin nurunun bu çiçeğe yararını nasıl bildiysen, HAKKin nurununda o çiçeğe faydasını bil. Bu çiçeği nasıl zulmette bırakmak istemediysen, kendi kalp ciceginide zulmette bırakma. Bu tabiat çiçeğinin yerini her zaman değiştirmen mümkün değil, ve değiştirsen bile gece olunca onlar yine karanlıktadır, ama kendi davranışlarını değiştirerek anne, babana, kardeşlerine, ALLAHin bütün yarattıklarına iyi davranarak, iyi bir çocuk olarak çiçeğini zulmetten kurtarip HAKKin nurunda surekli tutabilirsin. Iste bunu unutma kızım, bu çiçeği büyütmek için ugraski ALLAH ona güzel koku versin.
Gözleri dalarak dinliyor söylenenleri, belki bir gün hatırlar diye umutla soyluyorum. Yasam bu. Bir zaman burdayiz, ne zaman göçeriz ahiret yurduna ALLAH bilir. Lokman A.S çocuğuna neler demiş, acaba biz ne bırakıyoruz çocuklarımıza düşünmemiz lazım. ALLAH RESULUnun miras olarak biraktigi KURAN ve SUNNETI, yeryüzünde bulabileceğiniz ve dağıtabileceğiniz en bedava şey olsa gerek.
Pek yakında DOMATESİN DAMARLARI.
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Sevgili Barbaros Kardeşim, bu yazını görünce çok sevindim.
Çünkü bu tür diyaloglardan herkesin öğrenebileceği çok şey var bence.
Bu gün başka bir yorumda da yazdım... Çocukken ilk önce ;"Ben nasıl dünyaya geldim?" sorusu ile başlıyor herşey... Gün geliyor çocuklarımız da bize aynı şeyi soruyor. Çocukların sorduğu soruların cevabını kendimize göre biliyor olmamız sorunu çözmüyor. Asıl mesele onların anlayacağı şekilde anlatabilmekte... Oysa ki biz bunu yaparken de ancak kendimizle kıyaslayarak bir sonuca varıyoruz. Biz o yaşlarda ne kadar anlıyorduk buna göre bir şeyler söyleyebiliyoruz çocuklara...
Toplumumuzda aslında genellikle çocuklar susturuluyor.
Susan çocuk akıllı çocuk oluyor... ya da bir şekilde baştan savmanın yolları aranıyor...
Oysa ki sorumluluğumuz ilk önce kendi ailemizden başlıyor... çocuklarımız, eşimiz... Ayet ve hadislerde belirtildiği üzere onların doğruları öğrenmelerinin sorumluluğu bizim üzerimizde...
Geçenler de benim küçük kızım İrem de oyundan geldi sokaktan bana dedi ki; Baba... nasıl Allah her yerde olabiliyor...?
Ben böyle bir soru beklemiyordum ne söyleyeceğimi de şaşırdım ama Allah bir şekilde yardım ediyor... aklıma geldi dedim ki;
-Kızım sen şimdi mesela buradan Karşıyaka'ya dayınlara gidiyorsun... Biliyorsun ki insan her an nefes alıp vermek zorunda... E sen şimdi giderken hiç düşünüyor musun aldığım HAVA'yı da oraya götüreyim...
- Hayır... dedi
- E işte HAVA bile her yerde olabiliyorsa O'nu yaratan Allah elbette olur... dedim...
Aldığı cevaptan tatmin olmuş bir şekilde ayrıldı çok şükür...
O anda o cevabın aklıma gelmiş olması bana ayrı bir şey düşündürttü.
İnsan aslında üzerine düşeni yapmaya azimli olursa... ki bu şeyi yapamayacağına, imkanlarının buna elvermeyeceğine inanmış olsa bile
Allah insanı o zaman açık bir şekilde destekliyor. Buna yürekten inandım.
Hani bunun örnekleri SAV Efendimiz dönemindeki müşriklerle yapılan savaşlarda örneklerle anlatılır Kitabımızda...
Tevbe Suresi - 40 Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkar edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke'den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, "Üzülme, çünkü Allah bizimle berâber" diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz bir takım ordularla onu desteklemiş, böylece inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yücedir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
İnsan Allah'a dayanır güvenirse hayatta asla doğru yoldan ayrılmaz, asla bu konuda taviz vermeye yanaşmaz diye inanıyorum.
Ben kendi adıma bu tür yazılarının devamını beklediğimi bilmeni isterim Sevgili Dostum...
Eline, emeğine, yüreğine sağlık
Çünkü bu tür diyaloglardan herkesin öğrenebileceği çok şey var bence.
Bu gün başka bir yorumda da yazdım... Çocukken ilk önce ;"Ben nasıl dünyaya geldim?" sorusu ile başlıyor herşey... Gün geliyor çocuklarımız da bize aynı şeyi soruyor. Çocukların sorduğu soruların cevabını kendimize göre biliyor olmamız sorunu çözmüyor. Asıl mesele onların anlayacağı şekilde anlatabilmekte... Oysa ki biz bunu yaparken de ancak kendimizle kıyaslayarak bir sonuca varıyoruz. Biz o yaşlarda ne kadar anlıyorduk buna göre bir şeyler söyleyebiliyoruz çocuklara...
Toplumumuzda aslında genellikle çocuklar susturuluyor.
Susan çocuk akıllı çocuk oluyor... ya da bir şekilde baştan savmanın yolları aranıyor...
Oysa ki sorumluluğumuz ilk önce kendi ailemizden başlıyor... çocuklarımız, eşimiz... Ayet ve hadislerde belirtildiği üzere onların doğruları öğrenmelerinin sorumluluğu bizim üzerimizde...
Geçenler de benim küçük kızım İrem de oyundan geldi sokaktan bana dedi ki; Baba... nasıl Allah her yerde olabiliyor...?
Ben böyle bir soru beklemiyordum ne söyleyeceğimi de şaşırdım ama Allah bir şekilde yardım ediyor... aklıma geldi dedim ki;
-Kızım sen şimdi mesela buradan Karşıyaka'ya dayınlara gidiyorsun... Biliyorsun ki insan her an nefes alıp vermek zorunda... E sen şimdi giderken hiç düşünüyor musun aldığım HAVA'yı da oraya götüreyim...
- Hayır... dedi
- E işte HAVA bile her yerde olabiliyorsa O'nu yaratan Allah elbette olur... dedim...
Aldığı cevaptan tatmin olmuş bir şekilde ayrıldı çok şükür...
O anda o cevabın aklıma gelmiş olması bana ayrı bir şey düşündürttü.
İnsan aslında üzerine düşeni yapmaya azimli olursa... ki bu şeyi yapamayacağına, imkanlarının buna elvermeyeceğine inanmış olsa bile
Allah insanı o zaman açık bir şekilde destekliyor. Buna yürekten inandım.
Hani bunun örnekleri SAV Efendimiz dönemindeki müşriklerle yapılan savaşlarda örneklerle anlatılır Kitabımızda...
Tevbe Suresi - 40 Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkar edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke'den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, "Üzülme, çünkü Allah bizimle berâber" diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz bir takım ordularla onu desteklemiş, böylece inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yücedir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
İnsan Allah'a dayanır güvenirse hayatta asla doğru yoldan ayrılmaz, asla bu konuda taviz vermeye yanaşmaz diye inanıyorum.
Ben kendi adıma bu tür yazılarının devamını beklediğimi bilmeni isterim Sevgili Dostum...
Eline, emeğine, yüreğine sağlık
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- gullale
- Özel Üye
- Mesajlar: 1362
- Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00
Değerli kardeşim Gariban, sizi her daim ibretle ve zevkle izlemede, derin ve geniş bilginizden istifade etmeye çalışmadayız. Bahsettiğiniz konu içeriğinden ziyade (içerik ayrı bir anlam taşımakta ise de) sizin kızlarınıza olan nakış işleyişi gibi ince nazik ve kıymetli bilgileri derinlerine işleyişiniz acizi etkilemiştir. Bu kadar güzelliği bir bedende nasıl başedebiliyorsunuz aklım şaşmaktadır. İlim arayışınız, bilgi sunuşunuz ki yaygın bir mahalde söz konusu, aileniz ile ilgilenmeniz, çalışmanız bizlerle paylaşımınız, geceleri uyur musunuz, bu kadar hizmeti bir gün içine nasıl sığdırırsınız ibret ve gıpta ile izlemedeyim. RABBİM yolunuzu açık eyleye, kolaylaştıra, müjdelerle doldura, size sunulan bu ihsanın şükrünü ifa etmeyi nasip eyleye... Gençlerimize örnek teşkil etmedesiniz ve sizi sevdiklerime sitayişle anlatmadayım. Evlatlarınızı size bağışlaya, sizden feyzlenmelerini nasip eyleye... Eşiniz ve evlatlarınızla saadet huzur bereket ve ağız tadı ile uzun ömür ihsan eyleye inşallah...
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9095
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Bak Barbaros kardeşim madem ki istedin sana çocukluğumdan SAZAN-lık bir öykümü anlatayım.
Köyden ayrılıp ilçeye Elbistan'a taşınıncaya kadar köyümüzün dışında ancak civardaki en yakın köyü uzaktan tepelerden görme imkanım olmuştu. Söylemeye gerek yok tabi ki ama yine de söyleyeyim... Bırakın televizyon, telefon falan doğru dürüst radyo bile yoktu bir çok evde.
Sabah kahvaltısından sonra koşarak köyün içine doğru, çocukların bulunduğu kümeye dalardık, nasıl olsa herkes birbirini tanıyor...
İşte bu alışkanlığımızla biz daracık köy sınırlarının dışına çıkıp ta Elbistan'da İlkokula başladık benden iki yaş küçük kardeşimle...
Ben bir sene geç kardeşim de bir sene erken başlamış oldu ilk okula...
Zaten okulun ne olduğunu niye oraya geldiğimizi de biliyor değiliz ya neyse... Geldik girdik sınıfa... sıralarda oturan çocuklar bize bakıyor merakla... biz de onlara... daha fazla bir merakla...
Sonradan öğretmen olduğunu öğrendiğim ve o kadar çok sevdiğim öğretmenim bizi kardeşimle birlikte arkada boş olan bir sıraya oturttu...
Sonra geçti bir şeyler anlatıyor ama ben hiçbirini duymuyorum ki...
bir yandan merakla bize bakıp bakıp bir şey konuşmayan çocuklara sinir oluyorum...
Sonra birden bütün herkes hurra dışarı çıktı... Sınıfta kimse kalmadı... Kardeşimin elinden tuttum; Gel bakalım ne oldu böyle dışarı fırladılar gibisinden arkalarından gittik... Bahçeye çıktık... trafik o yöne doğru akıyor haliyle...
Anaaa!!! bir baktık herkes koşuyor birbirini kovalıyor, bahçenin arka tarafına doğru koşuyor...
Kardeşime dedim; Haydi gel biz de koşalım... Zaten özlemişim koşmayı...
Niye koşacağız ki dedi kardeşim... Eee dedim bak onlar koşuyor... yakalamaya çalışıyor... belki biz de yakalarız onları...
Sonra şuursuzca koşmaya başladık... kardeşim ardımda... ben daha hızlı koşuyorum tabi... arada bir dönüp ona bakmaktan bazen kimi yakalayacağımı bilmeden birini bırakıp öbürünün peşinden koşuyorum...
Sonra yine zil çaldı... Baktım herkes bu seferde aynı şekilde içeri giriyor.... Haydi dedim kardeşime... İçeri....
Yıllar sonra kardeşimle bunu konuşur konuşur gülerdik... Bana der ki kardeşim; "Onlardan birini yakalasaydın o zaman ne yapacaktın?" Ben de derim ki;
-"Bilmiyorum ki valla.... hiç düşünmedim..."
Allah'tan kimseyi yakalamak nasip olmadı... Acaba yakalasaydım ne olacaktı... Çocuk ne derdi bana kimbilir...
Şimdi böyle tasavvuf konularına daldığımda hep o günler gelir aklıma Barbaros Canım... İnsan kimdir, hangisidir... hayatımın hangi anında BEN BEN-im acaba...
Köyden ayrılıp ilçeye Elbistan'a taşınıncaya kadar köyümüzün dışında ancak civardaki en yakın köyü uzaktan tepelerden görme imkanım olmuştu. Söylemeye gerek yok tabi ki ama yine de söyleyeyim... Bırakın televizyon, telefon falan doğru dürüst radyo bile yoktu bir çok evde.
Sabah kahvaltısından sonra koşarak köyün içine doğru, çocukların bulunduğu kümeye dalardık, nasıl olsa herkes birbirini tanıyor...
İşte bu alışkanlığımızla biz daracık köy sınırlarının dışına çıkıp ta Elbistan'da İlkokula başladık benden iki yaş küçük kardeşimle...
Ben bir sene geç kardeşim de bir sene erken başlamış oldu ilk okula...
Zaten okulun ne olduğunu niye oraya geldiğimizi de biliyor değiliz ya neyse... Geldik girdik sınıfa... sıralarda oturan çocuklar bize bakıyor merakla... biz de onlara... daha fazla bir merakla...
Sonradan öğretmen olduğunu öğrendiğim ve o kadar çok sevdiğim öğretmenim bizi kardeşimle birlikte arkada boş olan bir sıraya oturttu...
Sonra geçti bir şeyler anlatıyor ama ben hiçbirini duymuyorum ki...
bir yandan merakla bize bakıp bakıp bir şey konuşmayan çocuklara sinir oluyorum...
Sonra birden bütün herkes hurra dışarı çıktı... Sınıfta kimse kalmadı... Kardeşimin elinden tuttum; Gel bakalım ne oldu böyle dışarı fırladılar gibisinden arkalarından gittik... Bahçeye çıktık... trafik o yöne doğru akıyor haliyle...
Anaaa!!! bir baktık herkes koşuyor birbirini kovalıyor, bahçenin arka tarafına doğru koşuyor...
Kardeşime dedim; Haydi gel biz de koşalım... Zaten özlemişim koşmayı...
Niye koşacağız ki dedi kardeşim... Eee dedim bak onlar koşuyor... yakalamaya çalışıyor... belki biz de yakalarız onları...
Sonra şuursuzca koşmaya başladık... kardeşim ardımda... ben daha hızlı koşuyorum tabi... arada bir dönüp ona bakmaktan bazen kimi yakalayacağımı bilmeden birini bırakıp öbürünün peşinden koşuyorum...
Sonra yine zil çaldı... Baktım herkes bu seferde aynı şekilde içeri giriyor.... Haydi dedim kardeşime... İçeri....
Yıllar sonra kardeşimle bunu konuşur konuşur gülerdik... Bana der ki kardeşim; "Onlardan birini yakalasaydın o zaman ne yapacaktın?" Ben de derim ki;
-"Bilmiyorum ki valla.... hiç düşünmedim..."
Allah'tan kimseyi yakalamak nasip olmadı... Acaba yakalasaydım ne olacaktı... Çocuk ne derdi bana kimbilir...
Şimdi böyle tasavvuf konularına daldığımda hep o günler gelir aklıma Barbaros Canım... İnsan kimdir, hangisidir... hayatımın hangi anında BEN BEN-im acaba...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
Halim bu kovalama işini bütün çocuklar yaparız nedense. İlk okulda siyah önlüklerimizin arkasındaki kuşaklar az yırtılmamıştır birilerinin elinden kaçarken. Söylediğin şekilde çocukluk anlarımı çok hatırlarım, nedense hatırlamak isterim de, belki o saflığı arayış var kendimizde ve o anları hatırlayınca düşününce huzur buluyoruz.
Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban
Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban
- Zehra
- Kıdemli Üye
- Mesajlar: 427
- Kayıt: 10 Ağu 2007, 02:00
Çok değerli ve kıymetli BARBAROS abicim
Öncelikle gönderdiğin yazı çok güzeldi
Allah (cc) razı olsun diyorsun ya çocuklarınızla ilgili anıları paylaşın
Acizane bişey anlatayım:
Hamza yı biliyorsunuz 4,5 yaşında hergün onu kardeşiyle birlikte
anaokuluna sabah bırakıp aksam 4 te alıyoruz
Yine birgün sabah giderken yerdeki karınca yuvaları dikkatini çekmiş
bana sordu : Anne bunlar karıncaların evi mi diye
ben de evet oğlum dedim sonra kardeşi karınca yuvasının üzerine bastı
Hamza hemen kardesine döndü ve "Muhammet Latif ne yaptın seeeeeen?
dedi sonra bana döndü "Anne kardeşim karıncanın yuvasını bozdu "dedi
her zaman dikkat ederim yerdeki böceklere basmayım diye
bir gün Hamza ile birlikte gelirken yerdeki bir böceğe görmeden basmışım
bana döndü "Anneee ne yaptın sen niye bastın böcek öldü"dedi
o anda ne diyeceğimi şaşırdım bişey diyemedim
o günden itibaren Hamza yolda yürürken zik zak çizerek yürür
karınca yuvalarını bozmayım yerdeki böcekleri öldürmeyim diye
Acaba onlar mı bize öğretiyo biz mi onlara öğretiyoruz
Rabbim şu ahir zamanda bütün ümmeti Muhammed in çocuklarının
ayaklarını kaydırmasın, doğru yoldan ayırmasın, (SAV) in yolunda
gitmelerini nasip etsin inşaallah
Ve şu anda saat 12:30 Türkiye saatiyle 1:30
gecenin bu saatinde gülünür mü demeyin
HALIM abinin yazısını okuyunca sizde gülersiniz
RABBİM HEPİNİZİN YÜZÜNÜZÜ HER DAİM GÜLDÜRSÜN İNŞAALLAH
Öncelikle gönderdiğin yazı çok güzeldi
Allah (cc) razı olsun diyorsun ya çocuklarınızla ilgili anıları paylaşın
Acizane bişey anlatayım:
Hamza yı biliyorsunuz 4,5 yaşında hergün onu kardeşiyle birlikte
anaokuluna sabah bırakıp aksam 4 te alıyoruz
Yine birgün sabah giderken yerdeki karınca yuvaları dikkatini çekmiş
bana sordu : Anne bunlar karıncaların evi mi diye
ben de evet oğlum dedim sonra kardeşi karınca yuvasının üzerine bastı
Hamza hemen kardesine döndü ve "Muhammet Latif ne yaptın seeeeeen?
dedi sonra bana döndü "Anne kardeşim karıncanın yuvasını bozdu "dedi
her zaman dikkat ederim yerdeki böceklere basmayım diye
bir gün Hamza ile birlikte gelirken yerdeki bir böceğe görmeden basmışım
bana döndü "Anneee ne yaptın sen niye bastın böcek öldü"dedi
o anda ne diyeceğimi şaşırdım bişey diyemedim
o günden itibaren Hamza yolda yürürken zik zak çizerek yürür
karınca yuvalarını bozmayım yerdeki böcekleri öldürmeyim diye
Acaba onlar mı bize öğretiyo biz mi onlara öğretiyoruz
Rabbim şu ahir zamanda bütün ümmeti Muhammed in çocuklarının
ayaklarını kaydırmasın, doğru yoldan ayırmasın, (SAV) in yolunda
gitmelerini nasip etsin inşaallah
Ve şu anda saat 12:30 Türkiye saatiyle 1:30
gecenin bu saatinde gülünür mü demeyin
HALIM abinin yazısını okuyunca sizde gülersiniz
RABBİM HEPİNİZİN YÜZÜNÜZÜ HER DAİM GÜLDÜRSÜN İNŞAALLAH
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
Yazının icinde "Annen" sözü geçince, ben senin olduğunu anladım Zehra can. Kıymetli bir hadiseyi buraya taşıdığın için sağol kardeşim. Bugün iş yerinden geliyorum bisikletle, arka tekerim biraz inik gibi oldu. Patlak desem değil, durdum inceledim, tekeri döndürüp diken vesaire ararken lastik arasında bir karınca ölüsüne rastladım. Tekere yapışmış üzüldüm. Sen karınca deyince aklıma geldi şimdi. Halim'in dışı güldürür içi ağlatır Zehra. Böyle kardeşler kolay bulunmaz...
Bedelya'nın eline bugün bahçede kıymık batmış. Cımbızla çekeyim dedim, kıyametler koptu. Cımbızı gösterince bile veryansın ediyor. Baktım bu "getir kızım korkma acımıycak çok çabuk çekicem cımbızla " cümleleri işlemiyor. Dedim ki "kızım bak eğer şimdi o kıymığı çıkarmazsak içeri daha derine kaçar, o zaman daha zor olur, çıkarmak istesekde çıkaramayız". Öyle deyince verdi elini. Demekki çocuk bile zararın neresinden dönülse kardir anlayışına mantıklı bakmakta, daha beterini istememekte. Dünya dikeni ayağında dolaşmaktan hoşnut olanlarda var başka.
Bir anda çekip çıkarı verdim acı bile hissetmedi, ama hikayeden ağlamaya devam etti. Canı çok tatlı, annesi sonunda üst kata odasına gönderdi, sakinlesince gel dedik. Ağlaması bitip gelince bana küstü. Cımbızla dikeni çıkartmışız suçumuz buymuş. Ne yapalım bizde başımıza iyiliğimiz için gelen belalara sabretmeyip ver yansın edince ayni duruma düşüyoruz farkındamıyız?...
Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban
Bedelya'nın eline bugün bahçede kıymık batmış. Cımbızla çekeyim dedim, kıyametler koptu. Cımbızı gösterince bile veryansın ediyor. Baktım bu "getir kızım korkma acımıycak çok çabuk çekicem cımbızla " cümleleri işlemiyor. Dedim ki "kızım bak eğer şimdi o kıymığı çıkarmazsak içeri daha derine kaçar, o zaman daha zor olur, çıkarmak istesekde çıkaramayız". Öyle deyince verdi elini. Demekki çocuk bile zararın neresinden dönülse kardir anlayışına mantıklı bakmakta, daha beterini istememekte. Dünya dikeni ayağında dolaşmaktan hoşnut olanlarda var başka.
Bir anda çekip çıkarı verdim acı bile hissetmedi, ama hikayeden ağlamaya devam etti. Canı çok tatlı, annesi sonunda üst kata odasına gönderdi, sakinlesince gel dedik. Ağlaması bitip gelince bana küstü. Cımbızla dikeni çıkartmışız suçumuz buymuş. Ne yapalım bizde başımıza iyiliğimiz için gelen belalara sabretmeyip ver yansın edince ayni duruma düşüyoruz farkındamıyız?...
Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban
- senim
- Aktif Üye
- Mesajlar: 106
- Kayıt: 21 Şub 2008, 02:00
OKUdum ama OKUyan gözlerim olmadı...
Zira dökülen yaşlar da batına sığmayanın zahire çıkışı değil kaçışıydı!
Demek böyle oluyormuş...
Demek babalar...
ALLAH'ım o yüreğinizi tarifi imkansız ışıklar saçan bilincinizi babayım diyen ve olmaya hazırlanan her insana duymayı bulmayı olmayı nasip etsin inşaALLAH...
Şükür ki GERÇEKSİNİZ Gariban Hocam...
Umuda sebep...
En son senim tarafından 23 Tem 2008, 11:48 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/senim.jpg[/img]
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
- katre-iNur
- Saygın Üye
- Mesajlar: 272
- Kayıt: 13 Ağu 2007, 02:00
Gariban Kardeşim ;
Her baba ebediyete intikal ettiğinde evlatlarına birşeyler bırakmak ister. Sen her zamanki ince sezişlerinle bu güzel yazı dizilerini evletlarına bırakabileceksin. Bu sebeple seni tebrik ederim. Rabbim hepimize hayırlı bereketli ömür versin. Ancak birçok baba gibi nacizane senin gibi düşünüyorum. Ancak duygularını yazıya , şiire dökebilme melekesi zayıf biriyim. "Onlara ne bırakabilirim ki?" diye hep düşünürüm.
Yaklaşık 1 Ay önce Hacıbayram Veli Cami bahçesinde yaşlı bir tespih satıcısıyla sohbet ediyordum. Sıradan Çin malı saatler de satıyordu. Pilli köstekli saatleri görünce dayanamadım "Bunlar günümüzde sahte olan birçok şey gibi sahte gerçeği yokmu Amca?" diye sordum. Cevap: "Olmazmı yeğenim" oldu. Yeleğinin muhtelif ceplerinden üç tane eski köstek saat çıkardı. İçlerinden birini eliyle silip ben bunu tavsiye ederim, hem İsviçre malı hem 18 taş hem de doğru çalışıyor." dedi. Ben de öneriye uydum tabii ki. Devlet Demiryollarının köstekli saatlerinden bir tane satın aldım. Çok eski ama gerçekten hala çalışıyor. Evlatlarıma kalır belki beni anarlar düşüncesi o anda bunu yapmama vesile oldu. Aslında oraya saat falan alma niyetiyle gitmemiştim. Nasip böyleymiş...
Umarım hepimiz evlatlarımız tarafından dürüst , hayata dair değişmez bir duruşu olan ve onların yüreklerinde bahar esintisi hissi uyandıran büyükleri olarak hatırlanırız.
Yazı dizilerinin devamını merakla bekliyoruz.
Es Selam
Her baba ebediyete intikal ettiğinde evlatlarına birşeyler bırakmak ister. Sen her zamanki ince sezişlerinle bu güzel yazı dizilerini evletlarına bırakabileceksin. Bu sebeple seni tebrik ederim. Rabbim hepimize hayırlı bereketli ömür versin. Ancak birçok baba gibi nacizane senin gibi düşünüyorum. Ancak duygularını yazıya , şiire dökebilme melekesi zayıf biriyim. "Onlara ne bırakabilirim ki?" diye hep düşünürüm.
Yaklaşık 1 Ay önce Hacıbayram Veli Cami bahçesinde yaşlı bir tespih satıcısıyla sohbet ediyordum. Sıradan Çin malı saatler de satıyordu. Pilli köstekli saatleri görünce dayanamadım "Bunlar günümüzde sahte olan birçok şey gibi sahte gerçeği yokmu Amca?" diye sordum. Cevap: "Olmazmı yeğenim" oldu. Yeleğinin muhtelif ceplerinden üç tane eski köstek saat çıkardı. İçlerinden birini eliyle silip ben bunu tavsiye ederim, hem İsviçre malı hem 18 taş hem de doğru çalışıyor." dedi. Ben de öneriye uydum tabii ki. Devlet Demiryollarının köstekli saatlerinden bir tane satın aldım. Çok eski ama gerçekten hala çalışıyor. Evlatlarıma kalır belki beni anarlar düşüncesi o anda bunu yapmama vesile oldu. Aslında oraya saat falan alma niyetiyle gitmemiştim. Nasip böyleymiş...
Umarım hepimiz evlatlarımız tarafından dürüst , hayata dair değişmez bir duruşu olan ve onların yüreklerinde bahar esintisi hissi uyandıran büyükleri olarak hatırlanırız.
Yazı dizilerinin devamını merakla bekliyoruz.
Es Selam
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/katreimza.jpg[/img]
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
Sevgili Senim, Halim ve Kul kardeşim ve diğer kardeşlerim ne güzel ifadeler kullanıyorsunuz, siz kardeşlerimi dinleyince ben daha derin hislere gark oluyorum.
Senim, öyle babalar varki gariban garip kalır. ALLAH onlar gibi baba, anne, dede, anneanne ve babanne olmak nasip etsin bizlere. Karınca yazısında bunların bazılarına değinmiştim.
Halim can rahmetli babanızın sizde bıraktığı tesirleri yazılarınızda görüp sevinmekteyiz.
Kul kardeşimin söylediği :
"Devlet Demiryollarının köstekli saatlerinden bir tane satın aldım. Çok eski ama gerçekten hala çalışıyor. Evlatlarıma kalır belki beni anarlar düşüncesi o anda bunu yapmama vesile oldu. Aslında oraya saat falan alma niyetiyle gitmemiştim. Nasip böyleymiş...
Umarım hepimiz evlatlarımız tarafından dürüst , hayata dair değişmez bir duruşu olan ve onların yüreklerinde bahar esintisi hissi uyandıran büyükleri olarak hatırlanırız.
Niyet önemli can kardeşim, belki çocuğunuz için o saat çok kiymetli olacak ve her bakışında sizi anımsıyacaktır. Öyleki zaman sürekli baktığımız, durdurup geri döndüremediğimizdir.
Lise bitince Trabzon'a bir lise arkadaşimi ziyarete gitmiştim. Ruslar limanda pazar açıyorlardı. Orada eski tip bir saat buldum böyle ve şimdinin parasıyla 5 YTL gibi bir paraya almıştım, köstekli değil ama kurmalı cinsten. Kayışı üzerine boya yaparken bir iki damla yağlı boya damlamıştı. Gençlik zamanı swatch saatler moda iken ben bu saati takardım, çok moda kiyafetler giyinen gençlerin arasında herkes bu 5 YTL gibi basit ve boyalı saatin peşinde idi. Neler vermediler satın almak için onu benden, vermedim. Sonraları onu rahmetli dedeme verdim. Bir müddet gözleri kapanana kadar o saati kolundan çıkarmadı.
Selam ve sevgi ile
Gariban
Senim, öyle babalar varki gariban garip kalır. ALLAH onlar gibi baba, anne, dede, anneanne ve babanne olmak nasip etsin bizlere. Karınca yazısında bunların bazılarına değinmiştim.
Halim can rahmetli babanızın sizde bıraktığı tesirleri yazılarınızda görüp sevinmekteyiz.
Kul kardeşimin söylediği :
"Devlet Demiryollarının köstekli saatlerinden bir tane satın aldım. Çok eski ama gerçekten hala çalışıyor. Evlatlarıma kalır belki beni anarlar düşüncesi o anda bunu yapmama vesile oldu. Aslında oraya saat falan alma niyetiyle gitmemiştim. Nasip böyleymiş...
Umarım hepimiz evlatlarımız tarafından dürüst , hayata dair değişmez bir duruşu olan ve onların yüreklerinde bahar esintisi hissi uyandıran büyükleri olarak hatırlanırız.
Niyet önemli can kardeşim, belki çocuğunuz için o saat çok kiymetli olacak ve her bakışında sizi anımsıyacaktır. Öyleki zaman sürekli baktığımız, durdurup geri döndüremediğimizdir.
Lise bitince Trabzon'a bir lise arkadaşimi ziyarete gitmiştim. Ruslar limanda pazar açıyorlardı. Orada eski tip bir saat buldum böyle ve şimdinin parasıyla 5 YTL gibi bir paraya almıştım, köstekli değil ama kurmalı cinsten. Kayışı üzerine boya yaparken bir iki damla yağlı boya damlamıştı. Gençlik zamanı swatch saatler moda iken ben bu saati takardım, çok moda kiyafetler giyinen gençlerin arasında herkes bu 5 YTL gibi basit ve boyalı saatin peşinde idi. Neler vermediler satın almak için onu benden, vermedim. Sonraları onu rahmetli dedeme verdim. Bir müddet gözleri kapanana kadar o saati kolundan çıkarmadı.
Selam ve sevgi ile
Gariban
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Sevgili Barbaros Canım, çocuklar Allah cc. ile ilgili sorular sorduğunda içimde garip bir his uyanıyor. Onların o saf masum bakışlarının ardından bakarak BİZ'i sınava tabi tutanı düşününce bu hissi duyuyorum.
Biz çocuk diyoruz, yaşları küçük diyoruz ama biliyoruz ki RUH'un yaşı yoktur. O sadece girdiği KAB'ın rengini alıyor.
İşte biz o KAB'a bakarak onlara çocuk muamelesi yapıyoruz. Özellikle annelerin mâlum derdidir çocuklara yemek yedirmek.
Benim hanım da sağolsun bu hususta artık kendini hasta edecek kadar düşkündür illâ ki bir iki lokma alsınlar diye... hani ağzından girip burnundan çıkmak denir ya... öyle işte
İrem daha dört-beş yaşlarındaydı. O zamanlar TEMEL REİS çizgi filmini çok severdi, dört gözle izlerdi...
Eğer televizyonda Temel Reis varsa İrem gülüp eğlenirken annesi de çaktırmadan kaşığı uzatırdı ağzına... bak yoksa kapatırım televizyonu falan diye tehdit ederdi bazen.
Sonradan tabi ki İrem Hanımın zevkleri değişti...
Birgün annesi yine yemeği getirdi önüne... İrem dedi ki;
- Bu ne!!! ben bunu yemem...
Annesi;
-Kızım bu ıspanak... hani Temel Reis yiyor ya... Haydi sen de ye... O'nun gibi güçlü olursun....
İrem;
-Temel Reis güçlü değil ki... öbür sakallı (Kabasakal) O'nu hep dövüyor dedi...
yemedi ıspanağı...
Annesi de söylene söylene gitti...
Bazen işte böyle bize söyleyecek söz bırakmadıkları da oluyor... O zaman insan diyor ki; Gerçekten çocuk mu bunlar...
Selamlar, sevgiler
Biz çocuk diyoruz, yaşları küçük diyoruz ama biliyoruz ki RUH'un yaşı yoktur. O sadece girdiği KAB'ın rengini alıyor.
İşte biz o KAB'a bakarak onlara çocuk muamelesi yapıyoruz. Özellikle annelerin mâlum derdidir çocuklara yemek yedirmek.
Benim hanım da sağolsun bu hususta artık kendini hasta edecek kadar düşkündür illâ ki bir iki lokma alsınlar diye... hani ağzından girip burnundan çıkmak denir ya... öyle işte
İrem daha dört-beş yaşlarındaydı. O zamanlar TEMEL REİS çizgi filmini çok severdi, dört gözle izlerdi...
Eğer televizyonda Temel Reis varsa İrem gülüp eğlenirken annesi de çaktırmadan kaşığı uzatırdı ağzına... bak yoksa kapatırım televizyonu falan diye tehdit ederdi bazen.
Sonradan tabi ki İrem Hanımın zevkleri değişti...
Birgün annesi yine yemeği getirdi önüne... İrem dedi ki;
- Bu ne!!! ben bunu yemem...
Annesi;
-Kızım bu ıspanak... hani Temel Reis yiyor ya... Haydi sen de ye... O'nun gibi güçlü olursun....
İrem;
-Temel Reis güçlü değil ki... öbür sakallı (Kabasakal) O'nu hep dövüyor dedi...
yemedi ıspanağı...
Annesi de söylene söylene gitti...
Bazen işte böyle bize söyleyecek söz bırakmadıkları da oluyor... O zaman insan diyor ki; Gerçekten çocuk mu bunlar...
Selamlar, sevgiler
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
Bu çok doğru Halim kardeşim,
Bazen size onların ağızlarıyla mesajlarda verilmekte. Dün kiraz topluyoruz bir yandanda muhabbet ediyoruz. Elimizdeki kasenin yarısını doldurduk sonra içime bir kurt düştü, çokmu topluyoruz diye, acaba aç gözlülükmü yapıyoruz, sonra çürürse diye o anda Bedelya'dan cevap geliyor, "baba yeter artık gidelim!" .
Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Bugün büyük kızım Ceren'i dişçiye götürdük... dişlerinden birisi ağrı yapıyor... kanal tedavisi gerekiyormuş...
Bir yandan canı yanıyor kurtulmak istiyor... bir yandan da dişçiye gitmekten korkuyor...
Biz de ona dil döküyoruz ki; Korkacak bir şey yok kızım, acı çekmen daha mı iyi... vs.
Neyse ikna ettik... Tabi ki İrem boş durur mu... hemen takıldı peşimize...
Doktor'a dedim ki; Benim kız korkuyor biraz... söyler misiniz... korkulacak bir şey var mıdır...!
Doktor da ; Bana göre korkulacak bir şey yok... dedi...
İrem; E tabi size göre korkacak bir şey olmaz... koltuğa oturan siz değilsiniz ki... dedi...
Hocamın sözü var ya; Yaşanmayan yalandır....
O geldi aklıma...
Daha yazacağım şeyler vardı ama akşam namazı yaklaşmış...
Kısmet bu kadarmış...
Selamlar...
Bir yandan canı yanıyor kurtulmak istiyor... bir yandan da dişçiye gitmekten korkuyor...
Biz de ona dil döküyoruz ki; Korkacak bir şey yok kızım, acı çekmen daha mı iyi... vs.
Neyse ikna ettik... Tabi ki İrem boş durur mu... hemen takıldı peşimize...
Doktor'a dedim ki; Benim kız korkuyor biraz... söyler misiniz... korkulacak bir şey var mıdır...!
Doktor da ; Bana göre korkulacak bir şey yok... dedi...
İrem; E tabi size göre korkacak bir şey olmaz... koltuğa oturan siz değilsiniz ki... dedi...
Hocamın sözü var ya; Yaşanmayan yalandır....
O geldi aklıma...
Daha yazacağım şeyler vardı ama akşam namazı yaklaşmış...
Kısmet bu kadarmış...
Selamlar...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4974
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Allah razı olsun. Çok güzel paylaşımlardan zevk duydum.
1980-82 lerdi. Bizim evimiz şehrin dışında yeni oluşan mahalli içerisinde idi. Taşındığımızda 3-4 tane ev olan sessiz sedasız, suyu başka mahalleden teradik eden yeni kurulan bir mahalle idi. Çevremizin boş olması bize daha çok oynama alanı vermekte idi. Bir gün evimizin hemen arkasında evi bulunan Mehmet amcanın evinin yanındaki boşlukta oynuyor idim. Baktım ki Serçe kuşu acılı bir bağırışlarla yere yakın bir şekilde uçuyor ve hep aynı yer üzerinde dönüyordu. Bende niye böyle yapıyor diye o tarafa doğru gittim. Serçe yavrusuna uçmayı öğretiyor imiş. Yavrusu yerde ama kaçamıyor. Arad abir havalanmak istiyor ama onu da beceremiyordu. Bende içimden dedim ki şimdi bunu burda bıraksam kedi yer annesi de çooook üzülür diye düşündüm. Sonra yavru serçeyi elime aldım. Mehmet amcanın evi ağaç örtü idi. Bu ağaç örtünün ağaçlarının bir kısmı da tuvarın dışına çıkmıştı. Bende bu serçeyi Mehmet amcanın evinin çatısına atacaktım ki annesi ordan onu alır götürür diye düşündüm. Birinci defa attığımda serçe yavrusu ağaçın dışarı çıkan kısmına çarptı. yere hafif düştü. İkince kez dedim biraz daha geriden atayım da hayvana zarar vermesin dedim. İkinci kez attım yine serçe yavrusu aynı ağaç çıkıntısına çarptı ama bunda biraz daha halsiz düştü. Üçüncüsünda evin damına attım serçeyi. Ordan da evimizin önüne geldim. Ekmeklik vardı evin önünde. Üzerinde onyuyordum. Baktım ki bir serçe geliyor ki bağırıp çığlıklarla. Çok üzüldüm içim acıdı. Biraz önce Mehmet amcanın damına attığım serçe demek ki ölmüştü. Bu serçe de onun annesiydi bir bağırıyor ki bir göreceksiniz. Çığlıkları halen kulağımda . Başımın etrafında dönerek böylece bir süre bağırdı. Bende kendi içimden Allah cc biliyor ki onu korumak için yaptım. Ama sende haklısın. Doğa kurallarına müdahele etmeyecektim dedim. Sessizce.
Halen serçelerin çığlığını görünce yüreğimde bir cızlama olur.
Muhammedi muhabbetlerimle...
1980-82 lerdi. Bizim evimiz şehrin dışında yeni oluşan mahalli içerisinde idi. Taşındığımızda 3-4 tane ev olan sessiz sedasız, suyu başka mahalleden teradik eden yeni kurulan bir mahalle idi. Çevremizin boş olması bize daha çok oynama alanı vermekte idi. Bir gün evimizin hemen arkasında evi bulunan Mehmet amcanın evinin yanındaki boşlukta oynuyor idim. Baktım ki Serçe kuşu acılı bir bağırışlarla yere yakın bir şekilde uçuyor ve hep aynı yer üzerinde dönüyordu. Bende niye böyle yapıyor diye o tarafa doğru gittim. Serçe yavrusuna uçmayı öğretiyor imiş. Yavrusu yerde ama kaçamıyor. Arad abir havalanmak istiyor ama onu da beceremiyordu. Bende içimden dedim ki şimdi bunu burda bıraksam kedi yer annesi de çooook üzülür diye düşündüm. Sonra yavru serçeyi elime aldım. Mehmet amcanın evi ağaç örtü idi. Bu ağaç örtünün ağaçlarının bir kısmı da tuvarın dışına çıkmıştı. Bende bu serçeyi Mehmet amcanın evinin çatısına atacaktım ki annesi ordan onu alır götürür diye düşündüm. Birinci defa attığımda serçe yavrusu ağaçın dışarı çıkan kısmına çarptı. yere hafif düştü. İkince kez dedim biraz daha geriden atayım da hayvana zarar vermesin dedim. İkinci kez attım yine serçe yavrusu aynı ağaç çıkıntısına çarptı ama bunda biraz daha halsiz düştü. Üçüncüsünda evin damına attım serçeyi. Ordan da evimizin önüne geldim. Ekmeklik vardı evin önünde. Üzerinde onyuyordum. Baktım ki bir serçe geliyor ki bağırıp çığlıklarla. Çok üzüldüm içim acıdı. Biraz önce Mehmet amcanın damına attığım serçe demek ki ölmüştü. Bu serçe de onun annesiydi bir bağırıyor ki bir göreceksiniz. Çığlıkları halen kulağımda . Başımın etrafında dönerek böylece bir süre bağırdı. Bende kendi içimden Allah cc biliyor ki onu korumak için yaptım. Ama sende haklısın. Doğa kurallarına müdahele etmeyecektim dedim. Sessizce.
Halen serçelerin çığlığını görünce yüreğimde bir cızlama olur.
Muhammedi muhabbetlerimle...
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
Sevgili Halimcan,
Küçük Ceren'e geçmiş olsun diyoruz, ne kadar haklısınız kardeşim, işin içine giren bilir işi dışardan gören değil.
Sevgili Hakan can,
Başınızdan geçen olay sizin için ne kadar zor bir durum, fakat bu olayın sizin basınıza gelmiş olması ve sizin bunu hatırlamanızda da bir hikmet vardır. Çok çocuk, karınca yuvalarına kaynar su dökerde umurunda bile olmaz. Yahut ıstakozu haşlanmış suda ciyak ciyak ciyaklatıp yanına şampanya açan insanlar var, o çığlığı duymamakta. Siz ise iyi düşünce ile yaptığınız bir şeyin sonucunu yasamışsınız. Olayınız bana mesnevideki su hadiseyi hatırlattı:
Hz.Musa( A.S)'a Hakk'tan "Ya imranoğlu , eğer sana birisi sığınmak için gelirse onu koruyacaksın, ve sana birisi aç gelirse onu doyuracaksın " diye bir ses gelir . Bunun üzerine bir gün Musa (a.s) kırda giderken bir güvercin onun yanına gelir ve "Ey İmranoğlu beni bir şahin kovalıyor beni koru" der. Musa a.s verdiği sözü hatırlar, kuşa acır, birden avının peşine düşen şahin kuşun Musa (a.s) a sığındığını görünce "Ey imranoğlu, bu kuş benim rızkımdır, benim rızkıma mani oluyorsun, rızkıma mani olma" der. Musa (a.s) iki arada bir derede kalır, kuşu verse sığınmış birini koruyamamaktan dolayı sözünden geri dönecek, kuşu vermese bu sefer kendisine aç geleni geri cevirmiş yahut onun rızkına mani olmuş olacak. Ne yapacağını şaşırır ve bıçağını çekerek bacağının kalf bölümünden bir parça kesip şahine vermek için hamle eder. Tam bu anda iki kuş seslenir, "dur yapma Musa biz Rabbinin melekleriyiz seni sınamak için gönderildik".
Selam sevgi ve Muhabbetle
Gariban
Küçük Ceren'e geçmiş olsun diyoruz, ne kadar haklısınız kardeşim, işin içine giren bilir işi dışardan gören değil.
Sevgili Hakan can,
Başınızdan geçen olay sizin için ne kadar zor bir durum, fakat bu olayın sizin basınıza gelmiş olması ve sizin bunu hatırlamanızda da bir hikmet vardır. Çok çocuk, karınca yuvalarına kaynar su dökerde umurunda bile olmaz. Yahut ıstakozu haşlanmış suda ciyak ciyak ciyaklatıp yanına şampanya açan insanlar var, o çığlığı duymamakta. Siz ise iyi düşünce ile yaptığınız bir şeyin sonucunu yasamışsınız. Olayınız bana mesnevideki su hadiseyi hatırlattı:
Hz.Musa( A.S)'a Hakk'tan "Ya imranoğlu , eğer sana birisi sığınmak için gelirse onu koruyacaksın, ve sana birisi aç gelirse onu doyuracaksın " diye bir ses gelir . Bunun üzerine bir gün Musa (a.s) kırda giderken bir güvercin onun yanına gelir ve "Ey İmranoğlu beni bir şahin kovalıyor beni koru" der. Musa a.s verdiği sözü hatırlar, kuşa acır, birden avının peşine düşen şahin kuşun Musa (a.s) a sığındığını görünce "Ey imranoğlu, bu kuş benim rızkımdır, benim rızkıma mani oluyorsun, rızkıma mani olma" der. Musa (a.s) iki arada bir derede kalır, kuşu verse sığınmış birini koruyamamaktan dolayı sözünden geri dönecek, kuşu vermese bu sefer kendisine aç geleni geri cevirmiş yahut onun rızkına mani olmuş olacak. Ne yapacağını şaşırır ve bıçağını çekerek bacağının kalf bölümünden bir parça kesip şahine vermek için hamle eder. Tam bu anda iki kuş seslenir, "dur yapma Musa biz Rabbinin melekleriyiz seni sınamak için gönderildik".
Selam sevgi ve Muhabbetle
Gariban
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4974
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Barbaros buraya birazdan bir yazı yazacak
Msn de görüşüyorduk orada söyledi
KIZIMLA SOHBETLERe bir şey yazacağım dedi
Ben de fazla onu işkillendirmeden ağzından lafı alayım dedim
-Hayır olsun falan dedim nedir ne yazacaksın dedim
Tabi Barbaros sır gibi saklıyor ama ben ısrar edince dayanamadı
Biraz anlattı Sohbetimizi de bu yüzden kısa kesti
Ha öyle mi... gör bakalım... kim önce davranacakmış...
Şimdi benden duymuş olmayın ama şunu yazacak .
Şimdi günlerden birgün
Barbaros makarna pişirmeye karar verir .
Ya da karar verdiğini sanır
Bana öyle diyor makarna pişirmeye karar verdim diyor
E kardeşim karar verdinse pişirseydin o zaman
Ama hayır ne yapıyor bizim Barbaros .
Hanıma sormak ihtiyacı hissediyor e tabi o bunu yumuşatarak söylüyor
Yani hanıma sormadan adım bile atamam diyecek hali yok herhalde
Ama bir de kendisi gidip soramıyor Öyle kolay mı
Ne yapsın... kurnazlık ediyor ve küçük kızını annesine gönderiyor
Çünkü anneler kızlarına dayanamaz...
-Kızım annene sorar mısın şu iki makarnadan hangisini pişireyim diyor
Babasının bu müşkül durumuna çok üzülen küçük Bedelya gidiyor annesine soruyor ve geliyor
Diyor ki babasına makarna paketlerinden birini göstererek;
-Babacığım bunu değil diyor ve diğerini göstererek
-İşte bunu pişireceksin diyor
Biz de kendisiyle zaten bunu konuşuyorduk
Yani insanın Allahı bulması DEĞİLLEME yöntemiyle oluyor
Hz. İbrahimin yıldızlara bakıp; Hayır bu olamaz Güneşe bakıp; Hayır bu olamaz
Deyişi gibi
Yani insan önce OLMAYACAK OLANı reddediyor ve BEDELYAnın yaptığı gibi önce
LÂ İLÂHE kısmını söylüyor ve geriye İLLÂ ALLAH kalıyor
Daha detaylı yazmak isterdim ama acelem var Çünkü ben bunları yazana kadar belki de Barbaros çoktan yazmıştır Ondan önce davranmalıyım
Msn de görüşüyorduk orada söyledi
KIZIMLA SOHBETLERe bir şey yazacağım dedi
Ben de fazla onu işkillendirmeden ağzından lafı alayım dedim
-Hayır olsun falan dedim nedir ne yazacaksın dedim
Tabi Barbaros sır gibi saklıyor ama ben ısrar edince dayanamadı
Biraz anlattı Sohbetimizi de bu yüzden kısa kesti
Ha öyle mi... gör bakalım... kim önce davranacakmış...
Şimdi benden duymuş olmayın ama şunu yazacak .
Şimdi günlerden birgün
Barbaros makarna pişirmeye karar verir .
Ya da karar verdiğini sanır
Bana öyle diyor makarna pişirmeye karar verdim diyor
E kardeşim karar verdinse pişirseydin o zaman
Ama hayır ne yapıyor bizim Barbaros .
Hanıma sormak ihtiyacı hissediyor e tabi o bunu yumuşatarak söylüyor
Yani hanıma sormadan adım bile atamam diyecek hali yok herhalde
Ama bir de kendisi gidip soramıyor Öyle kolay mı
Ne yapsın... kurnazlık ediyor ve küçük kızını annesine gönderiyor
Çünkü anneler kızlarına dayanamaz...
-Kızım annene sorar mısın şu iki makarnadan hangisini pişireyim diyor
Babasının bu müşkül durumuna çok üzülen küçük Bedelya gidiyor annesine soruyor ve geliyor
Diyor ki babasına makarna paketlerinden birini göstererek;
-Babacığım bunu değil diyor ve diğerini göstererek
-İşte bunu pişireceksin diyor
Biz de kendisiyle zaten bunu konuşuyorduk
Yani insanın Allahı bulması DEĞİLLEME yöntemiyle oluyor
Hz. İbrahimin yıldızlara bakıp; Hayır bu olamaz Güneşe bakıp; Hayır bu olamaz
Deyişi gibi
Yani insan önce OLMAYACAK OLANı reddediyor ve BEDELYAnın yaptığı gibi önce
LÂ İLÂHE kısmını söylüyor ve geriye İLLÂ ALLAH kalıyor
Daha detaylı yazmak isterdim ama acelem var Çünkü ben bunları yazana kadar belki de Barbaros çoktan yazmıştır Ondan önce davranmalıyım
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
Ya Halim can alemsin...
Neşemi getirdin akşam üstü, ALLAH razı olsun kardeşim.
Sen her seyi demişin bana bir şey kalmamış.
Böyle makarnayla kendimizi mi avuttuk ne ettik.
Ha bu arada şu önemli detayı unutmuşuz söylemeyi.
Seçilen makarna ÇUBUKLU makarna idi bu Önemli bir detay.
Selam Sevgi ve Muhammedi Kardeşlikle
Gariban
Neşemi getirdin akşam üstü, ALLAH razı olsun kardeşim.
Sen her seyi demişin bana bir şey kalmamış.
Böyle makarnayla kendimizi mi avuttuk ne ettik.
Ha bu arada şu önemli detayı unutmuşuz söylemeyi.
Seçilen makarna ÇUBUKLU makarna idi bu Önemli bir detay.
Selam Sevgi ve Muhammedi Kardeşlikle
Gariban
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Ya işte Barbaros dedim ki ben...
haydi dedim yani öyle düşündüm...
Barbaros'a dedim...zahmet olmasın dedim...
Zaten dedim bir sürü işle dedim uğraşıyor dedim...
Ha bir de dedim zaten hem dedim ondan film bekliyoruz..
altyazılarını çevirsin diye dedim...
Ne olacak yani elimize mi yapışır tuz sanki dedim çorbanın içine atsak daha iyi olur dedim..
Ama sonra düşündüm ki sen makarna yapıyorsun...
ondan yani ne yapacağımı şaşırmışım işte öyle yazmışım...
Yoksa üç günlük dünya kardeşim...
Hem dört gün olsa ne olur ki...
Sonuçta birgün yani bitecek değil mi...
Niye söylemedin bana çubuk makarna olduğunu... en heyecanlı yerini saklamışsın yine de...
helâl olsun sana valla...
haydi dedim yani öyle düşündüm...
Barbaros'a dedim...zahmet olmasın dedim...
Zaten dedim bir sürü işle dedim uğraşıyor dedim...
Ha bir de dedim zaten hem dedim ondan film bekliyoruz..
altyazılarını çevirsin diye dedim...
Ne olacak yani elimize mi yapışır tuz sanki dedim çorbanın içine atsak daha iyi olur dedim..
Ama sonra düşündüm ki sen makarna yapıyorsun...
ondan yani ne yapacağımı şaşırmışım işte öyle yazmışım...
Yoksa üç günlük dünya kardeşim...
Hem dört gün olsa ne olur ki...
Sonuçta birgün yani bitecek değil mi...
Niye söylemedin bana çubuk makarna olduğunu... en heyecanlı yerini saklamışsın yine de...
helâl olsun sana valla...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
INANIRMISIN GARIBAN KARDESIMIZ, DUN GECE BU YAZINIZI BASTAN SONA BUYUK BIR ZEVKLE OKUDUK KI VE KENDI KENDIMIZE SORDUK NASIL BUNU GORMEMISIZ DIYE VE BULDUK KI YAZIN BABAMIZIN RAHATSIZLIGI ZAMANINDA KONMUS. NEYSEKI SIZLER DAHIL ANNE BABA OLAN KARDESLERIMIZIN GUZEL ORNEKLER SUNARAK PAYLASIMDA BULUNMALARI COK HOSTU. ALLAH CC RAZI OLSUN SIZLERDEN INSAALLAH. AMA SU VAR KI O GUNAHSIZ COCUKLARIN EN ONEMLI OGRETMENLERI HAYATLARINDA ANNE VE BABALARIDIR VE DOGAL OLARAK ONLARA COK ONEMLI VAZIFELER DUSUYOR. KARDESLERIMIZIN BUTUN COCUKLARININ GOZLERINDEN SEFKATLE OPERKEN, BU NURLU MUBAREK YOLDA HAKIKI MUHAMMEDI OLMALARI ICIN HAYIR DUALARI EDERIZ INSAALLAH...786
- Zehra
- Kıdemli Üye
- Mesajlar: 427
- Kayıt: 10 Ağu 2007, 02:00
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Barbaros hep kızınla sohbet ediyorsun
biraz da benimle sohbet et
.
Ya da sohbet demeyelim MUHABBET diyelim
Hani bugün sordun ya; MUHABBET hakkında ne dersin diye
Benim bir huyum var kafama gönlüme bir şey takıldı mı artık gider gelir onu düşünürüm.
İstesem de istemesem de İşte bugün de onu sen yaptın bana seninle konuştuğumdan beri bunu düşünüyorum Ne denir MUHABBET hakkında diye Hani seninle bir sohbetimizde geçmişti ya
AKARSUYUN TERSİNE YÜZEN SOMON BALIKLARIndan bahsetmiştin
İşte kafama bir şey takıldımı ben de SOMON-laşıyorum Bugün biryandan iş yaparken bir yandan hep bunu düşündüm
Durakta eve gelirken camide namaz kılarken yemek yerken ve şu an bilgisayar başında işyerinde yapmaya fırsat bulamadığım ya da düşünmekten yapmaya fırsat bulamadığım işleri yaparken
Demin sana seslendim msn den ama meşguldün herhalde
Ben de sana söz verdim MUHABBET-le ilgili bir şey yazmam lazım
İşte bak bu sözden başlayarak neler düşündüm Neler yazdım MUHABBET-le ilgili
Dedim ki; MÜMİN elinden ve dilinden EMİN olduğun İNSAN-dır
Bakınca MÜMİN kelimesine şunu gördüm;
Hocam söyler ya Arapçada MU ile başlayan kelimeler hakkında Hocamın yaptığı tanım tam olarak aklımda değil ama örnekler aklımda mesela;
-MÜ-DÜR; İdareci olan ve İdarecilik vasfı ile karşıdakine tesir eden, nüfuz edendir
-MU-ALLİM; İlim sahibi olan ve sahip olduğu ilmi veren, öğreten kimse vb. gibi
Dedim ki o zaman: MÜ- MİN nedir.. Neye sahip olan ve karşıdakine bunu verendir .
MÜMİNin MİN kısmı E-MİNin MİNi idi Yani Müminlik EMİN-lik idi
SAV Efendimiz EL-EMİN değil midir
O zaman MÜ ile başlayan MÜ-KELLEF nedir?
MÜ yü biliyoruz ama KELLEF olan kısmı ne diye düşünürken doğru veya yanlış bilmiyorum ama kafamda şu canlandı
ALÂK Suresinin son ayeti var ya; Kella la tüti'hü vescüd vakterib
Buradaki KELLA sözü aklıma geldi
LÂ; Olumsuzluk belirtir Kelimeyi Tevhidden biliyoruz ya Lâ İlâhe İllâ Allah
Yok demek yani hayır demek vs.
KEL-LÂ ise bunun daha da kesin ifadesi gibi; ASLA, HAYIR HAYIR, Kesinlikle Olamaz gibi
Şimdi böyle düşününce MÜ-KELLEFi nasıl çevirmek lazım
YOK-luğun sahibi ve yoklukla tesir eden, bu vasfı ile var olan mı diyelim yok olan mı
Yoksa YOK eden YOK-luğu öğreten YOK-luğun sahibi ve taşıyıcısı mı diyelim
İçinden çıkamayınca M.Arabinin sözü geldi aklıma hani mükellefle ilgili der ya;
Nice zamanlar olmuş ki şöyle demişimdir:
Rab Haktır, kul Haktır, ah bilseydim, mükellef kimdir?
Kuldur dersen o yoktur, Rabdır dersen o nasıl mükellef olur ?
Niye bunları düşündüm çünkü konumuz MU-HABBET idi
HABBEyi biliyoruz TOHUM diyoruz ve Ta Ha Mîm diye GÜLLALE DERLEMELERe yazdımdı
Peki Sözlük anlamından gidersek MU-HABBE için ne demeli
TOHUM-layan mı TOHUMun sahibi OL-AN ve bu TOHUMu veren mi
NEYin TOHUMu NEYZENin RAHMAN NEFESİ
Pir Sultan Abdal MUHABBET konusunda der ki;
Dîdâr ile muhabbete doyulmaz,
Muhabbetten kaçan insan sayılmaz.
Münkir üflemekle çerağ söyünmez.
Tutuşunca yanar aşkın çırası.
İçimizde tutuşturulmayı bekleyen AŞKın ÇIRASI
Ve ÇERAĞ MUHABBETtir AŞK ATEŞi MUHABBETLE TUTUŞTURULUR YANDIRILIR
Bundan mahrum kalan veya kaçan ise insan sayılamaz Çünkü insanı İNSAN eden O İÇteki TOHUMun filizlenmesi AŞK ATEŞinin yanmasıdır
Sav Efendimiz HZ: MU-HAMMED;
Hecelerine baktım MUyu ayırdım
HAM nedir diye baktım;
Ham (Farsça) :
- Olmamış, pişmemiş, çiğ.
- Nâfile, beyhude, boşuboşuna.
- İşlenmemiş, üzerinde çalışılmamış.
- Acemi kimse, tecrübesiz. Terbiye görmemiş kişi.
MED nedir diye baktım;
Med :
- Uzatma, çekme.
- Yayma ve döşeme.
- Çoğaltmak.
- Bir şeye dikkatlice bakmak.
- Nihayet, Son .Sönmek.
- Bir şeyi söndürmek.
Ham, pişmemiş olan çiğ olan Demek ki pişmesi lazım yanması lazım
Med; Çiğ olan bu şekilde nihayet bulmasın diye uzanan, çekip alan
Dedim ki sözlük anlamı olarak Muhammed; Ham olan, çiğ olan, acemi olan, bir şey bilmeyen ( ki bu bilmeyiş kişinin kendi ÖZüne ilişkin bilmeyiştir ) kimseleri bu şekilde beyhude ömür tüketmesinler diye çekip alan ve ÖZlerindeki HABBEye dikkatle bakmalarını sağlayan
Ve daha diyorum demekle bitmiyor Barbaros
Mevlanaya sormuşlar ya; AŞK nedir? Diye
Neden anlatmamış ta ; Ben ol da bil demiş
Neden anlatılamıyor Barbaros Sen bir de İngilizceye çevirip anlatacaksın
Allah yar ve yardımcın olsun kardeşim Ben içinden çıkamadım
Derleyip toplayıp düzgün bir şey diyemedim
Ya da sohbet demeyelim MUHABBET diyelim
Hani bugün sordun ya; MUHABBET hakkında ne dersin diye
Benim bir huyum var kafama gönlüme bir şey takıldı mı artık gider gelir onu düşünürüm.
İstesem de istemesem de İşte bugün de onu sen yaptın bana seninle konuştuğumdan beri bunu düşünüyorum Ne denir MUHABBET hakkında diye Hani seninle bir sohbetimizde geçmişti ya
AKARSUYUN TERSİNE YÜZEN SOMON BALIKLARIndan bahsetmiştin
İşte kafama bir şey takıldımı ben de SOMON-laşıyorum Bugün biryandan iş yaparken bir yandan hep bunu düşündüm
Durakta eve gelirken camide namaz kılarken yemek yerken ve şu an bilgisayar başında işyerinde yapmaya fırsat bulamadığım ya da düşünmekten yapmaya fırsat bulamadığım işleri yaparken
Demin sana seslendim msn den ama meşguldün herhalde
Ben de sana söz verdim MUHABBET-le ilgili bir şey yazmam lazım
İşte bak bu sözden başlayarak neler düşündüm Neler yazdım MUHABBET-le ilgili
Dedim ki; MÜMİN elinden ve dilinden EMİN olduğun İNSAN-dır
Bakınca MÜMİN kelimesine şunu gördüm;
Hocam söyler ya Arapçada MU ile başlayan kelimeler hakkında Hocamın yaptığı tanım tam olarak aklımda değil ama örnekler aklımda mesela;
-MÜ-DÜR; İdareci olan ve İdarecilik vasfı ile karşıdakine tesir eden, nüfuz edendir
-MU-ALLİM; İlim sahibi olan ve sahip olduğu ilmi veren, öğreten kimse vb. gibi
Dedim ki o zaman: MÜ- MİN nedir.. Neye sahip olan ve karşıdakine bunu verendir .
MÜMİNin MİN kısmı E-MİNin MİNi idi Yani Müminlik EMİN-lik idi
SAV Efendimiz EL-EMİN değil midir
O zaman MÜ ile başlayan MÜ-KELLEF nedir?
MÜ yü biliyoruz ama KELLEF olan kısmı ne diye düşünürken doğru veya yanlış bilmiyorum ama kafamda şu canlandı
ALÂK Suresinin son ayeti var ya; Kella la tüti'hü vescüd vakterib
Buradaki KELLA sözü aklıma geldi
LÂ; Olumsuzluk belirtir Kelimeyi Tevhidden biliyoruz ya Lâ İlâhe İllâ Allah
Yok demek yani hayır demek vs.
KEL-LÂ ise bunun daha da kesin ifadesi gibi; ASLA, HAYIR HAYIR, Kesinlikle Olamaz gibi
Şimdi böyle düşününce MÜ-KELLEFi nasıl çevirmek lazım
YOK-luğun sahibi ve yoklukla tesir eden, bu vasfı ile var olan mı diyelim yok olan mı
Yoksa YOK eden YOK-luğu öğreten YOK-luğun sahibi ve taşıyıcısı mı diyelim
İçinden çıkamayınca M.Arabinin sözü geldi aklıma hani mükellefle ilgili der ya;
Nice zamanlar olmuş ki şöyle demişimdir:
Rab Haktır, kul Haktır, ah bilseydim, mükellef kimdir?
Kuldur dersen o yoktur, Rabdır dersen o nasıl mükellef olur ?
Niye bunları düşündüm çünkü konumuz MU-HABBET idi
HABBEyi biliyoruz TOHUM diyoruz ve Ta Ha Mîm diye GÜLLALE DERLEMELERe yazdımdı
Peki Sözlük anlamından gidersek MU-HABBE için ne demeli
TOHUM-layan mı TOHUMun sahibi OL-AN ve bu TOHUMu veren mi
NEYin TOHUMu NEYZENin RAHMAN NEFESİ
Pir Sultan Abdal MUHABBET konusunda der ki;
Dîdâr ile muhabbete doyulmaz,
Muhabbetten kaçan insan sayılmaz.
Münkir üflemekle çerağ söyünmez.
Tutuşunca yanar aşkın çırası.
İçimizde tutuşturulmayı bekleyen AŞKın ÇIRASI
Ve ÇERAĞ MUHABBETtir AŞK ATEŞi MUHABBETLE TUTUŞTURULUR YANDIRILIR
Bundan mahrum kalan veya kaçan ise insan sayılamaz Çünkü insanı İNSAN eden O İÇteki TOHUMun filizlenmesi AŞK ATEŞinin yanmasıdır
Sav Efendimiz HZ: MU-HAMMED;
Hecelerine baktım MUyu ayırdım
HAM nedir diye baktım;
Ham (Farsça) :
- Olmamış, pişmemiş, çiğ.
- Nâfile, beyhude, boşuboşuna.
- İşlenmemiş, üzerinde çalışılmamış.
- Acemi kimse, tecrübesiz. Terbiye görmemiş kişi.
MED nedir diye baktım;
Med :
- Uzatma, çekme.
- Yayma ve döşeme.
- Çoğaltmak.
- Bir şeye dikkatlice bakmak.
- Nihayet, Son .Sönmek.
- Bir şeyi söndürmek.
Ham, pişmemiş olan çiğ olan Demek ki pişmesi lazım yanması lazım
Med; Çiğ olan bu şekilde nihayet bulmasın diye uzanan, çekip alan
Dedim ki sözlük anlamı olarak Muhammed; Ham olan, çiğ olan, acemi olan, bir şey bilmeyen ( ki bu bilmeyiş kişinin kendi ÖZüne ilişkin bilmeyiştir ) kimseleri bu şekilde beyhude ömür tüketmesinler diye çekip alan ve ÖZlerindeki HABBEye dikkatle bakmalarını sağlayan
Ve daha diyorum demekle bitmiyor Barbaros
Mevlanaya sormuşlar ya; AŞK nedir? Diye
Neden anlatmamış ta ; Ben ol da bil demiş
Neden anlatılamıyor Barbaros Sen bir de İngilizceye çevirip anlatacaksın
Allah yar ve yardımcın olsun kardeşim Ben içinden çıkamadım
Derleyip toplayıp düzgün bir şey diyemedim
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]