Havada yürüyen, havada uçan, havada yaşayan anlattı...
Hava engelsiz, hava hafif hava samîmîydi.
Havayla sarışır havayla konuşur, havayla uyurdu. HAVAdan dinler SUdan konuşurdu…
Havadakilerle hemhâl idi.
Ha va da ki ler ?
Tekti o, Ha va da…
Havaylaydı arkadaşlığı. Havayla kalabalık havayla yalnızdı…
Yere basmazdı ayakları, uçarcasına yükselirdi o, kendi de bilmeden. Kanatsız kanatlarıyla mekânsız mekânıyla havada MekNÛN, MeMnûn ve Mes’ûddu…
Ağırlaşmaya başladı bir ÂN oldu, uçuşan kalbi…. Sevdâ yüklendi Rûz-i Ğâr’dan. Yere çekiliyordu… yabânî bir gül yabânî bir ot yabânî bir arı gibi… Herkes yerde yaşarken, herkes yerle muhabbetteyken, yer ahâlisi birbirini kollarken, havadakini anlayamazdı, anlamadı…
Yer ehlinin oyuncakları çoktu. İşleri, dertleri, kaygıları çoktu. Onların çoklukları arasında onlardan olamıyor ancak onlarla ağırlaşıyordu… Hepsi bir dilden konuşuyorlardı. Anladığını sanıyordu anlayamadığını bilmiyordu… Yer ehlinin duyguları aynı, işleri aynı, nasıl da birbirlerine benziyordu huyları… Gün Anaları, Yer babalarıydı onların. Daha hâkim, daha ev sâhibiydiler bunlar. Onun sığacağı yer yoktu Yer'de… O, AY Babanın himâyesinde, ocağında, GÖK Ananın terbiyesinde, kucağındaydı… GeCeciydi...
Yerdekiler gülünce gülüyor, ağlayınca ağlıyordu. Ama onlardan olamıyordu… Onlardan olduğu kabul edilsin istiyordu, onların sevmesini bekliyordu… ARAlarına kabul etmiyorlardı. Onların YERinde O bilemiyordu, ama onlar biliyordu. Onların GÜNünde o göremiyordu, ama onlar görüyorlardı… Hep sormuştu kendine, nerden biliyorlardı nerden anlıyorlardı onlardan olmadığını?
Yerlilerin seslerinden, sislerinden, süslerinden uzakta, yalnızlıkta… Havada değil yerde, ama yersiz, herkesle, ama kimsesiz, beklemeye koyuldu…
Elenmeli, seçilmeli, süzülmeliydi… Zekeriyyâ Mihrâb’ında Meryem Ma’bed’inde, Mehdi sâbisini işâretle yer ehlini susturmalıydı… Yer ehlinin görmesi, duyması, konuşması, dokunması hava ehli gibi olur muydu? Hava'yı anlatmalıydı DUYacak kulaklara, anlayacak ÖZlere, ikrar verecek SESlere!..
" Havada tensiz temas, sessiz remz, gözsüz fuad, kulaksız taat yaşanır…
Hem, havada her şey… bilinmese de… Yer, havanın kesifleşmiş hâli. BİLmiyor, unutmuş ASLını… HAVAdeğil mi, YERe nefes veren, tohumlayan, can veren, kışlayan yazlayan…
Hava, SUya da NÂRa da Mekân ve de Muhit.... SU ile NÂR havada EL-Ele, birbirlerine iltifat ile hem de!!! Su buhar olup nâr huzme olup dansetmekte… Hava, OL-ÂNın görülemediği alan… YER ZÂHİR GÖK BÂTIN!
Bâtın’ın ikrâmı ile Yer, bereketli! Ve fakat; yer, nankör, yer, câhil, yer, zâlim! Yer, yutar, yer, kusar, yer, atar zerre miskal ne varsa ... Hava, sırreder, hava, setreder, hava, kahreder!. Hayy’lığı Bâki kılar hava!.
Yer, Hava’nın bir cüz’ü iken nasıl da benlikli nasıl da ayrı görür kendini? “Ben” der, göğe dayanakmışcasına. Oysa mustekar, YER, GÜNEŞe…! YER,AY’a!...
Zu'n-NÂReyn ile meczûb YER, urûc eder rucu eder…
İÇ denge DIŞ düzen ile SUluk eder Divan durur…
SU, NÂR ile HAVAda Buhar-BULUT!
BUZ, NÂR ile YERde Damla-DERYÂ!
YERde BUZ (MEKÂN)
ARAda SU (ZAMÂN)
GÖKte BULUT (LÂZAMÂN)
ARAda BUHAR (LÂMEKÂN)
GÖK bânîsine zemherîra, YER bağisine firdevs, SıRR-ı SIFIR!!!
O, havasında sevdâsı başında RAHMAN nefesinde Cevlân’da… YERâhâlisi GÖK bâhâlısını bilemedi…
O, Öyle yakın.. öyle uzak… öyle AYNı… öyle HaK!!!
YER MECNÛN’ları GÖKlerin LEYLÂ’sına sevdâlıdır dem be dem…
Bir damla SUyun hikâyesi yer ile gökler kadar!
Ve sâriû ilâ mağfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâ's-semâvâtu ve'l-ardu, uiddet li'l-muttekîn(muttekîne).
RABBinizden gelen mağfirete ve "yer"i, gökler ile yer kadar olan, muttakîler için hazırlanmış cennete koşuşun.
3 / ÂLİ İMRÂN - 133
YERdeki " B E N ", MuhaBBeti MuhaMMed Mustafâ sallallâhu aleyhi ve sellem ile GÖKte " B İ Z " olur...
zu'n-nareyn: çift nâr, ateş sâhibi